Ünlü bir destana konu olmuş bir halk kahramanıdır. Bu isimde 16. yüzyılda yaşamış bir halk şairi de vardır. Ama tarihî kişiliği bilinemeyen, asıl Köroğlu, 17. yüzyılda Bolu havalisinde yaşamış, sonradan ünü bütün Anadolu'ya yayılmıştır. Babası da Bolu beyi tarafından gözlerine mil çektirilerek cezalandırıldığı için Köroğlu diye tanınmıştır. Zulme karşı ayaklanarak halkın hakkını koruması, onu destansı bir kahraman haline getirir.
17. yüzyıl, Osmanlı İmparatorluğu tarihinde merkeze bağlı olmayan teşkilâtın iyice meydana çıktığı, buna karşılık, saraya bağlı, sadrâzama bağlı beylerin, valilerin de yer yer başlarına buyruk olarak halka zulmedebildikleri bir devirdir.
İşte böyle bir devirde Bolu Beyi Süleyman Bey, kendisine bunca yıl hizmet etmiş seyislerinden birine fena halde kızarak gözlerine mil çekilmesini emretmişti. Bolu Bey'i son derece katı yürekli, zalim bir adamdı. Her ne kadar kendisini sevenler araya girdilerse de dediğinden dönmedi. Buyruğunu vaktinde yerine getirmemiş olan zavallı seyisin gözleri kör edildi ve sıska bir ata bindirilerek kaleden dışarı atıldı.
Yaralı seyis at sırtında yolda kalınca sesini çok iyi tanıyan atının kulağına eğildi ve:
– Dünya bana zindan oldu, beni köyüme götür... dedi.
Az gittiler, uz gittiler, dere tepe düz gittiler, sonunda seyisin köyüne vardılar. Uzaktan at sırtında yığılı babacığının geldiğini gören on beş yaşındaki oğlu, ermiş yetmiş bir insan gibi onun ıstırabını anladı, koşup attan indirdi, anasının yanına getirdi. Seyis olanları “Hal ve keyfiyet böyle böyle” diye bir bir anlattı, oğulcuğundan öcünün alınmasını vasiyet ederek oracıkta ruhunu teslim etti.
Köroğlu, on beş yaşında ata bindi. Babasına verilen kır at canlandı, sıskalığı gitti, şahbaz bir hayvan oldu. Köroğlu, atına atladığı gibi dağlara çıktı. Kılıç kuşandı. Babasının intikamını almak üzere ant içti. Yolda rastladığı bir çobanın sazını alarak terkisine asmıştı. Kime rastlasa hayvanını durdurur, sazını eline alır, tıngırdatarak Bolu Beyinin zulmünü anlatırdı.
Her yerde aradığı bu zâlim adama günün birinde rastlayacağını biliyordu. Giderek hayvanı rüzgâr kesildi. Nerede bir yolsuzluk olsa köylü Köroğlu'na haber salardı. O da gelir, ortalığı düzene kordu.
Bir gün Çamlıbel'de konaklamıştı. Bir kervancının, yolcularından bir genç adamı soyup döverek uçuruma attığını gördü. Bir kılıçta kervancının başını uçurdu. Öteki adamlar kendisine hayır dua ettiler. Uçurumdan çıkardığı genç yolcu ise:
“Hayatımı kurtardın, gayri ben senin kulun kölenim” dedi. Köroğlu onun adının Ayvaz olduğunu, kervanın da Bolu, Beyine yük götürdüğünü öğrenince Ayvaz'ı yanına aldı. Beraber yola çıktılar.
Bir Köroğlu, bir Ayvaz, etrafı kasıp kavuran, fakir köylüyü haraca kesen zâlim Bolu Bey'ini bulmaya çıktılar. Şehre yaklaştıkları sırada bir kale vardı. Sabahın bir vaktinde kale mazgallarından hazin bir şarkı duydular. Bu şarkıyla bir genç kız kendisinin Bolu Beyi'nin kızı olduğunu, babasının sırf kimseyi sevmesin diye kendisini oraya kapadığını göz yaşları içinde anlatıyordu. Köroğlu sazı eline aldı, kıza sabırlı olmasını, dönüşte kendisini kurtaracağını söyledi.
Bolu'ya vardıklarında büyük bir alana halk toplanmıştı. Şenlikler yapılıyordu. Köroğlu elbise değiştirerek pehlivanlar arasına katıldı. Bir bir hepsini alt etti. Sonunda Bolu Bey'i huzuruna çağırttı onu ve:
– Bre pehlivan, sen kimsin? Seni muhafızlarıma bey yaptım...dedi.
Köroğlu da: “İşte ben o gözlerini kör ettirdiğin seyisin oğluyum” diyerek kılıcını çaldığı gibi herkesin dehşet dolu bakışları önünde Bolu beyinin kellesini uçurdu ve halkı bir zâlimden kurtardı.
Ondan sonra hemen Ayvaz'ı gönderip kaleden Beyin kızını getirdi. Allah'ın emri, Peygamber'in kavliyle kendine nikâhladı. O tarihten sonra Bolu Bey'i olarak halka adaletle muamele etti.
Elektro bağlamanın yaratıcısı, İlginç sentez adamı, Türk Rock müziğinin babası Erkin Koray, 24 Haziran 1941'de İstanbul'da dünyaya gelir. Enver beyle Vehice hanımın ilk oğludur. Annesi Vecihe Koray, Belediye Konservatuarında piyano öğretmeni olarak çalışıyordu ve müzisyen bir anneye sahip olmak, kendisinin ve kardeşi Korkut Koray'ın ufak yaşlarda müzikle tanışmalarında önemli rol oynadı. Bir başka deyişle Türk rock'ının üç devinden biri olan Erkin'de müziğe annesinin karnında başlamıştır. Klasik müzik evde tüm yaşamı biçimlendirir. 5 yaşında piyano dersi almaya başlar. Daha sonra gitara ilgi duyar. Gitarın daha canlı ve hareketli olması O'nun bu seçiminde önemli rol oynamış olabilir. Kardeşi Korkut'la beraber sıkı bir müzik eğitiminden geçerler. Annesinden almaya başladığı piyano dersleri ile müzikle ilgilenmeye başlayan Erkin Koray'ın rock'n'roll'a karşı olan yakın ilgisi, ortaöğrenimini gerçekleştirdiği Alman Lisesi sıralarındayken başlamıştır. Dönemim ünlü Rock'n Roll parçalarını arkadaşlarıyla birlikte çalmaya başlar. Bu dönem içinde Türkiye'de bu tarz müzik yapan ilk ve tek grup Deniz Harp Okulu Orkestrasıdır.
Erkin Koray ve arkadaşları çalışmalarını amatörce sürdürürken karşılarına büyük bir fırsat çıkar. 1957 yılında Galatasaray Lisesinde bir konser verirler. Seyirciler arasında o zaman orta ikiye gitmekte olan Barış Manço da vardır.
Erkin Koray ve arkadaşlarından çok etkilenen Manço, bir gün kendisinin de böyle konserler vereceğini hayal ederek müzik çalışmalarını sürdürür. Bu konser Erkin Koray'ın müzik hayatına start verir. Liseyi bitirince atom mühendisi olma gibi düşünceleri olan Koray'ın bir yandan da rock'n'roll tutkusu peşini bırakmıyordu. Sonunda müzik daha ağır bastı ve okulu bitirir bitirmez evi terkedip hayatını müzikten kazanmak üzere yola koyuldu.
Bu dönemlerde Türkiye'de müzisyenlerin elinde gitar bulunması, hele bir de elektrogitar bulunabilmesi zor ve nadir rastlanan bir olaydı ve Erkin Koray bir şekilde eline geçen ilk gitarlarla kendi kendine çalışmaya başladı.
1960'ların ilk dönemlerinde Erkin Koray, aralarında davulda kardeşi Korkut Koray'ın da bulunduğu Erkin Koray ve Ritmcileri isimli grubuyla, kendisinin gitar çalıp söylediği ve rock'n'roll çaldığı bar ve klüp programları yapıyordu. Daha sonra kendisine gelen 45'lik doldurma teklifini kabul eden Koray, ilk 45'liği 'Bir Eylül Akşamı/It's So Long'u kaydeder. Bu plağın özellikle B yüzünde bulunan It's So Long'un, İngiltere'de Beatles'ın öncülük ettiği Beat müziği özelliklerini taşıması ve Beatles'ın ilk plağı 'Love Me Do' ile hemen hemen aynı tarihte piyasaya sürülmüş olması, yani Koray'ın bu tarzı Beatles'tan hiç bir şekilde etkilenmeden kendi içinden geldiği gibi ortaya çıkarmış olması bir hayli ilginçtir.
Sıra askerliğe gelmiştir. Bu 45'likten sonra askere giden Erkin Koray Vatani görevini Eskişehir Hava Kuvvetleri Caz Orkestrasında yerine getirir. Bu dönemde türkülerimizi tanır ve bunları Batı müziği tınılarıyla yorumlamaya başlar. Askerden döndükten sonra bir süre daha İngilizce çalışmalarına ve klüp programlarına devam eder. Bu programların birine seyirci olarak gelmiş olan İstanbul Plak yetkililerince fark edilen Koray, 1967 yılında ülke çapında üne kavuşmasında büyük rol oynayan 'Kızları da Alın Askere' isimli 45'liğini yayımlar.
Bu plakta çalan grup Erkin Koray Dörtlüsü grubuydu. Erkin Koray bu grupla başka çalışmalarda da bulunur; hatta 1968 yılında Altın Mikrofon yarışmasına girip dördüncülük alır.
Bu dönemler ilerlerken Koray, uzun süreden beri saçına makas vurdurmadığı için Türkiye'ye göre o dönemler gayet marjinal gelen bu davranıştan ötürü oldukça tepki alıyordu. Sene 1970'e geldiğinde, çok daha ciddi anlamda rock ve özellikle Türkiye'ye göre son derece 'Underground' olarak adlandırılan bir müzik yaptıkları grup olan Yeraltı Dörtlüsü'nü kurar. Aslında Erkin Koray'ın bu grupla beraber çaldığı şarkılar dönemin popüler şarkı ve türkülerinin aranjmanlarından başka birşey değildi ama ne aranjman!
Koray dönemin türkü, türk sanat müziği gibi eserlerini Underground tarzda yorumluyordu. Bunu yaparken grubuyla kiraladığı komün evlerinde batı rock müziği ve doğu müziği hakkında ciddi araştırmalar yapıyorlardı bu araştırmalar sonucu ortaya çıkan çalışmalarda bu iki kültürün müziğini sentezliyorlardı. Bunlara örnek olarak 1970 yılında aranjmanını yaptığı dönemin popüler Neşet Ertaş türküsü 'Kendim Ettim Kendim Buldum' (Bu parçanın aranjmanını aynı sene içerisinde Cem Karaca da yapmıştı) , türk sanat müziği olarak 'Nihansın Dideden','Kıskanırım', 'İstemem', Anadolu Rock olarak 'Köprüden Geçti Gelin' verilebilir. Bu aranjmanların yanısıra, grubun tamamen kendilerine ait olan ve batının psychedelic rock grupları ile yarışacak nitelikte olan 'Meçhul', 'Gel Bak Ne Söyliycem', 'Gün Doğmuyor', 'İlahi Morluk' gibi çalışmaları da mevcuttur. Bu dönem Erkin için parlak bir dönemdir. Yapmacıksız, kendi yorumuna yeni motifler katarak yapar müziğini. Yaşam tarzına hippy felsefesini uygular.
Yeraltı Dörtlüsü ile psychedelic rock yaparken yararlandıkları en büyük avantaj, batıdaki Pink Floyd, Grateful Dead gibi psychedelic rock gruplarından daha doğuda bir ülkede yaşamalarıydı. Dönemin Avrupalı çoğu rock müzisyeninin doğu mistisizmine ve de özellikle Hindistan'a merakı vardı ve bu merakı müziklerine de bol miktarda yansıtıyorladı. Bunun en önemli örneklerinden birisi Beatles'ın önce 'Norwegian Wood' adlı 45'liklerinde, daha sonra da 'Sgt. Pepper's Lonely Hearts Club Band' albümlerinin 'Within You Without You' parçasında 'Sitar' kullanmasıydı. Sitar kökeni doğudan gelen bir enstrümandı ve bu enstrümanı İngiltere'de Beatles; Türkiye'de ise o dönemlerde Rock Müziği ile oldukça ilgili bir müzisyen olan 'Orhan Gencebay' kullanıyordu. O dönemlerde Erkin Koray ve Orhan Gencebay birbirlerinin müziklerinden ve fikirlerinden son derece etkilenmiş oldukça iyi iki arkadaştı ve bol miktarda fikir alışverişleri yapıyorlardı. Zaten Erkin Koray'ın 1974 ve sonrası doğu müziği etkilenimli çalışmaları da bu fikir alışverişlerinin meyvalarıydı.
Supergroup'un yaptığı çalışmalardan özellikle 'Yağmur', o dönemlerde genelde Orhan Gencebay bestelerini yorumlayan Mine Koşan'ın da söylediği bir Vedat Yıldırımbora bestesiydi. Erkin Koray'ın ellerinde şahane bir psychedelic rock parçasına dönüşen bu aranjman, Orhan Gencebay tarzındaki besteler ile psychedelic rock'ın ne kadar uyumlu olduğunun en güzel örneklerinden birisidir. Bu parça listelerde büyük başarı kazanır. Fakat bu grupta uzun sürmez. Erkin Koray Supergroup 1972 yazına kadar çalışmalarını devam ettirdikten sonra maddi sıkıntılardan dolayı Yeraltı Dörtlüsü macerasını 1971'e kadar sürdüren Koray, 1971'de grubu dağıtıp John Lennon'la olan efsanevi görüşmesini gerçekleştirmek ve orada bir süre macera yaşamak amacıyla Fransa'ya gitti. Fransa dönüşünde yeni bir grup arayışına giren Koray, 70'lerdeki ikinci grubu 'Erkin Koray Supergroup'u kurdu. Bu grupla rock müzik piyasasına iki adet çok sağlam 45'lik kazandırdı Koray. dağılır.
