Bazen hayat sadece bir kahve meselesi; ya da bir bardak kahvenin ne kadar yakınlık getirebileceğinden ibaret. Bir keresinde kahveyle ilgili bir şey okumuştum. Kahvenin sağlık için iyi bir şey olduğundan bahsediyordu; içorganları düzenliyormuş.
Önce bunun hiç de hoş olmayan, garip bir yaklaşım olduğunu düşündüm; ama zamanla kendi içinde bir şeyler ifade ettiğini anladım. Ne demek istediğimi şimdi açıklayacağım.
Dün sabah bir kızı görmeye gittim. Ondan çok hoşlanıyorum. Aramızda olan herşey geçmişte kaldı. Artık beni hiç umursamıyor. Onu terk ettim, keşke etmeseymişim.
Kapısını çaldım ve aşağıda beklemeye başladım. Üst katta dolaştığını duyabiliyordum. Hareketlerinden yatağından kalktığını çıkardım. Uyandırmıştım onu.
Merdivenlerden aşağıya indi. Yaklaştığını karnımda hissedebiliyordum. Attığı her adım duygularım karmakarışık ediyordu ve kaçınılmaz olarak ona kapıyı açtırdı. Beni gördü ve buna sevinmedi.
Bir zamanlar bu onu çok sevindirirdi, geçen hafta. Bazen tüm onlar nereye gitti diye safça soruyorum kendime,
'Kendimi iyi hissetmiyorum şu an,' dedi. 'Konuşmak istemiyorum. '
'Bi' bardak kahve koyar mısın? ' diye sordum, çünkü bu o anda dünyada en son isteyeceğim şeydi. Öyle bir söyledim ki sanki ona acaip kahve içmek isteyen, başka hiçbir şeyle ilgilenmeyen başka birinden bir telgraf okuyormuşum gibi çıktı sesim.
'Peki,' dedi.
Merdivenlerden yukarıya onu takip ettim. Çok saçmaydı. Üstüne bir elbise geçirivermişti. Elbise daha tam olarak vücuduna intibak sağlayamamıştı. Size sonra bir ara onun kıçından bahsederim. Neyse, mutfağa girdik.
Raftan bir tane neskafe kavanozu çıkarıp masanın üstüne koydu. Bir bardak ve çaykaşığı çıkardı. Ben de bardağa ve çaykaşığına baktım. Ağzına kadar suyla dolu çaydanlığı ocağa koyup altını yaktı.
Tüm bu sürede tek bir laf etmemişti. Bu sürede elbiseleri vücuduna intibak sağladı. Ben artık sağlayamayacağım. Çıktı mutfaktan.
Sonra merdivenlerden aşağıya inip hiç mektup falan gelmiş mi diye baktı. Ben gelirken görmedim diye hatırlıyorum. Tekrar yukarı çıkıp başka bir odaya girdi. Üstüne kapıyı kapadı. Ocağın üstündeki suyla dolu çaydanlığa baktım.
Suyun kaynamasına daha yaklaşık bir sene vardı. Aylardan Ekim'di ve çaydanlıkta çok fazla su vardı. İşte o yüzden. Suyun yarısını lavaboya boşalttım.
Şimdi daha çabuk kaynardı. Yaklaşık altı ayda falan. Ev sessizdi.
Dışarıya verandaya baktım. Bir sürü çöp torbası vardı. Çöplerdeki konserve kutularına, soyulmuş kabuklara falan bakıp son zamanlarda neler yediğini çıkarmaya çalıştım. Hiç bir şey anlaşılmıyordu.
Mart ayı geldi. Su kaynamaya başladı. Bu çok hoşuma gitti.
Masaya baktım. Neskafe kavanozu, boş bardak ve çay kaşığı önümde bir cenaze servisi gibi duruyorlardı. Kahve yapmak için gereken malzeme bunlardır.
On dakika sonra evden çıkarken, içimde bir mezar gibi güvende bir bardak kahve, 'Kahve için sağol.' dedim.
