Ciddi bir sıkıntımız var... Üstelik bu sıkıntıyı dile getireceğimiz tarih, İstanbul gazetecilerinin Sultan Hamid sansürünü reddettikleri günün yıldönümüne denk düştü. Ama ne yapalım... İfade etmeye mecburuz:
Sayın Başbakan basından rahatsız.
Dün yayınladığı mesajdan da anlaşılıyor ki ona göre ‘Basın, kamuoyunu doğru ve tarafsız haberlerle’ aydınlatmıyor, ‘toplumsal değerlere, kişisel hak ve özgürlüklere saygılı, meslek ilke ve ahlakına uygun’ yayın yapmıyor.
‘Başbakan bu şikáyetlerinde çok haksız’ diyecek değiliz. Zaman oluyor, kendi meslektaşlarımızdan biz de şikáyet ediyoruz. Nitekim Basın Meslek İlkeleri’nde ‘Gazetecilikte temel işlevin, gerçekleri bulup bozmadan, abartmadan kamuoyuna yansıtmak’ olduğu o nedenle ifade ediliyor. Basın Konseyi de bunlara uymayanları o nedenle uyarıyor yahut kınıyor.
Keza Sayın Erdoğan, basından şikáyet eden ne ilk başbakandır, ne de sonuncusu olacaktır. Daha açık ifadeyle, dünyada basından şikáyet etmeyen politikacı bulmak nerdeyse imkánsızdır.
Kaldı ki bizim tavsiyemiz, basından (medyadan) şikáyet etmeyen bir başbakan bulursanız, o ülkede bir saniye bile yaşamayınız. Çünkü orada demokrasi değil, dikta var demektir.
Ne var ki basından şikáyetin de bir yolu, yordamı, özellikle bir Başbakan’ın konumuna, kimliğine yakışan bir üslubu olmak gerekir.
Tayyip Erdoğan bu açıdan Türkiye için gerçek bir talihsizliktir.
Sayın Erdoğan sinirlerini kontrol edemediği zaman, basın mensuplarına hálá Büyükşehir Belediye Başkanı olduğu dönemin kabadayılık kokan üslubuyla hitap ediyor. Onları azarlıyor. Onlara ‘hadlerini’ öğretmeye kalkıyor. ‘Öyle soru sorulmaz’ diyor. ‘Onu soracağınıza önce (tren kazası nedeniyle) acıları paylaşın’ diyor.
Sayın Başbakan, Fransa Cumhurbaşkanı Jaques Chirac’la yaptığı görüşmenin perde arkası hakkında bilgi verip veremeyeceğini soran gazeteci Mehmet Ali Birand’a ‘Siz hareminizde olanları anlatmaya başladığınız zaman, biz de bir şeyler anlatabiliriz, düşünürüz’ (23.7.2004 Milliyet) diyor.
Kızdığı bir başka meslektaşımızın yazısından söz ederken, ‘Bakın, bugün Yalçın (Doğan) Efendi yazmış’ diye söze başlayıp, ‘Bunlar nasıl gazeteci olmuş, nasıl köşe yazarı olmuş? ’ (23.7.2004 Milliyet) diye konuşuyor.
Kızıyor ‘bir kısım medyanın siyasetçiye çamur atmak için maksatlı yayın yaptığını’ iddia ediyor (20.7.2004 Cumhuriyet) . Sorduğu soruyu beğenmediği gazeteciye, ‘Mensubu olduğunuz gazete (Milletvekilleri için TBMM kanalıyla ev yaptırılacağı konusunda) sürekli sürmanşet atıyor. Tutarsa diye... Ne kadar kötü bir şey. Dürüst olmaya mecbursunuz’ diyerek çıkışıyor.
Bakın... Son yılbaşı akşamı Karabük’te yine beğenmediği bir soru yönelten meslektaşımıza alenen hakaret edişini ve ötekileri saymadık...
Oysa demokrasilerde gazetecinin -saçmalasa bile- soruları sınırlandırılamaz. Onun sorma, ötekinin yanıt vermeme hakkı kutsaldır.
Peki ama bunları Başbakan’a söylemek, bizim işimiz mi, maaş verdiği danışmanlarının işi mi?
(Oktay Ekşi)
Başbakana soru soran yandı!
Başbakan fevkalade sinirli. Gazeteciler işine gelmeyen sorular sorunca, ya da hoşuna gitmeyecek şeyler yazınca tepesi atıyor! İstiyor ki kendisine hep çanak sorular sorulsun, yağlansın ballansın, övgüler düzülsün... Buna alıştı, hem de fena alıştı.
İşine gelmeyen sorular sorulunca, soran gazetecinin nerede çalıştığını soruyor. Önce onu öğreniyor...
