Sensizlik mi yoksa varligin mi? / simdi bunu dusundugum zamanlarimdayim. / Birini bir kefeye otekini oteki kefeye koyuyorum! / Peki ya hangisi agir basiyor? / Bilinmiyor... / Ikiside asili kaliyor yuregimde... / ve kendi icimde ikiye bölünüyorum! / yüregim kal diyor... mantigim git! / Birakip gitmek bu acilari cekmekten daha zor geliyor sanki... / Gözlerini özlemekten korkuyorum! / Ve ellerine hasretlikten... (ölebilirim sanki...) / yine de git diyor bir yanim! / Ama olmuyor... / yüregimin sesini kisip, / hic birsey hissetmiyorum gibi yapamiyorum! Nasil birsey bu...? / Sana dayanan bu yuregin, / Sensizlige dayanacak gücü yok mu? /Tutkulu olmak kötü... ucurumun önüne kadar geliyorum ama atamiyorum yuregimi! (yuregimdeki seni)
Celiskilerime düstün simdi... / oysa tam da güvendim diyordum! / O olmali ! .. diyordum.
Yanlis mi? / Yoksa... dogru mu? / Gercek mi? yalan mi? / hala yasanabilecek güzel seyler var mi? / güvenilecek yanlarin kaldi mi hala? / Düsündükce batiyorum...
Her nekadar bu askta mantigimi kullanmak istemesem de, / her seferinde mantigimi cikariyorsun karsima / Yine de deymez, bitirilmemeli birseyler! / zaten ne zaman bitirmeyi düsünsem; sevgimle karsi karsiya geliyorum! / ..................................... Sana bir sans daha veriyorum. /Yasayip görecegim! / Artik düsünmüyorum gecmiste olanlari / Tek yapabildigim; / gelecegin guzel seylerle ‘gelmesi’ni dilemek! / Ve dilegimin kabul olmasini ‘seninle’ beklemek...
Kendi kurallarimdan vazgecerek; sana vazgecilmezligini kanitliyorum! / bir kez daha anliyorum seni nasil sevdigimi! / ve bilmeni istiyorum! / Risklerden korkmuyorum! / cünkü seni severek hayatimdaki en büyük riski aliyorum!
Bu aşk sana bir beden büyük küçük kız... Uğraşma, sana bu renk yakışmıyor... Sen kırmızının en çok yakıştığı dudaklara sahipsin, bak, sana siyah öpücükler veriyorlar... Sen, sevildiğini duymanın en çok yakıştığı kulaklara sahipsin, bak, sana susuyorlar...
Her yeni yolculuğun başladığı an bir kez daha bilirdim öncekilerden daha çok acıtacağını... Her dalgadan biraz daha fazla ürkerdim, biraz daha fazla korkardım her sarsıntıda gemilerimin alabora olmasından... Ve her fırtına biraz daha fazla üşütürdü içimi, her yeni esintide daha fazla diken diken olurdu tüylerim... Korkularım her yolculukta karabasanlara dönüşmeye başlardı... Alışmıştım buna... Ne kadar gariptir değil mi alışmışlık... Korkuya alışıp; içinde minicik şüpheleri bile barındırmayan sevdalarda ne yapacağını bilememek... Yalnızlığa alışıp, “bak ben yanındayım”lı cümlelerde kendini zavallı hissetmek... “Yolcu”luğa alışıp “yanımda kal”ların değerini bilememek ya da...
Unutulmuşluklara aşk adını koyar olduktan sonra değişmeye başlar her şey... Artık acıyla kavrulur yüreğin ve kimse ellerine alıp üflemez ona, bir kış akşamında aşıkların kestanelere yaptıkları gibi... Hiçbir serzeniş duyuramaz sesini... Hiçbir bekleyişte sıkılmazsın, asla gelmeyeceğini bilsen bile... Aşıksındır artık, kandırılmışsındır... Zaten yalnızlığının söylediği en büyük yalan değil midir aşk? İnanırsın sonuna dek... İnanırsın yalnızlığın son bulana dek... Sözlerim sana küçük kız... Yüzüme bak... Ve bana onu sevdiğini söyle... Ona her hayal kırıklığında daha fazla bağlandığını... Onu her nefretinde daha fazla arzuladığını... Onu her terkedilmişlikte daha fazla özlediğini... Durma söyle... Hem de bana söyle, “yolcu”ya... Kaptanın özlemini kim daha iyi anlayabilir ki tayfalarından başka... Küçücük yüreklerden daha iyi kim hissedebilir ki kocaman sevdaların acısını...
Bu aşk sana bir beden büyük küçük kız... Uğraşma, sana bu renk yakışmıyor... Sen kırmızının en çok yakıştığı dudaklara sahipsin, bak, sana siyah öpücükler veriyorlar... Sen, sevildiğini duymanın en çok yakıştığı kulaklara sahipsin, bak, sana susuyorlar... Sen her şarkıda hatırlanmanın en çok yakıştığı isme sahipsin, bak unutuyorlar... “Yüzünü dökme küçük kız (1) ”, diyor birileri, “bir tek sen misin unutulan sevilmeyi (1) ? ”...
Sen de geçmişim saklı küçük kız... Sende kandırılmışlıklarım, sen de acıtılmışlıklarım, sen de tüm kaybolmuşluklarıma sebep olan meçhule giden yolculuklarım... Bak dünyanın ucuna geldin... Birazdan aşağıya düşeceksin, birazdan kaybolacaksın sonsuzlukta... O zaman kimse hatırlamayacak seni ruh ikizinden başka... Kimsenin kolu uzanmayacak boşluktan seni kurtarmak için ve kimse atmayacak kendini o meçhul karanlığa seni bulabilmek umuduyla... Yalnızca ben olacağım... Önce seyredeceğim düşüşünü acıyla... Sonra yenik düşecek “onsuz da yaşanır”larım... Birden bırakacağım kendimi... Ölümüm olacaksın o zaman, bir kenarda unutulmuşluğum... Ta ki yeni bedenlerde can bulana dek... Sonra seveceksin beni çünkü anlayacaksın yokluğunu paylaşabildiğimi... Sonra aşık olacaksın bana çünkü anlayacaksın dökük yüzündeki solgun bakışları en iyi benim anlayabildiğimi... Sonra unutacaksın beni, fark edince seni “yolcu”luğumdan daha fazla istediğimi... Sonra sonsuz bir uykuya dalacaksın onun omzunda... Sonra acıyacaksın onun suskunluğunda... Sonra yeniden dökeceksin yüzünü, dünyanın ucunda yalnız kaldığında...
Aşk tatlı bir sarhoşluk... Bazen ufak bir yudumu yeter başını döndürmeye; bazen kadehler dolusu etkilemez seni... Çözüm doğru zamanda doğru içkiyi bulabilmekte... Ve sen önündeki boş şişeler dolusu içmişliğin arasında kendinde olacaksın, benden bir yudum almadığın için...
ağlardı seyrederken denizi. Ben sebebini hiç sormadım, O da hiç söylemedi. Yağmur yüklü bulutlar üşüşürdü gözlerine önce, ardından mavi yeşil dalgalanırdı gözbebekleri. Ve kirpiklerinin ucunda asılı kalırdı yakamozlar. Sorsam, - Erkekler ağlamaz derdi. Bu yüzden ne zaman ağlayan bir erkek görsem inanmam. Erkekler ağlamaz, deniz dolar gözlerine önce sebepsiz ve kirpiklerinin ucunda asılı kalır yakamozlar.
Çok düzenli bir yaşamı vardı Martı'nın. Sürüsü ile birlikte yıllardan beri aynı kıyıda yaşarlardı. Öyle çok fırtına da vurmazdı onun kıyısına genelde ılıman bir iklim hüküm sürerdi. Yiyecek aramak için bile sürülerinden ve kıyılarından çok uzaklaşmazdı martılar. Bu ne bir yasa ne de töre idi. Sadece Tabiatlarından gelen bağlılık içgüdüsü ile yaşadıkları yere ölesiye sadıktılar; Martı reislerine saygı duyardı. Onun hürmetkar davranışları ise sürüde çok beğeni toplardı. Sürüsü ile hemen hemen her şeyini paylaşırdı martı. Onun için sadece dostluk vardı ve önemli olanda onun paylaşılması idi. Her şeyi yerli yerinde idi martının ama içinde derinden bir şeyler eksikti. Aslında bunu o ana kadar anlamamıştı. Yani şu ukala balığa rastlamadan.
O gün nefis bir akıntı vardı ve bir sürü irili ufaklı balık martının bulunduğu kıyıdan geçiyordu. Tüm sürü günlük yiyecek ihtiyaçlarını fazlası ile karşılamışlardı. Martı bu güzel havayı kaçırmak istemedi. Okyanusun üzerinde süzülürken aniden içinden bir şey martıya balıkların sürüklendiği akıntıyı takip etmesini söyledi. Hayatında ilken kıyısından bu kadar uzağa uçuyordu martı.. Bu kez nedenini ise kendisi bile bilmiyordu. Aşağıda masmavi pırıl pırıl bir deniz vardı. Tüm balıklar açıkça seçilebiliyordu. Derken gözleri aniden kamaştı. Işıktan miydi görmüş olduğu o balığın o cıvıl cıvıl renginden mi bilinmez Kendini daha fazla tutamadı ve suya ani bir dalış yaptı. Ama nafile.... Çok kaygandı balık. Elinden sürekli kaçıyordu.. Üstelik ukala balık onunla bir de alay etmişti. Yok martı bu işe daha fazla gelemezdi, Onun kıyısındaki balıklar böyle değildi. Martılarla alay etmezler. Hemen ellerine kolayca düşerlerdi. O gün martı çok uğraştı balığı yakalamaya. Balık ise bu oyunu çok sevmişti. İkisi de yorulunca sonunda pes edip dost olmaya karar verdiler. Fırtına ertesi güneş açmıştı aralarında. Martının dönme saati ise yaklaşmıştı Onun kıyısında bu saatte tüm Martılar yuvalarına çekilirdi.
Daha sonraki günlerde Martı balığı düşünmeden yapamadı. Hemen her esen rüzgar, her dalga sesi onu balığı aramaya itiyordu ve kendini yıllardan beri sadık kaldığı sürüsüne ihanet etmiş hissediyordu. Üstelik balık da onsuz yapamaz olmuştu. Günler geçtikçe dostlukları ilerledi. Ama bir çözüm yolu olmalı idi bu böyle daha fazla devam edemezlerdi. Sonunda bir gün Martı dayanamadı ve balığa öneriyi götürüverdi, balık onun kıyısına taşınmalı idi. Böylece birbirleri için ayırabilecekleri zaman artacak ve özlem sona erecekti. İkisi de çok heyecanlı idi.bu ise. Derken balık martının kıyısına gelmişti Bu sırada Rüzgar ise kıyıya hiç de güzel haberler getirmiyordu martılar arasında bir dedikodu yayılmıştı. Aşağıdaki kıyılarda aniden gelen fırtınayla birlikte başlayan soğukla kıtlık baş göstermişti. Çok ölen vardı. Herkes endişeli bir bekleyiş içerisinde idi. Ama yine de geleceğin ne getireceği bilinemezdi. Bu yüzden fazla endişe de yersizdi. Martı ile balık ise kendi alemlerinde idi. Hiç bir şey onları dostluklarından daha fazla ilgilendirmiyordu.
Balık martının şimdiye kadar gidip göremediği denizleri, derinlerde olan bitenleri, martı ise sürüsündeki uyumu paylaşımı dostluğu anlatıyordu. Bunlar ikisi içinde çok değişik ve yaşanmadık duygulardı. hayati boyunca hiç bir denize hiç bir kıyıya sadık olmayan balık hiç kimseye de bağlı kalamamıştı. En az derisi kadar kaygandı yaşamı uçsuz bucaksız okyanusta.. O akıntıdan o akıntıya sürüklenip gitmişti.. Üstelik martıya rastladığı güne kadar bunun onu mutlu ettiğini de sanıyordu. Çünkü kimseye karşı bir sorumluluğu yoktu. İçinde böylesine bir boşluk olduğunu şimdiye kadar fark edememişti. Fark ettiğinde ise çok geçti. Kalkıp gelmişti iste martının arkasından.. Umurunda değildi hiç bir şey. Fakat martı onun tüm yaşamına değerdi.
Derken beklenen fırtına martının kıyısını da vurdu.. Beraberinde buz gibi bir soğuk getirmişti. O soğukta martılar bile zor duruyorlardı, yiyecek bulmak ise çok güçtü Birçok martı soğuktan ölmüştü. Çünkü onlar martı idi ne olursa olsun kıyılarından ayrılamazlardı. Dondurucu soğuk balığı da vurmuştu. Her ne kadar martının dostluğu ilk başlarda her şeye değerse de bir süre sonra açlık ve soğuk onu daha çok kendini düşünmeye itmişti. Artık martı ile sohbet de etmek istemiyordu. Daha iyi düşünmek için iyice derinlere dalıyor ve saatlerce orada tek başına kalıyordu. Martı ise çaresizdi. Onun elinde değildi bu olanlar ona destek olamamak üstelikte bunun için hiç bir şey yapamamak martıyı umutsuzluğa doğru itiyordu. Ama o bunu balığa hiç göstermiyor onu okyanusun derinliklerinden çıkarmak için oradan oraya uçup duruyor balığa seslenmeye çalışıyordu. Derken bir gün balık su yüzüne doğru çıktı ve ona dedi ki 'Gitmeliyim Martı.. Hiç umudum yok artık.... Beni Affet Lütfen Ne sen kendi kıyından ayrı yasayabilirsin ne de ben burada artık yiyecek bulabilirim. Oralarda bir daha dostluk bulamam belki ama aç da kalmam. Kim bilir belki de her şey bir hata idi zamanında bir akıntıya kendimi bırakıp gitmeli idim.' Martı ona bu durumun düzeleceğinden kıyısının bereketli ve güvende olduğu zamanlardan söz etti ise de artık her şey nafile idi. Balık hemen dibe doğru dalış yapıyor artık onu dinlemek istemiyordu. Martının da artık bu duruma karşı direnci kalmamıştı..
Bir gün sürüdekiler Martının hayatında uçmadığı kadar hızla uçmaya başladığına, amaçsızca oradan oraya kanat salladığına şahit oldular. Çıldırmıştı sanki, şaşkındılar bu ise. Sanki eski martı gitmiş yok olmuştu. Okyanusta ise akıntı başlamıştı. Anlamışlardı balık gitmişti. Onlar ise birbirlerine veda etmemişlerdi. Baliğin gidişini izleyen günlerde martı yalnız başına uçmaya devam etti. Artık kıyıdan ve sürüden zaman zaman uzaklaşıyor, gün batınca da tekrar yuvasına geri dönüyordu. Diğer martılar anlayış göstererek onu tekrar aralarına almaya başlamışlardı. Kimisi ise Onu çılgınlıkla suçluyordu. Öyle ya görülmüş şey değildi okyanusta bir martı ile baliğin dostluğu.. Bir balığa asla güvenilmezdi. Martı bunu bilmiyor muydu acaba.. Bu arada esen rüzgarın balıktan martıya haberler fısıldadığı, martının ise balığın sürüklendiği her akıntıdan haberdar olduğu dilden dile dolasan dedikodulardan sadece bazılarıydı sürüde. Martı ise her akıntıda okyanusa doğru derin bir anlamla bakar gülümserdi. Onun balığı oralarda bir yerlerdeydi iste Onun rahat ve mutlu olduğunu hissetmek bile martıya huzur vermeye yetip de artıyordu. Biliyordu ki aslında herkes tarafından tuhaf karşılanan imkansız bir güzelliği yaşaması idi. Gerçekte önemli olan ise uçsuz bucaksız okyanusta bir gün bir martı ile balığın sevgi dolu dostluğuna sahip olmaktı. İşte içini dolduran mutluluk ve huzur duygusu bu idi. Tüm yüreklerin susadığı bir sevginin izini ise okyanustaki hiç bir akıntı silip geçemezdi...
Kış mevsiminin, etkisini yavaş yavaş kaybetmeye başladığı günlerdi. Baharın geleceğini muştulayan cemreler bekleniyordu. Sonunda cemre, hava ve topraktan sonra suya da düştü. Hem de ateş topu bir sıcaklıkla....
Su da hava gibi, toprak gibi ısınmaya, yaşam daha kolay, daha güzel yaşanılır olmaya başladı. Cemre; havanın güzelleşmesini, suyun ısınmasını ve toprakta gizlenen tohumların, kuru ağaç dallarının, canlıların uyanmasına sebep oldu. Bir umut oldu canlı cansız tüm varlıklara.
Cemre toprağa düştükten sonra bahar geliverdi dağlara, ovalara, kırlara, köylere, şehirlere. Ve ardından yüreklere. Önce kardelenler, nergisler kaldırdı bükülmüş boyunlarını gökyüzüne, ardından frezyalar, kır karanfilleri, kırkkanatlılar ve güller. İç gıdıklayan kokularını etrafa yaydılar, renk renk ışıklarını sulara aksettirdiler.
İşte bu baharı soluyan, zeytin gözlü bir çocuk vardı uzaklarda. Zeytin gözlü çocuk gülümsüyordu karlar erirken. Bahar, onun da içini kıpırdatmış, bir şeyleri yerlerinden oynatmıştı. Kıpır kıpırdı içi. Dağlara doğru yürümeyi geçiriyordu içinden. Ve dağlardan ovalara doğru koşmayı.
Fırladı, bahar kokan sokağa. Baharın gelmesiyle birlikte; kuşların daha bir neşeli öttüğünü, daha bir neşeli uçtuğunu gördü gökyüzünde. Dereler daha bir sevinçle akıyor, çoşkuyla esen rüzgar; dağ doruklarında konaklayan karın sularını ovalara indiriyordu..
Kalbi umut ve sevinçle çarptı o an. En soğuk sözler bile yumuşayip inceldi, eridi yüreğinde. Sevdiklerini anımsadı. Yaşlı çınarı, dallarında yuva yapan ve sevinçle kanat çırpan minik minik kuşlari.Ulu çınarına gitmeliydi.Uçarcasına yöneldi çınarına doğru. Koştu koştu koştu.
İlkbaharın kokusunu cigerlerine derin derin çekerek, yemyeşil çayırlarda, çiçek desenli kırlarda koşarak, çınarın yanına geldi. Çınarın dibinde durdu. Kabaran solugunu dinlendirdi önce.Sonra, gülen gözlerle sevgi ve dostluk kokan yaşlı çınara baktı. Rüzgar dağlardan, ormanlardan kırlardan topladığı bütün çiçek kokularını alıp buraya getirmişti. Çınar sıcacık sevgisini, ulu bedenine tutsak etmişti.
Fakat, zeytin gözlü çocuğun dostluğu, canevine dalga dalga dolduğunu hissediyordu. Zeytin gözlü çocuk da öyle....Çınardan çocuğa, çocuktan çınara doğru akıp giden bir şeyler var gibiydi. O küçücük yüreğinde dağ gibi kederini büyüten ve dallarının altına sığınıp gizli gizli ağlayan, hülyalarına kara bulutlar düşüren çocuk o değildi sanki. Çınarın yanında umutlu, mutlu görünüyordu.
Şimdi sevinçliydi zeytin gözlü çocuk. Yüzü, gözleri gülüyordu. Bahar gülüyordu. Sular, dağlar, bütün dünya gülüyordu onunla..Bir şarkı vardı dudaklarında, sevinç ve neşe dolu. Her yer çınlıyordu sesiyle. Bir yıldızı vardı şimdi, gecelerini aydınlatan bir yıldız. Bir bulutu vardı şimdi, üstünden bembeyaz geçip giden. Kar gibi, tüy gibi, rüzgar gibi bir bulut.
Bir sevgisi vardı şimdi, içinde çoğalan, hep içinde kalan, sıcacık. Bir mevsimi vardı şimdi, gülümseyen, içinde bütün güzellikleri saklayan. Bir ümit, bir ses, bir ışık, bir heves gibi. Bir yeri vardı şimdi; ıssız bir ada, bir dağ, bir deniz kıyısı gibi. Belki herkese uzak, ama kalbine en yakın yer. İşte o yer bu çınarın altıydı. Hemen her gün buraya gelir, acılarını unuturdu. Hayallerini burada kurar, içini bu çınara dökerdi.
Kimbilir aradan ne kadar zaman geçti... Bir gün düşüncelere daldı yaşlı çınar. Çünkü içten içe bağ kurduğu, her gün yolunu beklediği, kendisiyle konuştuğu dert ortağı, zeytin gözlü, tatlı sözlü arkadaşı gelmiyordu artık.
Şaşırdı. Acaba neler olmuştu? 'Her gün gelirdi.' diye düşündü çınar. Günler geçip gidiyor, zeytin gözlü çocuk gelmiyordu. 'Belki hastalanmıştır. İyileşince gelir.' diye avuttu kendini. Ama her dakika, yerini ümitsizliğe bırakan bir oyundu sanki.
Günler usul usul geceye, geceler usul usul gündüze akıp gidiyordu. Ne zeytin gözlü çocuk vardı ortalarda, ne de kendisinden bir haber. Hala ne olduğunu düşünüyor ama, zeytin gözlü çocuğun neden gelmediğine bir türlü yanıt bulamıyordu.
Birden durup sessizligi dinlemeye başladı, ürperdi. Yalnızlığın içine işlediğini hissetti.Rüzgar dallarını salladıkça inliyordu.'Nerdesin zeytin gözlü çocuk? Seni çok özledim, tatlı sözlerini de.' diye iç geçirdi.'Hasta değilsin ya! İstersen sana bir demet kırmızı karanfil yollarım.' Diye fısıldadı.
