Aşk ikidir sevgi bir; Aşk yalan,sevgi gerçektir. Aşk sudur,sevgi susuzluk. Bu yüzden sevgi hasrettir, Özlemektir,beklemektir. Asıl maharet: Susuzken suyu içmek değil Karşısına geçip seyretmektir. Aşk haykırmaktır,sevgi ağlamak; Aşk açmaktır,sevgi katlamak. Sevgi saklamaktır Yüreğini,gözlerini Ve de ellerini saklamak Bahar geldiğinde… Bir çiçeğe,yeşile,çimene Aşık olamazsın ama seversin. Arkadaşına aşık olamazsın Ama seversin. Toprağa fidanı aşkla değil Sevgiyle dikersin. Sevgi için ölünür,aşk öldürür. Aşk kıskançtır,nankördür Sevgiyi öldürür. Aşk Kabil’dir,sevgi Habil. Aşkla sevgi aslında kardeştir
Sana ne demeliyim, bilmem ki Dost desem olmuyor Yaren desem uymuyor Yar mı desem, ne dersin Sana ne demeliyim, bilmem ki
Bir sürec yaşadık birlikte, dost diyerek Mevsimler birbiri ardına akarak gitti Sözler sevileşti suskun gönülde Yürekte zamanlar zay olup gitti
Gömdük düşleri, duyguları Kül bastırdık üzerine Ne gönlün ocağı kabullendi Ne iç yangını yüreğimizin Umuda el salladık, ufuk yanarken Diyemedik birbirimize Dememiz gerekeni Sana ne demeliyim, bilmem ki
uyan acının açılımı değişiyor bir aşkın çatlağından başka bir hayat sızıyor kanına
kararsızlığın yalnızlığı azdırıyor kabusa dönüşüyor kurmaya can attığın her cümle denenmemiş riskler kapağı açılmamış romanlara benzer üzerinden atlanmış gerçeklikler varılmayacak takvimlere
insan kendini böyle fütursuzca savururken dokunuşların başka anlamları olduğunu nasıl ayrımsayabilir hadi söyle senin inadın kime bu umarsızlığın miladı hangi kırılmanın yansısı döküver içindeki başkalarından sana bulaşan kiri
bazı aşklar bazı uçurumlara bırakıverir kendini bu senin künyen değil şu dar zamanda bunun farkına vardım şimdi sana hatırlatılması zorunlu tek şey gülüşün olmalı
bazı uçurum önlerinde bazı aşklar hayat bulur yüreğimin dikine gidiyorum beni sende kimse bağışlamasın
Seviyorum seni ekmeği tuza banıp yer gibi Geceleyin ateşler içinde uyanarak Ağzımı dayayıp musluğa su içer gibi, Ağır posta paketini, neyin nesi belirsiz, Telaşlı, sevinçli, kuşkulu açar gibi. Seviyorum seni denizi ilk defa uçakla geçer gibi. İstanbul'da yumuşacık kararırken ortalık İçimde kımıldanan birşeyler gibi Seviyorum seni yaşıyoruz çok şükür' der gibi
Bu kısalığına rağmen uzun geçen yaşamımda anladıklarım...yaşama dair..acıya dair..belkide sana dair..ANLADIM Kİ, KALABALIKLAR İNSANI YALNIZLAŞTIRIYORMUŞ..
Anladım ki, güzel olan herşey birgün ansızın bitermiş. Anladım ki, çok çalışmak, çok kazanmakla aynı değilmiş. Anladım ki, öğrendiğin her bilgi sana bir depresyon nedeni olarak geri dönüyormuş. Anladım ki, her labirentin görünmezde olsa bir çıkışı varmış. Anladım ki, zaman acımasız, mekan riyakarmış. Anladım ki, her akşam gökyüzünü görmek büyük bir ayrıcalıkmış. Anladım ki, insan yıkıldım dediği anda bile hala ayaktaymış. Anladım ki, çok konuşan çok bilmiyormuş, cok susanda cahil değilmiş. Anladım ki, her insanın derinlerinde bir filazof yatıyormuş. Anladım ki, sevmek için neden aranmıyormuş.nedensiz sevmediğimiz gibi... Anladım ki insan korkularından asla kaçamıyormuş. anladım ki üzülmek için bahane bulmak çok kolaymış
Temmuz ayıydı günlerden Cuma Sana veda etmiş eve dönüyorum Güneş inatla kanımı donduruyor Gözlerim kararıyor,başım çatlıyordu Soluk almak için bir banka oturdum Tam o sırada çingeneye rasladım Elinde bir avuç tohum vardı Yanıma oturdu. Bana bu tohumlardan almamı istedi Çiçeğin adını sordum – Neye yakıştırırsan o dedi Kokusunu sordum - nasıl kokmasını istersen öyle kokar dedi Rengini sordum -Rengi sahibinin yüreğine benzer dedi Nerede büyütebilirim dedim -En uzun yaşadığın odada dedi Neyle büyür bu çiçek dedim -Toprağına deyen her şeyle dedi Çantamda ne kadar para varsa çingeneye verdim Tohumları avucumda saklayıp devam ettim Tüm bu olanlar bir yıl önceydi Bugün ayrılığımızın yıldönümü Her zamankinden erken uyandım Sana bir çicek hediye ediyorum Adı [ ölüm çiçeği ] Kokladığında kan kokusundan miğden bulanacak Rengi kapkara,ona baktığında için kararacak Evin karanlık köşesine götür onu,sana benim hayalimi anlatacak Dikenleri eline battığında,ellerin simsiyah kana bulanacak Sakın sulama onu! O gözyaşlarına ve içki damlacıklarına alışıktır Sakın şaşırma! Sana senin eserini yolluyorum Koparıp parçalasanda,ogün aynı saatte aynı çiçeği yollayacağım Şimdi git iki kadeh al eline Biri kendine biri ölüm çiçeğine Bende kadehimi kaldırıyorum AYRILIĞIN ŞEREFİNE BİRDE ÖLÜM ÇİÇEĞİNE! .....
Olanlar ve yaşanılanlar,hissedilenler biraz garip ama sanırım özel olmanın tek sebebini bu tek cümleyle anlatabilirim.
Ben senin dünyevi başarılarınla değil, seninle ve yüreğindekilerle ilgileniyorum.! ! !
Sen gerçekten ne istiyorsan ben gerçekten onu isterim. Benim mutluluğum senin özgürlüğünde itaatinde değil... Bunu sakın unutma..
Bazen bir bakış fırtınalar koparır orda yürekte yani...
Bazen yalnızlığın ayak sesleri duyulmaya başlar.Bazen sıcak bir tebessüm anımsanır geçmişten,Bazen oraya akan gözyaşları nehir olur taşar.
Dingin bir liman gibidir gece oysa sığınmamıza izin verir ama yinede ne kadar kaçabiliriz kendimizden ne kadar saklayabiliriz içimizde biriktirdiklerimizi?
Peşimizden gelmeye bize acı vermeye devam etmezler mi geçmişin hataları, kayıpları...
İşte hayat hafife alınmayacak kadar özel çünkü bir kez yakalıyoruz onu ve nasıl yaşayacağımıza biz karar veriyoruz.her ne kadar farklı yollar sunulsa da,dağıtılsa da...
ve ben ne kadar uzakta olursan ol tek bir yolu seçiyorum senin gittiğin yol ve seninle gidebileceğim o yol....
“ MELEĞİMSİN ” bunu hiçbir zaman unutma ve anlamı da senin gibi ve sadece sana özel...
yürü be dur de şu figana aklına neler sokulu anda ben desen kalksan ayağa olmaz mı
yürü be fırla hadi koşar adım gitmelisin diyara orda bekler seni acın bir el at taşın altına yansın canın hani kanasın parmakların aktığı yerde vatan vatanda ziyan olurmu
yürü be hadi allah aşkına ben de gelirim ardından başım dik yürürüm inan ne dert kalır ne tasa sen merak etme perişanlığımı alnım açık olur nasılsa
yürü be hadi durma şimdi zamanı sarılmanın sımsıkı tutup zamanı durdurmanın bu vatan senindir hesapsız bu diyar senindir yeminle sahiplensede kitapsız
Çocukluğundan beri şiir okumaktan mı, yoksa gözleri her defasında nemlenerek izlediği o eski Türk filmlerinden midir bilinmez, gerçek aşka inanırdı o kadın. Mitolojik versiyonlarından başlayıp, Leyla ile Mecnun serisine kadar içinde aşk geçen ne kadar öykü var ise yüreği ile okurdu. Şiiri ise, aşk’ın kelimelere dökemediği mükemmel gizinin ipuçlarını yaşama taşıdığı için severdi. Çoğu zaman kimsenin fark edemediği şiirsel bir dünyada gibi yaşardı. Adı olmayan, sadece rengi olan bir kadındı o...Mavi bir kadın..
Kimin gözlerinde aşk’a benzeyen bir ışık görse yumuşardı bakışları.Kimin yüreğinin çarptığını duysa,koşardı adımları... Kendi aşk’ını bulamadığından belki, başkalarının aşklarına sahip çıktı çoğu kez...Onu seven hiçbir insanın gönlünü kırmadı, üzmedi bilerek..Bu yüzden kendi yüreğinde başkalarının acılarından yarattığı çentikler açtı durmadan.. Kapanmayan yaraları oldu yıllarla..