Sonra bazı medya kuruluşlarının yöneticilerine, hatta patronlarına doğrudan haber gönderiliyor.
Muhabir arkadaş şikáyet ediliyor.
Yazdıklarıma inanmayabilirsiniz. Tanıdığınız gazetecilere sorun. Muhabir arkadaşlarımız bu açıdan büyük baskı altında. Özgürce soru soramıyorlar. O kadar ki, yöneticilerine giden şikáyetler nedeniyle bazen kulaklarının çekildiği bile oluyor.
Bu ortamda, böylesine baskı altında siz özgürce soru sorabilir misiniz?
Beyefendi medyayı istediği biçimde kullanmaya alışmış, hoşlanmadığı soru gelince sinirleniyor, azarlıyor, ağzını bozuyor.
***
Bizim Yalçın Doğan’a bir yazısı nedeniyle kızmış... ‘Yalçın Efendi’ diye söz ediyor. Oldu mu, yakıştı mı?
Önceki gün tren kazası sonrasında bir gazeteci arkadaşımız kendisine ‘Ulaştırma Bakanı istifa edecek mi’ diye sorduğunda ise ‘Bu soru sorulmaz... Haddinizi bilerek soru sorun’ diyebiliyor.
Beyefendi’nin istediği soruları sorarsan iyi! Sormazsan haddini aşıyorsun! Vay vay vay!
Beyefendi’nin sinir sistemi yıpranmış. Ağzından çıkanı kulağı duymuyor. Çocuklarının, işadamı Remzi Gür’ün parasıyla ABD’de okutulmasını soran gazeteciye, patronunu kastederek ‘Siz önce ABD’deki işlerinizi halledin’ diyor.
Bir başka soruya ‘Gidin nasibinizi başka yerde arayın’ diye yanıt veriyor.
Safranbolu’da soru soran gazeteci arkadaşımızı ‘sarhoş’ olmakla suçluyor! .. ‘Ağzın leş gibi kokuyor. Edepsizce soru sorma’ diye azarlıyor.
Bu olayları saymakla bitmez. Ama kabahat onda değil. Kabahat, bugüne kadar kendisine boyun eğen, ağzından çıkanları emir kabul eden, gerektiğinde ‘Başbakan’a ters soru sormayın’ diye muhabirlerini azarlayıp onları korkutan, sindiren bazı medya yöneticilerinde.
***
Sevgili okuyucularım, dediklerimiz tek tek çıkıyor. Tren cinayetinin suçlusu bulundu!
Tren makinistleri! Tutuklandılar!
Ortalıkta şov yapmak uğruna yetersiz altyapıda hızlı tren başlatanlar, bilim adamlarının medyada açık, net biçimde yer alan uyarılarını kulak arkası ederek bu cinayete neden olanlar suçsuz!
Kazanın daha ilk saatinde ekranda yapılan açıklamalardan belli olmuştu. Kendileri sıyırtacak, suçu makinistlerin üzerine atacaklardı. Aynen öyle oluyor.
Dünyanın hiçbir ülkesinde bir Ulaştırma Bakanı böyle bir rezalet sonrasında ‘Ben zoru bırakıp kaçmam’ diyemez.
Ulaştırma Bakanı ve TCDD Genel Müdürü İstanbul Büyükşehir Belediyesi ekibinden. Başbakan’ın adamları.
‘Allah’ın takdiri’ diyenler! Sorumluluğu Allah’a ve makinistlere fatura etmeye kalkışanlar...
Afişlere ‘inekler hızlı trene karşı çıkıyor’ diye karikatür çizdirip istasyonlara astıranlar...
Kafalarına trenci şapkası giyip kameraların önünde atraksiyon yapanlar...
Onlar suçsuz! Bunca canın vebali omuzlarında değil!
***
Türk milleti bu olayı unutmasın... Çünkü en geç iki gün sonra hadise gündemden düşecek ve işin gerçek sorumluları istifa etmediği gibi, hesap da vermeyecek.
CHP ve DYP şimdi ortaklaşa hareket edip TBMM’yi olağanüstü toplantıya çağırmalı... Çünkü bu ‘normal’ bir tren kazası değil. Siyasi rant ve gösteri uğruna yaratılmış bir cinayet.
Bu hadise enine boyuna tartışılmalı, sorumlulardan hesap sorulmalı.
AKP bu çağrıları reddettiği, kaçtığı takdirde kendi düşünsün. Sonunu kendi hazırlamış olur.
(Emin Çölaşan)
Son filmi 'Fahrenheit 9/11' ikiz kulelerin yıkılmasından sonra gelişen çifte standartlı ABD iç/dış politika yaklaşımını, Bush'u ve jandarma kılığındaki terörist ABD yi eleştirmektedir.
