'La İlahe'; 'La' yoktur; 'İlahe', TANRI demektir, yani tapınılacak tanrı yoktur, demektir.
Kelime-i Tevhid, 'La ilahe' ile başlıyor… Ve başlangıçta, kesin bir hüküm vurgulanıyor. 'Yoktur tapınılacak varlık! '; 'la ilahe'! ..
Akabinde, bir açıklama geliyor… 'İlla' 'sadece', 'ALLAH' vardır! ..
'İLLA ALLAH' yani 'sadece ALLAH'! ..
Birinci mana olarak, bu cümleden açığa çıkan gerçek şudur…
'Tapınılacak TANRI yoktur'… Evet, burada, kesin olarak, tapınılacak bir öte tanrı olmadığını vurguladıktan sonra, 'İLLA ALLAH' diyor…
'İLLA', yukarıda açıklamaya çalıştığımız üzere, 'ancak' manasına anlaşılabileceği gibi, buradaki kullanım şeklinde görüldüğü üzere 'SADECE' anlamında dahi kullanılır…
Latin Amerika usulü soft bir sosyalizm kuran kÜba lideri.....diger sosyalist liderler gibi parayı silahlara ve orduya yatırmamış, saglık hizmetlerinin gelismesine yatırmış, bunun sayesinde de latin amerika'daki en gelişmiş hastanelerin küba'da olmasını sağlamıştır. sağlık hizmetleri herkese eşit şartlarda ve ücretsiz sunulmaktadır. Ayrıca bir babalık yaparak Çernobil faciasinin kurbanlarını Küba'ya getirip adam gibi tedavi görmelerini sağlamıştır.
1996'da silahlar daha miting başlamadan sabah 09.00'da patladı ve iki işçi yaşamını yitirdi. Kürsü bazı gruplar tarafından işgal edildi. Bazı sol grupların tek tip kıyafetle katıldığı mitingin bittiği duyurulurken KADIKÖY Meydanı bir anda karıştı. Bir kişi daha silahla öldürüldü, mağazaların camları, bankamatikler kırıldı. 1 Mayıs 1996'da 'varoşlardan' gelen patlamaya hazır yoksullar olduğu keşfedilirken, Hasan Albayrak, Yalçın Levent ve Dursun Adabaş 'ın öldürülmeleri değil de tahrip edilen 'laleler' günlerce tartışıldı.
Kanunname-i al-i osman'a şu derkenarı da düşesiz: her kimesneye ki bundan böyle saltanat müyesser ola, nizamı alem için KARDEŞLERİNİ KATLEYLEMEK münasiptir. ekseri ulema dahi bunun böyle olmasına razı olup tasvip etmiştir.
36 padişahtan 13'ü tahttan zorla indirilmiş ve bunların çoğu da öldürülmüştür.
Başkaldıran yakınlarını öldürme geleneği 1. Murat'la başlar.
Oğlu Savcı Bey ayaklandığı için gözleri oyularak cezalandırılmıştır.
Oğlu 1. Bayezıt ise kardeşi Yakup Bey'i öldürterek Osmanlı tarihine 'saltanat için kardeşini Öldürten ilk padişah' olarak geçer.
Tahta ortak olacakların öldürülmeleri sonraları da sürdürülür.
2. Mehmet padişah olduğunda henüz bebek olan kardeşi Ahmet'i öldürtür. Ve bu dönem yönetime gelen kişinin kardeşlerini öldürtmesi yasallaşır.
Yavuz bir taraftan babasıyla savaşırken, öte yandan kardeşleri Korkut ve Ahmet ile yeğenlerini ortadan kaldırarak iktidar olur.
3. Mehmet ise 19 kardeşini birden öldürtür... Yani iktidar için her yol mubahtır.
En çılgın kıyamet komplo teorisine okuyucularım büyük ilgi gösterdi ve heyecanla ikinci yazımı beklediklerini bildirdiler. Bu arada bazı okuyucularda kendi kıyamet teorilerini gönderdiler. Kaldığım yerden devam ediyorum. Tekrar hatırlatayım, bu yazdıklarımın gerçek dünyada yaşanan ve yaşanacak olaylarla hiç bir ilgisi yoktur, tamamen bir hayal ürünüdür; adı üstünde komplo teorisi...
ABD Başkanı Arnold'a Şahinler daha doğrusu şeytanlar korosu olarak nitelenen Evangalist-Yahudi danışmanları 3. kanlı paketlerini kabul ettirirken, Amerikan kamuoyunda Antisemitik akımlar güçlenmiş ' Jewishs Go Home' slagonları Hitler'in 1932'de iktidara geldiği dönemi anımsatmaya başlamıştır. ABD'nin dünya petrolünün yüzde 80'ini kontrol eder hale gelmesi AB'ini çileden çıkartmaktadır. Venezuella'da darbe yapan CIA, bir Amerikan vatandaşını bu ülkenin başına oturtmuş, diğer petrol ülkesi Meksika ABD'den izinsiz petrol ihracatı yapmayacağını teyit etmiştir. Rusya'da dünyanın 4. büyük petrol şirketi Yukos-Sibneft'in yarı hissesini satın alan Exxon-Mobil ve Chevron ortaklığı, OPEC ülkelerinin petrol üretimini kontrol eden ABD ile birlikte petrol fiyatlarını 30 dolardan varilini 50 dolara çıkartmıştır. Bunun sonucu petrol ithal eden ülkeler iki kat fazla fatura ödemek zorunda kaldıkları için ekonomileri çökmüştür. AB, Locherbei eylemimde tazminat ödemeye ikna ettikleri Libya ve Norveç petrolü sayesinde ayakta durmaktadır.
ABD'ye direnen tek ülke Çindir. Şahinler, Çinde sosyalizmin devrilerek yerine ABD güdümlü kapitalist bir yönetimin gelmesi konusunda ABD Başkanı Arnold'a Çin'in dört parçaya bölünmesi projesini sunarlar. Buna göre, Mandarince konuşan Şankay, 1997'de devredilen Hong Kong, Uygurların yaşadığı Doğu Türkistan, Tibet ve Aşağı Moğolistan'ın Çinden kopartılması için muhaliflere destek verilecektir. Çin'in ucuz malları karşısında Yahudi sermayesi büyük zarar görmektedir. Ayrıca başta ABD ve AB ülkeleri olmak üzere Çin dünya pazarının yüzde 40'ını elinde tutmaktadır. ABD'nin Orta Asya, Afganistan ve Uzak Doğu üslerini tehdit eden Çin, bu bölgedeki ülkeleri işgale hazırlanmaktadır.
Şahinlerin diğer planı Türkiye üzerinedir. Artık büyük Kürdistan'in kurulması için zemin hazırdır. Kürtlerin yaşadığı ülkeler Türkiye dışında işgal altındadır. (Önceki tezkere geçseydi, 120 bin ABD askeri nanik diyecekti) ABD'nin Ortadoğu'da istediği gibi kullabileceği ve intihar saldırısı yapmayan tek güç Kürtlerdir; Türkler, Kabe'nin işgal altında olması nedeniyle gittikce Arap dünyası ile dahada yakınlaşmakta ve ABD'yi bölgede istememektedir. Bu plan aslında vaadedilmiş topraklarının peşinde olan Büyük İsrail delisi fanatik Yahudilerin, yani İsrail'in dileğidir. Türkiye'de Alevi-Sünni provakasyonu çıkartılacak, aynı anda Kürtler ayaklanacak, Yunanistan'a Kıbrıs'ı işgal izni verilerek TSK sıcak savaşa sokulacaktır. Bu sırada İran'daki 25 milyon Azeri Türküne Güney Azerbaycan devleti kurna izni verilecek, İran'daki 5 milyon Kürt ise Kürdistan ile birleşecektir.
Bu plan ABD için sonun başlangıcı olmuştur. 2008 ve 2009 yıllarında ince ince işlenen eylem planları ters tepmiş Çin, Türkiye ve İran'da milliyetçi akımlar güçlenerek ABD'yi esir alan Yahudileri teşhir etmeye başlamış, dünya kamuoyu ellerindeki medya gücünü kullanarak kendilerini yıllardır uyutan Yahudilere karşı tek yumruk olmaya karar vermiştir. 6 milyon Yahudinin yaşadığı ABD'de Amerikalılar, başlarına tüm felaketleri Yahudilerin açtığını savunarak Yahudileri ülkeyi terkedip İsrail'e gitmeye zorlamaktadır. Binlerce Yahudi, Filistinlilerin yıkılan evleri, toprakları üzerinde inşa edilen yerleşim yerlerine göç etmektedir. Bir kısmı ise 1964'de kovuldukları Irak, Suriye ve Kuzey Irak'ı mesken seçmiş, binlerce Yahudi Türkiye'nin GAP bölgesinde büyük topraklar satın alarak Kürtlere komşu olmuştur.
2011 yılında Çin, Afganistan üzerinden ABD'nin Uygurlara askeri yardım yaptıklarını iddia ederek Afganistan'ı işgal eder. Kabil dışında Afganistan'da hiç bir bölgeye yıllardır hakim olamamış ABD, bu beklenmeyen işgale nasıl cevap vereceğini bilemez. Dünya güvenlik sistemi ABD'nin 11 Eylül 2001 eyleminden sonra başlattığı haksız işgaller ve içibol olduğu anlaşılan BM'nin anlamsızlığı nedeniyle tamamen çökmüştür. Kim güçlü ise o haklıdır. ABD'nin tepkisizliğinden cesaret alan Çin, Kazakistan, Kırgızıstan, Özbekistan ve Türkmenistan'ı da işgal eder. Dananın kuyruğu şimdi kopmuştur.
ABD-Çin arasında 9 yıl sürecek kanlı bir savaş başlayacak, kazananın olmadığı bu savaşta binlerce kişi ölecektir. Savaş, Güney Kore, Vietnam'ı da içine alacaktır. Bu arada Hindistanla anlaşan Çin, Hindistan'ın Pakistan, Endenozya, Filipinler ve Bangladeş'i işgal etmesi için destek verecek ve ABD'nin Uzak Doğu karakolları yok edilecektir. ABD'ye İran işgaliyle yol açtığı petrol krizi nedeniyle kızgınlık duyan Japonya, perde arkasında Çin'in arkasında yer alacaktır. Rusya savaşa girmese bile Şankay anlaşması gereği Çin'e tam destek verecektir. ABD- Çin savaşı, Uzak Doğu'yu kana bulayacaktır.
Bu arada İran'da Turan-İran karışımı yeni bir devlet kurulacak ve ABD, bu topraklardan çekilecektir. Yeni hükümetle Türkiye ve Rusya arasında kurulan güvenlik paktı, Washington'u şok eder. Irak ve Suriye, 1960'larda temeli atılan Pan-Arap devletini kurarak birleşirler. ABD, Çin ile savaşı sırasında bölgedeki askerlerini çekmek zorunda kalmıştır. Pan-Arap devleti, içine Ürdün, Katar, Birleşik Arap Emirlikleri, Kuveyt ve Suudi Arabistan'ı da alarak büyür. Sadece Mısır ABD'nin sadık müttefiki olarak bu oluşumun dışında kalır. Ancak 2020 yılında İhvani Müslim haraketi, Kahirer'de darbe yaparak birliğe katılır.
İsrail'in vaadedilmiş toprak hülyası gittikçe çökmektedir. Son 10 yılda Kürtler üzerinden Türkiye'de terör estiren İsrail, TSK'nin Irak, Suriye ve İranla olan iyi diyaloğu ve bölge halkı ile yapıcı yaklaşımları karşısında bocalamış ve bu arada Türkiye-İsrail stratejik ortaklığı Yahudilerin hain planlarının ortaya çıkması ile bitmiştir. İsrail ile Türkiye'nin uzaklaşması Arap Birliği'ni Türkiye'ye yakınlaştırmıştır. Son 15 yılda Türkiye'ye akan Arap milyar dolarları ve Arapların iş ve seyahat için Türkiye'yi tercih etmesi bunda önemli rol oynamıştır. Türk ordusunun Irak ve Suriye'de halkın gönlünü kazanmasının bunda payı büyüktür. ABD, Ortadoğu'dan çekilirken geçiş döneminde hep Türk askeri Suudi Arabidtan dahil işgal altındaki müslüman ülkelerde görev almış, yılların önyargıları parçalanmıştır. Araplar, nihayet Türkleri müslüman olarak görmeye başlamıştır.
2022 yılında AB, büyük bir ekonomik krize girer. Ayrıca Almanya'da hortlayan ırkçılık akımları, AB kimliği adı altında Almanların üstünlük kurma çabaları siyasi birliği parçalamıştır. ABD'nin Truva atı İngilizler, son 20 yılda hep ABD ile haraket ederek petrol krizleri sırasında birliğe yüzünü dönmüştür. 2005'de üye olan 13 yeni üye ülkeye akıtılan paralar halkın refah seviyesini düşürmüştür. Türkiye, tam üyelik müzakerelerine 2013 yılında başlamasına rağmen hala tamamlayamamıştır. Bunun nedeni AB'nin bölgesel güç haline gelmiş bir müslüman ülkeyi, dini ve kültürel farklılığı nedeniyle kabul etmemek istemesidir. Bu yılın sonlarında AB ülkeleri biraraya gelerek birliğin dağıldığını açıklayacak, Türkiye'nin üyeliği kıyamete kalacaktır!
Öte yandan 2012 yılında ABD Başkanlığını Arnold, Çinle savaşın zaferle bitirilmesini isteyen Şahinler tarafından zorda olsa sahte bir seçimle yeniden elde etmiştir. 2016 yılında ise savaşın sona ermesini isteyen Demokrat aday başkan olsada savaşın sona ermesi 2020 yılını bulmuştur. Bu yıllarda ABD, yurtdışındaki tüm askerlerini geri çekerek büyük bir ricat yapmış, içeride ise ülkeyi terketmek zorunda kalan Yahudilerin yol açtığı ekonomik yangınları sarma ile meşgüldür. Yoksulluk seviyesinin çok altında yaşayan zenciler, heryeri talan etmekte, ülke içi terör nedeniyle hergün binlerce insan ölmektedir.
2020-2026 arasında Ortadoğu'da dayısız kalmış İsrail, son gücü ile dünyadaki tüm Yahudileri sermayeleri ile birlikte İsrail'e taşımış ve nüfusu 13 milyona çıkmıştır. İsrail'in başdüşmanı artık Amerikalılardır. Dünyanın süper gücünü 25 sene içinde haksız işgallerle savaştırmış, öldürtmüş, nihayet ekonımisini çökertmiş ve dünyada yapayalnız bırakmıştır. 2003'lerin gelişmiş ülkeleri yerlerine yeterli nüfus bulamamaları ve işci gücü kalmaması nedeniyle çökerken, son 20 yılda Batı medeniyetini her bakımdan yakalamış müslüman ülkelerin yüzünü dinamik nüfus yapıları ve aile kurumları güldürmüştür.
Ve 2027 yılında İsrailli intihar komandoları, yıkmak amacıyla Kabe'ye saldırır. İslam alemi, artık 2007'deki ABD Kabe baskınına boyun eğen müslümanlardan oluşmamaktadır. Üstelik İsrail'in dayısı ABD kendi iç meseleleri ile uğraşmaktadır, AB dağılmış, Çin ise dünyanın başına bela olmuş Yahudilere kin bilemektedir. Arap Birliği, 200 bin kişi ile dört bir koldan İsrail'e girer ve bir ay devam eden savaşta canlı kimse kalmaz. Bu tarihin bazı kutsal beyanlarda işaret edilen, Gargad ağacının arkamdaki Yahudiye öldür diye dile geleceği belirtilen hadisin Ebced hesabıyla hesaplandığı tarih olması, teorimin komplo olduğu gerçeğini değiştirmez!
Kıyamet senaryosu burada bitti. Eğer isterseniz ABD ile Çin, YECÜC ve MECÜC müydü? , Büyük Mehdi ve Hz. İsa(Mesih) bu dönemde mi gelecek? , Müslümanların 40 yıl sürecek dünya hakimiyeti ne zaman gerçekleşebilir? gibi sorularınıza yanıt olabilecek bir senaryo yazayım.
Kıyametin ne zaman kopacağını sadece Allah bilir....
(sonsaniye.net)
Ye’cûc ve Me’cûc hakkında Kur’an-ı Kerim’de iki yerde bahis vardır.
Onlar: “Ya Zülkarneyn! Muhakkak Ye’cûc ve Me’cûc yeryüzünde fesad çıkarıyorlar. Bizimle onlar arasında sed yapman için sana ücret verelim mi? ” dediler.
(Kehf Suresi-94)
“Tâ Ye’cûc ve Me’cûc’un seddi açıldığında onlar her tepeden iniyorlar”.
(Enbiya Suresi 96)
Nasıl yani?
Başörtüsü konusunda, geçen yazımda eleştiri konusu ettiğim ve örnek olarak verdiğim yazılardan birinin yazarı (Yüksel Işık) bu hafta sonu, yine Radikal İki'de, 'Cevapsız olur mu? ' başlığıyla bir yazı yazmış. Cevapsız olur mu olmaz mı bilemem, ama 'cevap' başlığı altında yazılan her şeyin, cevap olmadığı, olamadığı kesin.
Konu, kısaca şu: AİHM, son olarak, Leyla Şahin'in başörtüsü ile üniversiteye devam edememesi üzerine yaptığı başvuruyu haksız bulmuştu. Gerekçelerden biri de, başörtüsünün, diğer insanlara dini baskı olarak algılanabileceği türünden bir saçmalıktı. Işık'da bu istikamette bir yazı yazmıştı. Ben de 'Nasıl yani? ' diye sormuştum.