Bir zaman sonra gerçekten seven biri çıktı karşısına..Aşk’ a aşık bu kadın kapılıp gitti, şiirsel aşkının peşine.. Adam,tuzağa avını çeken bir avcı gibi adım adım şiir döktü yollarına...Yaptığı her yanlışa bir doğru buldu kadın.. Üstelik aldatılmıştı daha önce, üstelik biliyordu sonunu.. Yine de parça parça topladı sevginin kırıntılarını.. Çünkü ekmek kadar kutsaldı onun için aşkın her yansıması..
Şiirler bitti birgün..Kadın güz döktü gözlerinden..Baharı sona vardı..Her ağaçtan altın sarısı yapraklar döküldü rüzgarla...Yine de sarındı ruhuna kuru yaprakları, aşk’a ağladı bir başına... Yürümekten yorulmuş yüreğini acı ile dinlendirdi bir zaman.. Şiirler yeşersin diye bekledi.. Soru işaretleri beynine ve yüreğine yazılı şiirler gönderdi..İçinde cevaplar olmayan, üstelik şiir de olmayan kelimeler döndü sadece karşılığında.. Düşündü kadın... Oysa ne zaman düşünce girse yüreğin içine..Yürek bırakırdı sevginin ellerini...
Yapraklarını döktü kadın...Yürüyüp gitti acının içinden geçerek...
Adam.. Şiirlerini başka birine yazıyordu artık...Ama hiçbir dizesi varamadı 3.şahsın yüreğine..Öksüz kaldı tüm kelimeleri..Geri döndü ağlayarak, bıraktığı yerde kadınını bulacağını umarak...Bir yığın ıslak sarı yaprak bulabildi sadece..
Kadın... Bir su kenarına varmıştı o sırada...Ya da su,ona akmıştı kimbilir..? Umut taşıdı durmadan kadının yaralarına...Yemyeşil bir deniz oldu zamanla...
Adam... Bu kez belki gerçekten aşk ile yazılmış kelimeler verecekti kimbilir..?
Kadın dedi ki, “Aşk’ı herkes yazıyor bir yerlere..Hiçbiri kalmıyor günün birinde nasılsa...Ben SUYA YAZDIM bu yüzden”
Tanıştıkları sahilden toplamıştı o deniz kabuklarını. Ege’den, kekik kokusu ve mavinin ortak yeri, Ege’den çıkan bu ilişki, o deniz kabuklarını da İstanbul’a getirtmişti kekik ve mavi kokan bu ilişkiyle beraber. Saatlerce sürmüştü sahilde o birbirinden değişik deniz kabuklarını toplamak, ve bir İstanbul kışında en güzellerinden sevgilisiyle küpe yapmışlardı beraber. Şimdi ağlayarak yere boşalttığı o deniz kabuklarıydı. Kızın bakışları donuk bakıyordu yere dökülen deniz kabuklarına. Ağlayarak bağırıyordu, bildiği halde amaçsız çırpınmanın faydasızlığını. Yere dökülen kabuklar gibi dökülüyordu bir bir umutları. Onu kaybetmişti, sevgilisini kaybetmişti ve en güvendiği yerden, ilişkisinden kan kaybetmiş, ilişkisini kaybetmek üzereydi. O donuk bakışlar, sözlerinin ona ulaşmaması, dökülen deniz kabuklarının o yeşil halıda birer ölü gibi yatması, sonucu belli ilişkisiyle yalnız kalan adamı iyice boğuyordu. Yalnız kalakalmıştı, sevgisiyle, aşkıyla, onunla kurduğu yaşamla yalnız kalmıştı. Hiç düşünmeden sinsice gelen ayrılığı birden içinde hissetmişti. Yıllar önce sevgilisinin ayrılık acısı nerde olur biliyor musun, karnın oralarda, midenin altında bir yerlerde diye tanımlamasını şimdi o acıyı tamda dediği yerde yaşayarak hissediyordu. Hiçbir yere sığdıramadığı sevgisini sahipsiz bırakan yüze baktı, deniz kabuklarına. Araların da ki ayrılığı derinleşen uçurum gittikçe büyürken, aynı tarafta kalan ilişkisi ve o bakakaldı deli gibi sevdiği o yüze, uçurumun öbür ucuna, kaybetmişti. İçine batan onca acı ve biriken onca çaresizlikle, ıslak kirpikleriyle ona baktı. O sahili düşledi, her şeyin başlangıcı o maviyi. Ege’nin o mavi kıyısında başlayan her şey, İstanbul’un göbeğinde ara sokakların o eski evinde son buluyordu, kaybederken kendini, son, bulmuştu ve kazanırken kimliğini, ete kemiğe bürünürken ayrılık, sessizlik derin bir çığlık gibi sarıp sarmalıyordu adamı. İstanbul bekliyordu onu şimdi, sessizce kucaklayıp sarıp acılarını dindirecek sokaklar bekliyordu, bir anne huzuruyla sıcacık ve bir orman kalabalığı ve dinginliğiyle yok olmak için İstanbul.
Acının kalbini aradım nihayetinde Sonuçsuzluk biçare gönüllere konmuştu Sükûtun üzerinden akıyordu berrak su Kızıllığını kaybeden kandı akan bedende.
Umarsızlık bir buluttu gökyüzünde Zaman tükenen kum saatinde saklıydı Gül bahçesinde uyuyan güzel sessizlikte Tavan arasında koşan yarış atları saklı kalbimde.
Bir iki ve üçte hareketlendi zaman Zerre büyüklüğünde havalandı toz bulutu Ellerimden zirvelere kayıp giden hayat Hafif bir tebessüme odaklandı kaderimde.
Hayallerin orta yerinde kalıveren bakış Patlayamamış bir mısır tanesine sıkışmıştı Gülkurusu akşamlarda yankılanan sesti bir an Hüzünlü ezgiye saklanıp külrengine dönen zaman.
SÖYLE NEREDEYDİN
Hayat vurduğunda seni kör karanlıkta Anlat bana sen nerelerdeydin, Ucundan dokunduğunda azıcık hayat Söyle bana sen nerelerdeydin.
Gökkuşağı renklerinde beliren hale Gönlünün bam telini titrettiğinde Götürdü uzaklara durgun sular eşliğinde Hissedemedim seni nerelerdeydin.
Kırık sazda söylenen türkü sesinde Bulamadım seni nerelerdeydin, El salladığım buharlı tren izinde Göremedim seni nerelerdeydin.
Boz bulanık akan suyun renginde Teninde saklanan ışık yumağı izinde Gözesinden yeni kaynayan pınar sesinde Duyamadım seni nerelerdeydin.
SAKIN
Sakın dönme yüzünü doğuya Sefalet seni ürkütebilir, Müziğin ritmine bırak bedenini Yok et kendini çılgın dansla. Sakın dönme yüzünü… Sakın ha! Doğuya sakın… Açlığın sesini duymaman için Sağır sultan olman gerekir. Bak! Aç çocuklar ağlamaklı Yankıda kalan çığlığı geçirmeyen İzole pamuk üretilmedi henüz, Devam et! Hissiz kulaklarını tıkamaya. Sakın ha! Çıkma sakın Seni koruduğunu zannettiğin Naylon duvarların dışına. Ama unutma… Gün gelip Araya ördüğün duvar bir anda Seni altına alabilir…
***Gittin sen, tüm gidenler gibi... Tam beni tamamlayacağını düşünürken, yine ben eksik kaldım. Gülümseyişlerim takılı kaldı yüreğimde. Sonu yok, ışığı yok bir yolda ıssız, sessiz kaldı sevdam. Ama sen gittin; tıpkı diğerleri gibi...
Korkup kaçtın belki de bu sevdadan. Küçük bir kızdı kocaman yüreğiyle seni seven ama sen sığdıramadın kalbine; taşıyamadın doğru dürüst... Bu kadar çabuk pes edişin de ondandı belki. Başka cümlelerin ardına sığınman, yalan yanlış sevdalara takılman...
Gözlerine baktığım zaman çoğaldığımı hissediyordum. Öyle anlamlıydı ki; hayatın tüm gizemi senin gözlerindeydi sanki... Her şey o 'çakır' yeşilin içinde saklıydı. Ama sen aniden kapattın o gözleri; aldın yeşilini benden... Tüm sırlar da o yeşil kutuda kapalı kaldı. İşte ondan sonra başladı her şey... Kalp ağrılarım, baş ağrılarım, gece yarılarında sebepsiz haykırışlarım... Bana bıraktığın ve içimde kalan o 'yeşil'di belki de bunlara sebep olan...
'Kötü bir oyun seyrediyorsun, geçecek' diyordum kendime. 'Bak geçince hiçbir şey kalmayacak, arta kalanlar eksi sonsuzluğa uğurlanacak.' diyordum. Ama olmadı. Geçmedi. Her şey artarak daha da çoğaldı. Pişmanlıklar sardı çevremi, 'keşkeler' birikti içimde, 'acabalar' dolaşıp durdu beynimde... Hepsi benden bağımsızdı. Hiçbir organıma söz geçiremedim. Hep sen çoğalıyordun, hep sen büyüyordun içimde...
Sana dönüşmeye başladığımı anlayayınca da bir direniş başlattım kendime. Artık, hiç konuşmuyorum kalbimle... Kendi haline bıraktım onu. Ne derse desin, ne isterse istesin; hiç aldırmıyorum. Tıpkı derin dondurucundan çıkmış gibi bir kalbim var artık benim. Buz gibi... İçindeki her şey dondu. Sevgiler, sıcak gülümseyişler, arzular, istekler... Belki bir gün üzerindeki buzlardan sıyrılıp 'artık ben de varım' diyerek yeniden ortaya çıkar ve bana döner; kim bilir...
