Kadir Yüksel Adlı Üyenin Nedir Yazıları - Ant ...

  • hz.ali

    20.11.2012 - 16:54

    Bir gün Hz. Ali halifelik döneminde namaza gider. Cami kapısına geldiğinde yanında bulunan atını, orada bulunan fakir bir adama teslim eder. Hz. Ali atını ona teslim ederken, şöyle iç geçirir. Camiden çıktığında şu fakir adama iki dirhem vermeyi niyet eder. Namaz kılıp camiden çıkarken adamın orada olmadığını ve atının yularlarının alınmış olduğunu görür. Bunun üzerine yanında bulunan bir dostuna biraz para verip pazardan bir yular alınmasını ister. Adam pazara gider iki dirheme bir yular alır ve gelip Hz. Aliye verir. Hz. Ali yuları görünce çok şaşırır. Çünkü yular kendi atının yularıdır. Alan adama sorar bunu nereden aldın. Adam pazara gittiğini, birinin elinde yular olduğunu ve satmaya çalıştığını söyler. Eşkâlini de söyleyince Hz. Ali atını teslim etiğini ve yularlarını çalan adam olduğunu anlar. Hz Ali “Sübhanallah” der. Ben o iki dirhemi helal yoldan ona verecektim. Çünkü o iki dirhem onun rızkıydı. Fakat niyeti kötü olduğu için haram yoldan ona ulaştı.

  • isra suresi meali

    20.11.2012 - 01:15

    isra suresi ilk 11. ayet rahman ve rahim olan allah,ın adıyla 1. Bir gece, kendisine bazı delillerimizi gösterelim diye kulu Muhammedi, Mescid-i Haramdan, çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksaya götüren O zatın şanı ne yücedir! Bütün eksikliklerden uzaktır O! Gerçekten, herşeyi işiten, her şeyi gören O’dur.

    2. Biz Mûsâ’ya kitap verdik ve onu, İsrailoğullarına “Benden başkasını Rab edinmeyin, benden başkasının himayesine girmeyin” diye, doğru yolu gösteren bir rehber kıldık.

    3. Ey Nûh ile birlikte gemide taşıdığımız kimselerin nesli! Yalnız Bana güvenip, dayanın, Bana şükredin! Şunu bilin ki Nûh çok şükreden bir kul idi.

    4. Biz İsrailoğullarına kitapta şu hükmü de bildirdik: “Siz ülkede iki kere bozgunculuk yapacak ve açık zorbalıklar edeceksiniz”

    5. Onlardan birincisinin vâdesi gelince, kuvvet ve şiddet sahibi olan kullarımızı sizin üzerinize musallat ettik de onlar sizi yakalayabilmek için evlerin aralarına bile girerek her tarafı didik didik edip araştırdılar. Bu, yerine getirilmesi gereken bir vaad idi.

    6. Sonra o istilacılara karşı size galibiyet ve zafer verdik, servet ve oğullarla kuvvetlendirdik, sayınızı daha da çoğalttık.

    7. İyilik ederseniz, kendinize iyilik etmiş olursunuz. Kötülük ederseniz, onu da kendi aleyhinize işlemiş olursunuz. Derken sonraki taşkınlığınızın vâdesi gelince, kederinizden suratlarınız asılsın, daha önce girdikleri gibi yine Mescide girsinler ve istila ettikleri yeri mahvedip dursunlar diye başınıza yine düşmanlarınızı musallat ederiz.

    8. Olur ki tövbe edersiniz de Rabbiniz size merhamet eder. Eğer tekrar bozgunculuğa dönerseniz, Biz de size ceza vermeye döneriz. Zaten cehennemi kâfirlere zindan kılmışız.

    9. Gerçekten bu Kur’ân insanları en doğru yola, en isabetli tutuma yöneltir. Güzel ve makbul işler yapan müminlere nail olacakları büyük mükâfatı müjdeler.

    10. Âhirete inanmayanlara ise gayet acı bir azap hazırladığımızı bildirir.

    11. İnsan, bazan şerri, tıpkı hayrı istercesine ister. Pek acelecidir bu insan!

  • Mışlah

    13.11.2012 - 14:26

    Suud elbiselerinin yanında özel günlerde ve bayramlarda giydikleri Mışlahlar

  • mışlahlar

    12.11.2012 - 22:23

    Suud elbiselerinin yanında özel günlerde ve bayramlarda giydikleri Mışlahlar

  • arif nihat asya naat

    12.11.2012 - 12:58

    Naat

    Seccaden kumlardı..
    ................................
    ................................
    Devirlerden, diyarlardan
    Gelip, göklerde buluşan
    Ezanların vardı! .

    Mescit mümin, minber mümin...
    Taşardı kubbelerden tekbir,
    Dolardı kubbelere “amin”..

    Ve mübarek geceler dualarımız;
    Geri gelmeyen dualardı...
    Geceler ki pırıl pırıl
    Kandillerin yanardı..
    Kapına gelenler ya muhammed,
    - uzaktan, yakından –
    Mümin döndüler kapından...

    Besmele, ekmeğimizin bereketiydi,
    İki dünyada aziz ümmet;
    Muhammed ümmetiydi.

    Konsun –yine- pervazlara güvercinler,
    “Hû hû”lara karışsın âminler...
    Mübarek akşamdır;
    Gelin ey Fâtihalar, Yâsinler!

    Şimdi seni ananlar,
    Anıyor ağlar gibi...
    Ey yetimler yetimi,
    Ey garipler garibi;
    Düşkünlerin kanadıydın,
    Yoksulların sahibi...
    Nerde kaldın ey Resûl,
    Nerde kaldın ey Nebi?

    Günler, ne günlerdi, yâ Muhammed,
    Çağlar ne çağlardı:
    Daha dünyaya gelmeden
    Mü’minlerin vardı...
    Ve bir gün, ki gaflet
    Çöller kadardı,
    Halîme’nin kucağında
    Abdullah’ın yetimi
    Âmine’nin emaneti ağlardı.
    Hatice’nin goncası,
    Aişe’nin gülüydün.
    Ümmetinin gözbebeği
    Göklerin resûlüydün...

    Elçi geldin, elçiler gönderdin...
    Ruhunu Allah’a,
    Elini ümmetine verdin.
    Beşiğin, yurdun, yuvan
    Mekke’de bunalırsan
    Medine’ye göçerdin.
    Biz bu dünyadan nereye
    Göçelim, yâ Muhammed?