Grubun dağılmasından çok kısa bir süre sonra Koray, 'TER' adlı yeni bir grup kurdu. Erkin Koray bu grupla daha önce yapmadığı kadar underground çalışmalara yönelmek istiyordu. Bunu da bu grupla çıkarttığı 'Hor Görme Garibi' isimli 45'lik gayet iyi gösteriyordu. Bu plağın A yüzünde Erkin Koray, Orhan Gencebay'ın parçasını Heavy Metal'e yakın bir sertlikte yorumlamıştı. Fakat ne yazık ki yaşadığı ülkenin plak yapımcılarının underground müzik anlayışına pek de sıcak bakmamaları nedeniyle bu grupla başka plak yapamadı. TER grubu da dağıldıktan sonra 45'lik çıkarmadığı 'STOP! ' isimli bir grup kuran Erkin Koray, daha sonra tamamen kendi adına çalışmalara girişti. Bunlardan ilki, enfes bir psychedelic rock şaheseri olan 'Mesafeler' isimli parçadır.
Avrupa'da Alice Cooper ve David Bowie renkli yüz makyajlarıyla sahneye çıkmaya başlamıştır. Erkin de uygular bu modayı ve büyük ilgi görür. Bu çalışmadan sonra Erkin Koray uzun süreliğine yurtdışına gider. Erkin'nin müziği artık yeni bir boyut almaya başlamıştır. Orhan Gencebay'la olan beraberlik ve yıllardır ilgisini çeken Doğu mistizmi meyvesini vermeye başlamıştır. Ve Erkin Koray'ın icat ettiği 'Elektro bağlama' nın nağmeleri sarar ortalığı. Arabesk Erkin Koray'ın müziğinde yerini almaya başlamıştır. Bu sırada da felsefe gezilerine ara vermez. Yolculuk bu sefer Doğu mistizminin ve hippy felsefesinin kaynağınadır. Hindistan, Nepal, İran, Kuzey Afrika uğradığı yerlerdir.
Yurtdışından döndükten sonra doğu etkilenimli çalışmalarına yer vermeye başlar. Bunlardan en önemlileri, hemen hemen bütün Türkiye'nin çok iyi bildiği 'Şaşkın', 'Arap Saçı', 'Fesuphanallah' gibi çalışmalardır. Bu dönemde bu tarz çalışmalara ağırlık vermesinin yanında 'Krallar', 'Hadi Hadi Oradan' gibi rock çalışmaları, hatta başlı başına rock parçalarından oluşan 'Elektronik Türküler' adında bir tane de LP yapan Koray, 1974-1977 yılları arasını böyle geçirdi. 1977 yılında,70'lerde Türkiye'de kurduğu son rock grubu olan 'Erkin Koray Tutkusu' isimli grubunu kurup, bu grupla aynı adı taşıyan bir rock LP'si çıkarttıktan sonra uzun süreler ortadan kayboldu Erkin Koray. Uzun bir süre yurtdışında yaşamak üzere Koray'ın Türkiye'yi terk etmesinin birçok nedeni vardı. Bunun en önemli nedeni, 70'lerin ikinci yarısında Türkiye'de cereyan etmiş politik gerginlikler ve bu gerginliklerin ülkeyi müzik yapılamayacak hale getirmesiydi.
12 Eylül Darbesinin haberini yurdışındayken alır. 1981 sonlarında yurda dönmeye karar verir. Bu dönemdeki Orhan Gencebay - Erkin Koray arabesk-pop çalışmaları Türkiye gerçeğini vurgular. Bu çalkantılı dönemde politikaya soyunmaya karar verir. Ama kıyısından döner. Yurtdışından döndükten sonra uzun bir süre tamamen solo çalışmalar yapan Erkin Koray'ın bu dönemdeki en ünlü çalışması şüphesiz 'Çöpçüler'dir.
90'larda zaman zaman çalışır, ama daha çok kızıyla ilgilenir. Israrla okula yollamaz. Sisteme tavrını birkezde burda koyar. Uzun süre İstanbul'a uğramayan Erkin Bodrum'da Estarabim adlı bir bar açar. Hem işletir, hemde şarkı söyler. Bu dönemde yayın hayatına başlayan binlerce özel radyo'da 'erkin koray klasikleri yayınlanmaktadır.
Yeni nesil yeni seçim' dönemidir. Pop müziğinde patlamalar yaşanmaktadır. Bu dönemde piyasada o kadar çok pop müziği albümü ve sanatçısı vardır ki sanırsınız pop sanatçısı üretim çiftlikleri kurulmuş da adlarını bile bugün anımsıyamadığımız bu kişiler buralarda üretilip yeni seçimlerde bulunacak olan yeni nesil'in kullanımına sunuluyor. Bu patlamalar daha sonraki yıllarda 'Halk Müziği' Rock ve Nostalji olarak devam etmiştir. 1996 yılında tüm bu patlamaların ortasında uzun bir suskunluk dönemi sonrası 'Gün Ola Harman Ola' albümüyle Erkin Koray yeni şarkılarını yeni nesil için söyler. 59 sene kolay geçmemiştir Erkin Baba için. Sokak kavgaları, konserler, turneler, seyehatler, hastalıklar... Fakat bu güne kadar ilk günkü çizgisini sürdürmüştür. Erkin koray için ' Rock bir müzik türü değil, bir hayat tarzıdır.' Devlerin Nefesi isimli son albümünü Haziran 1999'da çıkaran Erkin Koray, şu an İzmir'de yaşamaktadır....
'Kalktı göç eyledi..' Cem Karaca tarafından bestelenmiştir.
Bir rivayete gore, 1972'de Deniz Gezmis, Yusuf Arslan ve Hüseyin İnan'ın idam haberinden sonra radyoda bu türkü çalmış ve şarkı çok popüler olmus o sayede.
19'uncu yüzyılda yaşadı. Asıl adı Veli. Türkmen aşıklarının önde gelenlerinden. Kul Mustafa mahlasını kullanan Aşık Musa'nın oğlu. Az da olsa eğitim aldı. Avşar beylerinden Küçük Alioğlu ile Kozanoğlu'nun yanında imamlık, katiplik yaptı. Şiirlerinde göçerlik koşullarını, döneminde orta Anadolu'da hüküm süren aşiret kavgaları ve aşiretlerin Osmanlı ile savaşlarını yansıtır. Dili Anadolu Türkmen boylarının kullandığı halk Türkçesidir. Asıl ününü kavga türküleri ile yaptı. Yüz kadar şiiri sözlü kaynaklardan derlenerek günümüze kadar ulaştı.
* hayatı ve dünyayı kendi küçük dünyaları ile sınırlı tutanlar bizi anlamazlar.
* insanlar birbirlerine yahut haksız mala, meşru olmayan
* paraya veya rütbe ve mevkilere yiyecek ve içeceklere ibadet ediyorlar da, allah’a ibadet ediyoruz sanında bulunuyorlar. bütün namazlar ve niyazlar ahlâkın düzeltilmesi için iç yüzün arınlanması için birer vasıtadan ibarettir. hakiki ibadetin hiç bir vakit kayıt ve şartı yoktur. hangi tarzda yapılırsa yapılsın, tanrının dileğine uygun olur. ibadetin temeli maksudun hak olmasıdır. bir cemaatte bu temel bulunmayınca yaptıkları ibadetler de kaybolur. yalnız kötü toplantılar kalır. fenalık üzerinde toplananlardan sen hemen uzaklaş.
* çirkin işlerle uğraşan insanlar hak’tan uzaklaşmışlardır. cehennem işte budur. cennetle cehennemi başka yerde aramak saçmalıktır. insanlar eylemleriyle, düşünce ve fikirleriyle güzeli ve iyiyi bulabildikleri oranda hak’la kavuşmuşlardır.
* insanlar müslümanlıktan önce somut bir puta taparlardı, çağımızda ise hayali bir puta tapıyorlar. belki bir gün hak kendisini gösterirde hak olarak ona taparlar.
* gerçek tasavvufçu, hiç bir insan gözünün görmediği, kulağının işitmediği, gönlünün sezmediği şeyhleri bilir. onları halka, kafalarının alabileceği şekilde anlatır. ama aslını içinde gizler. eğer halk bunu öğrenirse, kendisini öldürür.
* tanrı dünyayı yarattı ve insanlara verdi. demek ki; dünyanın toprağı ve bu toprağın bütün ürünleri insanların ortak malıdır. ben senin evinde kendi evim gibi oturabilmeliyim, sen benim eşyamı kendi eşyan gibi kullanabilmelisin. çünkü bütün bunlar hepimiz içindir ve hepimizin malıdır.
* tarih, gelecek için kavga verip, yitmiş bile olsa, insanlık için vuruşanları hiç unutmaz.
* ibadet etmekten amaç; ezeli ve büyük varlığa gönüllerin yönelmesi ve kapılmasıdır. yoksa dünya umuruna dalmış bir kalp ile bin sene namaz kılmış, oruç tutmuş olsan, bundan dolayı hiç bir sevap ve mükâfat kazanamazsın.
* ölmezden önce ölmek, dünyanın zevklerinden ve hayvani hırs ve şehvetlerinden sakınmaktır. onu yapabilen insan, şüphesiz ki; hakiki varlık ile birleşir. ve sonsuz hayat ile diri olur. ancak insanlar dünyanın bin bir türlü çekici ve aldatıcı zevkinden, çeşit çeşit yakıcı hırslarından ayrılmadıkları için buna gönül vermezler...
Sadece Adalet Bakanlığı'nın yayınladığı verilere bakacak olursak:
650 bin kişiyi gözaltına aldılar, 650 bin kişiye en ağır işkenceleri yaptılar, 650 bin kişinin iradesini kırmaya, kimliksizleştirmeye ve kişiliksizleştirmeye dönük işkence, baskı ve yaptırım politikalarını Askeri cezaevlerinde on yıl ve daha fazla bir süre devam ettirdiler.
Emir-komuta ilişkilerine dayalı bir adalet anlayışıyla 98.404 kişiyi askeri mahkemelerde yargıladılar.
İşkence ürünü sahte delillere dayalı hükümlerle 21.764 kişiye milyonlarca yıl ceza verdiler.
7000 kişi hakkında idam istediler. 517 kişiye idam cezası verdiler.
124 kişinin idam cezası Askeri Yargıtay tarafından onaylandı, 50 kişiyi astılar.
29 bin kişiyi vatandaşlıktan çıkardılar.
14 bin kişiye yurda dön çağrısı yaptılar ve akabinde hemen hepsini vatandaşlıktan çıkardılar.
388 bin kişiye pasaport vermediler.
1 milyon 863 bin kişiyi fişlediler. Sadece fişlenenlerin değil, çocuklarının da geleceğini ipotek altına aldılar.
Bu süre zarfında 14 kişiyi cezaevlerindeki açlık grevlerinde, 16 kişiyi kaçarken, 17 kişiyi çatışmalarda öldürdüler.
74-80 döneminde 5000 kişinin öldürüldüğünü, binlerce kişinin yaralandığını, yüz binlerce kişinin ata topraklarından göçmek zorunda bırakıldığını tüm bu rakamlara katarsak, 78 kuşağının verdiği kaybın, ödediği bedelin, yaşadığı linçin boyutları hakkında herhalde kaba bir fikir edinmiş oluruz.(www.78liler.com)
Üyesi olduğu THKO'nun ilk bildirisi: İDEOLOJİSİ! :
' Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu halkımızın bağımsızlığının silahlı mücadele ile kazanılacağına ve bu yolun tek yol olduğuna inanır.
Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu bütün yurtseverleri bu kutsal mücadele saflarına çağırır ve hainlere karşı giriştiği kavgada son savaşçısına kadar devam edeceğini bildirir.
Amacımız Amerika'yı ve tüm yabancı düşmanları temizleyerek, hainleri yok etmek ve düşmandan temizlenmiş tam bağımsız Türkiye'yi kurmaktır.
Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu ezilen halkımızın öncü gücüdür, halkımızın kurtuluşu dışında hiçbir harekete girişmez.
Halkımıza şunu duyuruyoruz. Düşmanın zenginliğine, sayısına, imkanlarına ve dehşetine aldanmayınız. Düşmana boyun eğmeyiniz, haklarımızı zorla alacağız, çünkü onlar her şeyi bizden zorla alıyorlar.
Bütün Yurtseverler: Şerefsiz yaşamaktansa şerefle ölmek, yalvarmak yerine zora başvurmak, başkasına değil kendine ve kendin gibi olanlara güvenmek, nerede ve nasıl olursa olsun hainlere boyun eğmemek parolamızdır.
Devrimciler: Barışçıl şartlar içinde mücadele metodlarını bırakınız. Halk kitlelerini kurtuluşa götürecek olacak olan şiddet politikasını temel alan silahlı mücadeleye THK Ordusu'nun saflarında katılınız. Ulusal kurtuluş savaşının haklı bayrağını emperyalizmin saldırgan politikasına karşı hep beraber dalgalandıralım.... '
1970 li yılların Türkiye'sindeki sosyalizm adına yapılan mücadeleler, Kızıldere olayı, Ertuğrul Kürkçü, Mihri Belli, Yusuf Küpeli gibi dönemi devrimci liderleriyle yapılan söyleşiler, yapılan hatalar vs. Uğur Mumcu'nun 'ÇIKMAZ SOKAK' isimli kitabında yeralıyor.
Tren ve siyaset faciası:
Hızlandırılmış tren kazası üzerine yazılması gereken hemen hemen her şey yazıldı. Umarım, yazılanlar çizilenler kısa sürede unutulmaz, AKP hükümetine muhalefet aracı sınırlarına çekilmez, tartışma devam eder. Neyin tartışması mı? İnsan canının değeri, 'hizmet' klişesi altında yürütülen, 'iş bitirici', şuursuz, siyasi şov anlayışı, kamu yararı, altyapı kavramı gibi konularda genişletilmesi ve derinleştirilmesi gereken tartışma.
17 Ekim 2000'de İngiltere'de, Hatfield'de bir tren kazası oldu, dört kişi hayatını kaybetti ve İngiltere'de yer yerinden oynadı, iki yıl boyunca bu konu tekrar tekrar ve sıklıkla gündeme geldi, hâlâ o kazaya gönderme yapan tartışmalar oluyor. Söz konusu hatta, tren işletmesi, Railtrack adlı bir şirkete satılmıştı. Özelleştirmeyi yapan, bir önceki muhafazakâr hükümetti, buna rağmen neredeyse hükümet sarsıldı. Dahası, kazadan sonra, her şey yeni baştan tartışılmaya başlandı. Bırakın şirketin yüklenmesi gereken sorumluluğu, özelleştirme konusu topyekûn tartışılmaya, yeniden devletleştirme önerileri yapılmaya başlandı. Nitekim, şirket iflasa sürüklendi, bir nevi yeniden kamulaştırma uygulamasına maruz kaldı. Her olayda, 'muasır medeniyet' timsali Batı ülkelerinden örnek vermek
hiç hoşuma gitmiyor, ama zaman zaman bu tür karşılaştırmalar, daha doğrusu hatırlatmalar yapmak şart. Hem, bu hükümetin en büyük ihtirası AB üyeliği ya, bu bakımdan da belki anlamlı olur. Hoş, hükümetin, bu kazaya ilişkin tutumundan rahatsız olunduğu haberine rağmen, ben, AB çevrelerinin, bu konuya, 'kültürel haklar' konusu kadar titizlenmeyeceklerini düşünüyorum, inşallah yanılırım, o da ayrı konu.