Ama o güne kadar, buz gibi 'yeşil'in arkasından bakacağım dünyaya. Senin bana verdiğin o 'acı yeşil'i yaşayacağım. Kolay değil çünkü, kalbimde dallanıp budaklanan o 'yeşil'i bir anda kökünden sökmek. O yüzden zamana bırakıyorum her şeyi. Bakmadığın bir çiçek nasıl soluyorsa, o 'yeşil' de bir gün elbet solup, sararacak. Hayatımda ilk kez sana açtığım kalbim de bundan böyle sadece bahara açacak; sadece bahara...***
Aynanız Ağlıyor mu? Duru bir sudan daha derindi ayna. Binlerce demir parçasının ateşte eritilip bir bütün demir parçası elde edildiği gibi onu da kim bilir kaç kum tanesinden elde etmişler, içine kim bilir daha neler katmışlardı.
İlk halini hatırlıyor, kendini göremiyordu... Yeni doğmuş bir çocuk gibi şuursuzdu.
Bir yanı siyah giyindiği gün içi gibi her yeri ışıldıyordu. Hele altın rengindeki çerçeveye sahip olduğu gün tacını giymiş kral gibi gülümsüyordu.
Beyaz bir duvara asıldı. Artık sırtını dayadığı duvara bir çivi ile bağlanarak onunla dost olmuştu.
Yaşamın bir penceresi olmuştu. Her şeyi olduğu gibi gerçek, tarafsız ve yorumsuz yansıtan bir pencere.
Ağlayanla ağlıyor, gülenle gülüyordu. Görmek istediği gibi bakanlar oluyordu aynaya. Onlara görmek istediklerini göstermenin, içinde açtığı yarayı anlayabilmek çok zordu.
Maskeli yüzlerin maskesiyle karşılaşmak, yüreklerindeki acımasızlığın riyanın vefasızlığın yüzlerine akseden yönleriyle karşılaşmak kolay değildi.
Özellikle geceleri, son ışık da terk edip gittiğinde, ayna sessiz sessiz ağlıyordu. Bazen kendi gözyaşlarını siliyor, bazen de yakalanıyordu. Neyse ki sıcaklık farkından oluştuğunu düşünerek siliyorlardı üstündeki damla damla yaşları. Oysa ayna ağlıyordu.
Kimi zaman yalnız başına kaldığında, bir gün dilinin çözülüp kendisine bakanlarla konuşacaklarını karşısında birine söyler gibi kendi kendine konuşuyordu:
'Siz insanlar ne tuhafsınız. Olduğunuz başka, olmak istediğiniz başka. Aradığınız başka, bulduğunuzu sandığınız daha başka. Dört bucakta aradığınız huzurun yanı başınızda olduğunu inatla görmek istemeyen garip varlıklar.
Bir gün ellerinizi şakaklarına dayayıp karşıma geçseniz... Düşünseniz... Kendi gözlerinizin içine baksanız derin derin. Her şeyin çaresini bulacaksınız. Huzurun, başarının, dostluğun, sadakatin, samimiyetin ta kendisini...
Sorun da içinizde, çözüm de... Maskeyi yırtmanın yolu da bu...
Bir kalem alıp elinize kendinizi çizseniz yüzünüzü nasıl çizersiniz. Masum çocukluğunuzun kaybolan hüznüyle mi?
Ya benim halim? ... Sizi her saniye görmek istediğiniz şekille resmetmek zorundayım. En zoru da; olmak istediğinizi anlamakta çekiyorum.
Nelerinizi görmüyorum ki... Benden ayrı olduğunuzda yaptıklarınızı bile okuyorum yüzlerinizde.
Bazen uyarmak istediğim oluyor sizi, olduğunuz gibi gösteriyorum. 'Şimdi kötü görünüyorum' diyorsunuz. Yine de kötü olduğunuzu kabullenmiyorsunuz. Sizin üzdüklerinizi unutup, sizi üzmekten korkarak eski halime çekiniyorum.
Az da olsa gözlerinizin içinin güldüğü oluyor. Bazen ilahi bir lütuf gibi samimice gözlerinizin yaşardığında sizi, ne çok seviyorum.
Gerçek hayatta yaptıklarınızı romanlarda, hikayelerde, filmlerde bir başkasının yaptığını gördüğünüzde; sanki onları siz yapmamışçasına mağdur olandan yana olup sizi temsil edene kızıyorsunuz. Ne büyük çelişki? .
Ben aynalığımdan utanıyorum. Ama siz...
Kendinize böyle yabancı olmasanız... Biraz olsun ruhunuzu dinleseniz karşımda. Kendinizi sorgulasanız...
İçinizden birinin dediği gibi Suçlarınız yüzünüzde görünseydi biz aynaları satın almazdınız' Yüzünüzde maske var. Yaşlanınca maskeyi bir parça çıkarıyorsunuz. Bu kez de, aynalar yalan söylüyor diye yalancılıkla suçluyorsunuz.
Görmeyi bilseniz, görmek isteseniz, her biriniz bir ayna. Ama siyah gözlüklerle gizliyorsunuz gözlerinizi. Cenazelerde ağlamadığınız bilinmesin, dışarıda nereye baktığınız fark edilmesin diye.
Merhametin yokluğu, kıskançlığın hakimiyeti belli olmasın diye.
Yalan söyleyen dudaklarınızı boyalarla kapatıyor, kirlenen yüzünüzü fondötenlerle kremlerle örtüyorsunuz.
İmrenilecek halinizde yok değil. Siz, yanlışlarınızı bana göre çok kısa hayatınızda kolayca taşırken, ben doğruluğu sonsuza yakın taşımak zorundayım.
Fanilik bazen, ne güzel diyorum.
Bir tırtılın kelebeğe dönüştükten sonraki ömrü, gül bahçesinde de geçse en fazla bir gün.. Sizlerin de atmış, yetmiş, nihayet yüz yıl... Bu süreler içinde yer, içer çoğalır; dilediğiniz gibi yaşarsınız. Her gün üzerime konan karasinekler bile 3 gün yaşar.
Oysa ben büyüyemem, çoğalamam. Sekiz bin yıl önce Çatalhöyük'te var olan en eski atam bile sizin elinizde. Rahat bırakmamışsınız...
Sizin toprak olma hakkınız var. Biz aynaların kuma dönüşme hakkımız yok nedense? '
Ayna böyle söylüyor, kırılgan bir yürekle hayata tutunmaya çalışan insanlar gibi, beyaz duvara ufacık bir çiviyle tutunuyordu.
Duvar bir gün 'yeter' dedi. Çivinin prangasını çözdü. Ayna yere düştü. Kırıldı.
Şimdi ayna bir köşede özellikle geceleri, son ışık da terk edip gittiğinde, sessiz sessiz ağlıyor. Her şeye rağmen kendi doğrularıyla var olmanın mutluluk gözyaşları bir yandan; eğilenlerin, bükülenlerin açması haline yönelik hüzün bulutları diğer yandan. Sahi sizin de aynanız var mı? Aynanız ağlıyor mu?
Bir ıslık sesiyle yükselen anlam, her zaman bir açelya kadar şımarık olmaz.... Bir ıslık sesi, her zaman huzur değildir. Bir ıslık sesi her zaman... Bir ıslık sesi her zaman neşe değildir. Bir ıslık sesi her zaman sende... Bir ıslık sesi... Bir ıslık sesi her zaman bendeki sende... Bir ıslık sesi... Bir ıslık sesi, uzaklardan gelen acım, hüznüm, huzursuzluğum... Bir ıslık sesi.. Bir ıslık sesi takılmış camımım önündeki açelyanın yapraklarına... Bir ıslık sesi getirmiş yeniden anılarımızı bana... Bir ıslık sesi taa uzaklardan... Bir ıslık sesi tam unuttum derken... Bir ıslık sesi, yalnızlığım dolu... Bir ıslık sesi, suskunluğuma inat... Bir ıslık sesi, geçmişe dair... Bir ıslık sesi, akan gözyaşlarıma nazire... Bir ıslık sesi taa uzaklarda... Bir ıslık... Bir ıslık dudaklarından dökülse, kollarında benle... Bir ıslık... Bir ıslık gündoğumunda ellerin de tenimde... Bir ıslık... Bir... Bir ben... Bir yalnızlık... Bir ıslık...
ağlardı seyrederken denizi. Ben sebebini hiç sormadım, O da hiç söylemedi. Yağmur yüklü bulutlar üşüşürdü gözlerine önce, ardından mavi yeşil dalgalanırdı gözbebekleri. Ve kirpiklerinin ucunda asılı kalırdı yakamozlar. Sorsam, - Erkekler ağlamaz derdi. Bu yüzden ne zaman ağlayan bir erkek görsem inanmam. Erkekler ağlamaz, deniz dolar gözlerine önce sebepsiz ve kirpiklerinin ucunda asılı kalır yakamozlar
Parmaklarının ucunda şu an hissediyor musun beni? Hisset! Hisset, parmaklarına değen kağıdın içinde Dolaşan damarlarımı... Hisset damarlarımın, kanımın Seni aramak için Deliler gibi dolaşmasını...