Çok mu garip bir soru? Yeniden soruyorum; nasıl yani? Daha doğrusu, 'Ne alakası var? ' Burası laik bir ülke, keza Avrupa ülkeleri de öyle, insanlar dindarlık konusunda amansız bir yarışa girmiş falan değiller ki, başörtülü olan, 'gerçek dindar' olduğu iması ile diğerlerine baskı yapabiliyor olsun.
Ayrıca, ortada saptanabilir, ölçülebilir bir baskı veya dayatma yoksa, bir giyiniş veya davranış tarzının baskı olarak algılanabileceğine kim, nasıl karar verecek? Nitekim, yine bu haftaki Radikal İki'de yayımlanan, Murat Borovalı ve Ömer Turan imzalı yazıda bu husus gayet iyi bir şekilde dile getirilmiş. Benim aynı şeyleri tekrarlamama gerek yok. Yine de, saçmalığın derecesinin altını çizmek için, tekrar sormak istiyorum, dinin baskı aracı olmasının resmen yasak olduğu laik bir ülkede, dine ilişkin bir baskıdan söz edilebilirse, bu sadece toplumsal, kültürel, psikolojik bir baskı olabilir. Ama o durumda da, bunu saptamak da ölçmek de mümkün değil. İş, spekülasyona, şahsi algıya, yani keyfi karara kalır. Bu durumda, herkes her şeyin baskı olarak algılandığından veya kullanıldığından şikâyetçi olabilir. Nitekim, oluyor da, mesela, zayıflığın, diyetin kutsandığı bir kültürel ortamın şişman insanları rencide ettiği, baskı oluşturduğundan şikâyet ediliyor, ama kimse, zayıf mankenleri veya diyet yayınlarını yasaklamayı öneremiyor.
Yüksel Işık'ın bana bu konuda izahat borcu olduğu halde, konuyu dağıtıp, işi Sünni Müslümanlığın Türkiye'deki konumuna bağlaması anlaşılır gibi değil. Evet, Sünni Müslümanlık bu ülkede ayrıcalıklı bir konuma sahip, ama bunun başörtüsünün yasaklanması için bir gerekçe oluşturması mı gerekiyor? Ne alakası var? Ben Türkiye'de yaşayanlar çoğunlukla Sünni Müslüman diye başörtüsü yasaklanmamalı demiyorum ki! Ayrıca, Avrupa'da yaşayan ve yasaklarla karşılaşan Müslümanlar çoğunluk falan değil.
Diğer taraftan, bu Sünni Müslümanlık konusu da ayrı ve derin bir tartışma konusu olabilir. Bu konunun başörtüsü yasağı tartışmasıyla, (Işık'ın yaptığı gibi) karıştırılmasından korktuğum için, o tartışmaya dalmak istemiyorum. Ama konu açılmışken, bir-iki şey söylemeden geçemeyeceğim. Birincisi, bizde, demokrasi dersi belli ki, yanlış bellenmiş, sadece azınlık haklarını savunmak demokratlık sayılıyor. Sünni/Türk olmak, çoğunluk mensubu ve resmi kimlik formatı olduğu için, tabii ki, belli bir baskı potansiyeli taşıyor olabilir ve tabii ki demokratlık adabı, buna karşı duyarlı olmayı gerektiriyor. Ama bu demek değil ki, Sünni ve Türk kimlikli insanların gık demeye hakkı olmamalı.
İkinci olarak, son zamanlarda Sünni Müslümanlığın ayrıcalıklı konumu sorgulanırken, bir noktadan sonra ipler kopuyor, laik toplum, kültür ve tarihten fazlasıyla kopuk ve soyut bir kategori olarak algılanıyor. Mevcut durumu her şekilde sorgulayabiliriz, ancak, her toplumun kültürel tarihsel bir rengi, dokusu olduğu gerçeğini tamamen reddedemeyiz. Daha önce de yazdım; evet, laik devlet din karşısında tarafsızdır, ama unutmayalım bu tarafsızlığın dayandığı bir asgari sınır mutlaka vardır. Öyle olmasaydı, biz Ramazan ve Kurban bayramlarını resmi tatil olarak kabul ederken, Batılı ülkeler Noel ve Paskalya'yı resmi tatil yapmazlardı. Teoride onlar da laik, biz de laik ülkeyiz. Nasıl çıkacağız bu işin içinden? Tartışılmaya değer ve ilginç bir konu değil mi? Gelin laiklik ve demokrasi tartışmalarında sığınmaya çalıştığımız bir-iki klişeden kurtulup, işe yeniden başlayalım. Bunları tekrar, derinlemesine düşünüp tartışalım.
(Nuray Mert-Radikal)
1 Mayıs 1977'de;
Ahmet Gözükara,
Aleksandros Konteas,
Ali Sildal, Ali Yeşilgül,
Bayram Çıtak,
Bayram Eyi,
Bayram Sürücü,
Diran Nıgız,
Ercüment Gürkut,
Garabet Ayhan,
Hacer İpek Saman,
Hamdi Toka,
Hasan Yıldırım,
Hatice Altun,
Hikmet Özkürkçü,
Hüseyin Kırkın,
Jale Yeşilnil,
Kadir Balcı,
Kadriye Duman,
Kahraman Alsancak,
Kenan Çatak,
Leyla Altıparmak,
Mahmut Özbelen,
Mehmet Ali Genç,
Meral Cebren,
Mültezim Oltulu,
Murat Elmas,
Nazan Ünaldı,
Nazmi Arı,
Niyazi Darı,
Ömer Narhan,
Ramazan Sarı,
Rasim Elmas,
Sibel Açıkalın,
Ziya Baki,
katıldıkları 1 Mayıs İşçi Bayramı kutlamaları sırasında onbinlerce kişinin üzerine açılan ateş sonucunda katledildiler.
İnsanlık 5607 yılının ancak 296 yılını barış içinde geçirdi. Bugüne kadar yaşanan yaklaşık 15 bin 600 savaşta yaklaşık 3 milyar 750 bin kişi öldü. Bu savaşların yaklaşık 250'si 20. yüzyılda yaşandı...
Kabbala, XII. yüz yıldan başlayarak Yahudi gizemciliğini tümüyle etkisi altına almış olan ezoterik bir akımdır. Her zaman temelde sözlü bir gelenek olan Kabbala, İbranice'de sözcük anlamı olarak da 'gelenek' karşılığını taşımaktadır.
Gizemci deneyimlerin içerdiği olası kişisel tehlikelerden kaçınabilmek amacıyla, Kabbala öğretisine ve uygulamalarına inisiyasyon mutlaka bir önderin, bir yol göstericinin gözetim ve denetiminde gerçekleştirilmelidir. Her yönüyle gizemci bir öğreti olan Kabbala'nın, özünde Tanrı'nın Musa'ya aktardığı 'ilâhî vahy' olan Torah'ın (Tevrat) yazılı olmayan gizli bilgilerini içerdiği ileri sürülmüştür. Yahudiliğin temel ilkesinin Musa yasalarına uyum olmasına karşın, Kabbala'nın insana doğrudan Tanrı'ya ulaşma yollarını sağladığı varsayılmıştır. Bu bakımdan Kabbala, bir çokları tarafından tehlikeli biçimde kamutanrıcı (panteist) ya da sapkın olarak nitelendirilen gizemci yaklaşımlar içeren bir dinsel boyutu Yahudiliğe katmıştır.
Köken
Kabbala'nın kökeni İ.S. I. yüz yılda Filistin'de filizlenen 'Merkava' (ya da Merkabah) gizemciliğine kadar geri götürülebilir. Merkava gizemciliğinde temel uğraş, Eski Ahit'te peygamber Ezekiel'in düşlediği 'ilâhî taht' ya da 'araba' (merkava) hakkında derin düşüncelere dalmak ve bu sayede çoşku içinde kendinden geçmektir.
VII. ve XII. yüz yıllar arasında uygulama alanı Filistin'den Babilonya'ya kayan ve yoğun biçimde Gnostik inançların etkisi altında kalan Merkava gizemciliğinde asıl amaç, Tanrı'nın tahtını ve göksel düzeni düşleyebilmektir. Gizemci Merkava yazımında, çoşku içindeki ruhun yükselişi, düşman meleklerle dolu 'yedi küre'yi ya da 'yedi gök katını' aşmak için yapılan tehlikeli bir yolculuk olarak tanımlanmaktadır. Ruhun bu yolculuktaki amacı, merkava'nın üzerinde bulunan ilâhî tahta ulaşmaktır.
'Tzenu'im' adı verilen Merkava uygulayıcıları, özel ahlâk niteliklerine sahip olan az sayıda seçkin kişilerdi ve sürekli oruç tutarak kendilerini gizemci deneyimlere hazır tutmaları gerekliydi. Bu seçkinlerin yapacağı başarılı bir düşsel yolculuk için her şeyden çok 'mühür' olarak tanımlanan bazı büyülü sözlerin ve formüllerin kullanımı zorunluydu. Bu büyülü sözler, her bir gök katının kapısında bekçilik yapan melekleri yatıştırmak için gerekliydi. Hatalı bir 'mühür' kullanımı, önemli yaralanmalara, hattâ korkunç ölümlere yol açabilirdi.
Talmud'a göre, Merkava uygulamasına kalkışan dört kişi arasından biri ölmüş, diğeri delirmiş, öteki dinden çıkmış ve yalnızca Rabbi Akiba ben Joseph gerçek bir düşsel deneyime nail olmuştur. Merkava uygulayıcıları kimi zaman 'Doğaüstü Dünyanın Gezginleri' olarak da adlandırılırlardı. Bu gizemci akımın en eski iki yazımsal kaynağı; Rabbi Akiba'ya ait olduğu sanılan 'Küçük' ve Rabbi Ishmael ben Elisha'ya ait olduğu sanılan 'Büyük' metinlerdir. Ayrıca, 'Enoch'un Kitabı' ve Tanrı'nın oldukça abartılı antropomorfik (insan biçimli) betimlemelerini içeren 'Shi'ur Qoma' (İlâhî Boyutlar) adındaki metinler de Merkava geleneğine aittirler.
Sefer Yetzira
Kabbala geleneğinde III. ve VI. yüz yıllar arasında ortaya çıkmış olan ikinci basamak 'Sefer Yetzira' (Yaratılış Kitabı) adlı kitaptır. Sefer Yetzira, büyü ve evrenbilim (kozmoloji) konusunda bilinen en eski İbranice eser olup evrenin, İbrani alfabesinin 22 harfi ile 'Sefirot' adı verilen 10 ilâhî rakkamdan yaratıldığını anlatmaktadır. Harfler ve rakkamlar birlikte Tanrı'nın evreni yaratırken kullandığı 'gizli bilgeliğin 32 yolu'nu oluştururlar.
Sefer Yetzira'nın, hatalı olarak Hz. İbrahim'e ait olduğu da ileri sürülmüştür. Bu nedenle kimi zaman kitabın adı 'Otiyyot de Avraham Avinu' (İbrahim Babamızın Alfabesi) olarak geçer.
Yetzira, sonraki dönemlerde Yahudiliği derinden etkileyecek olan 'sefirot' kavramını ortaya atmıştır. Çoğul olan Sefirot sözcüğü İbranice'de 'sayılar' anlamına gelmektedir. Sözcüğün tekil biçimi 'Sefira' ya da 'Sephira'dır (yani şifre) .
Yetzira'ya göre Sefirot, yaratıcı Tanrı'nın kendini gösterdiği on ayrı oluşum ya da güç olarak yorumlanabilir. 'En Sof' adı verilen 'Bilinemeyen Sonsuz Tanrı'dan yansıyan on ayrı aşama bulunduğu ileri sürülmektedir. Böylece her sefira, Tanrı'nın ayrı bir yaratıcı niteliğini ifade etmektedir. Kabbala'ya göre her sefira'nın bir başka sefira ile olan bağlantısı yaratılışın ritmini oluşturmaktadır. Kabbala'da, Sefirot'un gizemci yapısı ve kesin işlevi en sık tartışılan konudur. Bu tür spekülasyonların tümüyle sapkınlık olduğu yolundaki sert eleştirilere karşın, sefira'lar Kabbalacı gizemciliğin temel ilkesini oluştururlar.
Sefira'lar sırasıyla; 'keter'elyon' (yüce taç) , 'halhma' (bilgelik) , 'bina' (zekâ) , 'hesed' (sevgi) , 'gevura' (kudret) , 'tif'eret' (güzellik) , 'netzah' (sonsuzluk) , 'hod' (görkem) , 'yesod' (temel) ve 'malkhut' (krallık) olarak sıralanırlar. Sefira'lara; adımlar, ilkeler, nitelikler, taçlar gibi başka isimler de verilmiştir.
On adet sefira'nın içindeki ilk dörtlü grup evrensel elementleri (Tanrısal Ruh, Hava, Su ve Ateş) , kalan altılı grup ise yönleri (Sağ, Sol, Ön, Arka, Yukarı, Aşağı) simgelemektedir. Sefirot ile birlikte alfabenin harfleri, insan bedeninin çeşitli kısımlarına denk gelmekte ve böylece insanı yaratılışın mikrokozmosu biçimine dönüştürmektedir.
Sefer ha-Bahir
Kabbala'nın bir diğer önemli metni, XII. yüz yılda ortaya çıkan 'Sefer ha-Bahir' (Parlaklık Kitabı) adlı eserdir. Bu kitabın, ezoterik Yahudi gizemciliği ve genel olarak Yahudilik üzerindek etkisi derin ve kalıcı olmuştur. Bahir, yalnızca Sefira'ları yaratılışın ve evrenin sürekliliğinin araçları olarak yorumlamakla kalmamış, aynı zamanda 'Gilgul' (ruh göçü) gibi kavramları da ortaya atarak yoğun bir gizemci simgecilik katkısıyla Kabbala'nın temellerini güçlendirmiştir. Bahir, aslında Eski Ahit'in geniş kapsamlı bir simgesel yorumudur ve dayandığı temel motif, İbrani alfabesindeki harflerin ses ve biçimlerinin gizemli anlamlarıdır.
Kitabın ilk olarak, XII. yüz yılın ikinci yarısında Fransa'nın Provence bölgesinde ortaya çıktığı sanılmaktadır. Oysa Kabbalacılar Bahir'in çok daha eskiden kaldığını ve ilk uygulamalarının İ.S. I. yüz yılda Rabbi Nehunya ben Haqana'ya ait olduğunu ileri sürerler. Ayrıca, kitapta yer alan bazı ifadelerin ise 'Tannaim' adı verilen III. yüz yıl Yahudi bilginlerinden aktarıldığını savunurlar. Orta Çağ'dan kalma el yazmaları üzerinde yapılan nesnel bir değerlendirme Bahir'in yazarının, Doğu'dan Avrupa'ya daha önceden gelmiş bulunan bazı gizemci kavram ve metinleri eserine eklediğini ortaya koymuştur.
İbranice ile Aramice karışımı bir dille yazılmış olan Bahir, oldukça düzensiz ve genellikle bulmacamsı yapısına karşın, yoğun bir gizemci simgeciliği Kabbala'ya ve Kabbala yoluyla da Yahudiliğe başarıyla sokmuştur. Çağdaş Yahudi araştırmacı Gershom Gerhard Scholem, bu gizemci simgeciliği Kabbala'nın Yahudi dinsel düşüncesi üzerindeki en önemli etkisi olarak değerlendirmiştir. Örneğin Bahir, evrenin yaratılması ve varlığını sürdürmesini gizemli bir biçimde simgelendiren on adet 'Tanrısal Oluşum'un bilinen en eski açıklamasını içermektedir. Kendi içinde üç adet üst ve yedi adet alt belirtiye ayrılan bu on 'söylem' (Ma'amarot) , Kabbala'daki ünlü 'Sefira'lar' olarak tanımlanmıştır.
Bahir, aynı zamanda, Kabbalacı kuramlar arasına 'Ruh Göçü' (Gilgul) kavramı ile Tanrısal yaratma gücünü simgeleyen 'Kozmik Ağaç' düşüncesini de eklemiştir. Ayrıca kötülük kavramının da, Tanrı'nın kendisinde bulunan bir temel ilke olduğu da Bahir'de belirtilir. Eserin son bölümü, 'Büyük Gizem' (Raza Rabba) adlı eski bir gizemci metinden alıntıdır. Kabbalacılar, Bahir'in içerdiklerini buyruk olarak kabul ederler; oysa Bahir bir çok Yahudi din adamı tarafından sapkın olarak nitelendirilmektedir.
Sefer ha-Temuna
İlk olarak XIII. Yüz yılda İspanya'da ortaya çıkan 'Sefer ha-Temuna' (İmge Kitabı) , yazarı bilinemeyen İbranîce bir eserdir. Temuna, İbranî alfabesinde bulunan harflere mistik anlamlar yükler ve Tevrat'ın insan gözü ile görülemeyen bazı bölümlerinin olduğunu ileri sürer.