    Yeryüzünde riyâ, inkâr, hıyanet
    Altın devrini yaşıyor...
    Diller, sayfalar, satırlar
    “Ebu Leheb öldü” diyorlar.
    Ebû Leheb ölmedi, yâ Muhammed
    Ebû Cehil kıt’alar dolaşıyor!

    Neler duydu şu dünyada
    Mevlidine hayran kulaklarımız;
    Ne adlar ezberledi, ey Nebî,
    Adına alışkın dudaklarımız!
    Artık, yolunu bilmiyor;
    Artık, yolunu unuttu
    Ayaklarımız!
    Kâbe’ne siyahlar
    Yakışmamıştır, yâ Muhammed
    Bugünkü kadar!

    Hased gururla savaşta;
    Gurur, Kafdağı’nda derebeyi...
    Onu da yaralarlar kanadından,
    Gelse bir şefkat meleği...
    İyiliğin türbesine
    Türbedâr oldu iyi.

    Vicdanlar sakat
    Çıkmadan yarına,
    İyilikler getir, güzellikler getir
    Âdem oğullarına!

    Şu gördüğün duvarlar ki
    Kimi Tâif’tir, kimi Hayber’dir...
    Fethedemedik, yâ Muhammed,
    Senelerdir.

    Ne doğruluk, ne doğru;
    Ne iyilik, ne iyi...
    Bahçende en güzel dal,
    Unuttu yemiş vermeyi...
    Günahın kursağında
    Haramların peteği!

    Bayram yaptı yapanlar;
    Semâve’yi boşaltıp
    Sâve’yi dolduranlar...
    Atını hendeklerden -bir atlayışta-
    Aşırdı aşıranlar...
    Ağlasın Yesrib,
    Ağlasın Selman’lar!

    Gözleri perdeleyen toprak,
    Yüzlere serptiğin topraktı...
    Yere dökülmeyecekti, ey Nebî,
    Yabanların gözünde kalacaktı!

    Konsun -yine- pervazlara güvercinler,
    “Hû hû”lara karışsın âminler...
    Mübarek akşamdır;
    Gelin ey Fâtihalar, Yâsinler!

    Yüreklerden taşsın
    Yine, imanlar!
    Itrî, bestelesin Tekbîr’ini;
    Evliyâ, okusun Kur’ân’lar!
    Ve Kur’ân-ı göz nûruyla çoğaltsın
    Kayışzâde Osman’lar
    Na’tını Galip yazsın,
    Mevlid’ini Süleyman’lar!
    Sütunları, kemerleri, kubbeleriyle
    Geri gelsin Sinan’lar!
    Çarpılsın, hakikat niyetine
    Cenaze namazı kıldıranlar!

    Gel, ey Muhammed, bahardır...
    Dudaklar ardında saklı
    Âminlerimiz vardır...
    Hacdan döner gibi gel;
    Mi’râc’dan iner gibi gel;
    Bekliyoruz yıllardır!

    Bulutlar kanat, rüzgâr kanat;
    Hızır kanad, Cibril kanad;
    Nisan kanad, bahar kanad;
    Âyetlerini ezber bilen
    Yapraklar kanad...
    Açılsın göklerin kapıları,
    Açılsın perdeler, kat kat!
    Çöllere dökülsün yıldızlar;
    Dizilsin yollarına
    Yetimler, günahsızlar!
    Çöl gecelerinden, yanık
    Türküler yapan kızlar
    Sancağını saçlarıyla dokusun;
    Bilâl-i Habeşî sustuysa
    Ezânlarını Dâvûd okusun!

    Konsun –yine- pervazlara güvercinler,
    “Hû hû”lara karışsın âminler...
    Mübarek akşamdır;
    Gelin ey Fâtihalar, Yâsinler!

    Arif Nihat Asya

  • görsel halüsinasyon lar

    12.11.2012 - 12:54

    yaklaşık yedi sene önce manevi alemde ben deccal,i gördüm gözlemledim müşahede ettim deccal,in sağ gözü siliktir sağ gözü sağ alt yanağındadır burnu çok uzundur kum kırmızısı teni vardır kızıl renklidir

  • Hattori hanzo

    12.11.2012 - 12:46

    kill bill samuray

  • Hattori hanzo kılıcı

    12.11.2012 - 12:45

    samuray kılıcı

  • kill bill

    12.11.2012 - 03:23

    hattori hanzo kılıcı

  • görsel halüsinasyon

    11.11.2012 - 16:53

    manevi alemde bir insan sağ gözü silik deccal diye bir varlığı gözüyle görebilirmi bir insan deccal,i gözüyle müşahede edebilirmi gözlemleyebilirmi bu mümkünmüdür

  • bir rivayete göre hz süleyman,ın kuş ile kıssa,sı

    18.10.2012 - 22:54

    Aslında teslimiyet iyidir, hatta şöyle bir atasözümüz de var; 'her geceyi kadir, her geleni Hızır bileceksin! ' Bileceksin ama aklın ve dinin ölçülerini de bir tarafa bırakmayacaksın. Güvenl...e alakalı Hz. Süleyman kıssasında anlatılan bir durum vardır. İnsanlar bir yoldan geçerken, yola konup rızıklarını arayan kuşlar uçup kaçarlar. Ancak bir defasında bir kuş başında sarık ve ilmiye kıyafetli birisinden şu mülahaza ile kaçmaz; 'Nasıl olsa bu şahıs hoca güvenli insan, hak-hukuk bilir insan, bana zarar vermez'. Ama o şahıs kuşun kanadını ve ayağını çiğner geçer. Ayağı kırılan kuş, Hz. Süleyman'ın huzurunda adamı dava eder. Bu suçu kuşa reva gören şahsın da bacağının kırılacağına hükmedilir. Ancak mağdur kuş davaya itiraz eder! Ve der ki; 'kadı efendi, bir daha takmamak üzere bu şahsın başındaki sarığı ve sırtındaki cübbeyi alınız ki, başkası da benim gibi aldanıp ayağını kanadını kırdırmasın.' Bu bana çok manidar gelmektedir. Demek ki ne sarığa ne de cübbeye aldanmamak lazım.

