Bir aşk için yapabileceğin her şeyi yaptığına inanıyorsan ve buna rağmen hala yalnızsan, için rahat olsun. Giden zaten gitmeyi kafasına koymuştur ve yaptıkların onun dudağında hafif bir gülümseme yaratmaktan başka hiçbir işe yaramayacaktır. Sen kendini paralarken o her zaman bahaneler bulmaya hazırdır. Hani ağzınla kuş tutsan 'Bu kuşun kanadı neden beyaz değil? ' diye bir soruyla bile karsılaşabilirsin.. iki ucu keskin bıçaktır bu işin. Yaptıklarınla değil yapmadıklarınla yargılanırsın her zaman. Bu mahkemede hafifletici sebepler yoktur. İyi halin cezanda indirim sağlamaz. Sen, 'Ama senin için şunu yaptım' derken o, 'şunu yapmadın' diye cevap verecektir. Ve ne söylesen karşılığında mutlaka başka bir iddiayla karşılaşacaksındır. Üzülme, sen aşkı yaşanması gerektiği gibi yaşadın.Özledin, içtin, ağladın, güldün, şarkılar söyledin, düşündün, şiirler yazdın. 'Peki o ne yaptı' deme. Herkes kendinden sorumludur aşkta. Sen aşkını doya doya yaşarken o kendine engeller koyuyorsa bu onun sorunu. Bir insan eksik yaşıyorsa, ve bu eksikliği bildiği halde tamamlamak için uğraşmıyorsa sen ne yapabilirsin ki onun için? Hayatı ıskalama lüksün yok senin. Onun varsa, bırak o lüksü sonuna kadar yaşasın. Her zamanki gibi yaşayacaksın sen. 'Acılara tutunarak' yaşamayı öğreneli çok oldu. Hem ne olmuş yani, yalnızlık o kadar da kötü bir şey değil. Sen mutluluğu hiçbir zaman bir tek kişiye bağlamadın ki.... Epeydir eline almadığın kitaplar seni bekliyor.Kitap okurken de mutlu oluyorsun unuttun mu? Kentin hiç görmediğin sokaklarında gezip yeni yaşamlara tanık olmak da keyif verecek sana.Yine içeceksin rakını balığın yanında. Üstelik dilediğin kadar sarhoş olma özgürlüğü de cabası... Sen yüreğinin sesini dinleyenlerdensin ve biliyorsun asolan yürektir.Yürek sesi ne bilmeyenler, ya da bilip de duymayanlar acıtsa da içini unutma; yasadığın sürece o yürek var olacak seninle birlikte. Sen yeter ki koru yüreğini ve yüreğinde taşıdığın sevda duygusunu. Elbet bitecek güneşe hasret günler. Ve o zaman kutuplarda yetişen cılız ve minik bitkiler değil, güneşin çiçekleri dolduracak yüreğini...
Bir insanın yüreğinde iz bırakmak istiyorsanız bıraktığınız o iz sakın ola bir çizik olmİnsanı kazanmak mı zor, yoksa kaybetmek mi? Yada tam tersi kazanmak mı kolay yada kaybetmek mi? Çoğunluk derki; kazanmak zor, kaybetmek kolay. Her türlü olayda kolayımı tercih ederiz, yoksa zorumu? Hep birbirimizi kolaycı olmakla suçlarız ya…. Hep kolaycılığa kaçarız ya… Ama konu insan olunca hep zoru tercih ediyoruz diye düşünüyorum. Durum böyle olunca da kolay varken neden zoru tercih ediyoruz. Kazanmak varken neden kaybetmeyi tercih ediyoruz. Olmadık yere insan kırmayı ne kadar kolay yapabiliyoruz. Hiç olmadık yerde biri birimizi yermeyi ne kadar seviyoruz, olmadık halde nasıl iftira atabiliyoruz. Eh bazılarımızın yüreği hala kararmamış. Sonra pişman oluyoruz. Özür dilemeyi de hiç beceremiyoruz. Sonrada kaybettim diye dövünüp duruyoruz. Araya arabulucular görevlendiriyoruz. Beni yanlış anladı, ne olur bana kırılmasın diye çırpınıyoruz. Kaybettiğimizi uzun ve yorucu bir uğraştan sonrada kazanınca mutluluktan uçuyoruz. Oysa kırgınlıklarınızı bir tarafa bırakma yı neden düşünmüyoruz. Yüreğinizi her şeye karşı sevgiyle doldurmuyoruz. İş stresinin ya da başka yorgunlukların, yaşadığımız olumsuzlukların, üzerimizde yarattığı asabilikleri olgun ve akıllı davranıp bir kenara atıp, bir tek kalbi dahi kırmamayı becerebiliyor muyuz. En azından kalp kırmamaya çalışıyor muyuz.... Annenize sinirlenmeyi, çocuğunuzun bir ufak hatasına çıldırmayı, eşinize söylenmeyi, arkadaşınıza gücenmeyi, trafikte gerilmeyi, acil ulaşmak istediğiniz kişinin teli habere meşgul çalıyor diye illet olmayı, sevdiğiniz bu sabah sizi aramadı diye hayıflanmayı, her şeyi ama her şeyi bir yana bırakın... İnsan bazen hakikaten hiç düşünmeden hareket ederek ve de geçici anlık tepkilerle karşısındakinin kalbini kırabiliyor.. sonra insan yatışıyor belki ama ardında bıraktığı kırılan kalbin izleri duvara atılan ince bir çeltik gibi kalıyor... İnanıyorum ki dünyada hiçbir şey insan kalbi kadar hassas değil.. Yıllarca karşınızdaki insanın kalbinde kurduğunuz koca bir tahtı te k bir lafınız, tek bir hareketiniz veyahut bakışınızla yerle bir edebilirsiniz… peki ya sonrası? Sonrasında her şey yoluna girse ve siz o kırdığınız insanın kalbini kazansanız bile ve her şey eskisi gibi gözüküyor olsa bile, aslında sizde çok yi biliyorsunuzdur ki izler insan yüreğinden silinmez... Bir insanın yüreğinde iz bırakmak istiyorsanız bıraktığınız o iz sakın ola bir çizik olmasın... Eğer çizik olursa o çiziği kapatmak asla mümkün değildir. Biliniz ki kalp çiziğini pastada, boyada kapatamıyor. Kalbiniz süresiz kırgın kalabilir, yada siz istediğiniz kadar kırgın kalabilir. Ve müsaade ettiğiniz kadar derinden kalbinizi keser. Mücadeleniz; kırgınlıkları ne kadar sürdürdüğünüz değil, fakat onlardan bir şeyler öğrenebilmenizdir. Kalp kırmayla ilgili güzel bir sözden bahsetmeden geçemeyeceğim; ’ Kalp kırmak suya yazı yazmaya benzer, kalbi yeniden kazanmaksa gece güneşin doğmasına.. Sen suya yazı yazmasını başardın, şimdi otur da güneşin doğmasını bekle..!
Aynanız Ağlıyor mu? Duru bir sudan daha derindi ayna. Binlerce demir parçasının ateşte eritilip bir bütün demir parçası elde edildiği gibi onu da kim bilir kaç kum tanesinden elde etmişler, içine kim bilir daha neler katmışlardı.
İlk halini hatırlıyor, kendini göremiyordu... Yeni doğmuş bir çocuk gibi şuursuzdu.
Bir yanı siyah giyindiği gün içi gibi her yeri ışıldıyordu. Hele altın rengindeki çerçeveye sahip olduğu gün tacını giymiş kral gibi gülümsüyordu.
Beyaz bir duvara asıldı. Artık sırtını dayadığı duvara bir çivi ile bağlanarak onunla dost olmuştu.
Yaşamın bir penceresi olmuştu. Her şeyi olduğu gibi gerçek, tarafsız ve yorumsuz yansıtan bir pencere.
Ağlayanla ağlıyor, gülenle gülüyordu. Görmek istediği gibi bakanlar oluyordu aynaya. Onlara görmek istediklerini göstermenin, içinde açtığı yarayı anlayabilmek çok zordu.
Maskeli yüzlerin maskesiyle karşılaşmak, yüreklerindeki acımasızlığın riyanın vefasızlığın yüzlerine akseden yönleriyle karşılaşmak kolay değildi.
Özellikle geceleri, son ışık da terk edip gittiğinde, ayna sessiz sessiz ağlıyordu. Bazen kendi gözyaşlarını siliyor, bazen de yakalanıyordu. Neyse ki sıcaklık farkından oluştuğunu düşünerek siliyorlardı üstündeki damla damla yaşları. Oysa ayna ağlıyordu.
Kimi zaman yalnız başına kaldığında, bir gün dilinin çözülüp kendisine bakanlarla konuşacaklarını karşısında birine söyler gibi kendi kendine konuşuyordu:
'Siz insanlar ne tuhafsınız. Olduğunuz başka, olmak istediğiniz başka. Aradığınız başka, bulduğunuzu sandığınız daha başka. Dört bucakta aradığınız huzurun yanı başınızda olduğunu inatla görmek istemeyen garip varlıklar.
Bir gün ellerinizi şakaklarına dayayıp karşıma geçseniz... Düşünseniz... Kendi gözlerinizin içine baksanız derin derin. Her şeyin çaresini bulacaksınız. Huzurun, başarının, dostluğun, sadakatin, samimiyetin ta kendisini...
Sorun da içinizde, çözüm de... Maskeyi yırtmanın yolu da bu...
Bir kalem alıp elinize kendinizi çizseniz yüzünüzü nasıl çizersiniz. Masum çocukluğunuzun kaybolan hüznüyle mi?
Ya benim halim? ... Sizi her saniye görmek istediğiniz şekille resmetmek zorundayım. En zoru da; olmak istediğinizi anlamakta çekiyorum.
Nelerinizi görmüyorum ki... Benden ayrı olduğunuzda yaptıklarınızı bile okuyorum yüzlerinizde.
Bazen uyarmak istediğim oluyor sizi, olduğunuz gibi gösteriyorum. 'Şimdi kötü görünüyorum' diyorsunuz. Yine de kötü olduğunuzu kabullenmiyorsunuz. Sizin üzdüklerinizi unutup, sizi üzmekten korkarak eski halime çekiniyorum.
Az da olsa gözlerinizin içinin güldüğü oluyor. Bazen ilahi bir lütuf gibi samimice gözlerinizin yaşardığında sizi, ne çok seviyorum.
Gerçek hayatta yaptıklarınızı romanlarda, hikayelerde, filmlerde bir başkasının yaptığını gördüğünüzde; sanki onları siz yapmamışçasına mağdur olandan yana olup sizi temsil edene kızıyorsunuz. Ne büyük çelişki? .
Ben aynalığımdan utanıyorum. Ama siz...
Kendinize böyle yabancı olmasanız... Biraz olsun ruhunuzu dinleseniz karşımda. Kendinizi sorgulasanız...
İçinizden birinin dediği gibi Suçlarınız yüzünüzde görünseydi biz aynaları satın almazdınız' Yüzünüzde maske var. Yaşlanınca maskeyi bir parça çıkarıyorsunuz. Bu kez de, aynalar yalan söylüyor diye yalancılıkla suçluyorsunuz.
Görmeyi bilseniz, görmek isteseniz, her biriniz bir ayna. Ama siyah gözlüklerle gizliyorsunuz gözlerinizi. Cenazelerde ağlamadığınız bilinmesin, dışarıda nereye baktığınız fark edilmesin diye.
Merhametin yokluğu, kıskançlığın hakimiyeti belli olmasın diye.
Yalan söyleyen dudaklarınızı boyalarla kapatıyor, kirlenen yüzünüzü fondötenlerle kremlerle örtüyorsunuz.
İmrenilecek halinizde yok değil. Siz, yanlışlarınızı bana göre çok kısa hayatınızda kolayca taşırken, ben doğruluğu sonsuza yakın taşımak zorundayım.
Fanilik bazen, ne güzel diyorum.
Bir tırtılın kelebeğe dönüştükten sonraki ömrü, gül bahçesinde de geçse en fazla bir gün.. Sizlerin de atmış, yetmiş, nihayet yüz yıl... Bu süreler içinde yer, içer çoğalır; dilediğiniz gibi yaşarsınız. Her gün üzerime konan karasinekler bile 3 gün yaşar.
Oysa ben büyüyemem, çoğalamam. Sekiz bin yıl önce Çatalhöyük'te var olan en eski atam bile sizin elinizde. Rahat bırakmamışsınız...
Sizin toprak olma hakkınız var. Biz aynaların kuma dönüşme hakkımız yok nedense? '
Ayna böyle söylüyor, kırılgan bir yürekle hayata tutunmaya çalışan insanlar gibi, beyaz duvara ufacık bir çiviyle tutunuyordu.
Duvar bir gün 'yeter' dedi. Çivinin prangasını çözdü. Ayna yere düştü. Kırıldı.
Şimdi ayna bir köşede özellikle geceleri, son ışık da terk edip gittiğinde, sessiz sessiz ağlıyor. Her şeye rağmen kendi doğrularıyla var olmanın mutluluk gözyaşları bir yandan; eğilenlerin, bükülenlerin açması haline yönelik hüzün bulutları diğer yandan. Sahi sizin de aynanız var mı? Aynanız ağlıyor
Ruhumun Tüm Kötülüklerden Koruyan Bu aydınlığın Diyer Adı Bir çift ela gözün çimen yeşiline çalan kıvrımlarında gördüm ilk; bir adamın bir kadını ancak bu kadar sevebileceğini... Gözlerine yansıyan bakışlarımda, bir adamın ancak bu kadar sevilebileceğini gördüğüm gibi... Kimse senin gözlerinle bakmamış bana, ben kimsenin gözlerinde yitip, o gözlerle seyre dalmamışım dünyayı; senden önce... Aşk; aşk olalı böyle bir hal, böyle bir duruş yakalamamış bir çift gözbebeğine cennet bahçelerinin gölgesi gibi inen, her biri yüreğimi tam da orta yerinden vuran kirpiklerde... Kokundan tanıdım seni... Yıllardır arayıp da bulamadığım o koku... Deniz kokusu kadar büyülü, yabani leylak kokusu kadar baştan çıkarıcı, bebek kokusu kadar saf, taze ekmek kokusu gibi sıcacık. Bir yandan da gibi'si olamayacak kadar tanımsız... Başım nasıl dönmez şimdi benim? Önüm sıra alıp gitmek varken bu kokuyu, arkamı dönüp de uzaklaşabilir miyim senden? Sana karışıp, kaybolmak, seninle bir olmak varken... Dudaklarımı yakıyor hasretinin buruk tadı... Ama o hasret ne de güzel acıtıyor biliyor musun... Ne de güzel sızlatıyor ince ince. Senin yarin; sabır eyliyorsa böylesi bir özlemi, bil ki canından çok seviyor seni. Bil ki vaktini saatini bekliyor vuslatların en güzelinin... Uykuların en derininde kıpırdanıyordur şimdi dudakların, kimbilir hangi ben'li rüyanın en tatlı yerinde belli belirsiz mırıldanıyorsundur sevdiğini. Bense uykusuz bir gecenin koynunda dört harf seçmişim alfabeden, ismin diye döndürür dururum dilimde. İsmin, susuzluktan ölsem bile içmeye kıyamadığım bir damla su... Sana kavuşacağım ana dek geçecek tüm saatler, kollarında olacağım zamana takvim dokumuş bütün günler nasıl adınla başlıyorsa, içime çektiğim her nefes de adınla doluyor bedenime... Verir vermez nefesimi, hızla içime çekiyorum yine, ya kaybolursa ismin bu odanın içinde? ! Ya ölürsem; hem de sırf bu yüzden? ... Güneş, ilk ışıklarını nice alemlerin üzerine yaymak, nice karanlıkları aydınlatmak için nazlı nazlı süzülürken ufuktan gökyüzüne doğru, benim güzel gözlü meleğim de salacak bakışlarını dünyamın üzerine ki anlayayım gecemin güne kavuştuğunu... Yaşamımın en büyük müjdesi, en büyük aşkı, duy bu dediklerimi: Her ne geldiyse başıma seni bilene dek; bin beterine razı olurdum yine; ödülün yine 'sen' olacağını bilsem. Ben talihsiz sanırken kendimi, meğerse ne büyük bir sınavdan geçiyormuşum! Meğerse diyetini en başından ödüyormuşum şimdiki mutluluğumun. Çok dua etmişim; bir o kadar da almışım demek ki, sevabım günahımdan çokmuş demek ki. Bilmem ki şimdi nasıl şükretmeli? ... Hem içimdesin; hem dışımdayım. Hem bendesin, hem sendeyim... Ruh ikizim, eşim, aşk metalinden bir ferman yazıyor parmağımda; sen diye sevip okşadığım... Hani bir gece, gül yaprakları arasında bana sunduğun, taktığım gibi parmağıma kazınmış sevda mühürün... Hiç korkmayasın bensiz kalmaktan, hiç korkmayasın ellerimi tutmak isteyip de dokunamamaktan. Öyle bir yazgı ki bu; öyle bir 'bir' olmak ki, bizi ayırmaya kimsenin gücü yetmez, biri ikiye bölmeye kimse cesaret edemez. Şu ömür dedikleri rüyanın içinde sen bulmuşsun ya beni, daha ne isterim ki hayattan? Başka ne için yaşanabilir ki bundan sonra? Sadece senin için; sen diye, seninle... Senin gülüşün, sesin, nefesin, tenin olmadan tutunamam artık hayata, çünkü bana kendini tertemiz aşkından süzüp de getirdin sen; onca pisliğin arasında can çekişirken bu yorgun dünya... 'İnsan' olan insan sevince, sevdası da 'sevda' oluyormuş demek; görmemişim ki senden önce... Yalanları, yamalı hırsları, küçük hesapları, sinsiliği; sahte aşkları ile kuşatıp her önüne gelene lütufmuşcasına dağıtanlara ibret olsan keşke; yüreğinin saflığıyla, dürüstlüğünle... 'Böylesi de varmış' dedirten yüreğinle, beni gerçek aşkın güzelliğine inandıran yüreğinle... Geçmişin tüm puslu izleri silindi gitti, dün de sensin bugün de. Yarın varsa, senin için var. Görür gibiyim gelecek günleri, bembeyaz; kollarında yaşlanıp giderken saçlarıma düşecek tel tel aklar gibi... Olmazı 'ol' deyişi ile olur kılan yüce tanrım yüzünü bana senin yüzünde göstermiş demek ki... Bu yüzden biliyorum ki, ne geri dönüşü vardır bu yolun, ne de sonu... Tüm kelimeler, senin dünya üzerindeki varlığını bildiğim gün yeni baştan vücut buldular, gerçek anlamlarına o zaman kavuştular. İşte bu yüzden 'sevgilimsin', işte bu yüzden 'seni seviyorum'... İşte bu yüzden ruhumu tüm kötülüklerden koruyan bu aydınlığın diğer adı; 'aşkın sen hali'....