'Bişey değil,' dedi sesi kapalı kapının arkasından. Onun sesi de bir telgraf gibi çıkmıştı. Gitme zamanım gerçekten gelmişti.
Günün geri kalanını kahve yapmayarak geçirdim. Büyük keyifti. Sonra akşam oldu, bir restoranda yemek yiyip bir bara gittim. Biriki içki yuvarlayıp biriki insanla konuştum.
Bar adamlarıydık hepimiz ve bar şeyleri konuştuk. Hatırlanmayacak şeyler, bar kapanana kadar. Saat sabahın ikisiydi. Dışarı çıkmam gerekiyordu. San Fransisko sisli ve soğuktu. Sisi düşündüm; kendimi çok insani ve çaresiz hissettim.
Başka bir kıza daha uğramaya karar verdim. Nerdeyse bir senedir hiç görüşmemiştik. Bir ara çok yakındık. Şu anda ne düşündüğünü merak ettim.
Evine gittim. Kapı zili yoktu. Bu ufak da olsa bir başarı sayılırdı. Bütün ufak başarılarının kaydını tutmalı insan. Ben nasılsa yapıyorum.
Kapıyı açtı. Önünde uzun bir elbise tutuyordu. Beni gördüğüne inanamadı. 'Ne istiyorsun? ' dedi, beni gördüğüne artık inanmış bir şekilde. Direk içeri daldım.
Dönüp kapıyı kapatınca vücudunu profilden gördüm. Elbiseyi tamamen üstüne geçirmeye uğraşmamıştı. Sadece önünde tutuyordu.
Başından ayaklarına kadar uzanan kırılmamış bir beden çizgisini görebiliyordum. Biraz garipti. Belki çok geç bi' saat olduğundan.
'Ne istiyorsun? ' dedi.
'Bi' bardak kahve,' dedim. Ne komik birşey, gerçekten istediğim yine kahve değildi.
Bana bakıp hafifçe profilinin çevresinde döndü. Beni görmek hoşuna gitmemişti. SSK istediği kadar zaman herşeyi iyileştirir desin. Bedeninin kırılmamış çizgisine baktım.
'Neden benimle bi' bardak kahve içmek istemiyo'sun? ' dedim. 'İçimden seninle konuşmak geldi. Ne zamandır hiç konuşmadık.'
Bana bakıp hafifçe profilinin çevresinde döndü. Bedeninin kırılmamış çizgisine baktım. Bu iyiye işaret değildi.
'Çok geç oldu,' dedi. 'Yarın erken kalkmam gerekiyo'. Kahve istiyorsan, mutfakta neskafe var. Benim yatmam gerekiyo'.'
Mutfak ışığı açıktı. Koridordan mutfağa baktım. İçimden hiç gidip kendi başıma bir bardak daha kahve içmek gelmedi. Başka birinin evine daha gidip de bir bardak kahve istiyorum demek de gelmiyordu içimden.
Bütün günümü çok garip ziyaretlere adadığımı farkettim, bu şekilde planlamamıştım halbuki. Ama en azından neskafe kavanozu masanın üstünde boş beyaz bir fincanla kaşığın yanında değildi.
Bahar gelince bir erkeğin bütün hayallerinin aşk üzerine kurulduğunu söylerler. Eğer yeterli zamanı kalırsa, içlerine bir bardak kahve de koyabilir.
