Bir alevdin içimde yakıpta kavuran, yağmur oldun gözümde hiç durmadan yağan, filizlenmiş yüreğimi açmadan solduran, can dostum yüreğim yanlış anladın, FİKRİMİN İNCE GÜL’Ü YANLIŞ ANLADIN. Merhaba bile demeden, sarılıp bir öpmeden, kırdın yüreğimi yanlış anladın, FİKRİMİN İNCE GÜL’ü yanlış anladın. bir sevdasın içimde çığ gibi büyüyen, hasret oldun gözümde durmadan tüten, filizlenmiş yüreğimi açmadan solduran, can dostum yreğim yanlış anladın, FİKRİMİN İNCE GÜL’ü yanlış anladın. merhaba bile demeden, sarılıp bir öpmeden, kırdın yüreğimi yanlış anladın, FİKRİMİN İNCE GÜL’ü yanlış anladın ================
Kırdın, döktün testimi; şimdi boş, Tanrım! Sanma böyle mutluyum, sanma hoş, Tanrım! Hep toprağa içirdin, gül gibi şarabımı; Doğruyu söyle şimdi, kim sarhoş, Tanrım?
ben ki zemheriye kafa tutan isyan değilmiyim..evet isyanım ben..tüm ihtilaller yüreğimde yaşanır..savaşırım zemheriyle..aldırmadan ayazına boy verir isyan çiçeğim...aldırmadan ida'nın sert poyrazına toprağa sımsıkı tutunur..renk renk açarım...bazende savaşırım kendimle bir ihtilal ardından bir devrim yaparım söker atarım hayırsızı yüreğimden ve yeniden ben olurum..asi yüreğimin en zayıf halkasıdır sevdam ve bunu bilir koparırım o halkayı bin yıl sevdasız kalacağımı bilsemde yakışmaz zayıf halka taşımak asi yüreğime.. isyannn ......... Sustu... bir daha konuşmaz ağzını bıçak açmaz eski resimlerde kaldı gülümseyen yüzü sınırsız sevimsiz şimdi yalanım varsa bir daha öleyim tutkudur bu tutku gece vakti baykuş gözleri yankıdır dört duvarda çırpınan aslan ağzıdır bu dişleri keskin dişleri halkın saklı isyanı....
Serdal Göçmen
.............. gece kapkaranlık..ihanetlere gebe.. bir örtü gibi saklarken şerefsizlikleri hiç utanmayan gece.. sarhoşların,fahişelerin,ihanetçilerin,hırsızların yatakçısı gece.. birde utanmadan taş parçalarını serpmiş karanlığına,hani adına yıldız dediğimiz sevgilinin gözlerini benzettiğimiz o taş parçaları.. hıh kim demiş yıldızlar parlar diye, onlarda,hırsız gecenin yaltakçısı güneşten çaldığı ışığı giyinen.. ve gece sokaklarında ağzı kokan bir sarhoşu nasılda kucaklamış.. adamın ağzında onlarca küfür..anlaşılan kafaya taktığı uğruna cebindekileri saçtığı fahişede aradığını bulamamış.. yazık oysa şimdi karısı bekler saf saf..birazda korku vardır kadında..haksızda değil hani kapıyı açar açmaz bir leş gibi yığılacak koca..belkide yaptığı adiliğin faturasını onun bedeninde çıkaracak.. ya hoyrat saygısız bir sevişme.tecavüze denk düşen..yada dayak ah gece neleri barındırıyorsun içinde.. kumarlar oynanıyor şimdi masalarda..izmarit kokusu sinmiş ellere..o iğrenç ellerin en popüler kokusu.. masalarda para tükenince evdeki kadınlar yatar kumara..yada iş yerleri..babadan kalma ev.. ve gece sen hala yıldızlarınla övün..ay ile övün.. taksi şöförleri sokak köşelerinde..pavyon kapılarında..hastane önünde..otogarlarda. ekmek peşinde..uykusuz gecede.. senin karanlığına kibrit çakmış bir kaç sokak çocuğu..tenekenin içinde yanan ateş..aç karınlar.. uyuşturucuya hasret damarlar..krize az kalmış.. birazdan biri çıldırır saldırır elindeki bıçağı ile ilk geçen adama.. oysa ne umutlarla dünyaya getirilmişler..belki içlerinden birinin adı da umut.. gece senden nefret ediyorum..hemde ölesiye!
isyan ....................... Issızlık Gezintileri-2 (Zemheri Hasreti)
ince ince dökül de gel elif ol yağ kar dilinde üstüme kızıl güllerin sınandığı nisan vurgunu canımı ağustosun güze kapandığı yollardan çevirip zemherinin ak göğsüne kör bıçakla kazınan koyaklara sürgün edeyim
cehennem ocağıma yağ kokum duymasın sevdalım naçar yanlarımda delirsin terli küheylanlar bir kefen serinliği ol miadı dolmuş soyka dilim üstüne
bürü de gel yüksekleri ben durayım bu kez dağlar dönsün üstüme kırağılar örtünsün tuzlu yangınlarım beyaz patiskalardan yollar biçeyim yar yürüsün karakıştan bahara ben bakayım uzaklardan ayağının izine
Muhammet Akyıldız ........................... diyelim ki beyazca ortalık ve karın altında oynaşır bir tomurcuk diyelim ki bir kadın oturmuş başucuna hani saçları kıvır kıvır ve uçlarında bir sonbahar bozumu kış var ellerini kollarının arasına almış ve beklene güne bakmakta ufuk beyazdır kar yarıldı bir kez çatlattı kendini kıvır saçlı bu gelen kardelendir isyan ezgiidir hoşgelmiş...
ÖLÜMÜ HATIRLATAN KADIN Kayalıklarda gördüm seni,bir sisli günde, Fırtınadan saçların çözülmüş bir demetti. O kayalıklarda ki bir yıl evvel üstünde Çöllerden aşık dönen bir genç intihar etti...
Seni her nerde,artık,her ne suretle görsem Bir gölgenin duyarım ruhuma düştüğünü. Ben de o aşık gibi bir kayada ölürsem Rabb'im mukaddes etsin seni gördüğüm günü!
Kayalıklarda bir genç öldüğü gün beldenin Halkı seni karanlık rüyalarında görmüş, Ey yadı gönlümüzden çıkmayan afet senin Sevmediklerin değil,sevdiklerin ölürmüş.
Bazı ruhum kararır kefenlerden,mezardan; Yok mu,Rabb'im,ölümün bir güzel şekli,derdim. O kayalıklarda ilk seni gördüğüm zaman Hayalimde ölüme en güzel şekli verdim.
Başka bir göz yaşını dudaklarınla silsen Ürpererek:Bu,derim,mezardan bir nefestir! Buna kıskançlık deme,bence değil yalnız sen, Seni gören göz bile ne kadar mukaddestir!
Kimse karşında belki titremez gönlüm gibi, Bense hala korkarım dizinde ağlamaktan. Teması korku veren tatlı bir ölüm gibi Daha cana yakındır görünüşün uzaktan... ....................................... Dağ türküsü
beni dağlardan toplayın karanlık gecelerde yıldız izi __________________süre süre kanamış bir karadutun dalında arayın aç saldırılardan yara almış dudak yarıklarından ellerinden sıkar gibi düşürdüğünüz her damla suda
her zaman tatlı su balığı olanlardan uzak tutarak
beni kaya dibi çiğdemlerinin arasında tırmanarak uçurumu örümcek hızıyla ihaneti yemiş bir ölümün yanı başında hicranla toplayın
beni dağlardan sol yanıma rüzgar yükleye yükleye bitki köklerinden merhem çala çala toplayın hadise barambelin namlusundan sürülmek ise belimde demir soğukluğunu ısıtıyorum sevdiğin en güzel yemini tutturmuşsun de ki göğsümden yanardağları yaratayım sevdaya
şimdi inancını yitirmiş bir yılanın zehrini topluyorum birazdan sırtımı dayayacağım uğur böceğinin beneklerine dudaklarımdan dinlenmiş bir ıslık tok bir sabaha atlıların zafer dönüşleri kadar gür
beni dağlardan toplayın iç cebimde sakladığım resimle yollanmamış kırmızı kalem yazımlı bir mektup ve gecelere yakılmış sigaranın sinen tütünüyle şahit kalmamacasına mesela aya şarap ısmarlayın sarhoş olsun ve güneşe bulut gerin yağmura bir hal edin adıma dağ deyin bana bir türkü okuyun
irfan sari
Kaldırımlar 1
Sokaktayım, kimsesiz bir sokak ortasında; Yürüyorum, arkama bakmadan yürüyorum. Yolumun karanlığa saplanan noktasında, Sanki beni bekleyen bir hayâl görüyorum.