Temuna'nın en önemli katkısı Kabbala'ya 'Kozmik Devirler' (Shemittot) kavramını eklemesidir. Buna göre, her kozmik devir, kendine denk düşen Tanrısal niteliklerle uyumlu ayrı birer Tevrat yorumu getirmektedir. Temuna'nın içeriği, Tanrı'nın niteliklerinden 'kayra', 'yargı' ve 'insaf' tarafından yönetilen ilk üç 'Shemittot' üzerinde yoğunlaşmıştır. Sonuç olarak, sözü edilen her üç devir ayrı birer Tevrat'a sahiptir ve henüz 'yargı' dönemini yaşamakta olan insanlık, Tevrat'ı bir buyruklar ve yasaklar dizisi olarak algılamaktadır. Tevrat'ın Temuna tarafından böyle göreli bir biçimde yorumlanması, XVII. yüz yılda Osmanlı toprakları üzerinde ortaya çıkan ve mesihçi bir akım olan 'Sabetaycılık' düşüncesini kuvvetle etkilemiştir. Sabetaycılığın temel kuramı, Tevrat'ın ancak görünürde oratadan kaldırılması ile gerçek amacına ulaşacağı biçimindedir. Temuna'dan kaynaklanan bu kuram, Yahudiliği kesin kuralları olan bir din olarak değil, her farklı devirde ayrı kuralları olan bir inanç olarak görmektedir.
Sefer ha-Zohar
Bazı Kabbalacılar tarafından Tevrat'a rakip olacak ölçüde kutsallık atfedilen ünlü 'Sefer ha-Zohar' (Görkemin Kitabı) da ilk olarak İspanya'da ortaya çıkmıştır. Genel olarak, yaratılışın gizemini ve Sefira'ların işlevlerini anlatan Zohar ruh, kötülük ve yaratılış gibi konularda gizemci kavramlar geliştirmektedir. Çoğunluğu Aramîce olan ve XIII. yüz yılda yazılmış olan bu kitap, ezoterik Yahudi Mistisizminin ya da Kabbala'nın klâsik metni olarak değerlendirilmektedir. Yahudi dininde, ezoterik gizemciliğin İ.S. I. yüz yıldan başlayarak işlenmesine karşın, Zohar geleneksel gizemci yaklaşımlara XIV. Yüz yıldan sonra yeni bir canlılık ve hız getirmeyi başarmıştır.
Zohar, yedi ayrı bölümden oluşmaktadır. Bu bölümlerin en geniş olanı, Eski Ahit'in ilk beş kitabı (Tevrat) ile Ruth ve Süleyman'ın Özdeyişleri bölümlerinde yer alan kutsal metinlerin 'içsel' (gizemci, simgesel) anlamlarını işlemektedir. Zohar'da, tümü Simeon ben Yohai (İ.S. II. yüz yıl) ve öğrencilerini merkez alan oldukça uzun vaazlar, kısa söylev ve öyküler yanyanadır. Zohar, yazar olarak Simeon'un adını özellikle vermekteyse de, çağdaş araştırmacılar eserin büyük bir bölümünün Moses de Leon (1250-1305) tarafından yazıldığına ikna olmuşlardır. Yine de, elde bulunan metinde bazı eski mistik yazılardan alıntıların kullanıldığı olasılığını göz ardı etmemektedirler.
Luria Kabbalası
1492 Yılında İspanya'dan sürülmelerinden sonra, Yahudilerin dünyanın sonu ve mesihin gelişine dair beklentileri giderek yoğunlaştı ve bunun sonucu olarak Kabbala'ya duyulan ilgi büyük ölçüde arttı.
İşte böyle bir manevi ortamda, XVI. yüz yılda Kabbala'nın tartışmasız merkezi durumuna, gelmiş geçmiş en büyük Kabbalacı olarak kabul edilen Isaac ben Solomon Luria'nın yaşadığı, Galile'deki Safed kenti ulaştı.
'Arslan' (ha-Ari) lâkabıyla da anılan Luria, 1534 yılında Osmanlı topraklarında bulunan Kudüs'te dünyaya geldi. Yaşamı hakkında temel kaynak, yazarı bilinmeyen 'Ari'nin Yaşamı' (Toledot ha-Ari) adlı bir biyografidir. Luria'nın ölümünden yaklaşık yirmi yıl sonra yazılan ve yayınlanan bu yapıt, Luria hakkında gerçek ve hayalî ögeleri rastgele bir araya getirmiştir.
Toledot'a göre Luria'nın babası erkenden ölmüş ve annesi küçük oğlu ile birlikte Mısır'a, varlıklı ailesinin yanına göç etmiştir. Luria, önceleri dinsel bir eğitim almış ve Yahudi hukukunu (Halakha) incelemiştir. Henüz çok genç iken, ünlü hukukçu Isaac ben Jacob Alfasi'nin 'Sefer ha-Halakhot' adlı kitabına yorumlar kaleme almıştır. Luria'nın gençliğinde ticaret ile uğraştığı da bilinmektedir.
Kısa süre sonra Luria'nın tüm ilgisi Yahudi mistisizmi üzerinde yoğunlaşmıştır. Bu dönemde herşeyden elini eteğini çekip, amcasının Nil üzerinde bir adada bulunan evinde yedi yıl kadar yalnız yaşamıştır. Erken dönem Kabbalacılarını inceledikten sonra, zamanla tüm araştırmalarını Zohar'a yönlendirmiş, döneminin en ünlü Kabbalacısı olan Cordovero'nun yapıtlarını okumuştur. Luria'nın ilk yapıtı, Zohar'ın bir bölümü olan 'Gizlilik Kitabı' (Sifra di-Tzeni'uta) hakkında yazdığı yorum olmuştur. Bu yorum, tümüyle klâsik Kabbala'nın etkisinde olup, ileride Luria Kabbalası diye anılacak olan özgün öğretisinden hiç bir iz taşımamaktadır.
1570 Yılında Luria, Cordovero'nun öğrencisi olmak için Kabbalacı akımın merkezi haline gelmiş olan Safed'e göç etmiştir. Öğrenciliği sırasında, kendisi de yeni bir sistemle Kabbala dersleri vermeye başlamış ve etrafına çok sayıda öğrenci toplamıştır. Bu öğrenciler arasında, sonradan Luria'nın öğretilerini yazıya dökecek olan Hayyim Vital en yeteneklisi olmuştur. Luria'nın Kabbala öğretisi yalnızca ezoterik bir çevreye yönelmişti, araştırma ve derslerine herkesin katılmasına izin vermiyordu. Zamanının çoğunu öğrencilerinin eğitimi için harcarken, geçinebilmek için o dönemdede Safed'de oldukça canlı olan ticaret uğraşını da sürdürmekteydi.
Luria'nın Safed'e geldiği ilk günlerde, Cordovero'nun çevresinde toplanmış bulunan Kabbalacılar, belirli ritüelleri uyguladıkları farklı bir yaşam tarzı geliştirmişlerdi. Örneğin, Şabbat (cumartesi) günlerinde kırlara çıkarak 'Sabbath Kraliçesi' adıyla kişileştirdikleri günü kutlarlardı. Luria'nın gelişiyle, bu gezintilere 'Kavvanot' (meditasyon) ve 'Yihudim' (birleştirme) gibi yeni uygulamalar eklendi. Aslında bu ritüeller, ruhların Mesih'in gelişine kadar içinde yaşamaya mahkum oldukları kirli kabuktan (Kelipot) , yani bedenlerinden, manevî olarak sıyrılmayı sağlayan bir tür günahtan arınma eylemleriydi.
Luria'nın kişiliğinin güçlü etkisi, Safed kentine yoğun manevî bir atmosfer, mesihçi bir gerilim ve bir yaratıcılık ateşi getirmişti. İçtenlikle dine bağlılık ve dünyadan el etek çekiş Kabbalacıların yaşam özellikleri haline gelmişti. Safed'de yaşayan herkes, Zohar'ın yorumundan hareketle, Mesih'in 1575 yılında Galile'de ortaya çıkacağına inanmıştı.
Safed'de yaşadığı kısa süre içinde - ölümüne kadar geçen iki yıl süresinde - Luria, Yahudi mistisizmine yeni unsurlar ekleyen, çok yönlü ve verimli bir Kabbala dizgesi kurmayı başardı. Zohar'ın ilk bölümünün bir yorumunu içeren oldukça kısa bir metnin dışında, kendi öğretisini asla kaleme almadı. Luria, 1572 yılının Ağustos ayında bir salgında yaşamını yitirdi.
Bugün Luria Kabbalası diye bilinen, Luria'nın ölümünden sonra Hayyim Vital tarafından derlenerek yazıya dökülen ve Luria'nın öğretilerini içeren oldukça kapsamlı bir kolleksiyondur. Bu yapıt, tüm Yahudi mistisizmini etkileyen yeni bir düşünce akımı oluşturmuştur. Luria Kabbalası, bir yaratılış kuramı ile buna bağlı olarak evrenin giderek yozlaştığı düşüncesini ileri sürer ve özgün uyumu yeniden oluşturmak için pratik bir yöntem önerir. Yaratılış kuramı üç temel kavrama dayanmakyadır: 'çekilme' (Tzimtzum) , 'kapların kırılması' (Shevirat ha-Kelim) , 'restorasyon, tamirat' (Tiqqun) . Sonsuz (En Sof) olan Tanrı, yaratılışa yer açabilmek için, yeni oluşan uzaya yayılan bir ışık biçiminde, kendi içine doğru çekilmiştir. Sonradan bu sonsuz Tanrısal Işık, sonlu kapların içine hapsolmuş ve gerilime dayanamayan kaplar kırılarak, evrene kötülük ve uyumsuzluk yayılmıştır. Artık dünyayı kötülükten arındırma ve hem kozmosu, hem de tarihi kurtarmak için mücadele etmek gereklidir. 'Tiqqun' aşamasında, Tanrı'nın krallığı yeniden kurulacak, ilahî parlaklık kaynağına geri dönecek, Tanrısal Işığın en yüksek formu olarak 'ilksel insanı' simgeleyen 'Adam Kadmon' yeniden doğacaktır. İnsanoğlu bu süreçte önemli bir rol oynamaktadır. Zira dualar sırasında uygulanan çeşitli 'kavannot'lar ve sözcüklerin gizli kombinasyonlarının mistik söylenişleri, ilksel uyumun yeniden kurulmasına ve 'Tanrısal İsmi' yeniden birleştirmeye yöneliktir.
Luria Kabbalası'nın etkisi büyük olmuştur. Hem XVII. yüz yılda gelişen Sabetay Sevi akımı, hem de XVIII. yüz yılda ortaya çıkan aşırı sofu ve gizemci Hasidizm akımı üzerinde önemli bir rol oynamıştır.
Sabetay Sevi
(Sabetay Sevi'nin yaşamı ve Sabetaycılık akımı hakkında daha ayrıntılı bilgi için Sabetay Sevi adresine bakınız.)
1626 Yılında İzmir'de dünyaya gelen Sabetay Sevi, genç yaşlardan başlayarak kendini Yahudi mistisizmine, Kabbala'ya kaptırmıştı. Bilincini yitirdiği, coşkulu dönemler yaşıyordu. Güçlü kişiliği ile çevresine bir çok mürit toplamayı başarmıştı. Henüz yirmi iki yaşında iken, Kabbalacı yorumlara dayanarak, kendisinin beklenen mesih olduğunu ilân etti.
Gelişmelerden huzursuz olan hahambaşılık, Sevi'yi İzmir'i terk etmeye zorladı. Sevi önce eski bir Kabbala merkezi olan Selânik'e, sonra Istanbul'a gitti. Başkent'te, saygıdeğer ve ünlü bir vaiz olan Abraham ha-Yakini ile karşılaştı. Yakini'nin elinde Sevi'nin mesih olduğunu doğrulayan Kabbalacı bir kehanet belgesi vardı. Kısa süre sonra Istanbul'dan da ayrılan Sevi, önce Kudüs'e ve sonra Mısır'a gitti. Kahire'de Osmanlı valisinin hazinedarı olan güçlü ve varlıklı Raphael Halebi'yi kendi davasına inandırdı.
Malî destek sağlamış olarak, yandaşlarından oluşan bir maiyet ile Kudüs'e muzaffer bir biçimde geri döndü. Burada, Gaza'lı Nathan adında yirmi yaşlarında bir öğrenci, Yahudi geleneklerinde yer alan 'Mesih'in Müjdecisi' rolünü üstlendi. Nathan, coşku içinde, İsrail devletinin yeniden kuruluşunun çok yakında gerçekleşeceğini ve Sevi'nin zaferi ile dünyanın kurtulacağını herkese duyurdu. Nathan, Kabbala hesaplarına dayanarak, kıyamet günü için 1666 yılını bildirdi. Ancak, Kudüs hahamları tarafından tehdit edilen Sevi, 1665 yılında sevinçle karşılandığı İzmir'e geri döndü. Bir kaç yıllık süre içinde, Sabetaycılık akımı hızla güçlenerek Venedik, Amsterdam, Hamburg, Londra ve bazı Kuzey Afrika kentlerine kadar yayıldı.
1666 Yılı başlarında, Istanbul'a giden Sevi, Osmanlı yetkilileri tarafından tutuklandı. 16 Eylül günü Edirne'de Padişah'ın huzuruna çıkarıldı. Önceden ölümle tehdit edildiği için, Sevi din değiştirerek Müslüman olmayı kabul etti. Padişah, Sevi'nin adını Mehmet Efendi olarak değiştirdi ve yüksek bir maaşla kapıcıbaşı görevini verdi. Ancak, bu din değiştirme olayı, müritlerinin çoğunu hayal kırıklığına sürükledi. Zamanla itibarını yitiren Sevi, sürgün olarak gönderildiği Arnavutluk'ta 1676 yılında öldü.
Sevi'yi din değiştirmesine karşın terk etmeyerek etrafında toplananlardan oluşan Sabetaycılık adı verilen akım, Sevi'nin dinsel yetkileri hakkındaki aşırı iddiaları ile sonradan din değiştirerek Yahudi inancına ihanet etmesi çelişkisini giderme çabası içindedirler. Sadık Sabetaycılar, Kabbalacı bir yaklaşımla, Sevi'nin din değiştirmesini mesihliğinin gerçekleşmesi için atılması gereken son adım olarak yorumlarlar. Bu nedenle, önderlerini izleyerek Müslümanlığa geçmişlerdir. Bu dönmeler (din değiştirenler) için, kişinin kendini kalpten Yahudi hissetmesi önemlidir ve görünürde uygulanan Müslümanlığın ve biçimsel eylemlerin değeri yoktur. Zohar'ın Luriacı yorumundan yola çıkarak, bir çeşit 'Kutsal Günah' kuramına ulaşan Sabetaycılar, Torah'ın amaçlarının tam olarak gerçekleşmesinin ancak, manevî olmayan eylemler sonucunda Torah'ın görünüşte ortadan kaldırılması ile olanaklı olacağını ileri sürerler.
Hasidism
Eğer engellenmemiş olsaydı, Sabetaycılığın Yahudi dininin sonunu getireceğini ileri süren din tarihçileri bulunmaktadır. Sabetay Sevi'ye odaklanan mesihçi beklentilerin yaratığı düş kırıklıklarına karşın bu akım, yalnızca bazı ileri görüşlü din adamlarının teozofik amaçlarını yanıtlamakla kalmayıp, Talmudistlerin kuru yorumlarıyla yetinmeyen ve yönetici sınıfların sosyo-ekonomik baskısından bunalan Yahudi kitlelerinin gereksinimlerini de karşılamıştır. Benzeri bir durum Litvanya, Belorusya ve Ukrayna topraklarını da içeren Lehistan Krallığı için de geçerli olmuştur. XVIII. Yüz yılda ortaya çıkan ve Luria Kabbalasını kendi düşünsel kuramlarının temeli olarak alan Hasidizm akımı Lehistan'da etkin olmuştur.
Hasidizm, olası en düşük düzeyde bir örgütlenme ile yoğun biçimde propaganda ve vaaz yöntemlerini kullanan, bilgili üyelerden oluşan küçük gruplara dayanan bir kitle akımıdır. Söylentilere göre, Hasidizm akımının kurucusu 'İyi Adın Üstadı' (Ba'al Shem Tov - Tanrı'nın dile getirilemez adını bilen kişi) lâkabıyla tanınan Israel ben Eliezer'dir. Eliezer 1700 dolaylarında dünyaya gelmiş ve 1760 yılında Güney Polonya'da ölmüştür. Kendi döneminin ortodoks Yahudiliği hakkında iyi bir eğitime sahip olmamasına karşın, olağanüstü manevî nitelikleri olan ve yalnızca sıradan insanları değil, entellektüel kesimi de yandaşları arasına alabilen etkileyici bir kişiliğe sahipti. Hakkındaki efsanelerin yoğunluğu, büyük olasılıkla hiç bir zaman sistemli biçime dönüştüremediği kişisel öğretisi üzerine ayrıntılı bilgi edinmeyi engellemiştir. Doğu Avrupa Yahudiliğinde XVIII. yüz yılda etkinlikleri giderek yoğunlaşan gezgin vaizlerin yöntemlerinden esinlenen Eliezer, öğretisini yaymak için, gündelik yaşamdan ve folklordan aktardığı öyküleri kullanarak kutsal metinleri yorumlama yöntemini benimsemişti. Bu yöntem Hasidizmin değişmez niteliklerinden biri olacaktır. Ancak, akımın tüm otantik kuramlarının ve öğretilerinin, bu tür öykü ve fıkralara yansıdığını düşünmek abartılı bir yaklaşım olur. Temel öğreti çalışmaları, Hasidik hahamlarca Torah üzerine verilen haftalık vaazlarda ve ritüellerde ifadesini bulur. Neredeyse her haham, kendine özgü ekleme ve yorumlarla Hasidik öğretiyi etkilemiştir. Bu nedenle, akımın ilk üç nesli kapsayan döneminde, Hasidizm öğretisi büyük ölçüde çeşitlenmiş ve farklılaşmıştır. Yine de, Hasidizm akımının ortak temel çizgilerini belirlemek olanaklıdır.