Günler böylece geldi geçti. Geceler sabahları soluyarak uzaklaştı yanından.Gündüzler gecelere bıraktı yerini, geceler gündüzlere.Bir umutla zeytin gözlü çocuğun yolunu gözledi durdu.
Ama o gelmiyordu.Umudu, her geçen gün biraz daha azalıyordu çınarın. Her gün bir sürü insan gelip geçiyor, çevresinde kuşlar kelebekler uçuşuyordu. Bir tek o gelmiyordu. Kıpır kıpır doğada yalnızlık çekiyor, o kalabalıkta yalnızlığı yaşıyordu. Kendini ıssız bir çöldeymiş gibi hissediyordu. Susuz, kimsesiz, ağacı, yeşili olmayan bozkırda kavruluyor gibiydi. Oysa çevresi kuşlarla, ağaçlarla, yeşilliklerle doluydu. Tüm bunlara ragmen, içinde bulunduğu ortamda kendi başına kımıltısız, mutsuz ve yalnızdı.
Bir gün etrafındaki sessizliği dinlemeye başladı, ürperdi. Bir ayak sesiydi beklediği, bir çift zeytin gözdü. Ama nafile! Damarlarındaki kanı donmuş gibi, bütün dalları yaprakları fırtınaya tutulmuşçasına titredi. Oysa her şey aynıydı. Güneş, gökyüzü, kuşlar, rüzgar hep aynıydı. Eksik olan, sadece zeytin gözlü çocuktu. Aylar geçmesine rağmen, zeytin gözlü çocuk hala ortalarda yoktu, gelmiyordu. Umudunu nerdeyse tamamen kaybediyordu....
'Umudumu kaybettim, umut her şeydir. Kırgınlığım, kızgınlığım o zeytin gözlü çocuğa. Giderken yanında götürdü umudumu. Umudum benim yaşama nedenimdi, yaşama sevincimdi. Ben umutsuz nasıl yaşarım! ' diye sitem etti içinden. Sonra sararmaya başladı yaprakları. Birer birer terkediyorlardı onu.....
Heybetli gövdesi üşümeye başladı. Isındığı ateşler söndü, küllendi.Üşüdü üşüdü.. Yollara baktı uzun uzun. Ne gelen vardı, ne giden.. Bomboş geldi her yer. Hiç bir şeyin anlamı kalmamıştıişti. Titredi koca çinar. Ürperdi yapraklari tiril tiril. Savurdu kalan yapraklarını. Yaprakları dinmez gözyaşı oldu, döküldü. Derelere, ıssız ovalara, kırlara şehirlere doğru savrulup gitti...
Neden sonra karlar yağdı yağdı, aylar sonra eridi. Kar suları, bir yatak bulup, indiler ovaya doğru.Ardından leylekler döndü yuvalarına, kırlangıçlarla süslendi gökyüzü. Deniz dalgalandı. Toprak menekşeler armağan etti çocuklara. Yıldızlar kaydı, ayvalar sarardı. Zeytin gözlü çocuk yine gelmedi.
Çocuklar büyüdü; kimi genç kız oldu, kimi, yağız bir delikanlı. Erguvan dudaklı genç kızlar beyaz duvaklara büründü. Evlerde her akşam lambalar yandı, lambalar söndü. Ay ışığı yeri gögü süslerken, sevgililer buluştular gizlice, gür dallarının altında. Saatlerce yan yana oturdular, birbirlerine sevgi dolu sözler fısıldadılar.Kah susarak, kah konuşarak sarıldılar birbirlerine. Çınar gördü tüm bu oldu bittileri, sevgi dolu fısıltıları dinledi. Yıldızlar ışıklarını gönderdi.Rüzgar yapraklarını okşadı. Neye yarardı ki tüm bunlar! Zeytin gözlü çocuk gelmedikten sonra neye yarardı! .
Yine umuda yöneltmişti yüzünü dağlar. Havaya, suya ve toprağa cemre düşeli epey olmuştu. Zeytin gözlü çocuksuz gelen kaçıncı bahardı bu! Dağlarda kardelenler, ovalarda erik ağaçları, kırlarda papatyalar bir sevinçle açıverdiler. Güneş; bahçeler, çiçekler, börtü böcek ısın,yer- gök, çocuklar şenlensin, bütün ağaçlar, bitkiler yeşersin diye, güneş gün boyu dikildi tepelerinde.
Herşey zamanı gelince görevini en iyi bir şekilde yerine getirdi. Ne yağmur, ne rüzgar, ne güneş, ne kar unutmadı çınarı.. Ama zeytin gözlü çocuk gelmedi. Bulutlar yere inip, kümelendi çınarın başında. Sonra yağmur olup, gözyaşı gibi damladı çınarın dallarına, yapraklarına. Ki, koca çınar yeşersin diye. Toprağın derinliklerine uzanan köklerine yağmur suları indirildi, beslensin diye. Bahar rüzgarı, dallarına vurdu, çınarı kış uykusundan uyandırmak için. Olmadı! Hiç biri yeterli olmadı bu çabaların. Çınar, yeşermedi. Çünkü eksik olan bir şey vardi. O da, zeytin gözlü çocuktu....
Bir daha hiç bir bahar yeşermedi yaşlı çınar. Damarlarindaki can suyu çekildi. Uçlarından başlayarak dalları, gövdesi kurudu. Artık kuru bir odun parçasından farksızdı.
Aradan çok uzun bir zaman geçmişti. Bir gün koca bir adam geldi Hollanda’dan, zeytin gözleriyle baktı uzun uzun ağaçların olduğu yere, yapraklar yeşil yeşildi. Yıllardır ayrı kalmıştı ve yıllar sonra ancak gelebilmişti çocukluğunun geçtiği bu yerlere.
Ağaçların dallarında yine kuşlar cıvıldıyordu, kelebekler uçuşuyordu etrafında. Çınarını aradı yorgun gözleri, baharında eylülü yaşayan kanadı kırık bir kuş gibi çırpındı, kalbini hüzünle dağladı, ağladı hülyalarına siyah bulutlar inmişçesine… Bir demet kızıl karanfil bıraktı çınarın koynuna, gülümsedi içi burkularak kurumuş yaşlı çınara, eğilip kulağına fısıldadı ‘seni seviyorum’ dedi…
Ben dalları fırtınalarda kopmuş yaslı ve yaşlı bir çınarım binlerce acının ortasında yorgun ve yalnız
alnı gül işlemeli günler getir bana ey çocuk hülyalı gülüşler gözlerinle görmek istiyorum sabahı dünyayı yüreğinle sarmak istiyorum umutlu ve şen
ne zemheriler gördüm ben ne fırtınalar geçirdim çağının ışığıyla yak beni ey çocuk çağının ışığıyla sar, üşüyorum
gövdemde kaç balta izi var kaç kan lekesi alnımda nice ihanetler gördüm ben nice zulümler
üşüyorum alnı gül işlemeli baharlar getir bana umudu sevda kokan sabahlar gözlerinle görmek istiyorum yarınları dünyayı yüreğinle sarmak istiyorum
pınar seslerine kat başak tanelerine koy arıt beni günahlarımdan lekesiz bir sevgiyle geçilir ancak ırmaklar kocaman bir yürekle ey çocuk beni yüreğinle sev, gözlerinle okşa bırakma ellerimi n’olur Bırakma ellerimi…
Yavaşça elini, elime tutuşturdun.Ve ilk defa seni sende hissettim o gün. Gözlerine bakmaya cesaretim yoktu. Senden kaçmak, uzak olmak istedikçe daha çok bağlandım bakışlarına. Ellerimi tuttuğunda zavallı bir kuşun kalp atışlarına karşı hissedercesine titrediğini gördüm. Keşke demekten nefret ederek keşke bitmese bu an dedim içimden.Neden böyle olduğunu bilmiyorum. Ne düşündüğümü bilmiyorum. Gücüm olsaydı da sana o eski deliliğimi anlatabilseydim.Her ne olursa olsun ayaklarımın üzerinde durmayı öğrendim
Ulu bir dağın eteğinde küçük bir köy ve o köyün karşı yamacında, sık yemyeşil yaprakları ile parlak kırmızı elmaları olan dibine her yaz sıcağı gölge ve serinlik veren bir elma ağacı varmış bir zamanlar. Ağacın dalları arasına yuva yapmış olan kuşlar, yaprakların arasında korunup, kanat çırparak daldan dala uçuşur, şarkılar söylermişler mutluluk içinde. Bir de her gün bu elma ağacını ziyaret eden gülünce yüzünde güller açan Ali adında yoksul ve zeki bir çocuk varmış.
“Ey güzel çocuk duyuyor musun beni? ”
Küçük Ali bu sesin nereden geldiğini anlayamamış şaşkın şaşkın etrafına bakınıp durmuş, sonra farketmiş ki üstünde yemyeşil yaprakları ve kıpkırmızı elmalarıyla görkemlice duran elma ağacı dile gelmiş konuşmakta.
“ Ey sevgili elma ağacı sen konuşabiliyor musun? ” diye merakla sormuş elma ağacına...
- Tabii, demiş elma ağacı, “sen nasıl konuşabiliyorsan ben de öyle konuşurum ama kimse beni duymuyor çünkü durup dinlemiyor. Elmalarımdan alan hemen uzaklaşıyor burdan...”
- Bağışla, demiş küçük Ali, “bunca zamandır altından gelir geçerim sesini hiç duymamıştım, durup dinlememiştim. Ama bugün karnım açtı elma yemek için geldim buraya, konuştuğunu duyunca önce şaşırdım ama şimdi seni anlıyorum. Çünkü benimde arkadaşım yok benimle de kimse konuşmuyor çok yalnızım...” Fakir ve yetim olduğu için kimsenin kendisiyle arkadaşlık yapmadığını söylemiş Ali.
-Elma ağacı önce derin bir iç geçirmiş ve sonra küçük Aliye “benimle arkadaş olur musun sana her gün elmalarımdan veririm karnını doyurursun? ” demiş. Küçük Ali öyle duygulanmış ki cevap verememiş, cevap yerine sarılıp elma ağacına iki damla gözyaşı dökmüş yanağından... Elma ağacı da çok duygulanmış,”benim de derdim bir candan arkadaşımın olmayışı elmalarımdan alan çekip gidiyor burdan” demiş.
Küçük Ali ağaçtan aldığı iki elmayı hemen afiyetle indirmiş midesine. Sonra dönüp yeni dostuna teşekkür etmiş. - Gerçekten de bu güne kadar böyle lezzetlisini yememişti Ali.
O günden sonra küçük Ali ile elma ağacı çok iyi dost ve iki candan arkadaş olmuşlar, hemen hergün buluşup kuşların cıvıltıları, suların çağıltıları arasında beraber güler, beraber ağlar, beraber oynar olmuşlar… O günden sonra bütün ağaçlarla, bitkilerle, çiçeklerle dost olmuş, kuşlarla, hayvanlarla konuşur olmuş Ali elma ağacının yardımıyla...
Annesi ölünce babası ve kardeşleriyle ortada kalmış Ali. Her gün ırgatlığa gidip tarla, bağ ve bahçelerde çalışarak günlük rızkını temin eden babası, getirdiği üç beş kuruşla çocuklarının geçimini sağlarmış. Bir gün babası da hastalanınca eve bir şey getirecek kimse kalmamış, derken iş çocukların en büyüğü olan Ali’nin başına kalmış.
Günler böyle sevgi ve neşe içinde geçip giderken bir gün Ali üzgün bir şekilde gelmiş elma ağacının yanına, bu defa çok hüzünlü ve endişeliymiş. Elma ağacı. “Söyle” demiş Ali kardeş”, “neden bu kadar üzgün ve telaşlısın, bir şey mi oldu acaba? ” “Sorma elma kardeş babam hasta çalışan kimsemiz yok. kardeşlerim aç, hazır paramızda kalmadı. Ne yapacağımızı bilemez olduk? .” demiş.
“Üzülme” diye yanıtlamış elma ağacı, her şeyin bir çaresi vardır. “Bak sana güzel elmalarımdan vereyim, götür çarşıda, pazarda sat, çok paran olur” diye teselli de bulunmuş. Sevincinden ne yapacağını bilememiş Ali, elma ağacına doğru akan kalbindeki sevgi sıcaklığını hissetmiş o an.
O günden sonra Ali devamlı gelip arkadaşının sunduğu kırmızı sihirli elmaları götürüp satmış. Bir zaman sonra ihtiyacından çok daha fazla parası olmuş. Ve her zaman olduğu gibi yine sevinçle oynamaya devam etmişler.
Ali bir gün yine çok dalgın ve üzgünmüş, canı hiç oynamak istemiyormuş. Elma ağacı canının sıkkın olduğunu gören Aliye “Söyle bakalım Ali kardeş canın yine bir şeye mi sıkıldı”. “Sorma elma ağacı kardeş, kerpiçten örülü küçüçük bir evimiz vardı yağmura dayanamayıp yıkıldı, babam ve kardeşlerimle açıkta kaldık”.
“Bununda bir çaresi var Ali kardeş, yeter ki üzülme. Al bu dallarımdan götür, onlarla kendinize bir barınak yapın içine girin, rüzgardan, yağmurdan korunursunuz.” Deyip yine teselli etmiş Ali arkadaşını. Çocuk sevgiyle, minnetle bakmış elma ağacına. Başlamışlar oyunlar kurmaya yeniden...
Aylar yel gibi, yıllar sel gibi geçip giderken küçük Ali büyük Ali olmuş derken hayalleri de büyümüş. Bir gün “yine dalgınsın Ali kardeş, acaba bilmediğim bir şey mi var”diye seslenmiş elma ağacı. “Ben çocuk değilim artık elma ağacı kardeş, büyüdüm, hayallerimde büyüdü, karşı koyları merak ediyorum, dağların öte yanını, dünyayı gezip görmek, tanımak istiyorum”...
“Onunda bir çaresi var Ali kardeş. Kes dallarımın bir kısmını, sağlam bir kayık yap kendine, yanına da elmalarımdan bol bol al, gezip gör dünyayı. Gittiğin yerlerde bana haber sal kuşlarla, selam yolla ki, içim rahat olsun olur mu? unutma emi! Diye tembih etmiş ve de fazla uzaklara açılma ne olur ne olmaz bazı yerler tekin olmayabilir, sana bir şey olursa üzülürüm”. Deyip uyarmış arkadaşını.
“Bu incecik filizlerimi, çekirdeklerimi yanına almanı ve gittiğin her yere dikmeni istiyorum. Büyüyüp ağaç olsunlar, meyve versinler, gölge olsunlar, yiyen herkes şifa bulsun, şifa dağıtsın dört bir yana… Benim tomurcuklarım her iklimi sever, nerde olursa olsun toprağın kucakladığı her filizim yemiş verir”demiş, elma ağacı.
Elma ağacına sarılıp öpmüş, sevgi dolu gözlerle yüreği titreyerek bakmış Ali ve “sen meraklanma arkadaşım bana bir şeycikler olmaz, ayrıca uyarıların için de teşekkür ederim” deyip gülümsemiş kırmızı yanaklı elma ağacına “hey canım arkadaşım, sevgili elma ağacım, sen sonsuza yaşa emi”. Deyip fısıldamış. “En zor anlarımda hep yanımda oldun, yardım ettin, bana sonsuz sevgini verdin, doğruyu gösterdin. Ne mutlu bana ki, senin gibi candan bir dostum var…”
Elma ağacının gövdesi ve dallarından, babasıyla beraber hazırladığı kayıkla ayrılmış oradan içi ağlayarak, o büyülü uzak yolculuk başlamış. Yemyeşil rengarenk pırıl pırıl nehirlerde ve derin mi derin vadilerde geçip giderken kalbinin en derinlerinde arkadaşı elma ağacını da götürüyormuş. Nehirin üzerinde arkadaşını düşünmüş, büyük bir sessizlik kaplamış, yalnızca ılık bir esinti hissediyormuş yanaklarında. Ali ağlamış en iyi arkadaşını terkettiği için, sessiz nehir gözlerinden yanaklarına akıyormuş sanki, keşke arkadaşını terketmeseydi diye geçirmiş içinden… Yalnızlık bir yana ama en iyi arkadaşının yokluğunu yüreğinde bir yara gibi hissetmiş. Gözyaşları öyle çoğalmışki, sanki nehir gözlerinin içinden akıyormuş…
Uyumuş Ali’cik gözlerini açtığı zaman kendisini büyülü bir atmosferde bulmuş. Mavisi yeşiline karışmış, uzun uzun ağaçların gölgelerini ve meyvalarını cömertçe sunduğu, renk renk çiçeklerin açtığı, kuşların cıvıl cıvıl öttüğü, pırıl pırıl suların aktığı, tertemiz havasıyla insanoğlunun pek uğramadığı bir yere gelmiş. Her tarafta ceylanlar boy boy çeşit çeşit hayvanlar biribiriyle oynayarak otluyorlarmış.… Ama candan arkadaşından uzak, sevdiklerinden ayrı bir büyümüş çocuk vardı… Elma ağacına kuşlarla haber iletmiş her gitti yere, elma ağacından haber almış kuş kanatlarında…
Ali gittiği her yere elma ağacının tohumunu ekmiş, gittiği her yerde tohumlar filizlenmiş sevgiye. Sonra elma vermeye başlamışlar büyüdükçe. Kuşlar insanlar ve hayvanlar elma ağaçlarının altında buluştukça elma ağaçları da mutluluk dağıtmış etraflarına, böylece tüm canlılara elmalarından vermişler her yaz görkemli ve güçlü dallarıyla…
…………. Aradan çok uzun yıllar geçmiş. Ak sakallı, karlı dağların tepesini andıran başıyla ihtiyar bir adam çıka gelmiş, elinde baston yavaş yavaş yürümüş elma ağacına doğru. Elma ağacının altına gelince, başını kaldırıp sonsuz bir sevgiyle bakmış. Elma ağacı tanımış o eski arkadaşını kırlardan topladığı bir demet papatyayı bırakmış gövdesinin yanına ve sarılıp usulca seni seviyorum demiş.
