Meltem Balı Adlı Antoloji.com Üyesinin Hakkın ...

  • Meltem Balı
    Meltem Balı

    10.04.2007 - 14:55

    Sabahın ilk açan papatyalarını topladım
    Biraz gece kokuyor
    Vazona bıraktım tüm suskunluğumla

    Rengini verdim sevişlerin gelinciklere
    Onları koparamadım gözbebeğim
    Sen gibi baktılar bana

    Aç gözlerini
    Perdeyi arala
    Tüm pıtırcık veren ağaçları dizdim bahçene
    Göğsüne çek tüm günü
    Kucak kucak bahar getirdim sana
    Dolu dolu sevdamla...

  • Meltem Balı
    Meltem Balı

    10.04.2007 - 14:55

    Kendimden yoruldum



    Kendimden yoruldum
    Sürekli maske takmaktan
    İçim Kan ağlarken
    İnsanlara gülmekten yoruldum
    Çok sinirliyken bile
    Sakin olma zorunluluğundan yoruldum
    Hıçkırarak ağlamak isterken
    Gözyaşlarımı içime akıtmaktan
    Delice severken içimden dağlara denizlere
    Hoyratça esen rüzgara toprağa kuşlara
    Seviyorum diye haykırmak isterken
    Susmaktan yoruldum
    Mavinin her tonunda kaybolmak isterken
    Siyaha esir olmaktan yoruldum
    Kendimden yoruldum
    Hep güçlü olmak ne zordur
    Hep sorumluluk sahibi olmak
    Her zaman haklı olmak
    Herseyi bilmek zorunda olmak
    Ruhum yoruldu
    Çoçukken genç olmak
    Gençken olgun olmak
    Çok zor yoruldum
    Çabuk tükettim ömrümü
    Yarınlarımı.....
    Umutlarımı.....
    Duygularımı.......
    Geri dönüşü olmayan bir tüneldeyim
    Oyunun adı hayat
    Başrolde ben
    Yardımcı oyuncular sevgi, aşk, acı, geçmiş
    Senaryo konusu
    Herseye ragmen Mutlu Olma Sanatı
    Ve oyun bitti..perdeler indi ışıklar söndü
    Kendimden yoruldum.
    Artık tutunduğum
    Güvendiğim
    Yanındayken kendm olduğum
    Maske takma ihtiyacı hissetmediğim
    Ağlamak istediğimde özgürce ağladığım
    Haykırmak istediğimde sevgimi
    Sınır tanımadan haykırdığım
    Sen varsın
    Artık Oyunun ikici perdesini açtım
    Her yer ışıl ışıl
    Başak saçların deniz gözlerin umudum
    Senin sevgin yarınlarım
    Kendimden yorulduğum yerde seni buldum....................

  • Meltem Balı
    Meltem Balı

    10.04.2007 - 14:54

    MERHABA



    Merhaba kardeşim, arkadaşım, gönüldaşım merhaba
    Merhaba sırdaşım, amuzdaşım, kaderdaşım merhaba
    İçtiğim su, aldığım hava, yediğim ekmek uyuduğum döşek
    Gördüğüm rüya, beklediğim umut yaşadığım toprak merhaba

    Merhaba
    Ormanda ağaç, ağaçta dal, dalda yaprak, yaprakta tırtıl merhaba
    Merhaba ovada çimen, denizde dalga, yaylada kar, dağda bulut merhaba
    Harran, Çukurova, Yedigöller, Çorlu, Isparta, Çaykara Merhaba
    Çankırı, Çorum, Adana, Niksar, Mudurnu, Bandırma
    Midyat, İdil, Tarsus, Kemah, Yüksekova merhaba
    Ula Zeki istanbul neki Erzurum yayla
    Yayla ulan Erzurum sana da olsun merhaba

    Merhaba memleketim, mahallede bakkalım, pamuk tarlasında ırgatım
    Vergi dairesinde memurum, dağda çobanım, yürekte sızım, duvarda sazım
    Hasatta yazım, gelinim alyazmalım nazım merhaba

    Merhaba şose yolum, dağ patikam, geçit vermez kaçkarım
    Adam yutan gavur dağım, İstanbul izmit otobanım merhaba
    Merhaba Kızılırmak türkülerim, fırat ağıtlarım
    Dicleye yaktıklarım, yeşil ırmak bozlaklarım merhaba

    Merhaba ağaçlarım, selvilerim, çınarlarım,
    Rizede çayım, Anamur'da portakalım
    Önde yürüyenim, arkada düşünim
    Seferberliğim, süpürge tohumu yiyenim
    Dedem, edem cennetim cehennemim
    Ey benim memleketim merhaba

    Merhaba kardeşim, arkadaşım, gönüldaşım merhaba
    Merhaba sırdaşım, amuzdaşım, kaderdaşım merhaba
    İçtiğim su, aldığım hava, yediğim ekmek uyuduğum döşek
    Gördüğüm rüya, beklediğim umut yaşadığım toprak merhaba

    İBRAHİM SADRİ

  • Meltem Balı
    Meltem Balı

    10.04.2007 - 14:54

    Bu Şehrin Sokakları



    Bu Şehrin Sokakları

    bu şehrin sokakları
    sensizken öyle yabancı ki bana

    nerdeyim?
    kayboluyorum
    sensiz bu şehrin sokaklarında

    korkuyorum
    üşüyorum
    sesin çınlıyor kulaklarımda
    seni seviyorum
    güne hep böyle başlıyorum

    içimdeki yangını
    söndürmek için
    seni arıyorum
    yoksun
    biliyorum

  • Meltem Balı
    Meltem Balı

    10.04.2007 - 14:54

    Ne demeli? ..



    Ne demeli? ..
    Nasıl anlatmalı? ..
    Ne yazmalı bu dar ve parlak yüzeye? ..
    Sıradan bir yalnızlık benimkisi...
    Kiminkinden farkı var? ..
    Kelimelerden cümle kurma yeteneğim,
    benim yalnızlığımı sadece belgelenmiş bir 'anı' yapar...
    Herkesinki gibi bir yalnızlık bu...
    Yangın yerinde hareket edememek gibi...
    Hiçbir teselliye boyun eğmeyen...
    Laftan, sözden anlamayan bir yalnızlık bu da...
    Asi... Onurlu... Ümitsiz...
    Hiç kimseninkinden farkı yok...
    Sabah ezanından hemen sonra...
    Durduk yere arabanın camını açıp...
    İstanbul'un tam ortasında, sesim kısılasıya
    geceye O'nu bağırmak...
    'Seni seviyorum'u öfkeye dönüştürmek...
    Bu koca kente O'nu haykırmak...
    Dudaklarımın önce titremesi...
    Sonra gözlerimin dolması...
    En fazla ağlamak ıslak caddelere...
    Elimin ayağıma dolaşması...
    Salaklaşmak...
    Farklı mı yapar benim yalnızlığımı? ...
    Duysaydı... Belki...
    Duymadı... Duyulmadı...

  • Meltem Balı
    Meltem Balı

    10.04.2007 - 14:53

    bir fırtına kopacak



    Temmuz ayıydı günlerden Cuma
    Sana veda etmiş eve dönüyorum
    Güneş inatla kanımı donduruyor
    Gözlerim kararıyor,başım çatlıyordu
    Soluk almak için bir banka oturdum
    Tam o sırada çingeneye rasladım
    Elinde bir avuç tohum vardı
    Yanıma oturdu. Bana bu tohumlardan almamı istedi
    Çiçeğin adını sordum
    – Neye yakıştırırsan o dedi
    Kokusunu sordum
    - nasıl kokmasını istersen öyle kokar dedi
    Rengini sordum
    -Rengi sahibinin yüreğine benzer dedi
    Nerede büyütebilirim dedim
    -En uzun yaşadığın odada dedi
    Neyle büyür bu çiçek dedim
    -Toprağına deyen her şeyle dedi
    Çantamda ne kadar para varsa çingeneye verdim
    Tohumları avucumda saklayıp devam ettim
    Tüm bu olanlar bir yıl önceydi
    Bugün ayrılığımızın yıldönümü
    Her zamankinden erken uyandım
    Sana bir çicek hediye ediyorum
    Adı [ ölüm çiçeği ]
    Kokladığında kan kokusundan miğden bulanacak
    Rengi kapkara,ona baktığında için kararacak
    Evin karanlık köşesine götür onu,sana benim hayalimi anlatacak
    Dikenleri eline battığında,ellerin simsiyah kana bulanacak
    Sakın sulama onu! O gözyaşlarına ve içki damlacıklarına alışıktır
    Sakın şaşırma! Sana senin eserini yolluyorum
    Koparıp parçalasanda,ogün aynı saatte aynı çiçeği yollayacağım
    Şimdi git iki kadeh al eline
    Biri kendine biri ölüm çiçeğine
    Bende kadehimi kaldırıyorum
    AYRILIĞIN ŞEREFİNE BİRDE ÖLÜM ÇİÇEĞİNE! .....