Kara gökler kül rengi bulutlarla kapanık; Evlerin bacasını kolluyor yıldırımlar. İn cin uykuda, yalnız iki yoldaş uyanık; Biri benim, biri de serseri kaldırımlar.
İçimde damla damla bir korku birikiyor; Sanıyorum, her sokak başını kesmiş devler... Üstüme camlarını, hep simsiyah, dikiyor; Gözüne mil çekilmiş bir âmâ gibi evler.
Kaldırımlar, çilekeş yalnızların annesi; Kaldırımlar, içimde yaşamış bir insandır. Kaldırımlar, duyulur, ses kesilince sesi; Kaldırımlar, içimde kıvrılan bir lisandır.
Bana düşmez can vermek, yumuşak bir kucakta; Ben bu kaldırımların emzirdiği çocuğum! Aman, sabah olmasın, bu karanlık sokakta; Bu karanlık sokakta bitmesin yolculuğum!
Ben gideyim, yol gitsin, ben gideyim, yol gitsin; İki yanımdan aksın, bir sel gibi fenerler. Tak, tak, ayak sesimi aç köpekler işitsin; Yolumun zafer tâkı, gölgeden taş kemerler.
Ne sabahı göreyim, ne sabah görüneyim; Gündüzler size kalsın, verin karanlıkları! Islak bir yorgan gibi, sımsıkı bürüneyim; Örtün, üstüme örtün, serin karanlıkları.
Uzanıverse gövdem, taşlara boydan boya; Alsa buz gibi taşlar alnımdan bu ateşi. Dalıp, sokaklar kadar esrarlı bir uykuya, Ölse, kaldırımların kara sevdalı eşi..
Necip Fazıl Kısakürek
Kaldırımlar 2
Başını bir gayeye satmış kahraman gibi, Etinle, kemiğinle, sokakların malısın! Kurulup şiltesine bir tahtaravan gibi, Sonsuz mesafelerin üstünden aşmalısın!
Fahişe yataklardan kaçtığın günden beri, Erimiş ruhlarınız bir derdin potasında. Senin gölgeni içmiş, onun gözbebekleri; Onun taşı erimiş, senin kafatasında.
İkinizin de ne eş, ne arkadaşınız var; Sükût gibi münzevî, çığlık gibi hürsünüz. Dünyada taşınacak bir kuru başınız var; Onu da, hangi diyar olsa götürürsünüz.
Yağız atlı süvari, koştur, atını, koştur! Sonunda kabre çıkar bu yolun kıvrımları. Ne kaldırımlar kadar seni anlayan olur, Ne senin anladığın kadar, kaldırımları...
(1927)
Necip Fazıl Kısakürek
Kaldırımlar 3
Bir esmer kadındır ki, kaldırımlarda gece, Vecd içinde başı dik, hayalini sürükler. Simsiyah gözlerine, bir ân, gözüm değince, Yolumu bekleyen genç, haydi düş peşime der.
Ondan bir temas gibi rüzgar beni bürür de, Tutmak, tutmak isterim, onu göğsüme alıp. Bir türlü yetişemem, fecre kadar yürür de, Heyhat, o bir ince ruh, bense etten bir kalıp.
Arkamdan bir kahkaha duysam yaralanırım; Onu bir başkasına râm oluyor sanırım, Görsem pencerelerde soyunan bir karaltı.
Varsın, bugün bir acı duymasın gözyaşımdan; Bana rahat bir döşek serince yerin altı, Bilirim, kalkmayacak, bir yâr gibi başımdan...
Necip Fazıl Kısakürek
Dost Tanrı...
Dün gece Tanrı’yla bir sofra kurduk
Saz çalıp eğlendik sabaha kadar
Arz-u hal eyleyip, hal hatır sorduk
Birlikte demlendik sabaha kadar
Dizine yaslandım, zaman çürüdü
Bir gece dedimse, on bin yıl sürdü
Her bana bakışta, kendini gördü
Diz dize dinlendik sabaha kadar
Büyük başın derdi, daha büyükmüş
Cümle can, kainat sırtında yükmüş
Ömür, bir tadımlık ötesi yokmuş
Aşk ile bellendik sabaha kadar
Dedi hiç hırslanma boşa o telaş
Çok bela getirir başa bu telaş
Ne katran kazanım, ne kor, ne ataş
Su serpti küllendik sabaha kadar
Dedim terkeyleme hep yanımda kal
Dedi bir bütündür kök, gövde ve dal
Meğer ben körmüşüm, O da suskun, lal
Can gördük, dillendik sabaha kadar
Bir gece boyunca, bin sual sorduk
Adem’den bugüne çok kafa yorduk
Gökten yere inen bir çift tohumduk
Birlikte, çimlendik sabaha kadar
BEN BİR EYLÜL- SEN HAZİRAN
Bir eylüldü başlayan içimde Ağaçlar dökmüştü yapraklarını Çimenler sararmıştı Rengi solmuştu tüm çiçeklerin Gökyüzünü kara bulutlar sarmıştı Katar katar gidiyordu kuşlar uzaklara Deli deli esiyordu rüzgâr Dağılmıştı yazdan kalan ne varsa Yaşanmamış bir mevsim gibiydi bahar Neydi o bir zamanlar Sevmişliğim, sevilmişliğim O heyheyler, o delişmenlikler neydi Ne bu kadere boyun eğmişliğim Ne bu acıdan korlaşan yürek Ne bu kurumuş nehir; gözyaşım Önümdeki diz boyu karanlıklar da ne Ne bu ardımdaki kül yığını; elli yaşım Beni kötü yakaladın haziran Gamlı, yıkık eylül sonuma Bir ilk yaz tazeliği getirdin Masmavi göğünle Cana can katan güneşinle Pırıl pırıl engin denizinle girdin içime Çiçekler açtı dokunduğun.. Çimler büyüdü yürüdüğün Ve güller katmer katmer oldu güldüğün yerde Başımda senin kuşların kanat çırpıyor şimdi Oldurduğun yemişlerin ağırlığından Dallarım yere değiyor Güneşi batmadan saçlarının Bir dolunay doğuyor bakışlarından Gün boyu senden bir meltem esiyor yanan alnıma Uykusuz gecelerim seninle apaydınlık Başım dönüyor, off başım dönüyor yaşamaktan Ölebilirim artık Ölme diyorsan; gitme kal öyleyse Sarıl sımsıkı, tenim ol, beni bırakma Baksana; parmak uçlarım ateş Lavlar fışkırıyor gözbebeklerimden Hadi gel, tut ellerimi, benimle yan Benimle meydan oku her çaresizliğe Benimle uyu, benimle uyan Birlikte varalım onuncu aylara Ben bir eylül, Sen haziran...
VAZGEÇTİM
Vazgeçtim bu dünyadan tek ölüm paklar beni, Değmez bu yangın yeri, avuç açmaya değmez. Değil mi ki, çiğnenmiş inancın en seçkini, Değil mi ki, yoksullar mutluluktan habersiz, Değil mi ki, ayaklar altında insan onuru, O kızoğlan kız erdem, dağlara kaldırılmış, Ezilmiş, horgörülmüş el emeği, göz nuru, Ödlekler geçmiş başa, derken mertlik bozulmuş, Değil mi ki, korkudan dili bağlı sanatın, Değil mi ki, çılgınlık sahip çıkmış düzene, Doğruya doğru derken eğriye çıkmış adın, Değil mi ki, kötüler kadı olmuş Yemen' e Vazgeçtim bu dünyadan, dünyamdan geçtim ama, Seni yalnız komak var ya, o koyuyor adama.
William SHAKESPEARE
Eylül geldi ve hiç gitmedi... O gün, bu gündür aylardan hep eylül ve mevsim hep sonbahar... Ben hâlâ yağmur sonrası o toprak yolda yürüyorum...
Ayağımın altında sarı çınar yaprakları ve yolun sonunda hayalin duruyor... Kaç yıl oldu unuttum. Ben sana varamıyorum...
Günler güz yaprakları gibi birer birer dökülürken ayaklarımın dibine, ben her gece karanlığa dikip gözlerimi senin aydınlığını bekledim. Sen yoktun...