Genç kız, el aynasında makyajını kontrol etti; “-Gayet iyi.” dedi. Güzelliğinden emindi.Çevresindeki erkeklerin pervane olmasından zaten biliyordu güzel olduğunu. Hayatın tadını çıkaran, rahat yaşayan biriydi. Cep telefonu çaldığında, akşam arkadaşlarıyla hangi eğlence yerine gideceğine karar vermeye çalışıyordu. Telefondaki numaraya baktı, arayan annesiydi. - Alo…kızım, nasılsın? - İyiyim anne. Ne oldu? - Sana bir surprizim var. - Surpriz mi? - Evet.Çok eski bir arkadaşım, dostum şehrimize gelmiş…. - Eee kimmiş. - Kim olduğu surpriz. Fakat, onu senin almanı istiyorum. - Ben mi? - Evet, senin iş yerine yakın olan parkı biliyormuş. Parka gitmesini ve seninle buluşmasını söyledim. Senin de parka gidip onu almanı istiyorum. - Anne, ben böyle şeyleri sevmem, kendin halletsen. - Kızım 1-2 saatlik bir işim var. Ayrıca seni bebekliğinden tanıyan bir arkadaşım. Seni görünce mutlaka çok sevinecektir. - Amaaan. Peki peki… Nasıl tanıyacağım. -Evden çıkarken üzerine giydiklerini tarif ettim.O parkta bazı oturaklar piknik masası şeklinde. Parkın sinema tarafı girişindeki ilk piknik masasına otur. O gelince seni bulacak. -Tamam anne..tamam… - Kızım senden her gün mü bir şey istiyorum.Üniversiteyi bitireli, hele de işe gireli bir fatura yatırmaya bile göndermedim. - Hemen darılma, tamam dedim ya… - O nasıl tamam demekse… neyse, hadi o zaman, izin al da çık, bekletme. Ben de işlerimi bitirip hemen geleceğim. **** **** **** **** **** **** **** **** **** **** Genç kız, izin alıp çıktı.Kısa bir yürüyüşten sonra parka vardı. Bu parkta daha önce hiç oturmadığını farketti. Arkadaşlarıyla hep paralı,lüks eğlence yerlerine giderlerdi. Annesinin tarif ettiği, girişteki ilk masayı buldu, boş olan kısmına oturdu. Masanın diğer tarafında bir köylü kadınla, küçük kız oturuyordu. Onlarla aynı yerde bulunmaktan utandığını hissetti. “-Annemin arkadaşı çabucak gelse de, şunlardan kurtulsam” diye düşündü. Köylü kadın çekinerek seslendi; - Afedersin kızım, bir şey sorabilir miyim? “Kızım” diye seslenmesi iyice sinirlerini bozdu. - Ne var, adres mi soracan! .. Sert çıkış karşısında kadın sesini alçalttı; - Hayır kızım, başka bir şey soracaktım. - Sizin gibi cahiller ya adres sorar, ya para ister. Köylü kadının kızaran yüzüne aldırmadı bile. O sırada şık ve lüks giyimli, orta yaşlı bir kadının uzaktan yaklaştığını gördü. “-Nihayet.” diye düşündü. Ayağa kalkıp kadını karşılamaya çalışırken, kadın yanlarından geçip gitti. Somurtarak geri oturdu. Yanındaki küçük kıza daha sıkı sarılmış köylü kadının gözünden bir damla yaşın süzüldüğünü gördü.Kadın gözyaşını saklamak için diğer tarafa dönünce bir yüzündeki büyük yanık izi göründü. Genç kız manalı manalı güldü; - Bak kolayca gözyaşı dökebiliyorsun, yüzünde de çirkin bir yanık izi var. Burda ne bekliyorsun geç bir köşeye aç mendilini ağla… Fakat ağlamayla benden bir şey koparacağını sanma, tamam mı… Kadın dayanamadı; - Cahil deyip duruyorsun. Ne cahilliğimi gördün. Tanımadığım bir kadına, torununun yanında hakaret mi ettim! - Oooo... laf yapmayı da biliyormuş -Anlaşıldı kızım, sen üniversite bitirmiş, çok şey öğrenmiş olabilirsin ama insanlıktan sınıfta kalmışsın. Torunumu okutmak için uğraşacaktım. Fakat seni görünce vazgeçtim. Yaşlı kadın, küçük kızı alıp masadan kalkarken, boşalan yere doğru şık giyimli bir kadın yaklaştı. Cevap vermek için hazırlanan genç kız zengin giyimli, şık kadını görünce uzaklaşan yaşlı kadına cevap vermekten vazgeçti. Yaşlı kadın geriye bakmaya çalışan küçük kızın başını eliyle engelledi. **** **** **** **** **** **** **** **** **** **** Bir süre sonra, genç kızın annesi parkta yanına geldi. - Merhaba kızım, Zeynep teyzen nerde? - Kimse gelmedi anne. En son bir bayan geldi, yanıma oturdu. O da sadece dinlenmek için gelmiş biriymiş. - Allah Allah! ... giyindiklerini çok iyi tarif etmiştim, seni nasıl bulamadı anlamadım. Yanında küçük bir kız olacaktı. Genç kız bir an durakladı. -Küçük bir kız mı? - Evet - Anne! . biz zengin, kültürlü insanlarız. Herhalde arkadaşın da zengin, kültürlü biridir, değil mi? - Kültürsüz değil ama zengin değil. - Sakın bana köylü bir kadın olduğunu söyleme. - Köyden gelen kadına ne denir ki! .. - Oh… iyi iyi, köylü kadınları karşılamaya beni gönderiyorsun. - Kızım, o kadına bir borcumuz vardı. O zamanlarda borcumuzun karşılığı bir şey veremedik. ' - Gün gelir, bir ihtiyacım olduğunda, ben kapınızı çalarım'. Dedi ve işte bu gün kapımızı çaldı. -Ne istiyormuş? - Torununu okutmamızı istiyor. Baban şimdi arabayla gelip hepimizi alacak, kayıt için okula götürecek. - Anne, o köylü kadına ne borcun olabilir ki, anlayamadım? Annesi, kızının öfkeli ses tonuna dayanamadı; - Kızım, sen bebekken biz köydeydik. - Eee… - Sana yıllar önce bahsetmiştim, köydeyken evimiz yandı, biz de inekleri,atları,tarlaları neyimiz varsa hepsini satıp köyden göçtük, demiştim. -Evet, hatırladım. - O yangınla ilgili bir ayrıntıyı, seni üzülebilir veya seni evde yalnız bıraktığımız için darılabilirsin korkusuyla anlatmamıştık. - Herhalde şimdi anlatacaksın… - Baban evde yoktu, ben de su doldurmaya köy pınarına gitmiştim. Lodos mu ne diyorsunuz, işte o rüzğar bazen ters esiyormuş, yukardan aşağı filan. Sen beşikte uyuyorken rüzğar bacadan içeri esince közler ocaklıktan tahtalara sıçramış, yangın başlamış. Pınar yerinden dumanları görüp koştuğumda alevler heryeri sarmıştı. Birazdan yıkılacak gibi görünen eve yine de girmek için atıldığım anda Zeynep teyzen kucağına seni almış olduğu halde dışarı fırladı. O sahneyi hiç unutamam; onun kucağından seni aldığımda o çığlıklar atıyordu… - Niçin? - Seni kurtarırken, sağ tarafı yanmıştı. Gelince görürsün sağ yanağında ağır bir yanık izi var. Çok acı çekti çook. Dur ağlama, seni bu kadar üzeceğini bilmiyordum. Tamam kızım, bak makyajın akıyor, ağlama. Hah! .. baban da geldi. Fakat Zeynep teyzen hala bizi bulamadı…
Yürekteki Yanık
Genç kız, el aynasında makyajını kontrol etti; “-Gayet iyi.” dedi. Güzelliğinden emindi.Çevresindeki erkeklerin pervane olmasından zaten biliyordu güzel olduğunu. Hayatın tadını çıkaran, rahat yaşayan biriydi. Cep telefonu çaldığında, akşam arkadaşlarıyla hangi eğlence yerine gideceğine karar vermeye çalışıyordu. Telefondaki numaraya baktı, arayan annesiydi. - Alo…kızım, nasılsın? - İyiyim anne. Ne oldu? - Sana bir surprizim var. - Surpriz mi? - Evet.Çok eski bir arkadaşım, dostum şehrimize gelmiş…. - Eee kimmiş. - Kim olduğu surpriz. Fakat, onu senin almanı istiyorum. - Ben mi? - Evet, senin iş yerine yakın olan parkı biliyormuş. Parka gitmesini ve seninle buluşmasını söyledim. Senin de parka gidip onu almanı istiyorum. - Anne, ben böyle şeyleri sevmem, kendin halletsen. - Kızım 1-2 saatlik bir işim var. Ayrıca seni bebekliğinden tanıyan bir arkadaşım. Seni görünce mutlaka çok sevinecektir. - Amaaan. Peki peki… Nasıl tanıyacağım. -Evden çıkarken üzerine giydiklerini tarif ettim.O parkta bazı oturaklar piknik masası şeklinde. Parkın sinema tarafı girişindeki ilk piknik masasına otur. O gelince seni bulacak. -Tamam anne..tamam… - Kızım senden her gün mü bir şey istiyorum.Üniversiteyi bitireli, hele de işe gireli bir fatura yatırmaya bile göndermedim. - Hemen darılma, tamam dedim ya… - O nasıl tamam demekse… neyse, hadi o zaman, izin al da çık, bekletme. Ben de işlerimi bitirip hemen geleceğim. **** **** **** **** **** **** **** **** **** **** Genç kız, izin alıp çıktı.Kısa bir yürüyüşten sonra parka vardı. Bu parkta daha önce hiç oturmadığını farketti. Arkadaşlarıyla hep paralı,lüks eğlence yerlerine giderlerdi. Annesinin tarif ettiği, girişteki ilk masayı buldu, boş olan kısmına oturdu. Masanın diğer tarafında bir köylü kadınla, küçük kız oturuyordu. Onlarla aynı yerde bulunmaktan utandığını hissetti. “-Annemin arkadaşı çabucak gelse de, şunlardan kurtulsam” diye düşündü. Köylü kadın çekinerek seslendi; - Afedersin kızım, bir şey sorabilir miyim? “Kızım” diye seslenmesi iyice sinirlerini bozdu. - Ne var, adres mi soracan! .. Sert çıkış karşısında kadın sesini alçalttı; - Hayır kızım, başka bir şey soracaktım. - Sizin gibi cahiller ya adres sorar, ya para ister. Köylü kadının kızaran yüzüne aldırmadı bile. O sırada şık ve lüks giyimli, orta yaşlı bir kadının uzaktan yaklaştığını gördü. “-Nihayet.” diye düşündü. Ayağa kalkıp kadını karşılamaya çalışırken, kadın yanlarından geçip gitti. Somurtarak geri oturdu. Yanındaki küçük kıza daha sıkı sarılmış köylü kadının gözünden bir damla yaşın süzüldüğünü gördü.Kadın gözyaşını saklamak için diğer tarafa dönünce bir yüzündeki büyük yanık izi göründü. Genç kız manalı manalı güldü; - Bak kolayca gözyaşı dökebiliyorsun, yüzünde de çirkin bir yanık izi var. Burda ne bekliyorsun geç bir köşeye aç mendilini ağla… Fakat ağlamayla benden bir şey koparacağını sanma, tamam mı… Kadın dayanamadı; - Cahil deyip duruyorsun. Ne cahilliğimi gördün. Tanımadığım bir kadına, torununun yanında hakaret mi ettim! - Oooo... laf yapmayı da biliyormuş -Anlaşıldı kızım, sen üniversite bitirmiş, çok şey öğrenmiş olabilirsin ama insanlıktan sınıfta kalmışsın. Torunumu okutmak için uğraşacaktım. Fakat seni görünce vazgeçtim. Yaşlı kadın, küçük kızı alıp masadan kalkarken, boşalan yere doğru şık giyimli bir kadın yaklaştı. Cevap vermek için hazırlanan genç kız zengin giyimli, şık kadını görünce uzaklaşan yaşlı kadına cevap vermekten vazgeçti. Yaşlı kadın geriye bakmaya çalışan küçük kızın başını eliyle engelledi. **** **** **** **** **** **** **** **** **** **** Bir süre sonra, genç kızın annesi parkta yanına geldi. - Merhaba kızım, Zeynep teyzen nerde? - Kimse gelmedi anne. En son bir bayan geldi, yanıma oturdu. O da sadece dinlenmek için gelmiş biriymiş. - Allah Allah! ... giyindiklerini çok iyi tarif etmiştim, seni nasıl bulamadı anlamadım. Yanında küçük bir kız olacaktı. Genç kız bir an durakladı. -Küçük bir kız mı? - Evet - Anne! . biz zengin, kültürlü insanlarız. Herhalde arkadaşın da zengin, kültürlü biridir, değil mi? - Kültürsüz değil ama zengin değil. - Sakın bana köylü bir kadın olduğunu söyleme. - Köyden gelen kadına ne denir ki! .. - Oh… iyi iyi, köylü kadınları karşılamaya beni gönderiyorsun. - Kızım, o kadına bir borcumuz vardı. O zamanlarda borcumuzun karşılığı bir şey veremedik. ' - Gün gelir, bir ihtiyacım olduğunda, ben kapınızı çalarım'. Dedi ve işte bu gün kapımızı çaldı. -Ne istiyormuş? - Torununu okutmamızı istiyor. Baban şimdi arabayla gelip hepimizi alacak, kayıt için okula götürecek. - Anne, o köylü kadına ne borcun olabilir ki, anlayamadım? Annesi, kızının öfkeli ses tonuna dayanamadı; - Kızım, sen bebekken biz köydeydik. - Eee… - Sana yıllar önce bahsetmiştim, köydeyken evimiz yandı, biz de inekleri,atları,tarlaları neyimiz varsa hepsini satıp köyden göçtük, demiştim. -Evet, hatırladım. - O yangınla ilgili bir ayrıntıyı, seni üzülebilir veya seni evde yalnız bıraktığımız için darılabilirsin korkusuyla anlatmamıştık. - Herhalde şimdi anlatacaksın… - Baban evde yoktu, ben de su doldurmaya köy pınarına gitmiştim. Lodos mu ne diyorsunuz, işte o rüzğar bazen ters esiyormuş, yukardan aşağı filan. Sen beşikte uyuyorken rüzğar bacadan içeri esince közler ocaklıktan tahtalara sıçramış, yangın başlamış. Pınar yerinden dumanları görüp koştuğumda alevler heryeri sarmıştı. Birazdan yıkılacak gibi görünen eve yine de girmek için atıldığım anda Zeynep teyzen kucağına seni almış olduğu halde dışarı fırladı. O sahneyi hiç unutamam; onun kucağından seni aldığımda o çığlıklar atıyordu… - Niçin? - Seni kurtarırken, sağ tarafı yanmıştı. Gelince görürsün sağ yanağında ağır bir yanık izi var. Çok acı çekti çook. Dur ağlama, seni bu kadar üzeceğini bilmiyordum. Tamam kızım, bak makyajın akıyor, ağlama. Hah! .. baban da geldi. Fakat Zeynep teyzen hala bizi bulamadı…
Temmuz ayıydı günlerden Cuma Sana veda etmiş eve dönüyorum Güneş inatla kanımı donduruyor Gözlerim kararıyor,başım çatlıyordu Soluk almak için bir banka oturdum Tam o sırada çingeneye rasladım Elinde bir avuç tohum vardı Yanıma oturdu. Bana bu tohumlardan almamı istedi Çiçeğin adını sordum – Neye yakıştırırsan o dedi Kokusunu sordum - nasıl kokmasını istersen öyle kokar dedi Rengini sordum -Rengi sahibinin yüreğine benzer dedi Nerede büyütebilirim dedim -En uzun yaşadığın odada dedi Neyle büyür bu çiçek dedim -Toprağına deyen her şeyle dedi Çantamda ne kadar para varsa çingeneye verdim Tohumları avucumda saklayıp devam ettim Tüm bu olanlar bir yıl önceydi Bugün ayrılığımızın yıldönümü Her zamankinden erken uyandım Sana bir çicek hediye ediyorum Adı [ ölüm çiçeği ] Kokladığında kan kokusundan miğden bulanacak Rengi kapkara,ona baktığında için kararacak Evin karanlık köşesine götür onu,sana benim hayalimi anlatacak Dikenleri eline battığında,ellerin simsiyah kana bulanacak Sakın sulama onu! O gözyaşlarına ve içki damlacıklarına alışıktır Sakın şaşırma! Sana senin eserini yolluyorum Koparıp parçalasanda,ogün aynı saatte aynı çiçeği yollayacağım Şimdi git iki kadeh al eline Biri kendine biri ölüm çiçeğine Bende kadehimi kaldırıyorum AYRILIĞIN ŞEREFİNE BİRDE ÖLÜM ÇİÇEĞİNE! .....
Ne demeli? .. Nasıl anlatmalı? .. Ne yazmalı bu dar ve parlak yüzeye? .. Sıradan bir yalnızlık benimkisi... Kiminkinden farkı var? .. Kelimelerden cümle kurma yeteneğim, benim yalnızlığımı sadece belgelenmiş bir 'anı' yapar... Herkesinki gibi bir yalnızlık bu... Yangın yerinde hareket edememek gibi... Hiçbir teselliye boyun eğmeyen... Laftan, sözden anlamayan bir yalnızlık bu da... Asi... Onurlu... Ümitsiz... Hiç kimseninkinden farkı yok... Sabah ezanından hemen sonra... Durduk yere arabanın camını açıp... İstanbul'un tam ortasında, sesim kısılasıya geceye O'nu bağırmak... 'Seni seviyorum'u öfkeye dönüştürmek... Bu koca kente O'nu haykırmak... Dudaklarımın önce titremesi... Sonra gözlerimin dolması... En fazla ağlamak ıslak caddelere... Elimin ayağıma dolaşması... Salaklaşmak... Farklı mı yapar benim yalnızlığımı? ... Duysaydı... Belki... Duymadı... Duyulmadı...
Kendimden yoruldum Sürekli maske takmaktan İçim Kan ağlarken İnsanlara gülmekten yoruldum Çok sinirliyken bile Sakin olma zorunluluğundan yoruldum Hıçkırarak ağlamak isterken Gözyaşlarımı içime akıtmaktan Delice severken içimden dağlara denizlere Hoyratça esen rüzgara toprağa kuşlara Seviyorum diye haykırmak isterken Susmaktan yoruldum Mavinin her tonunda kaybolmak isterken Siyaha esir olmaktan yoruldum Kendimden yoruldum Hep güçlü olmak ne zordur Hep sorumluluk sahibi olmak Her zaman haklı olmak Herseyi bilmek zorunda olmak Ruhum yoruldu Çoçukken genç olmak Gençken olgun olmak Çok zor yoruldum Çabuk tükettim ömrümü Yarınlarımı..... Umutlarımı..... Duygularımı....... Geri dönüşü olmayan bir tüneldeyim Oyunun adı hayat Başrolde ben Yardımcı oyuncular sevgi, aşk, acı, geçmiş Senaryo konusu Herseye ragmen Mutlu Olma Sanatı Ve oyun bitti..perdeler indi ışıklar söndü Kendimden yoruldum. Artık tutunduğum Güvendiğim Yanındayken kendm olduğum Maske takma ihtiyacı hissetmediğim Ağlamak istediğimde özgürce ağladığım Haykırmak istediğimde sevgimi Sınır tanımadan haykırdığım Sen varsın Artık Oyunun ikici perdesini açtım Her yer ışıl ışıl Başak saçların deniz gözlerin umudum Senin sevgin yarınlarım Kendimden yorulduğum yerde seni buldum....................
1- Ayın karanlığına sakladım düşlerimi.Bir sevdanın yollarında berduşça geziyorum şimdi ve sen beni sevmeme ihtimalinle buz gibi duruyorsun karşımda.Gerçeği duymaktan, ilk kez bu kadar çok korkuyorum.Söylediğin her söz diken gibi batıyor yüreğime.Tanrım, içim acıyor içim acıyor… “Güneşin donuk sarı gölgelerinin altından”bakıyorsun bana.Gözlerine baktıkça terk edilmiş bir ülkenin uçsuz bucaksız, insansız topraklarını görüyorum.Bir çiçek olmalı, açmaya yüz tutmuş.Bir çiçek, bin umuda yeter ama yok.Umutsuzluk ne sana ne bana yakışıyor.Yakışmayanı taşıyoruz üzerimizde, ne garip… Ne kadar yakınsan o kadar uzaksın bana.”Kıyısız bir denizin uzaklığı”bu… Dalgalarının kayalara vurup parça parça olmasını istemediğin için mi küstün sahillere¿ Hangi gemi barınacak o denizde söylesene¿ Hangi gemi batmadan kalacak su yüzünde¿Bütün fırtınaları göze almışken ben, şimdi neden yelken basamıyorum sendeki o sonsuz maviliğe¿Senin görmediğin o sahilde demir atmış bekliyorum öylece…Ne zaman”İskele alabanda”diyeceksin¿ Böyle donuk baktıkça sen, yapraklarını dökmüş asırlık bir çınarın kovuğuna yerleştirdiğim hüzünler bir bir çıkıyor ortaya.Derinden soluyorum acıları…Hep kal istiyorum, benimle kal…Hüzünler de o asırlık çınarın kovuğunda kalsın, böyle yaşayıp gidelim birlikte…Sonra yine gözlerin dikiliyor karşıma, donuyorum… Zamanda kaybolmuş iki yüreği yeniden bir araya getirmenin çabası benimkisi. Küllenmediğine inandığım bir alevi, yüreğimle yeniden canlandırmaya çalışmak… Yorgunsan en az senin yorgunum bende…Her şeye rağmen bir güne bakan doğuyor içimde ayın karanlığına sakladığım düşlere inat. Şimdi sen aşk çiçeğim, bana en yakın haline bürün, yüreğine koy ellerini ve sadece Yüreğinin söylediği sözleri dinle.Bir kez yakından bak bana, en yakından, gözlerimde Kendini gör.Değiştir çirkin anıları en güzelleriyle.Aşk savaş değildir, bu yüzden yenilmedin hiç.Hoyrat eller yok karşında seni incitecek.Ben yaşatacağım seni, ölmene izin veremem bundan böyle.Sende kapılma ölümün soğukluğuna 2- Hiç oldu mu sana da böyle? Eğer yaşadıysan, bana yardım et ne olursun... İçimde koskoca bir çark var sanki.. Tam göğsümde durduramadığım... Bazen hızlanan, bazen yavaşlayan, hiç ama hiç durmayan...
Canım yanıyor o döndükçe sanki çevresindeki her bir şeyi koparıp götürüyor beni, içimi parçalıyor... Nedenini bilemediğim bir şekilde parça parça içime yayılıyorum...
Üşüyorum, İçimde bir uçurum var sanki onunu göremediğim.. Sanki her şeyin saçmalığını almışım da içime, Sanki dünyadaki her şeyin en uç noktası gelip sığmış da içime, Bana yer kalmamış çıkmak istiyorum... Herşey bitsin istiyorum, Ne varsa olan...
En çok da neyi düşünüyorum biliyormusun? Öyle bir şey yazmalıyım ki, öyle bir şekilde anlatmalıyım ki Yasadıklarımı, kağıda döküldüğünde teker teker bitsinler.. Teker teker yok olup huzurumu geri getirsinler...
Ama olmuyor işte yazamıyorum.. Her yazının sonunda koskoca bir boşluk görüyorum kağıtta.. Bütün yazılarım siliniyor, içindeki hersey gelip yine içime yerleşiyor.. Çarkım dönmeye başlıyor... Uçurumum derinleşiyor...
