Elbette bu soruyu önce kendime sormalıydım ve önce kendim cevaplamalıydım. Defalarca sordum aşkı kendime ve cevap verdi içimdeki ben:
'Aşk' dedi, 'aşk tarif edilemez, tanımlanamaz, aşk şudur yahut aşk budur denilemez. Onu yaşamak gerek, onu hissetmek gerek, tüm benliğinle onu duymak, algılamak gerek…'
Onun için aşkı anlatmayacağım size, aşkı tanımlamayacağım. Tariften uzak olanı tanımlamaya çalışmanın adı tanımsızlık olsa gerek. Bu nedenle tanımlamaktan ziyade tanımayı, anlatmaktan ziyade anlamayı tercih edeceğim.
Aşk dediğin ya Allah'tan gelmeli, ya Allah için olmalı ya da Allah'a ulaştırmalı; yoksa yerle bir olmalı. Aşk 'sevgi' boyutuna ulaşmıyorsa adı batmalı… Sevgi ki, Allah'ın varlıkları yaratmasındaki yegâne gayesi. Sevgi ki, Allahu Teâlâ'nın kullarına yerleştirdiği en güzel hediye. O'ndan gelen ve O'na dönecek olan en anlamlı duygu…
Mutlak bir varlık olan Allah'tan besleyemediklerinde sevgilerini, o sevgi yok olmaya mahkûm olacaktır. Kaynağı Allah'tan gelmeyen tüm aşklar yok olmaya, batmaya mecburdur çünkü.
Yaratılış itibari ile tüm insanlarda sevgi mayası vardır. Her insana bahşedilmiş olan bu hazineyi kullanabilenler, önce aşk sonra da bütün sevgileri içine alan 'Muhabbet' derecesine ulaşabilirler. Onun için 'Aşk'ı, aşktan ayırmak gerekmektedir. Günümüzde aşk denilince anlaşılan, cinsellikten başka bir şey değildir. Aşk bu kadar küçültülemez, aşk bu kadar basitleştirilemez. Aşkı cinsellikle aynı seviyeye indirgeyenler, ne yazıktır ki, birçok konuda olduğu gibi bu konuda da bir kavram karmaşası yaşadıklarını anlayacaklardır. Toplumumuzun en fazla acı çektiği bu gibi kavram karmaşaları yüzünden neredeyse her alanda iletişim sorunları yaşanmaktadır. Bu durumdan 'aşk' da nasibini almış ve asıl boyutundan uzaklaşmış, çok farklı bir anlam yüklenmiştir. Her gün gazete ve dergi sayfalarında çok rahat karşılaştığımız yazıları şöyle bir analiz ettiğimizde şunu görmekteyiz:
Aşk, sahiplenme motifinin en üst düzeyi olarak görülmektedir. Özellikle eğitim sistemimizin kanayan yarası hâline gelen, aşkı (!) için derslerini aksatan, eğitimini tamamlayamayan, günlerini ve gecelerini hep onu düşünmekle geçiren, her şeyi göze alan hatta aşkı (!) için ölümü bile göze alıp: 'ya benimsin ya toprağın! ' diyerek önce âşık olduğu insanı sonra da kendini öldüren, 'Aşk ki, aşktır varsa sonunda ziyan' nidâlarıyla hiçbir şeyi umursamayan ve 'aşk cellâdı' kesilen insanlara bir bakın. Aşktan anlaşılan şey bu mudur? Aşk bu mu olmalıdır? Bunun adına aşk mı denir?
'O bedenimdeki ruhtu. O bendim. Ben onda anlam kazanıyordum. Tüm varlığımla ben ondaydım. Kendi iniltimi onda duyuyordum. O benim her şeyimdi… Onsuz hayat benim için hayat değildi. Ne ben anlatabiliyordum, ne de o anlayabiliyordu. Bu nasıl bir duyguydu? İnsan niçin sevilme ihtiyacı duyuyordu? Kendimi ona farkettirmek için elimden geleni yapmıştım. Onun beni farketmesi, benim için neden bu kadar önemliydi? Çileyse çile, dertse dert, acıysa acı; yeter ki onunla olaydım, her şeye razıydım. Onun yanında; yeter ki, yeter ki… (hıçkırıklar ve gözyaşları) ... Ben bu aşka yenik düştüm…' diyerek başlıyordu dinlemiş olduğum bir aşk hikâyesi.
Aşk bu kadar ağır mıydı? İnsanlar niçin aşka yenik düşüyordu? İnsanlar, aşkta huzur ve mutluluk bulmaları gerekirken; niçin acı, elem, dert ve keder çekiyorlardı? Âşık olduğu için acı çeken, kendisini mahveden binlerce insan aşkı anlayamamışlar mıydı; yoksa aşk mı kendini anlatamamıştı? ..
Hayır! Aslında sorun aşkta değil; insanların aşka bakış açılarındaydı. Yerli ve yabancı tüm dizilerin temel konusu 'aşk'tı; fakat cinsellikten öteye gitmeyen bir aşkı anlatıyorlardı insanlara. Filimler aşka değinmeden edemiyorlardı; fakat bu nasıl bir aşktı? .. 'Seni seviyorum! ' demekle aşk kelimelere mi bürünüyordu. Kelimelerle anlatılamayan bir olgu, nasıl oluyordu da kelimelere sığdırılmaya çalışılıyordu? Aşkın karşısında kelimeler anlamını yitirirlerken, cümleler yetim kalırken filimler, diziler, romanlar ve diğerleri aşkı anlatmaya kalkışıyorlardı. 'Seni seviyorum! ' Ya sen? Sen de beni seviyor musun? ..
Tam bu noktada şunu vurgulamak gerekir: Aşk, başkasını sevmekmiş gibi görülse de aslında hiç de öyle değildir. Aşk ve sevgi ilişkilerinde sevmekten ziyade sevilmek; önemsemekten ziyade önemsenmek; değer vermekten ziyade değer verilmek vardır.
Aşk konusunda kimse yalan söylememeli. Günümüzde aşkın bir başkasını sevmek olduğunu söylemek koca bir yalandır. Aşk, karşılıksız yaşayamaz olmuş, aşkı besleyen sevilme ve önemsenme duygusu olmuş. Aşk dedikleri şey, iki 'yok'un birleşmesi anlamına gelmiş. Aşk, bu anlamda bir başkasının dünyasında var olma çabası hâline dönüşmüştür.
Aşk tutkuya dönüşmüş; duygular aklın önüne geçer olmuş… Saatlerce hayaller kurmalar, dalıp gitmeler insanın kendi varlığına gölge düşürmüş. Duygular melankolikleşmiş. Hayatın en büyük amacı, 'o kişi'yi kazanmaktan ibaret sayılır olmuş. Toplumumuz dizilerle, filimlerle, sinemalarla aşka özendirilmiş; fakat aşk cinsellikle aynı kefeye konulur olmuş. Sonra ortaya çıkan ruhsal çöküntülerin ve psikolojik bozuklukların önüne geçilemez olunmuş. Ruhsal sorunların yol açtığı fiziksel bozukluklar ise, psikosomatik rahatsızlıklara geçit vererek, ciltte tahribatların meydana gelmesine, tansiyonda ve kalpte görülen değişikliklere ve daha birçok fiziksel rahatsızlıklara neden olmuştur. Siz de küçücük bir sivilceyi kendisine sorun eden insanlarla elbet karşılaşmışsınızdır!
Günümüzde birçok şey gibi aşk da anlamını yitirmiştir. İnsanlar kendilerine verilen bu üstün duyguyu tanıyamamışlar ve yanlış yerlerde, yanlış zamanlarda ve yanlış kişilerde kullanır olmuşlardır. En nihayetinde de aşk, masum olmayan bir görünüme bürünmüştür: Âşık olduğu insanı yüceltmeler, kutsamalar, ilahlaştırmalar… 'O benim her şeyimdi; onsuz yapamıyorum. O yoksa bu benim için yaşamak değil…' diyen henüz on dokuz yaşındaki genç bir insanın aşktan acı duyması, hayatının anlamını kaybetmesi sizce ne anlama geliyor? Onunla mı dünyaya geldi, o da kendisi gibi bir insan değil miydi, o da 'yok' olacaklar arasında yer almıyor muydu? Allah'tan başka her şey yok olmayacak mıydı? O hâlde sorun nereden kaynaklanıyordu? Aşk ve sevginin yüceliğinin anlaşılamamasından mı; yoksa bunları kendimizce yüceltirken aslından uzaklaştırmamızdan mı?
O halde aşk nasıl
sonsuz olur?
Aşkı sonsuza ulaştırabilecek en kısa yol sevgidir. Allah'tan gelen, Allah için olan ve Allah'a ulaştıran bir sevgi. Peygamber Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in buyurduğu gibi:
'Allahım! Bana senin sevgini, seni sevenin sevgisini, senin sevgine ulaştıracak olan her sevgiyi nasip et.'