Bakmayın, yazılarıma sinmiş hüzne.... Her şeye rağmen, şanslı biriyim ben! Hiç ağlamadığımdan değil; çok akıttım gözyaşımı içime... Hiç kaybetmediğimden değil birini... Çok yandım ciğerimden; baktığım her yere, sevdiklerimin yüzünü kazıdı hasret... Yıldızlarla doluydu gökyüzüm; kapkara bir boşluk bıraktılar kayanlar... Bir daha asla dolduramadım. Gidene soramadığımdan, kalanın ıstırabı daha çok sandım. Hiç ihanete uğramadığımdan da değil; yarası her zaman taze, birkaç hançerle dolaştım durdum sırtımda; hem öfkelendim, hem anlamsız geldi kızmak. Herkesten farklı değildi başımdan gelip geçenler.... Herkes kadar ağladım, herkes kadar yandım. Acısız olmuyordu ki hayat! Ağlamaktaydı bereket, yağmurda ıslanmadan yeşermiyordu ki toprak! Bakmayın, yazılarıma sinmiş hüzne... Mutlu bir çocuktum ben! Kalabalık bir ailenin sevgisiyle büyümüştüm. Bir sürü arkadaş, bir sürü oyun; kuyruğuna tutunmuştum kırmızı bir uçurtmanın... Hayat hep veriyordu, alacağı günleri hiç düşünmemiştim. Sancılıydı ilk gençlik! Şimdiki hüzünlerimle, o zamanları karşılaştırdığımda, çocukluk deyip geçiyorum. Ah, nerdesiniz 17’lik dertlerim! On yedimde başlamıştı hayatla kavgam. Artık sadece, tartışıyoruz. Acıya alıştığımı söyleyemem hala; hele, nasır tuttuğunu kalbimin... Unutmayı becerdiğimi de söyleyemem; asla unutamadım, kusurluydu hafızam; almayı biliyordu da silmeyi, asla! İyi ki hatırlıyorum! Yaşamımdan çıkanlara kızmıyorum; öğrettikleri her şey için minnettarım. Bir zamanlar, doyasıya güldüğümüz içindi uğurlarken akıttığım göz yaşlarım... Paylaştıklarımız kadar değerliydiler. Paylaşamayacaklarımızın adıydı hasret! İhanete de alışamadım elbette; ama, edenlere de eyvallah! Kir tutsa da kin tutmaz yüreğimiz. Az şey sayılmaz, utanmayı bilmeyenden öğrendiğim; sırf bu nedenle bile affedebilirim. Bakmayın, yazılarıma sinmiş hüzne.... Şanslı biriyim ben! Mükemmel bir anne-baba; harika kardeşlerimle; hem büyük, hem mutludur ailem! Eski-yeni fark etmez; hem köklü, hem sınanmıştır dostluklarım! Kolay yere gelmez sırtım; ne yaparsa yapsın, kolay vazgeçmem hayattan!
Kokladığım gülleri, teker teker solduracak biliyorum. Asla hazır olamayacağım acıya; ama, çekmeyi de öğrendim artık. Bütün duyularım açık, elimde suyum, yüreğimde umut, güllerimin yanındayım. Az şey midir, biteceğini bildiğin bir hayatı son nefese kadar paylaşmaya hazır olmak. Ve baş kaldırmak ölüme, sonsuza kadar, sevip hatırlayarak... Zaman bir değirmen; keder girer, hüzün çıkar kapıdan... Ben de toy girip, olgun çıktım içinden.... Bakmayın dertlenip içlenmeme; yağmur yağar, toprak kokarım; güneş açar, çiçek! Sadece, Güneşli günlerde kalem oynatmaz yürek!
DENİZ KABUKLARI Tanıştıkları sahilden toplamıştı o deniz kabuklarını. Ege’den, kekik kokusu ve mavinin ortak yeri, Ege’den çıkan bu ilişki, o deniz kabuklarını da İstanbul’a getirtmişti kekik ve mavi kokan bu ilişkiyle beraber. Saatlerce sürmüştü sahilde o birbirinden değişik deniz kabuklarını toplamak, ve bir İstanbul kışında en güzellerinden sevgilisiyle küpe yapmışlardı beraber. Şimdi ağlayarak yere boşalttığı o deniz kabuklarıydı. Kızın bakışları donuk bakıyordu yere dökülen deniz kabuklarına. Ağlayarak bağırıyordu, bildiği halde amaçsız çırpınmanın faydasızlığını. Yere dökülen kabuklar gibi dökülüyordu bir bir umutları. Onu kaybetmişti, sevgilisini kaybetmişti ve en güvendiği yerden, ilişkisinden kan kaybetmiş, ilişkisini kaybetmek üzereydi. O donuk bakışlar, sözlerinin ona ulaşmaması, dökülen deniz kabuklarının o yeşil halıda birer ölü gibi yatması, sonucu belli ilişkisiyle yalnız kalan adamı iyice boğuyordu. Yalnız kalakalmıştı, sevgisiyle, aşkıyla, onunla kurduğu yaşamla yalnız kalmıştı. Hiç düşünmeden sinsice gelen ayrılığı birden içinde hissetmişti. Yıllar önce sevgilisinin ayrılık acısı nerde olur biliyor musun, karnın oralarda, midenin altında bir yerlerde diye tanımlamasını şimdi o acıyı tamda dediği yerde yaşayarak hissediyordu. Hiçbir yere sığdıramadığı sevgisini sahipsiz bırakan yüze baktı, deniz kabuklarına. Araların da ki ayrılığı derinleşen uçurum gittikçe büyürken, aynı tarafta kalan ilişkisi ve o bakakaldı deli gibi sevdiği o yüze, uçurumun öbür ucuna, kaybetmişti. İçine batan onca acı ve biriken onca çaresizlikle, ıslak kirpikleriyle ona baktı. O sahili düşledi, her şeyin başlangıcı o maviyi. Ege’nin o mavi kıyısında başlayan her şey, İstanbul’un göbeğinde ara sokakların o eski evinde son buluyordu, kaybederken kendini, son, bulmuştu ve kazanırken kimliğini, ete kemiğe bürünürken ayrılık, sessizlik derin bir çığlık gibi sarıp sarmalıyordu adamı. İstanbul bekliyordu onu şimdi, sessizce kucaklayıp sarıp acılarını dindirecek sokaklar bekliyordu, bir anne huzuruyla sıcacık ve bir orman kalabalığı ve dinginliğiyle yok olmak için İstanbul.
Çocukluğundan beri şiir okumaktan mı, yoksa gözleri her defasında nemlenerek izlediği o eski Türk filmlerinden midir bilinmez, gerçek aşka inanırdı o kadın. Mitolojik versiyonlarından başlayıp, Leyla ile Mecnun serisine kadar içinde aşk geçen ne kadar öykü var ise yüreği ile okurdu. Şiiri ise, aşk’ın kelimelere dökemediği mükemmel gizinin ipuçlarını yaşama taşıdığı için severdi. Çoğu zaman kimsenin fark edemediği şiirsel bir dünyada gibi yaşardı. Adı olmayan, sadece rengi olan bir kadındı o...Mavi bir kadın..
Kimin gözlerinde aşk’a benzeyen bir ışık görse yumuşardı bakışları.Kimin yüreğinin çarptığını duysa,koşardı adımları... Kendi aşk’ını bulamadığından belki, başkalarının aşklarına sahip çıktı çoğu kez...Onu seven hiçbir insanın gönlünü kırmadı, üzmedi bilerek..Bu yüzden kendi yüreğinde başkalarının acılarından yarattığı çentikler açtı durmadan.. Kapanmayan yaraları oldu yıllarla..
Bir zaman sonra gerçekten seven biri çıktı karşısına..Aşk’ a aşık bu kadın kapılıp gitti, şiirsel aşkının peşine.. Adam,tuzağa avını çeken bir avcı gibi adım adım şiir döktü yollarına...Yaptığı her yanlışa bir doğru buldu kadın.. Üstelik aldatılmıştı daha önce, üstelik biliyordu sonunu.. Yine de parça parça topladı sevginin kırıntılarını.. Çünkü ekmek kadar kutsaldı onun için aşkın her yansıması..
Şiirler bitti birgün..Kadın güz döktü gözlerinden..Baharı sona vardı..Her ağaçtan altın sarısı yapraklar döküldü rüzgarla...Yine de sarındı ruhuna kuru yaprakları, aşk’a ağladı bir başına... Yürümekten yorulmuş yüreğini acı ile dinlendirdi bir zaman.. Şiirler yeşersin diye bekledi.. Soru işaretleri beynine ve yüreğine yazılı şiirler gönderdi..İçinde cevaplar olmayan, üstelik şiir de olmayan kelimeler döndü sadece karşılığında.. Düşündü kadın... Oysa ne zaman düşünce girse yüreğin içine..Yürek bırakırdı sevginin ellerini...
Yapraklarını döktü kadın...Yürüyüp gitti acının içinden geçerek...
Adam.. Şiirlerini başka birine yazıyordu artık...Ama hiçbir dizesi varamadı 3.şahsın yüreğine..Öksüz kaldı tüm kelimeleri..Geri döndü ağlayarak, bıraktığı yerde kadınını bulacağını umarak...Bir yığın ıslak sarı yaprak bulabildi sadece..
Kadın... Bir su kenarına varmıştı o sırada...Ya da su,ona akmıştı kimbilir..? Umut taşıdı durmadan kadının yaralarına...Yemyeşil bir deniz oldu zamanla...
Adam... Bu kez belki gerçekten aşk ile yazılmış kelimeler verecekti kimbilir..?
Kadın dedi ki, “Aşk’ı herkes yazıyor bir yerlere..Hiçbiri kalmıyor günün birinde nasılsa...Ben SUYA YAZDIM bu yüzden”
İNSANCA YAŞAYABİLECEĞİMİZ BİR DÜNYA DİLEĞİYLE........ YAŞADIKLARIMDAN ÖĞRENDİĞİM BİRŞEY VAR Yaşadın mı, yoğunluğuna yaşayacaksın bir şeyi Sevgilin bitkin kalmalı öpülmekten
Sen bitkin düşmelisin koklamaktan bir çiceği İnsan saatlerce bakabilir gökyüzüne Denize saatlerce bakabilir, bir kuşa, bir çocuğa Yaşamak yeryüzünde, onunla karışmaktır Kopmaz kökler salmaktır oraya.
Kucakladın mı sımsıkı kucaklayacaksın arkadaşını Kavgaya tüm kaslarınla, gövdenle, tutkunla gireceksin Ve uzandın mı bir kez sımsıcak kumlara Bir kum tanesi gibi, bir yaprak gibi, bir taş gibi dinleneceksin
İnsan bütün güzel müzikleri dinlemeli alabildiğine Hem de tüm benliği seslerle, ezgilerle dolarcasına İnsan balıklama dalmalı içine hayatın Bir kayadan zümrüt bir denize dalarcasına
Uzak ülkeler çekmeli seni, tanımadığın insanlar Bütün kitapları okumak, bütün hayatları tanımak arzusuyla yanmalısın Değişmemelisin hiç bir şeyle bir bardak su içmenin mutluluğunu Fakat ne kadar sevinç varsa yaşamak özlemiyle dolmalısın
Ve kederi de yaşamalısın, namusluca, bütün benliğinle Çünkü acılar da, sevinçler gibi olgunlaştırır insanı Kanın karışmalı hayatın büyük dolaşımına Dolaşmalı damarlarında hayatın sonsuz taze kanı
Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var: Yaşadın mı büyük yaşayacaksın, ırmaklara, göğe, bütün evrene karışırcasına Çünkü ömür dediğimiz şey, hayata sunulmuş bir armağandır Ve hayat, sunulmuş bir armağandır insana.
ATAOL BEHRAMOĞLU
HER ŞEY SENDE GİZLİ
Her şey sende gizli: Yerin seni çektiği kadar ağırsın Kanatların çırpındığı kadar hafif.. Kalbinin attığı kadar canlısın Gözlerinin uzağı gördüğü kadar genç...
Sevdiklerin kadar iyisin Nefret ettiklerin kadar kötü.. Ne renk olursa olsun kaşın gözün Karşındakinin gördüğüdür rengin..
Yasadıklarını kar sayma. Yaşadığın kadar yakınsın sonuna
Ne kadar yaşarsan yaşa, Sevdiğin kadardır ömrün.. Gülebildiğin kadar mutlusun Üzülme bil ki ağladığın kadar güleceksin
Sakın bitti sanma her şeyi, Sevdiğin kadar sevileceksin. Güneşin doğuşundadır doğanın sana verdiği değer Ve karşındakine değer verdiğin kadar insansın
Bir gün yalan söyleyeceksen eğer Bırak karşındaki sana güvendiği kadar inansın. Ay ışığındadır sevgiliye duyulan hasret Ve sevgiline hasret kaldığın kadar ona yakınsın
Unutma yağmurun yağdığı kadar ıslaksın Güneşin seni ısıttığı kadar sıcak. Kendini yalnız hissetiğin kadar yalnızsın Ve güçlü hissettiğin kadar güçlü. Kendini güzel hissettigin kadar güzelsin... İşte budur Hayat!