3- Unutmadım seni! 'Ey Yalnızlık...'.:. Ne yazilmali ki silinip gitmesin, ne söylenmeli ki unutulup bitmesin. Sessizlikle bağlayan bir hikaye bu. Eger bagladigi gibi bitecekse sonu, yasanan her ne varsa sil, gitsin.Hayallerde gerçek gibi yasarken seni, umutlarda bitti bir zaman, sevgiler de. Seni seviyorum çünkü ne zaman siir okusam, misralarindan sen akiyorsun, gözlerimden yaslar süzülüp resmine damliyor, sessizlik sarariyor içimde, susuyorum. Tam buldum dedigin anda kaybetmek nedir bilir misin? Atilmisligi hissettigin oldu mu? Hayaliyle yasamayi ezberledin mi? Delicesine sevdigin ama onun seni sevmedigini ögrendigin o ani hiç yasadin mi? Onun eksik yanlarini bile sevebildin mi? Terkedilice ilk defa görüyormus gibi baktinmi? Elvedasiz ayriliklar acitti mi içini? Göz kapaklarina inat, uyumadigin oldu mu gecelerce? Sadece mum isiginin aydinlattigi odanda onu düsündügün oldu mu saatlerce? Ellerin onsuz kaldiginda üsüdün mü? Duyuyorum susuyorsun, yine susuyorsun, tipki o zamanki gibi söylemiyorsun. Seni seviyorum çünkü hergün biraz daha tükenirken hersey, benligim sesizce inliyor ben susuyorum. Bir an elinden tutuyorum, biran sonra belkide tamamen elimden kayip gitmis oluyorsun, anlayamiyorum.Yine sensiz kaliyor kollarim, yine islaniyor gözlerim. Yasamam için tek nedenimdin sen. Fakat binlerce sebep vardi seni sevmem için. Seni seviyorum çünkü yasanacak bütün imkansizliklarda sen varsin. Biryerlerim aciyor durmaksizin. Sessizligin çok sey söylese de bazen susmanda incitir beni. Bilirim, belkide en iyi ben bilirim ki, susmasini bilmek, bildigini söylemekten daha zor. Bir uçurum gibi derinlesen sessizlik, bizi birbirimizden ayirdi bile. Yenildik dostlugumuza, zamana, yalnizliga, yenildik iste! Sinsice sardi sessizlik, böyle birdenbire, ansizin... ve ben hala unutmam gerektigini söyleyenlere inanmiyorum. Hissettiklerimi söylemektense dost kalmayi, seni sensiz yasamaktansa susmayi tercih ederim. Senin beni sevme fikri bile beni mutlu edebilecek kadar güzel ve asil! Seni seviyorum çünkü sen benim siyah beyaz dünyami renklendiren o çok az seyden birisin. Sensiz her andan korktum, korkuyorum. Alip gitme ellerini, alip gitme gülüslerimi, götürme düslerimi. Sen benden gittin gideli öyle biktim ki sensiz kendimden. Seni seviyorum çünkü hala birseyler var vazgeçemedigim. Ben herkes için siir yazmazdim, bu hep tuhaf gelmisti. Fakat simdi senin için siir yazmamak tuhaf geliyor. Bu yillarca sürecek ve de hiç dinmeyecekmis gibi düsünürken görüyorum ki anlamini yitiren birseyler var aramizda. Seni seviyorum çünkü tam herseyden vazgeçmistim ki, karanligimin perdesini yirtti ellerin. Ama yine direndik sessizlige, hala konusulmadan kalan öyle çok sey varki! 'Sustugun yerde birseyler kiriliyor' Nasil söyleyecegini sende bilmiyorsun besbelli.. Susman gerekiyor diye susuyorsun belkide, dostlugumuz için.. Kalbim sendeyken her adimda, aklim sendeyken her dakika, unutmadim, unutamadim iste! 4- Kimsenin yokluğu bu kadar korkutmazdı beni. Kendimi zor günlerin adamı görürdüm ya, hiçbir güçlüğün beni, bırak yıkmayı sendeletmeyeceğini bile düşünürdüm.
Oysa şimdi yarımım. Ve sen böylesine uzakken benden, hiçbir zaman tam olamayacağımı da biliyorum.
'Tasalanma' diyeceksin, tasalanmayayım ama kendime bakıyorum da bir kaç umut kırıntısı dışında hiç bir şey göremiyorum.
Nerede olduğunu bilmek ya da döneceğin umuduyla yaşamak da kandırmıyor beni.
Her sabah sensiz uyanmaktan, her günün sensiz geçmesinden korkuyorum artık. Bu yüzden uyanmak istemiyorum 'uyuduğum uykuları'...
Ve geceler... ne yıldızları görüyorum ne gecenin sesini duyabiliyorum. Saniyelerin ne kadar uzun, ne kadar bitmez olduğunu görüp şaşırıyorum. Zamanı bu kadar geçmez kılan sensizliği lanetliyorum. Bir maraton koşucusu gibiyim. Ama finişe ulaşamıyorum bir türlü.
Bildiğim bütün hasret şarkılarını ard arda ekleyip söylüyorum. Sesimi kendim bile duymuyorum. Ertesi gece bir kez daha... Her gece aynı hüzün...
Senden bir iz göreceğim diye sokaklara çıkmıyorum artık. Bu kentin her yerinde sen varsın biliyorum. Ve hiçbir köşe başından çıkmayacaksın üstelik.
Yaşamaksa yaşıyorum elbette. Şairin dediği gibi 'senden uzak olduktan sonra nerde olsa yaşıyor insan.'
Yokluğunu kabul etmek böylesine zorken hiç olmama ihtimalini düşünemiyorum bile.
Bekleyeceğim seni. Zor olacak, çok zor olacak ama bekleyeceğim.
Bu yarım yüreğin diğer yarısı, yani sen....
Geleceksin değil mi?
5- Konuşacak ne çok şeyimiz var, paylaşacak ne çok şeyimiz var…Tanrım ömrümüz yetecek mi hepsini yapmaya¿ Sana ne söylesem, yüreğimin sesiyle konuşuyorum inan.Hangi sözcük dökülüyorsa dudaklarımdan, bil ki yüreğimin söyledikleri onlar…Yanlış anlaşılabileceğime dair en ufak bir kaygım yok.Zaten aşk kaygılarından arınmış olmayı gerektirmez mi¿ Kaygın varsa eğer aşkı nasıl yaşayabilirsin ki¿ Sen olduğundan beri hayata ve insanlara dair bütün kırgınlıklarımı kaldırıp attım bir tarafa.Uzadı cümlelerim farkında mısın¿ “Evet” ya da “Hayır”dan oluşan tek kelimelik cümleleri kullanmıyorum artık.Çocuk gibiyim çocuk…Başkalarına saçma gelebilecek her şey mutlu ediyor beni.Sanki her şeyi ilk kez görüyorum.Dün gece perdeyi çekip camdan bembeyaz karın yağışını izledim.Bunu yapmayalı ne kadar uzun zaman olmuş…Bir mucize bu biliyor musun¿ Bilimsel açıklaması ne olursa olsun umurumda değil.Bir mucize bu… Meğer ne çok şarkı bilirmişim ben, ne çok şarkı ’en çok sevdiğim şarkı’ymış… Nereye gitti hüzün şarkıları¿ Yoksa ben mi duymuyorum¿ Her şarkı içimi okşuyor, her şarkı aşkı anlatıyor.Eşlik ediyorum, bağıra bağıra söylüyorum, coştukça söylüyorum. Senin yanında nasılsam sen yokken de öyleyim.Varmışsın gibi yani…İmkansız Hiçbir şey yok bize.Aşk sevmez imkansızlığı bilirsin.Yanımda olmayışın seni yaşa- mama engel değil.Sana sarıldığımı, kokunu içime çektiğimi, tenini ateşini düşünüyo- rum, ne güzel… Bir iddiam var bu aşkta.Her şeyin olmak istiyorum.Sevincin, isyanın, kızgınlığın, hüznün, aldırmazlığın, çocukluğun, yalnızlığın, yorgunluğun, enerjin, gözyaşın, gülüşün, korkuların, cesaretin, alınganlığın…Ben sana ait olmayan ne varsa çıkardım hayatımdan.Senin olanı yaşamak istiyorum.Sana dair hiçbir korkum yok, yüreğim senden gelecek her şeye sonuna kadar açık.Bir tek kaçışlara, gidişlere kapadım yüreğimi… Bak yine bastırdı kar, mucize boyanıyor gökyüzünden.Nasıl da beyaza boyanıyor ortalık.İlk defa sever oldum kış mevsimini.Zaten mevsimlik bir aşk değil bizimkisi. Yaşayacak öyle çok yaz öyle çok bahar var ki…Dedim ya, ömrümüz yetecek mi bunları yaşamaya¿
6- Caddelerde sisli, puslu bir kış ikindisi. Ağaçlarda salkım salkım eski zamanlardan kalma anılar... Yapraklarda yere düşmeye hazırlanan yağmur damlaları... Bir yaprak kıpırdıyor işte, gümüşi bir damla usulca yere düşüyor. Sen sanki, yaprakların arasından bana müzipçe gülüyorsun. Beni her zaman şaşırtırsın zaten. Beni her zaman güldürmeyi bilirsin. Farkına bile varmadan bir şarkı dökülüyor dudaklarımdan 'Caddelerde rüzgâr, aklımda aşk var.'
Rüzgâr keskin ıslığı ile şarkıma eşlik ediyor. İstasyon Caddesi'nin tenhalığı nedense ilk defa içime dokunuyor. Arabaya binsem ve birlikte gezdiğimiz yerlere gitsem, evimde şiirler okuyarak telefonunu beklesem, telefonunun gelmediği zaman seni başka yerlerde arasam. Sonra sen gelsen yanıma, yine 'seviyorum' desen, ben yine senin gözlerinde sonsuzluğa mahkum edilen aşkımı görsem. Ayrıca şarkılar gerçek oldu bu kez. Caddelerde rüzgâr, aklımda aşk var.
Yalnızım, üşüyorum, özlediğimse çok uzaklarda. Bahçeme melekler yağıyor, hepsi de tanıdık. Senden doğan, gözlerinde hayat bulan, bizi koruyan, kollayan ve en önemlisi ikimizi bir araya getiren melekler... Son kez yine seninle gezmiştik oraları. Sen kimbilir belki de, uzak bir kıtanın, uzak bir şehrindesin şimdi.
Benimse herşeyim aynı. Geceleri bodrum katlarına yağmur daha çok yağıyormuş, bugünlerde bir tek bunu ögrendim. Bir de geceleri daha uzun sanki, bitmek bilmiyor. Bana anlatmak için neler biriktirdin içinde? Benim sana anlatacağım yeni birşeyler yok. Dedim ya, her şey aynı. Ama sanki biraz mahsunluk çöktü üzerime, bir de gülüşlerim sanki biraz azaldı. Sen olsaydın hemen anlardın. Sen benim herşeyimdin. Arkadaşım, dostum, öğretmenim, talebem, sevdiğim.
Koşulsuz bir sevgiyle sevdim seni, bağlandım. Sen kimbilir belki de, uzak bir kıtanın, Uzak bir şehrindesin şimdi. Benimse içimde kocaman bir boşluk var. Hayır, Üzülmüyorum, içimdeki boşlukta birtek özlemin yankılanıyor. Hayır, sana anlatmak için yeni şeyler biriktirmiyorum içimde, çok istesen hikayeler uydururum. Ama hikayelerimden önce itiraflarım olacak. Kendimden bile gizlediğim duygularımın itirafları. Sana aşık olmaktan delice korktuğumu, sana bakarken içimin titrediğini. Daha pek çok, sırrımı anlatacağım sana.
Gerçi anlatmama gerek yok, sen zaten hepsinin çoktan farkındasın... Sen kimbilir, belki de uzak bir kıtanın, uzak bir şehrindesin şimdi.
Bense odamda senden uzak. Hayır beni merak etme, üzülmüyorum. Biliyorum, ikimizde yoktuk bu aşk başladığında ve çok iyi biliyorum, sonsuzluğa mahkum edildi bizim aşkımız. Dedim ya, beni merak etme. Üzülmüyorum. Yalnızca biraz, biraz üşüyorum...
7- Bu günlerde bi başka havalar...Yağmura inat güneşliyim ben...Daha bi değişik soluyorum...Değişti sanki nefes alıp vermem...Seni düşünmekle geçiyor her anım...Senin hayalinle...Çok kısa da olsa aklımdan çıkmayan cümlelerinle...Tarif edilemez,anlatılamaz gözlerinle...Hep sen varsın gönlümde... Geceleri uyuyamaz,gündüzlere uyanamaz oldu gözlerim...Ne yaptığını bilmeden,neden yaptığını bilmeden boğuşuyor kalbim sensizliğiyle...Çıkar mı sabahlara, erer mi yüreğim...Bilmiyorum...Nedeni yok bu sevginin... Sıradan sevgilerden...Sıradan aşklardan değil benimkisi...Yüreğini senden başka herkese kapatacak kadar asil...Gönlüne bir dert düşse her yeri yakacak adar asi...Duygularını bastırıp zavallı kalbine,susacak...Gün gelir ki sen istersen,kalbini sana açacak...Bütün sevgisini anlatacak kadar gizli...Fırtınalar koparcak kadar isyankar...Akıp giden zamana inat bitmeyecek kadar sonsuz benim kisi...Nedeni yok bu sevginin... Gün geçmez ki sensiz,bi anım geçmiyo özlemsiz...Seni düşünüyorum çaresiz...Yokluğunla geçiyor her anım...Bir daha seni görebilme ihtimaliyle... Bir daha sesibi duyabilmeye bile razı biçare düşüncelerimle...Geceleri yıldızlara uzak,gündüzleri güneşsiz günlerimle...Buğulu camlara yazıp adını,bir şarkı tutturmak yokluğuna delice...İsimsiz sokaklarda aramak seni gelmeyeceğini bile bile...Tarifi olmayan biçimsiz duygu sellerinde boğulmak bir daha dönmezcesine... Kendini dipsiz kör kuyulara atmak sonunu görmeyecesine...Öyle bi sevgi benimkisi işte...Nedeni yok bu sevginin... Bitmek tükenmeyen dertlere salıp yüreğimi yine de...İnat la yaşıyorum sensizliği de...Yokluğuna da alıştım...Hasretine de...Var olduğunu bilmek bile yetiyor bana...Düşüncen de güzel...Düşünde...Aklımdan hiç çıkmayan gülüşünde...Sensizliğe yenik düşsem de seninleyim...Nedeni yok bu sevginin... Anlatsam kimsenin anlamayacağı kadar çok...Sussam içinde kaybolacağım kadar belirsiz...Denizin renginden uzak...Güneş kadar sıcak... Sonsuzluk kadar tanımlanamaz...Ay kadar parlak...Yıldızlar kadar derin...Geceler kadar uzun...Sevgisizlikten yoksun...Gözlerin kadar mavi...Benim kadar asi... SENİ SEVİYORUM...ÖTESİ YOK BUNUN...
En sonunda bitti.. Bittiğine üzülmüyorum ve seni özlemiyorum..
İlk defa ayrılığı seviyorum.. Senin söylediğin gibi.. En azından içindeki ben kirlenmeyecek.. İşte bu yüzden bu ayrılığı seviyorum.. Bu yüzden akşamları yastığıma sarılıp ağlamıyorum.. Bu yüzden sabahları uyanınca gözlerim gözlerini aramıyor! ! ! ! Bu yüzden senden vazgeçmek daha kolay.. İçindeki yani hayalindeki ben gerçek ben ile kirlenmeyecek....
Bazen kendime nasıl bu hale geldik diye soruyorum; ilişkide neden nasıl gibi soruların sorulmaması gerektiğini bilmeme rağmen.. İlişkinin muhasebesi yapılır mı? Ben ilk defa yaptım.. Ne verdim ne aldım diye düşündüm.. Çok şey almışım ama hiçbirşey verememişim.. Bu da benim eksikliğim.. Gerçek benin eksikliği.. Senin hayal ettiğin olduğunu düşündüğün insanın değil.. Benim eksikliğim..
Gece ilerliyor.. Diğer eksikliklerim aklıma geliyor.. Sevdiğimin hayatındaki sorunlara ortak dahi olamayan beni düşünüyorum.. Bak gördün mü bu bile sendeki benden farklı.. Ama diyorum ya ben buyum, ben böyleyim.. Beni tanı..
Neredeyse sabah oluyor.. Bu seferde en büyük eksikliğim aklıma geliyor.. Seni düşünüyorum..
Şimdi git.. İçindeki ben daha fazla kirlenmesin..
Not: Avuçlarında ben, burnunda benim kokum.. Ben seni çoktan unuttum.. Sen beni unutamayacaksın..
Bugün sensizliğin ilk günü Ayrılığın ilk akşamı Dolaşıyorum ıslak kaldırımlarda Yolunu kaybetmiş bir garip gibi Bir o tarafa,bir bu tarafa Sensizliğin ilk akşamında Hasret yağıyor omuzlarıma Bu yalnızlık akşamında Islak kaldırımlarında sensiz...
Esen rüzgara bıraktım kendimi Beni sana götürsün diye Ama ne çare Yağmur benzin,yıldırım çakmak Rüzgar körük Yakıyor bedenimi Sensizliğin ilk akşamında.......
Senin uğrunda akıttığım terim vardı Senin uğrunda akıtacak kanım vardı Uğrunda, verebileceğim canım vardı Sana dağlar gibi hüsnüzannım vardı
Yıktın ummanlar gibi olan hüsnüzannımı Verdiğin o cevabınla, dondurdun kanımı Daha Azrail’den önce aldın sanki canımı Bugün gerekse vermem ki damla kanımı
Kıssalarınızdan, çok mu çok hisse aldım Dost bildiklerime, derdimi anlatamadım Ne edem, seni hakiki dostum sanmıştım Belki, derde derman olursun sanmıştım
Bu aşkla çok derin ümit deryasına daldım Ah bir bilseniz, ne hayaller kurup durdum Ulaşmak için, kuşlar gibi çırpınıp durdum Ama şimdi de bir ayçiçeği gibi burkuldum
Sözlerin jilet gibi bileklerimi kesti benim Ümitlerim pare pare olup yok oldu benim Zonk zonk atıyor başım, titriyor bedenim Yoktur ki, halimden anlayan bir sevenim
Çok oldu iş işten geçince nasihat edenlerim Bir iyilik için kırk dereden su getirtenlerim Sağolsunlar merhem için ipe un serenlerim Ah nerede benim hakiki candan sevenlerim
Eğer ki gülüyorsam elbet bir güldüren vardır Eğer ki ağlıyorsam elbette bir ağlatan vardır Böyle yazıyorsam elbette bir yazdıran vardır Her ademoğlunun, dost ve düşmanları vardır
Yazacaklarımı tam yazamadım, kalemim tutuldu Söyleyeceğimi tam söyleyemedim, dilim tutuldu O ret cevabınız karşısında elim, ayağım tutuldu Zaten bu yetim şairin elinden ne zaman tutuldu
07.04.2007 - 13:15
Sessizdir Çığlıkların En İçten Kopanı..
Öpücüklerimi rüzgara,
Sevgimi martılara,
Kalbimi yağmurlara
Emanet ettim;
Sana getirsinler diye.
Ve aşkımı zaman`a..
Haydi es rüzgar! Delilerce.
Kanat çırpın martılar! Sevdiğime.
Yağmurlar çıldırın kalbimle.
Ve zaman!
Şimdi! Böylece dur,
durabildiğince.
07.04.2007 - 13:15
Küs müyüz?
Yazmıyorsun artık, aramıyorsun,
Bir hayalde olsan ardımda kalan
Eskiden el sallardın
Şimdi sallamıyorsun.
Küsmüyüz?
Olmasın ayrılık sebepsiz yere
Bilirsin gidemem sensiz bir yere.
Gözleri aşkla bakan alıştığım yüz,
Küsmüyüz?
07.04.2007 - 13:14
..... ve kendi icimde ikiye bölünüyorum...
Sensizlik mi yoksa varligin mi? / simdi bunu dusundugum zamanlarimdayim. /
Birini bir kefeye otekini oteki kefeye koyuyorum! / Peki ya hangisi agir
basiyor? / Bilinmiyor... / Ikiside asili kaliyor yuregimde... / ve kendi
icimde ikiye bölünüyorum! / yüregim kal diyor... mantigim git! / Birakip
gitmek bu acilari cekmekten daha zor geliyor sanki... / Gözlerini özlemekten
korkuyorum! / Ve ellerine hasretlikten... (ölebilirim sanki...) / yine de
git diyor bir yanim! / Ama olmuyor... / yüregimin sesini kisip, / hic birsey
hissetmiyorum gibi yapamiyorum!
Nasil birsey bu...? / Sana dayanan bu yuregin, / Sensizlige dayanacak gücü
yok mu? /Tutkulu olmak kötü... ucurumun önüne kadar geliyorum ama atamiyorum
yuregimi! (yuregimdeki seni)
Celiskilerime düstün simdi... / oysa tam da güvendim diyordum! / O olmali
! .. diyordum.
Yanlis mi? / Yoksa... dogru mu? / Gercek mi? yalan mi? / hala
yasanabilecek güzel seyler var mi? / güvenilecek yanlarin kaldi mi hala? /
Düsündükce batiyorum...
Her nekadar bu askta mantigimi kullanmak istemesem de, / her seferinde
mantigimi cikariyorsun karsima / Yine de deymez, bitirilmemeli birseyler!
/ zaten ne zaman bitirmeyi düsünsem; sevgimle karsi karsiya geliyorum! /
.....................................
Sana bir sans daha veriyorum. /Yasayip görecegim! / Artik düsünmüyorum
gecmiste olanlari / Tek yapabildigim; / gelecegin guzel seylerle ‘gelmesi’ni
dilemek! / Ve dilegimin kabul olmasini ‘seninle’ beklemek...
Kendi kurallarimdan vazgecerek; sana vazgecilmezligini kanitliyorum! / bir
kez daha anliyorum seni nasil sevdigimi! / ve bilmeni istiyorum! /
Risklerden korkmuyorum! / cünkü seni severek hayatimdaki en büyük riski
aliyorum!
07.04.2007 - 13:13
Bu aşk sana bir beden büyük küçük kız..
Bu aşk sana bir beden büyük küçük kız... Uğraşma, sana bu renk yakışmıyor...
Sen kırmızının en çok yakıştığı dudaklara sahipsin, bak, sana siyah
öpücükler veriyorlar... Sen, sevildiğini duymanın en çok yakıştığı kulaklara
sahipsin, bak, sana susuyorlar...
Her yeni yolculuğun başladığı an bir kez daha bilirdim öncekilerden daha çok
acıtacağını... Her dalgadan biraz daha fazla ürkerdim, biraz daha fazla
korkardım her sarsıntıda gemilerimin alabora olmasından... Ve her fırtına
biraz daha fazla üşütürdü içimi, her yeni esintide daha fazla diken diken
olurdu tüylerim... Korkularım her yolculukta karabasanlara dönüşmeye
başlardı... Alışmıştım buna... Ne kadar gariptir değil mi alışmışlık...
Korkuya alışıp; içinde minicik şüpheleri bile barındırmayan sevdalarda ne
yapacağını bilememek... Yalnızlığa alışıp, “bak ben yanındayım”lı cümlelerde
kendini zavallı hissetmek... “Yolcu”luğa alışıp “yanımda kal”ların değerini
bilememek ya da...