Köy ağalarını hükümetler beslemiş ve köylülerin akıllanmasını ve toprak sahibi olmalarını istememişlerdir. Böylece köylüden oy almak isteyen hükümet köy ağası ile anlaşır, köy ağasının sözünden çıkamayan köylü de ağanın istediği hükümete oy vermiş olur. Çünkü kendi toprağı olan ve kimseye muhtaç olmayan köylünün gidip istediği hükümeti destekleyebilmesi düşüncesi bazı zümrelerde sivilce veya ayak mantarı çıkmasına sebep olur. Dolayısı ile toprağın paylaştırılacağı düşüncesi bireyselliği toplumsallıktan üstün gören zihniyetleri korkutur.
Bakınız: Sosyalizm
'Hızlandırılmış tren'in açılışında yaptığı konuşmadan bir bölüm eklemek istiyorum buraya:
'Bu adım, Türkiye'nin medeniyet yarışında nerede olduğunu açıkça ortaya koyacaktır.'
Rıfat N. Bali
' Devlet'in Yahudileri ve 'Öteki' Yahudi '
Rıfat N. Bali’nin, Türkiye Yahudilerinin yakın dönem tarihine ilişkin ayrıntılı araştırmaları, aynı zamanda Cumhuriyet döneminin sosyal ve siyasal yapısına ışık tutuyor. Elinizdeki kitapta, bu tarihten değişik kesitler yer almakta. Bunlardan siyasal açıdan en dikkate değer olanı, Cumhuriyet’in ilk döneminden beş Yahudi seçkininin biyografisidir: Hukukçu Gad Franko, İttihatçı Emniyet Amiri Samuel İzisel, Roma Hukuku Ordinaryüs Profesörü Mişon Ventura, DP’nin ilk gayrimüslim milletvekili avukat Salamon Adato ve Tek Parti döneminin bağımsız milletvekili Prof. Dr. Samuel Abrevaya. Gayrimüslimleri Türkleştirme politikalarının aktif savunucusu olan bu kişilerin hayat hikâyeleri, sözkonusu politikaların ‘ruhunun’ ve etkilerinin daha iyi anlaşılmasını sağlıyor. “Yirmi kur’a gayrimüslim ihtiyatlar” olayı ve 1933’te Türkiye’ye gelen Yahudi asıllı Alman bilim adamlarına yönelik tepkilerin irdelendiği bölüm de, Tek Parti döneminde ayrımcılık ve yabancı düşmanlığını aydınlatmasıyla, bu tasviri tamamlamaktadır. Kitabın önemli bir katkısı, bir ailenin katledilmesi olayı vesilesiyle, Urfa Yahudilerinin bu şehirdeki son yıllarını anlatan ve onların buradaki varlığını hatırlatan bölümdür. Kitabın bir başka bölümünde, İkinci Dünya Savaşı yıllarında Nazi Soykırımı’ndan kaçarak İngiliz mandası altındaki Filistin’e gitmeye çabalayan Yahudi mültecileri taşıyan gemilerin dramatik öyküleri yer alıyor. “Arşivden Sayfalar” başlıklı bölümdeki makalelerde ise, 20. yüzyılın başında İstanbul’un fuhuş âleminde Yahudilerin etkinliği; ve son yıllarda çok tartışılan “Sabetaycılık” konusu ele alınmakta.
Kitap: Cornelius Castoriadis - Dünyaya, İnsana ve Topluma Dair
1948’den itibaren Fransa’da sosyalist düşüncede önemli bir odak oluşturan Sosyalizm ya da Barbarlık dergisinin yönlendiricilerinden, 1922'de istanbul'da doğmuş Yunan asıllı filozof Castoriadis’in, 1974-1989 döneminde yazdığı yazılardan, kendi onayıyla yapılan bir derleme. Felsefeden eşitliğe, iktidarda dine, K.Marks’ın günümüzde taşıdığı anlamdan gelişme ve özerklik sorunlarına dek yığınla sorun alanına uzanan düşünce yazıları.
Bir kitap:
Kerim Sadi - ' Türkiye'de Sosyalizmin Tarihine Katkı '
Türk solunun saygıdeğer ama “partisiz” olduğu için pek yadedilmeyen emektarı Kerim Sadi’den,
1. Enternasyonal’in ve Paris Komünü’nün Osmanlı’daki yansımaları, Osmanlı aydınlarının sosyalizme bakışı,
İslamiyet ile sosyalizm ilişkisi üzerine tartışmalar,
Millî Mücadele döneminde sosyalist akım ve Türkiye Komünist Fırkası, Mustafa Suphi,
Aydınlık Çevresi ve
1928 İzmir Davası...