'Demokratikleşme' kahramanı iktidarın zihniyet dünyası, Başbakan'ın ve ilgili bakanın, kaza ve medyaya yansıyışı konusunda verdiği tepki ile gözler önüne serildi. Bırakın, demokratik tahammülü, bu adamların, sıradan, nezaket dairesinin gerektirdiği, eleştiriye tahammül ve başarısızlık konusunda tevazudan ne kadar uzak oldukları ortada. Muhalefetin, bu kazayı muhalefet bayrağı yapmış olması ve bu konuda tutturduğu üslup sorunlu ama hiçbir şekilde bahane olamaz.
Bu arada, hükümetin sergilediği genel anlayış ve üslup meselesine dalıp, olaya ilişkin somut sorun ve soruları unutmuş olmayalım. Bu konuda uyarıda bulunan bilim adamlarının görüşleri medyada yer aldı. Diğer taraftan, kaza gecesi, TRT 1'de, itirazları dolayısıyla emekliye ayrılmaya zorlandığını ima eden eski makinist Hüseyin Savak konuştu. Bu konuların da peşine düşsek diyorum. Bu olay etrafında susturulan, emekliye sevk edilenler var mı merak ediyorum.
Diğer taraftan, 25 Temmuz tarihli Milliyet gazetesinde, 'TAYYİP Erdoğan'ın dünürü ORHAN UZUNER'in, ray bağlantısı ihalesini alan şirketin genel müdürü olduğu, daha doğrusu, İstanbul Büyükşehir Belediyesi ULAŞIM A.Ş.'de mühendis olarak çalışırken, DÜNÜR olduktan sonra, bu şirkete (Uzka) Genel müdür olarak geçtiği haberi yayımlandı. Ben araştırmacı gazeteci değilim, detayları bilemiyorum, ama gazeteden okuduğum kadarıyla olay çok sevimsiz. Aslı astarı nedir, merak ediyorum.
Son olarak, beni her şeyden çok rahatsız eden, İslami-muhafazakâr medyanın gösterdiği tepki oldu. Her şeyden çok rahatsız eden diyorum, çünkü, ne yazık ki, diğer sorunlar, ne parti olarak AKP'ye ne onun iktidarına özgü sorunlar değil, tüm kitle partilerinin ve onların iktidarıyla yaşadığımız sorunlar. İşin kötü tarafı, tekrarlanıyor olmaları, o kadar. Diğer taraftan, İslami-muhafazakâr medya ve mensuplarının olaya ilişkin savunmacı tepkileri, Türkiye'de demokratikleşme açısından, hükümetin tavrından da önemli. Bu derin konuya, örneklerle, perşembe günü değinmeye çalışacağım.
Uğur Mumcu katledildikten sonra cinayet ertesi günkü gazetelerde hemen radikal dinci örgütlerin üstüne atılmıştır.Bu, o zamanlar(1993) Türkiyede siyasal islamcıların(RP) yükselişine darbe vurmak amacıyla yapılmış olabilir.
Ve ne tuaftırki Uğur Mumcu Onu çok da iyi tanımayan, kitapları hakkında bilgisi olmayan büyük kitlelere sanki kitaplarının çoğunda LAİKLİK'ten bahsetmiş gibi, hayatı boyunca sadece LAİKLİK ile ilgili yazılar yazmış gibi gösterilmiştir.
Oysa böyle değildir.Mumcu'nun 'sadece Laiklik' üzerine durduğu kitabı yoktur.O'nun mücadelesi daha çok EMPERYALİZME, KAPİTALİZME karşı BAĞIMSIZLIKÇI bir mücadeleydi.
Ve Uğur Mumcu, Atatürk'e olduğu kadar özgürlükçü/güleryüzlü sosyalizm'e de gönülden bağlıdır.
Fanatikler genelde bağlı oldukları kişi-görüş, siyasi ideoloji vb.şeylerin ne kadar doğru ne kadar yanlış olup olmadığı konusunda yeterli araştırma yapmadan-bilgi sahibi olmadan, sağdan soldan duyduklarıyla bu fikirlere saplanırlar.
Uzun, geniş, tarafsız bir araştırma-inceleme sonrasında bir fikir-düşünce edinenler çok fazla fanatik olmazlar.Çünkü karşıt görüşlü kişileri daha iyi anlarlar, saldırgan tavırlar göstermezler.
Şu ayrımı iyi yapmak gerek; fanatizm, içinde 'saldırganlık/karşısındakini dinlememe' yi de barındırır.Demokrat değildir, dik kafalıdır.
Oysa dik kafalı olmadan da, saldırgan olmadan da görüşlerinizi karşıt görüşlü kişilere anlatabilirsiniz.Bunun adı fanatizm değildir.'İdealistlik ve demokratlık' olabilir belki..
'Hızlı tren, seferini başarıyla tamamladı', sıra nükleer santrallara geldi!
Başbakan'ın bugün için 'dünyanın nükleer santral cenneti' (cehennem ise şimdilik senaryo!) Fransa'ya göz kırparken masaya koydukları.
Hükümet, hükümet olmadan önce nükleer santral hevesini açıkça ifade etmiyordu; şimdi 'kararlı.'
Kararlı iseniz, gerekçe bulmak zor değil. Enerji açığı, daha da büyüyecek olması, dışa bağımlılık, hidrolikte sınıra dayanmak, dünyada fosil yakıt rezervlerinin sınırı, termik enerjinin çevreye etkisi, doğalgaz fiyatı, nükleer teknoloji umudu, 'Çernobil'in kaza olduğu' (hatta 'takdir-i ilahi' denebilir) , nükleerin küresel ısınmanın tehlikelerine karşı tek çare sayılması vesaire.
Karşı iseniz de yeterince gerekçe, korku, endişe var.
Çernobil'i insan işi ve hatası, nükleer tuzak kabul etmek, radyoaktif atıkların insan hatası kollayan, çevreyi sızım sızım tüketen canavarlar olduğunu düşünmek, bir santralın kapatılmasının neredeyse yapılması kadar masraflı olduğunu bilmek, dünya uranyum rezervlerinin de sonsuz olmadığını, bu hızla yüzyılın sonunu, daha fazla hızla 'sondan bir önce'yi ancak görebileceğini tahmin etmek. Ve alternatif, yenilenebilir enerji istemek.
***
En iyisi size şu andaki dünya nükleer santral piyasasının durumunu aktarayım.
Kim kararlı, kim kararsız, kim hevesli, kim caymış siz görün.
Hükümet ve bürokrasi de, bundan bin sonuç çıkarsın.
Vereceğim sayılar, nükleer enerji lobisinin, yani şirketlerin öncü birliği 'Dünya Nükleer Enerji Birliği'nin dökümlerinden.
Sayılar, santraldan ziyade reaktör. İşleyenler, durdurulanlar ile kapatılanlar daha çok reaktör sayısını gösterirken, planlananlar yahut vazgeçilenler ise santrala ilişkin.
Her reaktöre ilişkin ayrıntı bulmak da mümkün. Şu anda dünyada işleyen nükleer reaktörlerin sayısı şöyle:
ABD 98, Fransa 59, Japonya 53, Rusya 30, İngiltere 24, Güney Kore 18, Almanya 17, Hollanda 16, Çin 15, Hindistan 14, Ukrayna 13, İsveç 11, İspanya 9, Belçika 7, Çek Cumhuriyeti 6, Slovakya 6, İsviçre 5, Finlandiya 4, Macaristan 4, Bulgaristan 4, Brezilya 3, Arjantin 2, Pakistan 2, Litvanya 2, G. Afrika 2, Meksika 2, Ermenistan 1, Hollanda 1, Romanya 1, Slovenya 1.
Tekrar hatırlatayım: Bazı santrallar 2, 3, 4, 5 hatta 6 reaktörlü.
***
Kapatılan, durdurulan yahut projesi iptal edilenlerin sayısı ise şöyle:
ABD 101, Almanya 30, İngiltere 21, Rusya 18, Ukrayna 14, İtalya 14, İspanya 12, Fransa 11, Japonya 11, Kanada 8, Bulgaristan 5, Romanya 4, Polonya 4, İsveç 3, Küba 2, Filipinler 2, Arjantin 1, Litvanya 1, Libya 1, Belarus 1, Lüksemburg 1, Çek Cumhuriyeti 1, Avusturya 1, Ermenistan 1, Kazakistan 1, Slovakya 1, Belçika 1, Hollanda 1, İsviçre 1.
Bunların kimi reaktör, kimisi bütünüyle santral.
***
Peki, kimler yeni santral planlama aşamasında? Japonya 12, Güney Kore 6, İran 5, Hindistan 4, Rusya 2, Çin 2, Brezilya 1, Bulgaristan 1, Pakistan 1, Mısır 1, Endonezya 1, Kuzey Kore 1, Finlandiya 1... ve Akkuyu ile Türkiye.
Plan tamam da, fiilen inşa edilmekte olanlar nerede?
Hindistan 9, Çin 4, Rusya 3, Ukrayna 2, Güney Kore 2, Japonya 2, Slovakya 2, Romanya 1, İran 1, Kuzey Kore 1.
Sayılar nasıl küçülüverdi, Japonya ve biraz Rusya dışında coğrafya nasıl değişiverdi, değil mi?
ABD neden onca reaktörü kapattı, fiilen 'nükleer santral moratoryumu' ilan etti; Almanya neden sıvışıyor, Avusturya neden vazgeçti, İspanya neden kaçmaya çalışıyor, Norveç niçin hiç bulaşmadı, İngiltere niye hafifliyor?
Piyasa neden bu denli daraldı? Kala kala kimlerde heves kaldı? NEDEN!
Rosa Luxemburg 5 Mart 1871’de Polonya’da doğdu. O sıralarda Polonya çarlık Rusya’sının işgali altındaydı. Yahudi bir ailenin çocuğu olan Rosa ailenin beş çocuğundan biriydi. Bir dönem sonra ailesi geçim sıkıntısına düşünce Varşova’ya taşınan Rosa, lise öğrenimini burada bitirir. Mücadeleyle de lise yıllarında tanışır. Buradaki faaliyetlerinden dolayı çarlık polisinin hedefi haline gelir. Bunun üzerine İsviçre’ye geçen Rosa üniversite eğitimine başlar. Daha sonra ise işçi hareketinin güçlü olduğu Almanya’ya geçer ve Alman Sosyal Demokrat Parti içerisinde mücadele eder. Partiye büyük katkıları olan Rosa, aynı zamanda teorik çalışmalarıyla da dikkat çeker.
ASDP içerisindeki sağ oportünist yaklaşımlarla mücadele eder ve marksist bir çizgiyi savunur. Bu fikirleriyle sağ kanadın tepkisini çeker.
1906’da Rusya’ya geçer. Rus devriminde aktif rol oynar ve bir süre tutuklu kalır. Daha sonra Almanya’ya döner ve burada öğrendiklerini parti içinde tartışmaya başlar.
1907’de RSDP’in yaptığı ve Bolşevik-Menşevik ayrışmasının yaşandığı kongreye Polonya delegesi olarak katılır ve Bolşevikleri destekler. ASDP’nin oluşturduğu parti okulunda yüzlerce öğrenciyi marksist parti saflarına katar.
1914’de Almanya emperyalist savaşa katılır ve Alman devleti savaş bütçesini parlamentodan onaylamaya ihtiyaç duyunca ASDP buna onay verir. Rosa, Karl Liebknecht ile birlikte buna karşı çıkar ve bunun teşhirini yapar. Bunun üzerine Rosa Alman devleti tarafından tutuklanır ve 1918’e kadar cezaevinde kalır.
Almanya 1. Emperyalist paylaşım savaşında yenilince ülkede kitle hareketi de yükselmeye başlar, bir çok yerde işçi ve asker Sovyetleri kurulur. İktidara sağcı Sosyal Demokratlar gelir. Rosa ve Karl ise Spartakist grubu olarak aktif mücadeleye geçer, kurulan cumhuriyete karşı “Sovyet Cumhuriyetini” savunur ve Aralık 1918’de Rosa önderliğinde Alman Komünist Parti kurulur.
1918’de Berlin’de gelişen Spartakist ayaklanmasına AKP önderlik eder. Ancak AKP’nin zayıf olması ve ayaklanmanın diğer yerlere taşınamaması nedeniyle yenilir. Bir çok komünist öldürülür. Rosa ise Karl Liebnecht’le birlikte hareketi yeniden toparlamaya çalışır. Bunun üzerine çareyi hareketin önderlerini yok etmekte gören devlet, Rosa ve Karl’ı kafasını dipçikle ezerek katlederler. Rosa sadece Alman Komünist hareketine değil, dünya devrimine katkılar sunan büyük bir devrimci kadın önderdir.
M.Çayan ve arkadaşı Hüseyin Cevahir, Maltepe Direnişi sırasında rehin aldıkları Sibel Erkan'ı bırakmayacaklarını, teslim de olmayacaklarını evi saran polise bildiriyorlardı.Ellerindeki rehineye son derece iyi davranıyorlardı.
Sibel Erkan daha sonra mahkemede verdiği ifadede de bunu teyit ederek 'Çayan ve Cevahir'in kendisine iyi davrandıklarını' söylüyor, mahkemede tanıklık yaparken onlardan 'Hüseyin ağabey, Mahir Ağabey' diye sözediyor, kendisine kurşunlardan uzak bir yer hazırladıklarını söylüyordu.
DOĞAN YAYIN HOLDİNG A.Ş in en önemli gazetesinin yazarlarından Emin ÇÖLAŞAN'ın 10 MART 2004 günü Hürriyet gazetesinde TAYYİP hakkında yazdığı yazı:
Başbakan'ın şirketleri vergi affında!
SEVGİLİ okuyucularım, bundan birkaç gün önce Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve Maliye Bakanı Kemal Unakıtan'ın oğlunun şirketleri ve özellikle kendileri tarafından devlete ödenen vergi miktarını sormuştum.