Binlerce adım attım bu kentin sokaklarında. Her köşeyi, her parkı, her ağacı ezberledim. Sevdaya bulanmış her kaldırım taşında senin adını aradım. Sen yoktun...
Evlerin duvarları birer birer üzerime yıkıldı. Her bir hücremin acısını ta yüreğimde hissederken beni enkazın altından çekip alacak elini aradım. Sen yoktun...
Özlem şarkılarını ezberledim. Kimini bağıra bağıra, kimini fısıltıyla söyledim. Karanlığa haykırdım hasretimi. Sesimi duyacaksın diye bekledim. Sen yoktun...
Senden gelecek bir tek haberi bekledim. Saatler asırlar gibi geldi, geçmedi. Çalan her telefonu yüreğimin deli bir çağlayana dönen atışlarıyla açtım. Senden başka duyduğum her seste hep aynı hayâl kırıklığını yaşadım. Onlar beni duymak istiyordu, bense seni. Sen yoktun...
Seni aramaktan yorgun düşmüş bedenimi karanlığın kucağına uzattım her gece. Bir an önce sabah olsun diye uykunun beni çekip almasını istedim. Olmadı. Kaç gece sabahı ettim gözlerimi kapamadan, kaç gece merdivendeki ayak seslerini dinledim gelen sensindir diye. Sen yoktun...
Her yağmurla birlikte hüzün de yağdı bu kentin üzerine. Bulutlar yalnızlığın işaretiydi benim için. Beni ıslatan yağmur olmadı. Ben senin özleminle sırılsıklamdım her mevsim. Hayat; merhaba dedi bahara çiçek çiçek. Uzun kıştan sonra gelmez dediğim göçmen kuşların dönüşünü gördüm. Sen yoktun...
Her istasyon her otogar adresim oldu. Bir trenden inersin sandım. Otobüslerdeki her yolcuya sensin diye baktım. Ya da yolculuklara vurdum kendimi. Kimsenin uğramadığı köylere, adı duyulmamış kasabalara gittim. Senden bir iz aradım. Sen yoktun...
Denizin sonsuz maviliğine umut bağladım. Kıyılarda tükettim bekleyişlerimi. Hep sensiz gemiler geçti limanlardan. Ben gemicilerin hasret türkülerine eşlik ettim. Sen yoktun...
Gözümden bir tek damla yaş akmadı. Onlar sana aitti, sana kalmalıydı. Kimselere söyleyemedim acılarımı, bekleyişimin öyküsünü kimselere anlatamadım. Nice fırtınalar koptu yüreğimde. Dalgalar dövdü hayallerimi. Sığınacak bir liman, yaslanacak bir omuz aradım. İçimi dökecek bir insan aradım. Sen yoktun...
Her gece ay paramparça oldu. Her gece yıldızlar birer birer düştü sokaklara. Yıldızları saçına takıp gelmeni bekledim. Ayı avucunda bana getirmeni bekledim. Ve bir güneş gibi doğup aydınlatmanı bekledim bu kapkara dünyamı. Ama. Sen yoktun...
Anneciğim! Evlatlar vardır başarılarını, zaferlerini yazarlar... Sana yazacak bir başarım, bir ödülüm yok anne. Keşke olsaydı da, seni sevindirebilseydim. Keşke, benim de anneme yazacak, anlatacak başarılarım olsaydı. Ama yok anne...
Sevdiğin, okşadığın saçlarıma aklar düştü anne. İlk evvel saçlarım hayat mücadelesinde yenildi. Düşmanlarım hep benden güçlü oldu anne. Onların tahta kılıçları benim çelikten kılıcımı paramparça etti. Onlar beni yenmek için ne senaryolar yazdı, ne iftiralar attılar. Ben, ‘masumum’ bile diyemedim. Düşmanlarıma hep yenildim anne.
Ve ne yazık ki, dostlarıma da... Dostlarım da beni hep yendi... Ben onları dost bilirken onlar beni meydanlarda tuş ettiler. Arkamda hep bir hançer yarası oldu anne. Senin anlayacağın, dostlarım beni düşmanlarımdan daha beter etti! Kahkahayı unuttum, tebessümle dost oldum. Yüzümde acı bir tebessüm var şimdi. Bahtıma yenildim anne!
Çocukluk yıllarımın özlemiyle seni aradım anne... Senden daha şefkatlisini, daha merhametlisini bulamayacağımı bilerek... Her şey küçükken güzelmiş anne. Şimdi büyüdüm ve yenilmeyi öğrendim anne.
Gülü çok sevdim, hele alını, pembesini... Bahtıma hep beyazı düştü anne... O çok sevdiğim güllerin, dikenlerine yenildim anne... Açlığa-tokluğa, hastalığa-sağlığa, dosta-düşmana... Hepsine ama hepsine yenildim...
Senin anlayacağın hayata yenildim anne... Yenildim...
Ben senden önce ölmek isterim. Gidenin arkasından gelen gideni bulacak mı zannediyorsun? Ben zannetmiyorum bunu. İyisi mi,beni yaktırırsın, odanda ocağın üstüne korsun içinde bir kavanozun. Kavanoz camdan olsun, şeffaf, beyaz camdan olsun ki içinde beni görebilesin Fedakarlığımı anlıyorsun vazgeçtim toprak olmaktan, vazgeçtim çiçek olmaktan senin yanında kalabilmek için. Ve toz oluyorum yaşıyorum yanında senin. Sonra, sen de ölünce kavanozuma gelirsin. Ve orada beraber yaşarız külümün içinde külün ta ki bir savruk gelin yahut vefasız bir torun bizi ordan atana kadar... Ama biz o zamana kadar o kadar karışacağız ki birbirimize, atıldığımız çöplükte bile zerrelerimiz yan yana düşecek. Toprağa beraber dalacağız. Ve bir gün yabani bir çiçek bu toprak parçasından nemlenip filizlenirse sapında muhakkak iki çiçek açacak : biri sen biri de ben. Ben daha ölümü düşünmüyorum. Ben daha bir çocuk doğuracağım Hayat taşıyor içimden. Kaynıyor kanım. Yaşayacağım, ama ,çok, pek çok, ama sen de beraber. Ama ölüm de korkutmuyor beni. Yalnız pek sevimsiz buluyorum bizim cenaze şeklini. Ben ölünceye kadar da Bu düzelir herhalde. Hapisten çıkmak ihtimalin var mı bugünlerde? İçimden bir şey : belki diyor. BİR AYRILIŞ HİKAYESİ Erkek kadına dedi ki: -Seni seviyorum, ama nasıl, avuçlarımda camdan bir şey gibi kalbimi sıkıp parmaklarımı kanatarak kırasıya çıldırasıya... Erkek kadına dedi ki: -Seni seviyorum, ama nasıl, kilometrelerle derin, kilometrelerle dümdüz, yüzde yüz, yüzde bin beş yüz, yüzde hudutsuz kere yüz... Kadın erkeğe dedi ki: -Baktım dudağımla, yüreğimle, kafamla; severek, korkarak, eğilerek, dudağına, yüreğine, kafana. Şimdi ne söylüyorsam karanlıkta bir fısıltı gibi sen öğrettin bana.. Ve ben artık biliyorum: Toprağın - yüzü güneşli bir ana gibi - en son en güzel çocuğunu emzirdiğini.. Fakat neyleyim saçlarım dolanmış ölmekte olan parmaklarına başımı kurtarmam kabil değil! Sen yürümelisin, yeni doğan çocuğun gözlerine bakarak.. Sen yürümelisin, beni bırakarak... Kadın sustu. SARILDILAR Bir kitap düştü yere... Kapandı bir pencere... AYRILDILAR... Gözleri siyah kadın o kadar güzelsin ki Çok sevdiğim başına yemin ediyorum ben Koyu bir çiçek gibi gözlerin kapanırken Bir dakika göğsünün üstünde olsa yerim Ömrümü bir yudumda ellerinden içerim Gözleri siyah kadın o kadar güzelsin ki. GÖZLERİNE BAKARKEN Gözlerine bakarken güneşli bir toprak kokusu vuruyor başıma, bir buğday tarlasında, ekinlerin içinde kayboluyorum... Yeşil pırıltılarla uçsuz bucaksız bir uçurum, durup dinlenmeden değişen ebedi madde gibi gözlerin:
sırrını her gün bir parça veren fakat hiç bir zaman büsbütün teslim olmayacak olan... HASRETİNDEN PRANGALAR ESKİTTİM Seni anlatabilmek seni. İyi çocuklara, kahramanlara. Seni anlatabilmek seni, Namussuza, halden bilmeze, Kahpe yalana. Ard- arda kaç zemheri, Kurt uyur, kuş uyur, zindan uyurdu Dışarda gürül- gürül akan bir dünya... Bir ben uyumadım, Kaç leylim bahar, Hasretinden prangalar eskittim. Saçlarına kan gülleri takayım, Bir o yana Bir bu yana... Seni bağırabilsem seni, Dipsiz kuyulara. Akan yıldıza. Bir kibrit çöpüne varana. Okyanusun en ıssız dalgasına Düşmüş bir kibrit çöpüne. Yitirmiş tılsımını ilk sevmelerin, Yitirmiş öpücükleri, Payı yok, apansız inen akşamdan, Bir kadeh, bir cigara, dalıp gidene, Seni anlatabilsem seni... Yokluğun, Cehennemin öbür adıdır Üşüyorum, kapama gözlerini... HERŞEY SENDE GİZLİ Yerin seni çektiği kadar ağırsın Kanatların çırpındığı kadar hafif.. Kalbinin attığı kadar canlısın Gözlerinin uzağı gördüğü kadar genç... Sevdiklerin kadar iyisin Nefret ettiklerin kadar kötü.. Ne renk olursa olsun kaşın gözün Karşındakinin gördüğüdür rengin.. Yaşadıklarını kar sayma: Yaşadığın kadar yakınsın sonuna;
Ne kadar yaşarsan yaşa, Sevdiğin kadardır ömrün.. Gülebildiğin kadar mutlusun Üzülme bil ki ağladığın kadar güleceksin Sakın bitti sanma her şeyi,
Sevdiğin kadar sevileceksin. Güneşin doğuşundadır doğanın sana verdiği değer Ve karşındakine değer verdiğin kadar insansın Bir gün yalan söyleyeceksen eğer Bırak karşındaki sana güvendiği kadar inansın. Ay ışığındadır sevgiliye duyulan hasret Ve sevgiline hasret kaldığın kadar ona yakınsın Unutma yagmurun yağdığı kadar ıslaksın Güneşin seni ısıttığı kadar sıcak. Kendini yalnız hissetiğin kadar yalnızsın Ve güçlü hissettiğin kadar güçlü. Kendini güzel hissettiğin kadar güzelsin..