  • Meltem Balı
    Meltem Balı

    10.04.2007 - 14:52

    Yürekteki Yanık

    Genç kız, el aynasında makyajını kontrol etti; “-Gayet iyi.” dedi. Güzelliğinden emindi.Çevresindeki erkeklerin pervane olmasından zaten biliyordu güzel olduğunu. Hayatın tadını çıkaran, rahat yaşayan biriydi.
    Cep telefonu çaldığında, akşam arkadaşlarıyla hangi eğlence yerine gideceğine karar vermeye çalışıyordu. Telefondaki numaraya baktı, arayan annesiydi.
    - Alo…kızım, nasılsın?
    - İyiyim anne. Ne oldu?
    - Sana bir surprizim var.
    - Surpriz mi?
    - Evet.Çok eski bir arkadaşım, dostum şehrimize gelmiş….
    - Eee kimmiş.
    - Kim olduğu surpriz. Fakat, onu senin almanı istiyorum.
    - Ben mi?
    - Evet, senin iş yerine yakın olan parkı biliyormuş. Parka gitmesini ve seninle buluşmasını söyledim. Senin de parka gidip onu almanı istiyorum.
    - Anne, ben böyle şeyleri sevmem, kendin halletsen.
    - Kızım 1-2 saatlik bir işim var. Ayrıca seni bebekliğinden tanıyan bir arkadaşım. Seni görünce mutlaka çok sevinecektir.
    - Amaaan. Peki peki… Nasıl tanıyacağım.
    -Evden çıkarken üzerine giydiklerini tarif ettim.O parkta bazı oturaklar piknik masası şeklinde. Parkın sinema tarafı girişindeki ilk piknik masasına otur. O gelince seni bulacak.
    -Tamam anne..tamam…
    - Kızım senden her gün mü bir şey istiyorum.Üniversiteyi bitireli, hele de işe gireli bir fatura yatırmaya bile göndermedim.
    - Hemen darılma, tamam dedim ya…
    - O nasıl tamam demekse… neyse, hadi o zaman, izin al da çık, bekletme. Ben de işlerimi bitirip hemen geleceğim.
    **** **** **** **** **** **** **** **** **** ****
    Genç kız, izin alıp çıktı.Kısa bir yürüyüşten sonra parka vardı. Bu parkta daha önce hiç oturmadığını farketti. Arkadaşlarıyla hep paralı,lüks eğlence yerlerine giderlerdi.
    Annesinin tarif ettiği, girişteki ilk masayı buldu, boş olan kısmına oturdu. Masanın diğer tarafında bir köylü kadınla, küçük kız oturuyordu. Onlarla aynı yerde bulunmaktan utandığını hissetti. “-Annemin arkadaşı çabucak gelse de, şunlardan kurtulsam” diye düşündü.
    Köylü kadın çekinerek seslendi;
    - Afedersin kızım, bir şey sorabilir miyim?
    “Kızım” diye seslenmesi iyice sinirlerini bozdu.
    - Ne var, adres mi soracan! ..
    Sert çıkış karşısında kadın sesini alçalttı;
    - Hayır kızım, başka bir şey soracaktım.
    - Sizin gibi cahiller ya adres sorar, ya para ister.
    Köylü kadının kızaran yüzüne aldırmadı bile. O sırada şık ve lüks giyimli, orta yaşlı bir kadının uzaktan yaklaştığını gördü. “-Nihayet.” diye düşündü. Ayağa kalkıp kadını karşılamaya çalışırken, kadın yanlarından geçip gitti. Somurtarak geri oturdu.
    Yanındaki küçük kıza daha sıkı sarılmış köylü kadının gözünden bir damla yaşın süzüldüğünü gördü.Kadın gözyaşını saklamak için diğer tarafa dönünce bir yüzündeki büyük yanık izi göründü. Genç kız manalı manalı güldü;
    - Bak kolayca gözyaşı dökebiliyorsun, yüzünde de çirkin bir yanık izi var. Burda ne bekliyorsun geç bir köşeye aç mendilini ağla… Fakat ağlamayla benden bir şey koparacağını sanma, tamam mı…
    Kadın dayanamadı;
    - Cahil deyip duruyorsun. Ne cahilliğimi gördün. Tanımadığım bir kadına, torununun yanında hakaret mi ettim!
    - Oooo... laf yapmayı da biliyormuş
    -Anlaşıldı kızım, sen üniversite bitirmiş, çok şey öğrenmiş olabilirsin ama insanlıktan sınıfta kalmışsın. Torunumu okutmak için uğraşacaktım. Fakat seni görünce vazgeçtim.
    Yaşlı kadın, küçük kızı alıp masadan kalkarken, boşalan yere doğru şık giyimli bir kadın yaklaştı. Cevap vermek için hazırlanan genç kız zengin giyimli, şık kadını görünce uzaklaşan yaşlı kadına cevap vermekten vazgeçti. Yaşlı kadın geriye bakmaya çalışan küçük kızın başını eliyle engelledi.
    **** **** **** **** **** **** **** **** **** ****
    Bir süre sonra, genç kızın annesi parkta yanına geldi.
    - Merhaba kızım, Zeynep teyzen nerde?
    - Kimse gelmedi anne. En son bir bayan geldi, yanıma oturdu. O da sadece dinlenmek için gelmiş biriymiş.
    - Allah Allah! ... giyindiklerini çok iyi tarif etmiştim, seni nasıl bulamadı anlamadım. Yanında küçük bir kız olacaktı.
    Genç kız bir an durakladı.
    -Küçük bir kız mı?
    - Evet
    - Anne! . biz zengin, kültürlü insanlarız. Herhalde arkadaşın da zengin, kültürlü biridir, değil mi?
    - Kültürsüz değil ama zengin değil.
    - Sakın bana köylü bir kadın olduğunu söyleme.
    - Köyden gelen kadına ne denir ki! ..
    - Oh… iyi iyi, köylü kadınları karşılamaya beni gönderiyorsun.
    - Kızım, o kadına bir borcumuz vardı. O zamanlarda borcumuzun karşılığı bir şey veremedik. ' - Gün gelir, bir ihtiyacım olduğunda, ben kapınızı çalarım'. Dedi ve işte bu gün kapımızı çaldı.
    -Ne istiyormuş?
    - Torununu okutmamızı istiyor. Baban şimdi arabayla gelip hepimizi alacak, kayıt için okula götürecek.
    - Anne, o köylü kadına ne borcun olabilir ki, anlayamadım?
    Annesi, kızının öfkeli ses tonuna dayanamadı;
    - Kızım, sen bebekken biz köydeydik.
    - Eee…
    - Sana yıllar önce bahsetmiştim, köydeyken evimiz yandı, biz de inekleri,atları,tarlaları neyimiz varsa hepsini satıp köyden göçtük, demiştim.
    -Evet, hatırladım.
    - O yangınla ilgili bir ayrıntıyı, seni üzülebilir veya seni evde yalnız bıraktığımız için darılabilirsin korkusuyla anlatmamıştık.
    - Herhalde şimdi anlatacaksın…
    - Baban evde yoktu, ben de su doldurmaya köy pınarına gitmiştim. Lodos mu ne diyorsunuz, işte o rüzğar bazen ters esiyormuş, yukardan aşağı filan. Sen beşikte uyuyorken rüzğar bacadan içeri esince közler ocaklıktan tahtalara sıçramış, yangın başlamış. Pınar yerinden dumanları görüp koştuğumda alevler heryeri sarmıştı. Birazdan yıkılacak gibi görünen eve yine de girmek için atıldığım anda Zeynep teyzen kucağına seni almış olduğu halde dışarı fırladı. O sahneyi hiç unutamam; onun kucağından seni aldığımda o çığlıklar atıyordu…
    - Niçin?
    - Seni kurtarırken, sağ tarafı yanmıştı. Gelince görürsün sağ yanağında ağır bir yanık izi var. Çok acı çekti çook. Dur ağlama, seni bu kadar üzeceğini bilmiyordum. Tamam kızım, bak makyajın akıyor, ağlama. Hah! .. baban da geldi. Fakat Zeynep teyzen hala bizi bulamadı…