  • bir rivayete göre hz süleyman,ın kuş ile kıssa,sı

    18.10.2012 - 10:54

    Aslında teslimiyet iyidir, hatta şöyle bir atasözümüz de var; 'her geceyi kadir, her geleni Hızır bileceksin! ' Bileceksin ama aklın ve dinin ölçülerini de bir tarafa bırakmayacaksın. Güvenl...e alakalı Hz. Süleyman kıssasında anlatılan bir durum vardır. İnsanlar bir yoldan geçerken, yola konup rızıklarını arayan kuşlar uçup kaçarlar. Ancak bir defasında bir kuş başında sarık ve ilmiye kıyafetli birisinden şu mülahaza ile kaçmaz; 'Nasıl olsa bu şahıs hoca güvenli insan, hak-hukuk bilir insan, bana zarar vermez'. Ama o şahıs kuşun kanadını ve ayağını çiğner geçer. Ayağı kırılan kuş, Hz. Süleyman'ın huzurunda adamı dava eder. Bu suçu kuşa reva gören şahsın da bacağının kırılacağına hükmedilir. Ancak mağdur kuş davaya itiraz eder! Ve der ki; 'kadı efendi, bir daha takmamak üzere bu şahsın başındaki sarığı ve sırtındaki cübbeyi alınız ki, başkası da benim gibi aldanıp ayağını kanadını kırdırmasın.' Bu bana çok manidar gelmektedir. Demek ki ne sarığa ne de cübbeye aldanmamak lazım.Devamını Gör

  • alnında tek göz

    21.06.2012 - 02:34

    Azametli metin mutlak galip

  • rüyada peygamber kılıcı çiçeği görmek

    09.06.2012 - 14:33

    Rüyasında peygamber çiçeği gören, her umduğuna sahip olur şeklinde yorumlanır. Rüyada peygamber çiçeği görmek, her istediği gerçekleşir demektir. Rüyasinda peygamber çiçegi gören ümit besledigi bütün emellerine ulasir. Bu çiçegi toplayip kokladigini görmek, dünya ve ahirette makbul bir yolda olduguna isarettir.

  • rüyada hz muhammedi görmek

    09.06.2012 - 14:31

    Rüyada Peygamber Efendimizi görmek gamdan sonra feraha, borçlu ise borcunu
    ödeyeceğine, tutuklu ise tahliye olunacağına, korkuyor ise emniyete
    ulaşacağına, sıkıntı ve yokluk içinde ise, hayırlı nimetlerin artmasına,
    fakir ise ondan kurtulacağına, hasta ise iyileşeceğine delalet eder.
    Birhadis i şerifde “”Bir kimse rüyasında beni görse, o kimse ahrette en
    yakin bir sıfatla şefaatimle özel bir görüşle beni görür.”'buyurulmuştur

  • isra mucizesi

    08.06.2012 - 15:57

    isra suresi ilk 11. ayet rahman ve rahim olan allah,ın adıyla 1. Bir gece, kendisine bazı delillerimizi gösterelim diye kulu Muhammedi, Mescid-i Haramdan, çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksaya götüren O zatın şanı ne yücedir! Bütün eksikliklerden uzaktır O! Gerçekten, herşeyi işiten, her şeyi gören O’dur.

    2. Biz Mûsâ’ya kitap verdik ve onu, İsrailoğullarına “Benden başkasını Rab edinmeyin, benden başkasının himayesine girmeyin” diye, doğru yolu gösteren bir rehber kıldık.

    3. Ey Nûh ile birlikte gemide taşıdığımız kimselerin nesli! Yalnız Bana güvenip, dayanın, Bana şükredin! Şunu bilin ki Nûh çok şükreden bir kul idi.

    4. Biz İsrailoğullarına kitapta şu hükmü de bildirdik: “Siz ülkede iki kere bozgunculuk yapacak ve açık zorbalıklar edeceksiniz”

    5. Onlardan birincisinin vâdesi gelince, kuvvet ve şiddet sahibi olan kullarımızı sizin üzerinize musallat ettik de onlar sizi yakalayabilmek için evlerin aralarına bile girerek her tarafı didik didik edip araştırdılar. Bu, yerine getirilmesi gereken bir vaad idi.

    6. Sonra o istilacılara karşı size galibiyet ve zafer verdik, servet ve oğullarla kuvvetlendirdik, sayınızı daha da çoğalttık.

    7. İyilik ederseniz, kendinize iyilik etmiş olursunuz. Kötülük ederseniz, onu da kendi aleyhinize işlemiş olursunuz. Derken sonraki taşkınlığınızın vâdesi gelince, kederinizden suratlarınız asılsın, daha önce girdikleri gibi yine Mescide girsinler ve istila ettikleri yeri mahvedip dursunlar diye başınıza yine düşmanlarınızı musallat ederiz.

    8. Olur ki tövbe edersiniz de Rabbiniz size merhamet eder. Eğer tekrar bozgunculuğa dönerseniz, Biz de size ceza vermeye döneriz. Zaten cehennemi kâfirlere zindan kılmışız.

    9. Gerçekten bu Kur’ân insanları en doğru yola, en isabetli tutuma yöneltir. Güzel ve makbul işler yapan müminlere nail olacakları büyük mükâfatı müjdeler.

    10. Âhirete inanmayanlara ise gayet acı bir azap hazırladığımızı bildirir.

    11. İnsan, bazan şerri, tıpkı hayrı istercesine ister. Pek acelecidir bu insan!