İşte budur yaşamak Bunu hatırladığın kadar yaşarsın Bunu unuttuğunda aldığın her nefes kadar üşürsün Ve karşındakini unuttuğun kadar çabuk unutulursun Çiçek sulandığı kadar güzeldir Kuşlar ötebildiği kadar sevimli Bebek ağladığı kadar bebektir Ve herşeyi öğrendiğin kadar bilirsin bunu da öğren, Sevdiğin kadar sevilirsin...
dost musun? Öyleyse canın canımdır... Aynan olmalıyım... Yüzüne söyleyebilmeliyim her şeyi... Hem sakınmadan, mertçe... Hani bilirsin, esirgemem lâfımı, Ne şekil gelirse, öylece... Hazırım tüm içtenliğimle konuşmaya, ama, Seni de dupduru isterim karşımda... Dostsan, Gözlerimin içine baka baka yaka silk benden! Arkamdan şikayetlenme! Yiğit ol! Gerekirse yiğitçe azarla, çekinme! Lâf değil, icraat beklerim senden! Öyle bak ki, hislerini görebileyim... Öyle hisset ki, güvenle bakabileyim... Sevmem, ölenin ardından ağıt yakmayı! Dil dönerken söylenmeli her şey... Kulak duyarken anlatılmalı... Göz bakarken bakmalıyım sana... Can sağ iken sarılmalı... Keşkelere meydan vermemeli hayatım, Pişmanlıklarla yoğrulmamalı.... Hayır! Dirime selâm vermeyen, Ölüme de fazla yaklaşmasın! Dostsan, ölmemi bekleme! Haklıysam, yaşarken savun beni! Yaşarken yanımda ol! İnanmışsan bana, kimse çevirmesin seni yolundan! Ve inanmamışsan, sakın rol yapma! Her söylediğimi onaylaman şart değil... Her yaptığımı beğenmen de gerekmez... Dostsan, rahatça eleştir, fikrini rahatça söyle, sıkılma! Yadırgayabilirsin beni, Ve ben de seni tuhaf bulursam şaşırma... Kandırmanı aslâ kabul edemem! Her dediğini, her yaptığını hoş görürüm, ama, Beni, bana sormadan yargılama! Her yediğimiz aynı olmaz belki, Her dakikamız birlikte geçmez... Her güldüğünde gülmeyi garanti edemesem de, Ağladığında seninle birlikte oturup ağlarım... Belki her çağırdığında gelemem fakat, Derdine ortak ararsan, koşarım... Ben de herkes gibi insanım elbet, Ne göklere çıkar beni, ne de yerin dibine sok! Senin işin bu değil! Benim zaten bir yerim var herkes gibi yer ile gök arasında... Dostsan, Küçümsemeden, küfretmeden, Sevgiyle, saygıyla ve huzurla gel sokağıma... Dinlenmek istediğinde, hiç düşünme, sana özel bir limanım, ama... Yorulduğum zamanlarda, Dilediğimce sığınabilmeliyim koylarına... Seni bir çocuk kadar saf sevebilirim Ve bir deli kadar art niyetsiz... Uğruna seve seve hesabı şaşırırım... Görmezden gelebilirim yanlışlarını... Başkaları enayilik sayabilir, Başkaları akılsızlığıma yorabilir, Bunları dert bile etmem, ama, Sen, aslında aptal olmadığımı, Her an, tekrar tekrar hatırla! Ve sakın beni aptal yerine koymaya kalkışma! Seviyorsan, cimrilik etme, söyle! Muhabbeti varken, yokmuş gibi yapanla, Hiç sevmediği halde, yılışıp durana sinir olurum! Neyse, o olmalı insan... Kendisi olmaktan korkmamalı! Kendisi olmaktan kaçmamalı! Bil ki, sensin diye seni bırakmam, ama, Ben olduğum için bırakırsan beni, Yas da tutmam arkandan! Bedel mi? Ödemeyeceksen çıkma yola! İçten pazarlık edersen, ancak kendine edersin... Kendince küser barışır, kendi kendini yersin! Dostsan, mevsimince yağ... Kışsan kar ol, güzsen yağmur... Soğuğuna, sıcağına, esip savurmana itiraz etmem, Senden, ille de bahar olmanı beklemem, ama, Dayanmalısın en şiddetli fırtınalarıma... Belki de çok geldi bunca talep... Bana karşı hiçbir mecburiyetin yok, korkma... Sana fazla geldiğim ilk anda, Arkana hiç bakmadan, dönüp gidebilirsin... Geçip gidebilirsin,borçluluk hissetmeden... Mutlaka bir açıklama da beklemem senden, ama, Gitmeye davranırsam bir gün, Sen de karşımda set olma! Dost musun? Öyleyse, canın canımdır, Yoluna baş koymaya hazırım ya, Başını da yollarımda isterim, unutma
İnanmak mümkün olmazdı her aşkın bağrında bir ayrılık gizlendiğine belki de, kartvizitinde 'onca ayrılığın birinci dereceden failidir' denmeseydi eğer.
Gerçekten boynunu bükmezdi papatyalar, ihanetinden onlar da payını almasaydı eğer.
Issızlığa teslim olmazdı sahiller, kendi belirsiz sahillerinde amaçsız gezintilerle avunmaya kalkmamış olsaydın eğer.
Sen gittikten sonra yalnız kalacağım. Yalnız kalmaktan korkmuyorum da, ya canım ellerini tutmak isterse...
Evet Sevgili, Kim özlerdi avuç içlerinin ter kokusunu, kim uzanmak isterdi ince parmaklarına, mazilerinde görkemli bir yaşanmışlığa tanıklık etmiş olmasalardı eğer! !
BİR DÜNYA İSTİYORUM, GÖZYAŞLARININ MUTLULUK İÇİN AKTIĞI...BİR DÜNYA İSTİYORUM, ACILARIN SEVGİYLE SARILDIĞI...BİR DÜNYA İSTİYORUM, ACIMASIZLIKLARIN OLMADIĞI...BİR DÜNYA İSTİYORUM HUZUR VE GÜVENİN BULUNDUĞU...BİR DÜNYA İSTİYORUM, GÜNEŞİN HİÇ BATMAYIP, GECELERİN AY IŞIĞIYLA YIKANDIĞI...BİR DÜNYA İSTİYORUM SESLERİN FISILTIYLA ÇIKTIĞI, BİR DÜNYA...ÖYLE BİR DÜNYA Kİ UMUTLAR YELKEN AÇSIN GÜZELLİKLERE...ÖYLE BİR YELKENLİ OLSUN Kİ, SEVGİ RÜZGARLARI İLE YOL ALSIN MENZİLE...DÜMENİ AŞK, DÜMENCİSİ SEVGİLİ OLSUN...
Acının kalbini aradım nihayetinde Sonuçsuzluk biçare gönüllere konmuştu Sükûtun üzerinden akıyordu berrak su Kızıllığını kaybeden kandı akan bedende.
Umarsızlık bir buluttu gökyüzünde Zaman tükenen kum saatinde saklıydı Gül bahçesinde uyuyan güzel sessizlikte Tavan arasında koşan yarış atları saklı kalbimde.
Bir iki ve üçte hareketlendi zaman Zerre büyüklüğünde havalandı toz bulutu Ellerimden zirvelere kayıp giden hayat Hafif bir tebessüme odaklandı kaderimde.
Hayallerin orta yerinde kalıveren bakış Patlayamamış bir mısır tanesine sıkışmıştı Gülkurusu akşamlarda yankılanan sesti bir an Hüzünlü ezgiye saklanıp külrengine dönen zaman.
güvercinim söyle Ona değmedi başka elerin eli eline de. rüzgar söyle Ona söylemedi başka isim dudakları iki hece adın gece gündüz dilinde de. dağlar söyle Ona siz kadar olan özlemimi çok özledi, çok özledi, çok özledi de. ay söyle ona yıldızların bekçisi oldu gözleri her kayanda seni diledi de. pencere önü çiçeğim söyle ona bu günde pencerede seni bekledik de. güneş söyle ona gittin diye kırgın değil, ben gibi dönüp geleceksin diye bekliyor de. yalancı baharım sonbaharım söyle ona eylül kokunca, yapraklar sararınca dolacaksın ben gibi içine de. yalnızlığım söyle ona uykularından uyanıp ağlıyor ben yüzünden sensizliğim ben onun için sen dönersen ben gideceğim de. şiirim söyle ona bu çağrı, bu feryat, bu bir yalvarış geri dönmen uğruna vazgeçiyor gururundan de yağmur söyle ona, söndüremediğin hasretimi toprak kokusu kadar sevdiğimi söyle.
***Gittin sen, tüm gidenler gibi... Tam beni tamamlayacağını düşünürken, yine ben eksik kaldım. Gülümseyişlerim takılı kaldı yüreğimde. Sonu yok, ışığı yok bir yolda ıssız, sessiz kaldı sevdam. Ama sen gittin; tıpkı diğerleri gibi...
Korkup kaçtın belki de bu sevdadan. Küçük bir kızdı kocaman yüreğiyle seni seven ama sen sığdıramadın kalbine; taşıyamadın doğru dürüst... Bu kadar çabuk pes edişin de ondandı belki. Başka cümlelerin ardına sığınman, yalan yanlış sevdalara takılman...
Gözlerine baktığım zaman çoğaldığımı hissediyordum. Öyle anlamlıydı ki; hayatın tüm gizemi senin gözlerindeydi sanki... Her şey o 'çakır' yeşilin içinde saklıydı. Ama sen aniden kapattın o gözleri; aldın yeşilini benden... Tüm sırlar da o yeşil kutuda kapalı kaldı. İşte ondan sonra başladı her şey... Kalp ağrılarım, baş ağrılarım, gece yarılarında sebepsiz haykırışlarım... Bana bıraktığın ve içimde kalan o 'yeşil'di belki de bunlara sebep olan...
'Kötü bir oyun seyrediyorsun, geçecek' diyordum kendime. 'Bak geçince hiçbir şey kalmayacak, arta kalanlar eksi sonsuzluğa uğurlanacak.' diyordum. Ama olmadı. Geçmedi. Her şey artarak daha da çoğaldı. Pişmanlıklar sardı çevremi, 'keşkeler' birikti içimde, 'acabalar' dolaşıp durdu beynimde... Hepsi benden bağımsızdı. Hiçbir organıma söz geçiremedim. Hep sen çoğalıyordun, hep sen büyüyordun içimde...
Sana dönüşmeye başladığımı anlayayınca da bir direniş başlattım kendime. Artık, hiç konuşmuyorum kalbimle... Kendi haline bıraktım onu. Ne derse desin, ne isterse istesin; hiç aldırmıyorum. Tıpkı derin dondurucundan çıkmış gibi bir kalbim var artık benim. Buz gibi... İçindeki her şey dondu. Sevgiler, sıcak gülümseyişler, arzular, istekler... Belki bir gün üzerindeki buzlardan sıyrılıp 'artık ben de varım' diyerek yeniden ortaya çıkar ve bana döner; kim bilir...
Ama o güne kadar, buz gibi 'yeşil'in arkasından bakacağım dünyaya. Senin bana verdiğin o 'acı yeşil'i yaşayacağım. Kolay değil çünkü, kalbimde dallanıp budaklanan o 'yeşil'i bir anda kökünden sökmek. O yüzden zamana bırakıyorum her şeyi. Bakmadığın bir çiçek nasıl soluyorsa, o 'yeşil' de bir gün elbet solup, sararacak. Hayatımda ilk kez sana açtığım kalbim de bundan böyle sadece bahara açacak; sadece bahara...***
Olanlar ve yaşanılanlar,hissedilenler biraz garip ama sanırım özel olmanın tek sebebini bu tek cümleyle anlatabilirim.
Ben senin dünyevi başarılarınla değil, seninle ve yüreğindekilerle ilgileniyorum.! ! !
Sen gerçekten ne istiyorsan ben gerçekten onu isterim. Benim mutluluğum senin özgürlüğünde itaatinde değil... Bunu sakın unutma..
Bazen bir bakış fırtınalar koparır orda yürekte yani...
Bazen yalnızlığın ayak sesleri duyulmaya başlar.Bazen sıcak bir tebessüm anımsanır geçmişten,Bazen oraya akan gözyaşları nehir olur taşar.
Dingin bir liman gibidir gece oysa sığınmamıza izin verir ama yinede ne kadar kaçabiliriz kendimizden ne kadar saklayabiliriz içimizde biriktirdiklerimizi?
Peşimizden gelmeye bize acı vermeye devam etmezler mi geçmişin hataları, kayıpları...
İşte hayat hafife alınmayacak kadar özel çünkü bir kez yakalıyoruz onu ve nasıl yaşayacağımıza biz karar veriyoruz.her ne kadar farklı yollar sunulsa da,dağıtılsa da...
ve ben ne kadar uzakta olursan ol tek bir yolu seçiyorum senin gittiğin yol ve seninle gidebileceğim o yol....
“ MELEĞİMSİN ” bunu hiçbir zaman unutma ve anlamı da senin gibi ve sadece sana özel...
Bir başıma bu kentin sokaklarında yürüyorum.Üşüyorum.Ne kadar uzaksan bana o kadar soğuyor hava.Sen yoksan,sıcaklık hep mevsim normallerinin altında.Bu yüzden meteoroloji raporları bile umrumda değil.Kar mı yağıyor yoksa yağmur mu,bana ne? Ben senin hasretinle sırılsıklamım zaten,daha ne kadar ıslanabilirim ki? Burada mısın değil misin belli değil.Bazen gidişlerin kahramanı oluyorsun,bazen sonsuz kalışların.Doyumsuz gecelerdesin kimi zaman,bazen de yalnız karanlıklardasın.Bitmek bilmez bir şarkısın; ama,ben mi notaları yanlış basıyorum da sen bu şarkıyı söylemiyorsun? Neden susuyorsun? Aşkın sessizliği ne kadar korkunç olur bilir misin? Bir tek kelimeye hasret geçen gecelerin hesabını soracağın kimse de yoktur üstelik.Kendi kendiyle konuşana deli derler ya,beni çoktan akıl hastanesine kapatmaları gerekirdi.Hem de iflah olmaz hastalar bölümüne... Yokluğuna alışmaktan korkuyorum,ne kadar kötü...Yokluğunu yürüyorum sokaklarda.Yokluğunu içiyorum kadeh kadeh.Hiç gelmeme ihtimalin bir idam mahkumuna dönüştürüyor beni.Hiçbirşey yapmadan beklerler ya hücrelerinde,ölümün soğuk nefesini hissederek...Anlamlı olan bir şey yoktur onlar için.Belki de bir an önce ölmektir akıllarından geçen,bu bekleme işkencesi bitsin diye...Bu yokluk hissi öldürecek beni... Gelebilme ihtimalin ise yüreğimdeki kuşları havalandırıyor,kanat seslerini duy.Gelmek iste yeter ki,yorulmayasın diye kuşlarım taşır seni bana.Bir görsem yüzünü,ah bir dokunsam sana...Göreceksin,sevdanın çiçek çiçek açtığını,umudun bir yangın gibi alev alev ikimizi birden sardığını.Anladım ki mümkün değil seni sensiz yaşamak.Ben o gönlü genişlerden değilim.Madem içimdesin,yüreğimde taşıyorum seni,o zaman yanımda da olmalısın.Sensiz yaşanmayacak bu aşk ötesi yok. Şimdi yalnız geceleri seviyorum.Seni yıldızlarda buluyorum.Daha bir dayanılır oluyor sensizlik sancısı.Mümkünü yok çıkmayacaksın aklımdan,bu yüzden gece,el ayak çekilmişken,hiçbir ses yokken seni düşünmek(yokluğunu değil ama) daha iyi.Bütünüyle sen oluyorsun o zaman her yerde.Ne kadar yakışıyorsunuz birbirinize,sen ve gece...ZAMAN GEÇER,HERŞEY UNUTULUR,BİR ÖRTÜYLE KAPLANIR ACILAR,AMA...'BİR TEK SENİ UNUTAMAM'...ERKEĞİM...