Aradan günler geçti, ses yok! Demek ki vergilerini açıklamak istemiyorlar! CHP Diyarbakır milletvekili Mesut Değer bu konuyu Meclis gündemine taşıdı. Önerge verip bu soruların yanıtını istedi. TBMM Başkanı Bülent Arınç önergeyi uygun bulup işleme koyduğu takdirde rakamları öğreniriz. (Çünkü bazı önergeleri geri çeviriyor.)
Ortada tuhaf bir durum var. Bir başbakan kendisinin, maliye bakanı oğlunun vergilerini gizleyince, akıllara başka sorular geliyor.
Şimdi konunun bir başka boyutuna bakalım, bazı rakamları gündeme getirip Recep Tayyip Erdoğan'a yeniden soralım. Soruların özü şu:
‘‘İktidarınız tarafından çıkarılan vergi affı yasasına sizin şirketleriniz de girdi mi? Girdiyse niçin? ’’
Bu aşamada elimdeki verileri sizlere aktarayım. Eğer bir yanlışım varsa, Başbakan veya ilgili kişiler açıklama gönderir ve size buradan iletirim.
Maaşıyla geçinemediğini, o nedenle ticaret yaptığını söyleyen Başbakan'ın ortak olduğu 4 şirket var. Bunlar Ülker bayiliği, gıda alım satım ve dağıtımı yapıyor. Son olarak Yenidoğan Pazarlama A.Ş. Aralık 2003'te kuruldu. Bu şirketin şu anda vergiyle ilişkisi yok. Öteki 3 şirketine bakalım. Rakamları yuvarlak veriyorum:
***
Emniyet Gıda San. ve Tic. A.Ş: 1999 için 74 milyar kazanç gösterip 19 milyar vergi ödemiş. 2000 yılı beyannamesinde vergiye tabi geliri yok. 2001'de 850 milyar, 2002'de 1 trilyon 127 milyar kazanç bildirmiş. AKP Şubat 2003'te vergi affı yasası çıkarınca başvuruda bulunup matrah arttırımı denilen inceleme affından yararlanmış. Bu ne demek? Bir şirket herhangi bir nedenle vergi incelemesinden kurtulmak istiyorsa, incelenmesinden korktuğu yıllar için yasada yazılı tarifeye göre ek bir vergi ödüyor ve o yıllar için vergi incelemesi yapılmıyor. Yani bu şirket trilyonlarca lira vergi kaçırmış bile olsa, incelemeden kurtulmuş oluyor! Hiçbir güç bir lira bile ceza kesemez.
İhsan Gıda Pazarlama Ltd. Şirketi: Başbakan'ın bu şirketi de AKP'nin vergi affından yararlanmış. ‘‘1998-2001 dönemini incelemeyin’’ diye ek para yatırmış ve af kapsamına girmiş. Aynı şirket 2000 ve 200l yıllarında ‘‘Vergiye tabi bir kuruş bile kazancım yok’’ diye beyanda bulunmuş! Gelir olmayınca vergi de ödememiş! Ancak yine de vergi incelemesinden kurtulmak istemiş ve af yasasındaki asgari tarifeye göre 2000 yılı için 8, 2001 yılı için 11 milyar lira gelir (matrah) beyan edip 1998 ve 1999 yıllarıyla birlikte af yasası vergisini ödemiş!
Böyle olunca da, Başbakan'ın ortak olduğu bu şirket de 1998-2001 dönemini kapsayan vergi incelemesinden otomatik olarak kurtulmuş. Bu şirketler trilyonlarca lira vergi kaçırmış bile olsa bunun hesabı artık sorulmayacak, bir liralık bile vergi ve ceza kesilmeyecek! .. Çünkü inceleme muafiyeti kazanmış oldu.
İhsan Gıda Pazarlama A.Ş: Bundan öncekiyle ismi aynı. Ancak önceki limited, bu anonim şirket. Bu şirketin vergi affı açısından durumu da, öncekilerle aynı! 1997-2001 döneminde 20 ila 82 milyar lira kazanç gösteriyor. Kazancı 2002 yılında 204 milyar liraya fırlıyor. Şirket aynı yöntemle af yasasından yararlanma başvurusu yapıyor, istenen en düşük vergileri ödüyor ve bu yolla vergi incelemesinden kurtulmuş oluyor.
Şirketlerin tamamının vergi affından yararlanması acaba rastlantı mı!
***
Başbakan'ın şirketlerinden gelir elde edebilmesi, bu şirketlerin kár dağıtmasıyla mümkün oluyor. Alınan kár payının da Erdoğan tarafından vergi dairesine beyan edilip gelir vergisi ödenmesi gerekiyor. (Aynı durum Unakıtan'ın oğlu için de geçerli.) Bu anlamda bir gelir vergisi ödendiğine şu dakikaya kadar rastlanmadı. Kendileri de burada yaptığım çağrıya uyup ‘‘Şu yıllarda şu kadar kazandık (ya da zarar ettik) şu kadar gelirimiz oldu, şu kadar vergi ödedik’’ demediler!
Çağrımı burada yineliyorum. Lütfen bu sorulara kamuoyu önünde net ve somut yanıt versinler. Devleti yönetenlerin ödenen (veya ödenmeyen) vergilerini gizlemesi yakışık almıyor. Böyle bir konuda suskun kalma hakları yok.
Ve son soru: İktidar vergi affı yasasını hangi nedenle ve kimler için çıkarmış? !
-
Bu köşe yazısından sonra Aydın Doğan tarafından Çölaşan'a izne çıkması tavsiye edilmiştir.Bundan yaklaşık 1 hafta sonra Çölaşan tekrar Hürriyette yazmaya başlamıştır.
DOĞAN YAYIN HOLDİNG A.Ş in en önemli gazetesinin yazarlarından Emin ÇÖLAŞAN'ın 10 MART günü Hürriyet gazetesinde TAYYİP hakkında yazdığı yazı:
Başbakan'ın şirketleri vergi affında!
SEVGİLİ okuyucularım, bundan birkaç gün önce Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve Maliye Bakanı Kemal Unakıtan'ın oğlunun şirketleri ve özellikle kendileri tarafından devlete ödenen vergi miktarını sormuştum.
Aradan günler geçti, ses yok! Demek ki vergilerini açıklamak istemiyorlar! CHP Diyarbakır milletvekili Mesut Değer bu konuyu Meclis gündemine taşıdı. Önerge verip bu soruların yanıtını istedi. TBMM Başkanı Bülent Arınç önergeyi uygun bulup işleme koyduğu takdirde rakamları öğreniriz. (Çünkü bazı önergeleri geri çeviriyor.)
Ortada tuhaf bir durum var. Bir başbakan kendisinin, maliye bakanı oğlunun vergilerini gizleyince, akıllara başka sorular geliyor.
Şimdi konunun bir başka boyutuna bakalım, bazı rakamları gündeme getirip Recep Tayyip Erdoğan'a yeniden soralım. Soruların özü şu:
‘‘İktidarınız tarafından çıkarılan vergi affı yasasına sizin şirketleriniz de girdi mi? Girdiyse niçin? ’’
Bu aşamada elimdeki verileri sizlere aktarayım. Eğer bir yanlışım varsa, Başbakan veya ilgili kişiler açıklama gönderir ve size buradan iletirim.
Maaşıyla geçinemediğini, o nedenle ticaret yaptığını söyleyen Başbakan'ın ortak olduğu 4 şirket var. Bunlar Ülker bayiliği, gıda alım satım ve dağıtımı yapıyor. Son olarak Yenidoğan Pazarlama A.Ş. Aralık 2003'te kuruldu. Bu şirketin şu anda vergiyle ilişkisi yok. Öteki 3 şirketine bakalım. Rakamları yuvarlak veriyorum:
***
Emniyet Gıda San. ve Tic. A.Ş: 1999 için 74 milyar kazanç gösterip 19 milyar vergi ödemiş. 2000 yılı beyannamesinde vergiye tabi geliri yok. 2001'de 850 milyar, 2002'de 1 trilyon 127 milyar kazanç bildirmiş. AKP Şubat 2003'te vergi affı yasası çıkarınca başvuruda bulunup matrah arttırımı denilen inceleme affından yararlanmış. Bu ne demek? Bir şirket herhangi bir nedenle vergi incelemesinden kurtulmak istiyorsa, incelenmesinden korktuğu yıllar için yasada yazılı tarifeye göre ek bir vergi ödüyor ve o yıllar için vergi incelemesi yapılmıyor. Yani bu şirket trilyonlarca lira vergi kaçırmış bile olsa, incelemeden kurtulmuş oluyor! Hiçbir güç bir lira bile ceza kesemez.
İhsan Gıda Pazarlama Ltd. Şirketi: Başbakan'ın bu şirketi de AKP'nin vergi affından yararlanmış. ‘‘1998-2001 dönemini incelemeyin’’ diye ek para yatırmış ve af kapsamına girmiş. Aynı şirket 2000 ve 200l yıllarında ‘‘Vergiye tabi bir kuruş bile kazancım yok’’ diye beyanda bulunmuş! Gelir olmayınca vergi de ödememiş! Ancak yine de vergi incelemesinden kurtulmak istemiş ve af yasasındaki asgari tarifeye göre 2000 yılı için 8, 2001 yılı için 11 milyar lira gelir (matrah) beyan edip 1998 ve 1999 yıllarıyla birlikte af yasası vergisini ödemiş!
Böyle olunca da, Başbakan'ın ortak olduğu bu şirket de 1998-2001 dönemini kapsayan vergi incelemesinden otomatik olarak kurtulmuş. Bu şirketler trilyonlarca lira vergi kaçırmış bile olsa bunun hesabı artık sorulmayacak, bir liralık bile vergi ve ceza kesilmeyecek! .. Çünkü inceleme muafiyeti kazanmış oldu.
İhsan Gıda Pazarlama A.Ş: Bundan öncekiyle ismi aynı. Ancak önceki limited, bu anonim şirket. Bu şirketin vergi affı açısından durumu da, öncekilerle aynı! 1997-2001 döneminde 20 ila 82 milyar lira kazanç gösteriyor. Kazancı 2002 yılında 204 milyar liraya fırlıyor. Şirket aynı yöntemle af yasasından yararlanma başvurusu yapıyor, istenen en düşük vergileri ödüyor ve bu yolla vergi incelemesinden kurtulmuş oluyor.
Şirketlerin tamamının vergi affından yararlanması acaba rastlantı mı!
***
Başbakan'ın şirketlerinden gelir elde edebilmesi, bu şirketlerin kár dağıtmasıyla mümkün oluyor. Alınan kár payının da Erdoğan tarafından vergi dairesine beyan edilip gelir vergisi ödenmesi gerekiyor. (Aynı durum Unakıtan'ın oğlu için de geçerli.) Bu anlamda bir gelir vergisi ödendiğine şu dakikaya kadar rastlanmadı. Kendileri de burada yaptığım çağrıya uyup ‘‘Şu yıllarda şu kadar kazandık (ya da zarar ettik) şu kadar gelirimiz oldu, şu kadar vergi ödedik’’ demediler!
Çağrımı burada yineliyorum. Lütfen bu sorulara kamuoyu önünde net ve somut yanıt versinler. Devleti yönetenlerin ödenen (veya ödenmeyen) vergilerini gizlemesi yakışık almıyor. Böyle bir konuda suskun kalma hakları yok.
Ve son soru: İktidar vergi affı yasasını hangi nedenle ve kimler için çıkarmış? !
-
Bu köşe yazısından sonra Aydın Doğan tarafından Emin Çölaşan'a izne çıkması tavsiye edilmiştir.Bundan yaklaşık 1 hafta sonra Çölaşan tekrar Hürriyette yazmaya başlamıştır.
3 Milyon kişinin soruşturmadan geçirildiği, 650 bin kişinin gözaltına alındığı 12 Eylül terör döneminde bireylere yönelik şiddet ve baskı, toplumsal alanda sola ilişkin her türden düşünce, istem, özlem, davranış biçimi, değer yargısı vb.'nin yokedilmesine yönelik bir şiddet ve baskıya dönüştürülmüştür.
'Türk Mukavemet Teşkilatı', 27 Temmuz 1957'de Burhan Nalbantoğlu, Rauf DENKTAŞ ve Kemal Tanrısevdi tarafından Lefkoşa'da kuruldu.
1 Nisan 1955'de faaliyete geçen ve Türklere saldırmaya başlayan, Türk köylerini yakıp yıkan, EOKA tedhiş örgütüne karşı Türk halkının savunmasını yapacak bir örgütlenme gereksinimini duyan Kıbrıs Türkleri, önceleri çeşitli mukavemet grupları oluşturmuştu. Bunlar arsında en etkili olanı VOLKAN'dı.
Ne var ki bu mukavemet grupları dağınık, küçük ve eğitimsiz oldukları için, askeri bir yapıya sahip EOKA karşısında, Türk Halkının savunmasını yapabilmeleri olası değildi...
TMT, işte bu gereksinimden doğmuş ve dağınık olarak faaliyet gösteren küçük mukavemet gruplarını birleştirerek, tüm adaya yaygın, her Türk köyünde varlık gösteren güçlü bir mukavemet örgütü olmuştu.
köroğlu
27.07.2004 - 17:17Ünlü bir destana konu olmuş bir halk kahramanıdır. Bu isimde 16. yüzyılda yaşamış bir halk şairi de vardır. Ama tarihî kişiliği bilinemeyen, asıl Köroğlu, 17. yüzyılda Bolu havalisinde yaşamış, sonradan ünü bütün Anadolu'ya yayılmıştır. Babası da Bolu beyi tarafından gözlerine mil çektirilerek cezalandırıldığı için Köroğlu diye tanınmıştır. Zulme karşı ayaklanarak halkın hakkını koruması, onu destansı bir kahraman haline getirir.
17. yüzyıl, Osmanlı İmparatorluğu tarihinde merkeze bağlı olmayan teşkilâtın iyice meydana çıktığı, buna karşılık, saraya bağlı, sadrâzama bağlı beylerin, valilerin de yer yer başlarına buyruk olarak halka zulmedebildikleri bir devirdir.
İşte böyle bir devirde Bolu Beyi Süleyman Bey, kendisine bunca yıl hizmet etmiş seyislerinden birine fena halde kızarak gözlerine mil çekilmesini emretmişti. Bolu Bey'i son derece katı yürekli, zalim bir adamdı. Her ne kadar kendisini sevenler araya girdilerse de dediğinden dönmedi. Buyruğunu vaktinde yerine getirmemiş olan zavallı seyisin gözleri kör edildi ve sıska bir ata bindirilerek kaleden dışarı atıldı.