    Yürekteki Yanık

    Genç kız, el aynasında makyajını kontrol etti; “-Gayet iyi.” dedi. Güzelliğinden emindi.Çevresindeki erkeklerin pervane olmasından zaten biliyordu güzel olduğunu. Hayatın tadını çıkaran, rahat yaşayan biriydi.
    Cep telefonu çaldığında, akşam arkadaşlarıyla hangi eğlence yerine gideceğine karar vermeye çalışıyordu. Telefondaki numaraya baktı, arayan annesiydi.
    - Alo…kızım, nasılsın?
    - İyiyim anne. Ne oldu?
    - Sana bir surprizim var.
    - Surpriz mi?
    - Evet.Çok eski bir arkadaşım, dostum şehrimize gelmiş….
    - Eee kimmiş.
    - Kim olduğu surpriz. Fakat, onu senin almanı istiyorum.
    - Ben mi?
    - Evet, senin iş yerine yakın olan parkı biliyormuş. Parka gitmesini ve seninle buluşmasını söyledim. Senin de parka gidip onu almanı istiyorum.
    - Anne, ben böyle şeyleri sevmem, kendin halletsen.
    - Kızım 1-2 saatlik bir işim var. Ayrıca seni bebekliğinden tanıyan bir arkadaşım. Seni görünce mutlaka çok sevinecektir.
    - Amaaan. Peki peki… Nasıl tanıyacağım.
    -Evden çıkarken üzerine giydiklerini tarif ettim.O parkta bazı oturaklar piknik masası şeklinde. Parkın sinema tarafı girişindeki ilk piknik masasına otur. O gelince seni bulacak.
    -Tamam anne..tamam…
    - Kızım senden her gün mü bir şey istiyorum.Üniversiteyi bitireli, hele de işe gireli bir fatura yatırmaya bile göndermedim.
    - Hemen darılma, tamam dedim ya…
    - O nasıl tamam demekse… neyse, hadi o zaman, izin al da çık, bekletme. Ben de işlerimi bitirip hemen geleceğim.
    **** **** **** **** **** **** **** **** **** ****
    Genç kız, izin alıp çıktı.Kısa bir yürüyüşten sonra parka vardı. Bu parkta daha önce hiç oturmadığını farketti. Arkadaşlarıyla hep paralı,lüks eğlence yerlerine giderlerdi.
    Annesinin tarif ettiği, girişteki ilk masayı buldu, boş olan kısmına oturdu. Masanın diğer tarafında bir köylü kadınla, küçük kız oturuyordu. Onlarla aynı yerde bulunmaktan utandığını hissetti. “-Annemin arkadaşı çabucak gelse de, şunlardan kurtulsam” diye düşündü.
    Köylü kadın çekinerek seslendi;
    - Afedersin kızım, bir şey sorabilir miyim?
    “Kızım” diye seslenmesi iyice sinirlerini bozdu.
    - Ne var, adres mi soracan! ..
    Sert çıkış karşısında kadın sesini alçalttı;
    - Hayır kızım, başka bir şey soracaktım.
    - Sizin gibi cahiller ya adres sorar, ya para ister.
    Köylü kadının kızaran yüzüne aldırmadı bile. O sırada şık ve lüks giyimli, orta yaşlı bir kadının uzaktan yaklaştığını gördü. “-Nihayet.” diye düşündü. Ayağa kalkıp kadını karşılamaya çalışırken, kadın yanlarından geçip gitti. Somurtarak geri oturdu.
    Yanındaki küçük kıza daha sıkı sarılmış köylü kadının gözünden bir damla yaşın süzüldüğünü gördü.Kadın gözyaşını saklamak için diğer tarafa dönünce bir yüzündeki büyük yanık izi göründü. Genç kız manalı manalı güldü;
    - Bak kolayca gözyaşı dökebiliyorsun, yüzünde de çirkin bir yanık izi var. Burda ne bekliyorsun geç bir köşeye aç mendilini ağla… Fakat ağlamayla benden bir şey koparacağını sanma, tamam mı…
    Kadın dayanamadı;
    - Cahil deyip duruyorsun. Ne cahilliğimi gördün. Tanımadığım bir kadına, torununun yanında hakaret mi ettim!
    - Oooo... laf yapmayı da biliyormuş
    -Anlaşıldı kızım, sen üniversite bitirmiş, çok şey öğrenmiş olabilirsin ama insanlıktan sınıfta kalmışsın. Torunumu okutmak için uğraşacaktım. Fakat seni görünce vazgeçtim.
    Yaşlı kadın, küçük kızı alıp masadan kalkarken, boşalan yere doğru şık giyimli bir kadın yaklaştı. Cevap vermek için hazırlanan genç kız zengin giyimli, şık kadını görünce uzaklaşan yaşlı kadına cevap vermekten vazgeçti. Yaşlı kadın geriye bakmaya çalışan küçük kızın başını eliyle engelledi.
    **** **** **** **** **** **** **** **** **** ****
    Bir süre sonra, genç kızın annesi parkta yanına geldi.
    - Merhaba kızım, Zeynep teyzen nerde?
    - Kimse gelmedi anne. En son bir bayan geldi, yanıma oturdu. O da sadece dinlenmek için gelmiş biriymiş.
    - Allah Allah! ... giyindiklerini çok iyi tarif etmiştim, seni nasıl bulamadı anlamadım. Yanında küçük bir kız olacaktı.
    Genç kız bir an durakladı.
    -Küçük bir kız mı?
    - Evet
    - Anne! . biz zengin, kültürlü insanlarız. Herhalde arkadaşın da zengin, kültürlü biridir, değil mi?
    - Kültürsüz değil ama zengin değil.
    - Sakın bana köylü bir kadın olduğunu söyleme.
    - Köyden gelen kadına ne denir ki! ..
    - Oh… iyi iyi, köylü kadınları karşılamaya beni gönderiyorsun.
    - Kızım, o kadına bir borcumuz vardı. O zamanlarda borcumuzun karşılığı bir şey veremedik. ' - Gün gelir, bir ihtiyacım olduğunda, ben kapınızı çalarım'. Dedi ve işte bu gün kapımızı çaldı.
    -Ne istiyormuş?
    - Torununu okutmamızı istiyor. Baban şimdi arabayla gelip hepimizi alacak, kayıt için okula götürecek.
    - Anne, o köylü kadına ne borcun olabilir ki, anlayamadım?
    Annesi, kızının öfkeli ses tonuna dayanamadı;
    - Kızım, sen bebekken biz köydeydik.
    - Eee…
    - Sana yıllar önce bahsetmiştim, köydeyken evimiz yandı, biz de inekleri,atları,tarlaları neyimiz varsa hepsini satıp köyden göçtük, demiştim.
    -Evet, hatırladım.
    - O yangınla ilgili bir ayrıntıyı, seni üzülebilir veya seni evde yalnız bıraktığımız için darılabilirsin korkusuyla anlatmamıştık.
    - Herhalde şimdi anlatacaksın…
    - Baban evde yoktu, ben de su doldurmaya köy pınarına gitmiştim. Lodos mu ne diyorsunuz, işte o rüzğar bazen ters esiyormuş, yukardan aşağı filan. Sen beşikte uyuyorken rüzğar bacadan içeri esince közler ocaklıktan tahtalara sıçramış, yangın başlamış. Pınar yerinden dumanları görüp koştuğumda alevler heryeri sarmıştı. Birazdan yıkılacak gibi görünen eve yine de girmek için atıldığım anda Zeynep teyzen kucağına seni almış olduğu halde dışarı fırladı. O sahneyi hiç unutamam; onun kucağından seni aldığımda o çığlıklar atıyordu…
    - Niçin?
    - Seni kurtarırken, sağ tarafı yanmıştı. Gelince görürsün sağ yanağında ağır bir yanık izi var. Çok acı çekti çook. Dur ağlama, seni bu kadar üzeceğini bilmiyordum. Tamam kızım, bak makyajın akıyor, ağlama. Hah! .. baban da geldi. Fakat Zeynep teyzen hala bizi bulamadı…

  • Meltem Balı
    Meltem Balı

    10.04.2007 - 14:52

    Yoksul Çocuk Ve Elma Ağacı

    Ulu bir dağın eteğinde küçük bir köy ve o köyün karşı yamacında, sık yemyeşil yaprakları ile parlak kırmızı elmaları olan dibine her yaz sıcağı gölge ve serinlik veren bir elma ağacı varmış bir zamanlar. Ağacın dalları arasına yuva yapmış olan kuşlar, yaprakların arasında korunup, kanat çırparak daldan dala uçuşur, şarkılar söylermişler mutluluk içinde. Bir de her gün bu elma ağacını ziyaret eden gülünce yüzünde güller açan Ali adında yoksul ve zeki bir çocuk varmış.

    “Ey güzel çocuk duyuyor musun beni? ”

    Küçük Ali bu sesin nereden geldiğini anlayamamış şaşkın şaşkın etrafına bakınıp durmuş, sonra farketmiş ki üstünde yemyeşil yaprakları ve kıpkırmızı elmalarıyla görkemlice duran elma ağacı dile gelmiş konuşmakta.

    “ Ey sevgili elma ağacı sen konuşabiliyor musun? ” diye merakla sormuş elma ağacına...

    - Tabii, demiş elma ağacı, “sen nasıl konuşabiliyorsan ben de öyle konuşurum ama kimse beni duymuyor çünkü durup dinlemiyor. Elmalarımdan alan hemen uzaklaşıyor burdan...”

    - Bağışla, demiş küçük Ali, “bunca zamandır altından gelir geçerim sesini hiç duymamıştım, durup dinlememiştim. Ama bugün karnım açtı elma yemek için geldim buraya, konuştuğunu duyunca önce şaşırdım ama şimdi seni anlıyorum. Çünkü benimde arkadaşım yok benimle de kimse konuşmuyor çok yalnızım...”
    Fakir ve yetim olduğu için kimsenin kendisiyle arkadaşlık yapmadığını söylemiş Ali.