Antalya film şenliği, 1977, Kapıcılar Kralı, en iyi erkek oyuncu
Antalya film şenliği, 1998, Kapıcılar Kralı, yaşam boyu onur ödülü
Ankara film şenliği, 1989, Düttürü Dünya, en iyi erkek oyuncu
inek şaban: napıcaksın lan kediyi?
güdük necmi: fizik dersi için oolum. nası dört ayak üstüne düştüünü göstericek hoca.
inek şaban: sınıfa kedi girmez!
güdük necmi: inek girio da kedi niye girmesin?
Günümüzde kapitalistler tarafından 'başarısız' olduğu ve öldüğü iddia edilir.Ama kapitalizmin 'başarısızlıkları', yarattığı açlık, kıtlık, petrol savaşları nedense kapitalizme yüklenmez, 'kapitalizm çökmüştür' denmez (!)
Mümin kadınlara da söyle: Gözlerini (harama bakmaktan) korusunlar; namus ve iffetlerini esirgesinler. Görünen kısımları müstesna olmak üzere, zinetlerini teşhir etmesinler. Örtülerini, yakalarının üzerine örtsünler. kocaları, babaları, kocalarının babaları, kendi oğulları, kocalarının oğulları, erkek kardeşleri, erkek kardeşlerinin oğulları, kız kardeşlerinin oğulları, kendi kadınları (mümin kadınlar) , ellerinin altında bulunanları, erkeklerden, ailenin kadınına şehvet duymayan hizmetçi vb. tâbi kimseler, yahut henüz kadınların gizli kadınlık hususiyetlerinin farkında olmayan çocuklardan başkasına zinetlerini göstermesinler. gizlemekte oldukları zinetleri anlaşılsın diye ayaklarını yere vurmasınlar (dikkatleri üzerine çekecek tarzda yürümesinler) . Ey müminler! Hep birden allah'a tevbe ediniz ki kurtuluşa eresiniz.
Etienne Balibar, bu kitapta ikili bir bahis deniyor. Marx tarafından incelenen veya onun eserinden hareketle ortaya atılabilen tamamen felsefî sorun ve temaları anlaşılır kılmak ve -'Marksist felsefe' nin alan ve bedel olduğu yüzelli yıllık tartışmaların- bilanço ve geleceğine dair öngörü ögelerini sunmak. Günümüzde tam bir yeniden inşa halinde olan Marksizm, en geniş eleştirel bir düşünüşün bileşeni olma yolunda değil midir? Kendince bir 'dünya görüşü' oluşturmanın tüm kibrinden kurtulmuş, böylece yakın geçmişini belirleyen yarı-din ve sözde bilim statülerini geride bırkmış Marx kaynaklı felsefi düşünüş, kendi ilk sorularını yeniden formüle ediyor: Toplumsal işlevler ve teorinin siyasal formüle ediyor: Toplumsal işlevlerr ve teorinin siyasal bedelleri sorunu, 'pratik temellük' olarak hakikat sorunu, bizzat evrenselleşmeyle ilişkili bağımlı kılma sorunu, 'ilerlemenin çelişkileri' nin ve tarihî diyalektiğin sorunları, bireysel ve kollektif özgürleşme çabasının ifadesini oalrak devrimci ahlâk sorunu.
Recep Tayyip Erdoğan
26.07.2004 - 13:22Başbakan ve basın...
Ciddi bir sıkıntımız var... Üstelik bu sıkıntıyı dile getireceğimiz tarih, İstanbul gazetecilerinin Sultan Hamid sansürünü reddettikleri günün yıldönümüne denk düştü. Ama ne yapalım... İfade etmeye mecburuz:
Sayın Başbakan basından rahatsız.
Dün yayınladığı mesajdan da anlaşılıyor ki ona göre ‘Basın, kamuoyunu doğru ve tarafsız haberlerle’ aydınlatmıyor, ‘toplumsal değerlere, kişisel hak ve özgürlüklere saygılı, meslek ilke ve ahlakına uygun’ yayın yapmıyor.
‘Başbakan bu şikáyetlerinde çok haksız’ diyecek değiliz. Zaman oluyor, kendi meslektaşlarımızdan biz de şikáyet ediyoruz. Nitekim Basın Meslek İlkeleri’nde ‘Gazetecilikte temel işlevin, gerçekleri bulup bozmadan, abartmadan kamuoyuna yansıtmak’ olduğu o nedenle ifade ediliyor. Basın Konseyi de bunlara uymayanları o nedenle uyarıyor yahut kınıyor.
Keza Sayın Erdoğan, basından şikáyet eden ne ilk başbakandır, ne de sonuncusu olacaktır. Daha açık ifadeyle, dünyada basından şikáyet etmeyen politikacı bulmak nerdeyse imkánsızdır.
Kaldı ki bizim tavsiyemiz, basından (medyadan) şikáyet etmeyen bir başbakan bulursanız, o ülkede bir saniye bile yaşamayınız. Çünkü orada demokrasi değil, dikta var demektir.