Yaralı seyis at sırtında yolda kalınca sesini çok iyi tanıyan atının kulağına eğildi ve:
– Dünya bana zindan oldu, beni köyüme götür... dedi.
Az gittiler, uz gittiler, dere tepe düz gittiler, sonunda seyisin köyüne vardılar. Uzaktan at sırtında yığılı babacığının geldiğini gören on beş yaşındaki oğlu, ermiş yetmiş bir insan gibi onun ıstırabını anladı, koşup attan indirdi, anasının yanına getirdi. Seyis olanları “Hal ve keyfiyet böyle böyle” diye bir bir anlattı, oğulcuğundan öcünün alınmasını vasiyet ederek oracıkta ruhunu teslim etti.
Köroğlu, on beş yaşında ata bindi. Babasına verilen kır at canlandı, sıskalığı gitti, şahbaz bir hayvan oldu. Köroğlu, atına atladığı gibi dağlara çıktı. Kılıç kuşandı. Babasının intikamını almak üzere ant içti. Yolda rastladığı bir çobanın sazını alarak terkisine asmıştı. Kime rastlasa hayvanını durdurur, sazını eline alır, tıngırdatarak Bolu Beyinin zulmünü anlatırdı.
Her yerde aradığı bu zâlim adama günün birinde rastlayacağını biliyordu. Giderek hayvanı rüzgâr kesildi. Nerede bir yolsuzluk olsa köylü Köroğlu'na haber salardı. O da gelir, ortalığı düzene kordu.
Bir gün Çamlıbel'de konaklamıştı. Bir kervancının, yolcularından bir genç adamı soyup döverek uçuruma attığını gördü. Bir kılıçta kervancının başını uçurdu. Öteki adamlar kendisine hayır dua ettiler. Uçurumdan çıkardığı genç yolcu ise:
“Hayatımı kurtardın, gayri ben senin kulun kölenim” dedi. Köroğlu onun adının Ayvaz olduğunu, kervanın da Bolu, Beyine yük götürdüğünü öğrenince Ayvaz'ı yanına aldı. Beraber yola çıktılar.
Bir Köroğlu, bir Ayvaz, etrafı kasıp kavuran, fakir köylüyü haraca kesen zâlim Bolu Bey'ini bulmaya çıktılar. Şehre yaklaştıkları sırada bir kale vardı. Sabahın bir vaktinde kale mazgallarından hazin bir şarkı duydular. Bu şarkıyla bir genç kız kendisinin Bolu Beyi'nin kızı olduğunu, babasının sırf kimseyi sevmesin diye kendisini oraya kapadığını göz yaşları içinde anlatıyordu. Köroğlu sazı eline aldı, kıza sabırlı olmasını, dönüşte kendisini kurtaracağını söyledi.
Bolu'ya vardıklarında büyük bir alana halk toplanmıştı. Şenlikler yapılıyordu. Köroğlu elbise değiştirerek pehlivanlar arasına katıldı. Bir bir hepsini alt etti. Sonunda Bolu Bey'i huzuruna çağırttı onu ve:
– Bre pehlivan, sen kimsin? Seni muhafızlarıma bey yaptım...dedi.
Köroğlu da: “İşte ben o gözlerini kör ettirdiğin seyisin oğluyum” diyerek kılıcını çaldığı gibi herkesin dehşet dolu bakışları önünde Bolu beyinin kellesini uçurdu ve halkı bir zâlimden kurtardı.
Ondan sonra hemen Ayvaz'ı gönderip kaleden Beyin kızını getirdi. Allah'ın emri, Peygamber'in kavliyle kendine nikâhladı. O tarihten sonra Bolu Bey'i olarak halka adaletle muamele etti.
70 kuşağı
27.07.2004 - 17:13Edip Akbayram
Bülent Ortaçgil
Barış Manço
Cem Karaca
Moğollar
Erkin Koray
İlhan İrem
Fikret Kızılok.........
erkin koray
27.07.2004 - 17:06Elektro bağlamanın yaratıcısı, İlginç sentez adamı, Türk Rock müziğinin babası Erkin Koray, 24 Haziran 1941'de İstanbul'da dünyaya gelir. Enver beyle Vehice hanımın ilk oğludur. Annesi Vecihe Koray, Belediye Konservatuarında piyano öğretmeni olarak çalışıyordu ve müzisyen bir anneye sahip olmak, kendisinin ve kardeşi Korkut Koray'ın ufak yaşlarda müzikle tanışmalarında önemli rol oynadı. Bir başka deyişle Türk rock'ının üç devinden biri olan Erkin'de müziğe annesinin karnında başlamıştır. Klasik müzik evde tüm yaşamı biçimlendirir. 5 yaşında piyano dersi almaya başlar. Daha sonra gitara ilgi duyar. Gitarın daha canlı ve hareketli olması O'nun bu seçiminde önemli rol oynamış olabilir. Kardeşi Korkut'la beraber sıkı bir müzik eğitiminden geçerler. Annesinden almaya başladığı piyano dersleri ile müzikle ilgilenmeye başlayan Erkin Koray'ın rock'n'roll'a karşı olan yakın ilgisi, ortaöğrenimini gerçekleştirdiği Alman Lisesi sıralarındayken başlamıştır. Dönemim ünlü Rock'n Roll parçalarını arkadaşlarıyla birlikte çalmaya başlar. Bu dönem içinde Türkiye'de bu tarz müzik yapan ilk ve tek grup Deniz Harp Okulu Orkestrasıdır.
Erkin Koray ve arkadaşları çalışmalarını amatörce sürdürürken karşılarına büyük bir fırsat çıkar. 1957 yılında Galatasaray Lisesinde bir konser verirler. Seyirciler arasında o zaman orta ikiye gitmekte olan Barış Manço da vardır.
Erkin Koray ve arkadaşlarından çok etkilenen Manço, bir gün kendisinin de böyle konserler vereceğini hayal ederek müzik çalışmalarını sürdürür. Bu konser Erkin Koray'ın müzik hayatına start verir. Liseyi bitirince atom mühendisi olma gibi düşünceleri olan Koray'ın bir yandan da rock'n'roll tutkusu peşini bırakmıyordu. Sonunda müzik daha ağır bastı ve okulu bitirir bitirmez evi terkedip hayatını müzikten kazanmak üzere yola koyuldu.
Bu dönemlerde Türkiye'de müzisyenlerin elinde gitar bulunması, hele bir de elektrogitar bulunabilmesi zor ve nadir rastlanan bir olaydı ve Erkin Koray bir şekilde eline geçen ilk gitarlarla kendi kendine çalışmaya başladı.
1960'ların ilk dönemlerinde Erkin Koray, aralarında davulda kardeşi Korkut Koray'ın da bulunduğu Erkin Koray ve Ritmcileri isimli grubuyla, kendisinin gitar çalıp söylediği ve rock'n'roll çaldığı bar ve klüp programları yapıyordu. Daha sonra kendisine gelen 45'lik doldurma teklifini kabul eden Koray, ilk 45'liği 'Bir Eylül Akşamı/It's So Long'u kaydeder. Bu plağın özellikle B yüzünde bulunan It's So Long'un, İngiltere'de Beatles'ın öncülük ettiği Beat müziği özelliklerini taşıması ve Beatles'ın ilk plağı 'Love Me Do' ile hemen hemen aynı tarihte piyasaya sürülmüş olması, yani Koray'ın bu tarzı Beatles'tan hiç bir şekilde etkilenmeden kendi içinden geldiği gibi ortaya çıkarmış olması bir hayli ilginçtir.
Sıra askerliğe gelmiştir. Bu 45'likten sonra askere giden Erkin Koray Vatani görevini Eskişehir Hava Kuvvetleri Caz Orkestrasında yerine getirir. Bu dönemde türkülerimizi tanır ve bunları Batı müziği tınılarıyla yorumlamaya başlar. Askerden döndükten sonra bir süre daha İngilizce çalışmalarına ve klüp programlarına devam eder. Bu programların birine seyirci olarak gelmiş olan İstanbul Plak yetkililerince fark edilen Koray, 1967 yılında ülke çapında üne kavuşmasında büyük rol oynayan 'Kızları da Alın Askere' isimli 45'liğini yayımlar.
Bu plakta çalan grup Erkin Koray Dörtlüsü grubuydu. Erkin Koray bu grupla başka çalışmalarda da bulunur; hatta 1968 yılında Altın Mikrofon yarışmasına girip dördüncülük alır.
Bu dönemler ilerlerken Koray, uzun süreden beri saçına makas vurdurmadığı için Türkiye'ye göre o dönemler gayet marjinal gelen bu davranıştan ötürü oldukça tepki alıyordu. Sene 1970'e geldiğinde, çok daha ciddi anlamda rock ve özellikle Türkiye'ye göre son derece 'Underground' olarak adlandırılan bir müzik yaptıkları grup olan Yeraltı Dörtlüsü'nü kurar. Aslında Erkin Koray'ın bu grupla beraber çaldığı şarkılar dönemin popüler şarkı ve türkülerinin aranjmanlarından başka birşey değildi ama ne aranjman!
Koray dönemin türkü, türk sanat müziği gibi eserlerini Underground tarzda yorumluyordu. Bunu yaparken grubuyla kiraladığı komün evlerinde batı rock müziği ve doğu müziği hakkında ciddi araştırmalar yapıyorlardı bu araştırmalar sonucu ortaya çıkan çalışmalarda bu iki kültürün müziğini sentezliyorlardı. Bunlara örnek olarak 1970 yılında aranjmanını yaptığı dönemin popüler Neşet Ertaş türküsü 'Kendim Ettim Kendim Buldum' (Bu parçanın aranjmanını aynı sene içerisinde Cem Karaca da yapmıştı) , türk sanat müziği olarak 'Nihansın Dideden','Kıskanırım', 'İstemem', Anadolu Rock olarak 'Köprüden Geçti Gelin' verilebilir. Bu aranjmanların yanısıra, grubun tamamen kendilerine ait olan ve batının psychedelic rock grupları ile yarışacak nitelikte olan 'Meçhul', 'Gel Bak Ne Söyliycem', 'Gün Doğmuyor', 'İlahi Morluk' gibi çalışmaları da mevcuttur. Bu dönem Erkin için parlak bir dönemdir. Yapmacıksız, kendi yorumuna yeni motifler katarak yapar müziğini. Yaşam tarzına hippy felsefesini uygular.
Yeraltı Dörtlüsü ile psychedelic rock yaparken yararlandıkları en büyük avantaj, batıdaki Pink Floyd, Grateful Dead gibi psychedelic rock gruplarından daha doğuda bir ülkede yaşamalarıydı. Dönemin Avrupalı çoğu rock müzisyeninin doğu mistisizmine ve de özellikle Hindistan'a merakı vardı ve bu merakı müziklerine de bol miktarda yansıtıyorladı. Bunun en önemli örneklerinden birisi Beatles'ın önce 'Norwegian Wood' adlı 45'liklerinde, daha sonra da 'Sgt. Pepper's Lonely Hearts Club Band' albümlerinin 'Within You Without You' parçasında 'Sitar' kullanmasıydı. Sitar kökeni doğudan gelen bir enstrümandı ve bu enstrümanı İngiltere'de Beatles; Türkiye'de ise o dönemlerde Rock Müziği ile oldukça ilgili bir müzisyen olan 'Orhan Gencebay' kullanıyordu. O dönemlerde Erkin Koray ve Orhan Gencebay birbirlerinin müziklerinden ve fikirlerinden son derece etkilenmiş oldukça iyi iki arkadaştı ve bol miktarda fikir alışverişleri yapıyorlardı. Zaten Erkin Koray'ın 1974 ve sonrası doğu müziği etkilenimli çalışmaları da bu fikir alışverişlerinin meyvalarıydı.
Supergroup'un yaptığı çalışmalardan özellikle 'Yağmur', o dönemlerde genelde Orhan Gencebay bestelerini yorumlayan Mine Koşan'ın da söylediği bir Vedat Yıldırımbora bestesiydi. Erkin Koray'ın ellerinde şahane bir psychedelic rock parçasına dönüşen bu aranjman, Orhan Gencebay tarzındaki besteler ile psychedelic rock'ın ne kadar uyumlu olduğunun en güzel örneklerinden birisidir. Bu parça listelerde büyük başarı kazanır. Fakat bu grupta uzun sürmez. Erkin Koray Supergroup 1972 yazına kadar çalışmalarını devam ettirdikten sonra maddi sıkıntılardan dolayı Yeraltı Dörtlüsü macerasını 1971'e kadar sürdüren Koray, 1971'de grubu dağıtıp John Lennon'la olan efsanevi görüşmesini gerçekleştirmek ve orada bir süre macera yaşamak amacıyla Fransa'ya gitti. Fransa dönüşünde yeni bir grup arayışına giren Koray, 70'lerdeki ikinci grubu 'Erkin Koray Supergroup'u kurdu. Bu grupla rock müzik piyasasına iki adet çok sağlam 45'lik kazandırdı Koray. dağılır.
Grubun dağılmasından çok kısa bir süre sonra Koray, 'TER' adlı yeni bir grup kurdu. Erkin Koray bu grupla daha önce yapmadığı kadar underground çalışmalara yönelmek istiyordu. Bunu da bu grupla çıkarttığı 'Hor Görme Garibi' isimli 45'lik gayet iyi gösteriyordu. Bu plağın A yüzünde Erkin Koray, Orhan Gencebay'ın parçasını Heavy Metal'e yakın bir sertlikte yorumlamıştı. Fakat ne yazık ki yaşadığı ülkenin plak yapımcılarının underground müzik anlayışına pek de sıcak bakmamaları nedeniyle bu grupla başka plak yapamadı. TER grubu da dağıldıktan sonra 45'lik çıkarmadığı 'STOP! ' isimli bir grup kuran Erkin Koray, daha sonra tamamen kendi adına çalışmalara girişti. Bunlardan ilki, enfes bir psychedelic rock şaheseri olan 'Mesafeler' isimli parçadır.
Avrupa'da Alice Cooper ve David Bowie renkli yüz makyajlarıyla sahneye çıkmaya başlamıştır. Erkin de uygular bu modayı ve büyük ilgi görür. Bu çalışmadan sonra Erkin Koray uzun süreliğine yurtdışına gider. Erkin'nin müziği artık yeni bir boyut almaya başlamıştır. Orhan Gencebay'la olan beraberlik ve yıllardır ilgisini çeken Doğu mistizmi meyvesini vermeye başlamıştır. Ve Erkin Koray'ın icat ettiği 'Elektro bağlama' nın nağmeleri sarar ortalığı. Arabesk Erkin Koray'ın müziğinde yerini almaya başlamıştır. Bu sırada da felsefe gezilerine ara vermez. Yolculuk bu sefer Doğu mistizminin ve hippy felsefesinin kaynağınadır. Hindistan, Nepal, İran, Kuzey Afrika uğradığı yerlerdir.