Sevgiyi anlamadan 'aşk'ı anlayamayız. Her ailede bulunması gereken ve her aileyi 'Örümcek ağları'ndan kurtaran yegâne güçtür sevgi... Öyleyse sonsuz bir aşka kapılarımızı sonuna kadar açmak istiyorsak, önce sevginin ne demek olduğunu, kimin adına başladığını, kaynağını nereden aldığını ve bizi nereye ulaştırması gerektiğini bilmek zorundayız.
Kapılarınızı sevgiye açmak için hazır mısınız?
Sevgiye bir çağrıdır her varlık ve her güzellik: 'Gel beni sev' der kendi hâlince. Sevgi kâinatın mayasında vardır. Sonsuzluk içinde sadece sevgi hayata bir mâna verir. Sevgi olmasaydı, insan yaşayamazdı bu dünyada öleceğini bile bile… Bir şey ne olursa olsun, sevmeden ona inanamazsınız. İnanmadığınız şeyi ise kesinlikle yapamazsınız. İnsanın sevmediği, inanmadığı bir şeyi isteyerek, canı gönülden yaptığı görülmemiştir. Her şey sevgiyle başlar; şu anda bizim dünyada oluşumuz, yaşıyor oluşumuz, mücadelemiz, hatta hırs ve gururumuz bile. Sevmeyen çaba göstermez çünkü; sevmeyen bir şeyler yapmak, koşuşturmak, mücadele etmek istemez.
Sevgi, sevgi, sevgi...
Sevgisiz yürek cehennem, sevgisiz hayat zindan oluyor. Mevlânâ'yı döndüren, Yunus'u peşinde koşturan sevgi değil de neydi? Büyük ve ünlü liderleri, lider yapan neydi? İnsan, önce sevmeyi öğrenmelidir. Ya siz! Siz neresindesiniz sevginin? Hep başkasının sizi sevmesini bekleyemezsiniz; sevgiyi her zaman 'başka'larında arayamazsınız, buna hakkınız da yok.
Hiç düşündünüz mü dünya neden bu kadar güzeldir ya da öyle görünür? Niçin sevilir ve sevilmeye lâyıktır tüm güzeller? Niçin şu koca dünya küçücük bir kalbi dolduramayacak kadar küçük kalır? Çünkü sonsuz bir sevgi barınır kalpte. Sonsuzun yanında dünya da küçük kalır, içindekiler de. İnsan bir sevdi mi, ne dünya kalır, ne de içindekiler. Öyleyse bu sonsuz sevgiye lâyık olan kimdir? Ya da sonsuz bir sevgi var mıdır gerçekten? Varsa kaynağı nereden gelmektedir? Hayat, sevgisiz de hayat olmaz mıydı?
Sevgiyi anlatmak için bir değil binlerce dil yetmez, hatta kâinat bile yetmez. Çünkü her sevgi O'nun sevgisinden bir iz taşır. O'nun kullarına olan muhabbetini dile getirir. O'nun nasıl bir sevgiyle sevilmeye layık olduğunu anlatmak ister. Fuzuli'ye:
'Çekil önümden Leyla; ben 'LEYLA'ma gidiyorum' dedirten bu sevgidir. Fakat şunu iyi bilmeliyiz ki, Fuzuli'ye bunu dedirten önce insanı sevmesiydi. İşe bireyle, insanla başlamasıydı. İnsana, 'insan' olduğu için değer vermesiydi. Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e:
'Birbirinizi sevmedikçe iman etmiş olmazsınız' dedirten şey de kim bilir belki bu derin ve anlamlı ayrıntıda gizliydi. Bizler önce birbirimizi sevmeliyiz, daha sonra asıl sevgiliyi. Yaratılanı sevmeden, Yaratan'ı asla sevemeyiz. Basit, sıradan ve banallaşmış üç günlük sevgi değil benim anlatmak istediğim sevgi; ne olursa olsun sonuna kadar giden, gidilmeye lâyık olan sevgi.
Siz hiç sesiniz çıktığı kadar haykırdınız mı: 'Seviyorum! Seviyorum! ' diye.
Sevmediyseniz, sevemediyseniz diyemezsiniz. Çünkü sevgi demek, coşku demektir, sınır tanımamaktır, gittiği yere kadardır yani. Ya hiç içine girmeyeceksiniz ya da girdiğiniz zaman geriye dönüp bakmayacaksınız, geriye dönmeyi aklınızdan bile geçirmeyeceksiniz. Sevgiye sınır koyduğunuzda bitmiş, yok olmuş, hiçlik deryasına gömülmüş demektir.
Sevgi, sevgi, sevgi, yine sevgi, her zaman, her yerde yine sevgi… Sevmeyen eleştiremez, yorumlayamaz, anlayamaz ve algılayamaz. Çünkü o anlamsızlaşmıştır.
Anlam demek, sevgi demektir. Sevgi ne demektir öyleyse?
'Anlam' mı, dediniz?
Peki, anlam ne demek? Öyle ya sevgi anlam demekse, anlam ne anlama geliyor?
Aşkı sonsuza ulaştırabilecek en kısa yol sevgidir. Allah'tan gelen, Allah için olan ve Allah'a ulaştıran bir sevgi. Peygamber Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in buyurduğu gibi: 'Allahım! Bana senin sevgini, seni sevenin sevgisini, senin sevgine ulaştıracak olan her sevgiyi nasip et.'
Günümüzde birçok şey gibi aşk da anlamını yitirmiştir. İnsanlar kendilerine verilen bu üstün duyguyu tanıyamamışlar ve yanlış yerlerde, yanlış zamanlarda ve yanlış kişilerde kullanır olmuşlardır.
Yaratılış itibari ile tüm insanlarda sevgi mayası vardır. Her insana bahşedilmiş olan bu hazineyi kullanabilenler, önce aşk, sonra da bütün sevgileri içine alan 'Muhabbet' derecesine ulaşabilirler. Onun için 'Aşk'ı, aşktan ayırmak gerekmektedir.
Bizler önce birbirimizi sevmeliyiz, daha sonra asıl sevgiliyi. Yaratılanı sevmeden, Yaratan'ı asla sevemeyiz. Basit, sıradan ve banallaşmış üç günlük sevgi değil benim anlatmak istediğim sevgi; ne olursa olsun sonuna kadar giden, gidilmeye lâyık olan sevgi.
ben gittim sen gittin ben bittim bende sende bittin..
İşte sırıl sıklam yalnızlıkla gidiyorum Ardımda geleceğim önümde serin karanlıklara Sırtımda hançerin kan revan dinlemiyorum Ben bu gece yarısı gidiyorum.
Şehir uyuyor sen uyuyorsun ben gidiyorum Eylül yaprağı gibi savrularak Usulca akan nehir gibi durularak Ben bu gece yarısı gidiyorum.
Güneş uyuyor sen uyuyorsun ben gidiyorum Roman gibi sessiz sedasız Zaman gibi zamansız Bu gece yarısı ben gidiyorum.
Gece uyuyor sen uyuyorsun ben gidiyorum Nefesimi tutarak ama seni içime binlerce kez çekerek Kendimi senden ederek son sigaramı içerek Ben bu gec yarısı gidiyorum.
Güller uyuyor sen uyuyorsun ben gidiyorum Gidenler sokağından son kez geçerek Bir sevdayı kara toprağa gömerek Ben bu gece yarısı gidiyorum.
Şehir uyuyor sen uyuyorsun ben gidiyorum Cebimde son mektubumla sönmüş mehtabımla Şu sokakta sol yanımla Ben bu gece yarısı gidiyorum.
Volkan dudakların uyuyor sen uyuyorsun ben gidiyorum Bu gece yarısı birtek ben gidiyorum Bütün dünya uyuyor sen uyuyorsun Bu gece yarısı ben gidiyorum ........ SENDE GİTTİN seni öyle bi sevdimki senin beni sevmediğini bilerek sevdim seni öyle sevdim ki doymamacasına... seni öyle sevdimki........
duydum ki gitmişsin bir veda etmeden gözlerindeki ağıtı bana dinletmeden gitmişsin. şimdi yıldızlar ağlıyor bu sevdaya. çünki ben seni öyle bi sevdimki.......
seni öyle sevdimki mehtaba yazdım adını yıldızlara seni okudum her sabah. gül yaprağındaki busede her aşk şiirinin bestesinde sevdim seni. seni öyle bi sevdimki..........
BİR ZAMAN VAR UZAKTA SAYILARINI GÖREMEDİĞİM BİRİ VAR GELECEKTE ONUN İÇİN BURDA DERBEDERLİĞİM.. SINIRSIZ ÖZGÜRLÜKTE ANLAYIŞLI BİRİ VAR UZAKTA BENİ BEKLEMEKTE BEDENİ ONU BEKLEMEKTE RUHUM NERDESİN GEL ARTIK BU ÇARESİZLİK BUKADAR KOMAMIŞTI...