İşte budur hayat! İşte budur yaşamak bunu hatırladığın kadar yaşarsın Bunu unuttuğunda aldığın her nefes kadar üşürsün Ve karşındakini unuttuğun kadar çabuk unutulursun Çiçek sulandığı kadar güzeldir Kuşlar ötebildiği kadar sevimli Bebek ağladığı kadar bebektir Ve herşeyi öğrendiğin kadar bilirsin bunu da öğren, Sevdiğin kadar sevilirsin... SEVGİ DUVARI sen miydin o yalnızlığım mıydı yoksa kör karanlıkta açardık paslı gözlerimizi dilimizde akşamdan kalma bir küfür salonlar piyasalar sanat sevicileri derdim günüm insan içine çıkarmaktı seni yakanda bir amonyak çiçeği yalnızlığım benim sidikli kontesim ne kadar rezil olursak o kadar iyi kumkapı meyhanelerine dadandık önümüzde altınbaş altın zincir fasulye pilakisi aramızda görevliler ekipler hızır paşalar sabahları açıklarda bulurlardı leşimi öyle sıcaktı ki çöpçülerin elleri çöpçülerin elleriyle okşardın beni yalnızlığım benim süpürge saçlım ne kadar kötü kokarsak o kadar iyi baktım gökte bir kırmızı bir uçak bol çelik bol yıldız bol insan bir gece sevgi duvarını aştık düştüğüm yer öyle açık seçik ki başucumda bir sen varsın bir de evren saymıyorum ölüp ölüp dirilttiklerimi yalnızlığım benim çoğul türkülerim ne kadar yalansız yaşarsak o kadar iyi UNUT BENİ CAN
Bu kaçıncı gece hasretinle yandığım Kaçıncı gece yıldızları yıkadığım göz yaşlarımla? Mesafeler yırtıldı hıçkırıklarımla Bosnalı kadınlar duydu feryadımı. Sen, sen duymadın mı can?
Ne vardı bu kadar uzak yerlerde açacak? Benden uzak o iklimlerin, Benden uzak o şehrin, Kahrolası o kalabalıkların Benim kadar ihtiyacı mı vardı sana, Benim kadar hasret çekti mi Kahrolası o şehrin semaları, Benim kadar yandı mı? Ne vardı can? Ne vardı uzak iklimlerde açacak? Ne vardı Kendimizi bu kadar kahredecek? Kara trenler umut olmamalıydı, uzayan yollarda kalmamalıydı bakışlar. Dünya, bir tek nokta olmalıydı can... Bir tek noktada doğmalıydık. Dönüp dönüp sana varmalıydı yollar, Ben, hep hasret türküleri söylememeliydim, Sen, hep hasret şiirleri okumamalı. Hasret diye bir söz olmamalıydı lügâtlarda Geceler boyu hergün göz yaşlarımla ıslanmamalıydı yıldızlar.
Gönlüm bu sevdaya dar gelir oldu Boğuyor karanlıklar can... Mesafeler kurşun oldu amansız, Feryadıma şahit oldu yıldızlar Can... Can... Hasretin ağır bir yük omuzlarımda. Ben çekmekten usandım, sen usanmadın mı?
Bildim, bitmeyecek bu hasret! Uzak iklimlerde açmış iki çiçeğiz. Hangimiz gelsek diğerinin yanına, Kuruyup, kaybolacağız. Ben, kıraç topraklara döndüm can, Ben, kurumuş dereler gibiyim. Issız mağaralarda kaldı umudum. Belli bu sevda kahredecek bizi, Unut be can...
Unut bu sonu gelmez sevdamızı... bırak yeni güneşler doğsun semalarında bulutlar gizlemesin yıldızlarını yeniden başlasın herşey yeniden doğ bensiz şafaklarda. Unut can, unut senin için yazdığım sevda şiirlerini. De ki; bir rüya idi bitti. De ki; bir hayaldi, solgun aynalarda yansıyan. De ki; bir romandı, sonu koskoca bir hiçle biten. Unut beni can, Unut vakit varken...
Bırak hasretin bana kalsın. Varsın cehenneminde kavrulsun gönlüm. Ben yine her gece saçlarını koklayayım uzak yıldızlarda. Gözlerimde takılı kalsın hayalin. Sen unut can, sen unut! Kahredersem, Milyon kere kahrolayım! ............................. Sen umutsun
Bir bak bir daha bak gerçeği görmedin mi?
bir sus bir daha sus dinlemeyi öğrenmedin mi?
bir kaç bir daha kaç esareti bilemedin mi?
bir tut bir daha tut
bir sev bir daha sev
koş koş şimdi hızlı koş arkanda devriyeler, arkanda yobazlar şeriatçılar faşistler gericiler kaderciler
...önünde Cumhuriyet...
sakın bırakma sarıl pes etme bırakma...
koş koş koşmalısın; arkanda kalan kalsın sen uçmalısın sen ağaç olmalısın, sen yağmur; tutunmalısın; toprağa yaprağa Bilime tutunmalısın ...Sarı saçlı mavi gözlüye...
sen hurafeye, rivayete yalanlara palavralara hikayelere masallara ... kulak tıkamalısın...
sen sınırsız olmalısın düşünmelisin, sorgulamalısın araştırmalısın yargılamalısın.
sen hümanist olmalısın sevmelisin seni seveni
sen şairsin, sen romancı; sen umutsun, sensin yaratıcı...
yağmur oldun gözümde hiç durmadan yağan,
filizlenmiş yüreğimi açmadan solduran,
can dostum yüreğim yanlış anladın,
FİKRİMİN İNCE GÜL’Ü
YANLIŞ ANLADIN.
Merhaba bile demeden,
sarılıp bir öpmeden,
kırdın yüreğimi yanlış anladın,
FİKRİMİN İNCE GÜL’ü yanlış anladın.
bir sevdasın içimde çığ gibi büyüyen,
hasret oldun gözümde durmadan tüten,
filizlenmiş yüreğimi açmadan solduran,
can dostum yreğim yanlış anladın,
FİKRİMİN İNCE GÜL’ü yanlış anladın.
merhaba bile demeden,
sarılıp bir öpmeden,
kırdın yüreğimi yanlış anladın,
FİKRİMİN İNCE GÜL’ü
yanlış anladın
================
Kırdın, döktün testimi; şimdi boş, Tanrım!