    -Elma ağacı önce derin bir iç geçirmiş ve sonra küçük Aliye “benimle arkadaş olur musun sana her gün elmalarımdan veririm karnını doyurursun? ” demiş. Küçük Ali öyle duygulanmış ki cevap verememiş, cevap yerine sarılıp elma ağacına iki damla gözyaşı dökmüş yanağından... Elma ağacı da çok duygulanmış,”benim de derdim bir candan arkadaşımın olmayışı elmalarımdan alan çekip gidiyor burdan” demiş.

    Küçük Ali ağaçtan aldığı iki elmayı hemen afiyetle indirmiş midesine. Sonra dönüp yeni dostuna teşekkür etmiş.
    - Gerçekten de bu güne kadar böyle lezzetlisini yememişti Ali.

    O günden sonra küçük Ali ile elma ağacı çok iyi dost ve iki candan arkadaş olmuşlar, hemen hergün buluşup kuşların cıvıltıları, suların çağıltıları arasında beraber güler, beraber ağlar, beraber oynar olmuşlar… O günden sonra bütün ağaçlarla, bitkilerle, çiçeklerle dost olmuş, kuşlarla, hayvanlarla konuşur olmuş Ali elma ağacının yardımıyla...

    Annesi ölünce babası ve kardeşleriyle ortada kalmış Ali. Her gün ırgatlığa gidip tarla, bağ ve bahçelerde çalışarak günlük rızkını temin eden babası, getirdiği üç beş kuruşla çocuklarının geçimini sağlarmış. Bir gün babası da hastalanınca eve bir şey getirecek kimse kalmamış, derken iş çocukların en büyüğü olan Ali’nin başına kalmış.

    Günler böyle sevgi ve neşe içinde geçip giderken bir gün Ali üzgün bir şekilde gelmiş elma ağacının yanına, bu defa çok hüzünlü ve endişeliymiş. Elma ağacı. “Söyle” demiş Ali kardeş”, “neden bu kadar üzgün ve telaşlısın, bir şey mi oldu acaba? ” “Sorma elma kardeş babam hasta çalışan kimsemiz yok. kardeşlerim aç, hazır paramızda kalmadı. Ne yapacağımızı bilemez olduk? .” demiş.

    “Üzülme” diye yanıtlamış elma ağacı, her şeyin bir çaresi vardır. “Bak sana güzel elmalarımdan vereyim, götür çarşıda, pazarda sat, çok paran olur” diye teselli de bulunmuş. Sevincinden ne yapacağını bilememiş Ali, elma ağacına doğru akan kalbindeki sevgi sıcaklığını hissetmiş o an.

    O günden sonra Ali devamlı gelip arkadaşının sunduğu kırmızı sihirli elmaları götürüp satmış. Bir zaman sonra ihtiyacından çok daha fazla parası olmuş. Ve her zaman olduğu gibi yine sevinçle oynamaya devam etmişler.

    Ali bir gün yine çok dalgın ve üzgünmüş, canı hiç oynamak istemiyormuş. Elma ağacı canının sıkkın olduğunu gören Aliye “Söyle bakalım Ali kardeş canın yine bir şeye mi sıkıldı”. “Sorma elma ağacı kardeş, kerpiçten örülü küçüçük bir evimiz vardı yağmura dayanamayıp yıkıldı, babam ve kardeşlerimle açıkta kaldık”.

    “Bununda bir çaresi var Ali kardeş, yeter ki üzülme. Al bu dallarımdan götür, onlarla kendinize bir barınak yapın içine girin, rüzgardan, yağmurdan korunursunuz.” Deyip yine teselli etmiş Ali arkadaşını.
    Çocuk sevgiyle, minnetle bakmış elma ağacına. Başlamışlar oyunlar kurmaya yeniden...

    Aylar yel gibi, yıllar sel gibi geçip giderken küçük Ali büyük Ali olmuş derken hayalleri de büyümüş. Bir gün “yine dalgınsın Ali kardeş, acaba bilmediğim bir şey mi var”diye seslenmiş elma ağacı. “Ben çocuk değilim artık elma ağacı kardeş, büyüdüm, hayallerimde büyüdü, karşı koyları merak ediyorum, dağların öte yanını, dünyayı gezip görmek, tanımak istiyorum”...

    “Onunda bir çaresi var Ali kardeş. Kes dallarımın bir kısmını, sağlam bir kayık yap kendine, yanına da elmalarımdan bol bol al, gezip gör dünyayı. Gittiğin yerlerde bana haber sal kuşlarla, selam yolla ki, içim rahat olsun olur mu? unutma emi! Diye tembih etmiş ve de fazla uzaklara açılma ne olur ne olmaz bazı yerler tekin olmayabilir, sana bir şey olursa üzülürüm”. Deyip uyarmış arkadaşını.


    “Bu incecik filizlerimi, çekirdeklerimi yanına almanı ve gittiğin her yere dikmeni istiyorum. Büyüyüp ağaç olsunlar, meyve versinler, gölge olsunlar, yiyen herkes şifa bulsun, şifa dağıtsın dört bir yana… Benim tomurcuklarım her iklimi sever, nerde olursa olsun toprağın kucakladığı her filizim yemiş verir”demiş, elma ağacı.

    Elma ağacına sarılıp öpmüş, sevgi dolu gözlerle yüreği titreyerek bakmış Ali ve “sen meraklanma arkadaşım bana bir şeycikler olmaz, ayrıca uyarıların için de teşekkür ederim” deyip gülümsemiş kırmızı yanaklı elma ağacına “hey canım arkadaşım, sevgili elma ağacım, sen sonsuza yaşa emi”. Deyip fısıldamış. “En zor anlarımda hep yanımda oldun, yardım ettin, bana sonsuz sevgini verdin, doğruyu gösterdin. Ne mutlu bana ki, senin gibi candan bir dostum var…”

    Elma ağacının gövdesi ve dallarından, babasıyla beraber hazırladığı kayıkla ayrılmış oradan içi ağlayarak, o büyülü uzak yolculuk başlamış. Yemyeşil rengarenk pırıl pırıl nehirlerde ve derin mi derin vadilerde geçip giderken kalbinin en derinlerinde arkadaşı elma ağacını da götürüyormuş. Nehirin üzerinde arkadaşını düşünmüş, büyük bir sessizlik kaplamış, yalnızca ılık bir esinti hissediyormuş yanaklarında. Ali ağlamış en iyi arkadaşını terkettiği için, sessiz nehir gözlerinden yanaklarına akıyormuş sanki, keşke arkadaşını terketmeseydi diye geçirmiş içinden… Yalnızlık bir yana ama en iyi arkadaşının yokluğunu yüreğinde bir yara gibi hissetmiş. Gözyaşları öyle çoğalmışki, sanki nehir gözlerinin içinden akıyormuş…

    Uyumuş Ali’cik gözlerini açtığı zaman kendisini büyülü bir atmosferde bulmuş. Mavisi yeşiline karışmış, uzun uzun ağaçların gölgelerini ve meyvalarını cömertçe sunduğu, renk renk çiçeklerin açtığı, kuşların cıvıl cıvıl öttüğü, pırıl pırıl suların aktığı, tertemiz havasıyla insanoğlunun pek uğramadığı bir yere gelmiş.
    Her tarafta ceylanlar boy boy çeşit çeşit hayvanlar biribiriyle oynayarak otluyorlarmış.… Ama candan arkadaşından uzak, sevdiklerinden ayrı bir büyümüş çocuk vardı… Elma ağacına kuşlarla haber iletmiş her gitti yere, elma ağacından haber almış kuş kanatlarında…

    Ali gittiği her yere elma ağacının tohumunu ekmiş, gittiği her yerde tohumlar filizlenmiş sevgiye. Sonra elma vermeye başlamışlar büyüdükçe. Kuşlar insanlar ve hayvanlar elma ağaçlarının altında buluştukça elma ağaçları da mutluluk dağıtmış etraflarına, böylece tüm canlılara elmalarından vermişler her yaz görkemli ve güçlü dallarıyla…

    ………….
    Aradan çok uzun yıllar geçmiş. Ak sakallı, karlı dağların tepesini andıran başıyla ihtiyar bir adam çıka gelmiş, elinde baston yavaş yavaş yürümüş elma ağacına doğru. Elma ağacının altına gelince, başını kaldırıp sonsuz bir sevgiyle bakmış. Elma ağacı tanımış o eski arkadaşını kırlardan topladığı bir demet papatyayı bırakmış gövdesinin yanına ve sarılıp usulca seni seviyorum demiş.