YANLIZ SENİNLE EN GUZEL DUYGULARI VE SONSUZA DEK BU HAYATI ICIMDEKI BOSLUGU YANLIZ SENINLE TAMAMLAMAK ISTIYORUM OLUR,OLMAZ DIYE DUSUNMEDEN RESIMDEKI SENI DEGIL SENDEKI SENI SEVMEK ISTIYORUM GECELERI YATMADAN ONCE VE SENI HER DUSUNMEMDE YUREGIMLE BERABER BIR HAYAT SURMENIN MUMKUN OLMAYACAGINI BILSEM BILE SIRF SENI SEVECEGIM
... ve ben sensiz gecen her saniyeye ağlıyorum. eminim ki senden haber gelmeyecek bu gecede, ve ben her saniye tekrar ağlayacağım. ve ben her ağladığımda sana aşık olacağım, ben her aşık olduğumda sen ağlayacaksın... ...
ayrılık günü düştü peşime hüzün ve bırakmadı kaç yıl boyu boylu boyunca uzandım yanına ama bana dönük değildi yüzün aldanıp sana bekledim geçen güzü ve bırakmadım kaç yıl boyu zaman dolunca geldiysem yanına sebep sana o gün verdiğim sözüm dön diye yalvarırken düştü elimden gururum son diye dilenirken geçti önümden bitanem yine dolacaksa gözlerim sensiz olsun dilerim eritir yaşlar kalbimi dayanamam dayanamaz buna yüreğim dur yalan yalan söyledim yaşanacaksa eğer keder söylemeliyim gerçeği ağlayalım beraber
hüzün yıldızları parlıyor bugün gökyüzünde, bu gece yine için için yanıyorum, oturmuş seni düşünüp ağlıyorum, seni, gidişini, sevişini, herşeyini... unutamıyor işte seni şu yaralı kalbim, yaptıklarını hatırlayıp, pişman oluyor... seni düşünüyorum bu gece, karanlık gökyüzünde... simsiyah gökyüzünde parlayan yıldızları seyrediyorum, onları sana benzetiyorum, kararmış kalbimin bir kenarında yanan meşale misali... dedim ya, seni düşünüyorum bu gece, beni sevdiğini, bana nasıl baktığını, bana nasıl güldüğünü, ellerimi nasıl tuttuğunu, ellerini nasıl tuttuğumu, büyüyen bir ateş gibi sevgimizin nasıl çoğaldığını ve birgün ansızın bırakıp gidişini... son vedanı hatırlıyorum, gözlerime ağlarcasına baktığını, gözlerini kalbime gömdüğünü hatırlıyorum, bir daha çıkamasın diye... çıkamadılar zaten kalbimden gözlerin, ölüler dirilirler mi ki gömülenler çıksın, gitsin? gittin son bir veda ile gözü yaşlı, elimde kolyen, ardından dakikalarca baktım, ağlamaklı, sıkıldım, üzüldüm, perişan oldum ama ağlamadım... ağlayamadım, engel oldu gururum, engel oldu aşkım, uzaklara gittin, belki birdaha asla geri dönmemecesine, özledim seni deliler gibi, özlüyorum hala... sen bir yerde ben bir yerde, yinede sönmedi sevgimiz, aksine çoğaldı dağlar gibi oldu hasretimiz... hep seni hayal eder, hep seni düşünürdüm, sesini duyunca yaşar, duyamayınca ölürdüm, aradın beni aylarca bir sevgi uğruna, ne yazık ki, ihmal edildin bir hata uğruna, kırıldın, ağladın, affettin ama hep sevdin, beni sevdin gülüm beni, kalbi kırık bir vefasızı, yine ihmal edildin yine unutuldun bir hiç uğruna, yine kırıldın, yine ağladın, yine affettin... bir daha unutuldun, sevdanla başbaşa bırakıldın, yine kırıldın, yine ağladın ama bu sefer affetmedin... sevdiğini en mutlu gününde öldürdün, ve ardına bakmadan gittin... beni benle başbaşa bıraktın, yıkıldım, üzüldüm, kırıldım... senden ayrılınca kaldım çaresiz, sevgisiz ve birde sensiz, hep sensizdim zaten ama şimdiki kadar asla değil... parçalanmış bir kalbe sahip oldun mu sen hiç? parça parça edilmiş, yıkık ve virane, bir o kadarda vefasız... önceleri üzüldüm, yıkıldım ama asla ağlamadım... geldi geçti deyip senide gözlerin gibi kalbime gömdüm... unuttum dedim, unutacağım dedim, unutamıyorum dedim, unutmam dedim... önce gözlerin sonra sen çıktın kalbimden, bir vicdan azabıdır başladı ölü yüreğimde, hiçbir şey kalmadı, senden başka kalbimde, hatıraların, gözlerin ve sözlerin... şiirlerini getirdiler bana, beni öldüren şiirlerini... vefasız dediğini duydum, yıkıldım, düşündüm seni gecelerce daima tek başıma, şiirlerin öldürdü, hasretin yaktı yüreğimi, kırıldım, üzüldüm, yıkıldım ve en sonunda ağladım... 3 kişi ağladık sana; ben, kalbim ve gözlerim... sana yandım, seni sevdim, seni hatırladım heryerde... belki birgün sesini duyarım umuduyla telefon bekledim günlerce, telefon gelmeyip sesine hasret kalınca ağladım ağladım, sana yaptıklarımı ancak o zaman anladım... duydum ki kalbini vermemişsin kimseye, olurda içinde görürler beni diye... benim kalbimide istediler, ama vermedim kimseye, olurda içinde seni görürler diye... gökyüzü yıldızlar ile doluydu, ben hep seni düşünürken, hüzün yıldızları koydum adlarını, seni hatırlatıyorlar diye, aynı onlar gibi sende benden çok uzaklardaydın, hep göz kırpardın uzaktan, sessizce, bense hep seni bekledim kırık kalbim, yaşlı gözlerimle... bazen hayallere dalıyorum, seni düşünüp ağlıyorum, seni ve sevgini arıyorum hep kalbimde... düşmüyor adın hiç dilimden, öleceğim gülüm bir gün ben, senin sevginden, senin derdinden... bir gün göreceğim yine belki seni, seni, beni unutmuş, benim olmayan seni... İşte o an aşkımın gözyaşlarını hatırlayacağım, ve yine bir köşeye oturup ağlayacağım... yemin ettim senin üstüne sevmeyim başkasını diye, ve heryerde, her zaman tekrarlıyorum yeminimi; seni unutmam için öldürseler bile, karşılık olarak dünyayı verseler bile, darağacı kurup idam etseler bile, senden başkasını asla sevmeyeceğim...
ben seni hiç sevmedim ki durgun akşamlarda söylediğimiz şarkıları sevdim, bir çiçeğe gülmeni, bir güle benzemeni sevdim bir de yıldızları sevdim eylül akşamlarında gelip, gözlerinde tutulan. ben seni hiç sevmedim ki beni yola koyduğunda ayrılmayı sevdim, kurşunları sevdim beni vurduğunda, ağlamayı sevdim unuttuğunda, yalnız olduğumu anladığımda ayakta kalmamı sevdim yıkılmamı sevdim seni her hatırladığımda ekmeği sever gibi sevdim sensizliği su gibi özledim temmuz güneşinde sesini ikindide yağmur gibi geceleyin yağan yağmur gibi sevdim seni sevdiğimi ben seni hiç sevmedim ki... kuşlara şarkılar öğretmeni sevdim menekşeyle konuşmanı nisan'a hatırlatmanı baharın bir adının da yalnızlık olmalığını düştüğün zaman kanayan yaralarını ve tuhaflığını üşüdüğüm zaman sakız satan çocukları yeni çıkan şarkıları her kaybettiğinde kazanan yanlarını sevdim denize düşmüş gül gibi düştüm ateşe ben yangını sevdim yandığım zaman böyle işte ben seni hiç sevmedim ki... bir gece bir ceylan indi dağdan kalbine bir gece bir şiir gibi kibrit alevinde alemin ortasında, kimsesizliğin sesinde buğusunda sabahın, acımasızlığında ahın, ağlayan yüzünde isa'nın ferahlatan gücüyle duanın korkutan yanıyla nar'ın incenin, zeytinin ve kalbin üstüne gülün üstüne tutunduğum umudun üstüne korkunun üstüne hep senin üstüne, hep senin üstüne ben seni hiç sevmedim ki... gittiğin zaman gitmeni sevdim evreni sevdim geldiğin zaman kalmanı sevdim korkuyordum sana alışmaktan yine de sevdim gülümsemeyi mendilimi sallarken, seni götüren trenin arkasından kırlara ilk kar düştüğü zaman ölümünün ne güzel olduğunu sevdim seni içimde öldürdüğüm zaman ben seni hiç sevmedim ki... durgun akşamlarda söylenen şarkı neyse bir çiçeğe gülmeni, bir güle benzemeni sevdim bir de yıldızların sevdim eylül akşamlarında gelip gözlerinde tutulan ben seni hiç sevmedim ki... düştüğün zaman kanayan yaralarını ve tuhaflığını üşüdüğüm zaman sakız satan çocukları yeni çıkan şarkıları her kaybettiğinde kazanan yanlarını sevdim denize düşmüş gül gibi düştüm ateşe ben yangını sevdim yandığım zaman böyle işte ben sevdim mi adam gibi severim ben sevdim mi adam gibi severim
ben acılar denizinde boğulmuum işitmem vapur düdüklerini, martı çığlıklarını dalgalar her gün bir başka kıyıya atar beni duyarım yosunların benim için ağladıklarını
ölüyüm çoktan, bir baksana gözlerime gör, içindeki o kanlı cam kırıklarını bu ne karanlık, bu ne zindan gece böyle bütün gemiller söndürmüş ışıklarını
ben acılar denizi olmuşum, yaklaşma sularım tuzlu, sularım zehir zemberek baksana; herkes içime dökmüş artıklarını
bu karanlık bitse artık, bir ay doğsa bir deli rüzgar çıksa; alıp götürse yılların içimde bıraktıklarını...