AKŞAM OLMAK ÜZEREYDİ HAVA YENİ YENİ KARARIYORDU DALGIN AMA SANCILIYDI AĞRILARI ARTMIŞ HASTA GİBİYDİ YILLAR ONDAN ÇOK ŞEYLER ALIP GÖTÜRMÜŞTÜ HEP YANLIZ YAŞAMIŞ HAYAT DENİLEN BU IRMAK ONUN İÇİN BOŞAMI AKIP GİTMİŞTİ SANKİ AĞARAN SAÇLARINDA MAZİYİ ARAR GİBİYDİ AĞIR AĞIR YÜRÜDÜ SOKAK BOMBOŞTU BİR AN DURDU O KADAR DALMIŞTIKİ CEP TELEFONUN ÇALDIĞINI BİLE FARKETMEMİŞTİ ARAYAN BİR DOSTTU BİRAZ ÜRKEK BİRAZ HEYECANLA TİTREYEREK ALO DİYE BİLDİ ÇÜNKÜ ONA YÜREĞİNİ AÇAN TEK DOST DOST GİBİ DOST YÜREĞİNE BİLEĞİNE DOST YOLDA YOLDAŞI SAĞLAM OLMALIYDI KİŞİNİN SEVGİ BUMUYDU DİYE DÜŞÜNDÜ YILLARCA BU DUYGUYU HEP SAKLAMIŞ HİÇ BAHAR YAŞAMAMIŞTI ŞİMDİ BİRİ ONA HAYATIN VAR OLDUĞUNU BU YOLCULUK NEŞARTLARDA OLURSA OLSUN BİR SON DURAĞI OLDUĞUNU ONA HEP HATIRLATMIŞTI OYSA ONUN BAZI DEĞERLERİ YIKILMAZ SANDIĞI TABULARI VARDI OYSA YIKILMAZ SANILAN NE KALELER NE SURLAR VARDI TELEFONU BİRDEN KAPATTI ZAMAN EPEY GEÇ OLMUŞTU AMA ONUN İÇİN YENİ BAŞLIYORDU KOŞTU KOŞTU EVE KENDİNİ ZOR ATTI OYSA YILLARDIR ONUN EVİNİ BİLE NE BİLEN NEDE SORAN VARDI SANKİ KARANLIK DÜNYADAN AYDINLIĞA TEKRAR SAMANYOLU YILDIZI GİBİ KARANLIKTA KAYBOLMUŞ GİBİ SABAH OLMUŞ KARARINI VERMİŞTİ BİR YERDE BULUŞTULAR YÜREĞİ KIPIR KIPIRDI SEVDİĞİ İNSANIN ELİNİ TUTUĞUNDA ELLLERİ ATEŞİ TUTUYOR GİBİYDİ NE OLURSA OLSUN HAYAT YAŞAMAYA DEĞERDİ ÇÜNKÜ SEVGİ YILLARDAMI SAKLANMIŞTI SADECE GÖZLERİNİN İÇİNE BAKARAK SEVDA DENİZİNDE KAYBOLMUŞTU DIŞARIDA YAĞMUR YAĞIYORDU YAŞAMAK NE GÜZELDİ AŞK YAĞMUR ALTINDA BİR BAŞKA GÜZELDİ ELELE TUTUŞMAK ONUN İÇİN BAHAR YENİ GELMİŞ HAZAN MEVSİMİ ONUN İÇİN ÇOK AMA ÇOK UZAKTAYDI ŞİMDİ BAHARDI.
Binlerce renk renk çiçeğin açtığı, bitkilerin bittiği, sürü sürü kuşların geçtiği, pırıl pırıl suların aktığı, çeşit çeşit hayvanların barındığı bir dağın yamacında güzeller güzeli Dilara adında bir kız yaşarmış. Her sabah kalkar huzur ve esenlik içinde türküler, şarkılar söylermiş… Kiraz dudaklarından tane tane mutluluk dökülürmüş yamaçlara…
Dilara her sabah uyandığında dağlara bakıp yüreğini bin çeşit renkle nakış nakış işler, güneşin rengiyle sevgisini, umudun mavisiyle umudunu süsler, çağlayan sulara, esen rüzgarlara bakıp bakıp sevinç pırıltılarını serpermiş gözlerinden…
Henüz bakir doğası insanlar tarafından kirletilmemiş, bozulmamış; yalanın, dolanın, kokuşmuşluğun hiç uğramadığı bir yermiş burası... Dilara’nın sevgisi yeryüzündeki çiçeklerin renkleri gibiymiş… Baharın sevgilisi, nisanın ilk aşkı, masumluğun sultanı, suların saflığıymış Dilara’nın güzelliği…
Nisanın ilk gözağrısıymış Dilara… Baharın ilk öpücükleri değdimi narin kirpiklerine, uyanıverirmiş tüm çim – çiçek, börtü - böcek..
Hoyrat rüzgarlar inzivaya çekildiğinde, bahar rengi ılık ılık meltemler sararmış ince belini Dilara’nın, incecikmiş yüreği de tıpkı beli gibi… İpekten teni varmış, gün ışıdımı pırıltılar dans edermiş saçlarında, pırıl pırıl suların üzerine vuran güneş ışıkları gibi…
Dilara her sabah erkenden kalkar çiçeklerle koklaşır, laleleri okşar, kuşlarla, kelebeklerle konuşur, dağ tepe demeden güneşe gülümseyerek mutlu bir şekilde kuzularının peşinde dolaşır dururmuş... Her seher bereket tohumları ekilirmiş dağların doruklarına, umut umut yeşerip halaya dururmuş çiçekler her bahar Dilara’nın güzelliğinde...
Bir gün hiç beklemediği bir anda karşısına genç bir adam çıkıvermiş, şiirler okumuş ay ışığında, şarkılar söylemiş, masallar anlatmış Dilara’ya. Sık sık buluşmuşlar... Sevdalanmış sonra Dilara, bırakmış kendini kollarına genç adamın hiç bir kötülük düşünmeden, başlamış rüyalarda, masallarda yaşamaya...
Çiçekleri, kuşları, kelebekleri bırakıp gece gündüz genç adamın hayaliyle yaşamaya başlamış... Sevdası yeryüzüyle, gökyüzünün sevdası kadar büyük; suyla, çiçeğin aşkı kadar da masum ve temizmiş... Sonra sevdasını açmış büyüklerine Dilara, hoş karşılamışlar kızlarının sevdasını, evlenmelerine izin vermişler... Davul zurna eşliğinde üç gün üç gece düğün olmuş, halaylar çekilmiş, inlemiş dağ taş...
Bir seher vakti uyandığında canından bir parça eksilmiş gibi irkilmiş Dilara. o canı gibi sevip bağlandığı adam buralardan sıkıldığını, kendisini unutmasını isteyip bir kağıt parçası bırakarak çıkıp gitmiş... Oysa aynı adam her sabah uyanır uyanmaz “sen dünyanın en güzel varlığısın, seni ölümüne seviyorum”diye övgüler dizermiş Dilara’nın gözlerinin içine bakarak... O zaman bütün yeryüzü, gökyüzü Dilara’nın olurmuş...
Çünkü dünyada ki; tek güzel Dilara değilmiş, her yerde kandırılacak dünya güzeli yüzlerce Dilara bulunurmuş yüzsüzler, yalancılar, sahtekarlar için...
O gün ilk kez ağlamış Dilara, mavi mavi pınarlar akmış gözlerinden. Ceylan gözleri o gün ilk kez üzgün bakmış dağlara... Aylarca belki döner umuduyla uçan kuştan, esen yelden haber beklemiş, dalgın dalgın bakmış sulara... Ama ne gelen olmuş ne de giden...
Huzuru ile beraber mutluluğu, sevinci de parçalanmış. Daraldıkça çıkıp bir dağ başına yankılı kayalara haykırmış içindeki ateşi... Bazen sessizce solumuş bir hazan yaprağı gibi, içi kanamış her baktığında dağların doruklarına... Gözpınarlarından akan damlalar bir nehir gibi süzülerek Munzur suyunun esrarengizliğine karışmış.... Kanadı kırılmış yavru bir kuş gibi uçmak istemiş masmavi gökyüzüne ama uçamamış...
Uçuşan düşlerini önüne katıp götürmüş yüreğindeki fırtına, geride bir kırık ömür, yorgun gecelere asılı birkaç tebessüm kalmış yalnızca.
Bir hazan çiçeği gibi solmuş günden güne Dilara. Derin okyanuslar dökülmüş yapraklarından her ağladığında.. Sevdanın kor yangını düşmüş yüreğine bir kez…
Bir zamanlar tan kızıllığı yamaçlara vurduğunda rüzgarın şarkısını söylermiş, dağlar, pınarlar, kayalar Dilara’nın yüreğinde. Bir dağ çiçeği gibi yaprağına sığınırmış üşümemek için Dilara... Ama artık suskunmuş dağlar…
Yağmurun gözyaşlarına karıştığı bir gece dönmüş yüzünü ve bırakmış kendini kayalardan aşağı ölmek istemiş Dilara...
Yalancıların, sahtekarların, acıların var olduğu bir dünyada yaşamak istememiş...
Bütün çiçekler kendi dillerince konuşmuş, üzüntülerini haykırmış dağlara… Ağlamış rüzgarlar; Bir tek laleler boyun büküp susmuş Munzur’da… Yüreğini açıp ses vermemişler… Suskunluğunda saklamışlar sırlarını, sevgileri söyleyemeyecekleri kadar çok şey anlatmış dağlara… Bu yüzdendir ki; Munzur’da bütün laleler boynu büküktür… Hep narin, ince, suskun ve asil durur…
Sonra zaman geçmiş, gözyaşları betonlaşmış, çiçekler kokusunu yitirmiş, o güzelim dağlar kötülüklere esir düşmüş... Kayalar ağlamaya başlamış her gece... Ay ve yıldızlar doğmamış bir daha o kayaların üstüne, kuşlar uçmamış, her gece rüzgar esmiş çığlık çığlığa. O gün bu gündür ‘Çığlık kayası’ olarak kalmış ismi...
O günden bu güne sevginin, masumluğum, temizliğin timsali olarak hala onun sevgisi konuşulur oralarda. Kimi kez onu “Çığlık kaya”nın başında sevgilisini seslerken geyiklerin içinde görüldüğünü söylerler, kimileri bir pınarın başında geyiklere su içirirken.
Herkes yok olmuş, yalan olmuş, masal olmuş ama o hep var olmuş, dünya döndükçe de var olacak dağlar kızı Dilara...
İşte böyle olmuş, böyle anlatılmış yıllar yıllı bu dağ masalı...
Bir dağ başıydı sevdası/ sevdalanmıştı bir kez Dilara / kardelenler kadar aktı sevdası / kar kadar masum ve temiz / ve de, / sevmişti bir kez delicesine... /
Ve sonunda terk edildi / sevgi bilmezlerce / bir sevda sözü geride kaldı / bir de dağ gibi sevdası / bakamadı kimsenin yüzüne Dilara / vefâ sözü, sevdâ sözü yalan oldu / hergün çıkıp yükseklere / gidenin yoluna baktı / belki gelir diye / bir soluk resim elinde / gelenden geçenden / sual etti sevdiğini / sonunda, tükendi umudu / dayayıp rüzgarlara başını / ateşlere bağrını verip / bıraktı kendini kayalardan aşağı.../
kara haber çabuk ulaştı obalara / dağlara kor düştü / ölüm vurdu hançerini / kutsal aşkın yüreğine /
Sevgisi efsane oldu / sevgisi destan oldu / dolaştı dilden dile /
Yıllar yılları kovaladı / mevsimler mevsimleri / herkes unutuldu / bir dilara unutulmadı / bir de sevdası... /
03.03.2007 - 14:02
Bir aşk için yapabileceğin her şeyi yaptığına inanıyorsan ve buna rağmen hala yalnızsan, için rahat olsun. Giden zaten gitmeyi kafasına koymuştur ve yaptıkların onun dudağında hafif bir gülümseme yaratmaktan başka hiçbir işe yaramayacaktır. Sen kendini paralarken o her zaman bahaneler bulmaya hazırdır. Hani ağzınla kuş tutsan 'Bu kuşun kanadı neden beyaz değil? ' diye bir soruyla bile karsılaşabilirsin.. iki ucu keskin bıçaktır bu işin. Yaptıklarınla değil yapmadıklarınla yargılanırsın her zaman. Bu mahkemede hafifletici sebepler yoktur. İyi halin cezanda indirim sağlamaz. Sen, 'Ama senin için şunu yaptım' derken o, 'şunu yapmadın' diye cevap verecektir. Ve ne söylesen karşılığında mutlaka başka bir iddiayla karşılaşacaksındır. Üzülme, sen aşkı yaşanması gerektiği gibi yaşadın.Özledin, içtin, ağladın, güldün, şarkılar söyledin, düşündün, şiirler yazdın. 'Peki o ne yaptı' deme. Herkes kendinden sorumludur aşkta. Sen aşkını doya doya yaşarken o kendine engeller koyuyorsa bu onun sorunu. Bir insan eksik yaşıyorsa, ve bu eksikliği bildiği halde tamamlamak için uğraşmıyorsa sen ne yapabilirsin ki onun için? Hayatı ıskalama lüksün yok senin. Onun varsa, bırak o lüksü sonuna kadar yaşasın. Her zamanki gibi yaşayacaksın sen. 'Acılara tutunarak' yaşamayı öğreneli çok oldu. Hem ne olmuş yani, yalnızlık o kadar da kötü bir şey değil. Sen mutluluğu hiçbir zaman bir tek kişiye bağlamadın ki.... Epeydir eline almadığın kitaplar seni bekliyor.Kitap okurken de mutlu oluyorsun unuttun mu? Kentin hiç görmediğin sokaklarında gezip yeni yaşamlara tanık olmak da keyif verecek sana.Yine içeceksin rakını balığın yanında. Üstelik dilediğin kadar sarhoş olma özgürlüğü de cabası... Sen yüreğinin sesini dinleyenlerdensin ve biliyorsun asolan yürektir.Yürek sesi ne bilmeyenler, ya da bilip de duymayanlar acıtsa da içini unutma; yasadığın sürece o yürek var olacak seninle birlikte. Sen yeter ki koru yüreğini ve yüreğinde taşıdığın sevda duygusunu. Elbet bitecek güneşe hasret günler. Ve o zaman kutuplarda yetişen cılız ve minik bitkiler değil, güneşin çiçekleri dolduracak yüreğini...
02.03.2007 - 21:07
Bir insanın yüreğinde iz bırakmak istiyorsanız bıraktığınız o iz sakın ola bir çizik olmİnsanı kazanmak mı zor, yoksa kaybetmek mi? Yada tam tersi kazanmak mı kolay yada kaybetmek mi? Çoğunluk derki; kazanmak zor, kaybetmek kolay. Her türlü olayda kolayımı tercih ederiz, yoksa zorumu? Hep birbirimizi kolaycı olmakla suçlarız ya…. Hep kolaycılığa kaçarız ya… Ama konu insan olunca hep zoru tercih ediyoruz diye düşünüyorum. Durum böyle olunca da kolay varken neden zoru tercih ediyoruz. Kazanmak varken neden kaybetmeyi tercih ediyoruz. Olmadık yere insan kırmayı ne kadar kolay yapabiliyoruz. Hiç olmadık yerde biri birimizi yermeyi ne kadar seviyoruz, olmadık halde nasıl iftira atabiliyoruz. Eh bazılarımızın yüreği hala kararmamış. Sonra pişman oluyoruz. Özür dilemeyi de hiç beceremiyoruz. Sonrada kaybettim diye dövünüp duruyoruz. Araya arabulucular görevlendiriyoruz. Beni yanlış anladı, ne olur bana kırılmasın diye çırpınıyoruz. Kaybettiğimizi uzun ve yorucu bir uğraştan sonrada kazanınca mutluluktan uçuyoruz. Oysa kırgınlıklarınızı bir tarafa bırakma yı neden düşünmüyoruz. Yüreğinizi her şeye karşı sevgiyle doldurmuyoruz. İş stresinin ya da başka yorgunlukların, yaşadığımız olumsuzlukların, üzerimizde yarattığı asabilikleri olgun ve akıllı davranıp bir kenara atıp, bir tek kalbi dahi kırmamayı becerebiliyor muyuz. En azından kalp kırmamaya çalışıyor muyuz.... Annenize sinirlenmeyi, çocuğunuzun bir ufak hatasına çıldırmayı, eşinize söylenmeyi, arkadaşınıza gücenmeyi, trafikte gerilmeyi, acil ulaşmak istediğiniz kişinin teli habere meşgul çalıyor diye illet olmayı, sevdiğiniz bu sabah sizi aramadı diye hayıflanmayı, her şeyi ama her şeyi bir yana bırakın... İnsan bazen hakikaten hiç düşünmeden hareket ederek ve de geçici anlık tepkilerle karşısındakinin kalbini kırabiliyor.. sonra insan yatışıyor belki ama ardında bıraktığı kırılan kalbin izleri duvara atılan ince bir çeltik gibi kalıyor... İnanıyorum ki dünyada hiçbir şey insan kalbi kadar hassas değil.. Yıllarca karşınızdaki insanın kalbinde kurduğunuz koca bir tahtı te k bir lafınız, tek bir hareketiniz veyahut bakışınızla yerle bir edebilirsiniz… peki ya sonrası? Sonrasında her şey yoluna girse ve siz o kırdığınız insanın kalbini kazansanız bile ve her şey eskisi gibi gözüküyor olsa bile, aslında sizde çok yi biliyorsunuzdur ki izler insan yüreğinden silinmez... Bir insanın yüreğinde iz bırakmak istiyorsanız bıraktığınız o iz sakın ola bir çizik olmasın... Eğer çizik olursa o çiziği kapatmak asla mümkün değildir. Biliniz ki kalp çiziğini pastada, boyada kapatamıyor. Kalbiniz süresiz kırgın kalabilir, yada siz istediğiniz kadar kırgın kalabilir. Ve müsaade ettiğiniz kadar derinden kalbinizi keser. Mücadeleniz; kırgınlıkları ne kadar sürdürdüğünüz değil, fakat onlardan bir şeyler öğrenebilmenizdir. Kalp kırmayla ilgili güzel bir sözden bahsetmeden geçemeyeceğim; ’ Kalp kırmak suya yazı yazmaya benzer, kalbi yeniden kazanmaksa gece güneşin doğmasına.. Sen suya yazı yazmasını başardın, şimdi otur da güneşin doğmasını bekle..!