Unutulmuşluklara aşk adını koyar olduktan sonra değişmeye başlar her şey...
Artık acıyla kavrulur yüreğin ve kimse ellerine alıp üflemez ona, bir kış
akşamında aşıkların kestanelere yaptıkları gibi... Hiçbir serzeniş duyuramaz
sesini... Hiçbir bekleyişte sıkılmazsın, asla gelmeyeceğini bilsen bile...
Aşıksındır artık, kandırılmışsındır... Zaten yalnızlığının söylediği en
büyük yalan değil midir aşk? İnanırsın sonuna dek... İnanırsın yalnızlığın
son bulana dek...
Sözlerim sana küçük kız... Yüzüme bak... Ve bana onu sevdiğini söyle... Ona
her hayal kırıklığında daha fazla bağlandığını... Onu her nefretinde daha
fazla arzuladığını... Onu her terkedilmişlikte daha fazla özlediğini...
Durma söyle... Hem de bana söyle, “yolcu”ya... Kaptanın özlemini kim daha
iyi anlayabilir ki tayfalarından başka... Küçücük yüreklerden daha iyi kim
hissedebilir ki kocaman sevdaların acısını...
Bu aşk sana bir beden büyük küçük kız... Uğraşma, sana bu renk yakışmıyor...
Sen kırmızının en çok yakıştığı dudaklara sahipsin, bak, sana siyah
öpücükler veriyorlar... Sen, sevildiğini duymanın en çok yakıştığı kulaklara
sahipsin, bak, sana susuyorlar... Sen her şarkıda hatırlanmanın en çok
yakıştığı isme sahipsin, bak unutuyorlar... “Yüzünü dökme küçük kız (1) ”,
diyor birileri, “bir tek sen misin unutulan sevilmeyi (1) ? ”...
Sen de geçmişim saklı küçük kız... Sende kandırılmışlıklarım, sen de
acıtılmışlıklarım, sen de tüm kaybolmuşluklarıma sebep olan meçhule giden
yolculuklarım... Bak dünyanın ucuna geldin... Birazdan aşağıya düşeceksin,
birazdan kaybolacaksın sonsuzlukta... O zaman kimse hatırlamayacak seni ruh
ikizinden başka... Kimsenin kolu uzanmayacak boşluktan seni kurtarmak için
ve kimse atmayacak kendini o meçhul karanlığa seni bulabilmek umuduyla...
Yalnızca ben olacağım... Önce seyredeceğim düşüşünü acıyla... Sonra yenik
düşecek “onsuz da yaşanır”larım... Birden bırakacağım kendimi... Ölümüm
olacaksın o zaman, bir kenarda unutulmuşluğum... Ta ki yeni bedenlerde can
bulana dek... Sonra seveceksin beni çünkü anlayacaksın yokluğunu
paylaşabildiğimi... Sonra aşık olacaksın bana çünkü anlayacaksın dökük
yüzündeki solgun bakışları en iyi benim anlayabildiğimi... Sonra unutacaksın
beni, fark edince seni “yolcu”luğumdan daha fazla istediğimi... Sonra sonsuz
bir uykuya dalacaksın onun omzunda... Sonra acıyacaksın onun
suskunluğunda... Sonra yeniden dökeceksin yüzünü, dünyanın ucunda yalnız
kaldığında...
Aşk tatlı bir sarhoşluk... Bazen ufak bir yudumu yeter başını döndürmeye;
bazen kadehler dolusu etkilemez seni... Çözüm doğru zamanda doğru içkiyi
bulabilmekte... Ve sen önündeki boş şişeler dolusu içmişliğin arasında
kendinde olacaksın, benden bir yudum almadığın için...
07.04.2007 - 13:13
Benim tanıdığım erkekler ağlamazdı
ağlardı seyrederken denizi.
Ben sebebini hiç sormadım,
O da hiç söylemedi.
Yağmur yüklü bulutlar üşüşürdü gözlerine önce,
ardından mavi yeşil dalgalanırdı gözbebekleri.
Ve
kirpiklerinin ucunda asılı kalırdı yakamozlar.
Sorsam,
- Erkekler ağlamaz derdi.
Bu yüzden ne zaman ağlayan bir erkek görsem
inanmam.
Erkekler ağlamaz,
deniz dolar gözlerine önce sebepsiz
ve
kirpiklerinin ucunda asılı kalır yakamozlar.
07.04.2007 - 13:12
DOST
Gözlerimde yaş yok zorla değil ki
Gözpınarım kuru çöllere dönmüş
Gün olur gözyaşlı ağlarım belki
Dost ağzı zehirli dillere dönmüş
Dost diyip bağrına basmışsın belki
Bağrına bastığın dost değil bil ki
Gözlerim yollarda ölmeden gel ki
Dost bağı zehirli güllere dönmüş
Su içsem yüreğim dosta susuyor
Dostlarım nedense zehir kusuyor
Şu dünyadan gitsem kim umursuyor
Yaren yoldaş bir bir ellere dönmüş
07.04.2007 - 13:11
martı ve balık
-
Çok düzenli bir yaşamı vardı Martı'nın. Sürüsü ile birlikte yıllardan beri aynı kıyıda yaşarlardı. Öyle çok fırtına da vurmazdı onun kıyısına genelde ılıman bir iklim hüküm sürerdi. Yiyecek aramak için bile sürülerinden ve kıyılarından çok uzaklaşmazdı martılar. Bu ne bir yasa ne de töre idi. Sadece Tabiatlarından gelen bağlılık içgüdüsü ile yaşadıkları yere ölesiye sadıktılar; Martı reislerine saygı duyardı. Onun hürmetkar davranışları ise sürüde çok beğeni toplardı. Sürüsü ile hemen hemen her şeyini paylaşırdı martı. Onun için sadece dostluk vardı ve önemli olanda onun paylaşılması idi. Her şeyi yerli yerinde idi martının ama içinde derinden bir şeyler eksikti. Aslında bunu o ana kadar anlamamıştı. Yani şu ukala balığa rastlamadan.
O gün nefis bir akıntı vardı ve bir sürü irili ufaklı balık martının bulunduğu kıyıdan geçiyordu. Tüm sürü günlük yiyecek ihtiyaçlarını fazlası ile karşılamışlardı. Martı bu güzel havayı kaçırmak istemedi. Okyanusun üzerinde süzülürken aniden içinden bir şey martıya balıkların sürüklendiği akıntıyı takip etmesini söyledi. Hayatında ilken kıyısından bu kadar uzağa uçuyordu martı.. Bu kez nedenini ise kendisi bile bilmiyordu. Aşağıda masmavi pırıl pırıl bir deniz vardı. Tüm balıklar açıkça seçilebiliyordu. Derken gözleri aniden kamaştı. Işıktan miydi görmüş olduğu o balığın o cıvıl cıvıl renginden mi bilinmez Kendini daha fazla tutamadı ve suya ani bir dalış yaptı. Ama nafile.... Çok kaygandı balık. Elinden sürekli kaçıyordu.. Üstelik ukala balık onunla bir de alay etmişti. Yok martı bu işe daha fazla gelemezdi, Onun kıyısındaki balıklar böyle değildi. Martılarla alay etmezler. Hemen ellerine kolayca düşerlerdi. O gün martı çok uğraştı balığı yakalamaya. Balık ise bu oyunu çok sevmişti. İkisi de yorulunca sonunda pes edip dost olmaya karar verdiler. Fırtına ertesi güneş açmıştı aralarında. Martının dönme saati ise yaklaşmıştı Onun kıyısında bu saatte tüm Martılar yuvalarına çekilirdi.
Daha sonraki günlerde Martı balığı düşünmeden yapamadı. Hemen her esen rüzgar, her dalga sesi onu balığı aramaya itiyordu ve kendini yıllardan beri sadık kaldığı sürüsüne ihanet etmiş hissediyordu. Üstelik balık da onsuz yapamaz olmuştu. Günler geçtikçe dostlukları ilerledi. Ama bir çözüm yolu olmalı idi bu böyle daha fazla devam edemezlerdi. Sonunda bir gün Martı dayanamadı ve balığa öneriyi götürüverdi, balık onun kıyısına taşınmalı idi. Böylece birbirleri için ayırabilecekleri zaman artacak ve özlem sona erecekti. İkisi de çok heyecanlı idi.bu ise. Derken balık martının kıyısına gelmişti Bu sırada Rüzgar ise kıyıya hiç de güzel haberler getirmiyordu martılar arasında bir dedikodu yayılmıştı. Aşağıdaki kıyılarda aniden gelen fırtınayla birlikte başlayan soğukla kıtlık baş göstermişti. Çok ölen vardı. Herkes endişeli bir bekleyiş içerisinde idi. Ama yine de geleceğin ne getireceği bilinemezdi. Bu yüzden fazla endişe de yersizdi. Martı ile balık ise kendi alemlerinde idi. Hiç bir şey onları dostluklarından daha fazla ilgilendirmiyordu.
Balık martının şimdiye kadar gidip göremediği denizleri, derinlerde olan bitenleri, martı ise sürüsündeki uyumu paylaşımı dostluğu anlatıyordu. Bunlar ikisi içinde çok değişik ve yaşanmadık duygulardı. hayati boyunca hiç bir denize hiç bir kıyıya sadık olmayan balık hiç kimseye de bağlı kalamamıştı. En az derisi kadar kaygandı yaşamı uçsuz bucaksız okyanusta.. O akıntıdan o akıntıya sürüklenip gitmişti.. Üstelik martıya rastladığı güne kadar bunun onu mutlu ettiğini de sanıyordu. Çünkü kimseye karşı bir sorumluluğu yoktu. İçinde böylesine bir boşluk olduğunu şimdiye kadar fark edememişti. Fark ettiğinde ise çok geçti. Kalkıp gelmişti iste martının arkasından.. Umurunda değildi hiç bir şey. Fakat martı onun tüm yaşamına değerdi.
Derken beklenen fırtına martının kıyısını da vurdu.. Beraberinde buz gibi bir soğuk getirmişti. O soğukta martılar bile zor duruyorlardı, yiyecek bulmak ise çok güçtü Birçok martı soğuktan ölmüştü. Çünkü onlar martı idi ne olursa olsun kıyılarından ayrılamazlardı. Dondurucu soğuk balığı da vurmuştu. Her ne kadar martının dostluğu ilk başlarda her şeye değerse de bir süre sonra açlık ve soğuk onu daha çok kendini düşünmeye itmişti. Artık martı ile sohbet de etmek istemiyordu. Daha iyi düşünmek için iyice derinlere dalıyor ve saatlerce orada tek başına kalıyordu. Martı ise çaresizdi. Onun elinde değildi bu olanlar ona destek olamamak üstelikte bunun için hiç bir şey yapamamak martıyı umutsuzluğa doğru itiyordu. Ama o bunu balığa hiç göstermiyor onu okyanusun derinliklerinden çıkarmak için oradan oraya uçup duruyor balığa seslenmeye çalışıyordu. Derken bir gün balık su yüzüne doğru çıktı ve ona dedi ki 'Gitmeliyim Martı.. Hiç umudum yok artık.... Beni Affet Lütfen Ne sen kendi kıyından ayrı yasayabilirsin ne de ben burada artık yiyecek bulabilirim. Oralarda bir daha dostluk bulamam belki ama aç da kalmam. Kim bilir belki de her şey bir hata idi zamanında bir akıntıya kendimi bırakıp gitmeli idim.' Martı ona bu durumun düzeleceğinden kıyısının bereketli ve güvende olduğu zamanlardan söz etti ise de artık her şey nafile idi. Balık hemen dibe doğru dalış yapıyor artık onu dinlemek istemiyordu. Martının da artık bu duruma karşı direnci kalmamıştı..
Bir gün sürüdekiler Martının hayatında uçmadığı kadar hızla uçmaya başladığına, amaçsızca oradan oraya kanat salladığına şahit oldular. Çıldırmıştı sanki, şaşkındılar bu ise. Sanki eski martı gitmiş yok olmuştu. Okyanusta ise akıntı başlamıştı. Anlamışlardı balık gitmişti. Onlar ise birbirlerine veda etmemişlerdi. Baliğin gidişini izleyen günlerde martı yalnız başına uçmaya devam etti. Artık kıyıdan ve sürüden zaman zaman uzaklaşıyor, gün batınca da tekrar yuvasına geri dönüyordu. Diğer martılar anlayış göstererek onu tekrar aralarına almaya başlamışlardı. Kimisi ise Onu çılgınlıkla suçluyordu. Öyle ya görülmüş şey değildi okyanusta bir martı ile baliğin dostluğu.. Bir balığa asla güvenilmezdi. Martı bunu bilmiyor muydu acaba.. Bu arada esen rüzgarın balıktan martıya haberler fısıldadığı, martının ise balığın sürüklendiği her akıntıdan haberdar olduğu dilden dile dolasan dedikodulardan sadece bazılarıydı sürüde. Martı ise her akıntıda okyanusa doğru derin bir anlamla bakar gülümserdi. Onun balığı oralarda bir yerlerdeydi iste Onun rahat ve mutlu olduğunu hissetmek bile martıya huzur vermeye yetip de artıyordu. Biliyordu ki aslında herkes tarafından tuhaf karşılanan imkansız bir güzelliği yaşaması idi. Gerçekte önemli olan ise uçsuz bucaksız okyanusta bir gün bir martı ile balığın sevgi dolu dostluğuna sahip olmaktı. İşte içini dolduran mutluluk ve huzur duygusu bu idi. Tüm yüreklerin susadığı bir sevginin izini ise okyanustaki hiç bir akıntı silip geçemezdi...
07.04.2007 - 13:10
Yaşlı Çınar ve Zeytin Gözlü Çocuk
Kış mevsiminin, etkisini yavaş yavaş kaybetmeye başladığı günlerdi. Baharın geleceğini muştulayan cemreler bekleniyordu. Sonunda cemre, hava ve topraktan sonra suya da düştü. Hem de ateş topu bir sıcaklıkla....
Su da hava gibi, toprak gibi ısınmaya, yaşam daha kolay, daha güzel yaşanılır olmaya başladı. Cemre; havanın güzelleşmesini, suyun ısınmasını ve toprakta gizlenen tohumların, kuru ağaç dallarının, canlıların uyanmasına sebep oldu. Bir umut oldu canlı cansız tüm varlıklara.
Cemre toprağa düştükten sonra bahar geliverdi dağlara, ovalara, kırlara, köylere, şehirlere. Ve ardından yüreklere. Önce kardelenler, nergisler kaldırdı bükülmüş boyunlarını gökyüzüne, ardından frezyalar, kır karanfilleri, kırkkanatlılar ve güller. İç gıdıklayan kokularını etrafa yaydılar, renk renk ışıklarını sulara aksettirdiler.
İşte bu baharı soluyan, zeytin gözlü bir çocuk vardı uzaklarda. Zeytin gözlü çocuk gülümsüyordu karlar erirken. Bahar, onun da içini kıpırdatmış, bir şeyleri yerlerinden oynatmıştı. Kıpır kıpırdı içi. Dağlara doğru yürümeyi geçiriyordu içinden. Ve dağlardan ovalara doğru koşmayı.
Fırladı, bahar kokan sokağa. Baharın gelmesiyle birlikte; kuşların daha bir neşeli öttüğünü, daha bir neşeli uçtuğunu gördü gökyüzünde. Dereler daha bir sevinçle akıyor, çoşkuyla esen rüzgar; dağ doruklarında konaklayan karın sularını ovalara indiriyordu..
Kalbi umut ve sevinçle çarptı o an. En soğuk sözler bile yumuşayip inceldi, eridi yüreğinde. Sevdiklerini anımsadı. Yaşlı çınarı, dallarında yuva yapan ve sevinçle kanat çırpan minik minik kuşlari.Ulu çınarına gitmeliydi.Uçarcasına yöneldi çınarına doğru. Koştu koştu koştu.
İlkbaharın kokusunu cigerlerine derin derin çekerek, yemyeşil çayırlarda, çiçek desenli kırlarda koşarak, çınarın yanına geldi. Çınarın dibinde durdu. Kabaran solugunu dinlendirdi önce.Sonra, gülen gözlerle sevgi ve dostluk kokan yaşlı çınara baktı. Rüzgar dağlardan, ormanlardan kırlardan topladığı bütün çiçek kokularını alıp buraya getirmişti. Çınar sıcacık sevgisini, ulu bedenine tutsak etmişti.
Fakat, zeytin gözlü çocuğun dostluğu, canevine dalga dalga dolduğunu hissediyordu. Zeytin gözlü çocuk da öyle....Çınardan çocuğa, çocuktan çınara doğru akıp giden bir şeyler var gibiydi. O küçücük yüreğinde dağ gibi kederini büyüten ve dallarının altına sığınıp gizli gizli ağlayan, hülyalarına kara bulutlar düşüren çocuk o değildi sanki. Çınarın yanında umutlu, mutlu görünüyordu.
Şimdi sevinçliydi zeytin gözlü çocuk. Yüzü, gözleri gülüyordu. Bahar gülüyordu. Sular, dağlar, bütün dünya gülüyordu onunla..Bir şarkı vardı dudaklarında, sevinç ve neşe dolu. Her yer çınlıyordu sesiyle. Bir yıldızı vardı şimdi, gecelerini aydınlatan bir yıldız. Bir bulutu vardı şimdi, üstünden bembeyaz geçip giden. Kar gibi, tüy gibi, rüzgar gibi bir bulut.
Bir sevgisi vardı şimdi, içinde çoğalan, hep içinde kalan, sıcacık. Bir mevsimi vardı şimdi, gülümseyen, içinde bütün güzellikleri saklayan. Bir ümit, bir ses, bir ışık, bir heves gibi. Bir yeri vardı şimdi; ıssız bir ada, bir dağ, bir deniz kıyısı gibi. Belki herkese uzak, ama kalbine en yakın yer. İşte o yer bu çınarın altıydı. Hemen her gün buraya gelir, acılarını unuturdu. Hayallerini burada kurar, içini bu çınara dökerdi.
Kimbilir aradan ne kadar zaman geçti... Bir gün düşüncelere daldı yaşlı çınar. Çünkü içten içe bağ kurduğu, her gün yolunu beklediği, kendisiyle konuştuğu dert ortağı, zeytin gözlü, tatlı sözlü arkadaşı gelmiyordu artık.
Şaşırdı. Acaba neler olmuştu? 'Her gün gelirdi.' diye düşündü çınar. Günler geçip gidiyor, zeytin gözlü çocuk gelmiyordu. 'Belki hastalanmıştır. İyileşince gelir.' diye avuttu kendini. Ama her dakika, yerini ümitsizliğe bırakan bir oyundu sanki.
Günler usul usul geceye, geceler usul usul gündüze akıp gidiyordu. Ne zeytin gözlü çocuk vardı ortalarda, ne de kendisinden bir haber. Hala ne olduğunu düşünüyor ama, zeytin gözlü çocuğun neden gelmediğine bir türlü yanıt bulamıyordu.
Birden durup sessizligi dinlemeye başladı, ürperdi. Yalnızlığın içine işlediğini hissetti.Rüzgar dallarını salladıkça inliyordu.'Nerdesin zeytin gözlü çocuk? Seni çok özledim, tatlı sözlerini de.' diye iç geçirdi.'Hasta değilsin ya! İstersen sana bir demet kırmızı karanfil yollarım.' Diye fısıldadı.
Günler böylece geldi geçti. Geceler sabahları soluyarak uzaklaştı yanından.Gündüzler gecelere bıraktı yerini, geceler gündüzlere.Bir umutla zeytin gözlü çocuğun yolunu gözledi durdu.
Ama o gelmiyordu.Umudu, her geçen gün biraz daha azalıyordu çınarın. Her gün bir sürü insan gelip geçiyor, çevresinde kuşlar kelebekler uçuşuyordu. Bir tek o gelmiyordu. Kıpır kıpır doğada yalnızlık çekiyor, o kalabalıkta yalnızlığı yaşıyordu. Kendini ıssız bir çöldeymiş gibi hissediyordu. Susuz, kimsesiz, ağacı, yeşili olmayan bozkırda kavruluyor gibiydi.
Oysa çevresi kuşlarla, ağaçlarla, yeşilliklerle doluydu. Tüm bunlara ragmen, içinde bulunduğu ortamda kendi başına kımıltısız, mutsuz ve yalnızdı.
Bir gün etrafındaki sessizliği dinlemeye başladı, ürperdi. Bir ayak sesiydi beklediği, bir çift zeytin gözdü. Ama nafile! Damarlarındaki kanı donmuş gibi, bütün dalları yaprakları fırtınaya tutulmuşçasına titredi. Oysa her şey aynıydı. Güneş, gökyüzü, kuşlar, rüzgar hep aynıydı. Eksik olan, sadece zeytin gözlü çocuktu.
Aylar geçmesine rağmen, zeytin gözlü çocuk hala ortalarda yoktu, gelmiyordu. Umudunu nerdeyse tamamen kaybediyordu....
'Umudumu kaybettim, umut her şeydir. Kırgınlığım, kızgınlığım o zeytin gözlü çocuğa. Giderken yanında götürdü umudumu. Umudum benim yaşama nedenimdi, yaşama sevincimdi. Ben umutsuz nasıl yaşarım! ' diye sitem etti içinden. Sonra sararmaya başladı
yaprakları. Birer birer terkediyorlardı onu.....
Heybetli gövdesi üşümeye başladı. Isındığı ateşler söndü, küllendi.Üşüdü üşüdü.. Yollara baktı uzun uzun. Ne gelen vardı, ne giden.. Bomboş geldi her yer. Hiç bir şeyin anlamı kalmamıştıişti. Titredi koca çinar. Ürperdi yapraklari tiril tiril. Savurdu kalan yapraklarını. Yaprakları dinmez gözyaşı oldu, döküldü. Derelere, ıssız ovalara, kırlara şehirlere doğru savrulup gitti...