  • isra olayı

    07.06.2012 - 11:02

    1. Hz. Peygamber (s.a.s.) ’in Mekke'deki Mescid-i Harâm'dan Kudüs'teki Mescid-i Aksâ'ya götürülmesi şeklinde gerçekleşen olağan üstü olay İslâmî kaynaklarda, metindeki ilgili fiilin mastar olan ve 'geceleyin yürüme, gece yolculuğu' anlamına gelen isrâ kelimesiyle anılır. Bu yolculuğun, hadislerde anlatılan 'göklere yükseltilme' safhasının da dahil olduğu tamamı ise 'yükselme, yukarı tırmanma' anlamındaki urûc kökünden türetilmiş olan ve 'yükselme vasıtası, aleti' mânasına gelen mi'râc kelimesiyle ifade edilir.
    Hz. Muhammed (s.a.s.) 'in peygamber olmasıyla birlikte putperestlerin müslümanlar üzerinde kurduğu baskılar, muhtemelen risâletin 6. yılından itibaren Peygamber ailesiyle az sayıdaki müslümanlara karşı ekonomik ve sosyal bir boykota dönüştü. Üç yıl süren ve büyük acılara sebep olan bu boykotun ardından Resulullah (s.a.s.) , kısa aralıklarla eşi Hz. Hatice ile amcası ve hamisi Ebû Talib'i kaybetti. Dolayısıyla bu yıla hüzün yılı denildi. Bu acılı olayların ardından Allah Teâlâ, bir bakıma Resulünü, sabır ve tahammülü dolayısıyla hem teselli etmek hem de ödüllendirmek istedi ve bunun için genellikle mi'rac diye anılan büyük mucizevî olayı gerçekleştirdi.
    İsrâ sûresinin 1. âyeti ile Necm sûresinin ilk âyetleri mi'rac olayına işaret etmektedir. Aynı konuda hadis mecmualarında da kırk beş kadar sahâbî vasıtasıyla bizzat Hz. Peygamber'den bilgiler nakledilmiştir. Ancak özellikle bu hadislerdeki ayrıntılı malûmat değişik yorumlara yol açacak nitelikte olduğu için, mi'racın tarihi ve nasıl cereyan ettiği hakkında farklı bilgiler verilmiştir. Yaygın kabule göre mi'rac, peygamberliğin 12 veya 13. yılında vuku bulmuştur. Konuyla ilgili çok sayıda hadis bulunmakta olup özellikle Buhârî'nin el-Câmiu's-Sahih’inde, yer alan hadislere göre bir gece Hz. Peygamber Kabe'nin avlusunda (diğer bazı rivayetlerde amcasının kızı Ümmühânî'nin evinde) 'uyku ile uyanıklık arasında bir durumdayken' Cebrail yanına geldi, göğsünü açarak kalbini zemzemle yıkadı, sonra Burak denilen bir binek üzerinde onu Kudüs'e götürdü. Resûlullah (s.a.s.) 'i burada önceki bazı peygamberler karşıladılar ve onu kendilerine imam yaparak arkasında topluca namaz kıldılar (Başka bazı rivayetlere göre Hz. Peygamber önce Mekke'den göklere yükseltildi, dönüşte de Kudüs'teki Mescid-i Aksa'ya götürüldü. Bu bilgiye göre âyette Resûlullah'ın bu manevî yolculuğa Mekke'den başlayıp semalara yükseldikten sonra Mescid-i Aksa'ya geldiği, oradan da Mekke'ye döndüğü özetlenmiştir) . Daha sonra semaya yükseltilen Resûlullah (s.a.s.) , semanın birinci katında Hz. Âdem, ikinci katında Hz. Îsâ ve Hz. Yahya, üçüncü kalında Hz. Yûsuf, dördüncü katında Hz. İdrîs, beşinci katında Hz, Hârûn, altıncı kalında Hz. Mûsâ, yedinci katında ise Hz. İbrahim ile görüştü. Kur'an'da 'sidretü'l-müntehâ' (hudut ağacı) denilen ve bir görüşe göre yaratılmışlarca bilinebilen alanın son sınırını işaretlediği kabul edilen hudut noktasının ötesine, Cebrail'in geçme imkânı olmadığı için Hz. Peygamber (s.a.s.) refref denilen bir araçla tek başına yükselmesini sürdürdü. Bu sırada kendisine evrenin sırları, varlığın kaderiyle hükümlerin tespiti için görevlendirilmiş olan meleklerin çalışmaları gösterildi. Nihayet bir yoruma göre bir beşerin insan olma özelliğim koruyarak Allah'a yaklaşabileceği son noktaya kadar yaklaştı.
    Peygamber'in rabbine selâm ve ihtiramını arzettiği, Allah'ın da ona selâmla hitap ettiği ve inananlara esenliklerin dile getirildiği 'Tahiyyat' duasındaki diyalogun mi'rac olayı sırasında gerçekleştiği kabul edilir. Mekândan münezzeh olan Allah Teâlâ ile Kur'an'ın 'âlemlere rahmet' olarak gönderildiğini bildirdiği Hz. Muhammed (s.a.s.) arasında, insan idrakinin kavramaktan âciz olduğu bir şekilde gerçekleşen bu buluşma sırasında Resûlullah (s.a.s.) 'e, içlerinden günahkâr olanlar -eğer affedilmezlerse- bir süre cehennemde cezalandırıldıktan sonra bütün ümmetinin cennete kabul buyurulacağı müjdelendi; ayrıca kendisine bir hediye olarak Bakara sûresinin 'Âmene'r-resulü...' diye başlayan son iki âyeti verildi; İslâm'ın temel ibadetlerinden beş vakit namaz emredildi. Bazı rivayetlere göre mi'racdan dönüş sırasında kendisine cennet ve cehennem ile buralarda bulunacak insanların durumları gösterildi. Nihayet Hz. Peygamber (s.a.s.) Mekke'den ayrıldığı noktaya getirildi.
    Söz konusu hadislerin baş kısmında yer alan ve mi'racın Hz. Peygamber (s.a.s.) 'uyku ile uyanıklık arasında' bir durumdayken başladığını, uyandığında kendisini Mescid-i Harâm'da bulduğunu belirten ifadeler dolayısıyla (Buhârî'deki rivayetlerin birinin sonunda 'Peygamber uyandı ki Mescid-i Harâm'dadır' denilmektedir) bu olayın bedenle gerçekleşen bir yolculuk mu olduğu, yoksa bunun bir tür rüyada vuku bulan ruhanî bir durum mu olduğu hususunda erken dönemden itibaren tartışmalar yapılmıştır. Biri uykuda diğeri uyanıkken olmak üzere iki mi'racdan bahsedildiği de olmuştur. Müfessirlerin çoğunluğu mi'racı Hz. Peygamber (s.a.s.) 'in hem bedeniyle hem de ruhuyla uyanıkken yaşadığı bir olay olarak kabul etmişlerdir. Miracın uykudayken veya uyanık iken ruhen vuku bulduğunu söyleyenler olmuştur. Doğru olsa bile bu iddia miraç mucizesinin değerini ve önemini azaltmaz. Çünkü genel bir ilke olarak vahiy yollarından birinin de rüya olduğu kabul edilir. Nitekim bu sûrenin 60. âyetinde mi'rac olayı kastedilerek 'sana gösterdiğimiz rüya...' şeklinde bir ifade yer almaktadır. Buradaki rüya kelimesinin uyanıkken görme anlamına gelebileceği gibi bundan uykuda görülen rüyanın kastedilmiş olabileceği de belirtilmektedir. Ayrıca Hz. İbrahim de oğlu İsmail'i kurban etme emrini rüyasında almıştı.
    Ancak, mi'rac Hz. Peygamber (s.a.s.) 'in tamamen mucizevî bir tecrübesi olduğundan onu illâ da aklın kalıpları İçinde açıklamanın gerekli olmadığı muhakkaktır. Taberî'ye göre Allah, kulunun ruhunu değil, mutlak bir ifadeyle kulunu geceleyin götürdüğünü ifade buyurduğuna göre 'Peygamber sadece ruhuyla mi'raca çıkmıştır' diyerek âyetin anlamını sınırlamaya hakkımız yoktur.
    Buharı'nin naklettiği rivayetlerde Hz. Peygamber (s.a.s.) 'in önce göklere çıkarıldığı, sonra Kudüs'e getirildiği bildirilirken, önce Kudüs'e getirildiğini ifade eden rivayetler de vardır. Konumuz olan âyette isrâ anlatılırken açıkça 'Mescid-i Haram'dan Mescid-i Aksa'ya' ifadesinin kullanılmış olması, Resûlullah (s.a.s.) 'in semâya yükselmesinden önce Mescid-i Aksâ'ya uğradığı görüşünü teyit etmektedir. Öte yandan Muhammed Hamîdullah, âyette geçen 'en uzak mescid' anlamına gelen Mescid-i Aksâ'nın Kudüs'teki mescid olamayacağını, bunun 'semavî bir mescid' olması gerektiğini savunan görüşü tercih eder. Çünkü Kur'ân-ı Kerîm'de Filistin'den 'en yakın yer' diye söz edilmektedir. Şu halde 'en uzak mescid' Kudüs'te olmamalıdır. Öte yandan Kudüs'te eski mabed (Süleyman mabedi) İslâmiyet'ten çok önce ortadan kaldırılmış, şimdiki Mescid-i Aksa ise henüz yapılmamıştı. Bununla birlikte müfessirlerin tamamına yakını bunun Kudüs'teki Süleyman mabedi olduğunda müttefiktirler. Bu görüşe katılan İbn Âşûr, âyette Hz. Muhammed (s.a.s.) 'in ümmeti tarafından eski mabedin yeniden inşa edileceğine bir işaret bulunduğu kanaatindedir. Nitekim müslümanlar hicrî 66-73 yılları arasında bugünkü Mescid-i Aksâ'yı inşa etmişlerdir.
    Ayette Mescid-i Aksâ'nm çevresinin mübarek kılındığı bildirilmektedir. Çünkü burası İbrâhimî geleneğin merkezi olup burada Hz. İbrahim'den Hz. Îsâ'ya pek çok peygamber gelmiş geçmiş; çoğu burada vefat etmiş ve buraya defnedilmiştir. Nihayet Peygamber efendimizin mucizevî bir şekilde buraya getirilmesi ve daha sonra bir süre buranın müslümanlar tarafından kıble kabul edilmesi de Mescid-i Aksâ'nın çevresinin mübarek bir mekân oluşunun başka bir ifadesidir.