bir garip mengene yüreğimi sıkar bir kuşun kanadının gölgesi düşse yüreğine kıskanırım …. ben mavzerde fişek ben ki kını da bıçağım gökyüzünü paslı bir maviye yeryüzünü kızıla boyarım İsterim ki mutluluk gölgen olsun gözlerinin gülen tılsımı hiç bozulmasın ben bir bedevinin su aradığı gibi arıyorum şimdi seni ve nasıl özlüyorsa yarasalar geceyi bende seni öyle özlüyorum eylülün geldiğini sızlamasından anlıyorum dizlerimin bilirimsin karanlık bir gecede yalnızlığın insana nasıl koyduğunu bilirimsin kara bir karıncanın beyaz kalbi gibi bir hisle sevdiğimi seni bilirimsin içinde aşk geçmeyen şiirleri yazmadığımı a ve ş ve k harfleri mazi urganın ucuna bağlıdır, benim gönlümde bir tren penceresinden el salladığım gün siyah saçlı bir kıza bir otogarda bıraktım bu harfleri sol göğsümün üstünde muska gibi sakladığım resmi uzayıp giden yollara bıraktım
yapma olduğun olman gerekense, onu da vermesi gereken verdi alması gereken alacak bir gün...
susma hiçliğe ihtiyacın olduğu zaman kendini toz kokan odaya tıkmamalı sonunun yanıbaşındalığını fark edemez insan...
ağlama İyi seçmeli sulanacak şeyleri numunelik bir burağan mı ki seninkisi! ? kendinde tek sandığın yeis,insanoğlunun topunun sureti...!
gitme kovulduğunu sandığın yer asıl kabul olacağın yer aslında gitmeyi isteme... pes edecek kadar güçlü, İdamlığını isteyecek kadar yenik değilsin daha...
rüzgar yüzüme çarptıkça, saçlarım usulca dalgalanınca, yaşadığım anılar bir bir gözümüm önüne gelince, nedense içimden ağlamak gelir. nedense içimden sana sarılmak gelir. nedense çaresizliği kabullenip ölmek gelir... gece yatağımda seni düşlerken, rüyamda bulutların üzerindeyken, uyandığımda geçen zamanı izlerken, nedense içimden herşeyi bırakıp sana koşmak gelir. nedense içimden herşeyi yüzüne vurmak gelir nedense içimden hayatın anlamsız olduğu gelir. yolun sonuna geldiğimde, yaşadığımı zannettiğim rüya bittiğinde, sevgim sonsuzluğa erdiğinde, sana koşuyorum işte....
gözlerinin içine bakabildiğim sürece varım.. ve gülüşünü görebildiğim sürece dokunuşunu hissederken benliğimde uzak olsak bile anlamalıyım bilmeliyim sıcaklığını, tenin tenime dokunmalı gözlerimden iki damla yaş süzülmeli bakakalmalıyım gidişinin ardından sözler anlamını yitirdiği an gelmelisin bilmelisin o an hissettiklerimi görmelisin özlemimi paylaşmalısın gülüşümü, dokunuşumu, hissedişimi.....
mevsimler degisirken, insanlik hep aynimi? hangimiz, dünki gibi, kaldik bugünümüzde.. zaman denilen hilkat, sadece bir aynami? bize, bizi gösteren, kosturan önümüzde....
28.03.2007 - 15:21
AŞK DEDİĞİN SONSUZ OLMALI
Sordum kendime: 'Aşk nedir? ' diye…
Elbette bu soruyu önce kendime sormalıydım ve önce kendim cevaplamalıydım. Defalarca sordum aşkı kendime ve cevap verdi içimdeki ben:
'Aşk' dedi, 'aşk tarif edilemez, tanımlanamaz, aşk şudur yahut aşk budur denilemez. Onu yaşamak gerek, onu hissetmek gerek, tüm benliğinle onu duymak, algılamak gerek…'
Onun için aşkı anlatmayacağım size, aşkı tanımlamayacağım. Tariften uzak olanı tanımlamaya çalışmanın adı tanımsızlık olsa gerek. Bu nedenle tanımlamaktan ziyade tanımayı, anlatmaktan ziyade anlamayı tercih edeceğim.
Aşk dediğin ya Allah'tan gelmeli, ya Allah için olmalı ya da Allah'a ulaştırmalı; yoksa yerle bir olmalı. Aşk 'sevgi' boyutuna ulaşmıyorsa adı batmalı… Sevgi ki, Allah'ın varlıkları yaratmasındaki yegâne gayesi. Sevgi ki, Allahu Teâlâ'nın kullarına yerleştirdiği en güzel hediye. O'ndan gelen ve O'na dönecek olan en anlamlı duygu…
Mutlak bir varlık olan Allah'tan besleyemediklerinde sevgilerini, o sevgi yok olmaya mahkûm olacaktır. Kaynağı Allah'tan gelmeyen tüm aşklar yok olmaya, batmaya mecburdur çünkü.
Yaratılış itibari ile tüm insanlarda sevgi mayası vardır. Her insana bahşedilmiş olan bu hazineyi kullanabilenler, önce aşk sonra da bütün sevgileri içine alan 'Muhabbet' derecesine ulaşabilirler. Onun için 'Aşk'ı, aşktan ayırmak gerekmektedir. Günümüzde aşk denilince anlaşılan, cinsellikten başka bir şey değildir. Aşk bu kadar küçültülemez, aşk bu kadar basitleştirilemez. Aşkı cinsellikle aynı seviyeye indirgeyenler, ne yazıktır ki, birçok konuda olduğu gibi bu konuda da bir kavram karmaşası yaşadıklarını anlayacaklardır. Toplumumuzun en fazla acı çektiği bu gibi kavram karmaşaları yüzünden neredeyse her alanda iletişim sorunları yaşanmaktadır. Bu durumdan 'aşk' da nasibini almış ve asıl boyutundan uzaklaşmış, çok farklı bir anlam yüklenmiştir. Her gün gazete ve dergi sayfalarında çok rahat karşılaştığımız yazıları şöyle bir analiz ettiğimizde şunu görmekteyiz:
Aşk, sahiplenme motifinin en üst düzeyi olarak görülmektedir. Özellikle eğitim sistemimizin kanayan yarası hâline gelen, aşkı (!) için derslerini aksatan, eğitimini tamamlayamayan, günlerini ve gecelerini hep onu düşünmekle geçiren, her şeyi göze alan hatta aşkı (!) için ölümü bile göze alıp: 'ya benimsin ya toprağın! ' diyerek önce âşık olduğu insanı sonra da kendini öldüren, 'Aşk ki, aşktır varsa sonunda ziyan' nidâlarıyla hiçbir şeyi umursamayan ve 'aşk cellâdı' kesilen insanlara bir bakın. Aşktan anlaşılan şey bu mudur? Aşk bu mu olmalıdır? Bunun adına aşk mı denir?
'O bedenimdeki ruhtu. O bendim. Ben onda anlam kazanıyordum. Tüm varlığımla ben ondaydım. Kendi iniltimi onda duyuyordum. O benim her şeyimdi… Onsuz hayat benim için hayat değildi. Ne ben anlatabiliyordum, ne de o anlayabiliyordu. Bu nasıl bir duyguydu? İnsan niçin sevilme ihtiyacı duyuyordu? Kendimi ona farkettirmek için elimden geleni yapmıştım. Onun beni farketmesi, benim için neden bu kadar önemliydi? Çileyse çile, dertse dert, acıysa acı; yeter ki onunla olaydım, her şeye razıydım. Onun yanında; yeter ki, yeter ki… (hıçkırıklar ve gözyaşları) ... Ben bu aşka yenik düştüm…' diyerek başlıyordu dinlemiş olduğum bir aşk hikâyesi.