Parmaklarının ucunda şu an hissediyor musun beni? Dinle; duyuyor musun yüreğimin ritmini? Gönlümde esen rüzgârları dinle... Nefesimi tutmasam Gözlerindeki derin ovalarda titreyen Bütün yeşillikler kül olur, Sazlar büyür simsiyah, Kuruyan gözpınarlarında...
Parmaklarının ucunda şu an hissediyor musun beni? Yazık! mekanlar durduruyorsa seni. Ve yazık, kendini bağladıysan maddelere... İpsiz bir uçurtmayım ben... ve kuyruksuz Saçlarının çizgilerinde süzülen... Rüzgârım sensin. Susma ve sakın gözlerini kapatma, düşerim! Yüreğinde yer var mı?
Parmaklarının ucunda şu an hissediyor musun beni? Ve bir kaynak suyundan oluşan derenin Üzerine düşen yaprak gibi; Düşürüyor musun gülüşlerini Ve öpüşlerini sesimin üstüne? Akıyor musun benimle beraber, Akıyor musun yıldızlara doğru? Yıldızlar... yıldızlar neden böylesine vefasız? Neden her üşüyüşümde Lapa lapa yağıyorlar avuçlarıma, Neden eriyip kayboluyorlar?
Parmaklarının ucunda şu an hissediyor musun beni? Bilmiyorum. bilmek istemiyorum... Ama parmaklarının ucunda şu an ne olur hisset beni... Hisset! Hisset, damarlarımdaki kanımın, Seni aramak için deliler gibi dolaşmasını... Söylemiştim değil mi? İpsiz bir uçurtmayım ben...ve kuyruksuz... Saçlarının çizgilerinde süzülen... Rüzgarım sensin. Susma ve sakın gözlerini kapatma, düşerim. Yüreğinde yer var mı?
Aşkı Yaşamakta Değil Mesele / Satmamakta Bütün Mesele
-beni seviyor musun...dedi kadın -seni seviyorum...........dedi adam -beni ne kadar seviyorsun -seni dünya kadar seviyorum -dünyayı ne kadar seviyorsun -çok seviyorum -çok ne kadar büyüktür -dünya kadar -dünya kalbe sığar mı -çok büyük, sığmaz sustu kadın!
-ellerimi hiç bırakmayacaksın değil mi.....dedi kadın -ellerini hep tutacağım..............................dedi adam -ya ellerin üşürse -sen benim güneşimsin -peki ya gece -gecelerde ay ışığımsın -ay ışığı sıcak mıdır -yürek sıcak -peki ay dünyada mıdır -hayır uzayda -o zaman sen beni uzay kadar sev sustu adam!
-sen beni neden sevdin.....dedi kadın -çok güzelsin.....................dedi adam -ölülerde güzel olur mu -ölüm güzel değildir -peki beni ölünce de sevecek misin -seveceğim -mezarıma hangi renk gül dikeceksin -kırmızı -ama benim saç rengim siyah sustu adam!
- sen kimsin..........dedi kadın - ben senim...........dedi adam - ben kimim - sen de bensin - biz kimiz sustu adam!
-ben senin kalbine sığmam -sustu adam -ellerin üşür, ay dünyada değil -sustu adam -ölüm sondur, çünkü saç rengim siyah -sustu adam -şimdi elimi tut ve sım sıkı sarıl bana gitti adam!
.....ve bir rüzgar esti.../ çok olan her şeyi sildi süpürdü.Gün geçti, yağmur yağdı, gözyaşları sele kurban..güneş çıktı ıslak kirpikler kurudu...gece oldu ay ışığı (!) hüzün bastı...yine sabah olacak -ve oldu!
-beni seviyor musun -hayır..............................dedi adam sustu kadın!
-aşk, ne erkektir ne dişi…dedi kadın -aşk soluyabildiğin kadardır -nefes aldım, bitti.! ! sustu adam!
Korkuyordum, Yaralarım diye seni Serseri mayın tesirli sözlerimle… Sınır dışı edilmiş merserize serinliklerimde Titrersin diye, Korkuyordum!
Tek şeritli bir otobanda, Kaza süsü verilmiş bu ilişki Daha fazla sürmezdi Biliyordum…
Bu ten, bu beden yoracaktı Bu coğrafya, bu iklim bozacaktı Bitki örtülerim sarmaşık kılığında boğacaktı elbet seni! Biliyordum başından beri Biliyordum adım gibi…
Yarı ıslak, çırılçıplak küflü bir kırgınlık sızarken gölgemden Biliyordum takvimsel uyuşmazlık Ya da şiddetli betimsizlik bahanesiyle Tedavülden kaldırılmak üzereydi bu ilişki zaten!
Şimdi göğsümde köpüren köprücük sularımda Tüketiyorum ömrünü kelebek yüzmelerin… Küreksizim, nefessizim! Bir körünki kadar ağır adımlarım, Bir sağır kadar dilsizim!
Sanki ikinci sınıf bir oyunun açılmayan perdesinde, Figüranca unutulan repliğin son hecesindeyim! Ya da kılçık kıvamında boğaza düğümlenen Ekmek arası etkisiz bir ünlemim!
Ama biliyordum Çok açıktı, Aşacaktı seni parantez içlerim, Beş bilinmeyenli denklemlerim… Yoracaktı gam küpüyle çözülmeyen formüllerim! İç acılar toplamımı aşmadan yenilgilerim çekip gitmeliydim, Çekip gitmeliydim!
Ekvatora kırk derece eğriydim Yazları kurak, kışları kederliydim, Yer yer parçalıydım, Bulutluydum, Nemliydim! Seni bu iklime hapsedemezdim! İşte bu yüzden Gitmeliydim, Gitmeliydim!
07.04.2007 - 15:15
GECE ÖLMEK GÜNDÜZ İSE DOĞMAKTIR
ÖLÜM SAVMAKTIR SIRANI SIRASI GELİNCE
ÖLÜM YAŞAM KUŞUNU KAFESİNDEN SALMAKTIR
GÖZLERİME BAKMA ÖYLE DEMİŞTİN...
GÖZLERİN ATEŞE DALMAKTIR....
YAKINDIR MESAFELER İKLİMLER SNİNLE
VE HÜZÜN SEVDANLA DOLMAKTIR
NE ÇIKAR MİSK-İ AMBER SAÇMASINLAR ETRAFA
GÜLÜN KAHRI SOLMAKTIR...
BU BEDEN HER BELAYA HER MİHNETE KATLANIR
MAKSUDA ERMEK İÇİN BELKİDE KANATLANIR
LAKİN MAKSAT NE ÖLMEK NE SOLMAKTIR
MAKSAT ÖLMAKSA..DEMİŞTİN.
ÖLMEK ONU BULMAKTIR
SEVMEK ÖLMEKLE BAŞLAR..
07.04.2007 - 15:14
Aşk ikidir sevgi bir;
Aşk yalan,sevgi gerçektir.
Aşk sudur,sevgi susuzluk.
Bu yüzden sevgi hasrettir,
Özlemektir,beklemektir.
Asıl maharet:
Susuzken suyu içmek değil
Karşısına geçip seyretmektir.
Aşk haykırmaktır,sevgi ağlamak;
Aşk açmaktır,sevgi katlamak.
Sevgi saklamaktır
Yüreğini,gözlerini
Ve de ellerini saklamak
Bahar geldiğinde…
Bir çiçeğe,yeşile,çimene
Aşık olamazsın ama seversin.
Arkadaşına aşık olamazsın
Ama seversin.
Toprağa fidanı aşkla değil
Sevgiyle dikersin.
Sevgi için ölünür,aşk öldürür.
Aşk kıskançtır,nankördür
Sevgiyi öldürür.
Aşk Kabil’dir,sevgi Habil.
Aşkla sevgi aslında kardeştir
07.04.2007 - 15:14
SANA NE DEMELİYİM BİLMEM Kİ
Sana ne demeliyim, bilmem ki
Dost desem olmuyor
Yaren desem uymuyor
Yar mı desem, ne dersin
Sana ne demeliyim, bilmem ki
Bir sürec yaşadık birlikte, dost diyerek
Mevsimler birbiri ardına akarak gitti
Sözler sevileşti suskun gönülde
Yürekte zamanlar zay olup gitti
Gömdük düşleri, duyguları
Kül bastırdık üzerine
Ne gönlün ocağı kabullendi
Ne iç yangını yüreğimizin
Umuda el salladık, ufuk yanarken
Diyemedik birbirimize
Dememiz gerekeni
Sana ne demeliyim, bilmem ki
07.04.2007 - 15:12
................................
.......................................
.............................................
.................................................
.....................................................
........................................................
.....................................................
.............................................
.....................................
..............................
............................
..........................
.......................
Yalnızlığımın komşusu Olurmusun_?
..............¦¦..¦¦.....¦
.............¦¦¦.¦..¦.....¦
............¦¦¦¦.....¦¦...¦¦¦¦¦¦
...........¦¦¦¦¦......¦¦.¦......¦¦
..........¦¦¦¦¦.......¦¦........¦.¦¦
..........¦¦¦¦¦.......¦.......¦
..........¦¦¦¦¦¦.....¦.......¦
...........¦¦¦¦¦¦....¦......¦
............¦¦¦¦¦¦¦¦.......¦
................¦¦¦¦¦¦¦.¦¦
..¦¦¦¦¦¦¦..........¦¦
...¦¦¦¦¦¦¦.........¦
....¦¦¦¦¦¦.........¦ ¦
.....¦¦¦...¦.......¦¦
.............¦........¦
.........¦¦¦¦.¦...¦
.......¦¦¦¦¦¦..¦..¦
......¦¦¦¦¦¦¦...¦.