Eğer, bütün etrafındakiler panik içine düştüğü ve bunun sebebini senden bildikleri zaman sen başını dik tutabilir ve sağduyunu kaybetmezsen;
Eğer sana kimse güvenmezken sen kendine güvenir ve onların güvenmemesini de haklı görebilirsen;
Eğer beklemesini bilir ve beklemekten de yorulmazsan veya hakkında yalan söylenir de sen yalanla iş görmezsen, ya da senden nefret edilir de kendini nefrete kaptırmazsan, bütün bunlarla beraber ne çok iyi ne de çok akıllı görünmezsen;
Eğer hayal edebilir de hayallerine esir olmazsan,
Eğer düşünebilip de düşüncelerini amaç edinebilirsen,
Eğer zafer ve yenilgi ile karşılaşır ve bu iki hokkabaza aynı şekilde davranabilirsen;
Eğer ağzından çıkan bir gerçeğin bazı alçaklar tarafından ahmaklara tuzak kurmak için eğilip bükülmesine katlanabilirsen, ya da ömrünü verdiğin şeylerin bir gün başına yıkıldığını görür ve eğilip yıpranmış aletlerle onları yeniden yapabilirsen;
Eğer bütün kazancını bir yığın yapabilir ve yazı-tura oyununda hepsini tehlikeye atabilirsen; ve kaybedip yeniden başlayabilir ve kaybın hakkında bir kerecik olsun bir şey söylemezsen;
Eğer kalp, sinir ve kasların eskidikten çok sonra bile işine yaramaya zorlayabilirsen ve kendinde 'dayan' diyen bir iradeden başka bir güç kalmadığı zaman dayanabilirsen;
Eğer kalabalıklarda konuşup onurunu koruyabilirsen, ya da krallarla gezip karakterini kaybetmezsen;
Eğer ne düşmanların ne de sevgili dostların seni incitmezse;
Eğer aşırıya kaçmadan tüm insanları sevebilirsen;
Eğer bir daha dönmeyecek olan dakikayı, altmış saniyede koşarak doldurabilirsen;
TUT ELİMİ ANNEMTut elimi annem Ah annem, canım annem. Gül bahçesi istemem, Yüreğini açtın ya Yeter bana.Güllük gülistanlık benim için hayat... Ama annem düşündün mü hiç? Ya yorgun düşerse bu yürek. Bakmaya bile kıyamadığım Kokusuna dayamadığım güller Solarsa bir hazan sabahı ansızın. Nasıl bakarım anne gökyüzüne? Dökülürken gözyaşların gökten. Ve nasıl dayanırım bu acıya? Dökülen her yaprak yüreğimi yaralarken. Nasıl bakarım o viran bahçeye? Bir kıvılcımda, yanar yüreğim. Ama hiç bir yangın Senin kadar sıcak değil be annem... Nasıl da üşürüm sensiz, Gözümden akan her damlada ne fırtınalar eser, Ne firari hayallere dalar bu yaşlı gözler, Ve akan her damla Haykırır başıboş yalnızlığıma. Hazan yelleri eserken annem Bu körpe yüreğimde Güneş açar mı hiç? Mis gibi kokan bu menekşe, Bülbüller şakır mı kahkaha ata ata? Bahçedeki gülümüz, Sümbül gibi büker mi boynunu yoksa? Duyabilir miyim kanat çırpışını Turnaların, Unutur musun beni annem? Tembihler misin büyüklerin gittiği her yere gidilmez diye? Bilirim korkarsın gelirim peşinden diye.
Bir ışık doğurdu beni İçten ve ıslak Bir akşama salındım Ne ellerim eldi daha Ne gözlerim göz Upuzun ayaklarım da yoktu Yollara destan yazan Tozlarından kurtarıp Dostlarımın içlerine saldığım sırlarım da
Bir damla suladı beni Ilık ve çabuk Bir bahçeye çözüldüm Aşılandım ya dilime düşen damladan Şıvgınlar gibi yürüdü sözlerim Arılar konuyor şimdi yüzüme gözlerime Öpüyorlar okşuyorlar beni Kalkıp gidiyorlar sonra da bacaklarındaki tozlarla Seviniyorum Şiirler konduruyorum ayaklarına Bal sanıyorlar
Yüzlerim ellerim ve gözlerim var şimdi Ayaklarım Arılarımla her yere giden Dahası sırlarım da Dostlarımın dillerinde tüneyen
Her istek, bir gereksinimden, bir yoksunluktan, bir acıdan doğar; giderildiği zaman insan yatışır.