Aşk bu kadar ağır mıydı? İnsanlar niçin aşka yenik düşüyordu? İnsanlar, aşkta huzur ve mutluluk bulmaları gerekirken; niçin acı, elem, dert ve keder çekiyorlardı? Âşık olduğu için acı çeken, kendisini mahveden binlerce insan aşkı anlayamamışlar mıydı; yoksa aşk mı kendini anlatamamıştı? ..
Hayır! Aslında sorun aşkta değil; insanların aşka bakış açılarındaydı. Yerli ve yabancı tüm dizilerin temel konusu 'aşk'tı; fakat cinsellikten öteye gitmeyen bir aşkı anlatıyorlardı insanlara. Filimler aşka değinmeden edemiyorlardı; fakat bu nasıl bir aşktı? .. 'Seni seviyorum! ' demekle aşk kelimelere mi bürünüyordu. Kelimelerle anlatılamayan bir olgu, nasıl oluyordu da kelimelere sığdırılmaya çalışılıyordu? Aşkın karşısında kelimeler anlamını yitirirlerken, cümleler yetim kalırken filimler, diziler, romanlar ve diğerleri aşkı anlatmaya kalkışıyorlardı. 'Seni seviyorum! ' Ya sen? Sen de beni seviyor musun? ..
Tam bu noktada şunu vurgulamak gerekir: Aşk, başkasını sevmekmiş gibi görülse de aslında hiç de öyle değildir. Aşk ve sevgi ilişkilerinde sevmekten ziyade sevilmek; önemsemekten ziyade önemsenmek; değer vermekten ziyade değer verilmek vardır.
Aşk konusunda kimse yalan söylememeli. Günümüzde aşkın bir başkasını sevmek olduğunu söylemek koca bir yalandır. Aşk, karşılıksız yaşayamaz olmuş, aşkı besleyen sevilme ve önemsenme duygusu olmuş. Aşk dedikleri şey, iki 'yok'un birleşmesi anlamına gelmiş. Aşk, bu anlamda bir başkasının dünyasında var olma çabası hâline dönüşmüştür.
Aşk tutkuya dönüşmüş; duygular aklın önüne geçer olmuş… Saatlerce hayaller kurmalar, dalıp gitmeler insanın kendi varlığına gölge düşürmüş. Duygular melankolikleşmiş. Hayatın en büyük amacı, 'o kişi'yi kazanmaktan ibaret sayılır olmuş. Toplumumuz dizilerle, filimlerle, sinemalarla aşka özendirilmiş; fakat aşk cinsellikle aynı kefeye konulur olmuş. Sonra ortaya çıkan ruhsal çöküntülerin ve psikolojik bozuklukların önüne geçilemez olunmuş. Ruhsal sorunların yol açtığı fiziksel bozukluklar ise, psikosomatik rahatsızlıklara geçit vererek, ciltte tahribatların meydana gelmesine, tansiyonda ve kalpte görülen değişikliklere ve daha birçok fiziksel rahatsızlıklara neden olmuştur. Siz de küçücük bir sivilceyi kendisine sorun eden insanlarla elbet karşılaşmışsınızdır!
Günümüzde birçok şey gibi aşk da anlamını yitirmiştir. İnsanlar kendilerine verilen bu üstün duyguyu tanıyamamışlar ve yanlış yerlerde, yanlış zamanlarda ve yanlış kişilerde kullanır olmuşlardır. En nihayetinde de aşk, masum olmayan bir görünüme bürünmüştür: Âşık olduğu insanı yüceltmeler, kutsamalar, ilahlaştırmalar… 'O benim her şeyimdi; onsuz yapamıyorum. O yoksa bu benim için yaşamak değil…' diyen henüz on dokuz yaşındaki genç bir insanın aşktan acı duyması, hayatının anlamını kaybetmesi sizce ne anlama geliyor? Onunla mı dünyaya geldi, o da kendisi gibi bir insan değil miydi, o da 'yok' olacaklar arasında yer almıyor muydu? Allah'tan başka her şey yok olmayacak mıydı? O hâlde sorun nereden kaynaklanıyordu? Aşk ve sevginin yüceliğinin anlaşılamamasından mı; yoksa bunları kendimizce yüceltirken aslından uzaklaştırmamızdan mı?
O halde aşk nasıl
sonsuz olur?
Aşkı sonsuza ulaştırabilecek en kısa yol sevgidir. Allah'tan gelen, Allah için olan ve Allah'a ulaştıran bir sevgi. Peygamber Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in buyurduğu gibi:
'Allahım! Bana senin sevgini, seni sevenin sevgisini, senin sevgine ulaştıracak olan her sevgiyi nasip et.'
Sevgiyi anlamadan 'aşk'ı anlayamayız. Her ailede bulunması gereken ve her aileyi 'Örümcek ağları'ndan kurtaran yegâne güçtür sevgi... Öyleyse sonsuz bir aşka kapılarımızı sonuna kadar açmak istiyorsak, önce sevginin ne demek olduğunu, kimin adına başladığını, kaynağını nereden aldığını ve bizi nereye ulaştırması gerektiğini bilmek zorundayız.
Kapılarınızı sevgiye açmak için hazır mısınız?
Sevgiye bir çağrıdır her varlık ve her güzellik: 'Gel beni sev' der kendi hâlince. Sevgi kâinatın mayasında vardır. Sonsuzluk içinde sadece sevgi hayata bir mâna verir. Sevgi olmasaydı, insan yaşayamazdı bu dünyada öleceğini bile bile… Bir şey ne olursa olsun, sevmeden ona inanamazsınız. İnanmadığınız şeyi ise kesinlikle yapamazsınız. İnsanın sevmediği, inanmadığı bir şeyi isteyerek, canı gönülden yaptığı görülmemiştir. Her şey sevgiyle başlar; şu anda bizim dünyada oluşumuz, yaşıyor oluşumuz, mücadelemiz, hatta hırs ve gururumuz bile. Sevmeyen çaba göstermez çünkü; sevmeyen bir şeyler yapmak, koşuşturmak, mücadele etmek istemez.
Sevgi, sevgi, sevgi...
Sevgisiz yürek cehennem, sevgisiz hayat zindan oluyor. Mevlânâ'yı döndüren, Yunus'u peşinde koşturan sevgi değil de neydi? Büyük ve ünlü liderleri, lider yapan neydi? İnsan, önce sevmeyi öğrenmelidir. Ya siz! Siz neresindesiniz sevginin? Hep başkasının sizi sevmesini bekleyemezsiniz; sevgiyi her zaman 'başka'larında arayamazsınız, buna hakkınız da yok.
Hiç düşündünüz mü dünya neden bu kadar güzeldir ya da öyle görünür? Niçin sevilir ve sevilmeye lâyıktır tüm güzeller? Niçin şu koca dünya küçücük bir kalbi dolduramayacak kadar küçük kalır? Çünkü sonsuz bir sevgi barınır kalpte. Sonsuzun yanında dünya da küçük kalır, içindekiler de. İnsan bir sevdi mi, ne dünya kalır, ne de içindekiler. Öyleyse bu sonsuz sevgiye lâyık olan kimdir? Ya da sonsuz bir sevgi var mıdır gerçekten? Varsa kaynağı nereden gelmektedir? Hayat, sevgisiz de hayat olmaz mıydı?
Sevgiyi anlatmak için bir değil binlerce dil yetmez, hatta kâinat bile yetmez. Çünkü her sevgi O'nun sevgisinden bir iz taşır. O'nun kullarına olan muhabbetini dile getirir. O'nun nasıl bir sevgiyle sevilmeye layık olduğunu anlatmak ister. Fuzuli'ye:
'Çekil önümden Leyla; ben 'LEYLA'ma gidiyorum' dedirten bu sevgidir. Fakat şunu iyi bilmeliyiz ki, Fuzuli'ye bunu dedirten önce insanı sevmesiydi. İşe bireyle, insanla başlamasıydı. İnsana, 'insan' olduğu için değer vermesiydi. Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e:
'Birbirinizi sevmedikçe iman etmiş olmazsınız' dedirten şey de kim bilir belki bu derin ve anlamlı ayrıntıda gizliydi. Bizler önce birbirimizi sevmeliyiz, daha sonra asıl sevgiliyi. Yaratılanı sevmeden, Yaratan'ı asla sevemeyiz. Basit, sıradan ve banallaşmış üç günlük sevgi değil benim anlatmak istediğim sevgi; ne olursa olsun sonuna kadar giden, gidilmeye lâyık olan sevgi.
Siz hiç sesiniz çıktığı kadar haykırdınız mı: 'Seviyorum! Seviyorum! ' diye.
Sevmediyseniz, sevemediyseniz diyemezsiniz. Çünkü sevgi demek, coşku demektir, sınır tanımamaktır, gittiği yere kadardır yani. Ya hiç içine girmeyeceksiniz ya da girdiğiniz zaman geriye dönüp bakmayacaksınız, geriye dönmeyi aklınızdan bile geçirmeyeceksiniz. Sevgiye sınır koyduğunuzda bitmiş, yok olmuş, hiçlik deryasına gömülmüş demektir.