  • Meltem Balı
    Meltem Balı

    10.04.2007 - 14:51

    Yavaşça elini, elime tutuşturdun.Ve ilk defa seni sende hissettim o gün.
    Gözlerine bakmaya cesaretim yoktu. Senden kaçmak, uzak olmak istedikçe daha
    çok bağlandım bakışlarına. Ellerimi tuttuğunda zavallı bir kuşun kalp
    atışlarına karşı hissedercesine titrediğini gördüm. Keşke demekten nefret
    ederek keşke bitmese bu an dedim içimden.Neden böyle olduğunu bilmiyorum.
    Ne düşündüğümü bilmiyorum. Gücüm olsaydı da sana o eski deliliğimi
    anlatabilseydim.Her ne olursa olsun ayaklarımın üzerinde durmayı öğrendim

  • Meltem Balı
    Meltem Balı

    10.04.2007 - 14:51

    Yaşlı Çınar ve Zeytin Gözlü Çocuk


    Kış mevsiminin, etkisini yavaş yavaş kaybetmeye başladığı günlerdi. Baharın geleceğini muştulayan cemreler bekleniyordu. Sonunda cemre, hava ve topraktan sonra suya da düştü. Hem de ateş topu bir sıcaklıkla....

    Su da hava gibi, toprak gibi ısınmaya, yaşam daha kolay, daha güzel yaşanılır olmaya başladı. Cemre; havanın güzelleşmesini, suyun ısınmasını ve toprakta gizlenen tohumların, kuru ağaç dallarının, canlıların uyanmasına sebep oldu. Bir umut oldu canlı cansız tüm varlıklara.

    Cemre toprağa düştükten sonra bahar geliverdi dağlara, ovalara, kırlara, köylere, şehirlere. Ve ardından yüreklere. Önce kardelenler, nergisler kaldırdı bükülmüş boyunlarını gökyüzüne, ardından frezyalar, kır karanfilleri, kırkkanatlılar ve güller. İç gıdıklayan kokularını etrafa yaydılar, renk renk ışıklarını sulara aksettirdiler.

    İşte bu baharı soluyan, zeytin gözlü bir çocuk vardı uzaklarda. Zeytin gözlü çocuk gülümsüyordu karlar erirken. Bahar, onun da içini kıpırdatmış, bir şeyleri yerlerinden oynatmıştı. Kıpır kıpırdı içi. Dağlara doğru yürümeyi geçiriyordu içinden. Ve dağlardan ovalara doğru koşmayı.

    Fırladı, bahar kokan sokağa. Baharın gelmesiyle birlikte; kuşların daha bir neşeli öttüğünü, daha bir neşeli uçtuğunu gördü gökyüzünde. Dereler daha bir sevinçle akıyor, çoşkuyla esen rüzgar; dağ doruklarında konaklayan karın sularını ovalara indiriyordu..

    Kalbi umut ve sevinçle çarptı o an. En soğuk sözler bile yumuşayip inceldi, eridi yüreğinde. Sevdiklerini anımsadı. Yaşlı çınarı, dallarında yuva yapan ve sevinçle kanat çırpan minik minik kuşlari.Ulu çınarına gitmeliydi.Uçarcasına yöneldi çınarına doğru. Koştu koştu koştu.

    İlkbaharın kokusunu cigerlerine derin derin çekerek, yemyeşil çayırlarda, çiçek desenli kırlarda koşarak, çınarın yanına geldi. Çınarın dibinde durdu. Kabaran solugunu dinlendirdi önce.Sonra, gülen gözlerle sevgi ve dostluk kokan yaşlı çınara baktı. Rüzgar dağlardan, ormanlardan kırlardan topladığı bütün çiçek kokularını alıp buraya getirmişti. Çınar sıcacık sevgisini, ulu bedenine tutsak etmişti.

    Fakat, zeytin gözlü çocuğun dostluğu, canevine dalga dalga dolduğunu hissediyordu. Zeytin gözlü çocuk da öyle....Çınardan çocuğa, çocuktan çınara doğru akıp giden bir şeyler var gibiydi. O küçücük yüreğinde dağ gibi kederini büyüten ve dallarının altına sığınıp gizli gizli ağlayan, hülyalarına kara bulutlar düşüren çocuk o değildi sanki. Çınarın yanında umutlu, mutlu görünüyordu.

    Şimdi sevinçliydi zeytin gözlü çocuk. Yüzü, gözleri gülüyordu. Bahar gülüyordu. Sular, dağlar, bütün dünya gülüyordu onunla..Bir şarkı vardı dudaklarında, sevinç ve neşe dolu. Her yer çınlıyordu sesiyle. Bir yıldızı vardı şimdi, gecelerini aydınlatan bir yıldız. Bir bulutu vardı şimdi, üstünden bembeyaz geçip giden. Kar gibi, tüy gibi, rüzgar gibi bir bulut.

    Bir sevgisi vardı şimdi, içinde çoğalan, hep içinde kalan, sıcacık. Bir mevsimi vardı şimdi, gülümseyen, içinde bütün güzellikleri saklayan. Bir ümit, bir ses, bir ışık, bir heves gibi. Bir yeri vardı şimdi; ıssız bir ada, bir dağ, bir deniz kıyısı gibi. Belki herkese uzak, ama kalbine en yakın yer. İşte o yer bu çınarın altıydı. Hemen her gün buraya gelir, acılarını unuturdu. Hayallerini burada kurar, içini bu çınara dökerdi.

    Kimbilir aradan ne kadar zaman geçti... Bir gün düşüncelere daldı yaşlı çınar. Çünkü içten içe bağ kurduğu, her gün yolunu beklediği, kendisiyle konuştuğu dert ortağı, zeytin gözlü, tatlı sözlü arkadaşı gelmiyordu artık.

    Şaşırdı. Acaba neler olmuştu? 'Her gün gelirdi.' diye düşündü çınar. Günler geçip gidiyor, zeytin gözlü çocuk gelmiyordu. 'Belki hastalanmıştır. İyileşince gelir.' diye avuttu kendini. Ama her dakika, yerini ümitsizliğe bırakan bir oyundu sanki.

    Günler usul usul geceye, geceler usul usul gündüze akıp gidiyordu. Ne zeytin gözlü çocuk vardı ortalarda, ne de kendisinden bir haber. Hala ne olduğunu düşünüyor ama, zeytin gözlü çocuğun neden gelmediğine bir türlü yanıt bulamıyordu.

    Birden durup sessizligi dinlemeye başladı, ürperdi. Yalnızlığın içine işlediğini hissetti.Rüzgar dallarını salladıkça inliyordu.'Nerdesin zeytin gözlü çocuk? Seni çok özledim, tatlı sözlerini de.' diye iç geçirdi.'Hasta değilsin ya! İstersen sana bir demet kırmızı karanfil yollarım.' Diye fısıldadı.

    Günler böylece geldi geçti. Geceler sabahları soluyarak uzaklaştı yanından.Gündüzler gecelere bıraktı yerini, geceler gündüzlere.Bir umutla zeytin gözlü çocuğun yolunu gözledi durdu.

    Ama o gelmiyordu.Umudu, her geçen gün biraz daha azalıyordu çınarın. Her gün bir sürü insan gelip geçiyor, çevresinde kuşlar kelebekler uçuşuyordu. Bir tek o gelmiyordu. Kıpır kıpır doğada yalnızlık çekiyor, o kalabalıkta yalnızlığı yaşıyordu. Kendini ıssız bir çöldeymiş gibi hissediyordu. Susuz, kimsesiz, ağacı, yeşili olmayan bozkırda kavruluyor gibiydi.
    Oysa çevresi kuşlarla, ağaçlarla, yeşilliklerle doluydu. Tüm bunlara ragmen, içinde bulunduğu ortamda kendi başına kımıltısız, mutsuz ve yalnızdı.

    Bir gün etrafındaki sessizliği dinlemeye başladı, ürperdi. Bir ayak sesiydi beklediği, bir çift zeytin gözdü. Ama nafile! Damarlarındaki kanı donmuş gibi, bütün dalları yaprakları fırtınaya tutulmuşçasına titredi. Oysa her şey aynıydı. Güneş, gökyüzü, kuşlar, rüzgar hep aynıydı. Eksik olan, sadece zeytin gözlü çocuktu.
    Aylar geçmesine rağmen, zeytin gözlü çocuk hala ortalarda yoktu, gelmiyordu. Umudunu nerdeyse tamamen kaybediyordu....

    'Umudumu kaybettim, umut her şeydir. Kırgınlığım, kızgınlığım o zeytin gözlü çocuğa. Giderken yanında götürdü umudumu. Umudum benim yaşama nedenimdi, yaşama sevincimdi. Ben umutsuz nasıl yaşarım! ' diye sitem etti içinden. Sonra sararmaya başladı
    yaprakları. Birer birer terkediyorlardı onu.....