02.03.2007 - 10:46
Yüreğimi kaypettim..Yapayalnız..
Gülüşlerimi
bir Gül'ün
gölgesinde
..........sakladım
sevinçlerimi
bir sümbül'ün
dallarında
............sarmaladım
gözyaşlarımı
bir yağmurun
damlalarına
............iliştirdim
acılarımı
bir sevda'nın
gözlerine
...........hapsettim
birgün;
bir papatya tarlasında
papatyalar arasında kayboldu yüreğim,
yüreğimi ararken yüreğini buldum!
..........................
yüreğin benimle
ya benim yüreğim nerede?
.......................
...............................
yüreğimi o sevda'nın
ellerinde
..........kaybettim
şimdi yapayalnızım! ! !
01.03.2007 - 13:02
TUTSAK SEVDA
Sevgiye uzak bir diyarda sevgi ekmeyi öğrendim kurak topraklara,
Aldığım nefestin sen nasıl uzak durulur ki yaşama,
Her şeyde biraz sen varsın, bir şey dışında; umutlarım, çünkü umutlarımın tümünde sen varsın….
Seni tanıdım tanıyalı umutlara sevdalı yüreğim
Sensizliğimde seni yaşamak o kadar zor ki,
Büyük bir suskunluk gibi içimde kanayan bu yara,
Bakışlara yüklediğim o anlam yok artık gözlerimde,
Kelimelerin anlamını yitirdiği bir gecenin yalnız bir saatini yazıyorum,
Zaman sanki yokluğuna inat bekliyor gecenin sessizliğini,
Derin bir haykırış, büyük bir isyan olsa da karanlıkla paylaştıklarım,
Sana olan sevgimdir, hasretimdir suskun satırlara anlattıklarım,
Sensizliği düşündüğümde derin bir sızı çöküyor yüreğime,
Biliyor musun adını oluşturan her harf daha anlamlı geliyor artık,
Yokluğunda karar vermek o kadar zor ki!
Ellerinin mi yoksa bakışlarının sıcaklığımıydı yüreğimi ısıtan?
Sessizlikle dost olmayı öğreniyorum karanlık akşamlarda,
Bir demet çiçek saklıyorum sana sevgimin sıcaklığında,
Gözlerini düşünerek uyuyorum başımı yastığa her koyduğumda,
Firari bir hükümlü gibi saklamaya çalışıyorum yaşadıklarımı,
Galiba tutsak sevdamın gardiyanısın sen,
Kaçmaya çalıştığım tüm çıkışlarda sen varsın.
01.03.2007 - 12:43
Aynanız Ağlıyor mu?
Duru bir sudan daha derindi ayna. Binlerce demir parçasının ateşte eritilip bir bütün demir parçası elde edildiği gibi onu da kim bilir kaç kum tanesinden elde etmişler, içine kim bilir daha neler katmışlardı.
İlk halini hatırlıyor, kendini göremiyordu... Yeni doğmuş bir çocuk gibi şuursuzdu.
Bir yanı siyah giyindiği gün içi gibi her yeri ışıldıyordu. Hele altın rengindeki çerçeveye sahip olduğu gün tacını giymiş kral gibi gülümsüyordu.
Beyaz bir duvara asıldı. Artık sırtını dayadığı duvara bir çivi ile bağlanarak onunla dost olmuştu.
Yaşamın bir penceresi olmuştu. Her şeyi olduğu gibi gerçek, tarafsız ve yorumsuz yansıtan bir pencere.
Ağlayanla ağlıyor, gülenle gülüyordu. Görmek istediği gibi bakanlar oluyordu aynaya. Onlara görmek istediklerini göstermenin, içinde açtığı yarayı anlayabilmek çok zordu.
Maskeli yüzlerin maskesiyle karşılaşmak, yüreklerindeki acımasızlığın riyanın vefasızlığın yüzlerine akseden yönleriyle karşılaşmak kolay değildi.
Özellikle geceleri, son ışık da terk edip gittiğinde, ayna sessiz sessiz ağlıyordu. Bazen kendi gözyaşlarını siliyor, bazen de yakalanıyordu. Neyse ki sıcaklık farkından oluştuğunu düşünerek siliyorlardı üstündeki damla damla yaşları. Oysa ayna ağlıyordu.
Kimi zaman yalnız başına kaldığında, bir gün dilinin çözülüp kendisine bakanlarla konuşacaklarını karşısında birine söyler gibi kendi kendine konuşuyordu:
'Siz insanlar ne tuhafsınız. Olduğunuz başka, olmak istediğiniz başka. Aradığınız başka, bulduğunuzu sandığınız daha başka. Dört bucakta aradığınız huzurun yanı başınızda olduğunu inatla görmek istemeyen garip varlıklar.
Bir gün ellerinizi şakaklarına dayayıp karşıma geçseniz... Düşünseniz... Kendi gözlerinizin içine baksanız derin derin. Her şeyin çaresini bulacaksınız. Huzurun, başarının, dostluğun, sadakatin, samimiyetin ta kendisini...
Sorun da içinizde, çözüm de... Maskeyi yırtmanın yolu da bu...
Bir kalem alıp elinize kendinizi çizseniz yüzünüzü nasıl çizersiniz. Masum çocukluğunuzun kaybolan hüznüyle mi?
Ya benim halim? ... Sizi her saniye görmek istediğiniz şekille resmetmek zorundayım. En zoru da; olmak istediğinizi anlamakta çekiyorum.
Nelerinizi görmüyorum ki... Benden ayrı olduğunuzda yaptıklarınızı bile okuyorum yüzlerinizde.
Bazen uyarmak istediğim oluyor sizi, olduğunuz gibi gösteriyorum. 'Şimdi kötü görünüyorum' diyorsunuz. Yine de kötü olduğunuzu kabullenmiyorsunuz. Sizin üzdüklerinizi unutup, sizi üzmekten korkarak eski halime çekiniyorum.
Az da olsa gözlerinizin içinin güldüğü oluyor. Bazen ilahi bir lütuf gibi samimice gözlerinizin yaşardığında sizi, ne çok seviyorum.
Gerçek hayatta yaptıklarınızı romanlarda, hikayelerde, filmlerde bir başkasının yaptığını gördüğünüzde; sanki onları siz yapmamışçasına mağdur olandan yana olup sizi temsil edene kızıyorsunuz. Ne büyük çelişki? .
Ben aynalığımdan utanıyorum. Ama siz...
Kendinize böyle yabancı olmasanız... Biraz olsun ruhunuzu dinleseniz karşımda. Kendinizi sorgulasanız...
İçinizden birinin dediği gibi Suçlarınız yüzünüzde görünseydi biz aynaları satın almazdınız' Yüzünüzde maske var. Yaşlanınca maskeyi bir parça çıkarıyorsunuz. Bu kez de, aynalar yalan söylüyor diye yalancılıkla suçluyorsunuz.
Görmeyi bilseniz, görmek isteseniz, her biriniz bir ayna. Ama siyah gözlüklerle gizliyorsunuz gözlerinizi. Cenazelerde ağlamadığınız bilinmesin, dışarıda nereye baktığınız fark edilmesin diye.
Merhametin yokluğu, kıskançlığın hakimiyeti belli olmasın diye.
Yalan söyleyen dudaklarınızı boyalarla kapatıyor, kirlenen yüzünüzü fondötenlerle kremlerle örtüyorsunuz.
İmrenilecek halinizde yok değil. Siz, yanlışlarınızı bana göre çok kısa hayatınızda kolayca taşırken, ben doğruluğu sonsuza yakın taşımak zorundayım.
Fanilik bazen, ne güzel diyorum.
Bir tırtılın kelebeğe dönüştükten sonraki ömrü, gül bahçesinde de geçse en fazla bir gün.. Sizlerin de atmış, yetmiş, nihayet yüz yıl... Bu süreler içinde yer, içer çoğalır; dilediğiniz gibi yaşarsınız. Her gün üzerime konan karasinekler bile 3 gün yaşar.
Oysa ben büyüyemem, çoğalamam. Sekiz bin yıl önce Çatalhöyük'te var olan en eski atam bile sizin elinizde. Rahat bırakmamışsınız...
Sizin toprak olma hakkınız var. Biz aynaların kuma dönüşme hakkımız yok nedense? '
Ayna böyle söylüyor, kırılgan bir yürekle hayata tutunmaya çalışan insanlar gibi, beyaz duvara ufacık bir çiviyle tutunuyordu.
Duvar bir gün 'yeter' dedi.
Çivinin prangasını çözdü.
Ayna yere düştü.
Kırıldı.
Şimdi ayna bir köşede özellikle geceleri, son ışık da terk edip gittiğinde, sessiz sessiz ağlıyor. Her şeye rağmen kendi doğrularıyla var olmanın mutluluk gözyaşları bir yandan; eğilenlerin, bükülenlerin açması haline yönelik hüzün bulutları diğer yandan. Sahi sizin de aynanız var mı? Aynanız ağlıyor
01.03.2007 - 12:20
mevsimsiz açan bir çiçekti açelya
yüreğimin yangınlarında
daha dündü
şafağın söktüğü saatlerde
düşlerimdeki meleğin
ıslak bir öpüşüyle uyandığım
mutluluğumdun
an kulağımda kalmış
ince toz zerrecikleriydi fısıltılarında
açelya takmıştım saçına
ayaz keserken parmak uçlarımı
tebessümümdün
sarı saçların dökülürdü ak gerdana
güneş gibi doğardın
ve ben derinliklerimde
gül bahçesi kurardım
gülümserdim
senli zamanlarım
doğudan batıya esen lodos ılıklığıydı
falezlerimde yankılanan
coşkun nehirlerin çağlayanıydın
coşan yüreğimde
güzelliğin dillere destandı
ayak seslerinde hayat bulurdu
sokak ve ben
bekleyişlerimde son durak olurdun
ümitle
maviler giyerdim geceye inat
akşam sefaları açardı
mevsimsiz çiçekler
gözlerinden içerdim kahvemi
hecelerim coşardı
ve şimdi sensiz anım bile yok
nefes nefese varlığın
su gibi berrak meleksin
mevsimsiz filizlenen
sen benim ilkbaharımsın
01.03.2007 - 12:16
Ruhumun Tüm Kötülüklerden Koruyan Bu aydınlığın Diyer Adı
Bir çift ela gözün çimen yeşiline çalan kıvrımlarında gördüm ilk; bir adamın
bir kadını ancak bu kadar sevebileceğini... Gözlerine yansıyan bakışlarımda,
bir adamın ancak bu kadar sevilebileceğini gördüğüm gibi...
Kimse senin gözlerinle bakmamış bana, ben kimsenin gözlerinde yitip, o
gözlerle seyre dalmamışım dünyayı; senden önce... Aşk; aşk olalı böyle bir
hal, böyle bir duruş yakalamamış bir çift gözbebeğine cennet bahçelerinin
gölgesi gibi inen, her biri yüreğimi tam da orta yerinden vuran
kirpiklerde...
Kokundan tanıdım seni... Yıllardır arayıp da bulamadığım o koku... Deniz
kokusu kadar büyülü, yabani leylak kokusu kadar baştan çıkarıcı, bebek
kokusu kadar saf, taze ekmek kokusu gibi sıcacık. Bir yandan da gibi'si
olamayacak kadar tanımsız... Başım nasıl dönmez şimdi benim? Önüm sıra alıp
gitmek varken bu kokuyu, arkamı dönüp de uzaklaşabilir miyim senden? Sana
karışıp, kaybolmak, seninle bir olmak varken...
Dudaklarımı yakıyor hasretinin buruk tadı... Ama o hasret ne de güzel
acıtıyor biliyor musun... Ne de güzel sızlatıyor ince ince. Senin yarin;
sabır eyliyorsa böylesi bir özlemi, bil ki canından çok seviyor seni. Bil ki
vaktini saatini bekliyor vuslatların en güzelinin...
Uykuların en derininde kıpırdanıyordur şimdi dudakların, kimbilir hangi
ben'li rüyanın en tatlı yerinde belli belirsiz mırıldanıyorsundur sevdiğini.
Bense uykusuz bir gecenin koynunda dört harf seçmişim alfabeden, ismin diye
döndürür dururum dilimde. İsmin, susuzluktan ölsem bile içmeye kıyamadığım
bir damla su...
Sana kavuşacağım ana dek geçecek tüm saatler, kollarında olacağım zamana
takvim dokumuş bütün günler nasıl adınla başlıyorsa, içime çektiğim her
nefes de adınla doluyor bedenime... Verir vermez nefesimi, hızla içime
çekiyorum yine, ya kaybolursa ismin bu odanın içinde? ! Ya ölürsem; hem de
sırf bu yüzden? ...
Güneş, ilk ışıklarını nice alemlerin üzerine yaymak, nice karanlıkları
aydınlatmak için nazlı nazlı süzülürken ufuktan gökyüzüne doğru, benim güzel
gözlü meleğim de salacak bakışlarını dünyamın üzerine ki anlayayım gecemin
güne kavuştuğunu... Yaşamımın en büyük müjdesi, en büyük aşkı, duy bu
dediklerimi: Her ne geldiyse başıma seni bilene dek; bin beterine razı
olurdum yine; ödülün yine 'sen' olacağını bilsem. Ben talihsiz sanırken
kendimi, meğerse ne büyük bir sınavdan geçiyormuşum! Meğerse diyetini en
başından ödüyormuşum şimdiki mutluluğumun. Çok dua etmişim; bir o kadar da
almışım demek ki, sevabım günahımdan çokmuş demek ki. Bilmem ki şimdi nasıl
şükretmeli? ...
Hem içimdesin; hem dışımdayım. Hem bendesin, hem sendeyim... Ruh ikizim,
eşim, aşk metalinden bir ferman yazıyor parmağımda; sen diye sevip
okşadığım... Hani bir gece, gül yaprakları arasında bana sunduğun, taktığım
gibi parmağıma kazınmış sevda mühürün... Hiç korkmayasın bensiz kalmaktan,
hiç korkmayasın ellerimi tutmak isteyip de dokunamamaktan. Öyle bir yazgı ki
bu; öyle bir 'bir' olmak ki, bizi ayırmaya kimsenin gücü yetmez, biri ikiye
bölmeye kimse cesaret edemez.
Şu ömür dedikleri rüyanın içinde sen bulmuşsun ya beni, daha ne isterim ki
hayattan? Başka ne için yaşanabilir ki bundan sonra? Sadece senin için; sen
diye, seninle... Senin gülüşün, sesin, nefesin, tenin olmadan tutunamam
artık hayata, çünkü bana kendini tertemiz aşkından süzüp de getirdin sen;
onca pisliğin arasında can çekişirken bu yorgun dünya... 'İnsan' olan insan
sevince, sevdası da 'sevda' oluyormuş demek; görmemişim ki senden önce...
Yalanları, yamalı hırsları, küçük hesapları, sinsiliği; sahte aşkları ile
kuşatıp her önüne gelene lütufmuşcasına dağıtanlara ibret olsan keşke;
yüreğinin saflığıyla, dürüstlüğünle... 'Böylesi de varmış' dedirten
yüreğinle, beni gerçek aşkın güzelliğine inandıran yüreğinle...
Geçmişin tüm puslu izleri silindi gitti, dün de sensin bugün de. Yarın
varsa, senin için var. Görür gibiyim gelecek günleri, bembeyaz; kollarında
yaşlanıp giderken saçlarıma düşecek tel tel aklar gibi... Olmazı 'ol' deyişi
ile olur kılan yüce tanrım yüzünü bana senin yüzünde göstermiş demek ki...
Bu yüzden biliyorum ki, ne geri dönüşü vardır bu yolun, ne de sonu...
Tüm kelimeler, senin dünya üzerindeki varlığını bildiğim gün yeni baştan
vücut buldular, gerçek anlamlarına o zaman kavuştular. İşte bu yüzden
'sevgilimsin', işte bu yüzden 'seni seviyorum'... İşte bu yüzden ruhumu tüm
kötülüklerden koruyan bu aydınlığın diğer adı; 'aşkın sen hali'....