Sevgi, sevgi, sevgi, yine sevgi, her zaman, her yerde yine sevgi… Sevmeyen eleştiremez, yorumlayamaz, anlayamaz ve algılayamaz. Çünkü o anlamsızlaşmıştır.
Anlam demek, sevgi demektir. Sevgi ne demektir öyleyse?
'Anlam' mı, dediniz?
Peki, anlam ne demek? Öyle ya sevgi anlam demekse, anlam ne anlama geliyor?
Anlam demek, Allah demektir.
Sonuç, sevgi Allah demektir.
28.03.2007 - 15:20
Aşkı sonsuza ulaştırabilecek en kısa yol sevgidir. Allah'tan gelen, Allah için olan ve Allah'a ulaştıran bir sevgi. Peygamber Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in buyurduğu gibi:
'Allahım! Bana senin sevgini, seni sevenin sevgisini, senin sevgine ulaştıracak olan her sevgiyi nasip et.'
28.03.2007 - 15:19
Günümüzde birçok şey gibi aşk da anlamını yitirmiştir. İnsanlar kendilerine verilen bu üstün duyguyu tanıyamamışlar ve yanlış yerlerde, yanlış zamanlarda ve yanlış kişilerde kullanır olmuşlardır.
28.03.2007 - 15:19
Yaratılış itibari ile tüm insanlarda sevgi mayası vardır. Her insana bahşedilmiş olan bu hazineyi kullanabilenler, önce aşk, sonra da bütün sevgileri içine alan 'Muhabbet' derecesine ulaşabilirler. Onun için 'Aşk'ı, aşktan ayırmak gerekmektedir.
28.03.2007 - 15:19
Bizler önce birbirimizi sevmeliyiz, daha sonra asıl sevgiliyi. Yaratılanı sevmeden, Yaratan'ı asla sevemeyiz. Basit, sıradan ve banallaşmış üç günlük sevgi değil benim anlatmak istediğim sevgi; ne olursa olsun sonuna kadar giden, gidilmeye lâyık olan sevgi.
27.03.2007 - 18:07
Yorgun oldugumu anlatmaya çalistim sadece...
Yorgun oldugumu anlatmaya çalistim sadece...
BiLir misin yaLnIzLIkta gokyuzune bakIp agLamayI...
BiLir misin yagmurda dibine kadar IsLanIp sessiz kaLmayI...
BiLir misin sogukta usumeden tum hayaLLerinLe IsInmayI...
BiLir misin sevgi arar gibi herhangi bir oyuncaga sarILmayI...
Peki, biLir misin sensizLikte sensizLigin sessizLigine mecbur kaLmayI?
27.03.2007 - 17:58
ben gittim sen gittin
ben gittim sen gittin
ben bittim bende sende bittin..
İşte sırıl sıklam yalnızlıkla gidiyorum
Ardımda geleceğim önümde serin karanlıklara
Sırtımda hançerin kan revan dinlemiyorum
Ben bu gece yarısı gidiyorum.
Şehir uyuyor sen uyuyorsun ben gidiyorum
Eylül yaprağı gibi savrularak
Usulca akan nehir gibi durularak
Ben bu gece yarısı gidiyorum.
Güneş uyuyor sen uyuyorsun ben gidiyorum
Roman gibi sessiz sedasız
Zaman gibi zamansız
Bu gece yarısı ben gidiyorum.
Gece uyuyor sen uyuyorsun ben gidiyorum
Nefesimi tutarak ama seni içime binlerce kez çekerek
Kendimi senden ederek son sigaramı içerek
Ben bu gec yarısı gidiyorum.
Güller uyuyor sen uyuyorsun ben gidiyorum
Gidenler sokağından son kez geçerek
Bir sevdayı kara toprağa gömerek
Ben bu gece yarısı gidiyorum.
Şehir uyuyor sen uyuyorsun ben gidiyorum
Cebimde son mektubumla sönmüş mehtabımla
Şu sokakta sol yanımla
Ben bu gece yarısı gidiyorum.
Volkan dudakların uyuyor sen uyuyorsun ben gidiyorum
Bu gece yarısı birtek ben gidiyorum
Bütün dünya uyuyor sen uyuyorsun
Bu gece yarısı ben gidiyorum
........
SENDE GİTTİN
seni öyle bi sevdimki
senin beni
sevmediğini bilerek sevdim
seni öyle sevdim ki
doymamacasına...
seni öyle sevdimki........
duydum ki gitmişsin
bir veda etmeden
gözlerindeki ağıtı
bana dinletmeden gitmişsin.
şimdi yıldızlar ağlıyor bu sevdaya.
çünki ben seni öyle bi sevdimki.......
seni öyle sevdimki
mehtaba yazdım adını
yıldızlara seni okudum her sabah.
gül yaprağındaki busede
her aşk şiirinin bestesinde sevdim seni.
seni öyle bi sevdimki..........
27.03.2007 - 14:22
Gel artık
BİR ZAMAN VAR UZAKTA
SAYILARINI GÖREMEDİĞİM
BİRİ VAR GELECEKTE
ONUN İÇİN BURDA DERBEDERLİĞİM..
SINIRSIZ ÖZGÜRLÜKTE ANLAYIŞLI BİRİ VAR UZAKTA
BENİ BEKLEMEKTE BEDENİ
ONU BEKLEMEKTE RUHUM
NERDESİN
GEL ARTIK
BU ÇARESİZLİK
BUKADAR KOMAMIŞTI...
27.03.2007 - 14:21
Masal prensim
YANLIZ SENİNLE EN GUZEL DUYGULARI VE SONSUZA DEK BU HAYATI ICIMDEKI BOSLUGU
YANLIZ SENINLE TAMAMLAMAK ISTIYORUM OLUR,OLMAZ DIYE DUSUNMEDEN RESIMDEKI
SENI DEGIL SENDEKI SENI SEVMEK ISTIYORUM GECELERI YATMADAN ONCE VE SENI HER
DUSUNMEMDE YUREGIMLE BERABER BIR HAYAT SURMENIN MUMKUN OLMAYACAGINI BILSEM
BILE SIRF SENI SEVECEGIM
27.03.2007 - 14:19
umut yolcusu
bir yol belirdi kuşluk vakti önümde
ölüm döngüsünde nefesim çığlık ediyor
koşuyorum ardıma bakmadan umuda
karardı düşlerim umursamıyorum
önder değilim ben gelme yolumdan
mumlar eşliğimde çağırdım geceme umudu
ufku derinleştikçe siyah sızıyor ruhuma
ardımdaki izleri silip alıp götürüyor beni umuda
27.03.2007 - 14:17
ve ben
...
ve ben sensiz gecen her saniyeye ağlıyorum.
eminim ki senden haber gelmeyecek bu gecede,
ve ben her saniye tekrar ağlayacağım.
ve ben her ağladığımda sana aşık olacağım,
ben her aşık olduğumda sen ağlayacaksın...
...
27.03.2007 - 14:17
vazgeçmem...
aydınlık dünyamı karartsan bile
şu açan gülleri soldursan bile
en mutlu günümü haram etsende
yinede vaz geçmem ben senden vazgeçmem...
hayallerimi yarım bıraktın
sen benim kalbimi ateşe attın
sanmaki benden kurtulacaksın
yinede vaz geçmem ben senden vazgeçmem...
her zaman her yerde alay etsende
sen benim sevgimi küçümsesende
şu soğuk hançeri kalbime saplasan bile
yinede vaz geçmem ben senden vazgeçmem...
27.03.2007 - 14:17
şair'in destanı
her biri ayrı değer, ayrı renk ayrı şekil.
şair üstün şahsiyet, edepsizlik sen çekil.
toprak hayat doğurur, taşlar çakıl kum ve kil.
...............burcu burcu menevşe, gönül gönül dolansın.
...............bülbül renge aşina, zakkum gül e yalansın!
şair edep hayadır, kaleminde sözünde.
yangın varsa kaçmayın,arındırır közünde.
fikir sefil fahişe, şiir yatak gözünde.
...............sen yücesin şairlik, şiir bundan arınsın.
...............mısraya uçkur çözen, çöplüğünde barınsın.
hakikattir şairler, haysiyeti yazarlar.
haysiyet yoksunları, mahremini pazarlar.
malum fikir ölünce, mecbur mezar kazarlar.
...............maymun ölse yeterli, atıvermek çukura.
...............solucanlar karışır, can verdikçe çamura!
düzenbazlık iftira, sefil name yazamaz.
şair önce insandır, insanlıktan azamaz.
azazil bile olsa, hak yolunu bozamaz.
...............şimdi gözler ufukta, tek tek fikir oluşsun.
...............kalbi kelam olanın, düzdükleri buluşsun.
neler geldi tarihten, ve daha da gelecek.
geçeni bildi gönül, geleni de bilecek
bu bir devr-i alemdir, nemrutları silecek!
...............iki akrep üç yılan, ardından el sallayan.