Kuramsal olarak, Hasidizmin kökleri Luria Kabbalasından çıkmaktadır. Ancak, Hasidizme özgü olan kavram 'Tanrı ile birlikte olmak' (Devequt) kavramıdır. Devequt, tüm Yahudiler için bir amaç ve değişmez bir görevdir ve her koşul altında insan varlığının tümüyle manevî değerlere dayanmasını gerektirmektedir. Bu gereklilik, Kabbala'nın düşünsel kavramlarının yeniden değerlendirilmesini zorunlu kılar. Tüm ağırlık, inanan kişinin iç yaşamına verilmelidir. Kozmik dramın sahnesi artık Sefira'lar evreni değil, insanın iç yaşantısıdır. Buna ek olarak Hasidizm, Luriacı 'restorasyon' (Tiqqun) öğretisinin bir parçası olan diğer bir gerekliliği de toplumsal bir gerçeklik biçimine dönüştürür: grubun dinsel yaşamı ve örgütlenmesinin merkezine, tartışılmaz bir yetkeyi, doğaüstü güçleri olan bir önderi, 'Tzaddik'i yerleştirir. Böylece Hasidizm, başarılı olduğu her yörede, tartışmasız bir manevî yenilenme yaratmıştır. Oysa madalyonun diğer yüzü, giderek kişisel kültler biçimine dönüşen hahamlar arası çekişmelerin varlığını, Hasidik toplulukların kendilerini çevreleyen toplumdan soyutlandığını, bunun yarattığı kötü sosyo-ekonomik koşulları ve kendilerini soyutlayan Yahudilere karşı oluşan düşmanlığı ortaya koymaktadır.
İlk günlerinden başlayarak Hasidizm, Sabetaycılığın etkisiyle aşırı hassaslaşan resmî Talmudçu Yahudi yetkililerinden büyük direnç görmüştür. Hasidizm yandaşlarının ritüelik kurallara sıkı sıkıya bağlı davranışları, 'Rakipler' (Mitnaggedim) tarafından kabul edilemeyecek bazı özellikler göstermekteydi: Tzaddik'e koşulsuz boyun eğmeleri, sinagoglara devamsızlık yaparak kendi aralarında toplanmaları, dinsel törenlerin değiştirilmesi, gündelik giysilerle dua edilmesi, Talmud'un incelenmesi yerine gizemci meditasyonun yeğ tutulması bu özelliklerin önde gelenleriydi. Yine de, Hasidizm ile Talmudizm arasındaki bu çekişme bir bölünmeyle sonuçlanmadı. Üç nesil boyunca süren çekişme yerini, açıkça dile getirilmemiş, kendiliğinden bir uzlaşmaya bıraktı. Ancak, iki taraf da aralarındaki farklılıkların silinmemiş olduğunun bilincindeydiler. Varılan bu uzlaşma, genel olarak Hasidizmin yararına olmasına karşın, Hasidizmin eğitim konusunda bazı tavizler vermesine yol açtı.
Hasidik grupların iç örgütlenmeleri, II. Dünya Savaşının Doğu Avrupa Yahudiliği üzerindeki yıkıcı etkilerine karşın, ayakta kalabilmelerini sağladı. Savaş sonrasında, tüm önemli Hasidizm merkezleri Amerika'ya taşınmak zorunda kaldı. Hasidizm, hem ekonomik nedenler ile, hem de Sionizm'e ve İsrail Devletine karşı neredeyse düşmanlığa varan tutumundan dolayı, Filistin yerine Amerika'yı tercih etti. Bu gün, Amerika'da Hasidizme bağlı en ünlü ve en etken grup, merkezi New York'ta bulunan ve Rusya'daki tanınmış Lyubavichi Hasidizm okulundan adını alan Lubavitcher'lerdir.
Sonuç
Çağdaş Yahudiliğin manevî yaşamı ve düşünceleri üzerinde Kabbala'nın oynadığı rol, eskiye oranla bir hayli azalmış olmasına karşın, hiç de azımsanacak bir düzeyde değildir. Bugün, gerçek anlamıyla yaşayan bir Kabbalacı akımdan söz etmek olanaklı değildir. Yine de, Abraham Isaac Kook (1865-1935) gibi yazarların kişisel çabaları hâlâ etkili olmaktadır. Ayrıca, iki Dünya Savaşı arası dönemde 'Batılılaşmış' Yahudiler üzerinde güçlü bir etki yaratan Martin Buber'i (1878-1965) ve dinsel düşüncenin reformu konusunda Hasidizm propagandası içeren çalışmalarını belirtmek gereklidir. Polonyalı bir Yahudi olan Abraham Joshua Heschel (1907-1972) de önemli etkinliğe sahip kişilerdendir.
Yahudi gizemciliği, Yahudiler dışındaki ulusların düşünsel yaşamları üzerinde de etkin olmuştur. Özgün amaçlarından saptırılan Kabbala, Yahudiliğin sınırlarını aşmış, Rönesans döneminden başlayarak Hıristiyan toplumunda da bazı düşünce akımlarının doğmasına yol açmıştır. 'Hıristiyan Kabbalası', İspanya ve İtalya'da din değiştirip Hristiyanlığı kabul eden Yahudilerin etkisiyle, XV. yüz yılda doğmuş ve Kabbalacı belgelerde Hristiyan inancının gerçeklerini bulduğunu ileri sürmüştür. Böylece, bir çok Hıristiyan Hümanist düşünür, Yahudi gizemciliği ile uğraşmaya koyulmuş ve bazıları Kabbala hakkında geniş bir bilgiye ulaşabilmiştir. Bu kişiler arasında Giovanni Pico della Mirandola (1463-1494) , Egidio da Viterbo (1465-1532) , Johannes Reuchlin (1455-1522) ve Guillaume de Postel (1510-1581) en önde gelenlerdir. Reuchlin'in kaleme aldığı 'De Arte Cabbalistica' (1517) adlı yapıt, Yahudi olmayanların anlayabileceği bir dille yazılmış olan ilk Kabbala açıklama kitabıdır.
XVI. Yüz yıldaki gizlici (okült) düşünüler, XVII. ve XVIII. yüz yıllardaki doğa felsefesi, Masonluğun ideolojisini renklendiren bazı motifler ve günümüzde yeniden gündeme gelen gizlici ve teozofik kuramların tümü Kabbalaya odaklanmışlar, gerçek anlamını ve ruhunu yakalayamasalar da, ondan aktarmalar yapmışlardır.
Anglo-Sakson Irkçilarinin Slogani:
'Bizler de Yahudiyiz; Yeryüzü Bizim Olmali'!
Amerikali sosyolog Thomas Gossett, irkçiligin kökenlerini inceledigi kitabinda, Anglo-Sakson irkçilarinin kendilerini yahudilerle özdeslestirmelerini anlatirken, bir de bu düsünceye bagli olarak gelistirilen ilginç bir teoriyi anlatiyor. Ingiliz din adami John Wilson tarafindan gelistirilen teori, Anglo-Saksonlar'in¯yani Amerikali ve Ingilizler'in¯kendilerini yahudilerle özdeslestirme çabalarina, somut ve organik bir temel olusturma denemesinden ibaretti. 'Anglo-Israil' hareketini baslatan bu teoriyle, Anglo-Saksonlar, aslinda kendilerinin de 'yahudi' oldugunu ispatlamaya (!) ugrasiyorlardi:
Anglo-Israil hareketi, 1837'de Ingiltere'de basladi. John Wilson adli 'nonconformist' (bagimsiz protestan) bir rahip, Eski Ahit'te anlatilan ve Jacob'un (Hz. Yakub) , oglu Joseph'a (Hz. Yusuf) ebediyen zaferle dolu bir kader vaad ettigi hikayeyi degisik bir biçimde yorumladi: Wilson, Joseph'in zaferle müjdelenmis soyunun Ingilizler oldugunu öne sürdü. Ona göre, Ingilizler, açikça Joseph'in soyundan geliyorlardi. söyle ki; Israilogullari'nin on kabilesi, Asurlular tarafindan MÖ 8. yüzyilda Israil'den sürülmüslerdi. Daha sonra bu kabileler kaybolmus ve akibetleri tarihin derinliklerine gömülmüstü. Ama, Wilson'a göre, Israil'in 'On Kayip Kabile'si artik bulunmustu: Bu 'kayip' yahudiler, Ingiltere'nin Anglo-Saksonlari'ydi... Gerçi Ingilizler'in fiziksel özelliklerinin yahudilere uymadigi seklinde bir itiraz gelebilirdi ama Wilson ve ögrencileri buna karsi da ustaca bir açiklama getiriyorlardi: Yahudiler orjinal olarak aslinda ayni Ingilizler gibi sarisin insanlar olmaliydilar. Çünkü Kutsal Kitap, David'in (Hz. Davud) 'kizil saçli' oldugunu söylüyordu! Kisacasi, Anglo-Saksonlar da gerçek birer yahudiydiler; yani Tanri'nin seçilmis irkindandilar...
Ingiliz irkçilarinin ortaya attigi bu teori hizla benimsendi. Kisa süre sonra Ingiltere'de Anglo-Israel Association (Anglo-Israil Birligi) kuruldu. Daha sonra British-Israel Association (Britanya-Israil Birligi) adini alan örgüt, ülke içinde pek çok sempatizan topladi. Örgüt, 1890'dan 1915'e kadar yayinlanan Our Race, Its Origin and Its Destiny (Irkimiz, Kökeni ve Gelecegi) adli bir haftalik gazete çikardi. Gazetede, Ingilizce konusan halklarin da 'yahudi' olduguyla ilgili 'delil'ler sunuluyor, Eski Ahit'ten seçilmis irk düsüncesini destekleyen pasajlar aktariliyordu. Gazetenin yazarlari, M. Tevrat ayetlerine dayanarak, Ingiltere ve Amerika'nin gelecegiyle ilgili tahminler de yapiyorlardi. Anglo-Israil hareketi, 1870'lerde Amerika'ya da siçradi. 1884 yilinda, Ingiliz Anglo-Israil hareketinin misyonerlerinden olan Edward Hine adli bir rahip Amerika'ya yollandi ve büyük bir propaganda kampanyasi açti. Böylece, 'bizler de yahudiyiz' slogani Amerikan irkçilarinin da agzinda gezmeye basladi. (Anglo-Israil hareketi bugün de hem Ingiltere'de hem de Amerika'da bazi dini gruplar tarafindan sürdürülmektedir.)
Kuskusuz ne Ingilizler ne de Amerikalilar, 'seçilmis irk' degillerdi. Anglo-Israil hareketinin ve benzeri 'yahudilesme' akimlarinin asil etkisi de zaten içinde bulunduklari toplumlari 'seçilmis irk' olduklarina inandirmak olmadi. Önemli olan bu 'yahudilesme' hareketlerinin, Ingiliz ve Amerikalilar'in toplumsal bilinci üzerindeki etkisidir. Çünkü bu toplumlarda, sözkonusu 'yahudilesme' hareketlerinin sonucunda, yahudilere karsi duyulan olagandisi sempati ve 'yahudilerin Filistin'e dönme hakki'na olan inanç daha da güçlendi.
Ingiltere ve Amerika'daki bu toplumsal etki, bu iki ülkenin yahudilerin Vaadedilmis Topraklar'a dönme çabasi olan Siyonizm'i neden büyük bir istekle desteklediklerini de açiklar. Yahudileri 'seçilmis halk' olarak görme aliskanligina sahip bu iki ülkeden pek çok kisi, 20. yüzyilda Siyonizm'e büyük destek vererek 'Hiristiyan Siyonistler' sifatini kazanmistir.
Zenci Düsmanliginin Ibrani Kökenleri
Anglo-Sakson irkçiliginin yahudi ögretisinden bu denli etkilenmis olmasi, Ingiliz ve de özellikle Amerikan irkçiliginin en açik gözüktügü alan olan zenci düsmanliginin kökenini de açiklamaktadir. Çünkü, yüzyillardir siyah derili insanlara uygulanan acimasiz ve ilkel irk ayrimciliginin kökeni de yahudi kaynaklarina dayanmaktadir.
Zenci düsmanliginin kökenini arastirirken karsimiza çikan ilginç tablo, zenciler aleyhindeki ilk asagilayici ifadelerin yahudi kaynaklarinda yer aldigini gösterir. Thomas F. Gossett, M. Tevrat'ta Resul Yeremya'nin agzindan aktarilan 'Etiyopyali derisinin rengini degistirebilir mi, ya da leopar lekelerinden kurtulabilir mi? ' cümlesinin, zencileri asagilayici ilk mesaji verdigini not eder. Gossett, yahudi kültüründe irkçiligin temelini olusturan 'Nuh'un ogullari' efsanesine de dikkat çeker. Bu efsaneye göre, sözde Hz. Nuh'un ogullari arasindan biri, yani Ham, babasi tarafindan soyuyla birlikte lanetlenmistir. Kendilerinin Hz. Nuh'un diger övülen ogullarinin soyundan geldigine inanan yahudiler, Ham'in soyunun lanetli olduguna inanirlar. Ve M. Tevrat'ta Ham'in soyunun rengi hakkinda bilgi verilmedigi halde, yahudiler MÖ 6 ve 2. yüzyillar arasinda yazilan Babil Talmudu'na 'Ham'in soyundan gelenlerin zenci olduklarini' eklemislerdir.
Diger yahudi kaynaklarinda da benzer sapkin inanislar bulmak mümkündür. Örnegin Kabala'ya göre, zenci olmak, dogrudan asagi bir irktan olmak anlamina gelir. Kabala'nin temel eserlerinden olan Yaratilis Kitabi (Sefer ha Yetsira) , 'Siyah dogmus olmak Tanri'nin bir cezasidir' hükmünü içerir. Dolayisiyla, pek çok motifini yahudi kaynaklarindan almis olan Bati irkçiliginin, zenci düsmanligini da ayni kaynaktan derledigini anlamak pek zor degildir.
Zenci düsmanligindaki yahudi etkisi, en son New York Üniversitesi'ne bagli bir zenci profesör tarafindan da vurgulandi. Türkiyeli yahudilerin yayin organi salom gazetesi, profesörü 'antisemit ve saldirgan' ilan eden önyargili üslubuyla, konuyla ilgili haberi söyle veriyordu:
New York Üniversitesi Amerikan-Afrika Arastirmalari Kürsüsü Baskani zenci profesör Leonard Jeffries'in üniversitede ögrenci ve profesörlere yaptigi ve daha sonra yayimlanmasi için tüm radyo-televizyon sirketlerine gönderilen konusmasi New York'ta yahudiler arasinda büyük tepkilere neden oldu. Iki saat süren konusmasinda ABD'de var olan siyah irk düsmanligini yahudilerin baslattigini ve finanse ettigini iddia eden Jeffries, özellikle Hollywood filmlerini finanse eden mafya ile yakin isbirliginde olan Rus yahudilerinin yönettikleri filmlerde zenci düsmanligini körüklediklerini söyledi. Prof. Jeffries, bugün bile zenci düsmanligini yahudilerin devam ettirdiklerine isaret ederek, yahudilere karsi çikmanin antisemitizmle ilgili bir sey olmadigini, onurlarini kurtarmanin herseyin üstünde oldugunu ileri sürdü. Konferansa katilanlarin belirttigine göre, zenci profesör, bazi yahudileri tek tek ismen suçlayarak bu yahudilerin köle ticaretini finanse ettiklerini iddia etti.
Zenci profesör Jeffries'in söyledikleri dogruydu ama Amerika gibi 'yahudilesmis' bir toplumda böylesine keskin bir 'baskaldiris'a izin verilmedi ve Jeffries'in bu açiklamalari cevapsiz birakilmadi. 'Cevap', klasik yahudi tarzina uygundu. Haberin devaminda bildirildigine göre, profesörün görevden alinmasi için çesitli derneklerce çagri yapildi ve hakkinda sorusturma açildi. Ve bu kampanyanin ardindan Jeffries üniversiteden uzaklastirildi...
masonluk
21.07.2004 - 14:591990 yılında öldürülen MİT müsteşar yardımcısı Hiram Abas da Mason'dur.Turgut Özal'la çok yakın ilişkileri vardı.
bakınız: Bay Pipo, Soner Yalçın
kelime-i tevhid
21.07.2004 - 14:19Eğer kelimelerin anlamı üzerinde durursak…
'La İlahe'; 'La' yoktur; 'İlahe', TANRI demektir, yani tapınılacak tanrı yoktur, demektir.
Kelime-i Tevhid, 'La ilahe' ile başlıyor… Ve başlangıçta, kesin bir hüküm vurgulanıyor. 'Yoktur tapınılacak varlık! '; 'la ilahe'! ..
Akabinde, bir açıklama geliyor… 'İlla' 'sadece', 'ALLAH' vardır! ..
'İLLA ALLAH' yani 'sadece ALLAH'! ..