Ama yatışmış bir kişiye karşılık, nice yatışmamış ve duygunluğa erişmemiş insan vardır. Üstelik, istek uzun sürer, gerekli olan şeylerin ardı arkası kesilmez; oysa duyulan haz, kısa ve ölçülüdür. Yeryüzünde hiçbir şey yoktur ki, şu iradeyi yatıştırabilsin ya da belirli bir biçimde olduğu yerde durmaya zorlayabilsin. - İşte bundan ötürü, isteklerin ve iradenin boyunduruğu altında kaldığımız; varlığımızı, bizi sıkıştırıp duran umutlara, acı çekmemize yol açan korkulara bıraktığımız ölçüde, ne durup dinlenmek ne de mutluluk söz konusudur. İster bir amacı gerçekleştirebilmek için canla başla çalışalım, ister bir tehlikeden sakınmak için çabalayalım, sonuç değişmez: iradenin istek ve gereklerinin başımıza açtığı belalar ne biçim olursa olsun, hayatımızı berbat etmekten ve acı çekmemize yol açmaktan başka bir sonuç vermez. - - - Ama kimi zaman, dış bir gerçek, ya da iç uyumluluğumuz, bizi, bir an isteklerin bitimsiz selinden kurtaracak; ruhu, iradenin boyunduruğundan sıyıracak, iradenin yöneldiği nesnelerden uzaklaştıracak ve çevremizdeki varlıklar, istek ve umutlarımıza değer şeyler olmaktan çıkarak hiç bir menfaat duygusuna yer verilmeden düşünülebilen nesneler halinde görülecek olursa; o zaman isteklerin peşinden giderek gerçekleştirmeye çalıştığımız ve hiç bir zaman ulaşamadığımız iç rahatlığı boy gösterir ve huzur duygusunu bütün doygunluğuyla yaşarız.
Epiküros'un, iyiliklerin en iyisi ve tanrıların bahtlılığı olarak gördüğü şey, işte bu acılardan kurtulma haliydi. Gerçekten de, böyle bir durumda, bir an için de olsa, iradenin ağır baskısından kurtulmuş, isteğin zorbalığından sıyrılmış oluruz; İksilon'un çıkrığı durur o zaman... Gün batımının, bir saray penceresinden ya da bir hapishane parmaklığı ardından görülmesinin önemi kalmaz. * * * Katışıksız düşüncenin istek üzerindeki egemenliği; bu iç bağdaşıklık, her yerde gerçekleşebilir. Küçük nesneleri, bunca nesnellikle görebilen ve böylece düşüncelerinin ne kadar bağımsız olduğunu açıkça ortaya koyan o eşsiz Hollandalı ressamları düşünelim. Bu resimlere bakan bir kimse, duygulanmadan edemez. Bu önemsiz nesneleri, bunca dikkatle canlandırabilmesi için, sanatçının ruhça ne kadar dingin ve yatışmış bir halde bulunması gerektiğini düşünmekten alamaz kendini. Üstelik, kendisine dönünce, günlük hayatının endişeleri ve istekleri yüzünden karmakarışık ve anlaşılmaz hale gelen duyguları ile bu dinginliğe erişmiş ressamların ruh hali arasında ne büyük bir fark olduğunu daha iyi görür. * * * Nesnelerin çekiciliği, bize dokunmadıkları ölçüdedir. Hayat hiçbir zaman güzel değildir; güzel olan, hayat üzerine yapılmış betimlemelerdir sadece. Özellikle, şiirin ışığı bu görünüşleri aydınlatıp ışıttığı zaman ve yaşamanın ne olduğunu bilmediğimiz gençlik yıllarında kavrarız bunu. * * * Kaçamak, esini yakalamak ve onu mısralara dökerek tenleştirmek, lirik şiirin işidir. Lirik şairin dile getirdiği şey, insanlığın en iç varlığıdır. Geçip gitmiş milyonlarca kuşağın ve gelecek kuşakların, belli koşullar içinde her zaman duydukları ve duyacakları şeyleri dile getirmek ve onlara, aslına uygun canlı bir anlatım kazandırmak şiirle kabildir. Şair, evrensel insandır: bir insanın yüreğini kabartan bütün duygular, insan doğasının her koşul içinde duyduğu ve ortaya koyabildiği bütün şeyler, ölümlü bir insan oğlunun gönlünde yer etmiş olan ve oluşup duran bütün izlenimler, onun kendi öz alanıdır. Bundan ötürü şair, şehveti de, mistik duyuşu da anlatabilir. Angelus Silesius ya da Anacreon olabilir; trajediler ya da komediler yazabilir. Yatkınlığına ya da ruhsal durumuna göre, soylu ya da bayağı duyguları dile getirebilir. Soylu, yüce, ahlaktan yana, dindar, Hristiyan olmasını; kısacası şu ya da bu olmasını ona kimse söylemez. Çünkü şair, insanlığın aynasıdır ve insanlığın ne duyduğunu, aslına uygun bir biçimde gösterir insanlığa. * * * Trajedinin eğilimi ve son amacı, bizi; razı olmaya yöneltmek, yaşama iradesini olumsuzlayacak hale getirmek olduğu halde, komedi, bunun tam tersine, yaşamaya yöneltir ve yüreklendirir bizi.