......¦¦¦¦¦......¦
......¦¦.........¦
.......¦.........¦
...............¦.¦
.ÖzeL Bir GüL...¦¦
..aNLiYana......¦
................¦
................¦
................¦
...............¦
...............¦
07.04.2007 - 15:11
bazı aşklar bazı uçurumlar
bazı aşklar bazı uçurumlar
uyan
acının açılımı değişiyor
bir aşkın çatlağından başka bir hayat sızıyor kanına
kararsızlığın yalnızlığı azdırıyor
kabusa dönüşüyor kurmaya can attığın her cümle
denenmemiş riskler kapağı açılmamış romanlara benzer
üzerinden atlanmış gerçeklikler varılmayacak takvimlere
insan kendini böyle fütursuzca savururken
dokunuşların başka anlamları olduğunu nasıl ayrımsayabilir
hadi söyle senin inadın kime bu umarsızlığın miladı hangi kırılmanın yansısı
döküver içindeki başkalarından sana bulaşan kiri
bazı aşklar bazı uçurumlara bırakıverir kendini
bu senin künyen değil şu dar zamanda bunun farkına vardım
şimdi sana hatırlatılması zorunlu tek şey gülüşün olmalı
bazı uçurum önlerinde bazı aşklar hayat bulur
yüreğimin dikine gidiyorum
beni sende kimse bağışlamasın
07.04.2007 - 15:09
Seviyorum Seni
Seviyorum seni ekmeği tuza banıp yer gibi
Geceleyin ateşler içinde uyanarak
Ağzımı dayayıp musluğa su içer gibi,
Ağır posta paketini, neyin nesi belirsiz,
Telaşlı, sevinçli, kuşkulu açar gibi.
Seviyorum seni denizi ilk defa uçakla geçer gibi.
İstanbul'da yumuşacık kararırken ortalık
İçimde kımıldanan birşeyler gibi
Seviyorum seni yaşıyoruz çok şükür' der gibi
07.04.2007 - 15:08
ANLAMALIMIYDIM
Bu kısalığına rağmen uzun geçen yaşamımda anladıklarım...yaşama dair..acıya
dair..belkide sana dair..ANLADIM Kİ, KALABALIKLAR İNSANI
YALNIZLAŞTIRIYORMUŞ..
Anladım ki, güzel olan herşey birgün ansızın bitermiş.
Anladım ki, çok çalışmak, çok kazanmakla aynı değilmiş.
Anladım ki, öğrendiğin her bilgi sana bir depresyon nedeni olarak geri
dönüyormuş.
Anladım ki, her labirentin görünmezde olsa bir çıkışı varmış.
Anladım ki, zaman acımasız, mekan riyakarmış.
Anladım ki, her akşam gökyüzünü görmek büyük bir ayrıcalıkmış.
Anladım ki, insan yıkıldım dediği anda bile hala ayaktaymış.
Anladım ki, çok konuşan çok bilmiyormuş, cok susanda cahil değilmiş.
Anladım ki, her insanın derinlerinde bir filazof yatıyormuş.
Anladım ki, sevmek için neden aranmıyormuş.nedensiz sevmediğimiz gibi...
Anladım ki insan korkularından asla kaçamıyormuş.
anladım ki üzülmek için bahane bulmak çok kolaymış
07.04.2007 - 15:07
KARdan adamım
KARım
KARdan adamım
güneşin oyununa düşme!
sana söz, doğar gece.
en sert kış olur rüzgar.
donarsın...
titrerim seninle.
üşüdükçe ısınır için
07.04.2007 - 15:04
bir fırtına kopacak
Temmuz ayıydı günlerden Cuma
Sana veda etmiş eve dönüyorum
Güneş inatla kanımı donduruyor
Gözlerim kararıyor,başım çatlıyordu
Soluk almak için bir banka oturdum
Tam o sırada çingeneye rasladım
Elinde bir avuç tohum vardı
Yanıma oturdu. Bana bu tohumlardan almamı istedi
Çiçeğin adını sordum
– Neye yakıştırırsan o dedi
Kokusunu sordum
- nasıl kokmasını istersen öyle kokar dedi
Rengini sordum
-Rengi sahibinin yüreğine benzer dedi
Nerede büyütebilirim dedim
-En uzun yaşadığın odada dedi
Neyle büyür bu çiçek dedim
-Toprağına deyen her şeyle dedi
Çantamda ne kadar para varsa çingeneye verdim
Tohumları avucumda saklayıp devam ettim
Tüm bu olanlar bir yıl önceydi
Bugün ayrılığımızın yıldönümü
Her zamankinden erken uyandım
Sana bir çicek hediye ediyorum
Adı [ ölüm çiçeği ]
Kokladığında kan kokusundan miğden bulanacak
Rengi kapkara,ona baktığında için kararacak
Evin karanlık köşesine götür onu,sana benim hayalimi anlatacak
Dikenleri eline battığında,ellerin simsiyah kana bulanacak
Sakın sulama onu! O gözyaşlarına ve içki damlacıklarına alışıktır
Sakın şaşırma! Sana senin eserini yolluyorum
Koparıp parçalasanda,ogün aynı saatte aynı çiçeği yollayacağım
Şimdi git iki kadeh al eline
Biri kendine biri ölüm çiçeğine
Bende kadehimi kaldırıyorum
AYRILIĞIN ŞEREFİNE BİRDE ÖLÜM ÇİÇEĞİNE! .....
07.04.2007 - 15:03
Meleğim
Meleğim...
Olanlar ve yaşanılanlar,hissedilenler biraz garip ama sanırım özel olmanın
tek sebebini bu tek cümleyle anlatabilirim.
Ben senin dünyevi başarılarınla değil, seninle ve yüreğindekilerle
ilgileniyorum.! ! !
Sen gerçekten ne istiyorsan ben gerçekten onu isterim.
Benim mutluluğum senin özgürlüğünde itaatinde değil...
Bunu sakın unutma..
Bazen bir bakış fırtınalar koparır orda yürekte yani...
Bazen yalnızlığın ayak sesleri duyulmaya başlar.Bazen sıcak bir tebessüm
anımsanır geçmişten,Bazen oraya akan gözyaşları nehir olur taşar.
Dingin bir liman gibidir gece oysa sığınmamıza izin verir ama yinede ne
kadar kaçabiliriz kendimizden ne kadar saklayabiliriz içimizde
biriktirdiklerimizi?
Peşimizden gelmeye bize acı vermeye devam etmezler mi geçmişin hataları,
kayıpları...
İşte hayat hafife alınmayacak kadar özel çünkü bir kez yakalıyoruz onu ve
nasıl yaşayacağımıza biz karar veriyoruz.her ne kadar farklı yollar sunulsa
da,dağıtılsa da...
ve ben ne kadar uzakta olursan ol tek bir yolu seçiyorum senin gittiğin yol
ve seninle gidebileceğim o yol....
“ MELEĞİMSİN ” bunu hiçbir zaman unutma ve anlamı da senin gibi ve sadece
sana özel...
07.04.2007 - 15:02
Yürü
yürü be
dur de şu figana
aklına neler sokulu anda
ben desen kalksan ayağa olmaz mı
yürü be
fırla hadi
koşar adım gitmelisin diyara
orda bekler seni acın
bir el at taşın altına
yansın canın hani
kanasın parmakların
aktığı yerde vatan
vatanda ziyan olurmu
yürü be
hadi allah aşkına
ben de gelirim ardından
başım dik yürürüm inan
ne dert kalır ne tasa
sen merak etme perişanlığımı
alnım açık olur nasılsa
yürü be
hadi durma
şimdi zamanı sarılmanın
sımsıkı tutup zamanı durdurmanın
bu vatan senindir hesapsız
bu diyar senindir yeminle
sahiplensede kitapsız
yürü be hadi
aslanım benim
Ali Akar
07.04.2007 - 15:02
Suya yazdım
Çocukluğundan beri şiir okumaktan mı, yoksa gözleri her defasında nemlenerek
izlediği o eski Türk filmlerinden midir bilinmez, gerçek aşka inanırdı o
kadın. Mitolojik versiyonlarından başlayıp, Leyla ile Mecnun serisine kadar
içinde aşk geçen ne kadar öykü var ise yüreği ile okurdu. Şiiri ise, aşk’ın
kelimelere dökemediği mükemmel gizinin ipuçlarını yaşama taşıdığı için
severdi. Çoğu zaman kimsenin fark edemediği şiirsel bir dünyada gibi
yaşardı. Adı olmayan, sadece rengi olan bir kadındı o...Mavi bir kadın..
Kimin gözlerinde aşk’a benzeyen bir ışık görse yumuşardı bakışları.Kimin
yüreğinin çarptığını duysa,koşardı adımları... Kendi aşk’ını bulamadığından
belki, başkalarının aşklarına sahip çıktı çoğu kez...Onu seven hiçbir
insanın gönlünü kırmadı, üzmedi bilerek..Bu yüzden kendi yüreğinde
başkalarının acılarından yarattığı çentikler açtı durmadan.. Kapanmayan
yaraları oldu yıllarla..