Birinci mana olarak, bu cümleden açığa çıkan gerçek şudur…
'Tapınılacak TANRI yoktur'… Evet, burada, kesin olarak, tapınılacak bir öte tanrı olmadığını vurguladıktan sonra, 'İLLA ALLAH' diyor…
'İLLA', yukarıda açıklamaya çalıştığımız üzere, 'ancak' manasına anlaşılabileceği gibi, buradaki kullanım şeklinde görüldüğü üzere 'SADECE' anlamında dahi kullanılır…
devrim
21.07.2004 - 11:36bir kitap: 'Türkiyede devrimci gençlik hareketleri tarihi:(1960-68) ' - Turhan Feyizoğlu
şiddeti çözüm olarak benimsemek
21.07.2004 - 11:01bakınız: terör
okan bayülgen
21.07.2004 - 10:06bazen doğru şeyler söylüyor ama bazen de abartıyor, her şeyin en iyisini bir tek ben bilirim havalarına giriyor.Bazen insanları aşağılıyor.
fidel castro
21.07.2004 - 10:00Latin Amerika usulü soft bir sosyalizm kuran kÜba lideri.....diger sosyalist liderler gibi parayı silahlara ve orduya yatırmamış, saglık hizmetlerinin gelismesine yatırmış, bunun sayesinde de latin amerika'daki en gelişmiş hastanelerin küba'da olmasını sağlamıştır. sağlık hizmetleri herkese eşit şartlarda ve ücretsiz sunulmaktadır. Ayrıca bir babalık yaparak Çernobil faciasinin kurbanlarını Küba'ya getirip adam gibi tedavi görmelerini sağlamıştır.
fidel castro
21.07.2004 - 09:54Küba' daki genelevleri kapattırıp, yerlerine çocuklar için rehabilitasyon merkezleri açtıran adam.
dehap
21.07.2004 - 09:46Altında DEHAP'ın değil, Kürt vatandaşlarımızın konuşulduğu başlık.
fidel castro
20.07.2004 - 17:39http://www.iacenter.org/images/cuba_may_day.jpg
bir mayıs
20.07.2004 - 17:351 Mayıs 1996'da 2 işçi öldü
1996'da silahlar daha miting başlamadan sabah 09.00'da patladı ve iki işçi yaşamını yitirdi. Kürsü bazı gruplar tarafından işgal edildi. Bazı sol grupların tek tip kıyafetle katıldığı mitingin bittiği duyurulurken KADIKÖY Meydanı bir anda karıştı. Bir kişi daha silahla öldürüldü, mağazaların camları, bankamatikler kırıldı. 1 Mayıs 1996'da 'varoşlardan' gelen patlamaya hazır yoksullar olduğu keşfedilirken, Hasan Albayrak, Yalçın Levent ve Dursun Adabaş 'ın öldürülmeleri değil de tahrip edilen 'laleler' günlerce tartışıldı.
fatih sultan mehmet
20.07.2004 - 17:26Kanunname-i al-i osman'a şu derkenarı da düşesiz: her kimesneye ki bundan böyle saltanat müyesser ola, nizamı alem için KARDEŞLERİNİ KATLEYLEMEK münasiptir. ekseri ulema dahi bunun böyle olmasına razı olup tasvip etmiştir.
osmanlı imparatorluğu
20.07.2004 - 17:1936 padişahtan 13'ü tahttan zorla indirilmiş ve bunların çoğu da öldürülmüştür.
Başkaldıran yakınlarını öldürme geleneği 1. Murat'la başlar.
Oğlu Savcı Bey ayaklandığı için gözleri oyularak cezalandırılmıştır.
Oğlu 1. Bayezıt ise kardeşi Yakup Bey'i öldürterek Osmanlı tarihine 'saltanat için kardeşini Öldürten ilk padişah' olarak geçer.
Tahta ortak olacakların öldürülmeleri sonraları da sürdürülür.
2. Mehmet padişah olduğunda henüz bebek olan kardeşi Ahmet'i öldürtür. Ve bu dönem yönetime gelen kişinin kardeşlerini öldürtmesi yasallaşır.
Yavuz bir taraftan babasıyla savaşırken, öte yandan kardeşleri Korkut ve Ahmet ile yeğenlerini ortadan kaldırarak iktidar olur.
3. Mehmet ise 19 kardeşini birden öldürtür... Yani iktidar için her yol mubahtır.
yecüc-mecüc
20.07.2004 - 16:46En çılgın kıyamet komplo teorisi (2)
En çılgın kıyamet komplo teorisine okuyucularım büyük ilgi gösterdi ve heyecanla ikinci yazımı beklediklerini bildirdiler. Bu arada bazı okuyucularda kendi kıyamet teorilerini gönderdiler. Kaldığım yerden devam ediyorum. Tekrar hatırlatayım, bu yazdıklarımın gerçek dünyada yaşanan ve yaşanacak olaylarla hiç bir ilgisi yoktur, tamamen bir hayal ürünüdür; adı üstünde komplo teorisi...
ABD Başkanı Arnold'a Şahinler daha doğrusu şeytanlar korosu olarak nitelenen Evangalist-Yahudi danışmanları 3. kanlı paketlerini kabul ettirirken, Amerikan kamuoyunda Antisemitik akımlar güçlenmiş ' Jewishs Go Home' slagonları Hitler'in 1932'de iktidara geldiği dönemi anımsatmaya başlamıştır. ABD'nin dünya petrolünün yüzde 80'ini kontrol eder hale gelmesi AB'ini çileden çıkartmaktadır. Venezuella'da darbe yapan CIA, bir Amerikan vatandaşını bu ülkenin başına oturtmuş, diğer petrol ülkesi Meksika ABD'den izinsiz petrol ihracatı yapmayacağını teyit etmiştir. Rusya'da dünyanın 4. büyük petrol şirketi Yukos-Sibneft'in yarı hissesini satın alan Exxon-Mobil ve Chevron ortaklığı, OPEC ülkelerinin petrol üretimini kontrol eden ABD ile birlikte petrol fiyatlarını 30 dolardan varilini 50 dolara çıkartmıştır. Bunun sonucu petrol ithal eden ülkeler iki kat fazla fatura ödemek zorunda kaldıkları için ekonomileri çökmüştür. AB, Locherbei eylemimde tazminat ödemeye ikna ettikleri Libya ve Norveç petrolü sayesinde ayakta durmaktadır.
ABD'ye direnen tek ülke Çindir. Şahinler, Çinde sosyalizmin devrilerek yerine ABD güdümlü kapitalist bir yönetimin gelmesi konusunda ABD Başkanı Arnold'a Çin'in dört parçaya bölünmesi projesini sunarlar. Buna göre, Mandarince konuşan Şankay, 1997'de devredilen Hong Kong, Uygurların yaşadığı Doğu Türkistan, Tibet ve Aşağı Moğolistan'ın Çinden kopartılması için muhaliflere destek verilecektir. Çin'in ucuz malları karşısında Yahudi sermayesi büyük zarar görmektedir. Ayrıca başta ABD ve AB ülkeleri olmak üzere Çin dünya pazarının yüzde 40'ını elinde tutmaktadır. ABD'nin Orta Asya, Afganistan ve Uzak Doğu üslerini tehdit eden Çin, bu bölgedeki ülkeleri işgale hazırlanmaktadır.
Şahinlerin diğer planı Türkiye üzerinedir. Artık büyük Kürdistan'in kurulması için zemin hazırdır. Kürtlerin yaşadığı ülkeler Türkiye dışında işgal altındadır. (Önceki tezkere geçseydi, 120 bin ABD askeri nanik diyecekti) ABD'nin Ortadoğu'da istediği gibi kullabileceği ve intihar saldırısı yapmayan tek güç Kürtlerdir; Türkler, Kabe'nin işgal altında olması nedeniyle gittikce Arap dünyası ile dahada yakınlaşmakta ve ABD'yi bölgede istememektedir. Bu plan aslında vaadedilmiş topraklarının peşinde olan Büyük İsrail delisi fanatik Yahudilerin, yani İsrail'in dileğidir. Türkiye'de Alevi-Sünni provakasyonu çıkartılacak, aynı anda Kürtler ayaklanacak, Yunanistan'a Kıbrıs'ı işgal izni verilerek TSK sıcak savaşa sokulacaktır. Bu sırada İran'daki 25 milyon Azeri Türküne Güney Azerbaycan devleti kurna izni verilecek, İran'daki 5 milyon Kürt ise Kürdistan ile birleşecektir.
Bu plan ABD için sonun başlangıcı olmuştur. 2008 ve 2009 yıllarında ince ince işlenen eylem planları ters tepmiş Çin, Türkiye ve İran'da milliyetçi akımlar güçlenerek ABD'yi esir alan Yahudileri teşhir etmeye başlamış, dünya kamuoyu ellerindeki medya gücünü kullanarak kendilerini yıllardır uyutan Yahudilere karşı tek yumruk olmaya karar vermiştir. 6 milyon Yahudinin yaşadığı ABD'de Amerikalılar, başlarına tüm felaketleri Yahudilerin açtığını savunarak Yahudileri ülkeyi terkedip İsrail'e gitmeye zorlamaktadır. Binlerce Yahudi, Filistinlilerin yıkılan evleri, toprakları üzerinde inşa edilen yerleşim yerlerine göç etmektedir. Bir kısmı ise 1964'de kovuldukları Irak, Suriye ve Kuzey Irak'ı mesken seçmiş, binlerce Yahudi Türkiye'nin GAP bölgesinde büyük topraklar satın alarak Kürtlere komşu olmuştur.
2011 yılında Çin, Afganistan üzerinden ABD'nin Uygurlara askeri yardım yaptıklarını iddia ederek Afganistan'ı işgal eder. Kabil dışında Afganistan'da hiç bir bölgeye yıllardır hakim olamamış ABD, bu beklenmeyen işgale nasıl cevap vereceğini bilemez. Dünya güvenlik sistemi ABD'nin 11 Eylül 2001 eyleminden sonra başlattığı haksız işgaller ve içibol olduğu anlaşılan BM'nin anlamsızlığı nedeniyle tamamen çökmüştür. Kim güçlü ise o haklıdır. ABD'nin tepkisizliğinden cesaret alan Çin, Kazakistan, Kırgızıstan, Özbekistan ve Türkmenistan'ı da işgal eder. Dananın kuyruğu şimdi kopmuştur.
ABD-Çin arasında 9 yıl sürecek kanlı bir savaş başlayacak, kazananın olmadığı bu savaşta binlerce kişi ölecektir. Savaş, Güney Kore, Vietnam'ı da içine alacaktır. Bu arada Hindistanla anlaşan Çin, Hindistan'ın Pakistan, Endenozya, Filipinler ve Bangladeş'i işgal etmesi için destek verecek ve ABD'nin Uzak Doğu karakolları yok edilecektir. ABD'ye İran işgaliyle yol açtığı petrol krizi nedeniyle kızgınlık duyan Japonya, perde arkasında Çin'in arkasında yer alacaktır. Rusya savaşa girmese bile Şankay anlaşması gereği Çin'e tam destek verecektir. ABD- Çin savaşı, Uzak Doğu'yu kana bulayacaktır.
Bu arada İran'da Turan-İran karışımı yeni bir devlet kurulacak ve ABD, bu topraklardan çekilecektir. Yeni hükümetle Türkiye ve Rusya arasında kurulan güvenlik paktı, Washington'u şok eder. Irak ve Suriye, 1960'larda temeli atılan Pan-Arap devletini kurarak birleşirler. ABD, Çin ile savaşı sırasında bölgedeki askerlerini çekmek zorunda kalmıştır. Pan-Arap devleti, içine Ürdün, Katar, Birleşik Arap Emirlikleri, Kuveyt ve Suudi Arabistan'ı da alarak büyür. Sadece Mısır ABD'nin sadık müttefiki olarak bu oluşumun dışında kalır. Ancak 2020 yılında İhvani Müslim haraketi, Kahirer'de darbe yaparak birliğe katılır.
İsrail'in vaadedilmiş toprak hülyası gittikçe çökmektedir. Son 10 yılda Kürtler üzerinden Türkiye'de terör estiren İsrail, TSK'nin Irak, Suriye ve İranla olan iyi diyaloğu ve bölge halkı ile yapıcı yaklaşımları karşısında bocalamış ve bu arada Türkiye-İsrail stratejik ortaklığı Yahudilerin hain planlarının ortaya çıkması ile bitmiştir. İsrail ile Türkiye'nin uzaklaşması Arap Birliği'ni Türkiye'ye yakınlaştırmıştır. Son 15 yılda Türkiye'ye akan Arap milyar dolarları ve Arapların iş ve seyahat için Türkiye'yi tercih etmesi bunda önemli rol oynamıştır. Türk ordusunun Irak ve Suriye'de halkın gönlünü kazanmasının bunda payı büyüktür. ABD, Ortadoğu'dan çekilirken geçiş döneminde hep Türk askeri Suudi Arabidtan dahil işgal altındaki müslüman ülkelerde görev almış, yılların önyargıları parçalanmıştır. Araplar, nihayet Türkleri müslüman olarak görmeye başlamıştır.
2022 yılında AB, büyük bir ekonomik krize girer. Ayrıca Almanya'da hortlayan ırkçılık akımları, AB kimliği adı altında Almanların üstünlük kurma çabaları siyasi birliği parçalamıştır. ABD'nin Truva atı İngilizler, son 20 yılda hep ABD ile haraket ederek petrol krizleri sırasında birliğe yüzünü dönmüştür. 2005'de üye olan 13 yeni üye ülkeye akıtılan paralar halkın refah seviyesini düşürmüştür. Türkiye, tam üyelik müzakerelerine 2013 yılında başlamasına rağmen hala tamamlayamamıştır. Bunun nedeni AB'nin bölgesel güç haline gelmiş bir müslüman ülkeyi, dini ve kültürel farklılığı nedeniyle kabul etmemek istemesidir. Bu yılın sonlarında AB ülkeleri biraraya gelerek birliğin dağıldığını açıklayacak, Türkiye'nin üyeliği kıyamete kalacaktır!
Öte yandan 2012 yılında ABD Başkanlığını Arnold, Çinle savaşın zaferle bitirilmesini isteyen Şahinler tarafından zorda olsa sahte bir seçimle yeniden elde etmiştir. 2016 yılında ise savaşın sona ermesini isteyen Demokrat aday başkan olsada savaşın sona ermesi 2020 yılını bulmuştur. Bu yıllarda ABD, yurtdışındaki tüm askerlerini geri çekerek büyük bir ricat yapmış, içeride ise ülkeyi terketmek zorunda kalan Yahudilerin yol açtığı ekonomik yangınları sarma ile meşgüldür. Yoksulluk seviyesinin çok altında yaşayan zenciler, heryeri talan etmekte, ülke içi terör nedeniyle hergün binlerce insan ölmektedir.
2020-2026 arasında Ortadoğu'da dayısız kalmış İsrail, son gücü ile dünyadaki tüm Yahudileri sermayeleri ile birlikte İsrail'e taşımış ve nüfusu 13 milyona çıkmıştır. İsrail'in başdüşmanı artık Amerikalılardır. Dünyanın süper gücünü 25 sene içinde haksız işgallerle savaştırmış, öldürtmüş, nihayet ekonımisini çökertmiş ve dünyada yapayalnız bırakmıştır. 2003'lerin gelişmiş ülkeleri yerlerine yeterli nüfus bulamamaları ve işci gücü kalmaması nedeniyle çökerken, son 20 yılda Batı medeniyetini her bakımdan yakalamış müslüman ülkelerin yüzünü dinamik nüfus yapıları ve aile kurumları güldürmüştür.
Ve 2027 yılında İsrailli intihar komandoları, yıkmak amacıyla Kabe'ye saldırır. İslam alemi, artık 2007'deki ABD Kabe baskınına boyun eğen müslümanlardan oluşmamaktadır. Üstelik İsrail'in dayısı ABD kendi iç meseleleri ile uğraşmaktadır, AB dağılmış, Çin ise dünyanın başına bela olmuş Yahudilere kin bilemektedir. Arap Birliği, 200 bin kişi ile dört bir koldan İsrail'e girer ve bir ay devam eden savaşta canlı kimse kalmaz. Bu tarihin bazı kutsal beyanlarda işaret edilen, Gargad ağacının arkamdaki Yahudiye öldür diye dile geleceği belirtilen hadisin Ebced hesabıyla hesaplandığı tarih olması, teorimin komplo olduğu gerçeğini değiştirmez!
Kıyamet senaryosu burada bitti. Eğer isterseniz ABD ile Çin, YECÜC ve MECÜC müydü? , Büyük Mehdi ve Hz. İsa(Mesih) bu dönemde mi gelecek? , Müslümanların 40 yıl sürecek dünya hakimiyeti ne zaman gerçekleşebilir? gibi sorularınıza yanıt olabilecek bir senaryo yazayım.
Kıyametin ne zaman kopacağını sadece Allah bilir....
(sonsaniye.net)
yecüc-mecüc
20.07.2004 - 16:41İslamcıların (zaman ve vakit yazarları...) Çinliler olarak gördüğü kavim.
yecüc-mecüc
20.07.2004 - 16:38Ye’cûc ve Me’cûc hakkında Kur’an-ı Kerim’de iki yerde bahis vardır.
Onlar: “Ya Zülkarneyn! Muhakkak Ye’cûc ve Me’cûc yeryüzünde fesad çıkarıyorlar. Bizimle onlar arasında sed yapman için sana ücret verelim mi? ” dediler.
(Kehf Suresi-94)
“Tâ Ye’cûc ve Me’cûc’un seddi açıldığında onlar her tepeden iniyorlar”.
(Enbiya Suresi 96)
yecüc-mecüc
20.07.2004 - 16:30Bush & Şaron
türban
20.07.2004 - 16:23Nasıl yani?