Yurtdışından döndükten sonra doğu etkilenimli çalışmalarına yer vermeye başlar. Bunlardan en önemlileri, hemen hemen bütün Türkiye'nin çok iyi bildiği 'Şaşkın', 'Arap Saçı', 'Fesuphanallah' gibi çalışmalardır. Bu dönemde bu tarz çalışmalara ağırlık vermesinin yanında 'Krallar', 'Hadi Hadi Oradan' gibi rock çalışmaları, hatta başlı başına rock parçalarından oluşan 'Elektronik Türküler' adında bir tane de LP yapan Koray, 1974-1977 yılları arasını böyle geçirdi. 1977 yılında,70'lerde Türkiye'de kurduğu son rock grubu olan 'Erkin Koray Tutkusu' isimli grubunu kurup, bu grupla aynı adı taşıyan bir rock LP'si çıkarttıktan sonra uzun süreler ortadan kayboldu Erkin Koray. Uzun bir süre yurtdışında yaşamak üzere Koray'ın Türkiye'yi terk etmesinin birçok nedeni vardı. Bunun en önemli nedeni, 70'lerin ikinci yarısında Türkiye'de cereyan etmiş politik gerginlikler ve bu gerginliklerin ülkeyi müzik yapılamayacak hale getirmesiydi.
12 Eylül Darbesinin haberini yurdışındayken alır. 1981 sonlarında yurda dönmeye karar verir. Bu dönemdeki Orhan Gencebay - Erkin Koray arabesk-pop çalışmaları Türkiye gerçeğini vurgular. Bu çalkantılı dönemde politikaya soyunmaya karar verir. Ama kıyısından döner. Yurtdışından döndükten sonra uzun bir süre tamamen solo çalışmalar yapan Erkin Koray'ın bu dönemdeki en ünlü çalışması şüphesiz 'Çöpçüler'dir.
90'larda zaman zaman çalışır, ama daha çok kızıyla ilgilenir. Israrla okula yollamaz. Sisteme tavrını birkezde burda koyar. Uzun süre İstanbul'a uğramayan Erkin Bodrum'da Estarabim adlı bir bar açar. Hem işletir, hemde şarkı söyler. Bu dönemde yayın hayatına başlayan binlerce özel radyo'da 'erkin koray klasikleri yayınlanmaktadır.
Yeni nesil yeni seçim' dönemidir. Pop müziğinde patlamalar yaşanmaktadır. Bu dönemde piyasada o kadar çok pop müziği albümü ve sanatçısı vardır ki sanırsınız pop sanatçısı üretim çiftlikleri kurulmuş da adlarını bile bugün anımsıyamadığımız bu kişiler buralarda üretilip yeni seçimlerde bulunacak olan yeni nesil'in kullanımına sunuluyor. Bu patlamalar daha sonraki yıllarda 'Halk Müziği' Rock ve Nostalji olarak devam etmiştir. 1996 yılında tüm bu patlamaların ortasında uzun bir suskunluk dönemi sonrası 'Gün Ola Harman Ola' albümüyle Erkin Koray yeni şarkılarını yeni nesil için söyler. 59 sene kolay geçmemiştir Erkin Baba için. Sokak kavgaları, konserler, turneler, seyehatler, hastalıklar... Fakat bu güne kadar ilk günkü çizgisini sürdürmüştür. Erkin koray için ' Rock bir müzik türü değil, bir hayat tarzıdır.' Devlerin Nefesi isimli son albümünü Haziran 1999'da çıkaran Erkin Koray, şu an İzmir'de yaşamaktadır....
dadaloğlu
27.07.2004 - 16:58'Kalktı göç eyledi..' Cem Karaca tarafından bestelenmiştir.
Bir rivayete gore, 1972'de Deniz Gezmis, Yusuf Arslan ve Hüseyin İnan'ın idam haberinden sonra radyoda bu türkü çalmış ve şarkı çok popüler olmus o sayede.
dadaloğlu
27.07.2004 - 16:47KALKTI GÖÇ EYLEDİ AVŞAR ELLERİ
Kalktı göç eyledi Avşar elleri
Ağır ağır giden eller bizimdir
Arap atlar yakın eder ırağı
Yüce dağdan aşan yollar bizimdir
Belimizde kılıcımız Kirmani
Taşı deler mızrağımın temreni
Hakkımızda devlet etmiş fermanı
Ferman padişahın, dağlar bizimdir!
Dadaloğlu'm birgün kavga kurulur
Öter tüfek davlumbazlar vurulur
Nice koçyiğitler yere serilir
Ölen ölür, kalan sağlar bizimdir
dadaloğlu
27.07.2004 - 16:4519'uncu yüzyılda yaşadı. Asıl adı Veli. Türkmen aşıklarının önde gelenlerinden. Kul Mustafa mahlasını kullanan Aşık Musa'nın oğlu. Az da olsa eğitim aldı. Avşar beylerinden Küçük Alioğlu ile Kozanoğlu'nun yanında imamlık, katiplik yaptı. Şiirlerinde göçerlik koşullarını, döneminde orta Anadolu'da hüküm süren aşiret kavgaları ve aşiretlerin Osmanlı ile savaşlarını yansıtır. Dili Anadolu Türkmen boylarının kullandığı halk Türkçesidir. Asıl ününü kavga türküleri ile yaptı. Yüz kadar şiiri sözlü kaynaklardan derlenerek günümüze kadar ulaştı.
şeyh bedrettin
27.07.2004 - 16:34Şeyh Bedreddin düşüncesinden kesitler:
* hayatı ve dünyayı kendi küçük dünyaları ile sınırlı tutanlar bizi anlamazlar.
* insanlar birbirlerine yahut haksız mala, meşru olmayan
* paraya veya rütbe ve mevkilere yiyecek ve içeceklere ibadet ediyorlar da, allah’a ibadet ediyoruz sanında bulunuyorlar. bütün namazlar ve niyazlar ahlâkın düzeltilmesi için iç yüzün arınlanması için birer vasıtadan ibarettir. hakiki ibadetin hiç bir vakit kayıt ve şartı yoktur. hangi tarzda yapılırsa yapılsın, tanrının dileğine uygun olur. ibadetin temeli maksudun hak olmasıdır. bir cemaatte bu temel bulunmayınca yaptıkları ibadetler de kaybolur. yalnız kötü toplantılar kalır. fenalık üzerinde toplananlardan sen hemen uzaklaş.
* çirkin işlerle uğraşan insanlar hak’tan uzaklaşmışlardır. cehennem işte budur. cennetle cehennemi başka yerde aramak saçmalıktır. insanlar eylemleriyle, düşünce ve fikirleriyle güzeli ve iyiyi bulabildikleri oranda hak’la kavuşmuşlardır.
* insanlar müslümanlıktan önce somut bir puta taparlardı, çağımızda ise hayali bir puta tapıyorlar. belki bir gün hak kendisini gösterirde hak olarak ona taparlar.
* gerçek tasavvufçu, hiç bir insan gözünün görmediği, kulağının işitmediği, gönlünün sezmediği şeyhleri bilir. onları halka, kafalarının alabileceği şekilde anlatır. ama aslını içinde gizler. eğer halk bunu öğrenirse, kendisini öldürür.
* tanrı dünyayı yarattı ve insanlara verdi. demek ki; dünyanın toprağı ve bu toprağın bütün ürünleri insanların ortak malıdır. ben senin evinde kendi evim gibi oturabilmeliyim, sen benim eşyamı kendi eşyan gibi kullanabilmelisin. çünkü bütün bunlar hepimiz içindir ve hepimizin malıdır.
* tarih, gelecek için kavga verip, yitmiş bile olsa, insanlık için vuruşanları hiç unutmaz.
* ibadet etmekten amaç; ezeli ve büyük varlığa gönüllerin yönelmesi ve kapılmasıdır. yoksa dünya umuruna dalmış bir kalp ile bin sene namaz kılmış, oruç tutmuş olsan, bundan dolayı hiç bir sevap ve mükâfat kazanamazsın.
* ölmezden önce ölmek, dünyanın zevklerinden ve hayvani hırs ve şehvetlerinden sakınmaktır. onu yapabilen insan, şüphesiz ki; hakiki varlık ile birleşir. ve sonsuz hayat ile diri olur. ancak insanlar dünyanın bin bir türlü çekici ve aldatıcı zevkinden, çeşit çeşit yakıcı hırslarından ayrılmadıkları için buna gönül vermezler...
12 eylül
27.07.2004 - 15:04Sadece Adalet Bakanlığı'nın yayınladığı verilere bakacak olursak:
650 bin kişiyi gözaltına aldılar, 650 bin kişiye en ağır işkenceleri yaptılar, 650 bin kişinin iradesini kırmaya, kimliksizleştirmeye ve kişiliksizleştirmeye dönük işkence, baskı ve yaptırım politikalarını Askeri cezaevlerinde on yıl ve daha fazla bir süre devam ettirdiler.
Emir-komuta ilişkilerine dayalı bir adalet anlayışıyla 98.404 kişiyi askeri mahkemelerde yargıladılar.
İşkence ürünü sahte delillere dayalı hükümlerle 21.764 kişiye milyonlarca yıl ceza verdiler.
7000 kişi hakkında idam istediler. 517 kişiye idam cezası verdiler.
124 kişinin idam cezası Askeri Yargıtay tarafından onaylandı, 50 kişiyi astılar.
29 bin kişiyi vatandaşlıktan çıkardılar.
14 bin kişiye yurda dön çağrısı yaptılar ve akabinde hemen hepsini vatandaşlıktan çıkardılar.
388 bin kişiye pasaport vermediler.
1 milyon 863 bin kişiyi fişlediler. Sadece fişlenenlerin değil, çocuklarının da geleceğini ipotek altına aldılar.
Bu süre zarfında 14 kişiyi cezaevlerindeki açlık grevlerinde, 16 kişiyi kaçarken, 17 kişiyi çatışmalarda öldürdüler.
74-80 döneminde 5000 kişinin öldürüldüğünü, binlerce kişinin yaralandığını, yüz binlerce kişinin ata topraklarından göçmek zorunda bırakıldığını tüm bu rakamlara katarsak, 78 kuşağının verdiği kaybın, ödediği bedelin, yaşadığı linçin boyutları hakkında herhalde kaba bir fikir edinmiş oluruz.(www.78liler.com)
deniz gezmiş
27.07.2004 - 13:42Turhan Feyizoğlu'nun yazdığı 'Bir isyancının izleri, DENİZ' isimli kitabında yaşam öyküsü detaylarıyla aktarılmış.
deniz gezmiş
27.07.2004 - 13:37Üyesi olduğu THKO'nun ilk bildirisi: İDEOLOJİSİ! :
' Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu halkımızın bağımsızlığının silahlı mücadele ile kazanılacağına ve bu yolun tek yol olduğuna inanır.
Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu bütün yurtseverleri bu kutsal mücadele saflarına çağırır ve hainlere karşı giriştiği kavgada son savaşçısına kadar devam edeceğini bildirir.
Amacımız Amerika'yı ve tüm yabancı düşmanları temizleyerek, hainleri yok etmek ve düşmandan temizlenmiş tam bağımsız Türkiye'yi kurmaktır.
Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu ezilen halkımızın öncü gücüdür, halkımızın kurtuluşu dışında hiçbir harekete girişmez.
Halkımıza şunu duyuruyoruz. Düşmanın zenginliğine, sayısına, imkanlarına ve dehşetine aldanmayınız. Düşmana boyun eğmeyiniz, haklarımızı zorla alacağız, çünkü onlar her şeyi bizden zorla alıyorlar.
Bütün Yurtseverler: Şerefsiz yaşamaktansa şerefle ölmek, yalvarmak yerine zora başvurmak, başkasına değil kendine ve kendin gibi olanlara güvenmek, nerede ve nasıl olursa olsun hainlere boyun eğmemek parolamızdır.
Devrimciler: Barışçıl şartlar içinde mücadele metodlarını bırakınız. Halk kitlelerini kurtuluşa götürecek olacak olan şiddet politikasını temel alan silahlı mücadeleye THK Ordusu'nun saflarında katılınız. Ulusal kurtuluş savaşının haklı bayrağını emperyalizmin saldırgan politikasına karşı hep beraber dalgalandıralım.... '
sosyalizm
27.07.2004 - 11:231970 li yılların Türkiye'sindeki sosyalizm adına yapılan mücadeleler, Kızıldere olayı, Ertuğrul Kürkçü, Mihri Belli, Yusuf Küpeli gibi dönemi devrimci liderleriyle yapılan söyleşiler, yapılan hatalar vs. Uğur Mumcu'nun 'ÇIKMAZ SOKAK' isimli kitabında yeralıyor.
Recep Tayyip Erdoğan
27.07.2004 - 10:58Tren ve siyaset faciası:
Hızlandırılmış tren kazası üzerine yazılması gereken hemen hemen her şey yazıldı. Umarım, yazılanlar çizilenler kısa sürede unutulmaz, AKP hükümetine muhalefet aracı sınırlarına çekilmez, tartışma devam eder. Neyin tartışması mı? İnsan canının değeri, 'hizmet' klişesi altında yürütülen, 'iş bitirici', şuursuz, siyasi şov anlayışı, kamu yararı, altyapı kavramı gibi konularda genişletilmesi ve derinleştirilmesi gereken tartışma.
17 Ekim 2000'de İngiltere'de, Hatfield'de bir tren kazası oldu, dört kişi hayatını kaybetti ve İngiltere'de yer yerinden oynadı, iki yıl boyunca bu konu tekrar tekrar ve sıklıkla gündeme geldi, hâlâ o kazaya gönderme yapan tartışmalar oluyor. Söz konusu hatta, tren işletmesi, Railtrack adlı bir şirkete satılmıştı. Özelleştirmeyi yapan, bir önceki muhafazakâr hükümetti, buna rağmen neredeyse hükümet sarsıldı. Dahası, kazadan sonra, her şey yeni baştan tartışılmaya başlandı. Bırakın şirketin yüklenmesi gereken sorumluluğu, özelleştirme konusu topyekûn tartışılmaya, yeniden devletleştirme önerileri yapılmaya başlandı. Nitekim, şirket iflasa sürüklendi, bir nevi yeniden kamulaştırma uygulamasına maruz kaldı. Her olayda, 'muasır medeniyet' timsali Batı ülkelerinden örnek vermek
hiç hoşuma gitmiyor, ama zaman zaman bu tür karşılaştırmalar, daha doğrusu hatırlatmalar yapmak şart. Hem, bu hükümetin en büyük ihtirası AB üyeliği ya, bu bakımdan da belki anlamlı olur. Hoş, hükümetin, bu kazaya ilişkin tutumundan rahatsız olunduğu haberine rağmen, ben, AB çevrelerinin, bu konuya, 'kültürel haklar' konusu kadar titizlenmeyeceklerini düşünüyorum, inşallah yanılırım, o da ayrı konu.