    Heybetli gövdesi üşümeye başladı. Isındığı ateşler söndü, küllendi.Üşüdü üşüdü.. Yollara baktı uzun uzun. Ne gelen vardı, ne giden.. Bomboş geldi her yer. Hiç bir şeyin anlamı kalmamıştıişti. Titredi koca çinar. Ürperdi yapraklari tiril tiril. Savurdu kalan yapraklarını. Yaprakları dinmez gözyaşı oldu, döküldü. Derelere, ıssız ovalara, kırlara şehirlere doğru savrulup gitti...

    Neden sonra karlar yağdı yağdı, aylar sonra eridi. Kar suları, bir yatak bulup, indiler ovaya doğru.Ardından leylekler döndü yuvalarına, kırlangıçlarla süslendi gökyüzü. Deniz dalgalandı. Toprak menekşeler armağan etti çocuklara. Yıldızlar kaydı, ayvalar sarardı. Zeytin gözlü çocuk yine gelmedi.

    Çocuklar büyüdü; kimi genç kız oldu, kimi, yağız bir delikanlı. Erguvan dudaklı genç kızlar beyaz duvaklara büründü. Evlerde her akşam lambalar yandı, lambalar söndü. Ay ışığı yeri gögü süslerken, sevgililer buluştular gizlice, gür dallarının altında. Saatlerce yan yana oturdular, birbirlerine sevgi dolu sözler fısıldadılar.Kah susarak, kah konuşarak sarıldılar birbirlerine. Çınar gördü tüm bu oldu bittileri, sevgi dolu fısıltıları dinledi. Yıldızlar ışıklarını gönderdi.Rüzgar yapraklarını okşadı. Neye yarardı ki tüm bunlar! Zeytin gözlü çocuk gelmedikten sonra neye yarardı! .

    Yine umuda yöneltmişti yüzünü dağlar. Havaya, suya ve toprağa cemre düşeli epey olmuştu. Zeytin gözlü çocuksuz gelen kaçıncı bahardı bu! Dağlarda kardelenler, ovalarda erik ağaçları, kırlarda papatyalar bir sevinçle açıverdiler. Güneş; bahçeler, çiçekler, börtü böcek ısın,yer- gök, çocuklar şenlensin, bütün ağaçlar, bitkiler yeşersin diye, güneş gün boyu dikildi tepelerinde.

    Herşey zamanı gelince görevini en iyi bir şekilde yerine getirdi. Ne yağmur, ne rüzgar, ne güneş, ne kar unutmadı çınarı.. Ama zeytin gözlü çocuk gelmedi.
    Bulutlar yere inip, kümelendi çınarın başında. Sonra yağmur olup, gözyaşı gibi damladı çınarın dallarına, yapraklarına. Ki, koca çınar yeşersin diye. Toprağın derinliklerine uzanan köklerine yağmur suları indirildi, beslensin diye. Bahar rüzgarı, dallarına vurdu, çınarı kış uykusundan uyandırmak için. Olmadı! Hiç biri yeterli olmadı bu çabaların. Çınar, yeşermedi. Çünkü eksik olan bir şey vardi. O da, zeytin gözlü çocuktu....

    Bir daha hiç bir bahar yeşermedi yaşlı çınar. Damarlarindaki can suyu çekildi. Uçlarından başlayarak dalları, gövdesi kurudu. Artık kuru bir odun parçasından farksızdı.

    Aradan çok uzun bir zaman geçmişti. Bir gün koca bir adam geldi Hollanda’dan, zeytin gözleriyle baktı uzun uzun ağaçların olduğu yere, yapraklar yeşil yeşildi. Yıllardır ayrı kalmıştı ve yıllar sonra ancak gelebilmişti çocukluğunun geçtiği bu yerlere.

    Ağaçların dallarında yine kuşlar cıvıldıyordu, kelebekler uçuşuyordu etrafında. Çınarını aradı yorgun gözleri, baharında eylülü yaşayan kanadı kırık bir kuş gibi çırpındı, kalbini hüzünle dağladı, ağladı hülyalarına siyah bulutlar inmişçesine… Bir demet kızıl karanfil bıraktı çınarın koynuna, gülümsedi içi burkularak kurumuş yaşlı çınara, eğilip kulağına fısıldadı ‘seni seviyorum’ dedi…


    Ben dalları fırtınalarda kopmuş
    yaslı ve yaşlı bir çınarım
    binlerce acının ortasında yorgun ve yalnız

    alnı gül işlemeli günler getir bana ey çocuk
    hülyalı gülüşler
    gözlerinle görmek istiyorum sabahı
    dünyayı yüreğinle sarmak istiyorum
    umutlu ve şen

    ne zemheriler gördüm ben
    ne fırtınalar geçirdim
    çağının ışığıyla yak beni ey çocuk
    çağının ışığıyla sar, üşüyorum

    gövdemde kaç balta izi var
    kaç kan lekesi alnımda
    nice ihanetler gördüm ben
    nice zulümler

    üşüyorum
    alnı gül işlemeli baharlar getir bana
    umudu sevda kokan sabahlar
    gözlerinle görmek istiyorum yarınları
    dünyayı yüreğinle sarmak istiyorum

    pınar seslerine kat
    başak tanelerine koy
    arıt beni günahlarımdan
    lekesiz bir sevgiyle geçilir ancak ırmaklar
    kocaman bir yürekle ey çocuk
    beni yüreğinle sev, gözlerinle okşa
    bırakma ellerimi n’olur
    Bırakma ellerimi…

  • Meltem Balı
    Meltem Balı

    10.04.2007 - 14:51

    martı ve balık

    -

    Çok düzenli bir yaşamı vardı Martı'nın. Sürüsü ile birlikte yıllardan beri aynı kıyıda yaşarlardı. Öyle çok fırtına da vurmazdı onun kıyısına genelde ılıman bir iklim hüküm sürerdi. Yiyecek aramak için bile sürülerinden ve kıyılarından çok uzaklaşmazdı martılar. Bu ne bir yasa ne de töre idi. Sadece Tabiatlarından gelen bağlılık içgüdüsü ile yaşadıkları yere ölesiye sadıktılar; Martı reislerine saygı duyardı. Onun hürmetkar davranışları ise sürüde çok beğeni toplardı. Sürüsü ile hemen hemen her şeyini paylaşırdı martı. Onun için sadece dostluk vardı ve önemli olanda onun paylaşılması idi. Her şeyi yerli yerinde idi martının ama içinde derinden bir şeyler eksikti. Aslında bunu o ana kadar anlamamıştı. Yani şu ukala balığa rastlamadan.



    O gün nefis bir akıntı vardı ve bir sürü irili ufaklı balık martının bulunduğu kıyıdan geçiyordu. Tüm sürü günlük yiyecek ihtiyaçlarını fazlası ile karşılamışlardı. Martı bu güzel havayı kaçırmak istemedi. Okyanusun üzerinde süzülürken aniden içinden bir şey martıya balıkların sürüklendiği akıntıyı takip etmesini söyledi. Hayatında ilken kıyısından bu kadar uzağa uçuyordu martı.. Bu kez nedenini ise kendisi bile bilmiyordu. Aşağıda masmavi pırıl pırıl bir deniz vardı. Tüm balıklar açıkça seçilebiliyordu. Derken gözleri aniden kamaştı. Işıktan miydi görmüş olduğu o balığın o cıvıl cıvıl renginden mi bilinmez Kendini daha fazla tutamadı ve suya ani bir dalış yaptı. Ama nafile.... Çok kaygandı balık. Elinden sürekli kaçıyordu.. Üstelik ukala balık onunla bir de alay etmişti. Yok martı bu işe daha fazla gelemezdi, Onun kıyısındaki balıklar böyle değildi. Martılarla alay etmezler. Hemen ellerine kolayca düşerlerdi. O gün martı çok uğraştı balığı yakalamaya. Balık ise bu oyunu çok sevmişti. İkisi de yorulunca sonunda pes edip dost olmaya karar verdiler. Fırtına ertesi güneş açmıştı aralarında. Martının dönme saati ise yaklaşmıştı Onun kıyısında bu saatte tüm Martılar yuvalarına çekilirdi.



    Daha sonraki günlerde Martı balığı düşünmeden yapamadı. Hemen her esen rüzgar, her dalga sesi onu balığı aramaya itiyordu ve kendini yıllardan beri sadık kaldığı sürüsüne ihanet etmiş hissediyordu. Üstelik balık da onsuz yapamaz olmuştu. Günler geçtikçe dostlukları ilerledi. Ama bir çözüm yolu olmalı idi bu böyle daha fazla devam edemezlerdi. Sonunda bir gün Martı dayanamadı ve balığa öneriyi götürüverdi, balık onun kıyısına taşınmalı idi. Böylece birbirleri için ayırabilecekleri zaman artacak ve özlem sona erecekti. İkisi de çok heyecanlı idi.bu ise. Derken balık martının kıyısına gelmişti Bu sırada Rüzgar ise kıyıya hiç de güzel haberler getirmiyordu martılar arasında bir dedikodu yayılmıştı. Aşağıdaki kıyılarda aniden gelen fırtınayla birlikte başlayan soğukla kıtlık baş göstermişti. Çok ölen vardı. Herkes endişeli bir bekleyiş içerisinde idi. Ama yine de geleceğin ne getireceği bilinemezdi. Bu yüzden fazla endişe de yersizdi. Martı ile balık ise kendi alemlerinde idi. Hiç bir şey onları dostluklarından daha fazla ilgilendirmiyordu.