Sanma böyle mutluyum, sanma hoş, Tanrım!
Hep toprağa içirdin, gül gibi şarabımı;
Doğruyu söyle şimdi, kim sarhoş, Tanrım?
ben ki zemheriye kafa tutan isyan değilmiyim..evet isyanım ben..tüm ihtilaller yüreğimde yaşanır..savaşırım
zemheriyle..aldırmadan ayazına boy verir isyan çiçeğim...aldırmadan ida'nın sert poyrazına toprağa sımsıkı tutunur..renk renk açarım...bazende savaşırım kendimle bir ihtilal ardından bir devrim yaparım söker atarım hayırsızı yüreğimden ve yeniden ben olurum..asi yüreğimin en zayıf halkasıdır sevdam ve bunu bilir koparırım o halkayı bin yıl sevdasız kalacağımı bilsemde yakışmaz zayıf halka taşımak asi yüreğime..
isyannn
.........
Sustu...
bir daha konuşmaz
ağzını bıçak açmaz
eski resimlerde kaldı gülümseyen yüzü
sınırsız sevimsiz şimdi
yalanım varsa bir daha öleyim
tutkudur bu tutku
gece vakti baykuş gözleri
yankıdır dört duvarda çırpınan
aslan ağzıdır bu
dişleri keskin
dişleri halkın saklı isyanı....
Serdal Göçmen
.
gece kapkaranlık..ihanetlere gebe..
bir örtü gibi saklarken şerefsizlikleri hiç utanmayan gece..
sarhoşların,fahişelerin,ihanetçilerin,hırsızların yatakçısı gece..
birde utanmadan taş parçalarını serpmiş karanlığına,hani adına yıldız dediğimiz sevgilinin gözlerini benzettiğimiz
o taş parçaları..
hıh kim demiş yıldızlar parlar diye,
onlarda,hırsız gecenin yaltakçısı güneşten çaldığı ışığı giyinen..
ve gece sokaklarında ağzı kokan bir sarhoşu nasılda kucaklamış..
adamın ağzında onlarca küfür..anlaşılan kafaya taktığı uğruna cebindekileri saçtığı fahişede aradığını bulamamış..
yazık oysa şimdi karısı bekler saf saf..birazda korku vardır kadında..haksızda değil hani
kapıyı açar açmaz bir leş gibi yığılacak koca..belkide yaptığı adiliğin faturasını onun bedeninde çıkaracak..
ya hoyrat saygısız bir sevişme.tecavüze denk düşen..yada dayak
ah gece neleri barındırıyorsun içinde..
kumarlar oynanıyor şimdi masalarda..izmarit kokusu sinmiş ellere..o iğrenç ellerin en popüler kokusu..
masalarda para tükenince evdeki kadınlar yatar kumara..yada iş yerleri..babadan kalma ev..
ve gece sen hala yıldızlarınla övün..ay ile övün..
taksi şöförleri sokak köşelerinde..pavyon kapılarında..hastane önünde..otogarlarda.
ekmek peşinde..uykusuz gecede..
senin karanlığına kibrit çakmış bir kaç sokak çocuğu..tenekenin içinde yanan ateş..aç karınlar..
uyuşturucuya hasret damarlar..krize az kalmış..
birazdan biri çıldırır saldırır elindeki bıçağı ile ilk geçen adama..
oysa ne umutlarla dünyaya getirilmişler..belki içlerinden birinin adı da umut..
gece senden nefret ediyorum..hemde ölesiye!
isyan
..........
Issızlık Gezintileri-2 (Zemheri Hasreti)
buz
koynumdaki ateşin gelinliği
toprağın canhıraş çığlıklarına
göklerden üflenen tanrının ak nefesi
ince ince dökül de gel
elif ol yağ kar dilinde üstüme
kızıl güllerin sınandığı nisan vurgunu canımı
ağustosun güze kapandığı yollardan çevirip
zemherinin ak göğsüne kör bıçakla kazınan
koyaklara sürgün edeyim
cehennem ocağıma yağ
kokum duymasın sevdalım
naçar yanlarımda delirsin terli küheylanlar
bir kefen serinliği ol
miadı dolmuş soyka dilim üstüne
bürü de gel yüksekleri
ben durayım
bu kez dağlar dönsün üstüme
kırağılar örtünsün tuzlu yangınlarım
beyaz patiskalardan yollar biçeyim
yar yürüsün karakıştan bahara
ben bakayım
uzaklardan ayağının izine
Muhammet Akyıldız
.................
diyelim ki beyazca ortalık
ve karın altında oynaşır bir tomurcuk
diyelim ki
bir kadın oturmuş başucuna
hani saçları kıvır kıvır
ve uçlarında bir sonbahar bozumu kış var
ellerini kollarının arasına almış
ve beklene güne bakmakta
ufuk beyazdır
kar yarıldı bir kez
çatlattı kendini kıvır saçlı
bu gelen kardelendir
isyan ezgiidir
hoşgelmiş...
ÖLÜMÜ HATIRLATAN KADIN
Kayalıklarda gördüm seni,bir sisli günde,
Fırtınadan saçların çözülmüş bir demetti.
O kayalıklarda ki bir yıl evvel üstünde
Çöllerden aşık dönen bir genç intihar etti...
Seni her nerde,artık,her ne suretle görsem
Bir gölgenin duyarım ruhuma düştüğünü.
Ben de o aşık gibi bir kayada ölürsem
Rabb'im mukaddes etsin seni gördüğüm günü!
Kayalıklarda bir genç öldüğü gün beldenin
Halkı seni karanlık rüyalarında görmüş,
Ey yadı gönlümüzden çıkmayan afet senin
Sevmediklerin değil,sevdiklerin ölürmüş.
Bazı ruhum kararır kefenlerden,mezardan;
Yok mu,Rabb'im,ölümün bir güzel şekli,derdim.
O kayalıklarda ilk seni gördüğüm zaman
Hayalimde ölüme en güzel şekli verdim.
Başka bir göz yaşını dudaklarınla silsen
Ürpererek:Bu,derim,mezardan bir nefestir!
Buna kıskançlık deme,bence değil yalnız sen,
Seni gören göz bile ne kadar mukaddestir!
Kimse karşında belki titremez gönlüm gibi,
Bense hala korkarım dizinde ağlamaktan.
Teması korku veren tatlı bir ölüm gibi
Daha cana yakındır görünüşün uzaktan...
.......................................
Dağ türküsü
beni dağlardan toplayın
karanlık gecelerde yıldız izi
__________________süre süre
kanamış bir karadutun dalında arayın
aç saldırılardan yara almış dudak yarıklarından
ellerinden sıkar gibi düşürdüğünüz her damla suda
her zaman tatlı su balığı olanlardan
uzak tutarak
beni kaya dibi çiğdemlerinin arasında
tırmanarak uçurumu örümcek hızıyla
ihaneti yemiş bir ölümün yanı başında
hicranla toplayın
beni dağlardan
sol yanıma rüzgar yükleye yükleye
bitki köklerinden merhem çala çala
toplayın
hadise barambelin namlusundan sürülmek ise
belimde demir soğukluğunu ısıtıyorum
sevdiğin en güzel yemini tutturmuşsun de
ki
göğsümden yanardağları yaratayım sevdaya
şimdi inancını yitirmiş
bir yılanın zehrini topluyorum
birazdan sırtımı dayayacağım uğur böceğinin beneklerine
dudaklarımdan dinlenmiş bir ıslık
tok bir sabaha
atlıların zafer dönüşleri kadar gür
beni dağlardan toplayın
iç cebimde sakladığım resimle
yollanmamış kırmızı kalem yazımlı bir mektup
ve gecelere yakılmış sigaranın sinen tütünüyle
şahit kalmamacasına
mesela aya şarap ısmarlayın sarhoş olsun
ve güneşe bulut gerin
yağmura bir hal edin
adıma dağ deyin
bana bir türkü okuyun
irfan sari
Kaldırımlar 1
Sokaktayım, kimsesiz bir sokak ortasında;
Yürüyorum, arkama bakmadan yürüyorum.
Yolumun karanlığa saplanan noktasında,
Sanki beni bekleyen bir hayâl görüyorum.
Kara gökler kül rengi bulutlarla kapanık;
Evlerin bacasını kolluyor yıldırımlar.