Başörtüsü konusunda, geçen yazımda eleştiri konusu ettiğim ve örnek olarak verdiğim yazılardan birinin yazarı (Yüksel Işık) bu hafta sonu, yine Radikal İki'de, 'Cevapsız olur mu? ' başlığıyla bir yazı yazmış. Cevapsız olur mu olmaz mı bilemem, ama 'cevap' başlığı altında yazılan her şeyin, cevap olmadığı, olamadığı kesin.
Konu, kısaca şu: AİHM, son olarak, Leyla Şahin'in başörtüsü ile üniversiteye devam edememesi üzerine yaptığı başvuruyu haksız bulmuştu. Gerekçelerden biri de, başörtüsünün, diğer insanlara dini baskı olarak algılanabileceği türünden bir saçmalıktı. Işık'da bu istikamette bir yazı yazmıştı. Ben de 'Nasıl yani? ' diye sormuştum.
Çok mu garip bir soru? Yeniden soruyorum; nasıl yani? Daha doğrusu, 'Ne alakası var? ' Burası laik bir ülke, keza Avrupa ülkeleri de öyle, insanlar dindarlık konusunda amansız bir yarışa girmiş falan değiller ki, başörtülü olan, 'gerçek dindar' olduğu iması ile diğerlerine baskı yapabiliyor olsun.
Ayrıca, ortada saptanabilir, ölçülebilir bir baskı veya dayatma yoksa, bir giyiniş veya davranış tarzının baskı olarak algılanabileceğine kim, nasıl karar verecek? Nitekim, yine bu haftaki Radikal İki'de yayımlanan, Murat Borovalı ve Ömer Turan imzalı yazıda bu husus gayet iyi bir şekilde dile getirilmiş. Benim aynı şeyleri tekrarlamama gerek yok. Yine de, saçmalığın derecesinin altını çizmek için, tekrar sormak istiyorum, dinin baskı aracı olmasının resmen yasak olduğu laik bir ülkede, dine ilişkin bir baskıdan söz edilebilirse, bu sadece toplumsal, kültürel, psikolojik bir baskı olabilir. Ama o durumda da, bunu saptamak da ölçmek de mümkün değil. İş, spekülasyona, şahsi algıya, yani keyfi karara kalır. Bu durumda, herkes her şeyin baskı olarak algılandığından veya kullanıldığından şikâyetçi olabilir. Nitekim, oluyor da, mesela, zayıflığın, diyetin kutsandığı bir kültürel ortamın şişman insanları rencide ettiği, baskı oluşturduğundan şikâyet ediliyor, ama kimse, zayıf mankenleri veya diyet yayınlarını yasaklamayı öneremiyor.
Yüksel Işık'ın bana bu konuda izahat borcu olduğu halde, konuyu dağıtıp, işi Sünni Müslümanlığın Türkiye'deki konumuna bağlaması anlaşılır gibi değil. Evet, Sünni Müslümanlık bu ülkede ayrıcalıklı bir konuma sahip, ama bunun başörtüsünün yasaklanması için bir gerekçe oluşturması mı gerekiyor? Ne alakası var? Ben Türkiye'de yaşayanlar çoğunlukla Sünni Müslüman diye başörtüsü yasaklanmamalı demiyorum ki! Ayrıca, Avrupa'da yaşayan ve yasaklarla karşılaşan Müslümanlar çoğunluk falan değil.
Diğer taraftan, bu Sünni Müslümanlık konusu da ayrı ve derin bir tartışma konusu olabilir. Bu konunun başörtüsü yasağı tartışmasıyla, (Işık'ın yaptığı gibi) karıştırılmasından korktuğum için, o tartışmaya dalmak istemiyorum. Ama konu açılmışken, bir-iki şey söylemeden geçemeyeceğim. Birincisi, bizde, demokrasi dersi belli ki, yanlış bellenmiş, sadece azınlık haklarını savunmak demokratlık sayılıyor. Sünni/Türk olmak, çoğunluk mensubu ve resmi kimlik formatı olduğu için, tabii ki, belli bir baskı potansiyeli taşıyor olabilir ve tabii ki demokratlık adabı, buna karşı duyarlı olmayı gerektiriyor. Ama bu demek değil ki, Sünni ve Türk kimlikli insanların gık demeye hakkı olmamalı.
İkinci olarak, son zamanlarda Sünni Müslümanlığın ayrıcalıklı konumu sorgulanırken, bir noktadan sonra ipler kopuyor, laik toplum, kültür ve tarihten fazlasıyla kopuk ve soyut bir kategori olarak algılanıyor. Mevcut durumu her şekilde sorgulayabiliriz, ancak, her toplumun kültürel tarihsel bir rengi, dokusu olduğu gerçeğini tamamen reddedemeyiz. Daha önce de yazdım; evet, laik devlet din karşısında tarafsızdır, ama unutmayalım bu tarafsızlığın dayandığı bir asgari sınır mutlaka vardır. Öyle olmasaydı, biz Ramazan ve Kurban bayramlarını resmi tatil olarak kabul ederken, Batılı ülkeler Noel ve Paskalya'yı resmi tatil yapmazlardı. Teoride onlar da laik, biz de laik ülkeyiz. Nasıl çıkacağız bu işin içinden? Tartışılmaya değer ve ilginç bir konu değil mi? Gelin laiklik ve demokrasi tartışmalarında sığınmaya çalıştığımız bir-iki klişeden kurtulup, işe yeniden başlayalım. Bunları tekrar, derinlemesine düşünüp tartışalım.
(Nuray Mert-Radikal)
12 eylül
20.07.2004 - 15:1320 Aralık 1978'de Kahramanmaraş olayları ve Temmuz 1980'de Çorum olayları 12 Eylül 1980 müdahalesini hazırlayan etkenlerdir.
Doğru Yol Partisi (dyp)
20.07.2004 - 14:50genel başkanı Mehmet Ağar, Haluk Kırcı'nın nikah şahididir.
bir mayıs
20.07.2004 - 14:331 Mayıs 1977'de;
Ahmet Gözükara,
Aleksandros Konteas,
Ali Sildal, Ali Yeşilgül,
Bayram Çıtak,
Bayram Eyi,
Bayram Sürücü,
Diran Nıgız,
Ercüment Gürkut,
Garabet Ayhan,
Hacer İpek Saman,
Hamdi Toka,
Hasan Yıldırım,
Hatice Altun,
Hikmet Özkürkçü,
Hüseyin Kırkın,
Jale Yeşilnil,
Kadir Balcı,
Kadriye Duman,
Kahraman Alsancak,
Kenan Çatak,
Leyla Altıparmak,
Mahmut Özbelen,
Mehmet Ali Genç,
Meral Cebren,
Mültezim Oltulu,
Murat Elmas,
Nazan Ünaldı,
Nazmi Arı,
Niyazi Darı,
Ömer Narhan,
Ramazan Sarı,
Rasim Elmas,
Sibel Açıkalın,
Ziya Baki,
katıldıkları 1 Mayıs İşçi Bayramı kutlamaları sırasında onbinlerce kişinin üzerine açılan ateş sonucunda katledildiler.
kapital
20.07.2004 - 14:15bakınız: sosyalizm, marksist felsefe, komünizm, SSCB...
barış
20.07.2004 - 14:01İnsanlık 5607 yılının ancak 296 yılını barış içinde geçirdi. Bugüne kadar yaşanan yaklaşık 15 bin 600 savaşta yaklaşık 3 milyar 750 bin kişi öldü. Bu savaşların yaklaşık 250'si 20. yüzyılda yaşandı...
kabala
20.07.2004 - 13:37Yahudi Gizemciliği ve Kabbala
Kabbala, XII. yüz yıldan başlayarak Yahudi gizemciliğini tümüyle etkisi altına almış olan ezoterik bir akımdır. Her zaman temelde sözlü bir gelenek olan Kabbala, İbranice'de sözcük anlamı olarak da 'gelenek' karşılığını taşımaktadır.
Gizemci deneyimlerin içerdiği olası kişisel tehlikelerden kaçınabilmek amacıyla, Kabbala öğretisine ve uygulamalarına inisiyasyon mutlaka bir önderin, bir yol göstericinin gözetim ve denetiminde gerçekleştirilmelidir. Her yönüyle gizemci bir öğreti olan Kabbala'nın, özünde Tanrı'nın Musa'ya aktardığı 'ilâhî vahy' olan Torah'ın (Tevrat) yazılı olmayan gizli bilgilerini içerdiği ileri sürülmüştür. Yahudiliğin temel ilkesinin Musa yasalarına uyum olmasına karşın, Kabbala'nın insana doğrudan Tanrı'ya ulaşma yollarını sağladığı varsayılmıştır. Bu bakımdan Kabbala, bir çokları tarafından tehlikeli biçimde kamutanrıcı (panteist) ya da sapkın olarak nitelendirilen gizemci yaklaşımlar içeren bir dinsel boyutu Yahudiliğe katmıştır.
Köken
Kabbala'nın kökeni İ.S. I. yüz yılda Filistin'de filizlenen 'Merkava' (ya da Merkabah) gizemciliğine kadar geri götürülebilir. Merkava gizemciliğinde temel uğraş, Eski Ahit'te peygamber Ezekiel'in düşlediği 'ilâhî taht' ya da 'araba' (merkava) hakkında derin düşüncelere dalmak ve bu sayede çoşku içinde kendinden geçmektir.
VII. ve XII. yüz yıllar arasında uygulama alanı Filistin'den Babilonya'ya kayan ve yoğun biçimde Gnostik inançların etkisi altında kalan Merkava gizemciliğinde asıl amaç, Tanrı'nın tahtını ve göksel düzeni düşleyebilmektir. Gizemci Merkava yazımında, çoşku içindeki ruhun yükselişi, düşman meleklerle dolu 'yedi küre'yi ya da 'yedi gök katını' aşmak için yapılan tehlikeli bir yolculuk olarak tanımlanmaktadır. Ruhun bu yolculuktaki amacı, merkava'nın üzerinde bulunan ilâhî tahta ulaşmaktır.
'Tzenu'im' adı verilen Merkava uygulayıcıları, özel ahlâk niteliklerine sahip olan az sayıda seçkin kişilerdi ve sürekli oruç tutarak kendilerini gizemci deneyimlere hazır tutmaları gerekliydi. Bu seçkinlerin yapacağı başarılı bir düşsel yolculuk için her şeyden çok 'mühür' olarak tanımlanan bazı büyülü sözlerin ve formüllerin kullanımı zorunluydu. Bu büyülü sözler, her bir gök katının kapısında bekçilik yapan melekleri yatıştırmak için gerekliydi. Hatalı bir 'mühür' kullanımı, önemli yaralanmalara, hattâ korkunç ölümlere yol açabilirdi.
Talmud'a göre, Merkava uygulamasına kalkışan dört kişi arasından biri ölmüş, diğeri delirmiş, öteki dinden çıkmış ve yalnızca Rabbi Akiba ben Joseph gerçek bir düşsel deneyime nail olmuştur. Merkava uygulayıcıları kimi zaman 'Doğaüstü Dünyanın Gezginleri' olarak da adlandırılırlardı. Bu gizemci akımın en eski iki yazımsal kaynağı; Rabbi Akiba'ya ait olduğu sanılan 'Küçük' ve Rabbi Ishmael ben Elisha'ya ait olduğu sanılan 'Büyük' metinlerdir. Ayrıca, 'Enoch'un Kitabı' ve Tanrı'nın oldukça abartılı antropomorfik (insan biçimli) betimlemelerini içeren 'Shi'ur Qoma' (İlâhî Boyutlar) adındaki metinler de Merkava geleneğine aittirler.
Sefer Yetzira
Kabbala geleneğinde III. ve VI. yüz yıllar arasında ortaya çıkmış olan ikinci basamak 'Sefer Yetzira' (Yaratılış Kitabı) adlı kitaptır. Sefer Yetzira, büyü ve evrenbilim (kozmoloji) konusunda bilinen en eski İbranice eser olup evrenin, İbrani alfabesinin 22 harfi ile 'Sefirot' adı verilen 10 ilâhî rakkamdan yaratıldığını anlatmaktadır. Harfler ve rakkamlar birlikte Tanrı'nın evreni yaratırken kullandığı 'gizli bilgeliğin 32 yolu'nu oluştururlar.
Sefer Yetzira'nın, hatalı olarak Hz. İbrahim'e ait olduğu da ileri sürülmüştür. Bu nedenle kimi zaman kitabın adı 'Otiyyot de Avraham Avinu' (İbrahim Babamızın Alfabesi) olarak geçer.
Yetzira, sonraki dönemlerde Yahudiliği derinden etkileyecek olan 'sefirot' kavramını ortaya atmıştır. Çoğul olan Sefirot sözcüğü İbranice'de 'sayılar' anlamına gelmektedir. Sözcüğün tekil biçimi 'Sefira' ya da 'Sephira'dır (yani şifre) .
Yetzira'ya göre Sefirot, yaratıcı Tanrı'nın kendini gösterdiği on ayrı oluşum ya da güç olarak yorumlanabilir. 'En Sof' adı verilen 'Bilinemeyen Sonsuz Tanrı'dan yansıyan on ayrı aşama bulunduğu ileri sürülmektedir. Böylece her sefira, Tanrı'nın ayrı bir yaratıcı niteliğini ifade etmektedir. Kabbala'ya göre her sefira'nın bir başka sefira ile olan bağlantısı yaratılışın ritmini oluşturmaktadır. Kabbala'da, Sefirot'un gizemci yapısı ve kesin işlevi en sık tartışılan konudur. Bu tür spekülasyonların tümüyle sapkınlık olduğu yolundaki sert eleştirilere karşın, sefira'lar Kabbalacı gizemciliğin temel ilkesini oluştururlar.
Sefira'lar sırasıyla; 'keter'elyon' (yüce taç) , 'halhma' (bilgelik) , 'bina' (zekâ) , 'hesed' (sevgi) , 'gevura' (kudret) , 'tif'eret' (güzellik) , 'netzah' (sonsuzluk) , 'hod' (görkem) , 'yesod' (temel) ve 'malkhut' (krallık) olarak sıralanırlar. Sefira'lara; adımlar, ilkeler, nitelikler, taçlar gibi başka isimler de verilmiştir.
On adet sefira'nın içindeki ilk dörtlü grup evrensel elementleri (Tanrısal Ruh, Hava, Su ve Ateş) , kalan altılı grup ise yönleri (Sağ, Sol, Ön, Arka, Yukarı, Aşağı) simgelemektedir. Sefirot ile birlikte alfabenin harfleri, insan bedeninin çeşitli kısımlarına denk gelmekte ve böylece insanı yaratılışın mikrokozmosu biçimine dönüştürmektedir.
Sefer ha-Bahir
Kabbala'nın bir diğer önemli metni, XII. yüz yılda ortaya çıkan 'Sefer ha-Bahir' (Parlaklık Kitabı) adlı eserdir. Bu kitabın, ezoterik Yahudi gizemciliği ve genel olarak Yahudilik üzerindek etkisi derin ve kalıcı olmuştur. Bahir, yalnızca Sefira'ları yaratılışın ve evrenin sürekliliğinin araçları olarak yorumlamakla kalmamış, aynı zamanda 'Gilgul' (ruh göçü) gibi kavramları da ortaya atarak yoğun bir gizemci simgecilik katkısıyla Kabbala'nın temellerini güçlendirmiştir. Bahir, aslında Eski Ahit'in geniş kapsamlı bir simgesel yorumudur ve dayandığı temel motif, İbrani alfabesindeki harflerin ses ve biçimlerinin gizemli anlamlarıdır.
Kitabın ilk olarak, XII. yüz yılın ikinci yarısında Fransa'nın Provence bölgesinde ortaya çıktığı sanılmaktadır. Oysa Kabbalacılar Bahir'in çok daha eskiden kaldığını ve ilk uygulamalarının İ.S. I. yüz yılda Rabbi Nehunya ben Haqana'ya ait olduğunu ileri sürerler. Ayrıca, kitapta yer alan bazı ifadelerin ise 'Tannaim' adı verilen III. yüz yıl Yahudi bilginlerinden aktarıldığını savunurlar. Orta Çağ'dan kalma el yazmaları üzerinde yapılan nesnel bir değerlendirme Bahir'in yazarının, Doğu'dan Avrupa'ya daha önceden gelmiş bulunan bazı gizemci kavram ve metinleri eserine eklediğini ortaya koymuştur.
İbranice ile Aramice karışımı bir dille yazılmış olan Bahir, oldukça düzensiz ve genellikle bulmacamsı yapısına karşın, yoğun bir gizemci simgeciliği Kabbala'ya ve Kabbala yoluyla da Yahudiliğe başarıyla sokmuştur. Çağdaş Yahudi araştırmacı Gershom Gerhard Scholem, bu gizemci simgeciliği Kabbala'nın Yahudi dinsel düşüncesi üzerindeki en önemli etkisi olarak değerlendirmiştir. Örneğin Bahir, evrenin yaratılması ve varlığını sürdürmesini gizemli bir biçimde simgelendiren on adet 'Tanrısal Oluşum'un bilinen en eski açıklamasını içermektedir. Kendi içinde üç adet üst ve yedi adet alt belirtiye ayrılan bu on 'söylem' (Ma'amarot) , Kabbala'daki ünlü 'Sefira'lar' olarak tanımlanmıştır.