    2-3. 'Kitap'tan maksat Tevrat'tır. Tevrat'ın hidayet rehberi olması, onun sayesinde İsrâiloğulları'nın cehalet ve inkarcılıktan bilginin aydınlığına ve gerçek dine kavuşmalarıdır, 2. âyetin metnindeki vekîl kelimesi, 'kendisine dayanılıp güvenilen, işlerin kendisine bırakıldığı kimse' demektir. Bu şekilde Allah'a güvenip bağlanmaya da tevekkül denir.
    Sûrenin ilk âyetinde İsrâ ile Hz, Muhammed'in onurlandırıldığı bildirildikten sonra burada kendisine Tevrat indirilmek suretiyle Hz. Mûsâ'nın da şereflendirildiği belirtilmektedir. Bu vesileyle insanlığın en eski atalarından ve ulu peygamberlerden olan Hz, Nuh da 'çok şükreden bir kul' olarak takdirle yâdedilmektedir.

    4. Bu âyetteki kitap genellikle Tevrat diye açıklanırken bunu levh-i mahfuz olarak anlayanlar da vardır. Bu anlayışa göre âyet şu anlama gelir: Sizin iki defa bozgunculuk çıkaracağınız levh-i mahfuzda yazılıdır, yani ilmimizde mevcuttur, bunu yapacağınız bizce malûmdu. Nitekim ikisini de yaptınız.
    Yukarıda Hz. Musa'ya kitabın gönderilmesi ve onun İsrâiloğulları'na rehber kılınması ilâhî bir lütuf olarak zikredilmişti. Hz. Mûsâ, Mısır'da yüzlerce yıl aşağılayıcı bir muameleye maruz kalan İsrâiloğulları'nı Firavun'un hegemonyasından kurtarıp özgürlüklerine kavuşturmuş, ana yurtlarına götürmüş, onlara Tevrat'ı tebliğ etmişti. Fakat gerek Kur'an'da gerekse Kitâb-ı Mukaddes'te bildirildiği üzere onlar sık sık Allah'a olan ahidlerini bozup günaha sapmışlar, bu yüzden de İlâhî cezaya mâruz kalmışlardı.
    Âyetteki 'fesad'dan maksat, İsrâiloğulları'nın genel olarak Allah'ın Tevrat'ta koyduğu hükümleri çiğnemeleridir. Tefsirlerde iki fesaddan biri peygamber Eş'iya'yı (İşaya) öldürmeleri veya Ermiya'yı (Yeremya) hapsetmeleri; ikincisi ise Hz. Yahya'yı öldürmeleri, Roma yöneticileriyle iş birliği yaparak Hz. Îsâ'yı öldürmeye kalkışmaları şeklinde açıklanmaktadır.

    5-7. Hz. Musa'nın ölümünden sonra İsrâiloğulları'nın Filistin'deki çeşitli putperest toplulukların tesirinde kalarak bir yandan tevhide dayalı inançlarını bozarken bir yandan da Tevrat'ın ilkelerinden sapıp kötülüklere bulaşıyorlardı. Azgınlıklarım peygamberlerini öldürmeye kadar götürmeleri neticesinde 'ilk vaad' gerçekleşmiştir. Tefsirlerde bu ilk vaad hakkında, Bâbil esaretinin de dahil olduğu farklı olaylardan söz edilmiştir. Tarihî bilgilere göre ise bu ilk vaad, milâttan önce VI. yüzyılda Bâbilliler'in Kudüs'ü işgal etmeleri ve Süleyman Mâbedi'ni (Birinci Mâbed) yıkmalarıyla başlayan sürgün ve esaret sürecini ifade etmektedir. 6. âyette, zamanın Pers kralı Kyros'un milâttan önce 539'da Bâbil'i ele geçirdikten sonra İsrâiloğulları'nın ülkelerine dönmelerine izin vermesiyle başlayan ve milattan önce 63 yılına kadar süren millî birliğin yeniden kurulması, İkinci Mâbed'in inşası, Kudüs'ün iman, dinî ve kültürel hayatın yeniden canlanması gibi olumlu gelişmelerin yaşandığı döneme işaret edildiği anlaşılmaktadır. 7. âyette ise bu parlak dönemin ardından girilen yeni bir dinî, kültürel, siyasî kriz ve yıkım dönemine atıfta bulunulduğu görülmektedir. Bu dönemde önce yahudiler arasında çeşitli fikrî ve siyasî ihtilaflar ve iç karışıklıklar başlamış; ardından iktidar mücadelesi veren bir yahudi grubunun işbirliği yaptığı Romalılar Kudüs'ü ele geçirerek şehri tahrip etmiş, yahudilerin bağımsızlığına son vermişler (m.ö. 63) : bu arada on binlerce yahudi öldürülmüş ve nihayet 70 yılında İkinci Mâbed de Romalılar tarafından yıkılmıştır. Tefsirlerde yahudilerin İkinci bozgunculuklarıyla ilgili olarak zikrettikleri Hz. Yahya'yı öldürmeleri olayı da bu dönemde vuku bulmuştur. Bundan sonra 1948'e kadar Filistin'de yahudi hakimiyeti kurulamamıştır.