İn cin uykuda, yalnız iki yoldaş uyanık;
Biri benim, biri de serseri kaldırımlar.
İçimde damla damla bir korku birikiyor;
Sanıyorum, her sokak başını kesmiş devler...
Üstüme camlarını, hep simsiyah, dikiyor;
Gözüne mil çekilmiş bir âmâ gibi evler.
Kaldırımlar, çilekeş yalnızların annesi;
Kaldırımlar, içimde yaşamış bir insandır.
Kaldırımlar, duyulur, ses kesilince sesi;
Kaldırımlar, içimde kıvrılan bir lisandır.
Bana düşmez can vermek, yumuşak bir kucakta;
Ben bu kaldırımların emzirdiği çocuğum!
Aman, sabah olmasın, bu karanlık sokakta;
Bu karanlık sokakta bitmesin yolculuğum!
Ben gideyim, yol gitsin, ben gideyim, yol gitsin;
İki yanımdan aksın, bir sel gibi fenerler.
Tak, tak, ayak sesimi aç köpekler işitsin;
Yolumun zafer tâkı, gölgeden taş kemerler.
Ne sabahı göreyim, ne sabah görüneyim;
Gündüzler size kalsın, verin karanlıkları!
Islak bir yorgan gibi, sımsıkı bürüneyim;
Örtün, üstüme örtün, serin karanlıkları.
Uzanıverse gövdem, taşlara boydan boya;
Alsa buz gibi taşlar alnımdan bu ateşi.
Dalıp, sokaklar kadar esrarlı bir uykuya,
Ölse, kaldırımların kara sevdalı eşi..
Necip Fazıl Kısakürek
Kaldırımlar 2
Başını bir gayeye satmış kahraman gibi,
Etinle, kemiğinle, sokakların malısın!
Kurulup şiltesine bir tahtaravan gibi,
Sonsuz mesafelerin üstünden aşmalısın!
Fahişe yataklardan kaçtığın günden beri,
Erimiş ruhlarınız bir derdin potasında.
Senin gölgeni içmiş, onun gözbebekleri;
Onun taşı erimiş, senin kafatasında.
İkinizin de ne eş, ne arkadaşınız var;
Sükût gibi münzevî, çığlık gibi hürsünüz.
Dünyada taşınacak bir kuru başınız var;
Onu da, hangi diyar olsa götürürsünüz.
Yağız atlı süvari, koştur, atını, koştur!
Sonunda kabre çıkar bu yolun kıvrımları.
Ne kaldırımlar kadar seni anlayan olur,
Ne senin anladığın kadar, kaldırımları...
(1927)
Necip Fazıl Kısakürek
Kaldırımlar 3
Bir esmer kadındır ki, kaldırımlarda gece,
Vecd içinde başı dik, hayalini sürükler.
Simsiyah gözlerine, bir ân, gözüm değince,
Yolumu bekleyen genç, haydi düş peşime der.
Ondan bir temas gibi rüzgar beni bürür de,
Tutmak, tutmak isterim, onu göğsüme alıp.
Bir türlü yetişemem, fecre kadar yürür de,
Heyhat, o bir ince ruh, bense etten bir kalıp.
Arkamdan bir kahkaha duysam yaralanırım;
Onu bir başkasına râm oluyor sanırım,
Görsem pencerelerde soyunan bir karaltı.
Varsın, bugün bir acı duymasın gözyaşımdan;
Bana rahat bir döşek serince yerin altı,
Bilirim, kalkmayacak, bir yâr gibi başımdan...
Necip Fazıl Kısakürek
Dost Tanrı...
Dün gece Tanrı’yla bir sofra kurduk
Saz çalıp eğlendik sabaha kadar
Arz-u hal eyleyip, hal hatır sorduk
Birlikte demlendik sabaha kadar
Dizine yaslandım, zaman çürüdü
Bir gece dedimse, on bin yıl sürdü
Her bana bakışta, kendini gördü
Diz dize dinlendik sabaha kadar
Büyük başın derdi, daha büyükmüş
Cümle can, kainat sırtında yükmüş
Ömür, bir tadımlık ötesi yokmuş
Aşk ile bellendik sabaha kadar
Dedi hiç hırslanma boşa o telaş
Çok bela getirir başa bu telaş
Ne katran kazanım, ne kor, ne ataş
Su serpti küllendik sabaha kadar
Dedim terkeyleme hep yanımda kal
Dedi bir bütündür kök, gövde ve dal
Meğer ben körmüşüm, O da suskun, lal
Can gördük, dillendik sabaha kadar
Bir gece boyunca, bin sual sorduk
Adem’den bugüne çok kafa yorduk
Gökten yere inen bir çift tohumduk
Birlikte, çimlendik sabaha kadar
BEN BİR EYLÜL- SEN HAZİRAN
Bir eylüldü başlayan içimde
Ağaçlar dökmüştü yapraklarını
Çimenler sararmıştı
Rengi solmuştu tüm çiçeklerin
Gökyüzünü kara bulutlar sarmıştı
Katar katar gidiyordu kuşlar uzaklara
Deli deli esiyordu rüzgâr
Dağılmıştı yazdan kalan ne varsa
Yaşanmamış bir mevsim gibiydi bahar
Neydi o bir zamanlar
Sevmişliğim, sevilmişliğim
O heyheyler, o delişmenlikler neydi
Ne bu kadere boyun eğmişliğim
Ne bu acıdan korlaşan yürek
Ne bu kurumuş nehir; gözyaşım
Önümdeki diz boyu karanlıklar da ne
Ne bu ardımdaki kül yığını; elli yaşım
Beni kötü yakaladın haziran
Gamlı, yıkık eylül sonuma
Bir ilk yaz tazeliği getirdin
Masmavi göğünle
Cana can katan güneşinle
Pırıl pırıl engin denizinle girdin içime
Çiçekler açtı dokunduğun..
Çimler büyüdü yürüdüğün
Ve güller katmer katmer oldu güldüğün yerde
Başımda senin kuşların kanat çırpıyor şimdi
Oldurduğun yemişlerin ağırlığından
Dallarım yere değiyor
Güneşi batmadan saçlarının
Bir dolunay doğuyor bakışlarından
Gün boyu senden bir meltem esiyor yanan alnıma
Uykusuz gecelerim seninle apaydınlık
Başım dönüyor, off başım dönüyor yaşamaktan
Ölebilirim artık
Ölme diyorsan; gitme kal öyleyse
Sarıl sımsıkı, tenim ol, beni bırakma
Baksana; parmak uçlarım ateş
Lavlar fışkırıyor gözbebeklerimden
Hadi gel, tut ellerimi, benimle yan
Benimle meydan oku her çaresizliğe
Benimle uyu, benimle uyan
Birlikte varalım onuncu aylara
Ben bir eylül,
Sen haziran...
VAZGEÇTİM
Vazgeçtim bu dünyadan tek ölüm paklar beni,
Değmez bu yangın yeri, avuç açmaya değmez.
Değil mi ki, çiğnenmiş inancın en seçkini,
Değil mi ki, yoksullar mutluluktan habersiz,
Değil mi ki, ayaklar altında insan onuru,
O kızoğlan kız erdem, dağlara kaldırılmış,
Ezilmiş, horgörülmüş el emeği, göz nuru,
Ödlekler geçmiş başa, derken mertlik bozulmuş,
Değil mi ki, korkudan dili bağlı sanatın,
Değil mi ki, çılgınlık sahip çıkmış düzene,
Doğruya doğru derken eğriye çıkmış adın,
Değil mi ki, kötüler kadı olmuş Yemen' e
Vazgeçtim bu dünyadan, dünyamdan geçtim ama,
Seni yalnız komak var ya, o koyuyor adama.
William SHAKESPEARE
Eylül geldi ve hiç gitmedi...
O gün, bu gündür aylardan hep eylül
ve mevsim hep sonbahar...
Ben hâlâ yağmur sonrası o toprak yolda yürüyorum...
Ayağımın altında sarı çınar yaprakları
ve yolun sonunda hayalin duruyor...
Kaç yıl oldu unuttum.
Ben sana varamıyorum...
Günler güz yaprakları gibi birer birer dökülürken ayaklarımın dibine,
ben her gece karanlığa dikip gözlerimi senin aydınlığını bekledim.
Sen yoktun...
Binlerce adım attım bu kentin sokaklarında. Her köşeyi,
her parkı, her ağacı ezberledim. Sevdaya bulanmış
her kaldırım taşında senin adını aradım.