Bir zaman sonra gerçekten seven biri çıktı karşısına..Aşk’ a aşık bu kadın
kapılıp gitti, şiirsel aşkının peşine.. Adam,tuzağa avını çeken bir avcı
gibi adım adım şiir döktü yollarına...Yaptığı her yanlışa bir doğru buldu
kadın.. Üstelik aldatılmıştı daha önce, üstelik biliyordu sonunu.. Yine de
parça parça topladı sevginin kırıntılarını.. Çünkü ekmek kadar kutsaldı onun
için aşkın her yansıması..
Şiirler bitti birgün..Kadın güz döktü gözlerinden..Baharı sona vardı..Her
ağaçtan altın sarısı yapraklar döküldü rüzgarla...Yine de sarındı ruhuna
kuru yaprakları, aşk’a ağladı bir başına... Yürümekten yorulmuş yüreğini acı
ile dinlendirdi bir zaman.. Şiirler yeşersin diye bekledi.. Soru işaretleri
beynine ve yüreğine yazılı şiirler gönderdi..İçinde cevaplar olmayan,
üstelik şiir de olmayan kelimeler döndü sadece karşılığında.. Düşündü
kadın... Oysa ne zaman düşünce girse yüreğin içine..Yürek bırakırdı sevginin
ellerini...
Yapraklarını döktü kadın...Yürüyüp gitti acının içinden geçerek...
Adam..
Şiirlerini başka birine yazıyordu artık...Ama hiçbir dizesi varamadı
3.şahsın yüreğine..Öksüz kaldı tüm kelimeleri..Geri döndü ağlayarak,
bıraktığı yerde kadınını bulacağını umarak...Bir yığın ıslak sarı yaprak
bulabildi sadece..
Kadın...
Bir su kenarına varmıştı o sırada...Ya da su,ona akmıştı kimbilir..? Umut
taşıdı durmadan kadının yaralarına...Yemyeşil bir deniz oldu zamanla...
Adam...
Bu kez belki gerçekten aşk ile yazılmış kelimeler verecekti kimbilir..?
Kadın dedi ki,
“Aşk’ı herkes yazıyor bir yerlere..Hiçbiri kalmıyor günün birinde
nasılsa...Ben SUYA YAZDIM bu yüzden”
07.04.2007 - 15:01
Deniz kabukları
Tanıştıkları sahilden toplamıştı o deniz kabuklarını. Ege’den, kekik kokusu
ve mavinin ortak yeri, Ege’den çıkan bu ilişki, o deniz kabuklarını da
İstanbul’a getirtmişti kekik ve mavi kokan bu ilişkiyle beraber. Saatlerce
sürmüştü sahilde o birbirinden değişik deniz kabuklarını toplamak, ve bir
İstanbul kışında en güzellerinden sevgilisiyle küpe yapmışlardı beraber.
Şimdi ağlayarak yere boşalttığı o deniz kabuklarıydı. Kızın bakışları
donuk bakıyordu yere dökülen deniz kabuklarına. Ağlayarak bağırıyordu,
bildiği halde amaçsız çırpınmanın faydasızlığını. Yere dökülen kabuklar gibi
dökülüyordu bir bir umutları.
Onu kaybetmişti, sevgilisini kaybetmişti ve en güvendiği yerden,
ilişkisinden kan kaybetmiş, ilişkisini kaybetmek üzereydi. O donuk bakışlar,
sözlerinin ona ulaşmaması, dökülen deniz kabuklarının o yeşil halıda birer
ölü gibi yatması, sonucu belli ilişkisiyle yalnız kalan adamı iyice
boğuyordu.
Yalnız kalakalmıştı, sevgisiyle, aşkıyla, onunla kurduğu yaşamla yalnız
kalmıştı. Hiç düşünmeden sinsice gelen ayrılığı birden içinde hissetmişti.
Yıllar önce sevgilisinin ayrılık acısı nerde olur biliyor musun, karnın
oralarda, midenin altında bir yerlerde diye tanımlamasını şimdi o acıyı
tamda dediği yerde yaşayarak hissediyordu.
Hiçbir yere sığdıramadığı sevgisini sahipsiz bırakan yüze baktı, deniz
kabuklarına. Araların da ki ayrılığı derinleşen uçurum gittikçe büyürken,
aynı tarafta kalan ilişkisi ve o bakakaldı deli gibi sevdiği o yüze,
uçurumun öbür ucuna, kaybetmişti.
İçine batan onca acı ve biriken onca çaresizlikle, ıslak kirpikleriyle
ona baktı. O sahili düşledi, her şeyin başlangıcı o maviyi. Ege’nin o mavi
kıyısında başlayan her şey, İstanbul’un göbeğinde ara sokakların o eski
evinde son buluyordu, kaybederken kendini, son, bulmuştu ve kazanırken
kimliğini, ete kemiğe bürünürken ayrılık, sessizlik derin bir çığlık gibi
sarıp sarmalıyordu adamı. İstanbul bekliyordu onu şimdi, sessizce kucaklayıp
sarıp acılarını dindirecek sokaklar bekliyordu, bir anne huzuruyla sıcacık
ve bir orman kalabalığı ve dinginliğiyle yok olmak için İstanbul.
07.04.2007 - 14:59
ACININ KALBİ
Acının kalbini aradım nihayetinde
Sonuçsuzluk biçare gönüllere konmuştu
Sükûtun üzerinden akıyordu berrak su
Kızıllığını kaybeden kandı akan bedende.
Umarsızlık bir buluttu gökyüzünde
Zaman tükenen kum saatinde saklıydı
Gül bahçesinde uyuyan güzel sessizlikte
Tavan arasında koşan yarış atları saklı kalbimde.
Bir iki ve üçte hareketlendi zaman
Zerre büyüklüğünde havalandı toz bulutu
Ellerimden zirvelere kayıp giden hayat
Hafif bir tebessüme odaklandı kaderimde.
Hayallerin orta yerinde kalıveren bakış
Patlayamamış bir mısır tanesine sıkışmıştı
Gülkurusu akşamlarda yankılanan sesti bir an
Hüzünlü ezgiye saklanıp külrengine dönen zaman.
SÖYLE NEREDEYDİN
Hayat vurduğunda seni kör karanlıkta
Anlat bana sen nerelerdeydin,
Ucundan dokunduğunda azıcık hayat
Söyle bana sen nerelerdeydin.
Gökkuşağı renklerinde beliren hale
Gönlünün bam telini titrettiğinde
Götürdü uzaklara durgun sular eşliğinde
Hissedemedim seni nerelerdeydin.
Kırık sazda söylenen türkü sesinde
Bulamadım seni nerelerdeydin,
El salladığım buharlı tren izinde
Göremedim seni nerelerdeydin.
Boz bulanık akan suyun renginde
Teninde saklanan ışık yumağı izinde
Gözesinden yeni kaynayan pınar sesinde
Duyamadım seni nerelerdeydin.
SAKIN
Sakın dönme yüzünü doğuya
Sefalet seni ürkütebilir,
Müziğin ritmine bırak bedenini
Yok et kendini çılgın dansla.
Sakın dönme yüzünü…
Sakın ha! Doğuya sakın…
Açlığın sesini duymaman için
Sağır sultan olman gerekir.
Bak! Aç çocuklar ağlamaklı
Yankıda kalan çığlığı geçirmeyen
İzole pamuk üretilmedi henüz,
Devam et! Hissiz kulaklarını tıkamaya.
Sakın ha! Çıkma sakın
Seni koruduğunu zannettiğin
Naylon duvarların dışına.
Ama unutma… Gün gelip
Araya ördüğün duvar bir anda
Seni altına alabilir…
İbrahim SOYALAR
07.04.2007 - 14:58
Olamaz
...gözyaşlarıyla ödenen bedelin,
karşılığı;
_tuzlu su_
olamaz........
07.04.2007 - 14:58
Gittin sen, tüm gidenler gibi...
***Gittin sen, tüm gidenler gibi... Tam beni tamamlayacağını düşünürken,
yine ben eksik kaldım. Gülümseyişlerim takılı kaldı yüreğimde. Sonu yok,
ışığı yok bir yolda ıssız, sessiz kaldı sevdam. Ama sen gittin; tıpkı
diğerleri gibi...
Korkup kaçtın belki de bu sevdadan. Küçük bir kızdı kocaman yüreğiyle seni
seven ama sen sığdıramadın kalbine; taşıyamadın doğru dürüst... Bu kadar
çabuk pes edişin de ondandı belki. Başka cümlelerin ardına sığınman, yalan
yanlış sevdalara takılman...
Gözlerine baktığım zaman çoğaldığımı hissediyordum. Öyle anlamlıydı ki;
hayatın tüm gizemi senin gözlerindeydi sanki... Her şey o 'çakır' yeşilin
içinde saklıydı. Ama sen aniden kapattın o gözleri; aldın yeşilini benden...
Tüm sırlar da o yeşil kutuda kapalı kaldı. İşte ondan sonra başladı her
şey... Kalp ağrılarım, baş ağrılarım, gece yarılarında sebepsiz
haykırışlarım... Bana bıraktığın ve içimde kalan o 'yeşil'di belki de
bunlara sebep olan...
'Kötü bir oyun seyrediyorsun, geçecek' diyordum kendime. 'Bak geçince hiçbir
şey kalmayacak, arta kalanlar eksi sonsuzluğa uğurlanacak.' diyordum. Ama
olmadı. Geçmedi. Her şey artarak daha da çoğaldı. Pişmanlıklar sardı
çevremi, 'keşkeler' birikti içimde, 'acabalar' dolaşıp durdu beynimde...