Gerçi komedinin de, bütün öteki hayat betimlenimleri gibi, gözlerimizin önüne bir yığın acıyı ve iğrençliği serdiği doğrudur. Ama komedi, bütün bunları geçici kötülükler gibi gösterir bize. Sonunda, hepsinin, neşe ile biten şeyler olduğunu, her zaman yengi kazanan umutlar gibi görülmeleri gerektiği anlatılır. Bundan başka, hayatın sayısız terslikleri arasından sadece gülünebilecek ve neşelenmeye yol açacak yanları seçer. Böylece, koşullar ne olursa olsun, sevincimizi ve iyimserliğimizi sağlamak ister. Bütün olarak ele alındığı zaman, hayatın çok iyi olduğunu ve her şeyden önce, eğlenilecek garip bir yanı bulunduğunu ileri sürer. Ne var ki, daha sonra neler olup bittiğini görmemiz için, mutlu ve sevinçli bir olayla perdeyi kapamak gerekir. Oysa trajedi, artık başka bir olayın ortaya çıkamayacağı biçimde sona erer. * * * Müzik, hiçbir zaman fenomeni (görünüşleri) dile getirmez. Müziğin dile getirdiği şey, bütün fenomenlerin iç özü ve kendinde varlığıdır; Yani iradenin ta kendisidir. Bundan ötürü, müziğin belli bir neşeyi, şu ya da bu hüznü, şu ya da bu tutkuyu, iç rahatlığını dile getirdiği söylenmez. Müzikte dile gelen şey, her çeşit ruhsal dürtünün ve koşulun dışındaki genel ve soyut özdür. Ve müzikte, bu soyut özü, kolaylıkla ve eksiksiz bir biçimde kavrarız. * * * Melodinin yaratılması, insan duyarlığının ve iradesinin en derin sırlarının keşfedilmesi, dahinin gerçekleştirdiği temel iştir. Dehanın çalışması, burada her yerdekinden daha bağımsız, daha kendiliğinden, daha bilinçsizdir. Burada gerçek bir esin söz konusudur. Olumlu ve soyut şeylerin önceden edinilmiş bilgisi, yani fikir, sanatın her alanında olduğu gibi, müzikte de yetersizdir.
Çünkü müzikçinin dile getirdiği şey, dünyanın en iç özü ve en derin bilgeliktir. Müzik bunları kendisinin de kavrayamadığı bir dille anlatır. Bu bakımdan, uyandığı zaman hakkında hiçbir şey bilmediği nesneler üzerine sorulanlara şaşırtıcı cevaplar veren bir uyurgezere benzer. Müziğin özü üzerine uzun zaman düşündükten sonra, artık, bu sanattan zevk duymanın en tatlı bir haz olduğunu söyleyebilir ve bu hazzı tatmanızı öğütleyebilirim size. İnsanın ruhunu daha dolaysız ve daha derin biçimde etkileyen bir başka sanat yoktur. Çünkü hiçbir sanat, dünyanın gerçek özünü, müzik gibi dolaysız ve derin bir biçimde dile getiremez. Güzel ve yüce melodiler duymak, ruhu yıkamak gibidir; insanı bütün pisliklerden, bütün zavallılıklardan ve bayağılıklardan arıtır. Arthur Schopenhauer
Ben senin degeri sonradan anlasılanınım. Sen benim uzaklastıkca yakınlasanımsın. Ben senin vicdanının kara deligiyim, kalbinin kabuk baglamayan yarası, icini rahat bırakmayanınım.