Bahir, aynı zamanda, Kabbalacı kuramlar arasına 'Ruh Göçü' (Gilgul) kavramı ile Tanrısal yaratma gücünü simgeleyen 'Kozmik Ağaç' düşüncesini de eklemiştir. Ayrıca kötülük kavramının da, Tanrı'nın kendisinde bulunan bir temel ilke olduğu da Bahir'de belirtilir. Eserin son bölümü, 'Büyük Gizem' (Raza Rabba) adlı eski bir gizemci metinden alıntıdır. Kabbalacılar, Bahir'in içerdiklerini buyruk olarak kabul ederler; oysa Bahir bir çok Yahudi din adamı tarafından sapkın olarak nitelendirilmektedir.
Sefer ha-Temuna
İlk olarak XIII. Yüz yılda İspanya'da ortaya çıkan 'Sefer ha-Temuna' (İmge Kitabı) , yazarı bilinemeyen İbranîce bir eserdir. Temuna, İbranî alfabesinde bulunan harflere mistik anlamlar yükler ve Tevrat'ın insan gözü ile görülemeyen bazı bölümlerinin olduğunu ileri sürer.
Temuna'nın en önemli katkısı Kabbala'ya 'Kozmik Devirler' (Shemittot) kavramını eklemesidir. Buna göre, her kozmik devir, kendine denk düşen Tanrısal niteliklerle uyumlu ayrı birer Tevrat yorumu getirmektedir. Temuna'nın içeriği, Tanrı'nın niteliklerinden 'kayra', 'yargı' ve 'insaf' tarafından yönetilen ilk üç 'Shemittot' üzerinde yoğunlaşmıştır. Sonuç olarak, sözü edilen her üç devir ayrı birer Tevrat'a sahiptir ve henüz 'yargı' dönemini yaşamakta olan insanlık, Tevrat'ı bir buyruklar ve yasaklar dizisi olarak algılamaktadır. Tevrat'ın Temuna tarafından böyle göreli bir biçimde yorumlanması, XVII. yüz yılda Osmanlı toprakları üzerinde ortaya çıkan ve mesihçi bir akım olan 'Sabetaycılık' düşüncesini kuvvetle etkilemiştir. Sabetaycılığın temel kuramı, Tevrat'ın ancak görünürde oratadan kaldırılması ile gerçek amacına ulaşacağı biçimindedir. Temuna'dan kaynaklanan bu kuram, Yahudiliği kesin kuralları olan bir din olarak değil, her farklı devirde ayrı kuralları olan bir inanç olarak görmektedir.
Sefer ha-Zohar
Bazı Kabbalacılar tarafından Tevrat'a rakip olacak ölçüde kutsallık atfedilen ünlü 'Sefer ha-Zohar' (Görkemin Kitabı) da ilk olarak İspanya'da ortaya çıkmıştır. Genel olarak, yaratılışın gizemini ve Sefira'ların işlevlerini anlatan Zohar ruh, kötülük ve yaratılış gibi konularda gizemci kavramlar geliştirmektedir. Çoğunluğu Aramîce olan ve XIII. yüz yılda yazılmış olan bu kitap, ezoterik Yahudi Mistisizminin ya da Kabbala'nın klâsik metni olarak değerlendirilmektedir. Yahudi dininde, ezoterik gizemciliğin İ.S. I. yüz yıldan başlayarak işlenmesine karşın, Zohar geleneksel gizemci yaklaşımlara XIV. Yüz yıldan sonra yeni bir canlılık ve hız getirmeyi başarmıştır.
Zohar, yedi ayrı bölümden oluşmaktadır. Bu bölümlerin en geniş olanı, Eski Ahit'in ilk beş kitabı (Tevrat) ile Ruth ve Süleyman'ın Özdeyişleri bölümlerinde yer alan kutsal metinlerin 'içsel' (gizemci, simgesel) anlamlarını işlemektedir. Zohar'da, tümü Simeon ben Yohai (İ.S. II. yüz yıl) ve öğrencilerini merkez alan oldukça uzun vaazlar, kısa söylev ve öyküler yanyanadır. Zohar, yazar olarak Simeon'un adını özellikle vermekteyse de, çağdaş araştırmacılar eserin büyük bir bölümünün Moses de Leon (1250-1305) tarafından yazıldığına ikna olmuşlardır. Yine de, elde bulunan metinde bazı eski mistik yazılardan alıntıların kullanıldığı olasılığını göz ardı etmemektedirler.
Luria Kabbalası
1492 Yılında İspanya'dan sürülmelerinden sonra, Yahudilerin dünyanın sonu ve mesihin gelişine dair beklentileri giderek yoğunlaştı ve bunun sonucu olarak Kabbala'ya duyulan ilgi büyük ölçüde arttı.
İşte böyle bir manevi ortamda, XVI. yüz yılda Kabbala'nın tartışmasız merkezi durumuna, gelmiş geçmiş en büyük Kabbalacı olarak kabul edilen Isaac ben Solomon Luria'nın yaşadığı, Galile'deki Safed kenti ulaştı.
'Arslan' (ha-Ari) lâkabıyla da anılan Luria, 1534 yılında Osmanlı topraklarında bulunan Kudüs'te dünyaya geldi. Yaşamı hakkında temel kaynak, yazarı bilinmeyen 'Ari'nin Yaşamı' (Toledot ha-Ari) adlı bir biyografidir. Luria'nın ölümünden yaklaşık yirmi yıl sonra yazılan ve yayınlanan bu yapıt, Luria hakkında gerçek ve hayalî ögeleri rastgele bir araya getirmiştir.
Toledot'a göre Luria'nın babası erkenden ölmüş ve annesi küçük oğlu ile birlikte Mısır'a, varlıklı ailesinin yanına göç etmiştir. Luria, önceleri dinsel bir eğitim almış ve Yahudi hukukunu (Halakha) incelemiştir. Henüz çok genç iken, ünlü hukukçu Isaac ben Jacob Alfasi'nin 'Sefer ha-Halakhot' adlı kitabına yorumlar kaleme almıştır. Luria'nın gençliğinde ticaret ile uğraştığı da bilinmektedir.
Kısa süre sonra Luria'nın tüm ilgisi Yahudi mistisizmi üzerinde yoğunlaşmıştır. Bu dönemde herşeyden elini eteğini çekip, amcasının Nil üzerinde bir adada bulunan evinde yedi yıl kadar yalnız yaşamıştır. Erken dönem Kabbalacılarını inceledikten sonra, zamanla tüm araştırmalarını Zohar'a yönlendirmiş, döneminin en ünlü Kabbalacısı olan Cordovero'nun yapıtlarını okumuştur. Luria'nın ilk yapıtı, Zohar'ın bir bölümü olan 'Gizlilik Kitabı' (Sifra di-Tzeni'uta) hakkında yazdığı yorum olmuştur. Bu yorum, tümüyle klâsik Kabbala'nın etkisinde olup, ileride Luria Kabbalası diye anılacak olan özgün öğretisinden hiç bir iz taşımamaktadır.
1570 Yılında Luria, Cordovero'nun öğrencisi olmak için Kabbalacı akımın merkezi haline gelmiş olan Safed'e göç etmiştir. Öğrenciliği sırasında, kendisi de yeni bir sistemle Kabbala dersleri vermeye başlamış ve etrafına çok sayıda öğrenci toplamıştır. Bu öğrenciler arasında, sonradan Luria'nın öğretilerini yazıya dökecek olan Hayyim Vital en yeteneklisi olmuştur. Luria'nın Kabbala öğretisi yalnızca ezoterik bir çevreye yönelmişti, araştırma ve derslerine herkesin katılmasına izin vermiyordu. Zamanının çoğunu öğrencilerinin eğitimi için harcarken, geçinebilmek için o dönemdede Safed'de oldukça canlı olan ticaret uğraşını da sürdürmekteydi.
Luria'nın Safed'e geldiği ilk günlerde, Cordovero'nun çevresinde toplanmış bulunan Kabbalacılar, belirli ritüelleri uyguladıkları farklı bir yaşam tarzı geliştirmişlerdi. Örneğin, Şabbat (cumartesi) günlerinde kırlara çıkarak 'Sabbath Kraliçesi' adıyla kişileştirdikleri günü kutlarlardı. Luria'nın gelişiyle, bu gezintilere 'Kavvanot' (meditasyon) ve 'Yihudim' (birleştirme) gibi yeni uygulamalar eklendi. Aslında bu ritüeller, ruhların Mesih'in gelişine kadar içinde yaşamaya mahkum oldukları kirli kabuktan (Kelipot) , yani bedenlerinden, manevî olarak sıyrılmayı sağlayan bir tür günahtan arınma eylemleriydi.
Luria'nın kişiliğinin güçlü etkisi, Safed kentine yoğun manevî bir atmosfer, mesihçi bir gerilim ve bir yaratıcılık ateşi getirmişti. İçtenlikle dine bağlılık ve dünyadan el etek çekiş Kabbalacıların yaşam özellikleri haline gelmişti. Safed'de yaşayan herkes, Zohar'ın yorumundan hareketle, Mesih'in 1575 yılında Galile'de ortaya çıkacağına inanmıştı.
Safed'de yaşadığı kısa süre içinde - ölümüne kadar geçen iki yıl süresinde - Luria, Yahudi mistisizmine yeni unsurlar ekleyen, çok yönlü ve verimli bir Kabbala dizgesi kurmayı başardı. Zohar'ın ilk bölümünün bir yorumunu içeren oldukça kısa bir metnin dışında, kendi öğretisini asla kaleme almadı. Luria, 1572 yılının Ağustos ayında bir salgında yaşamını yitirdi.
Bugün Luria Kabbalası diye bilinen, Luria'nın ölümünden sonra Hayyim Vital tarafından derlenerek yazıya dökülen ve Luria'nın öğretilerini içeren oldukça kapsamlı bir kolleksiyondur. Bu yapıt, tüm Yahudi mistisizmini etkileyen yeni bir düşünce akımı oluşturmuştur. Luria Kabbalası, bir yaratılış kuramı ile buna bağlı olarak evrenin giderek yozlaştığı düşüncesini ileri sürer ve özgün uyumu yeniden oluşturmak için pratik bir yöntem önerir. Yaratılış kuramı üç temel kavrama dayanmakyadır: 'çekilme' (Tzimtzum) , 'kapların kırılması' (Shevirat ha-Kelim) , 'restorasyon, tamirat' (Tiqqun) . Sonsuz (En Sof) olan Tanrı, yaratılışa yer açabilmek için, yeni oluşan uzaya yayılan bir ışık biçiminde, kendi içine doğru çekilmiştir. Sonradan bu sonsuz Tanrısal Işık, sonlu kapların içine hapsolmuş ve gerilime dayanamayan kaplar kırılarak, evrene kötülük ve uyumsuzluk yayılmıştır. Artık dünyayı kötülükten arındırma ve hem kozmosu, hem de tarihi kurtarmak için mücadele etmek gereklidir. 'Tiqqun' aşamasında, Tanrı'nın krallığı yeniden kurulacak, ilahî parlaklık kaynağına geri dönecek, Tanrısal Işığın en yüksek formu olarak 'ilksel insanı' simgeleyen 'Adam Kadmon' yeniden doğacaktır. İnsanoğlu bu süreçte önemli bir rol oynamaktadır. Zira dualar sırasında uygulanan çeşitli 'kavannot'lar ve sözcüklerin gizli kombinasyonlarının mistik söylenişleri, ilksel uyumun yeniden kurulmasına ve 'Tanrısal İsmi' yeniden birleştirmeye yöneliktir.
Luria Kabbalası'nın etkisi büyük olmuştur. Hem XVII. yüz yılda gelişen Sabetay Sevi akımı, hem de XVIII. yüz yılda ortaya çıkan aşırı sofu ve gizemci Hasidizm akımı üzerinde önemli bir rol oynamıştır.
Sabetay Sevi
(Sabetay Sevi'nin yaşamı ve Sabetaycılık akımı hakkında daha ayrıntılı bilgi için Sabetay Sevi adresine bakınız.)
1626 Yılında İzmir'de dünyaya gelen Sabetay Sevi, genç yaşlardan başlayarak kendini Yahudi mistisizmine, Kabbala'ya kaptırmıştı. Bilincini yitirdiği, coşkulu dönemler yaşıyordu. Güçlü kişiliği ile çevresine bir çok mürit toplamayı başarmıştı. Henüz yirmi iki yaşında iken, Kabbalacı yorumlara dayanarak, kendisinin beklenen mesih olduğunu ilân etti.
Gelişmelerden huzursuz olan hahambaşılık, Sevi'yi İzmir'i terk etmeye zorladı. Sevi önce eski bir Kabbala merkezi olan Selânik'e, sonra Istanbul'a gitti. Başkent'te, saygıdeğer ve ünlü bir vaiz olan Abraham ha-Yakini ile karşılaştı. Yakini'nin elinde Sevi'nin mesih olduğunu doğrulayan Kabbalacı bir kehanet belgesi vardı. Kısa süre sonra Istanbul'dan da ayrılan Sevi, önce Kudüs'e ve sonra Mısır'a gitti. Kahire'de Osmanlı valisinin hazinedarı olan güçlü ve varlıklı Raphael Halebi'yi kendi davasına inandırdı.
Malî destek sağlamış olarak, yandaşlarından oluşan bir maiyet ile Kudüs'e muzaffer bir biçimde geri döndü. Burada, Gaza'lı Nathan adında yirmi yaşlarında bir öğrenci, Yahudi geleneklerinde yer alan 'Mesih'in Müjdecisi' rolünü üstlendi. Nathan, coşku içinde, İsrail devletinin yeniden kuruluşunun çok yakında gerçekleşeceğini ve Sevi'nin zaferi ile dünyanın kurtulacağını herkese duyurdu. Nathan, Kabbala hesaplarına dayanarak, kıyamet günü için 1666 yılını bildirdi. Ancak, Kudüs hahamları tarafından tehdit edilen Sevi, 1665 yılında sevinçle karşılandığı İzmir'e geri döndü. Bir kaç yıllık süre içinde, Sabetaycılık akımı hızla güçlenerek Venedik, Amsterdam, Hamburg, Londra ve bazı Kuzey Afrika kentlerine kadar yayıldı.
1666 Yılı başlarında, Istanbul'a giden Sevi, Osmanlı yetkilileri tarafından tutuklandı. 16 Eylül günü Edirne'de Padişah'ın huzuruna çıkarıldı. Önceden ölümle tehdit edildiği için, Sevi din değiştirerek Müslüman olmayı kabul etti. Padişah, Sevi'nin adını Mehmet Efendi olarak değiştirdi ve yüksek bir maaşla kapıcıbaşı görevini verdi. Ancak, bu din değiştirme olayı, müritlerinin çoğunu hayal kırıklığına sürükledi. Zamanla itibarını yitiren Sevi, sürgün olarak gönderildiği Arnavutluk'ta 1676 yılında öldü.
Sevi'yi din değiştirmesine karşın terk etmeyerek etrafında toplananlardan oluşan Sabetaycılık adı verilen akım, Sevi'nin dinsel yetkileri hakkındaki aşırı iddiaları ile sonradan din değiştirerek Yahudi inancına ihanet etmesi çelişkisini giderme çabası içindedirler. Sadık Sabetaycılar, Kabbalacı bir yaklaşımla, Sevi'nin din değiştirmesini mesihliğinin gerçekleşmesi için atılması gereken son adım olarak yorumlarlar. Bu nedenle, önderlerini izleyerek Müslümanlığa geçmişlerdir. Bu dönmeler (din değiştirenler) için, kişinin kendini kalpten Yahudi hissetmesi önemlidir ve görünürde uygulanan Müslümanlığın ve biçimsel eylemlerin değeri yoktur. Zohar'ın Luriacı yorumundan yola çıkarak, bir çeşit 'Kutsal Günah' kuramına ulaşan Sabetaycılar, Torah'ın amaçlarının tam olarak gerçekleşmesinin ancak, manevî olmayan eylemler sonucunda Torah'ın görünüşte ortadan kaldırılması ile olanaklı olacağını ileri sürerler.
Hasidism
Eğer engellenmemiş olsaydı, Sabetaycılığın Yahudi dininin sonunu getireceğini ileri süren din tarihçileri bulunmaktadır. Sabetay Sevi'ye odaklanan mesihçi beklentilerin yaratığı düş kırıklıklarına karşın bu akım, yalnızca bazı ileri görüşlü din adamlarının teozofik amaçlarını yanıtlamakla kalmayıp, Talmudistlerin kuru yorumlarıyla yetinmeyen ve yönetici sınıfların sosyo-ekonomik baskısından bunalan Yahudi kitlelerinin gereksinimlerini de karşılamıştır. Benzeri bir durum Litvanya, Belorusya ve Ukrayna topraklarını da içeren Lehistan Krallığı için de geçerli olmuştur. XVIII. Yüz yılda ortaya çıkan ve Luria Kabbalasını kendi düşünsel kuramlarının temeli olarak alan Hasidizm akımı Lehistan'da etkin olmuştur.