Hepsi benden bağımsızdı. Hiçbir organıma söz geçiremedim. Hep sen
çoğalıyordun, hep sen büyüyordun içimde...
Sana dönüşmeye başladığımı anlayayınca da bir direniş başlattım kendime.
Artık, hiç konuşmuyorum kalbimle... Kendi haline bıraktım onu. Ne derse
desin, ne isterse istesin; hiç aldırmıyorum. Tıpkı derin dondurucundan
çıkmış gibi bir kalbim var artık benim. Buz gibi... İçindeki her şey dondu.
Sevgiler, sıcak gülümseyişler, arzular, istekler... Belki bir gün üzerindeki
buzlardan sıyrılıp 'artık ben de varım' diyerek yeniden ortaya çıkar ve bana
döner; kim bilir...
Ama o güne kadar, buz gibi 'yeşil'in arkasından bakacağım dünyaya. Senin
bana verdiğin o 'acı yeşil'i yaşayacağım. Kolay değil çünkü, kalbimde
dallanıp budaklanan o 'yeşil'i bir anda kökünden sökmek. O yüzden zamana
bırakıyorum her şeyi. Bakmadığın bir çiçek nasıl soluyorsa, o 'yeşil' de bir
gün elbet solup, sararacak. Hayatımda ilk kez sana açtığım kalbim de bundan
böyle sadece bahara açacak; sadece bahara...***
07.04.2007 - 14:57
Aynanız Ağlıyor mu?
Duru bir sudan daha derindi ayna. Binlerce demir parçasının ateşte eritilip bir bütün demir parçası elde edildiği gibi onu da kim bilir kaç kum tanesinden elde etmişler, içine kim bilir daha neler katmışlardı.
İlk halini hatırlıyor, kendini göremiyordu... Yeni doğmuş bir çocuk gibi şuursuzdu.
Bir yanı siyah giyindiği gün içi gibi her yeri ışıldıyordu. Hele altın rengindeki çerçeveye sahip olduğu gün tacını giymiş kral gibi gülümsüyordu.
Beyaz bir duvara asıldı. Artık sırtını dayadığı duvara bir çivi ile bağlanarak onunla dost olmuştu.
Yaşamın bir penceresi olmuştu. Her şeyi olduğu gibi gerçek, tarafsız ve yorumsuz yansıtan bir pencere.
Ağlayanla ağlıyor, gülenle gülüyordu. Görmek istediği gibi bakanlar oluyordu aynaya. Onlara görmek istediklerini göstermenin, içinde açtığı yarayı anlayabilmek çok zordu.
Maskeli yüzlerin maskesiyle karşılaşmak, yüreklerindeki acımasızlığın riyanın vefasızlığın yüzlerine akseden yönleriyle karşılaşmak kolay değildi.
Özellikle geceleri, son ışık da terk edip gittiğinde, ayna sessiz sessiz ağlıyordu. Bazen kendi gözyaşlarını siliyor, bazen de yakalanıyordu. Neyse ki sıcaklık farkından oluştuğunu düşünerek siliyorlardı üstündeki damla damla yaşları. Oysa ayna ağlıyordu.
Kimi zaman yalnız başına kaldığında, bir gün dilinin çözülüp kendisine bakanlarla konuşacaklarını karşısında birine söyler gibi kendi kendine konuşuyordu:
'Siz insanlar ne tuhafsınız. Olduğunuz başka, olmak istediğiniz başka. Aradığınız başka, bulduğunuzu sandığınız daha başka. Dört bucakta aradığınız huzurun yanı başınızda olduğunu inatla görmek istemeyen garip varlıklar.
Bir gün ellerinizi şakaklarına dayayıp karşıma geçseniz... Düşünseniz... Kendi gözlerinizin içine baksanız derin derin. Her şeyin çaresini bulacaksınız. Huzurun, başarının, dostluğun, sadakatin, samimiyetin ta kendisini...
Sorun da içinizde, çözüm de... Maskeyi yırtmanın yolu da bu...
Bir kalem alıp elinize kendinizi çizseniz yüzünüzü nasıl çizersiniz. Masum çocukluğunuzun kaybolan hüznüyle mi?
Ya benim halim? ... Sizi her saniye görmek istediğiniz şekille resmetmek zorundayım. En zoru da; olmak istediğinizi anlamakta çekiyorum.
Nelerinizi görmüyorum ki... Benden ayrı olduğunuzda yaptıklarınızı bile okuyorum yüzlerinizde.
Bazen uyarmak istediğim oluyor sizi, olduğunuz gibi gösteriyorum. 'Şimdi kötü görünüyorum' diyorsunuz. Yine de kötü olduğunuzu kabullenmiyorsunuz. Sizin üzdüklerinizi unutup, sizi üzmekten korkarak eski halime çekiniyorum.
Az da olsa gözlerinizin içinin güldüğü oluyor. Bazen ilahi bir lütuf gibi samimice gözlerinizin yaşardığında sizi, ne çok seviyorum.
Gerçek hayatta yaptıklarınızı romanlarda, hikayelerde, filmlerde bir başkasının yaptığını gördüğünüzde; sanki onları siz yapmamışçasına mağdur olandan yana olup sizi temsil edene kızıyorsunuz. Ne büyük çelişki? .
Ben aynalığımdan utanıyorum. Ama siz...
Kendinize böyle yabancı olmasanız... Biraz olsun ruhunuzu dinleseniz karşımda. Kendinizi sorgulasanız...
İçinizden birinin dediği gibi Suçlarınız yüzünüzde görünseydi biz aynaları satın almazdınız' Yüzünüzde maske var. Yaşlanınca maskeyi bir parça çıkarıyorsunuz. Bu kez de, aynalar yalan söylüyor diye yalancılıkla suçluyorsunuz.
Görmeyi bilseniz, görmek isteseniz, her biriniz bir ayna. Ama siyah gözlüklerle gizliyorsunuz gözlerinizi. Cenazelerde ağlamadığınız bilinmesin, dışarıda nereye baktığınız fark edilmesin diye.
Merhametin yokluğu, kıskançlığın hakimiyeti belli olmasın diye.
Yalan söyleyen dudaklarınızı boyalarla kapatıyor, kirlenen yüzünüzü fondötenlerle kremlerle örtüyorsunuz.
İmrenilecek halinizde yok değil. Siz, yanlışlarınızı bana göre çok kısa hayatınızda kolayca taşırken, ben doğruluğu sonsuza yakın taşımak zorundayım.
Fanilik bazen, ne güzel diyorum.
Bir tırtılın kelebeğe dönüştükten sonraki ömrü, gül bahçesinde de geçse en fazla bir gün.. Sizlerin de atmış, yetmiş, nihayet yüz yıl... Bu süreler içinde yer, içer çoğalır; dilediğiniz gibi yaşarsınız. Her gün üzerime konan karasinekler bile 3 gün yaşar.
Oysa ben büyüyemem, çoğalamam. Sekiz bin yıl önce Çatalhöyük'te var olan en eski atam bile sizin elinizde. Rahat bırakmamışsınız...
Sizin toprak olma hakkınız var. Biz aynaların kuma dönüşme hakkımız yok nedense? '
Ayna böyle söylüyor, kırılgan bir yürekle hayata tutunmaya çalışan insanlar gibi, beyaz duvara ufacık bir çiviyle tutunuyordu.
Duvar bir gün 'yeter' dedi.
Çivinin prangasını çözdü.
Ayna yere düştü.
Kırıldı.
Şimdi ayna bir köşede özellikle geceleri, son ışık da terk edip gittiğinde, sessiz sessiz ağlıyor. Her şeye rağmen kendi doğrularıyla var olmanın mutluluk gözyaşları bir yandan; eğilenlerin, bükülenlerin açması haline yönelik hüzün bulutları diğer yandan. Sahi sizin de aynanız var mı? Aynanız ağlıyor mu?
07.04.2007 - 14:56
Yazma Deryayı
Yazma deryayı
Anlatma ondaki engini
Sıfır beş uçlu kalemsin sen
Bul saman kağıtta dengini
Yazma deryayı
Dalgasından bahsetme
Hışımla vuruşunu görüp kıyına
Seni sevdiğindendi zannetme
Yazma deryayı
İki satırı az görme
Kaçına nasip ki adını anış
Aşk sende deryaya verme
Yazma deryayı
Unutulur ettiğin kelam
Zaman uzun yol gibi derler ya
Yürekte kalmıyor mu hep selam
Yazma deryayı
Yazdığında yaşar sonra
Hala sıcak altı yangın sönse de
Satıra sığmaz mısraya taşar sonra
Ali Akar
07.04.2007 - 14:55
Bir ıslık
Bir ıslık sesiyle yükselen anlam, her zaman bir açelya kadar şımarık
olmaz....
Bir ıslık sesi, her zaman huzur değildir.
Bir ıslık sesi her zaman...
Bir ıslık sesi her zaman neşe değildir.
Bir ıslık sesi her zaman sende...
Bir ıslık sesi...
Bir ıslık sesi her zaman bendeki sende...
Bir ıslık sesi...
Bir ıslık sesi, uzaklardan gelen acım, hüznüm, huzursuzluğum...
Bir ıslık sesi..
Bir ıslık sesi takılmış camımım önündeki açelyanın yapraklarına...
Bir ıslık sesi getirmiş yeniden anılarımızı bana...
Bir ıslık sesi taa uzaklardan...