    8. Bundan önceki âyetlerde İslâm öncesi yahudilerinden söz edilmişti. Burada ise Hicaz'daki yahudilerin uyarıldığı anlaşılmakta; eğer tekrar bozgunculuk yaparlarsa Allah'ın da onları tekrar cezalandıracağı bildirilmekte, en son ceza yerinin ise cehennem olacağı hatırlatılmakta; kendilerinden, İbrâhimî geleneğin son temsilcisi olan, Hz. Mûsâ ve Hz. Îsâ'nın ilâhî hakikatlere davetlerini tekrar eden Hz. Muhammed'e kulak vermeleri, eski hatalarını tekrarlamayıp onu tasdik etmeleri istenmektedir. Fakat Medine'deki yahudiler bu çağrıya olumsuz cevap vermişler; hatta Hz. Peygamber'le yaptıkları anlaşma hükümlerine rağmen Mekkeli putperestlerle müslümanlara karşı iş birliği yapmışlardır. Allah da onları müslüman Arapların eliyle cezalandırmıştır.

    9-10. Kur'an'ın asıl işlevi, insanlık için bir rehber olması, 'en doğru olan'a götürmesidir. 'En doğru olan 'la ilgili açıklamalar genellikle şu noktada toplanmaktadır: En doğru olan, öncelikle İslâm dini, yani onun temel öğretisi olan doğru itikad, güzel ameldir. Bu ikisini gerçekleştiren de Allah tarafından ödüllendirileceği için Kur'an aynı zamanda bu büyük ecri kazanmaya vesiledir. Öte yandan Kur'an âhirete inanmayanlara Allah'ın ağır bir azap hazırladığını da haber vermektedir ki, insanların doğruyu bulması için Kur'an'ın dikkat çektiği hususlardan biri de budur. Çünkü peşin fikirli olmadan hakikate kargı zihnini ve gönlünü açık tutanlar Kur'an'ın bu uyanları sayesinde âhiret azabından korunmak gerektiğinin şuurunda olarak günahlardan uzaklaşma ve arınma çabası gösterirler.

    11. Hangi insanlar kendilerine kötülük yapmayı ve zarar vermeyi isterler? Tefsirlerde bu soruya çeşitli şekillerde cevap verilmiştir. Müşriklerden bazıları inkâr ve inatlarını, 'Allahım! Eğer bu kitap, senin katından gelmiş bir hakikatse gökten üzerimize taş yağdır! gibi sözlerle dışa vururlardı. Muhtemelen âyette bunlar kastedilmiştir. İnsanlar arasında ciddi bir sıkıntıyla karşılaştıklarında sabır ve metanetle bu sıkıntıyı atlatmaya, mâkul ve meşru yollarla bu sıkıntıdan kurtulmaya çalışmak yerine, “Allah canımı alsa da bu dertten kurtulsam! ' şeklindeki sözlerle kendilerine beddua edenler de bulunur. Ayrıca bazen insanlar bilgisizlikleri sebebiyle kendi iyiliklerine zannederek aslında yine kendileri için kötü olan şeyleri isterler. Çünkü insanın iyi olduğunu zannettiği şey gerçekte kötü, kötü olduğunu zannettiği ile iyi olabilir; bu hususta en doğrusunu Allah bilir.
    Âyetin, insanı çok aceleci olarak değerlendiren ifadesi, insanın tabiatındaki bir komplekse işaret etmektedir. Gerçekten insanın, özellikle ilk defa karşılaştığı durumlarda neyin iyi neyin kötü, neyin faydalı neyin zararlı olduğu konusunda isabetli hüküm vermesi her zaman mümkün olmayabilir. Bunun için insanın aklını, bilgisini, tecrübesini kullanarak veya İnandığı, güvendiği kaynaklara başvurarak en doğru tercihi yapması gerekir. Fakat zihinsel ve ruhsal yönden yeterince gelişmemiş olanlar bir sabır ve olgunluk isteyen bu süreçten geçmeye tahammül edemedikleri için genellikle nefsî isteklerinin tesiriyle aceleci davranır ve umumiyetle de yanlış hüküm verir, yanlış tercihte bulunurlar. İşte âyet-i kerîme bu zaaf konusunda uyarıda bulunmakta; dolaylı olarak muhatabını, 9. âyette 'en doğru olan'a götürdüğü bildirilen Kur'an'ın davetine ve ölçülerine göre karar verip hareket etmeye çağırmaktadır.

    2- Bu ayetlerin günümüz açısından değerlendirilmesi:

    1. İslam dini esasen hiçbir din, ırk ve millete düşmanca bir tavır içinde değildir. Özellikle İslamiyet Ehl-i Kitap olan Hırıstiyan ve Yahudilere değişik konularda imtiyaz/ayrıcalık tanımıştır. Örneğin sosyal hayatla alakalı olarak; onların kızları ile evlenmek, kestikleri hayvanlardan yemenin meşru olduğunu Kur’an-ı Kerim’de (Maide 5/5) görmekteyiz. Bu durumda İslam’ın; başka milletlere, özellikle İsrailoğullarına, İbrani soyuna, Yahudilik dinine, geçmişte, günümüzde veya gelecekte yaşayan barış taraftarı Yahudilere düşmanlık emretmediğini göstermektedir. Genel olarak tarih boyunca Yahudilerin başına gelen sıkıntıların Müslümanlar tarafından kaynaklanmadığı da yine tarihen sabittir.
    2. Hz. Muhammed (s.a.s) ’in, Müslümanların Yahudiler ile savaşacağını haber vermesi, Müslümanların Yahudilere karşı düşman ve saldırgan bir tutum içinde olduklarını göstermez. Çünkü Peygamberimiz yine Müslümanların Türkler ve bir takım başka milletlerle de savaşacaklarını haber vermiştir. (Buhari, Cihad, 95) Bu haberi doğrulama açısından; Emeviler döneminde Türkler ile Müslümanların savaştıkları ve Talas savaşından sonra da Abbasiler döneminde Türklerin Müslüman oldukları tarih kitaplarında sabittir. Buna göre Hz. Muhammed (s.a.s.) ’in; Yahudiler, Türkler, Safeviler, Bizanslılar veya başka bir toplum ile Müslümanların savaşacaklarını haber vermesi, tarihi seyri içerisinde tamamen kendiliğinden gelişecek olan olaylar konusunda Müslümanları uyarmak içindir.
    3. Yine gerek İsra suresinde, gerek hadislerde, gerekse Tevrat metinlerinde Yahudilerin başına gelen olaylar, ilim erbabınca ya geçmiş zamana nispetle yorumlanmış veya kendi yaşadıkları dönem ile ilgili olarak açıklanmıştır. (Elmalı, Hakk Dîni, I, 472-475; IV, 3161-3164) Bu husus özellikle metinlerdeki ifadelerin kapalı (müphem) ve kısa (mücmel) olmasından kaynaklanmaktadır. Bu olayların bu gün veya daha sonraki zamanlarda da yaşanması kesin bir durum olmayıp, bu konuda söylenen sözler indi te’villerden ibarettir.
    4. Hadîs-i şeriflerde Yahûdilerle Müslümanlar arasında olan veya olacak savaşlarda taşlar ve ağaçların dile gelip, “arkamda Yahûdi var, diye söyleyeceklerini bildiriliyor. Bazı hadis yorumcularına göre; bu durum, hakikat mânâya hamledileceği gibi, mecazi manaya da hamledilebilir. Zira ayetlerin müteşabihatı olduğu gibi hadislerin de müteşabihatı var. Yukarıda zikredilen hadislerde bu türdendir.
    Eğer bu hadisleri yorumlamak gerekirse şöyle anlayabiliriz: “Ahirzamanda Yahudilerin fesadı ve tahribatı o kadar fazlalaşacak ve şımarıklık ve isyanları o kadar artacak ki, Müslümanlar, Hıristiyanlar ve bütün insanların birleşmesine ve beraber hareket etmesine sebep olacaktır. Herkes onların bu kötülüklerinden emin olmak için onlarla alakalı bilgi akışını, askeri veya diğer alanlardaki istihbaratlarını birleştirecekler. Bu beraberlikten sonra Yahudilerin karşısında birtek kuvvet olup onları perişan edeceklerdir. Tüm dünyada Yahudilere karşı ciddi bir antipati oluşacağından herkes her türlü yayın–basın araçlarıyla Yahudileri ele verip haber verecektir Bu durumun ifrat derecesini Peygamberimiz (s.a.s.) “taşlar ve ağaçlar bile haber verecek” diye ifade buyurmuşlardır. İşte bu durum taş ve ağacın konuşmasıyla teşbih edilen insanlığın umumi vicdanın onların aleyhlerine dönme döneminin tamamlanmasıyla, düşmanca hareket eden Yahudilerin zulmüne ma’ruz kalan mazlumların feryadını herkes duyacak ve hükmün infazı için işler yapılacaktır.
    Şu kadar var ki hadislerde Müslümanların Yahudilerle savaşacakları açık bir dil ile bildirilmiştir. Bu savaşta Müslümanların saldırgan taraf olmayacağını hadislerdeki “Yahudîler sizinle savaşacaklar” ifadesinden de anlamak mümkündür. Buna göre savaş isteyen, Müslümanlar olmayacaktır. Müslümanın en önemli vasfı daima barış taraftarı olmasıdır. Bu husus Kur’an-ı Kerim’de defalarca vurgulanmaktadır. Bu sebeple Müslümanlar dâvâlarında haklı bulunacaklardır. Bundan dolayı Müslümanlar; Müslüman olsun gayr-i Müslim olsun dünya kamuoyunu arkalarına alacaklardır. Hadiste taş ve ağacın konuşması, insanlığın ortak vicdanına, yani dünya halklarının ortak sesine teşbihtir. Demek ki, dünya kamuoyu Yahudileri tasvip etmeyecektir.

  • Karunun sonu

    06.06.2012 - 22:20

    rahman ve rahim olan allah,ın adıyla kasas suresi 76. Yoldan sapanlardan biri olan Karun da Mûsa’nın ümmetinden olup onlara karşı böbürlenerek zulmetmişti. Ona hazineler dolusu öyle bir servet vermiştik ki o hazinelerin anahtarlarını bile güçlü kuvvetli bir bölük zor taşırdı. Halkı ona: “Servetine güvenip şımarma, böbürlenme! Zira Allah böbürlenenleri sevmez” demişti.

    77. “Allah’ın sana ihsan ettiği bu servetle ebedî âhiret yurdunu mâmur etmeye gayret göster, ama dünyadan da nasibini unutma! (ihtiyacına yetecek kadarını sakla) . Allah sana ihsan ettiği gibi sen de insanlara iyilik et, sakın ülkede nizamı bozma peşinde olma! Çünkü Allah bozguncuları sevmez.”

    78. Karun “Ben bu servete ilmim ve becerim sayesinde kavuştum.” dedi. Peki şunu da bilmiyor muydu ki Allah, daha önce kendisinden daha güçlü ve serveti daha fazla olan kimseleri helâk etmişti? Ama suç işlemeyi meslek edinen sicillilere artık suçları hakkında soru sorulmaz.

    79. Karun bir gün, yine bütün ihtişam ve şatafatıyla halkının karşısına çıktı. Dünya hayatına çok düşkün olanlar: “Keşke bizim de Karun’unki gibi servetimiz olsaydı. Adamın amma da şansı varmış, keyfine diyecek yok! ” dediler.

    80. Âhirete dair ilimden nasibi olanlar ise: “Yazıklar olsun size! Bu dünyalıkların böylesine peşine düşmeye değer mi? Oysa iman edip güzel ve makbul işler yapanlara Allah’ın cennette hazırladığı mükâfat elbette daha hayırlıdır. Buna da ancak sabredenler nail olur.”