Sen yoktun...
Evlerin duvarları birer birer üzerime yıkıldı.
Her bir hücremin acısını ta yüreğimde hissederken
beni enkazın altından çekip alacak elini aradım.
Sen yoktun...
Özlem şarkılarını ezberledim. Kimini bağıra bağıra,
kimini fısıltıyla söyledim. Karanlığa haykırdım hasretimi.
Sesimi duyacaksın diye bekledim.
Sen yoktun...
Senden gelecek bir tek haberi bekledim. Saatler asırlar gibi geldi,
geçmedi. Çalan her telefonu yüreğimin deli bir çağlayana dönen
atışlarıyla açtım. Senden başka duyduğum her seste hep aynı
hayâl kırıklığını yaşadım. Onlar beni duymak istiyordu, bense seni.
Sen yoktun...
Seni aramaktan yorgun düşmüş bedenimi karanlığın kucağına
uzattım her gece. Bir an önce sabah olsun diye uykunun
beni çekip almasını istedim. Olmadı.
Kaç gece sabahı ettim gözlerimi kapamadan, kaç gece
merdivendeki ayak seslerini dinledim gelen sensindir diye.
Sen yoktun...
Her yağmurla birlikte hüzün de yağdı bu kentin üzerine. Bulutlar
yalnızlığın işaretiydi benim için. Beni ıslatan yağmur olmadı.
Ben senin özleminle sırılsıklamdım her mevsim.
Hayat; merhaba dedi bahara çiçek çiçek. Uzun kıştan sonra
gelmez dediğim göçmen kuşların dönüşünü gördüm.
Sen yoktun...
Her istasyon her otogar adresim oldu. Bir trenden inersin sandım.
Otobüslerdeki her yolcuya sensin diye baktım. Ya da yolculuklara
vurdum kendimi. Kimsenin uğramadığı köylere, adı duyulmamış
kasabalara gittim. Senden bir iz aradım.
Sen yoktun...
Denizin sonsuz maviliğine umut bağladım. Kıyılarda tükettim
bekleyişlerimi. Hep sensiz gemiler geçti limanlardan.
Ben gemicilerin hasret türkülerine eşlik ettim.
Sen yoktun...
Gözümden bir tek damla yaş akmadı. Onlar sana aitti, sana
kalmalıydı. Kimselere söyleyemedim acılarımı, bekleyişimin
öyküsünü kimselere anlatamadım.
Nice fırtınalar koptu yüreğimde. Dalgalar dövdü hayallerimi.
Sığınacak bir liman, yaslanacak bir omuz aradım.
İçimi dökecek bir insan aradım.
Sen yoktun...
Her gece ay paramparça oldu. Her gece yıldızlar birer
birer düştü sokaklara. Yıldızları saçına takıp gelmeni bekledim.
Ayı avucunda bana getirmeni bekledim. Ve bir güneş gibi doğup
aydınlatmanı bekledim bu kapkara dünyamı. Ama.
Sen yoktun...
Anneciğim!
Evlatlar vardır başarılarını, zaferlerini yazarlar...
Sana yazacak bir başarım, bir ödülüm yok anne.
Keşke olsaydı da, seni sevindirebilseydim.
Keşke, benim de anneme yazacak, anlatacak başarılarım olsaydı.
Ama yok anne...
Sevdiğin, okşadığın saçlarıma aklar düştü anne.
İlk evvel saçlarım hayat mücadelesinde yenildi.
Düşmanlarım hep benden güçlü oldu anne.
Onların tahta kılıçları benim çelikten kılıcımı paramparça etti.
Onlar beni yenmek için ne senaryolar yazdı, ne iftiralar attılar.
Ben, ‘masumum’ bile diyemedim.
Düşmanlarıma hep yenildim anne.
Ve ne yazık ki, dostlarıma da... Dostlarım da beni hep yendi...
Ben onları dost bilirken onlar beni meydanlarda tuş ettiler.
Arkamda hep bir hançer yarası oldu anne.
Senin anlayacağın, dostlarım beni düşmanlarımdan daha beter etti!
Kahkahayı unuttum, tebessümle dost oldum.
Yüzümde acı bir tebessüm var şimdi.
Bahtıma yenildim anne!
Çocukluk yıllarımın özlemiyle seni aradım anne...
Senden daha şefkatlisini,
daha merhametlisini bulamayacağımı bilerek...
Her şey küçükken güzelmiş anne.
Şimdi büyüdüm ve yenilmeyi öğrendim anne.
Gülü çok sevdim, hele alını, pembesini...
Bahtıma hep beyazı düştü anne...
O çok sevdiğim güllerin, dikenlerine yenildim anne...
Açlığa-tokluğa, hastalığa-sağlığa, dosta-düşmana...
Hepsine ama hepsine yenildim...
Senin anlayacağın hayata yenildim anne...
Yenildim...
Ben
senden önce ölmek isterim.
Gidenin arkasından gelen
gideni bulacak mı zannediyorsun?
Ben zannetmiyorum bunu.
İyisi mi,beni yaktırırsın,
odanda ocağın üstüne korsun
içinde bir kavanozun.
Kavanoz camdan olsun,
şeffaf, beyaz camdan olsun
ki içinde beni görebilesin
Fedakarlığımı anlıyorsun
vazgeçtim toprak olmaktan,
vazgeçtim çiçek olmaktan
senin yanında kalabilmek için.
Ve toz oluyorum
yaşıyorum yanında senin.
Sonra, sen de ölünce
kavanozuma gelirsin.
Ve orada beraber yaşarız
külümün içinde külün
ta ki bir savruk gelin
yahut vefasız bir torun
bizi ordan atana kadar...
Ama biz
o zamana kadar
o kadar
karışacağız
ki birbirimize,
atıldığımız çöplükte bile zerrelerimiz
yan yana düşecek.
Toprağa beraber dalacağız.
Ve bir gün yabani bir çiçek
bu toprak parçasından nemlenip filizlenirse
sapında muhakkak
iki çiçek açacak :
biri sen
biri de ben.
Ben
daha ölümü düşünmüyorum.
Ben daha bir çocuk doğuracağım
Hayat taşıyor içimden.
Kaynıyor kanım.
Yaşayacağım, ama ,çok, pek çok,
ama sen de beraber.
Ama ölüm de korkutmuyor beni.
Yalnız pek sevimsiz buluyorum
bizim cenaze şeklini.
Ben ölünceye kadar da
Bu düzelir herhalde.
Hapisten çıkmak ihtimalin var mı bugünlerde?
İçimden bir şey :
belki diyor.
BİR AYRILIŞ HİKAYESİ
Erkek kadına dedi ki:
-Seni seviyorum,
ama nasıl,
avuçlarımda camdan bir şey gibi kalbimi sıkıp
parmaklarımı kanatarak
kırasıya
çıldırasıya...
Erkek kadına dedi ki:
-Seni seviyorum,
ama nasıl,
kilometrelerle derin, kilometrelerle dümdüz,
yüzde yüz, yüzde bin beş yüz,
yüzde hudutsuz kere yüz...
Kadın erkeğe dedi ki:
-Baktım
dudağımla, yüreğimle, kafamla;
severek, korkarak, eğilerek,
dudağına, yüreğine, kafana.
Şimdi ne söylüyorsam
karanlıkta bir fısıltı gibi sen öğrettin bana..
Ve ben artık
biliyorum:
Toprağın -
yüzü güneşli bir ana gibi -
en son en güzel çocuğunu emzirdiğini..
Fakat neyleyim
saçlarım dolanmış
ölmekte olan parmaklarına
başımı kurtarmam kabil
değil!
Sen
yürümelisin,
yeni doğan çocuğun
gözlerine bakarak..
Sen
yürümelisin,
beni bırakarak...
Kadın sustu.
SARILDILAR
Bir kitap düştü yere...
Kapandı bir pencere...
AYRILDILAR...
Gözleri siyah kadın o kadar güzelsin ki
Çok sevdiğim başına yemin ediyorum ben
Koyu bir çiçek gibi gözlerin kapanırken
Bir dakika göğsünün üstünde olsa yerim
Ömrümü bir yudumda ellerinden içerim
Gözleri siyah kadın o kadar güzelsin ki.
GÖZLERİNE BAKARKEN
Gözlerine bakarken
güneşli bir toprak kokusu vuruyor başıma,
bir buğday tarlasında, ekinlerin içinde
kayboluyorum...