Sen benim en gizli törenlerle icime gömdügümsün. Sen benim bogazıma takılanım, yutkunamadıgımsın. Sen benim geri dönüsü olmayan yollarım, cıkmaz sokaklarımsın.
Ben senin herkesin yanındaki mutsuzlugunum. Bir türlü unutamayacagın, hafızanın söz dinlemeyen cocuguyum. Ben sende kalbin yargılanmasıyım, kalemin kırılması, adaletin ölümüyüm.
Sen benim canimdin keske dilsiz olsaydım o sözleri söylemeseydim...... Sen benim dolu bir bulut gibi üstümde dolasanımsın.
Ben senin calmayan kapın, bosa cıkan bekleyislerinim. Bitip tükenmek bilmeyen son ümidin, her sabah yeniden baslayan umudunum.
Sen benim ne kadar istesem de uzak durdugum, kacarken daha fazla asık oldugumsun. Kendime verdigim tutamadıgım sözlerim, icine düstügüm celiskimsin...
Ben senin gözünden akan damlan, kalbinden gelen öfken, beyninde rahat durmayan kanim keske........ Ben senin bakıp bakıp hatırladıgın, geri alamadıgın zamanınım.
Ben senin utancınim,sen benim yüzlesmekten kactıgım ama bir ayna gibi karsımda duran, saklanamadıgım, gözlerimi kapatamadıgım utancımsın.
Ben senin son serzenesin, artık ne yapsan fayda etmeyeninim.
Sen benim tükenen kelimelerim, kalbimin beynime söz geciremeyisisin.
Basım dönüyor Bu kramp bosa degil Yakındır ilk sefer Gitmeler yabancım degil, Biliyorum...
Buyuk bir kabullenisten suursuz bir özgürlüge Öldürmeye calıstıgım her yanım dipdiri 'Git! ' diyor seytan, 'Bas git! ' Gitmeler yabancım degil, Biliyorum...
Bir fay Paramparca bir omur vasiyetim İlk kez olmuyor ki! Cıglık cıglıga demir alıyor icim Tutacaksın oysa, Gitmeler yabancım degil! Biliyorum...
Tum acıların senin olsun yine Krampların, bas agrıların Cıglıkların dilersen.. Kinim, nefretim, sitemim yok Sarkılar yalan, Sen yalan.. Kalmam icin bir neden, yok..
Işıgını durmadan yollamasana gecelerime.. Aydınlatmasana her seferinde karanlık gözlerimi.. 'Ayrılık' bunun adı,gelip durmasana! Her gidişinde şu kahrolası dilimi dizginlesene! Dizginle ki sana 'GiTME' demiyeyim..
Kabul et artık,ayrıldık biz.. Sabaha çıkmayan gecelerimle beni baş başa bırak.. Artık durmadan gelipte alışmamı zorlaştırma.. Artık hayalerime dokunupta ayrılıgın gururunu kırma! !
'OFFFF nolur! '
Vurdu yine saat gece yarısına.. Geldi yine ağlamaklı ayrılık sarkı tınılarını dinleme zamanı..