Ne var ki basından şikáyetin de bir yolu, yordamı, özellikle bir Başbakan’ın konumuna, kimliğine yakışan bir üslubu olmak gerekir.
Tayyip Erdoğan bu açıdan Türkiye için gerçek bir talihsizliktir.
Sayın Erdoğan sinirlerini kontrol edemediği zaman, basın mensuplarına hálá Büyükşehir Belediye Başkanı olduğu dönemin kabadayılık kokan üslubuyla hitap ediyor. Onları azarlıyor. Onlara ‘hadlerini’ öğretmeye kalkıyor. ‘Öyle soru sorulmaz’ diyor. ‘Onu soracağınıza önce (tren kazası nedeniyle) acıları paylaşın’ diyor.
Sayın Başbakan, Fransa Cumhurbaşkanı Jaques Chirac’la yaptığı görüşmenin perde arkası hakkında bilgi verip veremeyeceğini soran gazeteci Mehmet Ali Birand’a ‘Siz hareminizde olanları anlatmaya başladığınız zaman, biz de bir şeyler anlatabiliriz, düşünürüz’ (23.7.2004 Milliyet) diyor.
Kızdığı bir başka meslektaşımızın yazısından söz ederken, ‘Bakın, bugün Yalçın (Doğan) Efendi yazmış’ diye söze başlayıp, ‘Bunlar nasıl gazeteci olmuş, nasıl köşe yazarı olmuş? ’ (23.7.2004 Milliyet) diye konuşuyor.
Kızıyor ‘bir kısım medyanın siyasetçiye çamur atmak için maksatlı yayın yaptığını’ iddia ediyor (20.7.2004 Cumhuriyet) . Sorduğu soruyu beğenmediği gazeteciye, ‘Mensubu olduğunuz gazete (Milletvekilleri için TBMM kanalıyla ev yaptırılacağı konusunda) sürekli sürmanşet atıyor. Tutarsa diye... Ne kadar kötü bir şey. Dürüst olmaya mecbursunuz’ diyerek çıkışıyor.
Bakın... Son yılbaşı akşamı Karabük’te yine beğenmediği bir soru yönelten meslektaşımıza alenen hakaret edişini ve ötekileri saymadık...
Oysa demokrasilerde gazetecinin -saçmalasa bile- soruları sınırlandırılamaz. Onun sorma, ötekinin yanıt vermeme hakkı kutsaldır.
Peki ama bunları Başbakan’a söylemek, bizim işimiz mi, maaş verdiği danışmanlarının işi mi?
(Oktay Ekşi)
Recep Tayyip Erdoğan
26.07.2004 - 13:18Başbakana soru soran yandı!
Başbakan fevkalade sinirli. Gazeteciler işine gelmeyen sorular sorunca, ya da hoşuna gitmeyecek şeyler yazınca tepesi atıyor! İstiyor ki kendisine hep çanak sorular sorulsun, yağlansın ballansın, övgüler düzülsün... Buna alıştı, hem de fena alıştı.
İşine gelmeyen sorular sorulunca, soran gazetecinin nerede çalıştığını soruyor. Önce onu öğreniyor...
Sonra bazı medya kuruluşlarının yöneticilerine, hatta patronlarına doğrudan haber gönderiliyor.
Muhabir arkadaş şikáyet ediliyor.
Yazdıklarıma inanmayabilirsiniz. Tanıdığınız gazetecilere sorun. Muhabir arkadaşlarımız bu açıdan büyük baskı altında. Özgürce soru soramıyorlar. O kadar ki, yöneticilerine giden şikáyetler nedeniyle bazen kulaklarının çekildiği bile oluyor.
Bu ortamda, böylesine baskı altında siz özgürce soru sorabilir misiniz?
Beyefendi medyayı istediği biçimde kullanmaya alışmış, hoşlanmadığı soru gelince sinirleniyor, azarlıyor, ağzını bozuyor.
***
Bizim Yalçın Doğan’a bir yazısı nedeniyle kızmış... ‘Yalçın Efendi’ diye söz ediyor. Oldu mu, yakıştı mı?
Önceki gün tren kazası sonrasında bir gazeteci arkadaşımız kendisine ‘Ulaştırma Bakanı istifa edecek mi’ diye sorduğunda ise ‘Bu soru sorulmaz... Haddinizi bilerek soru sorun’ diyebiliyor.
Beyefendi’nin istediği soruları sorarsan iyi! Sormazsan haddini aşıyorsun! Vay vay vay!
Beyefendi’nin sinir sistemi yıpranmış. Ağzından çıkanı kulağı duymuyor. Çocuklarının, işadamı Remzi Gür’ün parasıyla ABD’de okutulmasını soran gazeteciye, patronunu kastederek ‘Siz önce ABD’deki işlerinizi halledin’ diyor.