Neden sonra karlar yağdı yağdı, aylar sonra eridi. Kar suları, bir yatak bulup, indiler ovaya doğru.Ardından leylekler döndü yuvalarına, kırlangıçlarla süslendi gökyüzü. Deniz dalgalandı. Toprak menekşeler armağan etti çocuklara. Yıldızlar kaydı, ayvalar sarardı. Zeytin gözlü çocuk yine gelmedi.
Çocuklar büyüdü; kimi genç kız oldu, kimi, yağız bir delikanlı. Erguvan dudaklı genç kızlar beyaz duvaklara büründü. Evlerde her akşam lambalar yandı, lambalar söndü. Ay ışığı yeri gögü süslerken, sevgililer buluştular gizlice, gür dallarının altında. Saatlerce yan yana oturdular, birbirlerine sevgi dolu sözler fısıldadılar.Kah susarak, kah konuşarak sarıldılar birbirlerine. Çınar gördü tüm bu oldu bittileri, sevgi dolu fısıltıları dinledi. Yıldızlar ışıklarını gönderdi.Rüzgar yapraklarını okşadı. Neye yarardı ki tüm bunlar! Zeytin gözlü çocuk gelmedikten sonra neye yarardı! .
Yine umuda yöneltmişti yüzünü dağlar. Havaya, suya ve toprağa cemre düşeli epey olmuştu. Zeytin gözlü çocuksuz gelen kaçıncı bahardı bu! Dağlarda kardelenler, ovalarda erik ağaçları, kırlarda papatyalar bir sevinçle açıverdiler. Güneş; bahçeler, çiçekler, börtü böcek ısın,yer- gök, çocuklar şenlensin, bütün ağaçlar, bitkiler yeşersin diye, güneş gün boyu dikildi tepelerinde.
Herşey zamanı gelince görevini en iyi bir şekilde yerine getirdi. Ne yağmur, ne rüzgar, ne güneş, ne kar unutmadı çınarı.. Ama zeytin gözlü çocuk gelmedi.
Bulutlar yere inip, kümelendi çınarın başında. Sonra yağmur olup, gözyaşı gibi damladı çınarın dallarına, yapraklarına. Ki, koca çınar yeşersin diye. Toprağın derinliklerine uzanan köklerine yağmur suları indirildi, beslensin diye. Bahar rüzgarı, dallarına vurdu, çınarı kış uykusundan uyandırmak için. Olmadı! Hiç biri yeterli olmadı bu çabaların. Çınar, yeşermedi. Çünkü eksik olan bir şey vardi. O da, zeytin gözlü çocuktu....
Bir daha hiç bir bahar yeşermedi yaşlı çınar. Damarlarindaki can suyu çekildi. Uçlarından başlayarak dalları, gövdesi kurudu. Artık kuru bir odun parçasından farksızdı.
Aradan çok uzun bir zaman geçmişti. Bir gün koca bir adam geldi Hollanda’dan, zeytin gözleriyle baktı uzun uzun ağaçların olduğu yere, yapraklar yeşil yeşildi. Yıllardır ayrı kalmıştı ve yıllar sonra ancak gelebilmişti çocukluğunun geçtiği bu yerlere.
Ağaçların dallarında yine kuşlar cıvıldıyordu, kelebekler uçuşuyordu etrafında. Çınarını aradı yorgun gözleri, baharında eylülü yaşayan kanadı kırık bir kuş gibi çırpındı, kalbini hüzünle dağladı, ağladı hülyalarına siyah bulutlar inmişçesine… Bir demet kızıl karanfil bıraktı çınarın koynuna, gülümsedi içi burkularak kurumuş yaşlı çınara, eğilip kulağına fısıldadı ‘seni seviyorum’ dedi…
Ben dalları fırtınalarda kopmuş
yaslı ve yaşlı bir çınarım
binlerce acının ortasında yorgun ve yalnız
alnı gül işlemeli günler getir bana ey çocuk
hülyalı gülüşler
gözlerinle görmek istiyorum sabahı
dünyayı yüreğinle sarmak istiyorum
umutlu ve şen
ne zemheriler gördüm ben
ne fırtınalar geçirdim
çağının ışığıyla yak beni ey çocuk
çağının ışığıyla sar, üşüyorum
gövdemde kaç balta izi var
kaç kan lekesi alnımda
nice ihanetler gördüm ben
nice zulümler
üşüyorum
alnı gül işlemeli baharlar getir bana
umudu sevda kokan sabahlar
gözlerinle görmek istiyorum yarınları
dünyayı yüreğinle sarmak istiyorum
pınar seslerine kat
başak tanelerine koy
arıt beni günahlarımdan
lekesiz bir sevgiyle geçilir ancak ırmaklar
kocaman bir yürekle ey çocuk
beni yüreğinle sev, gözlerinle okşa
bırakma ellerimi n’olur
Bırakma ellerimi…
07.04.2007 - 13:09
Yavaşça elini, elime tutuşturdun.Ve ilk defa seni sende hissettim o gün.
Gözlerine bakmaya cesaretim yoktu. Senden kaçmak, uzak olmak istedikçe daha
çok bağlandım bakışlarına. Ellerimi tuttuğunda zavallı bir kuşun kalp
atışlarına karşı hissedercesine titrediğini gördüm. Keşke demekten nefret
ederek keşke bitmese bu an dedim içimden.Neden böyle olduğunu bilmiyorum.
Ne düşündüğümü bilmiyorum. Gücüm olsaydı da sana o eski deliliğimi
anlatabilseydim.Her ne olursa olsun ayaklarımın üzerinde durmayı öğrendim
07.04.2007 - 13:09
Yoksul Çocuk Ve Elma Ağacı
Ulu bir dağın eteğinde küçük bir köy ve o köyün karşı yamacında, sık yemyeşil yaprakları ile parlak kırmızı elmaları olan dibine her yaz sıcağı gölge ve serinlik veren bir elma ağacı varmış bir zamanlar. Ağacın dalları arasına yuva yapmış olan kuşlar, yaprakların arasında korunup, kanat çırparak daldan dala uçuşur, şarkılar söylermişler mutluluk içinde. Bir de her gün bu elma ağacını ziyaret eden gülünce yüzünde güller açan Ali adında yoksul ve zeki bir çocuk varmış.
“Ey güzel çocuk duyuyor musun beni? ”
Küçük Ali bu sesin nereden geldiğini anlayamamış şaşkın şaşkın etrafına bakınıp durmuş, sonra farketmiş ki üstünde yemyeşil yaprakları ve kıpkırmızı elmalarıyla görkemlice duran elma ağacı dile gelmiş konuşmakta.
“ Ey sevgili elma ağacı sen konuşabiliyor musun? ” diye merakla sormuş elma ağacına...
- Tabii, demiş elma ağacı, “sen nasıl konuşabiliyorsan ben de öyle konuşurum ama kimse beni duymuyor çünkü durup dinlemiyor. Elmalarımdan alan hemen uzaklaşıyor burdan...”
- Bağışla, demiş küçük Ali, “bunca zamandır altından gelir geçerim sesini hiç duymamıştım, durup dinlememiştim. Ama bugün karnım açtı elma yemek için geldim buraya, konuştuğunu duyunca önce şaşırdım ama şimdi seni anlıyorum. Çünkü benimde arkadaşım yok benimle de kimse konuşmuyor çok yalnızım...”
Fakir ve yetim olduğu için kimsenin kendisiyle arkadaşlık yapmadığını söylemiş Ali.
-Elma ağacı önce derin bir iç geçirmiş ve sonra küçük Aliye “benimle arkadaş olur musun sana her gün elmalarımdan veririm karnını doyurursun? ” demiş. Küçük Ali öyle duygulanmış ki cevap verememiş, cevap yerine sarılıp elma ağacına iki damla gözyaşı dökmüş yanağından... Elma ağacı da çok duygulanmış,”benim de derdim bir candan arkadaşımın olmayışı elmalarımdan alan çekip gidiyor burdan” demiş.
Küçük Ali ağaçtan aldığı iki elmayı hemen afiyetle indirmiş midesine. Sonra dönüp yeni dostuna teşekkür etmiş.
- Gerçekten de bu güne kadar böyle lezzetlisini yememişti Ali.
O günden sonra küçük Ali ile elma ağacı çok iyi dost ve iki candan arkadaş olmuşlar, hemen hergün buluşup kuşların cıvıltıları, suların çağıltıları arasında beraber güler, beraber ağlar, beraber oynar olmuşlar… O günden sonra bütün ağaçlarla, bitkilerle, çiçeklerle dost olmuş, kuşlarla, hayvanlarla konuşur olmuş Ali elma ağacının yardımıyla...
Annesi ölünce babası ve kardeşleriyle ortada kalmış Ali. Her gün ırgatlığa gidip tarla, bağ ve bahçelerde çalışarak günlük rızkını temin eden babası, getirdiği üç beş kuruşla çocuklarının geçimini sağlarmış. Bir gün babası da hastalanınca eve bir şey getirecek kimse kalmamış, derken iş çocukların en büyüğü olan Ali’nin başına kalmış.
Günler böyle sevgi ve neşe içinde geçip giderken bir gün Ali üzgün bir şekilde gelmiş elma ağacının yanına, bu defa çok hüzünlü ve endişeliymiş. Elma ağacı. “Söyle” demiş Ali kardeş”, “neden bu kadar üzgün ve telaşlısın, bir şey mi oldu acaba? ” “Sorma elma kardeş babam hasta çalışan kimsemiz yok. kardeşlerim aç, hazır paramızda kalmadı. Ne yapacağımızı bilemez olduk? .” demiş.
“Üzülme” diye yanıtlamış elma ağacı, her şeyin bir çaresi vardır. “Bak sana güzel elmalarımdan vereyim, götür çarşıda, pazarda sat, çok paran olur” diye teselli de bulunmuş. Sevincinden ne yapacağını bilememiş Ali, elma ağacına doğru akan kalbindeki sevgi sıcaklığını hissetmiş o an.
O günden sonra Ali devamlı gelip arkadaşının sunduğu kırmızı sihirli elmaları götürüp satmış. Bir zaman sonra ihtiyacından çok daha fazla parası olmuş. Ve her zaman olduğu gibi yine sevinçle oynamaya devam etmişler.
Ali bir gün yine çok dalgın ve üzgünmüş, canı hiç oynamak istemiyormuş. Elma ağacı canının sıkkın olduğunu gören Aliye “Söyle bakalım Ali kardeş canın yine bir şeye mi sıkıldı”. “Sorma elma ağacı kardeş, kerpiçten örülü küçüçük bir evimiz vardı yağmura dayanamayıp yıkıldı, babam ve kardeşlerimle açıkta kaldık”.
“Bununda bir çaresi var Ali kardeş, yeter ki üzülme. Al bu dallarımdan götür, onlarla kendinize bir barınak yapın içine girin, rüzgardan, yağmurdan korunursunuz.” Deyip yine teselli etmiş Ali arkadaşını.
Çocuk sevgiyle, minnetle bakmış elma ağacına. Başlamışlar oyunlar kurmaya yeniden...
Aylar yel gibi, yıllar sel gibi geçip giderken küçük Ali büyük Ali olmuş derken hayalleri de büyümüş. Bir gün “yine dalgınsın Ali kardeş, acaba bilmediğim bir şey mi var”diye seslenmiş elma ağacı. “Ben çocuk değilim artık elma ağacı kardeş, büyüdüm, hayallerimde büyüdü, karşı koyları merak ediyorum, dağların öte yanını, dünyayı gezip görmek, tanımak istiyorum”...
“Onunda bir çaresi var Ali kardeş. Kes dallarımın bir kısmını, sağlam bir kayık yap kendine, yanına da elmalarımdan bol bol al, gezip gör dünyayı. Gittiğin yerlerde bana haber sal kuşlarla, selam yolla ki, içim rahat olsun olur mu? unutma emi! Diye tembih etmiş ve de fazla uzaklara açılma ne olur ne olmaz bazı yerler tekin olmayabilir, sana bir şey olursa üzülürüm”. Deyip uyarmış arkadaşını.
“Bu incecik filizlerimi, çekirdeklerimi yanına almanı ve gittiğin her yere dikmeni istiyorum. Büyüyüp ağaç olsunlar, meyve versinler, gölge olsunlar, yiyen herkes şifa bulsun, şifa dağıtsın dört bir yana… Benim tomurcuklarım her iklimi sever, nerde olursa olsun toprağın kucakladığı her filizim yemiş verir”demiş, elma ağacı.
Elma ağacına sarılıp öpmüş, sevgi dolu gözlerle yüreği titreyerek bakmış Ali ve “sen meraklanma arkadaşım bana bir şeycikler olmaz, ayrıca uyarıların için de teşekkür ederim” deyip gülümsemiş kırmızı yanaklı elma ağacına “hey canım arkadaşım, sevgili elma ağacım, sen sonsuza yaşa emi”. Deyip fısıldamış. “En zor anlarımda hep yanımda oldun, yardım ettin, bana sonsuz sevgini verdin, doğruyu gösterdin. Ne mutlu bana ki, senin gibi candan bir dostum var…”
Elma ağacının gövdesi ve dallarından, babasıyla beraber hazırladığı kayıkla ayrılmış oradan içi ağlayarak, o büyülü uzak yolculuk başlamış. Yemyeşil rengarenk pırıl pırıl nehirlerde ve derin mi derin vadilerde geçip giderken kalbinin en derinlerinde arkadaşı elma ağacını da götürüyormuş. Nehirin üzerinde arkadaşını düşünmüş, büyük bir sessizlik kaplamış, yalnızca ılık bir esinti hissediyormuş yanaklarında. Ali ağlamış en iyi arkadaşını terkettiği için, sessiz nehir gözlerinden yanaklarına akıyormuş sanki, keşke arkadaşını terketmeseydi diye geçirmiş içinden… Yalnızlık bir yana ama en iyi arkadaşının yokluğunu yüreğinde bir yara gibi hissetmiş. Gözyaşları öyle çoğalmışki, sanki nehir gözlerinin içinden akıyormuş…
Uyumuş Ali’cik gözlerini açtığı zaman kendisini büyülü bir atmosferde bulmuş. Mavisi yeşiline karışmış, uzun uzun ağaçların gölgelerini ve meyvalarını cömertçe sunduğu, renk renk çiçeklerin açtığı, kuşların cıvıl cıvıl öttüğü, pırıl pırıl suların aktığı, tertemiz havasıyla insanoğlunun pek uğramadığı bir yere gelmiş.
Her tarafta ceylanlar boy boy çeşit çeşit hayvanlar biribiriyle oynayarak otluyorlarmış.… Ama candan arkadaşından uzak, sevdiklerinden ayrı bir büyümüş çocuk vardı… Elma ağacına kuşlarla haber iletmiş her gitti yere, elma ağacından haber almış kuş kanatlarında…
Ali gittiği her yere elma ağacının tohumunu ekmiş, gittiği her yerde tohumlar filizlenmiş sevgiye. Sonra elma vermeye başlamışlar büyüdükçe. Kuşlar insanlar ve hayvanlar elma ağaçlarının altında buluştukça elma ağaçları da mutluluk dağıtmış etraflarına, böylece tüm canlılara elmalarından vermişler her yaz görkemli ve güçlü dallarıyla…
………….
Aradan çok uzun yıllar geçmiş. Ak sakallı, karlı dağların tepesini andıran başıyla ihtiyar bir adam çıka gelmiş, elinde baston yavaş yavaş yürümüş elma ağacına doğru. Elma ağacının altına gelince, başını kaldırıp sonsuz bir sevgiyle bakmış. Elma ağacı tanımış o eski arkadaşını kırlardan topladığı bir demet papatyayı bırakmış gövdesinin yanına ve sarılıp usulca seni seviyorum demiş.
07.04.2007 - 13:08
Yürekteki Yanık
Genç kız, el aynasında makyajını kontrol etti; “-Gayet iyi.” dedi. Güzelliğinden emindi.Çevresindeki erkeklerin pervane olmasından zaten biliyordu güzel olduğunu. Hayatın tadını çıkaran, rahat yaşayan biriydi.
Cep telefonu çaldığında, akşam arkadaşlarıyla hangi eğlence yerine gideceğine karar vermeye çalışıyordu. Telefondaki numaraya baktı, arayan annesiydi.
- Alo…kızım, nasılsın?
- İyiyim anne. Ne oldu?
- Sana bir surprizim var.
- Surpriz mi?
- Evet.Çok eski bir arkadaşım, dostum şehrimize gelmiş….
- Eee kimmiş.
- Kim olduğu surpriz. Fakat, onu senin almanı istiyorum.
- Ben mi?
- Evet, senin iş yerine yakın olan parkı biliyormuş. Parka gitmesini ve seninle buluşmasını söyledim. Senin de parka gidip onu almanı istiyorum.
- Anne, ben böyle şeyleri sevmem, kendin halletsen.
- Kızım 1-2 saatlik bir işim var. Ayrıca seni bebekliğinden tanıyan bir arkadaşım. Seni görünce mutlaka çok sevinecektir.
- Amaaan. Peki peki… Nasıl tanıyacağım.
-Evden çıkarken üzerine giydiklerini tarif ettim.O parkta bazı oturaklar piknik masası şeklinde. Parkın sinema tarafı girişindeki ilk piknik masasına otur. O gelince seni bulacak.
-Tamam anne..tamam…
- Kızım senden her gün mü bir şey istiyorum.Üniversiteyi bitireli, hele de işe gireli bir fatura yatırmaya bile göndermedim.
- Hemen darılma, tamam dedim ya…
- O nasıl tamam demekse… neyse, hadi o zaman, izin al da çık, bekletme. Ben de işlerimi bitirip hemen geleceğim.
**** **** **** **** **** **** **** **** **** ****
Genç kız, izin alıp çıktı.Kısa bir yürüyüşten sonra parka vardı. Bu parkta daha önce hiç oturmadığını farketti. Arkadaşlarıyla hep paralı,lüks eğlence yerlerine giderlerdi.
Annesinin tarif ettiği, girişteki ilk masayı buldu, boş olan kısmına oturdu. Masanın diğer tarafında bir köylü kadınla, küçük kız oturuyordu. Onlarla aynı yerde bulunmaktan utandığını hissetti. “-Annemin arkadaşı çabucak gelse de, şunlardan kurtulsam” diye düşündü.
Köylü kadın çekinerek seslendi;
- Afedersin kızım, bir şey sorabilir miyim?
“Kızım” diye seslenmesi iyice sinirlerini bozdu.
- Ne var, adres mi soracan! ..
Sert çıkış karşısında kadın sesini alçalttı;
- Hayır kızım, başka bir şey soracaktım.
- Sizin gibi cahiller ya adres sorar, ya para ister.
Köylü kadının kızaran yüzüne aldırmadı bile. O sırada şık ve lüks giyimli, orta yaşlı bir kadının uzaktan yaklaştığını gördü. “-Nihayet.” diye düşündü. Ayağa kalkıp kadını karşılamaya çalışırken, kadın yanlarından geçip gitti. Somurtarak geri oturdu.
Yanındaki küçük kıza daha sıkı sarılmış köylü kadının gözünden bir damla yaşın süzüldüğünü gördü.Kadın gözyaşını saklamak için diğer tarafa dönünce bir yüzündeki büyük yanık izi göründü. Genç kız manalı manalı güldü;
- Bak kolayca gözyaşı dökebiliyorsun, yüzünde de çirkin bir yanık izi var. Burda ne bekliyorsun geç bir köşeye aç mendilini ağla… Fakat ağlamayla benden bir şey koparacağını sanma, tamam mı…
Kadın dayanamadı;
- Cahil deyip duruyorsun. Ne cahilliğimi gördün. Tanımadığım bir kadına, torununun yanında hakaret mi ettim!
- Oooo... laf yapmayı da biliyormuş
-Anlaşıldı kızım, sen üniversite bitirmiş, çok şey öğrenmiş olabilirsin ama insanlıktan sınıfta kalmışsın. Torunumu okutmak için uğraşacaktım. Fakat seni görünce vazgeçtim.
Yaşlı kadın, küçük kızı alıp masadan kalkarken, boşalan yere doğru şık giyimli bir kadın yaklaştı. Cevap vermek için hazırlanan genç kız zengin giyimli, şık kadını görünce uzaklaşan yaşlı kadına cevap vermekten vazgeçti. Yaşlı kadın geriye bakmaya çalışan küçük kızın başını eliyle engelledi.
**** **** **** **** **** **** **** **** **** ****
Bir süre sonra, genç kızın annesi parkta yanına geldi.
- Merhaba kızım, Zeynep teyzen nerde?
- Kimse gelmedi anne. En son bir bayan geldi, yanıma oturdu. O da sadece dinlenmek için gelmiş biriymiş.
- Allah Allah! ... giyindiklerini çok iyi tarif etmiştim, seni nasıl bulamadı anlamadım. Yanında küçük bir kız olacaktı.
Genç kız bir an durakladı.
-Küçük bir kız mı?
- Evet
- Anne! . biz zengin, kültürlü insanlarız. Herhalde arkadaşın da zengin, kültürlü biridir, değil mi?
- Kültürsüz değil ama zengin değil.
- Sakın bana köylü bir kadın olduğunu söyleme.
- Köyden gelen kadına ne denir ki! ..
- Oh… iyi iyi, köylü kadınları karşılamaya beni gönderiyorsun.
- Kızım, o kadına bir borcumuz vardı. O zamanlarda borcumuzun karşılığı bir şey veremedik. ' - Gün gelir, bir ihtiyacım olduğunda, ben kapınızı çalarım'. Dedi ve işte bu gün kapımızı çaldı.