Hayallerim...! Yalnız ve kimsesiz bırakın beni artık.. Getirmeyin gecelerime onu durmadan.. 'Nolur diyorum, nolur....'
varlığım varlıklarıydı düş ülkesinden ağlamaklı çırpınıştı ilk doğuş dedem kulağıma ezan okudu kafiyeli manzum sözler mırıldanarak nenem ninniler söyledi e bebeğim e tahta beşik şıngır mıngır sallanırken
kumlara bulandık topraklara taşlara kah sürünüp kah emekleyerek çamur sıvanmış kerpiç evlerde soğuk yağmurlu sabahlara uyandık ekmeği suya bandık yumuşattık iki öğünle akşamı erken yaptık
babamın el emeği tahta oyuncaklar lastik topuğundan araba tekeri ceviz dalından yaptığı düdükler at binerdik sopalara cirit yapardık o yokuş senin bu iniş benim paylaşamazdık çocukluğumuzu
sübyan mektebinde elif cüzü ya yeni yazı ya eski yazı kaçınılmaz bir hayat felsefesi kalmıştık iki ara bir derede zoraki okuduk ilk mektebi söğüt çubuğuyla kırbaçlanarak
ırgatlığa çağırdılar çobanlığa ameleliğe kimimizi everdiler oniki onüçümüzde gurbet göründü kimilerine valiz elinde okumak zenginlikti uzak şehirlerde evden kaçanlar sokakta yatanlar büyükler; bunlar adam olurlarmı dediler
kalanlar bir kaç hane yoksul,emekli gidenler kapıcı bekçi işçi ve patron her yuvanın bacasında dumanı emek bizim söz bizim iş aş bizim bana bir harf öğret kölen olayım cahilin dostluğu kendine kalsın
Ben o ilk karşılaştığımız vapur iskelesindeki mahcup yüzünü yüreğimde saklayamadım. İlk 'merhaba'mızdaki elinin sıcaklığını avuçlarımda tutamadım; sabahlara kadar oturup birbirimizi tanımaya çalıştığımız soğuk odanın havasını koruyamadım. 'Aşık olmadan kalkmak' istediğim dağınık yatağın kutsallığını içimde barındıramadım; kanayan tüm yaralarıma senin hayalini basmayı beceremedim... Beni affet, senin bana yaşattığın tüm acıları ben kendime tekrar tekrar yaşattım. Beni affet... Ben sana değil, içimdeki büyük aşka sadık kalamadım. Başkasının hayali dolanır oldu aklımda uzun zamandır, elleri sen değil, gözleri sen değil, dudakları sen değil, bir başkası dolanır oldu tenimde.
O mavi gözlü kadına gönül vermiştim, dedi. Evet? Meğer o da kara gözlü, kır saçlı doktora tutulmuşmuş. Sonra? Sonrası, onlar evlendiler. Ben de, bu gördüğün bir gözü mavi, bir gözü elâ köpeği buldum.
Ne kalabiliyor ne de gidebiliyorum.. Binlerce düşünce geçiyor zihnimden; ama yüreğimden geçenlerle kıyaslanamaz. Yüreğimde tek bir tek şey var... Büyük bir kırık. tüm düşünceleri de aşan ötelere giden dayanılmaz bir acı veren kesik.. Tamir olur mu bilmem… Ne kalabiliyor ne de gidebiliyorum. Çıkış yok kapılar kapalı... “Tahammül etmeli dayanmalıyım” diyorum bir yandan. “Hem ne önemi var” diyor bir başka ses.. “Nasıl ne önemi var diyebiliyorsun? diye karşılık veriyor öteki.. İnsanlar geçip gidiyor. Her şey durmadan akıyor. Ne kalabiliyor ne de gidebiliyorum…. Sanki donmuş kalmış gibi öylece duruyorum. Masamda bitmez tükenmez işler… Tümü de bekliyor.. Zihnim zamanın tek bir anına kilitlenmiş.. Ama her şey akıyor. Ne kalabiliyor ne de gidebiliyorum… Dinlediğim şarkıdan bir söz takılıyor zihnime, 'Kimden korkuyorsun? ' “Korkmak mı? ” “Düşünmedim ki bunu” “İfadesiz her şey…” Ne kalabiliyor ne de gidebiliyorum? 'Bir kafese girmekten korkuyorum” diyor şarkı.. Ben kafesteyim ki zaten. Ne kalabiliyor ne de gidebiliyorum.. M.K