...............bir de şeytan it idir, seni ucuz yallayan!
müfterilik marifet, hukuk nara atanmış.
kelam hicab içinde, şiir şair utanmış.
sözün iflas mihengi, müflis edep satanmış.
...............aşina yüz kalmadı, geçemezsin yollardan.
...............has şair i düşürdün, oturduğun dallardan.
şiir benim bebeğim, sardım onu kundağa.
kurşunların kahrolsun, vermem kara toprağa.
sam yelleri çıldırsın, bahar gözlü yaprağa.
...............bad-ı saba değilsin, es karayel karışık!
...............kozun tozun bellidir, mikrop ile barışık.
insan sırrı ameldir, varsa dahi yakılmaz.
kalem dilde yıkanmış, bulaşığa sokulmaz.
gözün hakkı na-mahrem, mahremine bakılmaz.
...............hıçkırıklı pencerem, indirilsin perdeler.
...............seni yırtan parmaklar, yırtıldığın yerdeler!
şair seni ayırdım, resmi donuk pozlardan!
seherde öten horoz, işte farkın kazlardan.
adın ile geçinen, göçebe yobazlardan!
...............bir elini sallasan, hakikatin ellidir!
...............gece uçan yarasa, gün doğunca bellidir!
yolu çamur olanın, çilesi bata bata!
adı kabak olanın, hilesi yata yata.
senin adın şairdir, mukallidin şamata!
...............kimi ziynet yüklüdür, yola çıkar bavullar.
...............çingene adetinde, böyle çalar davullar!
ey kutlu miras kalem, seni nasıl böleyim!
gül bahçede rayiha, kokun ile öleyim.
hangi şair ölmüştür, seni ölü bileyim.
...............gönül sözü nehirdir, duygu duygu taşıyor.
...............ab-ı hayat kalemin, mısra mısra yaşıyor!
şair sözün sanattır, sesin benzer nidaya.
senden nida duyanlar, koşup varır hüda ya!
şu kapıda vuslatın, bu kapıdan vedaya!
...............yola çıkmış yolcusun, yorulmaktır çileler.
...............ölümsüzlük adındır, ölümlüdür hileler!
sen kendine çilesin, böyle yazmış o! ferman.
mısra mısra çaresin, nokta nokta hak derman.
mürekkeble savrulur, alnı iffet ak harman!
...............nakış nakış adın var, tekerrürün çarkında.
...............rüzgarını estiren devr-i tarih farkında.
neredesin farazdak, neredesin ey baki.
canım seni arzular, bulamadım yar sadi.
fuzuli yiğit kalem, İstanbul aşkı avni.
...............yine aynı devrandır, rüşvet değil diyorlar.
...............ben de verdim füzuli, selam dedim yiyorlar!
adım sanım bellidir, köroğlu yum hoyluma.
bolu beyi gazelin, ayvaz oldu koynuma
kimin ipi yağlıysa, gelsin taksın boynuma.
...............hiç kıymeti bulunmaz, hak yolunda başımın!
...............varisi yüce rahman, son durakta taşımın!
şiir şimdi ağlıyor, şair düşmüş toprağa!
kaç bin çiçek bedeldir, gazel olmuş yaprağa.
vur başını hokkabaz, gönül saplı tokmağa.
...............parça parça saçılmış, firak yemiş yorgunsun!
...............dünden kalan misafir yarın yolcu mansursun.
mansur ilhan yakar
27.03.2007 - 14:14
sürüklenen mısralar
küllerinden alev alan sözler yola çıktı
yorgun savaşçı geceye dair melodiler mırıldanıyor
ölüm ve ardındakiler bilinmiyen ritmi sorguluyor
zaman kaçıyor ve ben onu acımasızca kovalıyorum
can sıkıcı öğütler yağmur şeklinde beynime işliyor
şimdi kendimden geçtim...gibi hissediyorum
zaman bizi ölüme sürüklüyor-bak ve gülümse
27.03.2007 - 14:13
ağlayalım beraber
ayrılık günü düştü peşime hüzün
ve bırakmadı kaç yıl boyu
boylu boyunca uzandım yanına
ama bana dönük değildi yüzün
aldanıp sana bekledim geçen güzü
ve bırakmadım kaç yıl boyu
zaman dolunca geldiysem yanına
sebep sana o gün verdiğim sözüm
dön diye yalvarırken
düştü elimden gururum
son diye dilenirken
geçti önümden bitanem
yine dolacaksa gözlerim
sensiz olsun dilerim
eritir yaşlar kalbimi
dayanamam
dayanamaz buna yüreğim
dur yalan yalan söyledim
yaşanacaksa eğer keder
söylemeliyim gerçeği
ağlayalım beraber
27.03.2007 - 14:09
ağladım
hüzün yıldızları parlıyor bugün gökyüzünde,
bu gece yine için için yanıyorum,
oturmuş seni düşünüp ağlıyorum,
seni, gidişini, sevişini, herşeyini...
unutamıyor işte seni şu yaralı kalbim,
yaptıklarını hatırlayıp, pişman oluyor...
seni düşünüyorum bu gece, karanlık gökyüzünde...
simsiyah gökyüzünde parlayan yıldızları seyrediyorum,
onları sana benzetiyorum,
kararmış kalbimin bir kenarında yanan meşale misali...
dedim ya, seni düşünüyorum bu gece,
beni sevdiğini, bana nasıl baktığını, bana nasıl güldüğünü,
ellerimi nasıl tuttuğunu, ellerini nasıl tuttuğumu,
büyüyen bir ateş gibi sevgimizin nasıl çoğaldığını
ve birgün ansızın bırakıp gidişini...
son vedanı hatırlıyorum, gözlerime ağlarcasına baktığını,
gözlerini kalbime gömdüğünü hatırlıyorum,
bir daha çıkamasın diye...
çıkamadılar zaten kalbimden gözlerin,
ölüler dirilirler mi ki gömülenler çıksın, gitsin?
gittin son bir veda ile gözü yaşlı,
elimde kolyen, ardından dakikalarca baktım, ağlamaklı,
sıkıldım, üzüldüm, perişan oldum ama ağlamadım...
ağlayamadım, engel oldu gururum, engel oldu aşkım,
uzaklara gittin, belki birdaha asla geri dönmemecesine,
özledim seni deliler gibi, özlüyorum hala...
sen bir yerde ben bir yerde, yinede sönmedi sevgimiz,
aksine çoğaldı dağlar gibi oldu hasretimiz...
hep seni hayal eder, hep seni düşünürdüm,
sesini duyunca yaşar, duyamayınca ölürdüm,
aradın beni aylarca bir sevgi uğruna,
ne yazık ki, ihmal edildin bir hata uğruna,
kırıldın, ağladın, affettin ama hep sevdin,
beni sevdin gülüm beni, kalbi kırık bir vefasızı,
yine ihmal edildin yine unutuldun bir hiç uğruna,
yine kırıldın, yine ağladın, yine affettin...
bir daha unutuldun, sevdanla başbaşa bırakıldın,
yine kırıldın, yine ağladın ama bu sefer affetmedin...
sevdiğini en mutlu gününde öldürdün,
ve ardına bakmadan gittin...
beni benle başbaşa bıraktın, yıkıldım, üzüldüm, kırıldım...
senden ayrılınca kaldım çaresiz, sevgisiz ve birde sensiz,
hep sensizdim zaten ama şimdiki kadar asla değil...
parçalanmış bir kalbe sahip oldun mu sen hiç?
parça parça edilmiş, yıkık ve virane,
bir o kadarda vefasız...
önceleri üzüldüm, yıkıldım ama asla ağlamadım...
geldi geçti deyip senide gözlerin gibi kalbime gömdüm...
unuttum dedim, unutacağım dedim,
unutamıyorum dedim, unutmam dedim...
önce gözlerin sonra sen çıktın kalbimden,
bir vicdan azabıdır başladı ölü yüreğimde,
hiçbir şey kalmadı, senden başka kalbimde,
hatıraların, gözlerin ve sözlerin...
şiirlerini getirdiler bana,
beni öldüren şiirlerini...
vefasız dediğini duydum, yıkıldım,
düşündüm seni gecelerce daima tek başıma,
şiirlerin öldürdü, hasretin yaktı yüreğimi,
kırıldım, üzüldüm, yıkıldım ve en sonunda ağladım...