-Ne istiyormuş?
- Torununu okutmamızı istiyor. Baban şimdi arabayla gelip hepimizi alacak, kayıt için okula götürecek.
- Anne, o köylü kadına ne borcun olabilir ki, anlayamadım?
Annesi, kızının öfkeli ses tonuna dayanamadı;
- Kızım, sen bebekken biz köydeydik.
- Eee…
- Sana yıllar önce bahsetmiştim, köydeyken evimiz yandı, biz de inekleri,atları,tarlaları neyimiz varsa hepsini satıp köyden göçtük, demiştim.
-Evet, hatırladım.
- O yangınla ilgili bir ayrıntıyı, seni üzülebilir veya seni evde yalnız bıraktığımız için darılabilirsin korkusuyla anlatmamıştık.
- Herhalde şimdi anlatacaksın…
- Baban evde yoktu, ben de su doldurmaya köy pınarına gitmiştim. Lodos mu ne diyorsunuz, işte o rüzğar bazen ters esiyormuş, yukardan aşağı filan. Sen beşikte uyuyorken rüzğar bacadan içeri esince közler ocaklıktan tahtalara sıçramış, yangın başlamış. Pınar yerinden dumanları görüp koştuğumda alevler heryeri sarmıştı. Birazdan yıkılacak gibi görünen eve yine de girmek için atıldığım anda Zeynep teyzen kucağına seni almış olduğu halde dışarı fırladı. O sahneyi hiç unutamam; onun kucağından seni aldığımda o çığlıklar atıyordu…
- Niçin?
- Seni kurtarırken, sağ tarafı yanmıştı. Gelince görürsün sağ yanağında ağır bir yanık izi var. Çok acı çekti çook. Dur ağlama, seni bu kadar üzeceğini bilmiyordum. Tamam kızım, bak makyajın akıyor, ağlama. Hah! .. baban da geldi. Fakat Zeynep teyzen hala bizi bulamadı…
Yürekteki Yanık
Genç kız, el aynasında makyajını kontrol etti; “-Gayet iyi.” dedi. Güzelliğinden emindi.Çevresindeki erkeklerin pervane olmasından zaten biliyordu güzel olduğunu. Hayatın tadını çıkaran, rahat yaşayan biriydi.
Cep telefonu çaldığında, akşam arkadaşlarıyla hangi eğlence yerine gideceğine karar vermeye çalışıyordu. Telefondaki numaraya baktı, arayan annesiydi.
- Alo…kızım, nasılsın?
- İyiyim anne. Ne oldu?
- Sana bir surprizim var.
- Surpriz mi?
- Evet.Çok eski bir arkadaşım, dostum şehrimize gelmiş….
- Eee kimmiş.
- Kim olduğu surpriz. Fakat, onu senin almanı istiyorum.
- Ben mi?
- Evet, senin iş yerine yakın olan parkı biliyormuş. Parka gitmesini ve seninle buluşmasını söyledim. Senin de parka gidip onu almanı istiyorum.
- Anne, ben böyle şeyleri sevmem, kendin halletsen.
- Kızım 1-2 saatlik bir işim var. Ayrıca seni bebekliğinden tanıyan bir arkadaşım. Seni görünce mutlaka çok sevinecektir.
- Amaaan. Peki peki… Nasıl tanıyacağım.
-Evden çıkarken üzerine giydiklerini tarif ettim.O parkta bazı oturaklar piknik masası şeklinde. Parkın sinema tarafı girişindeki ilk piknik masasına otur. O gelince seni bulacak.
-Tamam anne..tamam…
- Kızım senden her gün mü bir şey istiyorum.Üniversiteyi bitireli, hele de işe gireli bir fatura yatırmaya bile göndermedim.
- Hemen darılma, tamam dedim ya…
- O nasıl tamam demekse… neyse, hadi o zaman, izin al da çık, bekletme. Ben de işlerimi bitirip hemen geleceğim.
**** **** **** **** **** **** **** **** **** ****
Genç kız, izin alıp çıktı.Kısa bir yürüyüşten sonra parka vardı. Bu parkta daha önce hiç oturmadığını farketti. Arkadaşlarıyla hep paralı,lüks eğlence yerlerine giderlerdi.
Annesinin tarif ettiği, girişteki ilk masayı buldu, boş olan kısmına oturdu. Masanın diğer tarafında bir köylü kadınla, küçük kız oturuyordu. Onlarla aynı yerde bulunmaktan utandığını hissetti. “-Annemin arkadaşı çabucak gelse de, şunlardan kurtulsam” diye düşündü.
Köylü kadın çekinerek seslendi;
- Afedersin kızım, bir şey sorabilir miyim?
“Kızım” diye seslenmesi iyice sinirlerini bozdu.
- Ne var, adres mi soracan! ..
Sert çıkış karşısında kadın sesini alçalttı;
- Hayır kızım, başka bir şey soracaktım.
- Sizin gibi cahiller ya adres sorar, ya para ister.
Köylü kadının kızaran yüzüne aldırmadı bile. O sırada şık ve lüks giyimli, orta yaşlı bir kadının uzaktan yaklaştığını gördü. “-Nihayet.” diye düşündü. Ayağa kalkıp kadını karşılamaya çalışırken, kadın yanlarından geçip gitti. Somurtarak geri oturdu.
Yanındaki küçük kıza daha sıkı sarılmış köylü kadının gözünden bir damla yaşın süzüldüğünü gördü.Kadın gözyaşını saklamak için diğer tarafa dönünce bir yüzündeki büyük yanık izi göründü. Genç kız manalı manalı güldü;
- Bak kolayca gözyaşı dökebiliyorsun, yüzünde de çirkin bir yanık izi var. Burda ne bekliyorsun geç bir köşeye aç mendilini ağla… Fakat ağlamayla benden bir şey koparacağını sanma, tamam mı…
Kadın dayanamadı;
- Cahil deyip duruyorsun. Ne cahilliğimi gördün. Tanımadığım bir kadına, torununun yanında hakaret mi ettim!
- Oooo... laf yapmayı da biliyormuş
-Anlaşıldı kızım, sen üniversite bitirmiş, çok şey öğrenmiş olabilirsin ama insanlıktan sınıfta kalmışsın. Torunumu okutmak için uğraşacaktım. Fakat seni görünce vazgeçtim.
Yaşlı kadın, küçük kızı alıp masadan kalkarken, boşalan yere doğru şık giyimli bir kadın yaklaştı. Cevap vermek için hazırlanan genç kız zengin giyimli, şık kadını görünce uzaklaşan yaşlı kadına cevap vermekten vazgeçti. Yaşlı kadın geriye bakmaya çalışan küçük kızın başını eliyle engelledi.
**** **** **** **** **** **** **** **** **** ****
Bir süre sonra, genç kızın annesi parkta yanına geldi.
- Merhaba kızım, Zeynep teyzen nerde?
- Kimse gelmedi anne. En son bir bayan geldi, yanıma oturdu. O da sadece dinlenmek için gelmiş biriymiş.
- Allah Allah! ... giyindiklerini çok iyi tarif etmiştim, seni nasıl bulamadı anlamadım. Yanında küçük bir kız olacaktı.
Genç kız bir an durakladı.
-Küçük bir kız mı?
- Evet
- Anne! . biz zengin, kültürlü insanlarız. Herhalde arkadaşın da zengin, kültürlü biridir, değil mi?
- Kültürsüz değil ama zengin değil.
- Sakın bana köylü bir kadın olduğunu söyleme.
- Köyden gelen kadına ne denir ki! ..
- Oh… iyi iyi, köylü kadınları karşılamaya beni gönderiyorsun.
- Kızım, o kadına bir borcumuz vardı. O zamanlarda borcumuzun karşılığı bir şey veremedik. ' - Gün gelir, bir ihtiyacım olduğunda, ben kapınızı çalarım'. Dedi ve işte bu gün kapımızı çaldı.
-Ne istiyormuş?
- Torununu okutmamızı istiyor. Baban şimdi arabayla gelip hepimizi alacak, kayıt için okula götürecek.
- Anne, o köylü kadına ne borcun olabilir ki, anlayamadım?
Annesi, kızının öfkeli ses tonuna dayanamadı;
- Kızım, sen bebekken biz köydeydik.
- Eee…
- Sana yıllar önce bahsetmiştim, köydeyken evimiz yandı, biz de inekleri,atları,tarlaları neyimiz varsa hepsini satıp köyden göçtük, demiştim.
-Evet, hatırladım.
- O yangınla ilgili bir ayrıntıyı, seni üzülebilir veya seni evde yalnız bıraktığımız için darılabilirsin korkusuyla anlatmamıştık.
- Herhalde şimdi anlatacaksın…
- Baban evde yoktu, ben de su doldurmaya köy pınarına gitmiştim. Lodos mu ne diyorsunuz, işte o rüzğar bazen ters esiyormuş, yukardan aşağı filan. Sen beşikte uyuyorken rüzğar bacadan içeri esince közler ocaklıktan tahtalara sıçramış, yangın başlamış. Pınar yerinden dumanları görüp koştuğumda alevler heryeri sarmıştı. Birazdan yıkılacak gibi görünen eve yine de girmek için atıldığım anda Zeynep teyzen kucağına seni almış olduğu halde dışarı fırladı. O sahneyi hiç unutamam; onun kucağından seni aldığımda o çığlıklar atıyordu…
- Niçin?
- Seni kurtarırken, sağ tarafı yanmıştı. Gelince görürsün sağ yanağında ağır bir yanık izi var. Çok acı çekti çook. Dur ağlama, seni bu kadar üzeceğini bilmiyordum. Tamam kızım, bak makyajın akıyor, ağlama. Hah! .. baban da geldi. Fakat Zeynep teyzen hala bizi bulamadı…
07.04.2007 - 13:05
bir fırtına kopacak
Temmuz ayıydı günlerden Cuma
Sana veda etmiş eve dönüyorum
Güneş inatla kanımı donduruyor
Gözlerim kararıyor,başım çatlıyordu
Soluk almak için bir banka oturdum
Tam o sırada çingeneye rasladım
Elinde bir avuç tohum vardı
Yanıma oturdu. Bana bu tohumlardan almamı istedi
Çiçeğin adını sordum
– Neye yakıştırırsan o dedi
Kokusunu sordum
- nasıl kokmasını istersen öyle kokar dedi
Rengini sordum
-Rengi sahibinin yüreğine benzer dedi
Nerede büyütebilirim dedim
-En uzun yaşadığın odada dedi
Neyle büyür bu çiçek dedim
-Toprağına deyen her şeyle dedi
Çantamda ne kadar para varsa çingeneye verdim
Tohumları avucumda saklayıp devam ettim
Tüm bu olanlar bir yıl önceydi
Bugün ayrılığımızın yıldönümü
Her zamankinden erken uyandım
Sana bir çicek hediye ediyorum
Adı [ ölüm çiçeği ]
Kokladığında kan kokusundan miğden bulanacak
Rengi kapkara,ona baktığında için kararacak
Evin karanlık köşesine götür onu,sana benim hayalimi anlatacak
Dikenleri eline battığında,ellerin simsiyah kana bulanacak
Sakın sulama onu! O gözyaşlarına ve içki damlacıklarına alışıktır
Sakın şaşırma! Sana senin eserini yolluyorum
Koparıp parçalasanda,ogün aynı saatte aynı çiçeği yollayacağım
Şimdi git iki kadeh al eline
Biri kendine biri ölüm çiçeğine
Bende kadehimi kaldırıyorum
AYRILIĞIN ŞEREFİNE BİRDE ÖLÜM ÇİÇEĞİNE! .....
07.04.2007 - 13:04
Ne demeli? ..
Ne demeli? ..
Nasıl anlatmalı? ..
Ne yazmalı bu dar ve parlak yüzeye? ..
Sıradan bir yalnızlık benimkisi...
Kiminkinden farkı var? ..
Kelimelerden cümle kurma yeteneğim,
benim yalnızlığımı sadece belgelenmiş bir 'anı' yapar...
Herkesinki gibi bir yalnızlık bu...
Yangın yerinde hareket edememek gibi...
Hiçbir teselliye boyun eğmeyen...
Laftan, sözden anlamayan bir yalnızlık bu da...
Asi... Onurlu... Ümitsiz...
Hiç kimseninkinden farkı yok...
Sabah ezanından hemen sonra...
Durduk yere arabanın camını açıp...
İstanbul'un tam ortasında, sesim kısılasıya
geceye O'nu bağırmak...
'Seni seviyorum'u öfkeye dönüştürmek...
Bu koca kente O'nu haykırmak...
Dudaklarımın önce titremesi...
Sonra gözlerimin dolması...
En fazla ağlamak ıslak caddelere...
Elimin ayağıma dolaşması...
Salaklaşmak...
Farklı mı yapar benim yalnızlığımı? ...
Duysaydı... Belki...
Duymadı... Duyulmadı...
07.04.2007 - 13:04
Bu Şehrin Sokakları
Bu Şehrin Sokakları
bu şehrin sokakları
sensizken öyle yabancı ki bana
nerdeyim?
kayboluyorum
sensiz bu şehrin sokaklarında
korkuyorum
üşüyorum
sesin çınlıyor kulaklarımda
seni seviyorum
güne hep böyle başlıyorum
içimdeki yangını
söndürmek için
seni arıyorum
yoksun
biliyorum
07.04.2007 - 13:03
MERHABA
Merhaba kardeşim, arkadaşım, gönüldaşım merhaba
Merhaba sırdaşım, amuzdaşım, kaderdaşım merhaba
İçtiğim su, aldığım hava, yediğim ekmek uyuduğum döşek
Gördüğüm rüya, beklediğim umut yaşadığım toprak merhaba
Merhaba
Ormanda ağaç, ağaçta dal, dalda yaprak, yaprakta tırtıl merhaba
Merhaba ovada çimen, denizde dalga, yaylada kar, dağda bulut merhaba
Harran, Çukurova, Yedigöller, Çorlu, Isparta, Çaykara Merhaba
Çankırı, Çorum, Adana, Niksar, Mudurnu, Bandırma
Midyat, İdil, Tarsus, Kemah, Yüksekova merhaba
Ula Zeki istanbul neki Erzurum yayla
Yayla ulan Erzurum sana da olsun merhaba
Merhaba memleketim, mahallede bakkalım, pamuk tarlasında ırgatım
Vergi dairesinde memurum, dağda çobanım, yürekte sızım, duvarda sazım
Hasatta yazım, gelinim alyazmalım nazım merhaba
Merhaba şose yolum, dağ patikam, geçit vermez kaçkarım
Adam yutan gavur dağım, İstanbul izmit otobanım merhaba
Merhaba Kızılırmak türkülerim, fırat ağıtlarım
Dicleye yaktıklarım, yeşil ırmak bozlaklarım merhaba
Merhaba ağaçlarım, selvilerim, çınarlarım,
Rizede çayım, Anamur'da portakalım
Önde yürüyenim, arkada düşünim
Seferberliğim, süpürge tohumu yiyenim
Dedem, edem cennetim cehennemim
Ey benim memleketim merhaba
Merhaba kardeşim, arkadaşım, gönüldaşım merhaba
Merhaba sırdaşım, amuzdaşım, kaderdaşım merhaba
İçtiğim su, aldığım hava, yediğim ekmek uyuduğum döşek
Gördüğüm rüya, beklediğim umut yaşadığım toprak merhaba
İBRAHİM SADRİ
07.04.2007 - 13:00
Kendimden yoruldum
Kendimden yoruldum
Sürekli maske takmaktan
İçim Kan ağlarken
İnsanlara gülmekten yoruldum
Çok sinirliyken bile
Sakin olma zorunluluğundan yoruldum
Hıçkırarak ağlamak isterken
Gözyaşlarımı içime akıtmaktan
Delice severken içimden dağlara denizlere
Hoyratça esen rüzgara toprağa kuşlara
Seviyorum diye haykırmak isterken
Susmaktan yoruldum
Mavinin her tonunda kaybolmak isterken
Siyaha esir olmaktan yoruldum
Kendimden yoruldum
Hep güçlü olmak ne zordur
Hep sorumluluk sahibi olmak
Her zaman haklı olmak
Herseyi bilmek zorunda olmak
Ruhum yoruldu
Çoçukken genç olmak
Gençken olgun olmak
Çok zor yoruldum
Çabuk tükettim ömrümü
Yarınlarımı.....
Umutlarımı.....
Duygularımı.......
Geri dönüşü olmayan bir tüneldeyim
Oyunun adı hayat
Başrolde ben
Yardımcı oyuncular sevgi, aşk, acı, geçmiş
Senaryo konusu
Herseye ragmen Mutlu Olma Sanatı
Ve oyun bitti..perdeler indi ışıklar söndü
Kendimden yoruldum.
Artık tutunduğum
Güvendiğim
Yanındayken kendm olduğum
Maske takma ihtiyacı hissetmediğim
Ağlamak istediğimde özgürce ağladığım
Haykırmak istediğimde sevgimi
Sınır tanımadan haykırdığım
Sen varsın
Artık Oyunun ikici perdesini açtım
Her yer ışıl ışıl
Başak saçların deniz gözlerin umudum
Senin sevgin yarınlarım
Kendimden yorulduğum yerde seni buldum....................
07.04.2007 - 13:00
Sabahın ilk açan papatyalarını topladım
Biraz gece kokuyor
Vazona bıraktım tüm suskunluğumla
Rengini verdim sevişlerin gelinciklere
Onları koparamadım gözbebeğim
Sen gibi baktılar bana
Aç gözlerini
Perdeyi arala
Tüm pıtırcık veren ağaçları dizdim bahçene
Göğsüne çek tüm günü
Kucak kucak bahar getirdim sana
Dolu dolu sevdamla...
07.04.2007 - 12:59
SENİ SEVİYORUM...ÖTESİ YOK BUNUN...
1-
Ayın karanlığına sakladım düşlerimi.Bir sevdanın yollarında berduşça geziyorum şimdi ve sen beni sevmeme ihtimalinle buz gibi duruyorsun karşımda.Gerçeği duymaktan, ilk kez bu kadar çok korkuyorum.Söylediğin her söz diken gibi batıyor yüreğime.Tanrım, içim acıyor içim acıyor…
“Güneşin donuk sarı gölgelerinin altından”bakıyorsun bana.Gözlerine baktıkça terk edilmiş bir ülkenin uçsuz bucaksız, insansız topraklarını görüyorum.Bir çiçek
olmalı, açmaya yüz tutmuş.Bir çiçek, bin umuda yeter ama yok.Umutsuzluk ne sana
ne bana yakışıyor.Yakışmayanı taşıyoruz üzerimizde, ne garip…
Ne kadar yakınsan o kadar uzaksın bana.”Kıyısız bir denizin uzaklığı”bu…
Dalgalarının kayalara vurup parça parça olmasını istemediğin için mi küstün sahillere¿ Hangi gemi barınacak o denizde söylesene¿ Hangi gemi batmadan kalacak su yüzünde¿Bütün fırtınaları göze almışken ben, şimdi neden yelken basamıyorum sendeki o sonsuz maviliğe¿Senin görmediğin o sahilde demir atmış bekliyorum öylece…Ne zaman”İskele alabanda”diyeceksin¿
Böyle donuk baktıkça sen, yapraklarını dökmüş asırlık bir çınarın kovuğuna yerleştirdiğim hüzünler bir bir çıkıyor ortaya.Derinden soluyorum acıları…Hep kal
istiyorum, benimle kal…Hüzünler de o asırlık çınarın kovuğunda kalsın, böyle yaşayıp gidelim birlikte…Sonra yine gözlerin dikiliyor karşıma, donuyorum…
Zamanda kaybolmuş iki yüreği yeniden bir araya getirmenin çabası benimkisi.
Küllenmediğine inandığım bir alevi, yüreğimle yeniden canlandırmaya çalışmak…
Yorgunsan en az senin yorgunum bende…Her şeye rağmen bir güne bakan doğuyor
içimde ayın karanlığına sakladığım düşlere inat.
Şimdi sen aşk çiçeğim, bana en yakın haline bürün, yüreğine koy ellerini ve sadece
Yüreğinin söylediği sözleri dinle.Bir kez yakından bak bana, en yakından, gözlerimde
Kendini gör.Değiştir çirkin anıları en güzelleriyle.Aşk savaş değildir, bu yüzden yenilmedin hiç.Hoyrat eller yok karşında seni incitecek.Ben yaşatacağım seni, ölmene izin veremem bundan böyle.Sende kapılma ölümün soğukluğuna
2-
Hiç oldu mu sana da böyle?
Eğer yaşadıysan, bana yardım et ne olursun...
İçimde koskoca bir çark var sanki..
Tam göğsümde durduramadığım...
Bazen hızlanan, bazen yavaşlayan, hiç ama hiç durmayan...
Canım yanıyor o döndükçe sanki çevresindeki her bir şeyi koparıp götürüyor beni, içimi parçalıyor...
Nedenini bilemediğim bir şekilde parça parça içime yayılıyorum...
Üşüyorum, İçimde bir uçurum var sanki onunu göremediğim..
Sanki her şeyin saçmalığını almışım da içime,
Sanki dünyadaki her şeyin en uç noktası gelip sığmış da içime,
Bana yer kalmamış çıkmak istiyorum...
Herşey bitsin istiyorum, Ne varsa olan...
En çok da neyi düşünüyorum biliyormusun?
Öyle bir şey yazmalıyım ki, öyle bir şekilde anlatmalıyım ki Yasadıklarımı, kağıda döküldüğünde teker teker bitsinler..
Teker teker yok olup huzurumu geri getirsinler...
Ama olmuyor işte yazamıyorum..