Bir ıslık sesi tam unuttum derken...
Bir ıslık sesi, yalnızlığım dolu...
Bir ıslık sesi, suskunluğuma inat...
Bir ıslık sesi, geçmişe dair...
Bir ıslık sesi, akan gözyaşlarıma nazire...
Bir ıslık sesi taa uzaklarda...
Bir ıslık...
Bir ıslık dudaklarından dökülse, kollarında benle...
Bir ıslık...
Bir ıslık gündoğumunda ellerin de tenimde...
Bir ıslık...
Bir...
Bir ben...
Bir yalnızlık...
Bir ıslık...
07.04.2007 - 14:55
Benim tanıdığım erkekler ağlamazdı
ağlardı seyrederken denizi.
Ben sebebini hiç sormadım,
O da hiç söylemedi.
Yağmur yüklü bulutlar üşüşürdü gözlerine önce,
ardından mavi yeşil dalgalanırdı gözbebekleri.
Ve
kirpiklerinin ucunda asılı kalırdı yakamozlar.
Sorsam,
- Erkekler ağlamaz derdi.
Bu yüzden ne zaman ağlayan bir erkek görsem
inanmam.
Erkekler ağlamaz,
deniz dolar gözlerine önce sebepsiz
ve
kirpiklerinin ucunda asılı kalır yakamozlar
07.04.2007 - 14:54
Kaçmak mı zor, yoksa kovalamak mı? Hangisi daha çok yoruyor insanı?
İnsan çok yol aldığını zannetiğinde durupta arkasına baktığında hiç yola çıkmadığını görüyor bazen.
Sebepsiz yanlızlıklar yaşamak isteyip bir köşeye çekildiğinde aslında herzaman yanlız olduğunu farkediyor.
Akşam olupta evine geldiğinde, yapacak birçok şeyi erteliyor insan..
Aşık oluyor, sevilmeyince bağlanıyor insan.
Sevmek istemediğinde sevenlerden kaçıyor. İyilik yaptıkça yalnızlaşıyor insan.
Ağlayınca bir köşede yanına yaklaşan olmuyo, çok gülünce neşeye ortak birçok...
Her istediğini yapıyor bencil oluyor, yapmayınca yüreksiz oluyor insan..
El uzatıyor yardım istiyor, kötü oluyor insan..
Nasıl yani, neden böyle...?
Sevilmeden sevmek neye yarar?
Sevmediğin tarafından sevilmek?
Kıymet bilinmeyen iyilik neye yarar?
Kalabalıkta tekbaşına kalmak,
Herşeyin tersini yaşar hale gelmişiz. Hep bir kaçıp kovalamaca. HEP bir karşılık alıp, veriyoruz.
Peki ya bizim insanlığımız nerede.
Nereye kaçıyoruz?
veya nereye kovalıyoruz.
Kimleri?
Bence hep aynı yerdeyiz. Her yaptığımızın bedelini bir şekilde ödeyerek yerimizde sayıyoruz.
Boşluktayız...
07.04.2007 - 14:54
Yüreğinde yer var mı?
Parmaklarının ucunda şu an hissediyor musun beni?
Hisset!
Hisset, parmaklarına değen kağıdın içinde
Dolaşan damarlarımı...
Hisset damarlarımın, kanımın
Seni aramak için
Deliler gibi dolaşmasını...
Parmaklarının ucunda şu an hissediyor musun beni?
Dinle; duyuyor musun yüreğimin ritmini?
Gönlümde esen rüzgârları dinle...
Nefesimi tutmasam
Gözlerindeki derin ovalarda titreyen
Bütün yeşillikler kül olur,
Sazlar büyür simsiyah,
Kuruyan gözpınarlarında...
Parmaklarının ucunda şu an hissediyor musun beni?
Yazık! mekanlar durduruyorsa seni.
Ve yazık, kendini bağladıysan maddelere...
İpsiz bir uçurtmayım ben... ve kuyruksuz
Saçlarının çizgilerinde süzülen...
Rüzgârım sensin.
Susma ve sakın gözlerini kapatma, düşerim!
Yüreğinde yer var mı?
Parmaklarının ucunda şu an hissediyor musun beni?
Ve bir kaynak suyundan oluşan derenin
Üzerine düşen yaprak gibi;
Düşürüyor musun gülüşlerini
Ve öpüşlerini sesimin üstüne?
Akıyor musun benimle beraber,
Akıyor musun yıldızlara doğru?
Yıldızlar... yıldızlar neden böylesine vefasız?
Neden her üşüyüşümde
Lapa lapa yağıyorlar avuçlarıma,
Neden eriyip kayboluyorlar?
Parmaklarının ucunda şu an hissediyor musun beni?
Bilmiyorum. bilmek istemiyorum...
Ama parmaklarının ucunda şu an ne olur hisset beni...
Hisset!
Hisset, damarlarımdaki kanımın,
Seni aramak için deliler gibi dolaşmasını...
Söylemiştim değil mi?
İpsiz bir uçurtmayım ben...ve kuyruksuz...
Saçlarının çizgilerinde süzülen...
Rüzgarım sensin.
Susma ve sakın gözlerini kapatma, düşerim.
Yüreğinde yer var mı?
07.04.2007 - 14:53
Aşkı Yaşamakta Değil Mesele / Satmamakta Bütün Mesele
-beni seviyor musun...dedi kadın
-seni seviyorum...........dedi adam
-beni ne kadar seviyorsun
-seni dünya kadar seviyorum
-dünyayı ne kadar seviyorsun
-çok seviyorum
-çok ne kadar büyüktür
-dünya kadar
-dünya kalbe sığar mı
-çok büyük, sığmaz
sustu kadın!
-ellerimi hiç bırakmayacaksın değil mi.....dedi kadın
-ellerini hep tutacağım..............................dedi adam
-ya ellerin üşürse
-sen benim güneşimsin
-peki ya gece
-gecelerde ay ışığımsın
-ay ışığı sıcak mıdır
-yürek sıcak
-peki ay dünyada mıdır
-hayır uzayda
-o zaman sen beni uzay kadar sev
sustu adam!
-sen beni neden sevdin.....dedi kadın
-çok güzelsin.....................dedi adam
-ölülerde güzel olur mu
-ölüm güzel değildir
-peki beni ölünce de sevecek misin
-seveceğim
-mezarıma hangi renk gül dikeceksin
-kırmızı
-ama benim saç rengim siyah
sustu adam!
- sen kimsin..........dedi kadın
- ben senim...........dedi adam
- ben kimim
- sen de bensin
- biz kimiz
sustu adam!
-ben senin kalbine sığmam
-sustu adam
-ellerin üşür, ay dünyada değil
-sustu adam
-ölüm sondur, çünkü saç rengim siyah
-sustu adam
-şimdi elimi tut ve sım sıkı sarıl bana
gitti adam!
.....ve bir rüzgar esti.../ çok olan her şeyi sildi süpürdü.Gün geçti,
yağmur yağdı, gözyaşları sele kurban..güneş çıktı ıslak kirpikler
kurudu...gece oldu ay ışığı (!) hüzün bastı...yine sabah olacak
-ve oldu!
-beni seviyor musun
-hayır..............................dedi adam
sustu kadın!
-aşk, ne erkektir ne dişi…dedi kadın
-aşk soluyabildiğin kadardır
-nefes aldım, bitti.! !
sustu adam!
07.04.2007 - 14:53
Tüketiyorum Ömrünü Kelebek Yüzmelerin...
Korkuyordum,
Yaralarım diye seni
Serseri mayın tesirli sözlerimle…
Sınır dışı edilmiş merserize serinliklerimde
Titrersin diye,
Korkuyordum!
Tek şeritli bir otobanda,
Kaza süsü verilmiş bu ilişki
Daha fazla sürmezdi
Biliyordum…
Bu ten, bu beden yoracaktı
Bu coğrafya, bu iklim bozacaktı
Bitki örtülerim sarmaşık kılığında boğacaktı elbet seni!
Biliyordum başından beri
Biliyordum adım gibi…
Yarı ıslak, çırılçıplak küflü bir kırgınlık sızarken gölgemden
Biliyordum takvimsel uyuşmazlık
Ya da şiddetli betimsizlik bahanesiyle
Tedavülden kaldırılmak üzereydi bu ilişki zaten!
Şimdi göğsümde köpüren köprücük sularımda
Tüketiyorum ömrünü kelebek yüzmelerin…
Küreksizim, nefessizim!
Bir körünki kadar ağır adımlarım,
Bir sağır kadar dilsizim!
Sanki ikinci sınıf bir oyunun açılmayan perdesinde,
Figüranca unutulan repliğin son hecesindeyim!
Ya da kılçık kıvamında boğaza düğümlenen
Ekmek arası etkisiz bir ünlemim!
Ama biliyordum
Çok açıktı,
Aşacaktı seni parantez içlerim,
Beş bilinmeyenli denklemlerim…
Yoracaktı gam küpüyle çözülmeyen formüllerim!
İç acılar toplamımı aşmadan yenilgilerim
çekip gitmeliydim,
Çekip gitmeliydim!
Ekvatora kırk derece eğriydim
Yazları kurak, kışları kederliydim,
Yer yer parçalıydım,
Bulutluydum,
Nemliydim!
Seni bu iklime hapsedemezdim!
İşte bu yüzden
Gitmeliydim,
Gitmeliydim!
Toplam 559 mesaj bulundu