Bir başka soruya ‘Gidin nasibinizi başka yerde arayın’ diye yanıt veriyor.
Safranbolu’da soru soran gazeteci arkadaşımızı ‘sarhoş’ olmakla suçluyor! .. ‘Ağzın leş gibi kokuyor. Edepsizce soru sorma’ diye azarlıyor.
Bu olayları saymakla bitmez. Ama kabahat onda değil. Kabahat, bugüne kadar kendisine boyun eğen, ağzından çıkanları emir kabul eden, gerektiğinde ‘Başbakan’a ters soru sormayın’ diye muhabirlerini azarlayıp onları korkutan, sindiren bazı medya yöneticilerinde.
***
Sevgili okuyucularım, dediklerimiz tek tek çıkıyor. Tren cinayetinin suçlusu bulundu!
Tren makinistleri! Tutuklandılar!
Ortalıkta şov yapmak uğruna yetersiz altyapıda hızlı tren başlatanlar, bilim adamlarının medyada açık, net biçimde yer alan uyarılarını kulak arkası ederek bu cinayete neden olanlar suçsuz!
Kazanın daha ilk saatinde ekranda yapılan açıklamalardan belli olmuştu. Kendileri sıyırtacak, suçu makinistlerin üzerine atacaklardı. Aynen öyle oluyor.
Dünyanın hiçbir ülkesinde bir Ulaştırma Bakanı böyle bir rezalet sonrasında ‘Ben zoru bırakıp kaçmam’ diyemez.
Ulaştırma Bakanı ve TCDD Genel Müdürü İstanbul Büyükşehir Belediyesi ekibinden. Başbakan’ın adamları.
‘Allah’ın takdiri’ diyenler! Sorumluluğu Allah’a ve makinistlere fatura etmeye kalkışanlar...
Afişlere ‘inekler hızlı trene karşı çıkıyor’ diye karikatür çizdirip istasyonlara astıranlar...
Kafalarına trenci şapkası giyip kameraların önünde atraksiyon yapanlar...
Onlar suçsuz! Bunca canın vebali omuzlarında değil!
***
Türk milleti bu olayı unutmasın... Çünkü en geç iki gün sonra hadise gündemden düşecek ve işin gerçek sorumluları istifa etmediği gibi, hesap da vermeyecek.
CHP ve DYP şimdi ortaklaşa hareket edip TBMM’yi olağanüstü toplantıya çağırmalı... Çünkü bu ‘normal’ bir tren kazası değil. Siyasi rant ve gösteri uğruna yaratılmış bir cinayet.
Bu hadise enine boyuna tartışılmalı, sorumlulardan hesap sorulmalı.
AKP bu çağrıları reddettiği, kaçtığı takdirde kendi düşünsün. Sonunu kendi hazırlamış olur.
(Emin Çölaşan)
michael moore
26.07.2004 - 13:09Son filmi 'Fahrenheit 9/11' ikiz kulelerin yıkılmasından sonra gelişen çifte standartlı ABD iç/dış politika yaklaşımını, Bush'u ve jandarma kılığındaki terörist ABD yi eleştirmektedir.
michael moore
26.07.2004 - 13:042003 Oscar ödül töreni sırasında, Bush'a hitaben 'Utan Bush, utan! ' diye bağıran savaş karşıtı yönetmen.
türk-kürt kardeştir
26.07.2004 - 13:01Türk kürt kardeştir... 'bunları ayıran kalleştir.' şeklinde devam eden rap gurubu Cartel'in şarkısı.
türk-kürt kardeştir
26.07.2004 - 12:58İçten ve inanarak haykırılması gereken slogan!
toprak reformu
26.07.2004 - 12:57Köy ağalarını hükümetler beslemiş ve köylülerin akıllanmasını ve toprak sahibi olmalarını istememişlerdir. Böylece köylüden oy almak isteyen hükümet köy ağası ile anlaşır, köy ağasının sözünden çıkamayan köylü de ağanın istediği hükümete oy vermiş olur. Çünkü kendi toprağı olan ve kimseye muhtaç olmayan köylünün gidip istediği hükümeti destekleyebilmesi düşüncesi bazı zümrelerde sivilce veya ayak mantarı çıkmasına sebep olur. Dolayısı ile toprağın paylaştırılacağı düşüncesi bireyselliği toplumsallıktan üstün gören zihniyetleri korkutur.
Bakınız: Sosyalizm
Recep Tayyip Erdoğan
26.07.2004 - 11:45'Hızlandırılmış tren'in açılışında yaptığı konuşmadan bir bölüm eklemek istiyorum buraya:
'Bu adım, Türkiye'nin medeniyet yarışında nerede olduğunu açıkça ortaya koyacaktır.'