    81. Derken Biz onu da, sarayını da yerin dibine geçiriverdik. Ne yardımcıları Allah’a karşı kendisine yardım edip, onu kurtarabildi, ne de kendi kendisini savunabildi.

    82. Daha dün onun yerinde olmaya can atanlar bu sabah şöyle dediler: “Vah bize! Meğer Allah dilediği kimsenin rızkını bol bol verir, dilediğinin rızkını kısarmış! Şayet Allah bize lütfedip korumasaydı, bizi de yerin dibine geçirirdi. Vah vah! Demek ki gerçekten kâfirler iflah olmazmış! ”

  • Konfüçyus

    06.06.2012 - 04:12

    'Allah’ım, senden başka hiçbir şeyi olmayan ben senden başka her şeyi olanlara acırım.'.konfüçyus.

  • nemrutun sonu

    05.06.2012 - 10:41

    rahman ve rahim olan allah,ın adıyla bakara suresi 258. Allah kendisine hükümdarlık verdiği için şımararak Rabbi hakkında İbrâhim ile tartışan kişinin haline bir baksana! İbrâhim ona: “Benim Rabbim hayatı veren ve hayatı alandır” deyince O: “Ben de yaşatır ve öldürürüm” dedi. Bunun üzerine İbrâhim: “İşte Allah güneşi doğudan doğduruyor, haydi sen de batıdan doğdur bakalım”der demez kâfir donakaldı. Zaten Allah zalimleri hidayet etmez, emellerine kavuşturmaz.

  • firavunun son anları

    05.06.2012 - 10:29

    rahman ve rahim olan allah,ın adıyla yunus suresi 90. Derken, İsrailoğullarını denizden geçirdik. Hemen Firavun, askerleriyle beraber zulmederek ve saldırarak peşlerine düştü. Nihayet boğulmak üzere iken: “İman ettim. İsrailoğullarının inandığı İlahtan başka tanrı yokmuş. Ben de müslümanlardanım” dedi.

    91. 92. “Şimdi mi? Halbuki bundan önce isyan etmiştin, bozgunculardan olmuştun! Biz de bugün senin bedenini denizden kurtarıp karada bir yere çıkaracağız ki senden sonra gelecek nesillere ibret olasın.” Doğrusu insanların birçoğu bizim âyetlerimizden, ibret alınacak delillerimizden gafildirler.

  • hz. asiye"nin duası

    04.06.2012 - 05:21

    rahman ve rahim olan allah,ın adıyla tahrim suresi 11.ayet İman edenlere ise Allah, Firavun’un eşini misal getirir. O vakit bu Hatun şöyle niyaz etmişti: “Ya Rabbî! Sen kendi nezdinde, cennette benim için bir konak yaptır, beni Firavun’dan ve onun kötü işinden kurtar, beni bu zalimler gürûhundan halas eyle! ”

  • firavun"un duası nedir

    04.06.2012 - 04:25

    DUA

    Hz Musa ve Firavun halkın huzurunda iddiaya girerler.
    Hz Musa 'benim Rabbim nil nehri ile Mısır'a hayat verir' der.
    Firavun, 'Ben istersem o nil nehrini tersine çeviririm' der.
    Hz Musa hadi yap deyince, Firavun ondan süre ister. Ertesi gün buluşmak üzere ayrılırlar. Hz Musa emri yerine getirmenin huzuru ile evine gider ve istirahate çekilir. Firavun ise gece uyumaz ve Hz Musa'nın Rabbi'ne Nil'in sahibi olduğu için dua eder ve uyumaz. Ertesi gün bir araya gelirler ve nil nehri Firavun'un dediği gibi ters akmaya başlar. Bunun üzerine Hz Musa;
    'Ya Rabbi, Ben senin söylemediğin bir şeyi söylemedim, neden böyle irade buyurdun? ' der.
    ElCevap;
    'Senin söylediğin doğruydu ama sen uyurken O dua etti. Ben herkesin Rabbiyim, herkesin duasına icabet ederim.'
    ....

    Allah o kadar adildir ki, kendisine tapana da tapmayana da duası karşılığına mutlaka yardım eder. Zira o Alemlerin Rabbidir.

    Dua insanın kulluğunu bilmesi, aczini ifade etmesidir. Allah kulun bu halini çok sever, ve bu haldeki kulunun isteklerine hemen cevap verir. Elbette insan O'nun yardımı ve nimeti olmadan tek bir nefes bile alamaz.

  • istifasını biz de kabul ettik

    12.02.2012 - 23:40

    Mehmet Akif Ersoy her sabah Süleymaniye Camii’ne sabah namazı için geldiğinde hep birisinin kendisinden önce geldiğini ve ağlayarak dua ettiğini görür. Ne kadar erken gelirse gelsin o adamı hep ağlarken görmektedir. Bir gün yanına yaklaşır ve bu halinin sebebini sorar. Adam başta anlatmak istemese de yoğun israr üzerine anlatır: Ben Sultan Abdulhamid’in en çok sevdiği komutanlarından biriydim. Emrimdeki askerlerimle ülkem için gereken her şeyi yapıyordum. Babam çok zengin biriydi büyük çiftlikleri vardı. Bir gün babam rahatsızlandı ve işlerini takip edemez oldu. Bunun üzerine ben babamın işlerini takip etmek için Sultan Abdulhamid’e istifamı sundum. Sultan kabul etmedi. Ben her gün tekrar Sultanın yanına gidip istifamı kabul etmesini istiyordum. En sonunda Sultan istifamı istemeyerek de olsa kabul etti. Ben çiftliğe gidip babamın işlerini takip etmeye başladım. Bir gün rüyamda Peygamber Efendimizi gördüm. Yanında Sultan Abdulhamid de vardı. Büyük bir meydanda durmuşlar önlerinden komutanlarıyla birlikte geçen orduları teftiş ediyor. Orduların nizam ve intizamını gördükçe yüzü gülüyor, komutanlarına dua ediyordu. Birden meydanda dağınık bir birlik göründü. Başlarında komutanları yoktu. Askerler darmadağınık bir halde geçiyorlardı. Peygamber efendimizin yüzünden gülümsemesi gitti. Sultan Abdulhamid’e; - “Bu ordunun komutanı kim? ” diye sordu. Sultan; - “Ya Resulallah! O ordunun komutanı şahsi işlerinden dolayı istifa etti, bizde mecburen kabul ettik.” deyince, Peygamber Efendimiz; - “Öyleyse onun istifasını bizde kabul ettik” buyurdu. İşte o günden beri burada tövbe edip ağlıyorum.

Toplam 79 mesaj bulundu