01.03.2007 - 12:01
Bir Tatli Hayat
bir nazli bebe hayat
dokunsan kirilir dagilir ele
dökülür yere
bir nazli bebe hayat
dile deger incinir
bir nazli bebe
bir tatli hayat gülüm
düste yasamak mutluluklari
güne dogarsin
emegim olur asim olursun
nefesim olur umut olursun
bir tatli hayat
bir tatli hayat gülüm
seninle olmak
bir barisik bir küs
aninda kirilip aninda gülmek
oyuncagim gözyasi
çocuk yüregimde bir tatli hayat
bir tatli hayal canim
senle yasamak
beklemek özlemek
hasretlik çekmek umuda gülmek
bir tatli hayal canim seni yasamak
bir tatli hayat
28.02.2007 - 15:10
Bakmayın, yazılarıma sinmiş hüzne....
Her şeye rağmen, şanslı biriyim ben!
Hiç ağlamadığımdan değil; çok akıttım gözyaşımı içime...
Hiç kaybetmediğimden değil birini...
Çok yandım ciğerimden; baktığım her yere, sevdiklerimin yüzünü kazıdı hasret...
Yıldızlarla doluydu gökyüzüm; kapkara bir boşluk bıraktılar kayanlar... Bir daha asla
dolduramadım.
Gidene soramadığımdan, kalanın ıstırabı daha çok sandım.
Hiç ihanete uğramadığımdan da değil; yarası her zaman taze, birkaç hançerle dolaştım
durdum sırtımda; hem öfkelendim, hem anlamsız geldi kızmak.
Herkesten farklı değildi başımdan gelip geçenler....
Herkes kadar ağladım, herkes kadar yandım.
Acısız olmuyordu ki hayat!
Ağlamaktaydı bereket, yağmurda ıslanmadan yeşermiyordu ki toprak!
Bakmayın, yazılarıma sinmiş hüzne...
Mutlu bir çocuktum ben!
Kalabalık bir ailenin sevgisiyle büyümüştüm. Bir sürü arkadaş, bir sürü oyun; kuyruğuna
tutunmuştum kırmızı bir uçurtmanın...
Hayat hep veriyordu, alacağı günleri hiç düşünmemiştim.
Sancılıydı ilk gençlik!
Şimdiki hüzünlerimle, o zamanları karşılaştırdığımda, çocukluk deyip geçiyorum.
Ah, nerdesiniz 17’lik dertlerim!
On yedimde başlamıştı hayatla kavgam.
Artık sadece, tartışıyoruz.
Acıya alıştığımı söyleyemem hala; hele, nasır tuttuğunu kalbimin...
Unutmayı becerdiğimi de söyleyemem; asla unutamadım, kusurluydu hafızam; almayı biliyordu
da silmeyi, asla!
İyi ki hatırlıyorum!
Yaşamımdan çıkanlara kızmıyorum; öğrettikleri her şey için minnettarım. Bir zamanlar,
doyasıya güldüğümüz içindi uğurlarken akıttığım göz yaşlarım... Paylaştıklarımız kadar
değerliydiler.
Paylaşamayacaklarımızın adıydı hasret!
İhanete de alışamadım elbette; ama, edenlere de eyvallah! Kir tutsa da kin tutmaz
yüreğimiz. Az şey sayılmaz, utanmayı bilmeyenden öğrendiğim; sırf bu nedenle bile
affedebilirim.
Bakmayın, yazılarıma sinmiş hüzne....
Şanslı biriyim ben!
Mükemmel bir anne-baba; harika kardeşlerimle; hem büyük, hem mutludur ailem!
Eski-yeni fark etmez; hem köklü, hem sınanmıştır dostluklarım!
Kolay yere gelmez sırtım; ne yaparsa yapsın, kolay vazgeçmem hayattan!
Kokladığım gülleri, teker teker solduracak biliyorum. Asla hazır olamayacağım acıya; ama,
çekmeyi de öğrendim artık. Bütün duyularım açık, elimde suyum, yüreğimde umut, güllerimin
yanındayım.
Az şey midir, biteceğini bildiğin bir hayatı son nefese kadar paylaşmaya hazır olmak.
Ve baş kaldırmak ölüme, sonsuza kadar, sevip hatırlayarak...
Zaman bir değirmen; keder girer, hüzün çıkar kapıdan...
Ben de toy girip, olgun çıktım içinden....
Bakmayın dertlenip içlenmeme; yağmur yağar, toprak kokarım; güneş açar, çiçek!
Sadece,
Güneşli günlerde kalem oynatmaz yürek!
28.02.2007 - 12:41
DENİZ KABUKLARI
Tanıştıkları sahilden toplamıştı o deniz kabuklarını. Ege’den, kekik kokusu
ve mavinin ortak yeri, Ege’den çıkan bu ilişki, o deniz kabuklarını da
İstanbul’a getirtmişti kekik ve mavi kokan bu ilişkiyle beraber. Saatlerce
sürmüştü sahilde o birbirinden değişik deniz kabuklarını toplamak, ve bir
İstanbul kışında en güzellerinden sevgilisiyle küpe yapmışlardı beraber.
Şimdi ağlayarak yere boşalttığı o deniz kabuklarıydı. Kızın bakışları
donuk bakıyordu yere dökülen deniz kabuklarına. Ağlayarak bağırıyordu,
bildiği halde amaçsız çırpınmanın faydasızlığını. Yere dökülen kabuklar gibi
dökülüyordu bir bir umutları.
Onu kaybetmişti, sevgilisini kaybetmişti ve en güvendiği yerden,
ilişkisinden kan kaybetmiş, ilişkisini kaybetmek üzereydi. O donuk bakışlar,
sözlerinin ona ulaşmaması, dökülen deniz kabuklarının o yeşil halıda birer
ölü gibi yatması, sonucu belli ilişkisiyle yalnız kalan adamı iyice
boğuyordu.
Yalnız kalakalmıştı, sevgisiyle, aşkıyla, onunla kurduğu yaşamla yalnız
kalmıştı. Hiç düşünmeden sinsice gelen ayrılığı birden içinde hissetmişti.
Yıllar önce sevgilisinin ayrılık acısı nerde olur biliyor musun, karnın
oralarda, midenin altında bir yerlerde diye tanımlamasını şimdi o acıyı
tamda dediği yerde yaşayarak hissediyordu.
Hiçbir yere sığdıramadığı sevgisini sahipsiz bırakan yüze baktı, deniz
kabuklarına. Araların da ki ayrılığı derinleşen uçurum gittikçe büyürken,
aynı tarafta kalan ilişkisi ve o bakakaldı deli gibi sevdiği o yüze,
uçurumun öbür ucuna, kaybetmişti.
İçine batan onca acı ve biriken onca çaresizlikle, ıslak kirpikleriyle
ona baktı. O sahili düşledi, her şeyin başlangıcı o maviyi. Ege’nin o mavi
kıyısında başlayan her şey, İstanbul’un göbeğinde ara sokakların o eski
evinde son buluyordu, kaybederken kendini, son, bulmuştu ve kazanırken
kimliğini, ete kemiğe bürünürken ayrılık, sessizlik derin bir çığlık gibi
sarıp sarmalıyordu adamı. İstanbul bekliyordu onu şimdi, sessizce kucaklayıp
sarıp acılarını dindirecek sokaklar bekliyordu, bir anne huzuruyla sıcacık
ve bir orman kalabalığı ve dinginliğiyle yok olmak için İstanbul.
27.02.2007 - 14:57
Çocukluğundan beri şiir okumaktan mı, yoksa gözleri her defasında nemlenerek
izlediği o eski Türk filmlerinden midir bilinmez, gerçek aşka inanırdı o
kadın. Mitolojik versiyonlarından başlayıp, Leyla ile Mecnun serisine kadar
içinde aşk geçen ne kadar öykü var ise yüreği ile okurdu. Şiiri ise, aşk’ın
kelimelere dökemediği mükemmel gizinin ipuçlarını yaşama taşıdığı için
severdi. Çoğu zaman kimsenin fark edemediği şiirsel bir dünyada gibi
yaşardı. Adı olmayan, sadece rengi olan bir kadındı o...Mavi bir kadın..
Kimin gözlerinde aşk’a benzeyen bir ışık görse yumuşardı bakışları.Kimin
yüreğinin çarptığını duysa,koşardı adımları... Kendi aşk’ını bulamadığından
belki, başkalarının aşklarına sahip çıktı çoğu kez...Onu seven hiçbir
insanın gönlünü kırmadı, üzmedi bilerek..Bu yüzden kendi yüreğinde
başkalarının acılarından yarattığı çentikler açtı durmadan.. Kapanmayan
yaraları oldu yıllarla..
Bir zaman sonra gerçekten seven biri çıktı karşısına..Aşk’ a aşık bu kadın
kapılıp gitti, şiirsel aşkının peşine.. Adam,tuzağa avını çeken bir avcı
gibi adım adım şiir döktü yollarına...Yaptığı her yanlışa bir doğru buldu
kadın.. Üstelik aldatılmıştı daha önce, üstelik biliyordu sonunu.. Yine de
parça parça topladı sevginin kırıntılarını.. Çünkü ekmek kadar kutsaldı onun
için aşkın her yansıması..
Şiirler bitti birgün..Kadın güz döktü gözlerinden..Baharı sona vardı..Her
ağaçtan altın sarısı yapraklar döküldü rüzgarla...Yine de sarındı ruhuna
kuru yaprakları, aşk’a ağladı bir başına... Yürümekten yorulmuş yüreğini acı
ile dinlendirdi bir zaman.. Şiirler yeşersin diye bekledi.. Soru işaretleri
beynine ve yüreğine yazılı şiirler gönderdi..İçinde cevaplar olmayan,
üstelik şiir de olmayan kelimeler döndü sadece karşılığında.. Düşündü
kadın... Oysa ne zaman düşünce girse yüreğin içine..Yürek bırakırdı sevginin
ellerini...
Yapraklarını döktü kadın...Yürüyüp gitti acının içinden geçerek...
Adam..
Şiirlerini başka birine yazıyordu artık...Ama hiçbir dizesi varamadı
3.şahsın yüreğine..Öksüz kaldı tüm kelimeleri..Geri döndü ağlayarak,
bıraktığı yerde kadınını bulacağını umarak...Bir yığın ıslak sarı yaprak
bulabildi sadece..
Kadın...
Bir su kenarına varmıştı o sırada...Ya da su,ona akmıştı kimbilir..? Umut
taşıdı durmadan kadının yaralarına...Yemyeşil bir deniz oldu zamanla...
Adam...
Bu kez belki gerçekten aşk ile yazılmış kelimeler verecekti kimbilir..?
Kadın dedi ki,
“Aşk’ı herkes yazıyor bir yerlere..Hiçbiri kalmıyor günün birinde
nasılsa...Ben SUYA YAZDIM bu yüzden”
26.02.2007 - 20:40
İNSANCA YAŞAYABİLECEĞİMİZ BİR DÜNYA DİLEĞİYLE........
YAŞADIKLARIMDAN ÖĞRENDİĞİM BİRŞEY VAR
Yaşadın mı, yoğunluğuna yaşayacaksın bir şeyi
Sevgilin bitkin kalmalı öpülmekten
Sen bitkin düşmelisin koklamaktan bir çiceği
İnsan saatlerce bakabilir gökyüzüne
Denize saatlerce bakabilir, bir kuşa, bir çocuğa
Yaşamak yeryüzünde, onunla karışmaktır
Kopmaz kökler salmaktır oraya.
Kucakladın mı sımsıkı kucaklayacaksın arkadaşını
Kavgaya tüm kaslarınla, gövdenle, tutkunla gireceksin
Ve uzandın mı bir kez sımsıcak kumlara
Bir kum tanesi gibi, bir yaprak gibi, bir taş gibi
dinleneceksin
İnsan bütün güzel müzikleri dinlemeli alabildiğine
Hem de tüm benliği seslerle, ezgilerle dolarcasına
İnsan balıklama dalmalı içine hayatın
Bir kayadan zümrüt bir denize dalarcasına
Uzak ülkeler çekmeli seni, tanımadığın insanlar
Bütün kitapları okumak, bütün hayatları tanımak arzusuyla
yanmalısın
Değişmemelisin hiç bir şeyle bir bardak su içmenin
mutluluğunu
Fakat ne kadar sevinç varsa yaşamak özlemiyle dolmalısın
Ve kederi de yaşamalısın, namusluca, bütün benliğinle
Çünkü acılar da, sevinçler gibi olgunlaştırır insanı
Kanın karışmalı hayatın büyük dolaşımına
Dolaşmalı damarlarında hayatın sonsuz taze kanı
Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var:
Yaşadın mı büyük yaşayacaksın, ırmaklara, göğe,
bütün evrene karışırcasına
Çünkü ömür dediğimiz şey, hayata sunulmuş bir armağandır
Ve hayat, sunulmuş bir armağandır insana.
ATAOL BEHRAMOĞLU
HER ŞEY SENDE GİZLİ
Her şey sende gizli:
Yerin seni çektiği kadar ağırsın
Kanatların çırpındığı kadar hafif..
Kalbinin attığı kadar canlısın
Gözlerinin uzağı gördüğü kadar genç...
Sevdiklerin kadar iyisin
Nefret ettiklerin kadar kötü..
Ne renk olursa olsun kaşın gözün
Karşındakinin gördüğüdür rengin..
Yasadıklarını kar sayma.
Yaşadığın kadar yakınsın sonuna
Ne kadar yaşarsan yaşa,
Sevdiğin kadardır ömrün..
Gülebildiğin kadar mutlusun
Üzülme bil ki ağladığın kadar güleceksin
Sakın bitti sanma her şeyi,
Sevdiğin kadar sevileceksin.
Güneşin doğuşundadır doğanın sana verdiği değer
Ve karşındakine değer verdiğin kadar insansın
Bir gün yalan söyleyeceksen eğer
Bırak karşındaki sana güvendiği kadar inansın.
Ay ışığındadır sevgiliye duyulan hasret
Ve sevgiline hasret kaldığın kadar ona yakınsın
Unutma yağmurun yağdığı kadar ıslaksın
Güneşin seni ısıttığı kadar sıcak.
Kendini yalnız hissetiğin kadar yalnızsın
Ve güçlü hissettiğin kadar güçlü.
Kendini güzel hissettigin kadar güzelsin...
İşte budur
Hayat!
İşte budur yaşamak
Bunu hatırladığın kadar yaşarsın
Bunu unuttuğunda aldığın her nefes kadar üşürsün
Ve karşındakini unuttuğun kadar çabuk unutulursun
Çiçek sulandığı kadar güzeldir
Kuşlar ötebildiği kadar sevimli
Bebek ağladığı kadar bebektir
Ve herşeyi öğrendiğin kadar bilirsin bunu da öğren,
Sevdiğin kadar sevilirsin...
Can YÜCEL
26.02.2007 - 20:30
dost musun?
Öyleyse canın canımdır...
Aynan olmalıyım...
Yüzüne söyleyebilmeliyim her şeyi...
Hem sakınmadan, mertçe...
Hani bilirsin, esirgemem lâfımı,
Ne şekil gelirse, öylece...
Hazırım tüm içtenliğimle konuşmaya, ama,
Seni de dupduru isterim karşımda...
Dostsan,
Gözlerimin içine baka baka yaka silk benden!
Arkamdan şikayetlenme!
Yiğit ol! Gerekirse yiğitçe azarla, çekinme!
Lâf değil, icraat beklerim senden!
Öyle bak ki, hislerini görebileyim...
Öyle hisset ki, güvenle bakabileyim...
Sevmem, ölenin ardından ağıt yakmayı!
Dil dönerken söylenmeli her şey...
Kulak duyarken anlatılmalı...
Göz bakarken bakmalıyım sana...
Can sağ iken sarılmalı...
Keşkelere meydan vermemeli hayatım,
Pişmanlıklarla yoğrulmamalı....
Hayır!
Dirime selâm vermeyen,
Ölüme de fazla yaklaşmasın!
Dostsan, ölmemi bekleme!
Haklıysam, yaşarken savun beni!
Yaşarken yanımda ol!
İnanmışsan bana, kimse çevirmesin seni yolundan!
Ve inanmamışsan, sakın rol yapma!
Her söylediğimi onaylaman şart değil...
Her yaptığımı beğenmen de gerekmez...
Dostsan, rahatça eleştir, fikrini rahatça söyle, sıkılma!