Ne kadar da ' doğru ' söylemiş!
yahudilik
23.07.2004 - 17:48bir kitap:
Rıfat N. Bali
' Devlet'in Yahudileri ve 'Öteki' Yahudi '
Rıfat N. Bali’nin, Türkiye Yahudilerinin yakın dönem tarihine ilişkin ayrıntılı araştırmaları, aynı zamanda Cumhuriyet döneminin sosyal ve siyasal yapısına ışık tutuyor. Elinizdeki kitapta, bu tarihten değişik kesitler yer almakta. Bunlardan siyasal açıdan en dikkate değer olanı, Cumhuriyet’in ilk döneminden beş Yahudi seçkininin biyografisidir: Hukukçu Gad Franko, İttihatçı Emniyet Amiri Samuel İzisel, Roma Hukuku Ordinaryüs Profesörü Mişon Ventura, DP’nin ilk gayrimüslim milletvekili avukat Salamon Adato ve Tek Parti döneminin bağımsız milletvekili Prof. Dr. Samuel Abrevaya. Gayrimüslimleri Türkleştirme politikalarının aktif savunucusu olan bu kişilerin hayat hikâyeleri, sözkonusu politikaların ‘ruhunun’ ve etkilerinin daha iyi anlaşılmasını sağlıyor. “Yirmi kur’a gayrimüslim ihtiyatlar” olayı ve 1933’te Türkiye’ye gelen Yahudi asıllı Alman bilim adamlarına yönelik tepkilerin irdelendiği bölüm de, Tek Parti döneminde ayrımcılık ve yabancı düşmanlığını aydınlatmasıyla, bu tasviri tamamlamaktadır. Kitabın önemli bir katkısı, bir ailenin katledilmesi olayı vesilesiyle, Urfa Yahudilerinin bu şehirdeki son yıllarını anlatan ve onların buradaki varlığını hatırlatan bölümdür. Kitabın bir başka bölümünde, İkinci Dünya Savaşı yıllarında Nazi Soykırımı’ndan kaçarak İngiliz mandası altındaki Filistin’e gitmeye çabalayan Yahudi mültecileri taşıyan gemilerin dramatik öyküleri yer alıyor. “Arşivden Sayfalar” başlıklı bölümdeki makalelerde ise, 20. yüzyılın başında İstanbul’un fuhuş âleminde Yahudilerin etkinliği; ve son yıllarda çok tartışılan “Sabetaycılık” konusu ele alınmakta.
sosyalizm
23.07.2004 - 17:43Kitap: Cornelius Castoriadis - Dünyaya, İnsana ve Topluma Dair
1948’den itibaren Fransa’da sosyalist düşüncede önemli bir odak oluşturan Sosyalizm ya da Barbarlık dergisinin yönlendiricilerinden, 1922'de istanbul'da doğmuş Yunan asıllı filozof Castoriadis’in, 1974-1989 döneminde yazdığı yazılardan, kendi onayıyla yapılan bir derleme. Felsefeden eşitliğe, iktidarda dine, K.Marks’ın günümüzde taşıdığı anlamdan gelişme ve özerklik sorunlarına dek yığınla sorun alanına uzanan düşünce yazıları.
sosyalizm
23.07.2004 - 17:37Bir kitap:
Kerim Sadi - ' Türkiye'de Sosyalizmin Tarihine Katkı '
Türk solunun saygıdeğer ama “partisiz” olduğu için pek yadedilmeyen emektarı Kerim Sadi’den,
1. Enternasyonal’in ve Paris Komünü’nün Osmanlı’daki yansımaları, Osmanlı aydınlarının sosyalizme bakışı,
İslamiyet ile sosyalizm ilişkisi üzerine tartışmalar,
Millî Mücadele döneminde sosyalist akım ve Türkiye Komünist Fırkası, Mustafa Suphi,
Aydınlık Çevresi ve
1928 İzmir Davası...
kemal sunal
23.07.2004 - 17:21kazandığı ödüller:
Antalya film şenliği, 1977, Kapıcılar Kralı, en iyi erkek oyuncu
Antalya film şenliği, 1998, Kapıcılar Kralı, yaşam boyu onur ödülü
Ankara film şenliği, 1989, Düttürü Dünya, en iyi erkek oyuncu
inek şaban
23.07.2004 - 17:18inek şaban: napıcaksın lan kediyi?
güdük necmi: fizik dersi için oolum. nası dört ayak üstüne düştüünü göstericek hoca.
inek şaban: sınıfa kedi girmez!
güdük necmi: inek girio da kedi niye girmesin?
türkiye komünist partisi
23.07.2004 - 16:57soldergisi.com
nazımkulturevi.org
doğan yayın holding a.ş
23.07.2004 - 16:16VUSLAT DOĞAN SABANCI:
Aydın Doğan ve Sema Doğan'ın kızı. Sabancı Ailesine mensup Ali SABANCI ile evli. İki oğlu var. Hürriyet İcra Kurulu Bşk. Yrd
sosyalizm
23.07.2004 - 16:09“Çok olanı bir kaç kişi arasında bölüştürmek değil, sahip olduğumuz azı çok kişi arasında bölüştürmek...”