    Balık martının şimdiye kadar gidip göremediği denizleri, derinlerde olan bitenleri, martı ise sürüsündeki uyumu paylaşımı dostluğu anlatıyordu. Bunlar ikisi içinde çok değişik ve yaşanmadık duygulardı. hayati boyunca hiç bir denize hiç bir kıyıya sadık olmayan balık hiç kimseye de bağlı kalamamıştı. En az derisi kadar kaygandı yaşamı uçsuz bucaksız okyanusta.. O akıntıdan o akıntıya sürüklenip gitmişti.. Üstelik martıya rastladığı güne kadar bunun onu mutlu ettiğini de sanıyordu. Çünkü kimseye karşı bir sorumluluğu yoktu. İçinde böylesine bir boşluk olduğunu şimdiye kadar fark edememişti. Fark ettiğinde ise çok geçti. Kalkıp gelmişti iste martının arkasından.. Umurunda değildi hiç bir şey. Fakat martı onun tüm yaşamına değerdi.



    Derken beklenen fırtına martının kıyısını da vurdu.. Beraberinde buz gibi bir soğuk getirmişti. O soğukta martılar bile zor duruyorlardı, yiyecek bulmak ise çok güçtü Birçok martı soğuktan ölmüştü. Çünkü onlar martı idi ne olursa olsun kıyılarından ayrılamazlardı. Dondurucu soğuk balığı da vurmuştu. Her ne kadar martının dostluğu ilk başlarda her şeye değerse de bir süre sonra açlık ve soğuk onu daha çok kendini düşünmeye itmişti. Artık martı ile sohbet de etmek istemiyordu. Daha iyi düşünmek için iyice derinlere dalıyor ve saatlerce orada tek başına kalıyordu. Martı ise çaresizdi. Onun elinde değildi bu olanlar ona destek olamamak üstelikte bunun için hiç bir şey yapamamak martıyı umutsuzluğa doğru itiyordu. Ama o bunu balığa hiç göstermiyor onu okyanusun derinliklerinden çıkarmak için oradan oraya uçup duruyor balığa seslenmeye çalışıyordu. Derken bir gün balık su yüzüne doğru çıktı ve ona dedi ki 'Gitmeliyim Martı.. Hiç umudum yok artık.... Beni Affet Lütfen Ne sen kendi kıyından ayrı yasayabilirsin ne de ben burada artık yiyecek bulabilirim. Oralarda bir daha dostluk bulamam belki ama aç da kalmam. Kim bilir belki de her şey bir hata idi zamanında bir akıntıya kendimi bırakıp gitmeli idim.' Martı ona bu durumun düzeleceğinden kıyısının bereketli ve güvende olduğu zamanlardan söz etti ise de artık her şey nafile idi. Balık hemen dibe doğru dalış yapıyor artık onu dinlemek istemiyordu. Martının da artık bu duruma karşı direnci kalmamıştı..



    Bir gün sürüdekiler Martının hayatında uçmadığı kadar hızla uçmaya başladığına, amaçsızca oradan oraya kanat salladığına şahit oldular. Çıldırmıştı sanki, şaşkındılar bu ise. Sanki eski martı gitmiş yok olmuştu. Okyanusta ise akıntı başlamıştı. Anlamışlardı balık gitmişti. Onlar ise birbirlerine veda etmemişlerdi. Baliğin gidişini izleyen günlerde martı yalnız başına uçmaya devam etti. Artık kıyıdan ve sürüden zaman zaman uzaklaşıyor, gün batınca da tekrar yuvasına geri dönüyordu. Diğer martılar anlayış göstererek onu tekrar aralarına almaya başlamışlardı. Kimisi ise Onu çılgınlıkla suçluyordu. Öyle ya görülmüş şey değildi okyanusta bir martı ile baliğin dostluğu.. Bir balığa asla güvenilmezdi. Martı bunu bilmiyor muydu acaba.. Bu arada esen rüzgarın balıktan martıya haberler fısıldadığı, martının ise balığın sürüklendiği her akıntıdan haberdar olduğu dilden dile dolasan dedikodulardan sadece bazılarıydı sürüde. Martı ise her akıntıda okyanusa doğru derin bir anlamla bakar gülümserdi. Onun balığı oralarda bir yerlerdeydi iste Onun rahat ve mutlu olduğunu hissetmek bile martıya huzur vermeye yetip de artıyordu. Biliyordu ki aslında herkes tarafından tuhaf karşılanan imkansız bir güzelliği yaşaması idi. Gerçekte önemli olan ise uçsuz bucaksız okyanusta bir gün bir martı ile balığın sevgi dolu dostluğuna sahip olmaktı. İşte içini dolduran mutluluk ve huzur duygusu bu idi. Tüm yüreklerin susadığı bir sevginin izini ise okyanustaki hiç bir akıntı silip geçemezdi...

  • Meltem Balı
    Meltem Balı

    10.04.2007 - 14:50

    DOST



    Gözlerimde yaş yok zorla değil ki
    Gözpınarım kuru çöllere dönmüş
    Gün olur gözyaşlı ağlarım belki
    Dost ağzı zehirli dillere dönmüş

    Dost diyip bağrına basmışsın belki
    Bağrına bastığın dost değil bil ki
    Gözlerim yollarda ölmeden gel ki
    Dost bağı zehirli güllere dönmüş

    Su içsem yüreğim dosta susuyor
    Dostlarım nedense zehir kusuyor
    Şu dünyadan gitsem kim umursuyor
    Yaren yoldaş bir bir ellere dönmüş

  • Meltem Balı
    Meltem Balı

    10.04.2007 - 14:50

    Benim tanıdığım erkekler ağlamazdı



    ağlardı seyrederken denizi.
    Ben sebebini hiç sormadım,
    O da hiç söylemedi.
    Yağmur yüklü bulutlar üşüşürdü gözlerine önce,
    ardından mavi yeşil dalgalanırdı gözbebekleri.
    Ve
    kirpiklerinin ucunda asılı kalırdı yakamozlar.
    Sorsam,
    - Erkekler ağlamaz derdi.
    Bu yüzden ne zaman ağlayan bir erkek görsem
    inanmam.
    Erkekler ağlamaz,
    deniz dolar gözlerine önce sebepsiz
    ve
    kirpiklerinin ucunda asılı kalır yakamozlar.

  • Meltem Balı
    Meltem Balı

    10.04.2007 - 14:49

    Küs müyüz?



    Yazmıyorsun artık, aramıyorsun,
    Bir hayalde olsan ardımda kalan
    Eskiden el sallardın
    Şimdi sallamıyorsun.
    Küsmüyüz?


    Olmasın ayrılık sebepsiz yere
    Bilirsin gidemem sensiz bir yere.
    Gözleri aşkla bakan alıştığım yüz,
    Küsmüyüz?

  • Meltem Balı
    Meltem Balı

    10.04.2007 - 14:48

    Ayrı doğrultularda aynı doğrularız biz...



    Ölüm gibi belirsiz
    Dipsiz kuyular kadar sessiz.

    Ben,
    Tepeden tırnağa sensiz,
    Sen,
    Tüm bunlardan habersiz.

    Yaşamak denirse buna
    Yaşıyoruz işte...

    Anladım ki;
    Ayrı doğrultularda
    Aynı doğrularız biz...

  • Meltem Balı
    Meltem Balı

    10.04.2007 - 14:48

    Sadece Gelsen



    Sadece Gelsen

    Sadece gelsen
    Sadece uzattığın elini versen de
    Tutup seni kanatlanıp uçursam
    Seni senden bile çok uzaklara kaçırsam

    Sadece gelsen sen
    Nereye diye sormasan hiç
    Adımların gittiği yer zor olmasa
    O adımlar sonunda korku bizi bulmasa

    Sen sadece gelsen
    Öylesine ve sadece yürüsen
    Aklımda bir şey yok sen de de olmasa
    Aklıma aklındakiler dolsa ve sen hiç gitmesen

    Sadece gelsen
    Gülümsesen ordan ve
    Yanı başındayken küçücük bir buse
    Uzaklardayken kocaman bir özlem olsan

    Sadece gelsen de hani
    Rüzgarla yan yana olsan savursan
    Sende olanı yedi düvele korkmadan duyursan
    Ve kocaman bir ateş olsan da yaksan kavursan

    Gelsen sadece
    Gül olsan Gülcan olsan
    Güldüğün anda canda olsan
    Canım içinde can olsan da
    Sadece sevsen
    Sadece sevsen
    Sadece sevsen de kendini de sevdirsen

  • Meltem Balı
    Meltem Balı

    10.04.2007 - 14:48

    NE ZORMUŞ BEKLEMEK SENİ
    AÇARKEN HÜZÜN ÇİÇEKLERİ
    KOPARMAYA KIYAMAZKEN BEN
    ÇALMIŞLAR SEVGİMİN HER ZERRESİNİ

  • Meltem Balı
    Meltem Balı

    10.04.2007 - 14:47

    Ağırdher ır sevmelerim her yürek taşıyamaz, büyüktür umutlarım omuz kaldıramaz, her şey olur da şu kalbim, bir tek sensiz olamaz. Mürekkepten denizler, kağıttan gemiler yaptım. Sonra ismini her yere yazdım. İsmini yazınca seni sevdiğimi sandın, ben seni sevmedim sana taptım! .. Güneşin buz tuttuğu yerde bir alev görürsen, bil ki o yalnız senin için yanan kalbimdir.