Her yazının sonunda koskoca bir boşluk görüyorum kağıtta..
Bütün yazılarım siliniyor, içindeki hersey gelip yine içime yerleşiyor..
Çarkım dönmeye başlıyor...
Uçurumum derinleşiyor...
3-
Unutmadım seni! 'Ey Yalnızlık...'.:.
Ne yazilmali ki silinip gitmesin, ne söylenmeli ki unutulup bitmesin. Sessizlikle bağlayan bir hikaye bu. Eger bagladigi gibi bitecekse sonu, yasanan her ne varsa sil, gitsin.Hayallerde gerçek gibi yasarken seni, umutlarda bitti bir zaman, sevgiler de. Seni seviyorum çünkü ne zaman siir okusam, misralarindan sen akiyorsun, gözlerimden yaslar süzülüp resmine damliyor, sessizlik sarariyor içimde, susuyorum. Tam buldum dedigin anda kaybetmek nedir bilir misin? Atilmisligi hissettigin oldu mu? Hayaliyle yasamayi ezberledin mi? Delicesine sevdigin ama onun seni sevmedigini ögrendigin o ani hiç yasadin mi? Onun eksik yanlarini bile sevebildin mi? Terkedilice ilk defa görüyormus gibi baktinmi? Elvedasiz ayriliklar acitti mi içini? Göz kapaklarina inat, uyumadigin oldu mu gecelerce? Sadece mum isiginin aydinlattigi odanda onu düsündügün oldu mu saatlerce? Ellerin onsuz kaldiginda üsüdün mü? Duyuyorum susuyorsun, yine susuyorsun, tipki o zamanki gibi söylemiyorsun. Seni seviyorum çünkü hergün biraz daha tükenirken hersey, benligim sesizce inliyor ben susuyorum. Bir an elinden tutuyorum, biran sonra belkide tamamen elimden kayip gitmis oluyorsun, anlayamiyorum.Yine sensiz kaliyor kollarim, yine islaniyor gözlerim. Yasamam için tek nedenimdin sen. Fakat binlerce sebep vardi seni sevmem için. Seni seviyorum çünkü yasanacak bütün imkansizliklarda sen varsin. Biryerlerim aciyor durmaksizin. Sessizligin çok sey söylese de bazen susmanda incitir beni. Bilirim, belkide en iyi ben bilirim ki, susmasini bilmek, bildigini söylemekten daha zor. Bir uçurum gibi derinlesen sessizlik, bizi birbirimizden ayirdi bile. Yenildik dostlugumuza, zamana, yalnizliga, yenildik iste! Sinsice sardi sessizlik, böyle birdenbire, ansizin... ve ben hala unutmam gerektigini söyleyenlere inanmiyorum. Hissettiklerimi söylemektense dost kalmayi, seni sensiz yasamaktansa susmayi tercih ederim. Senin beni sevme fikri bile beni mutlu edebilecek kadar güzel ve asil! Seni seviyorum çünkü sen benim siyah beyaz dünyami renklendiren o çok az seyden birisin. Sensiz her andan korktum, korkuyorum. Alip gitme ellerini, alip gitme gülüslerimi, götürme düslerimi. Sen benden gittin gideli öyle biktim ki sensiz kendimden. Seni seviyorum çünkü hala birseyler var vazgeçemedigim. Ben herkes için siir yazmazdim, bu hep tuhaf gelmisti. Fakat simdi senin için siir yazmamak tuhaf geliyor. Bu yillarca sürecek ve de hiç dinmeyecekmis gibi düsünürken görüyorum ki anlamini yitiren birseyler var aramizda. Seni seviyorum çünkü tam herseyden vazgeçmistim ki, karanligimin perdesini yirtti ellerin. Ama yine direndik sessizlige, hala konusulmadan kalan öyle çok sey varki! 'Sustugun yerde birseyler kiriliyor' Nasil söyleyecegini sende bilmiyorsun besbelli.. Susman gerekiyor diye susuyorsun belkide, dostlugumuz için.. Kalbim sendeyken her adimda, aklim sendeyken her dakika, unutmadim, unutamadim iste!
4-
Kimsenin yokluğu bu kadar korkutmazdı beni. Kendimi zor günlerin adamı görürdüm ya, hiçbir güçlüğün beni, bırak yıkmayı sendeletmeyeceğini bile düşünürdüm.
Oysa şimdi yarımım. Ve sen böylesine uzakken benden, hiçbir zaman tam olamayacağımı da biliyorum.
'Tasalanma' diyeceksin, tasalanmayayım ama kendime bakıyorum da bir kaç umut kırıntısı dışında hiç bir şey göremiyorum.
Nerede olduğunu bilmek ya da döneceğin umuduyla yaşamak da kandırmıyor beni.
Her sabah sensiz uyanmaktan, her günün sensiz geçmesinden korkuyorum artık. Bu yüzden uyanmak istemiyorum 'uyuduğum uykuları'...
Ve geceler... ne yıldızları görüyorum ne gecenin sesini duyabiliyorum. Saniyelerin ne kadar uzun, ne kadar bitmez olduğunu görüp şaşırıyorum. Zamanı bu kadar geçmez kılan sensizliği lanetliyorum. Bir maraton koşucusu gibiyim. Ama finişe ulaşamıyorum bir türlü.
Bildiğim bütün hasret şarkılarını ard arda ekleyip söylüyorum. Sesimi kendim bile duymuyorum. Ertesi gece bir kez daha... Her gece aynı hüzün...
Senden bir iz göreceğim diye sokaklara çıkmıyorum artık. Bu kentin her yerinde sen varsın biliyorum. Ve hiçbir köşe başından çıkmayacaksın üstelik.
Yaşamaksa yaşıyorum elbette. Şairin dediği gibi 'senden uzak olduktan sonra nerde olsa yaşıyor insan.'
Yokluğunu kabul etmek böylesine zorken hiç olmama ihtimalini düşünemiyorum bile.
Bekleyeceğim seni. Zor olacak, çok zor olacak ama bekleyeceğim.
Bu yarım yüreğin diğer yarısı, yani sen....
Geleceksin değil mi?
5-
Konuşacak ne çok şeyimiz var, paylaşacak ne çok şeyimiz var…Tanrım ömrümüz
yetecek mi hepsini yapmaya¿
Sana ne söylesem, yüreğimin sesiyle konuşuyorum inan.Hangi sözcük dökülüyorsa dudaklarımdan, bil ki yüreğimin söyledikleri onlar…Yanlış anlaşılabileceğime dair en ufak bir kaygım yok.Zaten aşk kaygılarından arınmış olmayı gerektirmez mi¿ Kaygın varsa eğer aşkı nasıl yaşayabilirsin ki¿
Sen olduğundan beri hayata ve insanlara dair bütün kırgınlıklarımı kaldırıp
attım bir tarafa.Uzadı cümlelerim farkında mısın¿ “Evet” ya da “Hayır”dan oluşan
tek kelimelik cümleleri kullanmıyorum artık.Çocuk gibiyim çocuk…Başkalarına saçma
gelebilecek her şey mutlu ediyor beni.Sanki her şeyi ilk kez görüyorum.Dün gece
perdeyi çekip camdan bembeyaz karın yağışını izledim.Bunu yapmayalı ne kadar uzun zaman olmuş…Bir mucize bu biliyor musun¿ Bilimsel açıklaması ne olursa olsun
umurumda değil.Bir mucize bu…
Meğer ne çok şarkı bilirmişim ben, ne çok şarkı ’en çok sevdiğim şarkı’ymış…
Nereye gitti hüzün şarkıları¿ Yoksa ben mi duymuyorum¿ Her şarkı içimi okşuyor,
her şarkı aşkı anlatıyor.Eşlik ediyorum, bağıra bağıra söylüyorum, coştukça söylüyorum.
Senin yanında nasılsam sen yokken de öyleyim.Varmışsın gibi yani…İmkansız
Hiçbir şey yok bize.Aşk sevmez imkansızlığı bilirsin.Yanımda olmayışın seni yaşa-
mama engel değil.Sana sarıldığımı, kokunu içime çektiğimi, tenini ateşini düşünüyo-
rum, ne güzel…
Bir iddiam var bu aşkta.Her şeyin olmak istiyorum.Sevincin, isyanın, kızgınlığın,
hüznün, aldırmazlığın, çocukluğun, yalnızlığın, yorgunluğun, enerjin, gözyaşın, gülüşün,
korkuların, cesaretin, alınganlığın…Ben sana ait olmayan ne varsa çıkardım hayatımdan.Senin olanı yaşamak istiyorum.Sana dair hiçbir korkum yok, yüreğim senden
gelecek her şeye sonuna kadar açık.Bir tek kaçışlara, gidişlere kapadım yüreğimi…
Bak yine bastırdı kar, mucize boyanıyor gökyüzünden.Nasıl da beyaza boyanıyor
ortalık.İlk defa sever oldum kış mevsimini.Zaten mevsimlik bir aşk değil bizimkisi.
Yaşayacak öyle çok yaz öyle çok bahar var ki…Dedim ya, ömrümüz yetecek mi bunları yaşamaya¿
6-
Caddelerde sisli, puslu bir kış ikindisi. Ağaçlarda salkım salkım eski zamanlardan kalma anılar... Yapraklarda yere düşmeye hazırlanan yağmur damlaları... Bir yaprak kıpırdıyor işte, gümüşi bir damla usulca yere düşüyor. Sen sanki, yaprakların arasından bana müzipçe gülüyorsun. Beni her zaman şaşırtırsın zaten. Beni her zaman güldürmeyi bilirsin. Farkına bile varmadan bir şarkı dökülüyor dudaklarımdan 'Caddelerde rüzgâr, aklımda aşk var.'
Rüzgâr keskin ıslığı ile şarkıma eşlik ediyor. İstasyon Caddesi'nin tenhalığı nedense ilk defa içime dokunuyor. Arabaya binsem ve birlikte gezdiğimiz yerlere gitsem, evimde şiirler okuyarak telefonunu beklesem, telefonunun gelmediği zaman seni başka yerlerde arasam. Sonra sen gelsen yanıma, yine 'seviyorum' desen, ben yine senin gözlerinde sonsuzluğa mahkum edilen aşkımı görsem. Ayrıca şarkılar gerçek oldu bu kez. Caddelerde rüzgâr, aklımda aşk var.
Yalnızım, üşüyorum, özlediğimse çok uzaklarda. Bahçeme melekler yağıyor, hepsi de tanıdık. Senden doğan, gözlerinde hayat bulan, bizi koruyan, kollayan ve en önemlisi ikimizi bir araya getiren melekler... Son kez yine seninle gezmiştik oraları. Sen kimbilir belki de, uzak bir kıtanın, uzak bir şehrindesin şimdi.
Benimse herşeyim aynı. Geceleri bodrum katlarına yağmur daha çok yağıyormuş, bugünlerde bir tek bunu ögrendim. Bir de geceleri daha uzun sanki, bitmek bilmiyor. Bana anlatmak için neler biriktirdin içinde? Benim sana anlatacağım yeni birşeyler yok. Dedim ya, her şey aynı. Ama sanki biraz mahsunluk çöktü üzerime, bir de gülüşlerim sanki biraz azaldı. Sen olsaydın hemen anlardın. Sen benim herşeyimdin. Arkadaşım, dostum, öğretmenim, talebem, sevdiğim.
Koşulsuz bir sevgiyle sevdim seni, bağlandım. Sen kimbilir belki de, uzak bir kıtanın, Uzak bir şehrindesin şimdi. Benimse içimde kocaman bir boşluk var. Hayır, Üzülmüyorum, içimdeki boşlukta birtek özlemin yankılanıyor. Hayır, sana anlatmak için yeni şeyler biriktirmiyorum içimde, çok istesen hikayeler uydururum. Ama hikayelerimden önce itiraflarım olacak. Kendimden bile gizlediğim duygularımın itirafları. Sana aşık olmaktan delice korktuğumu, sana bakarken içimin titrediğini. Daha pek çok, sırrımı anlatacağım sana.
Gerçi anlatmama gerek yok, sen zaten hepsinin çoktan farkındasın... Sen kimbilir, belki de uzak bir kıtanın, uzak bir şehrindesin şimdi.
Bense odamda senden uzak. Hayır beni merak etme, üzülmüyorum. Biliyorum, ikimizde yoktuk bu aşk başladığında ve çok iyi biliyorum, sonsuzluğa mahkum edildi bizim aşkımız. Dedim ya, beni merak etme. Üzülmüyorum. Yalnızca biraz, biraz üşüyorum...
7-
Bu günlerde bi başka havalar...Yağmura inat güneşliyim ben...Daha bi değişik soluyorum...Değişti sanki nefes alıp vermem...Seni düşünmekle
geçiyor her anım...Senin hayalinle...Çok kısa da olsa aklımdan çıkmayan cümlelerinle...Tarif edilemez,anlatılamaz gözlerinle...Hep sen varsın gönlümde...
Geceleri uyuyamaz,gündüzlere uyanamaz oldu gözlerim...Ne yaptığını bilmeden,neden yaptığını bilmeden boğuşuyor kalbim sensizliğiyle...Çıkar mı sabahlara,
erer mi yüreğim...Bilmiyorum...Nedeni yok bu sevginin...
Sıradan sevgilerden...Sıradan aşklardan değil benimkisi...Yüreğini senden başka herkese kapatacak kadar asil...Gönlüne bir dert düşse her yeri
yakacak adar asi...Duygularını bastırıp zavallı kalbine,susacak...Gün gelir ki sen istersen,kalbini sana açacak...Bütün sevgisini anlatacak kadar gizli...Fırtınalar
koparcak kadar isyankar...Akıp giden zamana inat bitmeyecek kadar sonsuz benim kisi...Nedeni yok bu sevginin...
Gün geçmez ki sensiz,bi anım geçmiyo özlemsiz...Seni düşünüyorum çaresiz...Yokluğunla geçiyor her anım...Bir daha seni görebilme ihtimaliyle...
Bir daha sesibi duyabilmeye bile razı biçare düşüncelerimle...Geceleri yıldızlara uzak,gündüzleri güneşsiz günlerimle...Buğulu camlara yazıp adını,bir şarkı
tutturmak yokluğuna delice...İsimsiz sokaklarda aramak seni gelmeyeceğini bile bile...Tarifi olmayan biçimsiz duygu sellerinde boğulmak bir daha dönmezcesine...
Kendini dipsiz kör kuyulara atmak sonunu görmeyecesine...Öyle bi sevgi benimkisi işte...Nedeni yok bu sevginin...
Bitmek tükenmeyen dertlere salıp yüreğimi yine de...İnat la yaşıyorum sensizliği de...Yokluğuna da alıştım...Hasretine de...Var olduğunu bilmek
bile yetiyor bana...Düşüncen de güzel...Düşünde...Aklımdan hiç çıkmayan gülüşünde...Sensizliğe yenik düşsem de seninleyim...Nedeni yok bu sevginin...
Anlatsam kimsenin anlamayacağı kadar çok...Sussam içinde kaybolacağım kadar belirsiz...Denizin renginden uzak...Güneş kadar sıcak...
Sonsuzluk kadar tanımlanamaz...Ay kadar parlak...Yıldızlar kadar derin...Geceler kadar uzun...Sevgisizlikten yoksun...Gözlerin kadar mavi...Benim kadar asi...
SENİ SEVİYORUM...ÖTESİ YOK BUNUN...
07.04.2007 - 12:57
günaydın
Sabahın ilk açan papatyalarını topladım
Biraz gece kokuyor
Vazona bıraktım tüm suskunluğumla
Rengini verdim sevişlerin gelinciklere
Onları koparamadım gözbebeğim
Sen gibi baktılar bana
Aç gözlerini
Perdeyi arala
Tüm pıtırcık veren ağaçları dizdim bahçene
Göğsüne çek tüm günü
Kucak kucak bahar getirdim sana
Dolu dolu sevdamla...
07.04.2007 - 12:56
En sonunda Bitti...
En sonunda bitti.. Bittiğine üzülmüyorum ve seni özlemiyorum..
İlk defa ayrılığı seviyorum.. Senin söylediğin gibi.. En azından içindeki
ben
kirlenmeyecek.. İşte bu yüzden bu ayrılığı seviyorum.. Bu yüzden akşamları
yastığıma sarılıp ağlamıyorum.. Bu yüzden sabahları uyanınca gözlerim
gözlerini
aramıyor! ! ! ! Bu yüzden senden vazgeçmek daha kolay.. İçindeki yani
hayalindeki
ben gerçek ben ile kirlenmeyecek....
Bazen kendime nasıl bu hale geldik diye soruyorum; ilişkide neden nasıl gibi
soruların sorulmaması gerektiğini bilmeme rağmen.. İlişkinin muhasebesi
yapılır
mı? Ben ilk defa yaptım.. Ne verdim ne aldım diye düşündüm.. Çok şey almışım
ama
hiçbirşey verememişim.. Bu da benim eksikliğim.. Gerçek benin eksikliği..
Senin
hayal ettiğin olduğunu düşündüğün insanın değil.. Benim eksikliğim..
Gece ilerliyor.. Diğer eksikliklerim aklıma geliyor.. Sevdiğimin hayatındaki
sorunlara ortak dahi olamayan beni düşünüyorum.. Bak gördün mü bu bile
sendeki
benden farklı.. Ama diyorum ya ben buyum, ben böyleyim.. Beni tanı..
Neredeyse sabah oluyor.. Bu seferde en büyük eksikliğim aklıma geliyor..
Seni
düşünüyorum..
Şimdi git.. İçindeki ben daha fazla kirlenmesin..
Not: Avuçlarında ben, burnunda benim kokum.. Ben seni çoktan unuttum.. Sen
beni
unutamayacaksın..
07.04.2007 - 12:56
Günaydın
Bugün sensizliğin ilk günü
Ayrılığın ilk akşamı
Dolaşıyorum ıslak kaldırımlarda
Yolunu kaybetmiş bir garip gibi
Bir o tarafa,bir bu tarafa
Sensizliğin ilk akşamında
Hasret yağıyor omuzlarıma
Bu yalnızlık akşamında
Islak kaldırımlarında sensiz...
Esen rüzgara bıraktım kendimi
Beni sana götürsün diye
Ama ne çare
Yağmur benzin,yıldırım çakmak
Rüzgar körük
Yakıyor bedenimi
Sensizliğin ilk akşamında.......
07.04.2007 - 12:54
Dosta Sitem
Senin uğrunda akıttığım terim vardı
Senin uğrunda akıtacak kanım vardı
Uğrunda, verebileceğim canım vardı
Sana dağlar gibi hüsnüzannım vardı
Yıktın ummanlar gibi olan hüsnüzannımı
Verdiğin o cevabınla, dondurdun kanımı
Daha Azrail’den önce aldın sanki canımı
Bugün gerekse vermem ki damla kanımı
Kıssalarınızdan, çok mu çok hisse aldım
Dost bildiklerime, derdimi anlatamadım
Ne edem, seni hakiki dostum sanmıştım
Belki, derde derman olursun sanmıştım
Bu aşkla çok derin ümit deryasına daldım
Ah bir bilseniz, ne hayaller kurup durdum
Ulaşmak için, kuşlar gibi çırpınıp durdum
Ama şimdi de bir ayçiçeği gibi burkuldum
Sözlerin jilet gibi bileklerimi kesti benim
Ümitlerim pare pare olup yok oldu benim
Zonk zonk atıyor başım, titriyor bedenim
Yoktur ki, halimden anlayan bir sevenim
Çok oldu iş işten geçince nasihat edenlerim
Bir iyilik için kırk dereden su getirtenlerim
Sağolsunlar merhem için ipe un serenlerim
Ah nerede benim hakiki candan sevenlerim
Eğer ki gülüyorsam elbet bir güldüren vardır
Eğer ki ağlıyorsam elbette bir ağlatan vardır
Böyle yazıyorsam elbette bir yazdıran vardır
Her ademoğlunun, dost ve düşmanları vardır
Yazacaklarımı tam yazamadım, kalemim tutuldu
Söyleyeceğimi tam söyleyemedim, dilim tutuldu
O ret cevabınız karşısında elim, ayağım tutuldu
Zaten bu yetim şairin elinden ne zaman tutuldu
07.04.2007 - 12:53
AÇSAM RÜZGARA
Ne hoş, ey güzel Tanrım, ne hoş
Mavillerde sefer etmek!
Bir sahilden çözülüp gitmek
Düşünceler gibi başıboş.
Açsam rüzgara yelkenimi;
Dolaşsam ben de deniz deniz
Ve bir sabah vakti, kimsesiz
Bir limanda bulsam kendimi.
Bir limanda, büyük ve beyaz...
Mercan adalarda bir liman...
Beyaz bulutların ardından
Gelse altın ışıklı bir yaz.
Doldursa içimi orada
Baygın kokusu iğdelerin.
Bilmese tadını kederin
Bu her alemden uzak ada.
Konsa rüya dolu köşkümün
Çiçekli dalına serçeler.
Renklerle çözülse geceler,
Nar bahçelerinde geçse gün.
Her gün aheste mavnaların
Görsem açıktan geçişini
Ve her akşam dizilişini
Ufukta mermer adaların.
Ne hoş. ey Tanrım, ne hoş!
İller, göller, kıtalar aşmak.
Ne hoş deniz deniz dolaşmak
Düşünceler gibi başıboş.
Versem kendimi bütün bütün
Bir yelkenli olup engine;
Kansam bir an güzelliğine
Kuşlar gibi serseri ömrün.
07.04.2007 - 12:49
O Ve Ben
Yapamam,onsuz edemem.
Bana su, bana ekmek, bana zehir;
Bana tad, bana uyku
Gibi gelen çirkin kızım
Sensiz edemem.
Toplam 559 mesaj bulundu