'Demokratikleşme' kahramanı iktidarın zihniyet dünyası, Başbakan'ın ve ilgili bakanın, kaza ve medyaya yansıyışı konusunda verdiği tepki ile gözler önüne serildi. Bırakın, demokratik tahammülü, bu adamların, sıradan, nezaket dairesinin gerektirdiği, eleştiriye tahammül ve başarısızlık konusunda tevazudan ne kadar uzak oldukları ortada. Muhalefetin, bu kazayı muhalefet bayrağı yapmış olması ve bu konuda tutturduğu üslup sorunlu ama hiçbir şekilde bahane olamaz.
Bu arada, hükümetin sergilediği genel anlayış ve üslup meselesine dalıp, olaya ilişkin somut sorun ve soruları unutmuş olmayalım. Bu konuda uyarıda bulunan bilim adamlarının görüşleri medyada yer aldı. Diğer taraftan, kaza gecesi, TRT 1'de, itirazları dolayısıyla emekliye ayrılmaya zorlandığını ima eden eski makinist Hüseyin Savak konuştu. Bu konuların da peşine düşsek diyorum. Bu olay etrafında susturulan, emekliye sevk edilenler var mı merak ediyorum.
Diğer taraftan, 25 Temmuz tarihli Milliyet gazetesinde, 'TAYYİP Erdoğan'ın dünürü ORHAN UZUNER'in, ray bağlantısı ihalesini alan şirketin genel müdürü olduğu, daha doğrusu, İstanbul Büyükşehir Belediyesi ULAŞIM A.Ş.'de mühendis olarak çalışırken, DÜNÜR olduktan sonra, bu şirkete (Uzka) Genel müdür olarak geçtiği haberi yayımlandı. Ben araştırmacı gazeteci değilim, detayları bilemiyorum, ama gazeteden okuduğum kadarıyla olay çok sevimsiz. Aslı astarı nedir, merak ediyorum.
Son olarak, beni her şeyden çok rahatsız eden, İslami-muhafazakâr medyanın gösterdiği tepki oldu. Her şeyden çok rahatsız eden diyorum, çünkü, ne yazık ki, diğer sorunlar, ne parti olarak AKP'ye ne onun iktidarına özgü sorunlar değil, tüm kitle partilerinin ve onların iktidarıyla yaşadığımız sorunlar. İşin kötü tarafı, tekrarlanıyor olmaları, o kadar. Diğer taraftan, İslami-muhafazakâr medya ve mensuplarının olaya ilişkin savunmacı tepkileri, Türkiye'de demokratikleşme açısından, hükümetin tavrından da önemli. Bu derin konuya, örneklerle, perşembe günü değinmeye çalışacağım.
(Nuray MERT / Radikal-27 temmuz salı)
uğur mumcu
27.07.2004 - 09:58Uğur Mumcu katledildikten sonra cinayet ertesi günkü gazetelerde hemen radikal dinci örgütlerin üstüne atılmıştır.Bu, o zamanlar(1993) Türkiyede siyasal islamcıların(RP) yükselişine darbe vurmak amacıyla yapılmış olabilir.
Ve ne tuaftırki Uğur Mumcu Onu çok da iyi tanımayan, kitapları hakkında bilgisi olmayan büyük kitlelere sanki kitaplarının çoğunda LAİKLİK'ten bahsetmiş gibi, hayatı boyunca sadece LAİKLİK ile ilgili yazılar yazmış gibi gösterilmiştir.
Oysa böyle değildir.Mumcu'nun 'sadece Laiklik' üzerine durduğu kitabı yoktur.O'nun mücadelesi daha çok EMPERYALİZME, KAPİTALİZME karşı BAĞIMSIZLIKÇI bir mücadeleydi.
Ve Uğur Mumcu, Atatürk'e olduğu kadar özgürlükçü/güleryüzlü sosyalizm'e de gönülden bağlıdır.
fanatiklik
27.07.2004 - 09:31Fanatikler genelde bağlı oldukları kişi-görüş, siyasi ideoloji vb.şeylerin ne kadar doğru ne kadar yanlış olup olmadığı konusunda yeterli araştırma yapmadan-bilgi sahibi olmadan, sağdan soldan duyduklarıyla bu fikirlere saplanırlar.
Uzun, geniş, tarafsız bir araştırma-inceleme sonrasında bir fikir-düşünce edinenler çok fazla fanatik olmazlar.Çünkü karşıt görüşlü kişileri daha iyi anlarlar, saldırgan tavırlar göstermezler.
Şu ayrımı iyi yapmak gerek; fanatizm, içinde 'saldırganlık/karşısındakini dinlememe' yi de barındırır.Demokrat değildir, dik kafalıdır.
Oysa dik kafalı olmadan da, saldırgan olmadan da görüşlerinizi karşıt görüşlü kişilere anlatabilirsiniz.Bunun adı fanatizm değildir.'İdealistlik ve demokratlık' olabilir belki..
nükleer reaktör
26.07.2004 - 17:56Nükleer sıkışma
'Hızlı tren, seferini başarıyla tamamladı', sıra nükleer santrallara geldi!
Başbakan'ın bugün için 'dünyanın nükleer santral cenneti' (cehennem ise şimdilik senaryo!) Fransa'ya göz kırparken masaya koydukları.
Hükümet, hükümet olmadan önce nükleer santral hevesini açıkça ifade etmiyordu; şimdi 'kararlı.'
Kararlı iseniz, gerekçe bulmak zor değil. Enerji açığı, daha da büyüyecek olması, dışa bağımlılık, hidrolikte sınıra dayanmak, dünyada fosil yakıt rezervlerinin sınırı, termik enerjinin çevreye etkisi, doğalgaz fiyatı, nükleer teknoloji umudu, 'Çernobil'in kaza olduğu' (hatta 'takdir-i ilahi' denebilir) , nükleerin küresel ısınmanın tehlikelerine karşı tek çare sayılması vesaire.
Karşı iseniz de yeterince gerekçe, korku, endişe var.
Çernobil'i insan işi ve hatası, nükleer tuzak kabul etmek, radyoaktif atıkların insan hatası kollayan, çevreyi sızım sızım tüketen canavarlar olduğunu düşünmek, bir santralın kapatılmasının neredeyse yapılması kadar masraflı olduğunu bilmek, dünya uranyum rezervlerinin de sonsuz olmadığını, bu hızla yüzyılın sonunu, daha fazla hızla 'sondan bir önce'yi ancak görebileceğini tahmin etmek. Ve alternatif, yenilenebilir enerji istemek.
***
En iyisi size şu andaki dünya nükleer santral piyasasının durumunu aktarayım.
Kim kararlı, kim kararsız, kim hevesli, kim caymış siz görün.
Hükümet ve bürokrasi de, bundan bin sonuç çıkarsın.
Vereceğim sayılar, nükleer enerji lobisinin, yani şirketlerin öncü birliği 'Dünya Nükleer Enerji Birliği'nin dökümlerinden.
Sayılar, santraldan ziyade reaktör. İşleyenler, durdurulanlar ile kapatılanlar daha çok reaktör sayısını gösterirken, planlananlar yahut vazgeçilenler ise santrala ilişkin.
Her reaktöre ilişkin ayrıntı bulmak da mümkün. Şu anda dünyada işleyen nükleer reaktörlerin sayısı şöyle:
ABD 98, Fransa 59, Japonya 53, Rusya 30, İngiltere 24, Güney Kore 18, Almanya 17, Hollanda 16, Çin 15, Hindistan 14, Ukrayna 13, İsveç 11, İspanya 9, Belçika 7, Çek Cumhuriyeti 6, Slovakya 6, İsviçre 5, Finlandiya 4, Macaristan 4, Bulgaristan 4, Brezilya 3, Arjantin 2, Pakistan 2, Litvanya 2, G. Afrika 2, Meksika 2, Ermenistan 1, Hollanda 1, Romanya 1, Slovenya 1.
Tekrar hatırlatayım: Bazı santrallar 2, 3, 4, 5 hatta 6 reaktörlü.
***
Kapatılan, durdurulan yahut projesi iptal edilenlerin sayısı ise şöyle:
ABD 101, Almanya 30, İngiltere 21, Rusya 18, Ukrayna 14, İtalya 14, İspanya 12, Fransa 11, Japonya 11, Kanada 8, Bulgaristan 5, Romanya 4, Polonya 4, İsveç 3, Küba 2, Filipinler 2, Arjantin 1, Litvanya 1, Libya 1, Belarus 1, Lüksemburg 1, Çek Cumhuriyeti 1, Avusturya 1, Ermenistan 1, Kazakistan 1, Slovakya 1, Belçika 1, Hollanda 1, İsviçre 1.
Bunların kimi reaktör, kimisi bütünüyle santral.
***
Peki, kimler yeni santral planlama aşamasında? Japonya 12, Güney Kore 6, İran 5, Hindistan 4, Rusya 2, Çin 2, Brezilya 1, Bulgaristan 1, Pakistan 1, Mısır 1, Endonezya 1, Kuzey Kore 1, Finlandiya 1... ve Akkuyu ile Türkiye.
Plan tamam da, fiilen inşa edilmekte olanlar nerede?
Hindistan 9, Çin 4, Rusya 3, Ukrayna 2, Güney Kore 2, Japonya 2, Slovakya 2, Romanya 1, İran 1, Kuzey Kore 1.
Sayılar nasıl küçülüverdi, Japonya ve biraz Rusya dışında coğrafya nasıl değişiverdi, değil mi?
ABD neden onca reaktörü kapattı, fiilen 'nükleer santral moratoryumu' ilan etti; Almanya neden sıvışıyor, Avusturya neden vazgeçti, İspanya neden kaçmaya çalışıyor, Norveç niçin hiç bulaşmadı, İngiltere niye hafifliyor?
Piyasa neden bu denli daraldı? Kala kala kimlerde heves kaldı? NEDEN!
Umur TALU - SABAH / 26.7.2004
rosa luxemburg
26.07.2004 - 17:29Rosa Luxemburg 5 Mart 1871’de Polonya’da doğdu. O sıralarda Polonya çarlık Rusya’sının işgali altındaydı. Yahudi bir ailenin çocuğu olan Rosa ailenin beş çocuğundan biriydi. Bir dönem sonra ailesi geçim sıkıntısına düşünce Varşova’ya taşınan Rosa, lise öğrenimini burada bitirir. Mücadeleyle de lise yıllarında tanışır. Buradaki faaliyetlerinden dolayı çarlık polisinin hedefi haline gelir. Bunun üzerine İsviçre’ye geçen Rosa üniversite eğitimine başlar. Daha sonra ise işçi hareketinin güçlü olduğu Almanya’ya geçer ve Alman Sosyal Demokrat Parti içerisinde mücadele eder. Partiye büyük katkıları olan Rosa, aynı zamanda teorik çalışmalarıyla da dikkat çeker.
ASDP içerisindeki sağ oportünist yaklaşımlarla mücadele eder ve marksist bir çizgiyi savunur. Bu fikirleriyle sağ kanadın tepkisini çeker.
1906’da Rusya’ya geçer. Rus devriminde aktif rol oynar ve bir süre tutuklu kalır. Daha sonra Almanya’ya döner ve burada öğrendiklerini parti içinde tartışmaya başlar.
1907’de RSDP’in yaptığı ve Bolşevik-Menşevik ayrışmasının yaşandığı kongreye Polonya delegesi olarak katılır ve Bolşevikleri destekler. ASDP’nin oluşturduğu parti okulunda yüzlerce öğrenciyi marksist parti saflarına katar.
1914’de Almanya emperyalist savaşa katılır ve Alman devleti savaş bütçesini parlamentodan onaylamaya ihtiyaç duyunca ASDP buna onay verir. Rosa, Karl Liebknecht ile birlikte buna karşı çıkar ve bunun teşhirini yapar. Bunun üzerine Rosa Alman devleti tarafından tutuklanır ve 1918’e kadar cezaevinde kalır.
Almanya 1. Emperyalist paylaşım savaşında yenilince ülkede kitle hareketi de yükselmeye başlar, bir çok yerde işçi ve asker Sovyetleri kurulur. İktidara sağcı Sosyal Demokratlar gelir. Rosa ve Karl ise Spartakist grubu olarak aktif mücadeleye geçer, kurulan cumhuriyete karşı “Sovyet Cumhuriyetini” savunur ve Aralık 1918’de Rosa önderliğinde Alman Komünist Parti kurulur.
1918’de Berlin’de gelişen Spartakist ayaklanmasına AKP önderlik eder. Ancak AKP’nin zayıf olması ve ayaklanmanın diğer yerlere taşınamaması nedeniyle yenilir. Bir çok komünist öldürülür. Rosa ise Karl Liebnecht’le birlikte hareketi yeniden toparlamaya çalışır. Bunun üzerine çareyi hareketin önderlerini yok etmekte gören devlet, Rosa ve Karl’ı kafasını dipçikle ezerek katlederler. Rosa sadece Alman Komünist hareketine değil, dünya devrimine katkılar sunan büyük bir devrimci kadın önderdir.
sosyalizm
26.07.2004 - 17:19Bazı büyük kitapçılarda bulabileceğiniz bir sosyalist dergi.Tam adı 'Patronsuz, generalsiz, bürokratsız Sosyalizm' dir.(www.pgbsosyalizm.org)
12 eylül
26.07.2004 - 16:04Siyasi hükümlü Erdal Eren 17 yaşında idam edilmiştir.
mahir çayan
26.07.2004 - 15:24M.Çayan ve arkadaşı Hüseyin Cevahir, Maltepe Direnişi sırasında rehin aldıkları Sibel Erkan'ı bırakmayacaklarını, teslim de olmayacaklarını evi saran polise bildiriyorlardı.Ellerindeki rehineye son derece iyi davranıyorlardı.