Yeşil pırıltılarla uçsuz bucaksız bir uçurum,
durup dinlenmeden değişen ebedi madde gibi gözlerin:
sırrını her gün bir parça veren
fakat hiç bir zaman
büsbütün teslim olmayacak olan...
HASRETİNDEN PRANGALAR ESKİTTİM
Seni anlatabilmek seni.
İyi çocuklara, kahramanlara.
Seni anlatabilmek seni,
Namussuza, halden bilmeze,
Kahpe yalana.
Ard- arda kaç zemheri,
Kurt uyur, kuş uyur, zindan uyurdu
Dışarda gürül- gürül akan bir dünya...
Bir ben uyumadım,
Kaç leylim bahar,
Hasretinden prangalar eskittim.
Saçlarına kan gülleri takayım,
Bir o yana
Bir bu yana...
Seni bağırabilsem seni,
Dipsiz kuyulara.
Akan yıldıza.
Bir kibrit çöpüne varana.
Okyanusun en ıssız dalgasına
Düşmüş bir kibrit çöpüne.
Yitirmiş tılsımını ilk sevmelerin,
Yitirmiş öpücükleri,
Payı yok, apansız inen akşamdan,
Bir kadeh, bir cigara, dalıp gidene,
Seni anlatabilsem seni...
Yokluğun, Cehennemin öbür adıdır
Üşüyorum, kapama gözlerini...
HERŞEY SENDE GİZLİ
Yerin seni çektiği kadar ağırsın
Kanatların çırpındığı kadar hafif..
Kalbinin attığı kadar canlısın
Gözlerinin uzağı gördüğü kadar genç...
Sevdiklerin kadar iyisin
Nefret ettiklerin kadar kötü..
Ne renk olursa olsun kaşın gözün
Karşındakinin gördüğüdür rengin..
Yaşadıklarını kar sayma:
Yaşadığın kadar yakınsın sonuna;
Ne kadar yaşarsan yaşa,
Sevdiğin kadardır ömrün..
Gülebildiğin kadar mutlusun
Üzülme bil ki ağladığın kadar güleceksin
Sakın bitti sanma her şeyi,
Sevdiğin kadar sevileceksin.
Güneşin doğuşundadır doğanın sana verdiği değer
Ve karşındakine değer verdiğin kadar insansın
Bir gün yalan söyleyeceksen eğer
Bırak karşındaki sana güvendiği kadar inansın.
Ay ışığındadır sevgiliye duyulan hasret
Ve sevgiline hasret kaldığın kadar ona yakınsın
Unutma yagmurun yağdığı kadar ıslaksın
Güneşin seni ısıttığı kadar sıcak.
Kendini yalnız hissetiğin kadar yalnızsın
Ve güçlü hissettiğin kadar güçlü.
Kendini güzel hissettiğin kadar güzelsin..
İşte budur hayat!
İşte budur yaşamak bunu hatırladığın kadar yaşarsın
Bunu unuttuğunda aldığın her nefes kadar üşürsün
Ve karşındakini unuttuğun kadar çabuk unutulursun
Çiçek sulandığı kadar güzeldir
Kuşlar ötebildiği kadar sevimli
Bebek ağladığı kadar bebektir
Ve herşeyi öğrendiğin kadar bilirsin bunu da öğren,
Sevdiğin kadar sevilirsin...
SEVGİ DUVARI
sen miydin o yalnızlığım mıydı yoksa
kör karanlıkta açardık paslı gözlerimizi
dilimizde akşamdan kalma bir küfür
salonlar piyasalar sanat sevicileri
derdim günüm insan içine çıkarmaktı seni
yakanda bir amonyak çiçeği
yalnızlığım benim sidikli kontesim
ne kadar rezil olursak o kadar iyi
kumkapı meyhanelerine dadandık
önümüzde altınbaş altın zincir fasulye pilakisi
aramızda görevliler ekipler hızır paşalar
sabahları açıklarda bulurlardı leşimi
öyle sıcaktı ki çöpçülerin elleri
çöpçülerin elleriyle okşardın beni
yalnızlığım benim süpürge saçlım
ne kadar kötü kokarsak o kadar iyi
baktım gökte bir kırmızı bir uçak
bol çelik bol yıldız bol insan
bir gece sevgi duvarını aştık
düştüğüm yer öyle açık seçik ki
başucumda bir sen varsın bir de evren
saymıyorum ölüp ölüp dirilttiklerimi
yalnızlığım benim çoğul türkülerim
ne kadar yalansız yaşarsak o kadar iyi
UNUT BENİ CAN
Bu kaçıncı gece
hasretinle yandığım
Kaçıncı gece
yıldızları yıkadığım göz yaşlarımla?
Mesafeler yırtıldı hıçkırıklarımla
Bosnalı kadınlar duydu feryadımı.
Sen, sen duymadın mı can?
Ne vardı bu kadar uzak yerlerde açacak?
Benden uzak o iklimlerin,
Benden uzak o şehrin,
Kahrolası o kalabalıkların
Benim kadar ihtiyacı mı vardı sana,
Benim kadar hasret çekti mi
Kahrolası o şehrin semaları,
Benim kadar yandı mı?
Ne vardı can?
Ne vardı uzak iklimlerde açacak?
Ne vardı
Kendimizi bu kadar kahredecek?
Kara trenler umut olmamalıydı,
uzayan yollarda kalmamalıydı bakışlar.
Dünya, bir tek nokta olmalıydı can...
Bir tek noktada doğmalıydık.
Dönüp dönüp sana varmalıydı yollar,
Ben, hep hasret türküleri söylememeliydim,
Sen, hep hasret şiirleri okumamalı.
Hasret diye bir söz olmamalıydı lügâtlarda
Geceler boyu hergün
göz yaşlarımla ıslanmamalıydı yıldızlar.
Gönlüm bu sevdaya dar gelir oldu
Boğuyor karanlıklar can...
Mesafeler kurşun oldu amansız,
Feryadıma şahit oldu yıldızlar
Can... Can...
Hasretin ağır bir yük omuzlarımda.
Ben çekmekten usandım,
sen usanmadın mı?
Bildim, bitmeyecek bu hasret!
Uzak iklimlerde açmış iki çiçeğiz.
Hangimiz gelsek diğerinin yanına,
Kuruyup, kaybolacağız.
Ben, kıraç topraklara döndüm can,
Ben, kurumuş dereler gibiyim.
Issız mağaralarda kaldı umudum.
Belli bu sevda kahredecek bizi,
Unut be can...
Unut bu sonu gelmez sevdamızı...
bırak yeni güneşler doğsun semalarında
bulutlar gizlemesin yıldızlarını
yeniden başlasın herşey
yeniden doğ bensiz şafaklarda.
Unut can,
unut senin için yazdığım sevda şiirlerini.
De ki; bir rüya idi bitti.
De ki; bir hayaldi,
solgun aynalarda yansıyan.
De ki; bir romandı,
sonu koskoca bir hiçle biten.
Unut beni can,
Unut vakit varken...
Bırak hasretin bana kalsın.
Varsın cehenneminde kavrulsun gönlüm.
Ben yine her gece
saçlarını koklayayım uzak yıldızlarda.
Gözlerimde takılı kalsın hayalin.
Sen unut can,
sen unut!
Kahredersem,
Milyon kere kahrolayım!
.............................
Sen umutsun
Bir bak bir daha bak
gerçeği görmedin mi?
bir sus bir daha sus
dinlemeyi öğrenmedin mi?
bir kaç bir daha kaç
esareti bilemedin mi?
bir tut bir daha tut
bir sev bir daha sev
koş koş şimdi hızlı koş
arkanda devriyeler,
arkanda yobazlar
şeriatçılar
faşistler
gericiler
kaderciler
...önünde Cumhuriyet...
sakın bırakma
sarıl pes etme
bırakma...
koş koş koşmalısın;
arkanda kalan kalsın
sen uçmalısın
sen ağaç olmalısın,
sen yağmur;
tutunmalısın;
toprağa
yaprağa
Bilime
tutunmalısın
...Sarı saçlı mavi gözlüye...
sen hurafeye,
rivayete
yalanlara
palavralara
hikayelere
masallara
... kulak tıkamalısın...
sen sınırsız olmalısın
düşünmelisin,
sorgulamalısın
araştırmalısın
yargılamalısın.
sen hümanist olmalısın
sevmelisin seni seveni
sen şairsin,
sen romancı;
sen umutsun,
sensin yaratıcı...
Serdal Göçmen