(R.Robaine)
sosyalizm
23.07.2004 - 15:37Sosyalizmde, merkeze konulan KÂR değil, İNSAN dır.
dehap
23.07.2004 - 15:31Sadece bir yetkilisinin 'PKK yanlış yoldadır, yanlış yapmıştır.TERÖR'le sonuca varılmaz' dediği anda oyumu verebileceğim partidir
Ancak bu parti PKKyı, terörü kınamaktan her zaman çekinir.Aslına bakarsanız PKKyı terör yapan bir örgüt olarak görmez(!)
sosyalizm
23.07.2004 - 15:28Günümüzde kapitalistler tarafından 'başarısız' olduğu ve öldüğü iddia edilir.Ama kapitalizmin 'başarısızlıkları', yarattığı açlık, kıtlık, petrol savaşları nedense kapitalizme yüklenmez, 'kapitalizm çökmüştür' denmez (!)
kemal alemdaroğlu
23.07.2004 - 14:36Hüseyin Hatemi'yi üniversitede beslediği kedileri yüzünden disiplin soruşturmasına vermiş kişi.
Hatemi'de, kedi beslemenin Alemdaroğlu fermanıyla yasaklandığını tebliğe gelen memura 'Söyleyin Kemal beye kedilerim başörtüsü takmıyorlar, onlarla uğraşmasın' demiştir.
sivas kongresi
23.07.2004 - 12:57Kongreyi anma ve saygı ifadesi olarak, Sivas'taki bir Üniversiteye ve bir trene '4 Eylül' ismi konulmuştur.
erzurum kongresi
23.07.2004 - 12:53Bugün 85.yıldönümü olan kongre.
türban
23.07.2004 - 12:50Nur suresi, 31.ayet:
Mümin kadınlara da söyle: Gözlerini (harama bakmaktan) korusunlar; namus ve iffetlerini esirgesinler. Görünen kısımları müstesna olmak üzere, zinetlerini teşhir etmesinler. Örtülerini, yakalarının üzerine örtsünler. kocaları, babaları, kocalarının babaları, kendi oğulları, kocalarının oğulları, erkek kardeşleri, erkek kardeşlerinin oğulları, kız kardeşlerinin oğulları, kendi kadınları (mümin kadınlar) , ellerinin altında bulunanları, erkeklerden, ailenin kadınına şehvet duymayan hizmetçi vb. tâbi kimseler, yahut henüz kadınların gizli kadınlık hususiyetlerinin farkında olmayan çocuklardan başkasına zinetlerini göstermesinler. gizlemekte oldukları zinetleri anlaşılsın diye ayaklarını yere vurmasınlar (dikkatleri üzerine çekecek tarzda yürümesinler) . Ey müminler! Hep birden allah'a tevbe ediniz ki kurtuluşa eresiniz.
marksist felsefe
23.07.2004 - 11:54Bir Kitap: Marx'ın Felsefesi (Etienne Balibar)
Etienne Balibar, bu kitapta ikili bir bahis deniyor. Marx tarafından incelenen veya onun eserinden hareketle ortaya atılabilen tamamen felsefî sorun ve temaları anlaşılır kılmak ve -'Marksist felsefe' nin alan ve bedel olduğu yüzelli yıllık tartışmaların- bilanço ve geleceğine dair öngörü ögelerini sunmak. Günümüzde tam bir yeniden inşa halinde olan Marksizm, en geniş eleştirel bir düşünüşün bileşeni olma yolunda değil midir? Kendince bir 'dünya görüşü' oluşturmanın tüm kibrinden kurtulmuş, böylece yakın geçmişini belirleyen yarı-din ve sözde bilim statülerini geride bırkmış Marx kaynaklı felsefi düşünüş, kendi ilk sorularını yeniden formüle ediyor: Toplumsal işlevler ve teorinin siyasal formüle ediyor: Toplumsal işlevlerr ve teorinin siyasal bedelleri sorunu, 'pratik temellük' olarak hakikat sorunu, bizzat evrenselleşmeyle ilişkili bağımlı kılma sorunu, 'ilerlemenin çelişkileri' nin ve tarihî diyalektiğin sorunları, bireysel ve kollektif özgürleşme çabasının ifadesini oalrak devrimci ahlâk sorunu.
Toplam 1733 mesaj bulundu