Yadırgayabilirsin beni,
Ve ben de seni tuhaf bulursam şaşırma...
Kandırmanı aslâ kabul edemem!
Her dediğini, her yaptığını hoş görürüm, ama,
Beni, bana sormadan yargılama!
Her yediğimiz aynı olmaz belki,
Her dakikamız birlikte geçmez...
Her güldüğünde gülmeyi garanti edemesem de,
Ağladığında seninle birlikte oturup ağlarım...
Belki her çağırdığında gelemem fakat,
Derdine ortak ararsan, koşarım...
Ben de herkes gibi insanım elbet,
Ne göklere çıkar beni, ne de yerin dibine sok!
Senin işin bu değil!
Benim zaten bir yerim var herkes gibi yer ile gök arasında...
Dostsan,
Küçümsemeden, küfretmeden,
Sevgiyle, saygıyla ve huzurla gel sokağıma...
Dinlenmek istediğinde, hiç düşünme, sana özel bir limanım,
ama...
Yorulduğum zamanlarda,
Dilediğimce sığınabilmeliyim koylarına...
Seni bir çocuk kadar saf sevebilirim
Ve bir deli kadar art niyetsiz...
Uğruna seve seve hesabı şaşırırım...
Görmezden gelebilirim yanlışlarını...
Başkaları enayilik sayabilir,
Başkaları akılsızlığıma yorabilir,
Bunları dert bile etmem, ama,
Sen, aslında aptal olmadığımı,
Her an, tekrar tekrar hatırla!
Ve sakın beni aptal yerine koymaya kalkışma!
Seviyorsan, cimrilik etme, söyle!
Muhabbeti varken, yokmuş gibi yapanla,
Hiç sevmediği halde, yılışıp durana sinir olurum!
Neyse, o olmalı insan...
Kendisi olmaktan korkmamalı!
Kendisi olmaktan kaçmamalı!
Bil ki, sensin diye seni bırakmam, ama,
Ben olduğum için bırakırsan beni,
Yas da tutmam arkandan!
Bedel mi?
Ödemeyeceksen çıkma yola!
İçten pazarlık edersen, ancak kendine edersin...
Kendince küser barışır, kendi kendini yersin!
Dostsan, mevsimince yağ...
Kışsan kar ol, güzsen yağmur...
Soğuğuna, sıcağına, esip savurmana itiraz etmem,
Senden, ille de bahar olmanı beklemem, ama,
Dayanmalısın en şiddetli fırtınalarıma...
Belki de çok geldi bunca talep...
Bana karşı hiçbir mecburiyetin yok, korkma...
Sana fazla geldiğim ilk anda,
Arkana hiç bakmadan, dönüp gidebilirsin...
Geçip gidebilirsin,borçluluk hissetmeden...
Mutlaka bir açıklama da beklemem senden, ama,
Gitmeye davranırsam bir gün,
Sen de karşımda set olma!
Dost musun?
Öyleyse, canın canımdır,
Yoluna baş koymaya hazırım ya,
Başını da yollarımda isterim, unutma
26.02.2007 - 20:27
____________________________________________##############
___________________________________________###################
__________________________________________#####################
__________________________________________######################
___________#####_________________________#######################
________###########______________________########################
______###############____________________########################
_____################____________________########################
____###################__________________########################
___#####################_________________#######################
__######################__________________######################
__#######################_________________######################
_########################_____###############################
_########################___################################
_#########################_###########_______#################
_###################################___####___############
_###########################_____###__#____#__########
__########################___###__##________#__#####
___######################___#______#___________######
___######################__#___________####_____######
____####################___#__#####___#____#____######
_____##############_####_____#_____#_#______#___#######
_______##########__#####____#______#_#______#___#######
_________######___######____#_______#_#_###__#__#######
__________________######____#___#####_######_#__#######
__________________#######____#_######__######___#######
__________________########___#__#####__######_###______##
___________________#######____################__________#
___________________########____####_########___#_________#
___________________########____#___##########____________#
___________________#####___##_##__###########__###_______#
___________________#_________#____###########___#_#_____#
__________________#_______________##########____#__#____#
__________________#_________##______########____#_______#
__________________#________##_______######____#_______#
___________________#______#__#_______________##______#
___________________#__________#___________####___#_##
____________________#__________##______#######__###
_____________________##__________#########__##__##
______________________#______#_____####_____#__#
________________________########____#__#___#__#
___________________________######____######__####
_______________________#############______########
___________________################################
_________________########__########################
________________########__##########################
_______________########__############################
_______________######_______________#################
_______________#####___________________###############
________________###____________________################
________________###___####_____###________###_#########
_________________#___######___#####_________#__#########
_________________#___######__######_________#_#########
________________#___######__#######__________##########
________________#___######__#######__________####_####
________________#____####___#######__________#########
________________#____###____######___________########
_________________#___________####____________######
_________________#___________________________###
_________________#__________________________#
_________________#_____SEVGİNİZ ___________#
__________________#_________________________#
__________________#_____ASLA_________________#
__________________#__________________________#
__________________#____________EKSİLMESİN ____#
__________________#______#__#___________ ______#
__________________#_______##_#_______________#
___________________#________###___________##
____________________####______#______######
________________________####################
___________________________#######_#########
____________________________#######_#########
_____________________________#######_#########
______________________________#######_########
_______________________________#######_#######
________________________________#######_#######
_________________________________######_#######
_________________________________#######_#######
________________________________#_################
_________________##########______#___###__######_______###########
_______________##_________###___###___##__######______#___________####
_____________##______________##___##___##___####______#_#####________###
____________##_________________##__#___#_#__________#_#_________________#
____________#____________________#_#____#_#________#_#__________________#
____________#___________İ__________#_#___#__#______#_#___________________#
_____________#_____________________#_#___#_______#_#____________________#
______________#_____________________#_#__#______#_#____________________#
_______________#_________________________##________#___________________#
________________#____________________#__####_________________________#
_________________##____________________#____##______________________#
___________________##_______________###_______##___________________#
_____________________###############____________##_______________##
__________________________________________________#####________##
_______________________________________________________########
26.02.2007 - 20:25
Canıma can katar...
Bir kırmızı gül açılır gecenin içinden ruhuma,
Kokusunu hissederim uzaklardan,
Canıma can katar...
Öperim o gül teni düşlerimde,
Özlemim sinemde yanar.....
Sabah olur,
Hissederim kollarımda yatar
Radyo da sabah türküleri başlar sonra,
Yollar uzak gelemedim,muradıma eremedim....
Gözümden iki damla yaş akar.....
26.02.2007 - 20:19
Kim Özlerdi Avuç İçlerinin Kokusunu
O kadar da önemli değildir bırakıp gitmeler,
arkalarında doldurulması mümkün olmayan boşluklar bırakılmasaydı eğer.
Dayanılması o kadar da zor değildir,
büyük ayrılıklar bile, en güzel yerde başlatılsaydı eğer.
Utanılacak bir şey değildir ağlamak,
yürekten süzülüp geliyorsa gözyaşı eğer.
Yüz kızartıcı bir suç değildir hırsızlık,
çalınan birinin kalbiyse eğer.
Korkulacak bir yanı yoktur aşkların,
insan bütün derilerden soyunabilseydi eğer.
O kadar da yürek burkmazdı alışılmış bir ses,
hiçbir zaman duyulmasaydı eğer.
Daha çabuk unuturdu belki su sızdırmayan sarılmalar,
kara sevdayla sarıp sarmalanmasalardı eğer.
Belirsizliğe yelken açardı iri ela gözler zamanla,
öylesine delice bakmasalardı eğer.
Çabuk unutulurdu ıslak bir öpücüğün yakıcı tadı belki de,
kalp, göğüs kafesine o kadar yüklenmeseydi eğer.
Yerini başka şeyler alabilirdi uzun gece sohbetlerinin,
son sigara yudum yudum paylaşılmasaydı eğer.
Düşlere bile kar yağmazdı hiçbir zaman,
meydan savaşlarında korkular, aşkı ağır yaralamasaydı eğer.
Su gibi akıp geçerdi hiç geçmeyecekmiş gibi duran zaman,
beklemeye değecek olan gelecekse sonunda eğer.
Rengi bile solardı düşlerdeki saçların zamanla,
tanımsız kokuları yastıklara yapışıp kalmasaydı eğer.
O büyük, o görkemli son, ölüm bile anlamını yitirirdi,
yaşanılası her şey yaşanmış olsaydı eğer.
O kadar da çekilmez olmazdı yalnızlıklar,
son umut ışığı da sönmemiş olsaydı eğer.
Bu kadar da ısıtmazdı belki de bahar güneşleri,
her kaybedişin ardından hayat yeniden başlamasaydı eğer.
Kahvaltıdan da önce sigaraya sarılmak şart olmazdı belki de,
dev bir özlem dalgası meydan okumasaydı eğer.
Anılarda kalırdı belki de zamanla ince bel,
namussuz çay bile ince belli bardaktan verilmeseydi eğer.
Uykusuzluklar yıkıp geçmezdi, kısacık kestirmelerin ardından,
dokunulası ipekten bir o kadar uzakta olmasaydı eğer.
Issız bir yuva bile cennete dönüşebilirdi belki de,
sıcak bir gülüşle ısıtılsaydı eğer.
Yoksul düşmezdi yıllanmış şarap tadındaki şiirler böylesine,
kulağına okunacak biri olsaydı eğer.
İnanmak mümkün olmazdı her aşkın bağrında bir ayrılık gizlendiğine belki de,
kartvizitinde 'onca ayrılığın birinci dereceden failidir' denmeseydi eğer.
Gerçekten boynunu bükmezdi papatyalar,
ihanetinden onlar da payını almasaydı eğer.
Issızlığa teslim olmazdı sahiller,
kendi belirsiz sahillerinde amaçsız gezintilerle avunmaya kalkmamış olsaydın eğer.
Sen gittikten sonra yalnız kalacağım.
Yalnız kalmaktan korkmuyorum da, ya canım ellerini tutmak isterse...
Evet Sevgili,
Kim özlerdi avuç içlerinin ter kokusunu,
kim uzanmak isterdi ince parmaklarına,
mazilerinde görkemli bir yaşanmışlığa tanıklık etmiş olmasalardı eğer! !
26.02.2007 - 20:14
BİR DÜNYA İSTİYORUM, GÖZYAŞLARININ MUTLULUK İÇİN AKTIĞI...BİR DÜNYA İSTİYORUM, ACILARIN SEVGİYLE SARILDIĞI...BİR DÜNYA İSTİYORUM, ACIMASIZLIKLARIN OLMADIĞI...BİR DÜNYA İSTİYORUM HUZUR VE GÜVENİN BULUNDUĞU...BİR DÜNYA İSTİYORUM, GÜNEŞİN HİÇ BATMAYIP, GECELERİN AY IŞIĞIYLA YIKANDIĞI...BİR DÜNYA İSTİYORUM SESLERİN FISILTIYLA ÇIKTIĞI, BİR DÜNYA...ÖYLE BİR DÜNYA Kİ UMUTLAR YELKEN AÇSIN GÜZELLİKLERE...ÖYLE BİR YELKENLİ OLSUN Kİ, SEVGİ RÜZGARLARI İLE YOL ALSIN MENZİLE...DÜMENİ AŞK, DÜMENCİSİ SEVGİLİ OLSUN...
26.02.2007 - 20:11
ACININ KALBİ
Acının kalbini aradım nihayetinde
Sonuçsuzluk biçare gönüllere konmuştu
Sükûtun üzerinden akıyordu berrak su
Kızıllığını kaybeden kandı akan bedende.
Umarsızlık bir buluttu gökyüzünde
Zaman tükenen kum saatinde saklıydı
Gül bahçesinde uyuyan güzel sessizlikte
Tavan arasında koşan yarış atları saklı kalbimde.
Bir iki ve üçte hareketlendi zaman
Zerre büyüklüğünde havalandı toz bulutu
Ellerimden zirvelere kayıp giden hayat
Hafif bir tebessüme odaklandı kaderimde.
Hayallerin orta yerinde kalıveren bakış
Patlayamamış bir mısır tanesine sıkışmıştı
Gülkurusu akşamlarda yankılanan sesti bir an
Hüzünlü ezgiye saklanıp külrengine dönen zaman.
26.02.2007 - 20:00
güvercinim söyle Ona
değmedi başka elerin eli eline de.
rüzgar söyle Ona
söylemedi başka isim dudakları
iki hece adın gece gündüz dilinde de.
dağlar söyle Ona
siz kadar olan özlemimi
çok özledi, çok özledi, çok özledi de.
ay söyle ona
yıldızların bekçisi oldu gözleri
her kayanda seni diledi de.
pencere önü çiçeğim söyle ona
bu günde pencerede seni bekledik de.
güneş söyle ona
gittin diye kırgın değil,
ben gibi dönüp geleceksin diye bekliyor de.
yalancı baharım sonbaharım söyle ona
eylül kokunca, yapraklar sararınca
dolacaksın ben gibi içine de.
yalnızlığım söyle ona
uykularından uyanıp ağlıyor ben yüzünden
sensizliğim ben onun için sen dönersen ben gideceğim de.
şiirim söyle ona
bu çağrı, bu feryat, bu bir yalvarış
geri dönmen uğruna vazgeçiyor gururundan de
yağmur söyle ona,
söndüremediğin hasretimi
toprak kokusu kadar sevdiğimi söyle.
26.02.2007 - 19:58
***Gittin sen, tüm gidenler gibi... Tam beni tamamlayacağını düşünürken,
yine ben eksik kaldım. Gülümseyişlerim takılı kaldı yüreğimde. Sonu yok,
ışığı yok bir yolda ıssız, sessiz kaldı sevdam. Ama sen gittin; tıpkı
diğerleri gibi...
Korkup kaçtın belki de bu sevdadan. Küçük bir kızdı kocaman yüreğiyle seni
seven ama sen sığdıramadın kalbine; taşıyamadın doğru dürüst... Bu kadar
çabuk pes edişin de ondandı belki. Başka cümlelerin ardına sığınman, yalan
yanlış sevdalara takılman...
Gözlerine baktığım zaman çoğaldığımı hissediyordum. Öyle anlamlıydı ki;
hayatın tüm gizemi senin gözlerindeydi sanki... Her şey o 'çakır' yeşilin
içinde saklıydı. Ama sen aniden kapattın o gözleri; aldın yeşilini benden...
Tüm sırlar da o yeşil kutuda kapalı kaldı. İşte ondan sonra başladı her
şey... Kalp ağrılarım, baş ağrılarım, gece yarılarında sebepsiz
haykırışlarım... Bana bıraktığın ve içimde kalan o 'yeşil'di belki de
bunlara sebep olan...
'Kötü bir oyun seyrediyorsun, geçecek' diyordum kendime. 'Bak geçince hiçbir
şey kalmayacak, arta kalanlar eksi sonsuzluğa uğurlanacak.' diyordum. Ama
olmadı. Geçmedi. Her şey artarak daha da çoğaldı. Pişmanlıklar sardı
çevremi, 'keşkeler' birikti içimde, 'acabalar' dolaşıp durdu beynimde...
Hepsi benden bağımsızdı. Hiçbir organıma söz geçiremedim. Hep sen
çoğalıyordun, hep sen büyüyordun içimde...
Sana dönüşmeye başladığımı anlayayınca da bir direniş başlattım kendime.
Artık, hiç konuşmuyorum kalbimle... Kendi haline bıraktım onu. Ne derse
desin, ne isterse istesin; hiç aldırmıyorum. Tıpkı derin dondurucundan
çıkmış gibi bir kalbim var artık benim. Buz gibi... İçindeki her şey dondu.
Sevgiler, sıcak gülümseyişler, arzular, istekler... Belki bir gün üzerindeki
buzlardan sıyrılıp 'artık ben de varım' diyerek yeniden ortaya çıkar ve bana
döner; kim bilir...
Ama o güne kadar, buz gibi 'yeşil'in arkasından bakacağım dünyaya. Senin
bana verdiğin o 'acı yeşil'i yaşayacağım. Kolay değil çünkü, kalbimde
dallanıp budaklanan o 'yeşil'i bir anda kökünden sökmek. O yüzden zamana
bırakıyorum her şeyi. Bakmadığın bir çiçek nasıl soluyorsa, o 'yeşil' de bir
gün elbet solup, sararacak. Hayatımda ilk kez sana açtığım kalbim de bundan
böyle sadece bahara açacak; sadece bahara...***
26.02.2007 - 19:55
Meleğim...