Sibel Erkan daha sonra mahkemede verdiği ifadede de bunu teyit ederek 'Çayan ve Cevahir'in kendisine iyi davrandıklarını' söylüyor, mahkemede tanıklık yaparken onlardan 'Hüseyin ağabey, Mahir Ağabey' diye sözediyor, kendisine kurşunlardan uzak bir yer hazırladıklarını söylüyordu.
emin çölaşan
26.07.2004 - 15:07DOĞAN YAYIN HOLDİNG A.Ş in en önemli gazetesinin yazarlarından Emin ÇÖLAŞAN'ın 10 MART 2004 günü Hürriyet gazetesinde TAYYİP hakkında yazdığı yazı:
Başbakan'ın şirketleri vergi affında!
SEVGİLİ okuyucularım, bundan birkaç gün önce Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve Maliye Bakanı Kemal Unakıtan'ın oğlunun şirketleri ve özellikle kendileri tarafından devlete ödenen vergi miktarını sormuştum.
Aradan günler geçti, ses yok! Demek ki vergilerini açıklamak istemiyorlar! CHP Diyarbakır milletvekili Mesut Değer bu konuyu Meclis gündemine taşıdı. Önerge verip bu soruların yanıtını istedi. TBMM Başkanı Bülent Arınç önergeyi uygun bulup işleme koyduğu takdirde rakamları öğreniriz. (Çünkü bazı önergeleri geri çeviriyor.)
Ortada tuhaf bir durum var. Bir başbakan kendisinin, maliye bakanı oğlunun vergilerini gizleyince, akıllara başka sorular geliyor.
Şimdi konunun bir başka boyutuna bakalım, bazı rakamları gündeme getirip Recep Tayyip Erdoğan'a yeniden soralım. Soruların özü şu:
‘‘İktidarınız tarafından çıkarılan vergi affı yasasına sizin şirketleriniz de girdi mi? Girdiyse niçin? ’’
Bu aşamada elimdeki verileri sizlere aktarayım. Eğer bir yanlışım varsa, Başbakan veya ilgili kişiler açıklama gönderir ve size buradan iletirim.
Maaşıyla geçinemediğini, o nedenle ticaret yaptığını söyleyen Başbakan'ın ortak olduğu 4 şirket var. Bunlar Ülker bayiliği, gıda alım satım ve dağıtımı yapıyor. Son olarak Yenidoğan Pazarlama A.Ş. Aralık 2003'te kuruldu. Bu şirketin şu anda vergiyle ilişkisi yok. Öteki 3 şirketine bakalım. Rakamları yuvarlak veriyorum:
***
Emniyet Gıda San. ve Tic. A.Ş: 1999 için 74 milyar kazanç gösterip 19 milyar vergi ödemiş. 2000 yılı beyannamesinde vergiye tabi geliri yok. 2001'de 850 milyar, 2002'de 1 trilyon 127 milyar kazanç bildirmiş. AKP Şubat 2003'te vergi affı yasası çıkarınca başvuruda bulunup matrah arttırımı denilen inceleme affından yararlanmış. Bu ne demek? Bir şirket herhangi bir nedenle vergi incelemesinden kurtulmak istiyorsa, incelenmesinden korktuğu yıllar için yasada yazılı tarifeye göre ek bir vergi ödüyor ve o yıllar için vergi incelemesi yapılmıyor. Yani bu şirket trilyonlarca lira vergi kaçırmış bile olsa, incelemeden kurtulmuş oluyor! Hiçbir güç bir lira bile ceza kesemez.
İhsan Gıda Pazarlama Ltd. Şirketi: Başbakan'ın bu şirketi de AKP'nin vergi affından yararlanmış. ‘‘1998-2001 dönemini incelemeyin’’ diye ek para yatırmış ve af kapsamına girmiş. Aynı şirket 2000 ve 200l yıllarında ‘‘Vergiye tabi bir kuruş bile kazancım yok’’ diye beyanda bulunmuş! Gelir olmayınca vergi de ödememiş! Ancak yine de vergi incelemesinden kurtulmak istemiş ve af yasasındaki asgari tarifeye göre 2000 yılı için 8, 2001 yılı için 11 milyar lira gelir (matrah) beyan edip 1998 ve 1999 yıllarıyla birlikte af yasası vergisini ödemiş!
Böyle olunca da, Başbakan'ın ortak olduğu bu şirket de 1998-2001 dönemini kapsayan vergi incelemesinden otomatik olarak kurtulmuş. Bu şirketler trilyonlarca lira vergi kaçırmış bile olsa bunun hesabı artık sorulmayacak, bir liralık bile vergi ve ceza kesilmeyecek! .. Çünkü inceleme muafiyeti kazanmış oldu.
İhsan Gıda Pazarlama A.Ş: Bundan öncekiyle ismi aynı. Ancak önceki limited, bu anonim şirket. Bu şirketin vergi affı açısından durumu da, öncekilerle aynı! 1997-2001 döneminde 20 ila 82 milyar lira kazanç gösteriyor. Kazancı 2002 yılında 204 milyar liraya fırlıyor. Şirket aynı yöntemle af yasasından yararlanma başvurusu yapıyor, istenen en düşük vergileri ödüyor ve bu yolla vergi incelemesinden kurtulmuş oluyor.
Şirketlerin tamamının vergi affından yararlanması acaba rastlantı mı!
***
Başbakan'ın şirketlerinden gelir elde edebilmesi, bu şirketlerin kár dağıtmasıyla mümkün oluyor. Alınan kár payının da Erdoğan tarafından vergi dairesine beyan edilip gelir vergisi ödenmesi gerekiyor. (Aynı durum Unakıtan'ın oğlu için de geçerli.) Bu anlamda bir gelir vergisi ödendiğine şu dakikaya kadar rastlanmadı. Kendileri de burada yaptığım çağrıya uyup ‘‘Şu yıllarda şu kadar kazandık (ya da zarar ettik) şu kadar gelirimiz oldu, şu kadar vergi ödedik’’ demediler!
Çağrımı burada yineliyorum. Lütfen bu sorulara kamuoyu önünde net ve somut yanıt versinler. Devleti yönetenlerin ödenen (veya ödenmeyen) vergilerini gizlemesi yakışık almıyor. Böyle bir konuda suskun kalma hakları yok.
Ve son soru: İktidar vergi affı yasasını hangi nedenle ve kimler için çıkarmış? !
-
Bu köşe yazısından sonra Aydın Doğan tarafından Çölaşan'a izne çıkması tavsiye edilmiştir.Bundan yaklaşık 1 hafta sonra Çölaşan tekrar Hürriyette yazmaya başlamıştır.
Recep Tayyip Erdoğan
26.07.2004 - 15:06DOĞAN YAYIN HOLDİNG A.Ş in en önemli gazetesinin yazarlarından Emin ÇÖLAŞAN'ın 10 MART günü Hürriyet gazetesinde TAYYİP hakkında yazdığı yazı:
Başbakan'ın şirketleri vergi affında!
SEVGİLİ okuyucularım, bundan birkaç gün önce Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve Maliye Bakanı Kemal Unakıtan'ın oğlunun şirketleri ve özellikle kendileri tarafından devlete ödenen vergi miktarını sormuştum.
Aradan günler geçti, ses yok! Demek ki vergilerini açıklamak istemiyorlar! CHP Diyarbakır milletvekili Mesut Değer bu konuyu Meclis gündemine taşıdı. Önerge verip bu soruların yanıtını istedi. TBMM Başkanı Bülent Arınç önergeyi uygun bulup işleme koyduğu takdirde rakamları öğreniriz. (Çünkü bazı önergeleri geri çeviriyor.)
Ortada tuhaf bir durum var. Bir başbakan kendisinin, maliye bakanı oğlunun vergilerini gizleyince, akıllara başka sorular geliyor.
Şimdi konunun bir başka boyutuna bakalım, bazı rakamları gündeme getirip Recep Tayyip Erdoğan'a yeniden soralım. Soruların özü şu:
‘‘İktidarınız tarafından çıkarılan vergi affı yasasına sizin şirketleriniz de girdi mi? Girdiyse niçin? ’’
Bu aşamada elimdeki verileri sizlere aktarayım. Eğer bir yanlışım varsa, Başbakan veya ilgili kişiler açıklama gönderir ve size buradan iletirim.
Maaşıyla geçinemediğini, o nedenle ticaret yaptığını söyleyen Başbakan'ın ortak olduğu 4 şirket var. Bunlar Ülker bayiliği, gıda alım satım ve dağıtımı yapıyor. Son olarak Yenidoğan Pazarlama A.Ş. Aralık 2003'te kuruldu. Bu şirketin şu anda vergiyle ilişkisi yok. Öteki 3 şirketine bakalım. Rakamları yuvarlak veriyorum:
***
Emniyet Gıda San. ve Tic. A.Ş: 1999 için 74 milyar kazanç gösterip 19 milyar vergi ödemiş. 2000 yılı beyannamesinde vergiye tabi geliri yok. 2001'de 850 milyar, 2002'de 1 trilyon 127 milyar kazanç bildirmiş. AKP Şubat 2003'te vergi affı yasası çıkarınca başvuruda bulunup matrah arttırımı denilen inceleme affından yararlanmış. Bu ne demek? Bir şirket herhangi bir nedenle vergi incelemesinden kurtulmak istiyorsa, incelenmesinden korktuğu yıllar için yasada yazılı tarifeye göre ek bir vergi ödüyor ve o yıllar için vergi incelemesi yapılmıyor. Yani bu şirket trilyonlarca lira vergi kaçırmış bile olsa, incelemeden kurtulmuş oluyor! Hiçbir güç bir lira bile ceza kesemez.
İhsan Gıda Pazarlama Ltd. Şirketi: Başbakan'ın bu şirketi de AKP'nin vergi affından yararlanmış. ‘‘1998-2001 dönemini incelemeyin’’ diye ek para yatırmış ve af kapsamına girmiş. Aynı şirket 2000 ve 200l yıllarında ‘‘Vergiye tabi bir kuruş bile kazancım yok’’ diye beyanda bulunmuş! Gelir olmayınca vergi de ödememiş! Ancak yine de vergi incelemesinden kurtulmak istemiş ve af yasasındaki asgari tarifeye göre 2000 yılı için 8, 2001 yılı için 11 milyar lira gelir (matrah) beyan edip 1998 ve 1999 yıllarıyla birlikte af yasası vergisini ödemiş!
Böyle olunca da, Başbakan'ın ortak olduğu bu şirket de 1998-2001 dönemini kapsayan vergi incelemesinden otomatik olarak kurtulmuş. Bu şirketler trilyonlarca lira vergi kaçırmış bile olsa bunun hesabı artık sorulmayacak, bir liralık bile vergi ve ceza kesilmeyecek! .. Çünkü inceleme muafiyeti kazanmış oldu.
İhsan Gıda Pazarlama A.Ş: Bundan öncekiyle ismi aynı. Ancak önceki limited, bu anonim şirket. Bu şirketin vergi affı açısından durumu da, öncekilerle aynı! 1997-2001 döneminde 20 ila 82 milyar lira kazanç gösteriyor. Kazancı 2002 yılında 204 milyar liraya fırlıyor. Şirket aynı yöntemle af yasasından yararlanma başvurusu yapıyor, istenen en düşük vergileri ödüyor ve bu yolla vergi incelemesinden kurtulmuş oluyor.
Şirketlerin tamamının vergi affından yararlanması acaba rastlantı mı!
***
Başbakan'ın şirketlerinden gelir elde edebilmesi, bu şirketlerin kár dağıtmasıyla mümkün oluyor. Alınan kár payının da Erdoğan tarafından vergi dairesine beyan edilip gelir vergisi ödenmesi gerekiyor. (Aynı durum Unakıtan'ın oğlu için de geçerli.) Bu anlamda bir gelir vergisi ödendiğine şu dakikaya kadar rastlanmadı. Kendileri de burada yaptığım çağrıya uyup ‘‘Şu yıllarda şu kadar kazandık (ya da zarar ettik) şu kadar gelirimiz oldu, şu kadar vergi ödedik’’ demediler!
Çağrımı burada yineliyorum. Lütfen bu sorulara kamuoyu önünde net ve somut yanıt versinler. Devleti yönetenlerin ödenen (veya ödenmeyen) vergilerini gizlemesi yakışık almıyor. Böyle bir konuda suskun kalma hakları yok.
Ve son soru: İktidar vergi affı yasasını hangi nedenle ve kimler için çıkarmış? !
-
Bu köşe yazısından sonra Aydın Doğan tarafından Emin Çölaşan'a izne çıkması tavsiye edilmiştir.Bundan yaklaşık 1 hafta sonra Çölaşan tekrar Hürriyette yazmaya başlamıştır.
12 eylül
26.07.2004 - 14:113 Milyon kişinin soruşturmadan geçirildiği, 650 bin kişinin gözaltına alındığı 12 Eylül terör döneminde bireylere yönelik şiddet ve baskı, toplumsal alanda sola ilişkin her türden düşünce, istem, özlem, davranış biçimi, değer yargısı vb.'nin yokedilmesine yönelik bir şiddet ve baskıya dönüştürülmüştür.
türk mukavemet teşkilatı
26.07.2004 - 13:49'Türk Mukavemet Teşkilatı', 27 Temmuz 1957'de Burhan Nalbantoğlu, Rauf DENKTAŞ ve Kemal Tanrısevdi tarafından Lefkoşa'da kuruldu.
1 Nisan 1955'de faaliyete geçen ve Türklere saldırmaya başlayan, Türk köylerini yakıp yıkan, EOKA tedhiş örgütüne karşı Türk halkının savunmasını yapacak bir örgütlenme gereksinimini duyan Kıbrıs Türkleri, önceleri çeşitli mukavemet grupları oluşturmuştu. Bunlar arsında en etkili olanı VOLKAN'dı.
Ne var ki bu mukavemet grupları dağınık, küçük ve eğitimsiz oldukları için, askeri bir yapıya sahip EOKA karşısında, Türk Halkının savunmasını yapabilmeleri olası değildi...
TMT, işte bu gereksinimden doğmuş ve dağınık olarak faaliyet gösteren küçük mukavemet gruplarını birleştirerek, tüm adaya yaygın, her Türk köyünde varlık gösteren güçlü bir mukavemet örgütü olmuştu.
Bülent Ecevit
26.07.2004 - 13:42Dün itibariyle DSP genel başkanlığını ve aktif siyaseti bırakan Karaoğlan!
Toplam 1733 mesaj bulundu