3 kişi ağladık sana; ben, kalbim ve gözlerim...
sana yandım, seni sevdim, seni hatırladım heryerde...
belki birgün sesini duyarım umuduyla
telefon bekledim günlerce,
telefon gelmeyip sesine hasret kalınca
ağladım ağladım,
sana yaptıklarımı ancak o zaman anladım...
duydum ki kalbini vermemişsin kimseye,
olurda içinde görürler beni diye...
benim kalbimide istediler, ama vermedim kimseye,
olurda içinde seni görürler diye...
gökyüzü yıldızlar ile doluydu, ben hep seni düşünürken,
hüzün yıldızları koydum adlarını, seni hatırlatıyorlar diye,
aynı onlar gibi sende benden çok uzaklardaydın,
hep göz kırpardın uzaktan, sessizce,
bense hep seni bekledim kırık kalbim, yaşlı gözlerimle...
bazen hayallere dalıyorum, seni düşünüp ağlıyorum,
seni ve sevgini arıyorum hep kalbimde...
düşmüyor adın hiç dilimden,
öleceğim gülüm bir gün ben,
senin sevginden, senin derdinden...
bir gün göreceğim yine belki seni,
seni, beni unutmuş, benim olmayan seni...
İşte o an aşkımın gözyaşlarını hatırlayacağım,
ve yine bir köşeye oturup ağlayacağım...
yemin ettim senin üstüne sevmeyim başkasını diye,
ve heryerde, her zaman tekrarlıyorum yeminimi;
seni unutmam için öldürseler bile,
karşılık olarak dünyayı verseler bile,
darağacı kurup idam etseler bile,
senden başkasını asla sevmeyeceğim...
27.03.2007 - 14:03
adı: gül
gülü vurmuşlar gül sokağı’nda,
uzanmış üç adım yatıyordu gül...
bir adam usulca bir uçuruma,
“sevi için” deyip atıyordu gül...
ve bir kız kanatıp hüznü boyuna,
hepten sevgisizlere satıyordu gül...
gülü vurmuşlar gül sokağı’nda,
uzanmış üç adım yatıyordu gül...
27.03.2007 - 14:02
adam gibi
ben seni hiç sevmedim ki
durgun akşamlarda söylediğimiz şarkıları sevdim,
bir çiçeğe gülmeni, bir güle benzemeni sevdim
bir de yıldızları sevdim
eylül akşamlarında gelip,
gözlerinde tutulan.
ben seni hiç sevmedim ki
beni yola koyduğunda ayrılmayı sevdim,
kurşunları sevdim beni vurduğunda,
ağlamayı sevdim unuttuğunda,
yalnız olduğumu anladığımda
ayakta kalmamı sevdim
yıkılmamı sevdim seni her hatırladığımda
ekmeği sever gibi sevdim sensizliği
su gibi özledim temmuz güneşinde sesini
ikindide yağmur gibi
geceleyin yağan yağmur gibi sevdim seni sevdiğimi
ben seni hiç sevmedim ki...
kuşlara şarkılar öğretmeni sevdim
menekşeyle konuşmanı
nisan'a hatırlatmanı
baharın bir adının da yalnızlık olmalığını
düştüğün zaman kanayan yaralarını
ve tuhaflığını üşüdüğüm zaman
sakız satan çocukları
yeni çıkan şarkıları
her kaybettiğinde kazanan yanlarını sevdim
denize düşmüş gül gibi düştüm ateşe
ben yangını sevdim yandığım zaman böyle işte
ben seni hiç sevmedim ki...
bir gece bir ceylan indi dağdan kalbine
bir gece bir şiir gibi kibrit alevinde
alemin ortasında, kimsesizliğin sesinde
buğusunda sabahın, acımasızlığında ahın,
ağlayan yüzünde isa'nın
ferahlatan gücüyle duanın
korkutan yanıyla nar'ın
incenin, zeytinin ve kalbin üstüne
gülün üstüne
tutunduğum umudun üstüne
korkunun üstüne
hep senin üstüne, hep senin üstüne
ben seni hiç sevmedim ki...
gittiğin zaman gitmeni sevdim
evreni sevdim geldiğin zaman
kalmanı sevdim
korkuyordum sana alışmaktan
yine de sevdim gülümsemeyi
mendilimi sallarken, seni götüren trenin arkasından
kırlara ilk kar düştüğü zaman
ölümünün ne güzel olduğunu sevdim
seni içimde öldürdüğüm zaman
ben seni hiç sevmedim ki...
durgun akşamlarda söylenen şarkı neyse
bir çiçeğe gülmeni, bir güle benzemeni sevdim
bir de yıldızların sevdim
eylül akşamlarında gelip
gözlerinde tutulan
ben seni hiç sevmedim ki...
düştüğün zaman kanayan yaralarını
ve tuhaflığını üşüdüğüm zaman
sakız satan çocukları
yeni çıkan şarkıları
her kaybettiğinde kazanan yanlarını sevdim
denize düşmüş gül gibi düştüm ateşe
ben yangını sevdim yandığım zaman böyle işte
ben sevdim mi adam gibi severim
ben sevdim mi adam gibi severim
27.03.2007 - 14:00
acılar denizi
ben acılar denizinde boğulmuum
işitmem vapur düdüklerini, martı çığlıklarını
dalgalar her gün bir başka kıyıya atar beni
duyarım yosunların benim için ağladıklarını
ölüyüm çoktan, bir baksana gözlerime
gör, içindeki o kanlı cam kırıklarını
bu ne karanlık, bu ne zindan gece böyle
bütün gemiller söndürmüş ışıklarını
ben acılar denizi olmuşum, yaklaşma
sularım tuzlu, sularım zehir zemberek
baksana; herkes içime dökmüş artıklarını
bu karanlık bitse artık, bir ay doğsa
bir deli rüzgar çıksa; alıp götürse
yılların içimde bıraktıklarını...
27.03.2007 - 14:00
a ve ş ve k
bir garip mengene yüreğimi sıkar
bir kuşun kanadının gölgesi düşse yüreğine
kıskanırım ….
ben mavzerde fişek
ben ki kını da bıçağım
gökyüzünü paslı bir maviye
yeryüzünü kızıla boyarım
İsterim ki mutluluk gölgen olsun
gözlerinin gülen tılsımı hiç bozulmasın
ben bir bedevinin su aradığı gibi
arıyorum şimdi seni
ve nasıl özlüyorsa yarasalar geceyi
bende seni öyle özlüyorum
eylülün geldiğini
sızlamasından anlıyorum dizlerimin
bilirimsin karanlık bir gecede
yalnızlığın insana nasıl koyduğunu
bilirimsin kara bir karıncanın
beyaz kalbi gibi bir hisle sevdiğimi seni
bilirimsin içinde aşk geçmeyen şiirleri yazmadığımı
a
ve
ş
ve
k
harfleri
mazi urganın ucuna bağlıdır, benim gönlümde
bir tren penceresinden el salladığım gün
siyah saçlı bir kıza
bir otogarda bıraktım bu harfleri
sol göğsümün üstünde muska gibi
sakladığım resmi uzayıp giden
yollara bıraktım
27.03.2007 - 13:59
ma..
-ma..
yapma
olduğun olman gerekense,
onu da vermesi gereken verdi
alması gereken alacak bir gün...
susma
hiçliğe ihtiyacın olduğu zaman
kendini toz kokan odaya tıkmamalı
sonunun yanıbaşındalığını fark edemez insan...
ağlama
İyi seçmeli sulanacak şeyleri
numunelik bir burağan mı ki seninkisi! ?
kendinde tek sandığın yeis,insanoğlunun topunun sureti...!
gitme
kovulduğunu sandığın yer asıl kabul olacağın yer aslında
gitmeyi isteme...
pes edecek kadar güçlü,
İdamlığını isteyecek kadar yenik değilsin daha...
27.03.2007 - 13:58
...
rüzgar yüzüme çarptıkça,
saçlarım usulca dalgalanınca,
yaşadığım anılar bir bir gözümüm önüne gelince,
nedense içimden ağlamak gelir.
nedense içimden sana sarılmak gelir.
nedense çaresizliği kabullenip ölmek gelir...
gece yatağımda seni düşlerken,
rüyamda bulutların üzerindeyken,
uyandığımda geçen zamanı izlerken,
nedense içimden herşeyi bırakıp sana koşmak gelir.
nedense içimden herşeyi yüzüne vurmak gelir
nedense içimden hayatın anlamsız olduğu gelir.
yolun sonuna geldiğimde,
yaşadığımı zannettiğim rüya bittiğinde,
sevgim sonsuzluğa erdiğinde,
sana koşuyorum işte....
27.03.2007 - 13:49
...
gözlerinin içine bakabildiğim sürece varım..
ve gülüşünü görebildiğim sürece
dokunuşunu hissederken benliğimde
uzak olsak bile anlamalıyım
bilmeliyim sıcaklığını,
tenin tenime dokunmalı
gözlerimden iki damla yaş süzülmeli
bakakalmalıyım gidişinin ardından
sözler anlamını yitirdiği an gelmelisin
bilmelisin o an hissettiklerimi
görmelisin özlemimi
paylaşmalısın gülüşümü,
dokunuşumu,
hissedişimi.....
27.03.2007 - 13:49
..**..
mevsimler degisirken, insanlik hep aynimi?
hangimiz, dünki gibi, kaldik bugünümüzde..
zaman denilen hilkat, sadece bir aynami?
bize, bizi gösteren, kosturan önümüzde....
Toplam 559 mesaj bulundu