Hasidizm, olası en düşük düzeyde bir örgütlenme ile yoğun biçimde propaganda ve vaaz yöntemlerini kullanan, bilgili üyelerden oluşan küçük gruplara dayanan bir kitle akımıdır. Söylentilere göre, Hasidizm akımının kurucusu 'İyi Adın Üstadı' (Ba'al Shem Tov - Tanrı'nın dile getirilemez adını bilen kişi) lâkabıyla tanınan Israel ben Eliezer'dir. Eliezer 1700 dolaylarında dünyaya gelmiş ve 1760 yılında Güney Polonya'da ölmüştür. Kendi döneminin ortodoks Yahudiliği hakkında iyi bir eğitime sahip olmamasına karşın, olağanüstü manevî nitelikleri olan ve yalnızca sıradan insanları değil, entellektüel kesimi de yandaşları arasına alabilen etkileyici bir kişiliğe sahipti. Hakkındaki efsanelerin yoğunluğu, büyük olasılıkla hiç bir zaman sistemli biçime dönüştüremediği kişisel öğretisi üzerine ayrıntılı bilgi edinmeyi engellemiştir. Doğu Avrupa Yahudiliğinde XVIII. yüz yılda etkinlikleri giderek yoğunlaşan gezgin vaizlerin yöntemlerinden esinlenen Eliezer, öğretisini yaymak için, gündelik yaşamdan ve folklordan aktardığı öyküleri kullanarak kutsal metinleri yorumlama yöntemini benimsemişti. Bu yöntem Hasidizmin değişmez niteliklerinden biri olacaktır. Ancak, akımın tüm otantik kuramlarının ve öğretilerinin, bu tür öykü ve fıkralara yansıdığını düşünmek abartılı bir yaklaşım olur. Temel öğreti çalışmaları, Hasidik hahamlarca Torah üzerine verilen haftalık vaazlarda ve ritüellerde ifadesini bulur. Neredeyse her haham, kendine özgü ekleme ve yorumlarla Hasidik öğretiyi etkilemiştir. Bu nedenle, akımın ilk üç nesli kapsayan döneminde, Hasidizm öğretisi büyük ölçüde çeşitlenmiş ve farklılaşmıştır. Yine de, Hasidizm akımının ortak temel çizgilerini belirlemek olanaklıdır.
Kuramsal olarak, Hasidizmin kökleri Luria Kabbalasından çıkmaktadır. Ancak, Hasidizme özgü olan kavram 'Tanrı ile birlikte olmak' (Devequt) kavramıdır. Devequt, tüm Yahudiler için bir amaç ve değişmez bir görevdir ve her koşul altında insan varlığının tümüyle manevî değerlere dayanmasını gerektirmektedir. Bu gereklilik, Kabbala'nın düşünsel kavramlarının yeniden değerlendirilmesini zorunlu kılar. Tüm ağırlık, inanan kişinin iç yaşamına verilmelidir. Kozmik dramın sahnesi artık Sefira'lar evreni değil, insanın iç yaşantısıdır. Buna ek olarak Hasidizm, Luriacı 'restorasyon' (Tiqqun) öğretisinin bir parçası olan diğer bir gerekliliği de toplumsal bir gerçeklik biçimine dönüştürür: grubun dinsel yaşamı ve örgütlenmesinin merkezine, tartışılmaz bir yetkeyi, doğaüstü güçleri olan bir önderi, 'Tzaddik'i yerleştirir. Böylece Hasidizm, başarılı olduğu her yörede, tartışmasız bir manevî yenilenme yaratmıştır. Oysa madalyonun diğer yüzü, giderek kişisel kültler biçimine dönüşen hahamlar arası çekişmelerin varlığını, Hasidik toplulukların kendilerini çevreleyen toplumdan soyutlandığını, bunun yarattığı kötü sosyo-ekonomik koşulları ve kendilerini soyutlayan Yahudilere karşı oluşan düşmanlığı ortaya koymaktadır.
İlk günlerinden başlayarak Hasidizm, Sabetaycılığın etkisiyle aşırı hassaslaşan resmî Talmudçu Yahudi yetkililerinden büyük direnç görmüştür. Hasidizm yandaşlarının ritüelik kurallara sıkı sıkıya bağlı davranışları, 'Rakipler' (Mitnaggedim) tarafından kabul edilemeyecek bazı özellikler göstermekteydi: Tzaddik'e koşulsuz boyun eğmeleri, sinagoglara devamsızlık yaparak kendi aralarında toplanmaları, dinsel törenlerin değiştirilmesi, gündelik giysilerle dua edilmesi, Talmud'un incelenmesi yerine gizemci meditasyonun yeğ tutulması bu özelliklerin önde gelenleriydi. Yine de, Hasidizm ile Talmudizm arasındaki bu çekişme bir bölünmeyle sonuçlanmadı. Üç nesil boyunca süren çekişme yerini, açıkça dile getirilmemiş, kendiliğinden bir uzlaşmaya bıraktı. Ancak, iki taraf da aralarındaki farklılıkların silinmemiş olduğunun bilincindeydiler. Varılan bu uzlaşma, genel olarak Hasidizmin yararına olmasına karşın, Hasidizmin eğitim konusunda bazı tavizler vermesine yol açtı.
Hasidik grupların iç örgütlenmeleri, II. Dünya Savaşının Doğu Avrupa Yahudiliği üzerindeki yıkıcı etkilerine karşın, ayakta kalabilmelerini sağladı. Savaş sonrasında, tüm önemli Hasidizm merkezleri Amerika'ya taşınmak zorunda kaldı. Hasidizm, hem ekonomik nedenler ile, hem de Sionizm'e ve İsrail Devletine karşı neredeyse düşmanlığa varan tutumundan dolayı, Filistin yerine Amerika'yı tercih etti. Bu gün, Amerika'da Hasidizme bağlı en ünlü ve en etken grup, merkezi New York'ta bulunan ve Rusya'daki tanınmış Lyubavichi Hasidizm okulundan adını alan Lubavitcher'lerdir.
Sonuç
Çağdaş Yahudiliğin manevî yaşamı ve düşünceleri üzerinde Kabbala'nın oynadığı rol, eskiye oranla bir hayli azalmış olmasına karşın, hiç de azımsanacak bir düzeyde değildir. Bugün, gerçek anlamıyla yaşayan bir Kabbalacı akımdan söz etmek olanaklı değildir. Yine de, Abraham Isaac Kook (1865-1935) gibi yazarların kişisel çabaları hâlâ etkili olmaktadır. Ayrıca, iki Dünya Savaşı arası dönemde 'Batılılaşmış' Yahudiler üzerinde güçlü bir etki yaratan Martin Buber'i (1878-1965) ve dinsel düşüncenin reformu konusunda Hasidizm propagandası içeren çalışmalarını belirtmek gereklidir. Polonyalı bir Yahudi olan Abraham Joshua Heschel (1907-1972) de önemli etkinliğe sahip kişilerdendir.
Yahudi gizemciliği, Yahudiler dışındaki ulusların düşünsel yaşamları üzerinde de etkin olmuştur. Özgün amaçlarından saptırılan Kabbala, Yahudiliğin sınırlarını aşmış, Rönesans döneminden başlayarak Hıristiyan toplumunda da bazı düşünce akımlarının doğmasına yol açmıştır. 'Hıristiyan Kabbalası', İspanya ve İtalya'da din değiştirip Hristiyanlığı kabul eden Yahudilerin etkisiyle, XV. yüz yılda doğmuş ve Kabbalacı belgelerde Hristiyan inancının gerçeklerini bulduğunu ileri sürmüştür. Böylece, bir çok Hıristiyan Hümanist düşünür, Yahudi gizemciliği ile uğraşmaya koyulmuş ve bazıları Kabbala hakkında geniş bir bilgiye ulaşabilmiştir. Bu kişiler arasında Giovanni Pico della Mirandola (1463-1494) , Egidio da Viterbo (1465-1532) , Johannes Reuchlin (1455-1522) ve Guillaume de Postel (1510-1581) en önde gelenlerdir. Reuchlin'in kaleme aldığı 'De Arte Cabbalistica' (1517) adlı yapıt, Yahudi olmayanların anlayabileceği bir dille yazılmış olan ilk Kabbala açıklama kitabıdır.
XVI. Yüz yıldaki gizlici (okült) düşünüler, XVII. ve XVIII. yüz yıllardaki doğa felsefesi, Masonluğun ideolojisini renklendiren bazı motifler ve günümüzde yeniden gündeme gelen gizlici ve teozofik kuramların tümü Kabbalaya odaklanmışlar, gerçek anlamını ve ruhunu yakalayamasalar da, ondan aktarmalar yapmışlardır.
anglosakson
20.07.2004 - 13:33Anglo-Sakson Irkçilarinin Slogani:
'Bizler de Yahudiyiz; Yeryüzü Bizim Olmali'!
Amerikali sosyolog Thomas Gossett, irkçiligin kökenlerini inceledigi kitabinda, Anglo-Sakson irkçilarinin kendilerini yahudilerle özdeslestirmelerini anlatirken, bir de bu düsünceye bagli olarak gelistirilen ilginç bir teoriyi anlatiyor. Ingiliz din adami John Wilson tarafindan gelistirilen teori, Anglo-Saksonlar'in¯yani Amerikali ve Ingilizler'in¯kendilerini yahudilerle özdeslestirme çabalarina, somut ve organik bir temel olusturma denemesinden ibaretti. 'Anglo-Israil' hareketini baslatan bu teoriyle, Anglo-Saksonlar, aslinda kendilerinin de 'yahudi' oldugunu ispatlamaya (!) ugrasiyorlardi:
Anglo-Israil hareketi, 1837'de Ingiltere'de basladi. John Wilson adli 'nonconformist' (bagimsiz protestan) bir rahip, Eski Ahit'te anlatilan ve Jacob'un (Hz. Yakub) , oglu Joseph'a (Hz. Yusuf) ebediyen zaferle dolu bir kader vaad ettigi hikayeyi degisik bir biçimde yorumladi: Wilson, Joseph'in zaferle müjdelenmis soyunun Ingilizler oldugunu öne sürdü. Ona göre, Ingilizler, açikça Joseph'in soyundan geliyorlardi. söyle ki; Israilogullari'nin on kabilesi, Asurlular tarafindan MÖ 8. yüzyilda Israil'den sürülmüslerdi. Daha sonra bu kabileler kaybolmus ve akibetleri tarihin derinliklerine gömülmüstü. Ama, Wilson'a göre, Israil'in 'On Kayip Kabile'si artik bulunmustu: Bu 'kayip' yahudiler, Ingiltere'nin Anglo-Saksonlari'ydi... Gerçi Ingilizler'in fiziksel özelliklerinin yahudilere uymadigi seklinde bir itiraz gelebilirdi ama Wilson ve ögrencileri buna karsi da ustaca bir açiklama getiriyorlardi: Yahudiler orjinal olarak aslinda ayni Ingilizler gibi sarisin insanlar olmaliydilar. Çünkü Kutsal Kitap, David'in (Hz. Davud) 'kizil saçli' oldugunu söylüyordu! Kisacasi, Anglo-Saksonlar da gerçek birer yahudiydiler; yani Tanri'nin seçilmis irkindandilar...
Ingiliz irkçilarinin ortaya attigi bu teori hizla benimsendi. Kisa süre sonra Ingiltere'de Anglo-Israel Association (Anglo-Israil Birligi) kuruldu. Daha sonra British-Israel Association (Britanya-Israil Birligi) adini alan örgüt, ülke içinde pek çok sempatizan topladi. Örgüt, 1890'dan 1915'e kadar yayinlanan Our Race, Its Origin and Its Destiny (Irkimiz, Kökeni ve Gelecegi) adli bir haftalik gazete çikardi. Gazetede, Ingilizce konusan halklarin da 'yahudi' olduguyla ilgili 'delil'ler sunuluyor, Eski Ahit'ten seçilmis irk düsüncesini destekleyen pasajlar aktariliyordu. Gazetenin yazarlari, M. Tevrat ayetlerine dayanarak, Ingiltere ve Amerika'nin gelecegiyle ilgili tahminler de yapiyorlardi. Anglo-Israil hareketi, 1870'lerde Amerika'ya da siçradi. 1884 yilinda, Ingiliz Anglo-Israil hareketinin misyonerlerinden olan Edward Hine adli bir rahip Amerika'ya yollandi ve büyük bir propaganda kampanyasi açti. Böylece, 'bizler de yahudiyiz' slogani Amerikan irkçilarinin da agzinda gezmeye basladi. (Anglo-Israil hareketi bugün de hem Ingiltere'de hem de Amerika'da bazi dini gruplar tarafindan sürdürülmektedir.)
Kuskusuz ne Ingilizler ne de Amerikalilar, 'seçilmis irk' degillerdi. Anglo-Israil hareketinin ve benzeri 'yahudilesme' akimlarinin asil etkisi de zaten içinde bulunduklari toplumlari 'seçilmis irk' olduklarina inandirmak olmadi. Önemli olan bu 'yahudilesme' hareketlerinin, Ingiliz ve Amerikalilar'in toplumsal bilinci üzerindeki etkisidir. Çünkü bu toplumlarda, sözkonusu 'yahudilesme' hareketlerinin sonucunda, yahudilere karsi duyulan olagandisi sempati ve 'yahudilerin Filistin'e dönme hakki'na olan inanç daha da güçlendi.
Ingiltere ve Amerika'daki bu toplumsal etki, bu iki ülkenin yahudilerin Vaadedilmis Topraklar'a dönme çabasi olan Siyonizm'i neden büyük bir istekle desteklediklerini de açiklar. Yahudileri 'seçilmis halk' olarak görme aliskanligina sahip bu iki ülkeden pek çok kisi, 20. yüzyilda Siyonizm'e büyük destek vererek 'Hiristiyan Siyonistler' sifatini kazanmistir.
Zenci Düsmanliginin Ibrani Kökenleri
Anglo-Sakson irkçiliginin yahudi ögretisinden bu denli etkilenmis olmasi, Ingiliz ve de özellikle Amerikan irkçiliginin en açik gözüktügü alan olan zenci düsmanliginin kökenini de açiklamaktadir. Çünkü, yüzyillardir siyah derili insanlara uygulanan acimasiz ve ilkel irk ayrimciliginin kökeni de yahudi kaynaklarina dayanmaktadir.
Zenci düsmanliginin kökenini arastirirken karsimiza çikan ilginç tablo, zenciler aleyhindeki ilk asagilayici ifadelerin yahudi kaynaklarinda yer aldigini gösterir. Thomas F. Gossett, M. Tevrat'ta Resul Yeremya'nin agzindan aktarilan 'Etiyopyali derisinin rengini degistirebilir mi, ya da leopar lekelerinden kurtulabilir mi? ' cümlesinin, zencileri asagilayici ilk mesaji verdigini not eder. Gossett, yahudi kültüründe irkçiligin temelini olusturan 'Nuh'un ogullari' efsanesine de dikkat çeker. Bu efsaneye göre, sözde Hz. Nuh'un ogullari arasindan biri, yani Ham, babasi tarafindan soyuyla birlikte lanetlenmistir. Kendilerinin Hz. Nuh'un diger övülen ogullarinin soyundan geldigine inanan yahudiler, Ham'in soyunun lanetli olduguna inanirlar. Ve M. Tevrat'ta Ham'in soyunun rengi hakkinda bilgi verilmedigi halde, yahudiler MÖ 6 ve 2. yüzyillar arasinda yazilan Babil Talmudu'na 'Ham'in soyundan gelenlerin zenci olduklarini' eklemislerdir.
Diger yahudi kaynaklarinda da benzer sapkin inanislar bulmak mümkündür. Örnegin Kabala'ya göre, zenci olmak, dogrudan asagi bir irktan olmak anlamina gelir. Kabala'nin temel eserlerinden olan Yaratilis Kitabi (Sefer ha Yetsira) , 'Siyah dogmus olmak Tanri'nin bir cezasidir' hükmünü içerir. Dolayisiyla, pek çok motifini yahudi kaynaklarindan almis olan Bati irkçiliginin, zenci düsmanligini da ayni kaynaktan derledigini anlamak pek zor degildir.
Zenci düsmanligindaki yahudi etkisi, en son New York Üniversitesi'ne bagli bir zenci profesör tarafindan da vurgulandi. Türkiyeli yahudilerin yayin organi salom gazetesi, profesörü 'antisemit ve saldirgan' ilan eden önyargili üslubuyla, konuyla ilgili haberi söyle veriyordu:
New York Üniversitesi Amerikan-Afrika Arastirmalari Kürsüsü Baskani zenci profesör Leonard Jeffries'in üniversitede ögrenci ve profesörlere yaptigi ve daha sonra yayimlanmasi için tüm radyo-televizyon sirketlerine gönderilen konusmasi New York'ta yahudiler arasinda büyük tepkilere neden oldu. Iki saat süren konusmasinda ABD'de var olan siyah irk düsmanligini yahudilerin baslattigini ve finanse ettigini iddia eden Jeffries, özellikle Hollywood filmlerini finanse eden mafya ile yakin isbirliginde olan Rus yahudilerinin yönettikleri filmlerde zenci düsmanligini körüklediklerini söyledi. Prof. Jeffries, bugün bile zenci düsmanligini yahudilerin devam ettirdiklerine isaret ederek, yahudilere karsi çikmanin antisemitizmle ilgili bir sey olmadigini, onurlarini kurtarmanin herseyin üstünde oldugunu ileri sürdü. Konferansa katilanlarin belirttigine göre, zenci profesör, bazi yahudileri tek tek ismen suçlayarak bu yahudilerin köle ticaretini finanse ettiklerini iddia etti.
Zenci profesör Jeffries'in söyledikleri dogruydu ama Amerika gibi 'yahudilesmis' bir toplumda böylesine keskin bir 'baskaldiris'a izin verilmedi ve Jeffries'in bu açiklamalari cevapsiz birakilmadi. 'Cevap', klasik yahudi tarzina uygundu. Haberin devaminda bildirildigine göre, profesörün görevden alinmasi için çesitli derneklerce çagri yapildi ve hakkinda sorusturma açildi. Ve bu kampanyanin ardindan Jeffries üniversiteden uzaklastirildi...
Toplam 1733 mesaj bulundu