Olanlar ve yaşanılanlar,hissedilenler biraz garip ama sanırım özel olmanın
tek sebebini bu tek cümleyle anlatabilirim.
Ben senin dünyevi başarılarınla değil, seninle ve yüreğindekilerle
ilgileniyorum.! ! !
Sen gerçekten ne istiyorsan ben gerçekten onu isterim.
Benim mutluluğum senin özgürlüğünde itaatinde değil...
Bunu sakın unutma..
Bazen bir bakış fırtınalar koparır orda yürekte yani...
Bazen yalnızlığın ayak sesleri duyulmaya başlar.Bazen sıcak bir tebessüm
anımsanır geçmişten,Bazen oraya akan gözyaşları nehir olur taşar.
Dingin bir liman gibidir gece oysa sığınmamıza izin verir ama yinede ne
kadar kaçabiliriz kendimizden ne kadar saklayabiliriz içimizde
biriktirdiklerimizi?
Peşimizden gelmeye bize acı vermeye devam etmezler mi geçmişin hataları,
kayıpları...
İşte hayat hafife alınmayacak kadar özel çünkü bir kez yakalıyoruz onu ve
nasıl yaşayacağımıza biz karar veriyoruz.her ne kadar farklı yollar sunulsa
da,dağıtılsa da...
ve ben ne kadar uzakta olursan ol tek bir yolu seçiyorum senin gittiğin yol
ve seninle gidebileceğim o yol....
“ MELEĞİMSİN ” bunu hiçbir zaman unutma ve anlamı da senin gibi ve sadece
sana özel...
24.02.2007 - 16:46
üşüyorum Nerdesin! ! !
-
Bir başıma bu kentin sokaklarında yürüyorum.Üşüyorum.Ne kadar uzaksan bana o kadar soğuyor hava.Sen yoksan,sıcaklık hep mevsim normallerinin altında.Bu yüzden meteoroloji raporları bile umrumda değil.Kar mı yağıyor yoksa yağmur mu,bana ne? Ben senin hasretinle sırılsıklamım zaten,daha ne kadar ıslanabilirim ki?
Burada mısın değil misin belli değil.Bazen gidişlerin kahramanı oluyorsun,bazen sonsuz kalışların.Doyumsuz gecelerdesin kimi zaman,bazen de yalnız karanlıklardasın.Bitmek bilmez bir şarkısın; ama,ben mi notaları yanlış basıyorum da sen bu şarkıyı söylemiyorsun? Neden susuyorsun?
Aşkın sessizliği ne kadar korkunç olur bilir misin? Bir tek kelimeye hasret geçen gecelerin hesabını soracağın kimse de yoktur üstelik.Kendi kendiyle konuşana deli derler ya,beni çoktan akıl hastanesine kapatmaları gerekirdi.Hem de iflah olmaz hastalar bölümüne...
Yokluğuna alışmaktan korkuyorum,ne kadar kötü...Yokluğunu yürüyorum sokaklarda.Yokluğunu içiyorum kadeh kadeh.Hiç gelmeme ihtimalin bir idam mahkumuna dönüştürüyor beni.Hiçbirşey yapmadan beklerler ya hücrelerinde,ölümün soğuk nefesini hissederek...Anlamlı olan bir şey yoktur onlar için.Belki de bir an önce ölmektir akıllarından geçen,bu bekleme işkencesi bitsin diye...Bu yokluk hissi öldürecek beni...
Gelebilme ihtimalin ise yüreğimdeki kuşları havalandırıyor,kanat seslerini duy.Gelmek iste yeter ki,yorulmayasın diye kuşlarım taşır seni bana.Bir görsem yüzünü,ah bir dokunsam sana...Göreceksin,sevdanın çiçek çiçek açtığını,umudun bir yangın gibi alev alev ikimizi birden sardığını.Anladım ki mümkün değil seni sensiz yaşamak.Ben o gönlü genişlerden değilim.Madem içimdesin,yüreğimde taşıyorum seni,o zaman yanımda da olmalısın.Sensiz yaşanmayacak bu aşk ötesi yok.
Şimdi yalnız geceleri seviyorum.Seni yıldızlarda buluyorum.Daha bir dayanılır oluyor sensizlik sancısı.Mümkünü yok çıkmayacaksın aklımdan,bu yüzden gece,el ayak çekilmişken,hiçbir ses yokken seni düşünmek(yokluğunu değil ama) daha iyi.Bütünüyle sen oluyorsun o zaman her yerde.Ne kadar yakışıyorsunuz birbirinize,sen ve gece...ZAMAN GEÇER,HERŞEY UNUTULUR,BİR ÖRTÜYLE KAPLANIR ACILAR,AMA...'BİR TEK SENİ UNUTAMAM'...ERKEĞİM...
24.02.2007 - 16:36
Bir Sonbahar Akşamı
AKŞAM OLMAK ÜZEREYDİ
HAVA YENİ YENİ KARARIYORDU
DALGIN AMA SANCILIYDI
AĞRILARI ARTMIŞ HASTA GİBİYDİ
YILLAR ONDAN ÇOK ŞEYLER ALIP
GÖTÜRMÜŞTÜ HEP YANLIZ YAŞAMIŞ
HAYAT DENİLEN BU IRMAK ONUN İÇİN
BOŞAMI AKIP GİTMİŞTİ SANKİ
AĞARAN SAÇLARINDA MAZİYİ ARAR GİBİYDİ
AĞIR AĞIR YÜRÜDÜ SOKAK BOMBOŞTU
BİR AN DURDU O KADAR DALMIŞTIKİ
CEP TELEFONUN ÇALDIĞINI BİLE
FARKETMEMİŞTİ ARAYAN BİR DOSTTU
BİRAZ ÜRKEK BİRAZ HEYECANLA
TİTREYEREK ALO DİYE BİLDİ ÇÜNKÜ
ONA YÜREĞİNİ AÇAN TEK DOST DOST
GİBİ DOST YÜREĞİNE BİLEĞİNE DOST
YOLDA YOLDAŞI SAĞLAM OLMALIYDI KİŞİNİN
SEVGİ BUMUYDU DİYE DÜŞÜNDÜ YILLARCA
BU DUYGUYU HEP SAKLAMIŞ HİÇ
BAHAR YAŞAMAMIŞTI ŞİMDİ BİRİ
ONA HAYATIN VAR OLDUĞUNU
BU YOLCULUK NEŞARTLARDA OLURSA
OLSUN BİR SON DURAĞI OLDUĞUNU ONA
HEP HATIRLATMIŞTI OYSA ONUN BAZI
DEĞERLERİ YIKILMAZ SANDIĞI TABULARI
VARDI OYSA YIKILMAZ SANILAN NE KALELER
NE SURLAR VARDI TELEFONU BİRDEN
KAPATTI ZAMAN EPEY GEÇ OLMUŞTU
AMA ONUN İÇİN YENİ BAŞLIYORDU
KOŞTU KOŞTU EVE KENDİNİ ZOR ATTI
OYSA YILLARDIR ONUN EVİNİ BİLE
NE BİLEN NEDE SORAN VARDI SANKİ
KARANLIK DÜNYADAN AYDINLIĞA TEKRAR
SAMANYOLU YILDIZI GİBİ KARANLIKTA
KAYBOLMUŞ GİBİ SABAH OLMUŞ KARARINI
VERMİŞTİ BİR YERDE BULUŞTULAR
YÜREĞİ KIPIR KIPIRDI SEVDİĞİ
İNSANIN ELİNİ TUTUĞUNDA ELLLERİ
ATEŞİ TUTUYOR GİBİYDİ NE OLURSA
OLSUN HAYAT YAŞAMAYA DEĞERDİ
ÇÜNKÜ SEVGİ YILLARDAMI SAKLANMIŞTI
SADECE GÖZLERİNİN İÇİNE BAKARAK
SEVDA DENİZİNDE KAYBOLMUŞTU
DIŞARIDA YAĞMUR YAĞIYORDU YAŞAMAK
NE GÜZELDİ AŞK YAĞMUR ALTINDA
BİR BAŞKA GÜZELDİ ELELE TUTUŞMAK
ONUN İÇİN BAHAR YENİ GELMİŞ
HAZAN MEVSİMİ ONUN İÇİN ÇOK
AMA ÇOK UZAKTAYDI ŞİMDİ BAHARDI.
24.02.2007 - 16:32
Bir DAĞ Masalı
Binlerce renk renk çiçeğin açtığı, bitkilerin bittiği, sürü sürü kuşların geçtiği, pırıl pırıl suların aktığı, çeşit çeşit hayvanların barındığı bir dağın yamacında güzeller güzeli Dilara adında bir kız yaşarmış. Her sabah kalkar huzur ve esenlik içinde türküler, şarkılar söylermiş… Kiraz dudaklarından tane tane mutluluk dökülürmüş yamaçlara…
Dilara her sabah uyandığında dağlara bakıp yüreğini bin çeşit renkle nakış nakış işler, güneşin rengiyle sevgisini, umudun mavisiyle umudunu süsler, çağlayan sulara, esen rüzgarlara bakıp bakıp sevinç pırıltılarını serpermiş gözlerinden…
Henüz bakir doğası insanlar tarafından kirletilmemiş, bozulmamış; yalanın, dolanın, kokuşmuşluğun hiç uğramadığı bir yermiş burası... Dilara’nın sevgisi yeryüzündeki çiçeklerin renkleri gibiymiş… Baharın sevgilisi, nisanın ilk aşkı, masumluğun sultanı, suların saflığıymış Dilara’nın güzelliği…
Nisanın ilk gözağrısıymış Dilara… Baharın ilk öpücükleri değdimi narin kirpiklerine, uyanıverirmiş tüm çim – çiçek, börtü - böcek..
Hoyrat rüzgarlar inzivaya çekildiğinde, bahar rengi ılık ılık meltemler sararmış ince belini Dilara’nın, incecikmiş yüreği de tıpkı beli gibi… İpekten teni varmış, gün ışıdımı pırıltılar dans edermiş saçlarında, pırıl pırıl suların üzerine vuran güneş ışıkları gibi…
Dilara her sabah erkenden kalkar çiçeklerle koklaşır, laleleri okşar, kuşlarla, kelebeklerle konuşur, dağ tepe demeden güneşe gülümseyerek mutlu bir şekilde kuzularının peşinde dolaşır dururmuş... Her seher bereket tohumları ekilirmiş dağların doruklarına, umut umut yeşerip halaya dururmuş çiçekler her bahar Dilara’nın güzelliğinde...
Bir gün hiç beklemediği bir anda karşısına genç bir adam çıkıvermiş, şiirler okumuş ay ışığında, şarkılar söylemiş, masallar anlatmış Dilara’ya. Sık sık buluşmuşlar... Sevdalanmış sonra Dilara, bırakmış kendini kollarına genç adamın hiç bir kötülük düşünmeden, başlamış rüyalarda, masallarda yaşamaya...
Çiçekleri, kuşları, kelebekleri bırakıp gece gündüz genç adamın hayaliyle yaşamaya başlamış... Sevdası yeryüzüyle, gökyüzünün sevdası kadar büyük; suyla, çiçeğin aşkı kadar da masum ve temizmiş... Sonra sevdasını açmış büyüklerine Dilara, hoş karşılamışlar kızlarının sevdasını, evlenmelerine izin vermişler... Davul zurna eşliğinde üç gün üç gece düğün olmuş, halaylar çekilmiş, inlemiş dağ taş...
Bir seher vakti uyandığında canından bir parça eksilmiş gibi irkilmiş Dilara. o canı gibi sevip bağlandığı adam buralardan sıkıldığını, kendisini unutmasını isteyip bir kağıt parçası bırakarak çıkıp gitmiş... Oysa aynı adam her sabah uyanır uyanmaz “sen dünyanın en güzel varlığısın, seni ölümüne seviyorum”diye övgüler dizermiş Dilara’nın gözlerinin içine bakarak... O zaman bütün yeryüzü, gökyüzü Dilara’nın olurmuş...
Çünkü dünyada ki; tek güzel Dilara değilmiş, her yerde kandırılacak dünya güzeli yüzlerce Dilara bulunurmuş yüzsüzler, yalancılar, sahtekarlar için...
O gün ilk kez ağlamış Dilara, mavi mavi pınarlar akmış gözlerinden. Ceylan gözleri o gün ilk kez üzgün bakmış dağlara... Aylarca belki döner umuduyla uçan kuştan, esen yelden haber beklemiş, dalgın dalgın bakmış sulara... Ama ne gelen olmuş ne de giden...
Huzuru ile beraber mutluluğu, sevinci de parçalanmış. Daraldıkça çıkıp bir dağ başına yankılı kayalara haykırmış içindeki ateşi... Bazen sessizce solumuş bir hazan yaprağı gibi, içi kanamış her baktığında dağların doruklarına... Gözpınarlarından akan damlalar bir nehir gibi süzülerek Munzur suyunun esrarengizliğine karışmış.... Kanadı kırılmış yavru bir kuş gibi uçmak istemiş masmavi gökyüzüne ama uçamamış...
Uçuşan düşlerini önüne katıp götürmüş yüreğindeki fırtına, geride bir kırık ömür, yorgun gecelere asılı birkaç tebessüm kalmış yalnızca.
Bir hazan çiçeği gibi solmuş günden güne Dilara. Derin okyanuslar dökülmüş yapraklarından her ağladığında.. Sevdanın kor yangını düşmüş yüreğine bir kez…
Bir zamanlar tan kızıllığı yamaçlara vurduğunda rüzgarın şarkısını söylermiş, dağlar, pınarlar, kayalar Dilara’nın yüreğinde. Bir dağ çiçeği gibi yaprağına sığınırmış üşümemek için Dilara... Ama artık suskunmuş dağlar…
Yağmurun gözyaşlarına karıştığı bir gece dönmüş yüzünü ve bırakmış kendini kayalardan aşağı ölmek istemiş Dilara...
Yalancıların, sahtekarların, acıların var olduğu bir dünyada yaşamak istememiş...
Bütün çiçekler kendi dillerince konuşmuş, üzüntülerini haykırmış dağlara… Ağlamış rüzgarlar; Bir tek laleler boyun büküp susmuş Munzur’da… Yüreğini açıp ses vermemişler… Suskunluğunda saklamışlar sırlarını, sevgileri söyleyemeyecekleri kadar çok şey anlatmış dağlara… Bu yüzdendir ki; Munzur’da bütün laleler boynu büküktür… Hep narin, ince, suskun ve asil durur…
Sonra zaman geçmiş, gözyaşları betonlaşmış, çiçekler kokusunu yitirmiş, o güzelim dağlar kötülüklere esir düşmüş... Kayalar ağlamaya başlamış her gece... Ay ve yıldızlar doğmamış bir daha o kayaların üstüne, kuşlar uçmamış, her gece rüzgar esmiş çığlık çığlığa. O gün bu gündür ‘Çığlık kayası’ olarak kalmış ismi...
O günden bu güne sevginin, masumluğum, temizliğin timsali olarak hala onun sevgisi konuşulur oralarda. Kimi kez onu “Çığlık kaya”nın başında sevgilisini seslerken geyiklerin içinde görüldüğünü söylerler, kimileri bir pınarın başında geyiklere su içirirken.
Herkes yok olmuş, yalan olmuş, masal olmuş ama o hep var olmuş, dünya döndükçe de var olacak dağlar kızı Dilara...
İşte böyle olmuş, böyle anlatılmış yıllar yıllı bu dağ masalı...
Bir dağ başıydı sevdası/ sevdalanmıştı bir kez Dilara / kardelenler kadar aktı sevdası / kar kadar masum ve temiz / ve de, / sevmişti bir kez delicesine... /
Ve sonunda terk edildi / sevgi bilmezlerce / bir sevda sözü geride kaldı / bir de dağ gibi sevdası / bakamadı kimsenin yüzüne Dilara / vefâ sözü, sevdâ sözü yalan oldu / hergün çıkıp yükseklere / gidenin yoluna baktı / belki gelir diye / bir soluk resim elinde / gelenden geçenden / sual etti sevdiğini / sonunda, tükendi umudu / dayayıp rüzgarlara başını / ateşlere bağrını verip / bıraktı kendini kayalardan aşağı.../
kara haber çabuk ulaştı obalara / dağlara kor düştü / ölüm vurdu hançerini / kutsal aşkın yüreğine /
Sevgisi efsane oldu / sevgisi destan oldu / dolaştı dilden dile /
Yıllar yılları kovaladı / mevsimler mevsimleri / herkes unutuldu / bir dilara unutulmadı / bir de sevdası... /
Toplam 559 mesaj bulundu