  • Meltem Balı
    Meltem Balı

    10.04.2007 - 14:47

    Doğum Günü



    Doğum günü hep ilktir.
    Aşık ilk tutulandır.

    Doğum günü sevgidir.
    Aşık delice sevendir.

    Doğum günü yaşlılık içerir.
    Aşık ihtiyarlayıncada gençtir.

    Doğum günü elemdir.
    Aşık hep kederlidir.

    Doğum günü hüzündür.
    Aşık deli divanedir.

    Doğum günü dönencedir.
    Aşık olan pervanedir.

    Doğum günü birlikteliktir.
    Aşık ayrıykende birdir.

    Doğum günü içtenliktir.
    Aşık içten içe bitendir.

    Doğum günü gelip geçer.
    Aşk ebediyete değin sürer.

  • Meltem Balı
    Meltem Balı

    10.04.2007 - 14:47

    seni düşünüyorum SENİ



    seni düşünüyorum SENİ
    Oturmuş gecenin karanlığında
    Yine seni düşünüyorum
    Dokunmak,öpmek istiyorum
    Hep ama hep seni istiyorum
    Şarkılar hep seni anlatıyor
    Senin adına şiirler yazıyorum
    Yokluğunla dans ediyorum çoğu geceler
    Sensizlikle kafa çekiyorum
    Hayalinle konuşuyorum,ağlıyorum omzumda
    Göremediğim seni seviyorum
    Hemde delice,çılgınca
    Hep sen,hep sen diye haykırıyorum beni çevreleyen dilsiz duvarlara
    Birtek onlar paylaşıyor benimle sensizliği
    Söylemekten utanıyorum ama
    Sensizliği bile kıskanıyorum
    Paylaşmaya kıyamıyorum o dilsiz duvarlarla
    Oturup gecenin karanlığında
    Hiç kopamadığım seni düşünüyorum..

  • Meltem Balı
    Meltem Balı

    10.04.2007 - 14:46

    Paylaşmak istediklerimden



    Bir gün dostlarım 'sizin dönemin insanını anlatırmısın' dediler..bende yazmıştım beni ve benim gibi düşünen inları..seninle paylaşmak istedim beni tanıman adına.....

    'Hiç kimse birbirinin sesini duymadı,kocaman bir sessizlik yaşamlarımız aslında...kendi sesimizi duyarak dinleyerek büyüdük, yazık ki sesini bize duyuracak olanları ya yanlış zamanlarda tanıdık yada hiç yanlarına bile uğrayamadık....biz sadece inandıklarımız için yürüdük genel doğrulardı onlar sadece biz inanmıştık ama....bu nedenle hep yalnızlığa mahkum ettiler bizi...ve hep kendi sesimizi dinleyerek yaşamaya mahkum edildik...'sesimi duyuyor' dediklerimiz bile aslında çok uzaktı bizlerden....hep en yakınlarda en uzak kalmaya mahkum olduk....'
    ...................................................
    'Hiç varolmayan hayatlardı yaşadıklarımız. Karmakarışık koridorların ucunda görünen ışığa ulaşma çabasıydı hep aklımızı başımızdan alan. Binbir gece masal anlatıp onuncu köye yol almaktı azığımızı sırtlanıp. İnce sızılarımızı ceplerimize doldurup, hangi vapuru yakalayacağımızı hesaplayıp durduk. Vagonlara kilitlediğimiz aşklarımız için ne yürekleri toprağa verdik. Acıları biriktirip büfelere dizdik, dostlarımıza gösterdik. Dokunamadığımız çocukluğumuz, silkeleyemediğimiz tozlarımız oldu hep zamanın aynasında. Gözlerimizin en derinine baktık, en yosunundan sevdaları savurup saçlarımızın arasından hep ışığa yürüdük. Soluklandık arada, geriye dönüp baktık, yutacakmış casına üstümüze gelen karanlığımızdan ürktük defalarca. Biriktirdiğimiz hasretlerin içinde o ışık hep vardı. Dörde katlayıp, boş anıların arasına sıkıştırmıştık hani. Elimize aldığımızda gördük, buruşturup attığımız yaşamın yol haritası olduğunu. Unutulup kalmış bir köşede, sararmış beklerken. Sonra dönüp yüzünü güne açanlar misali, gökkuşağının altından yürüyüp geçmekti oysa yaşamak. Hiç anlamadan yitirip yolumuzu, toprağa verdiğimiz yüreklerin yanına uzandık kaldık, yorulmuştuk…...'

  • Meltem Balı
    Meltem Balı

    10.04.2007 - 14:45

    ÖlümÖlüm Dirimde Saklı
    Bir aşk geçti yanık çöllerden
    Şiirim kuma düğümlendi
    Kırık kelimelerin içinden
    Aktı sırılsıklam duygular

    Sılam döküldü kirpiklerden
    Özüm özlemlerde acılı kaldı
    Ağıtları yükledim sırtıma
    Rüyalarım gündüzüme takıldı

    İzlerimde cam kırıkları
    Güneşin iki doğum, iki batışında
    Ortadaki insanlık sallandı
    Çatlamış dudakların yangınında

  • Meltem Balı
    Meltem Balı

    10.04.2007 - 14:44

    GÖKKUŞAĞI GİBİ GÜLÜMSE...


    Aşkın bir adı hüzünse, öbür adı mutluluktur.
    Yarısı zorluksa, diğer yarısı rahat bir soluktur.

    Bir gün yüreğin kanadığında, biri ağlar ise 'O' gerçek dostundur.
    Dostlarınla öyle yaşa ki düşman olduğunda hakkında söyleyecek sözleri olmasın.
    Düşmanlarınla öyle yaşa ki dost olduğunda yüzün kızarmasın.

    Kucaklamaya kollarının yetmeyeceği bir ağaç, bir tohumla başlar.
    En uzun yolculuklar bir adımla başlar.
    Gerçek sevgiler ise küçük bir tebessümle başlar.

    Değer verdiğin insan sana değer vermiyorsa, bırak kendi değeriyle kalsın.

    Lüzumsuz şeylerin peşinden koşan, lüzumlu şeyleri kaçırır.

    Gülü öyle bir sevmelisin ki, soranlara 'dikeni yok' diyebilmelisin.

    Dal rüzgarı affetmiştir, ama kırılmıştır bir kere.

    İnsanları çılgına çeviren şey; bugünün deneyimi değil, dün olan bir şey için pişmanlık duymak ve yarının getireceklerinden korku duymaktır.

    Geldiğin zaman boşlukları dolduran değil, gittiğin zaman yeri doldurulamayan ol.

    Dostlar ırmak gibidir: Kimi zaman suyu az, kimileyin çok... Kiminde ellerin ıslanır yalnızca, kiminde ruhun yıkanır boydan boya.

    Hayatın en güzel anı her şeyden vazgeçtiğiniz zaman sizi hayata bağlayan biri olduğunu düşündüğünüz andır.

    Karamsar olmak zor değil. Zor olan çılgın bir fırtınadan sonra gökkuşağı gibi gülümseyebilmektir.

  • Meltem Balı
    Meltem Balı

    10.04.2007 - 14:43

    Ağla gülme

    Görünce gülerek baktın yüzüme
    A! hala dargın mısın,neden söyle?
    Yangını suyla söndürecek yerde,
    Niçin? neden körükle geldin yine?

    Yıllardır,duymadı mı feryadımı?
    İsminin harfiyle okudum ağıtımı;
    Her yere her şeye yazdım aşkı mı...
    Şimdi bunu deşmenin zamanı mı?


    Gören kerem sandı düştüm dillere,
    Dolaştım deli dolu belde belde...
    Acıları döktüm kelimelere;
    Ne ulur yanıt verseydin sevgime!


    Ne ettim sana? beni yere serdin,
    Goncadım güldüm, paramparça ettin!
    Katlanamam, onulmaz oldu derdim;
    Yaşadığım bir ömrü sana verdim!

    Yangını suyla söndürecek yerde,
    Niçin körükle geldin yine?
    Hiçmi saygı duymadın bu sevgime...
    Pişman ol yaptığına, ağla gülme...

Toplam 1039 mesaj bulundu