seni beklerken.. anladım aslında zamanın geçtiğini. yokluğunda hissettim başkalaşan heyecanımı önce sana.. sonra soğuğa karşı.. biten bişeyler var. gülmek önceleri yanlız başına umrunda olmadan dünya yada gelirken sana.. sıklaşan adımlarımla garip bir istek... uçmak eve giderken izlemek insanları yukarıdan gelince sarılmak boynuna.. seni beklerken.... hatırladım ilk nefes alışımı ağlıyordum korkudan... gözlerimi alan bi ışık ilk tanıştığımızdaki gibi.. ama farklı birini hala görüyorum biriyse zaman aşımına uğrayıp sönüyor yavaşça... seni beklerken.. anladım uzun zaman olmuş üşümeyeli.. bir mevsim daha varmış arada... unuttuğum... ve başka insanlar varmış dünyada.. görmeden ölmemem gereken ben varmışım biz olmayan.... sokaklar varmış hergün geçip aylardır görmediğim.. müzik varmış senin olmadığın.... ailem varmış bide.. kızmam gereken durumlarda güldüğüm... seni beklerken.... düşündüm yapmam gereken şeyler varmış seni beklememek. ve bu yüzden hoşçakal sevgilim... belki sen eski yalanlarına döndüğünde yada benim unuttuğum doğrularım değiştiğinde... görüşmek üzere...ki! asla olmasada üzülme biz tükendik.. geriye yaşanması gerekenler kaldığından belkide... herşey bitmek zorunda değildir senin sonsuzluğunu almamam için... ve kaybettiğimiz için... çıkmam gereken hayatından sönmicek ışıklara gidiyorum... sadece aşkın için teşekkür ediyorum.. seninkini bekleyemesemde.....
ben sevmeyi bilmem benim için nesiller tükensin güneşi karartsın beni isteyen yeşili kırmızı yaptığın zaman belki ya da dünyayı durdurursan -ki o döndükçe yaşlanıyorum daha güzel olurum ben
kadavralardan kestim biçtim kendimi görünen yerlerim en güzelleri ama çaldığım kalpler atmıyor bende sen gibi her birini gömdüğümde tanrı bıkıyor benden ben kendimden kardeşin cehennemden.
hapsolduğumuz 3'de çarpışıp duracağız iki yüz yerde bir yüz gökte
Anlayamadın ki; Dudaktı sende, Şuh sevişmelerin ateşi vereni. Her alt dudak alışta, Solumaların arzulanırdı, pompalanarak. Ben gözlerimle dokunurdum önce, İçinden çıkan kışkırtırdı, bebelerini. Gül yaprağına düşen bir damla su, Çarpıntı başlatırdı sende. Gezindikçe cennetlerinde, Mezapotamya idi kalçaların, Her biri ayrı bir anadolu yaşamı, Aykırı vuruşlarım sallardı, uc noktalarını. Sıçrardın, titreklikti sevişlerim. Dudaklarını kuruturdu nefes alışverişler. Her noktana bir dil darbesi, Tüm duyularına hareket emri idi. Sırtın yatağa mesafeli, Yüzün tavanla öpüşürdü. Dil pas pas olurdu, tuzlu yağmurlarına. Sildikçe dolu başlardı adeta. Kısraktı bacakların, şaha kaldırır, İlikler nehir olur, Ova'lardan düz indirir, Patikalarda oksijen aldırırdı. Alevdi sarışlarım, kuru bedenin, Yağmur yemiş tarla gibi solurdu. Hakimiyet kaybolur, sen gider. Tanımadığın perdeli, iç aynan gelirdi. Kokun nefeslerin en tahrik edeni, Ateşime benzin yemiş gibi girerdi. Yorulmazdın, çarşaf Deniz, Sen Su, ben Toprak, Karışırdık doğa üçgenine. Çamur olurduk seninle. Etkileri değerdi her şeye.
Sevdim seni derinden ve sessizce En güzel günlerim inan seninle Nice mutluluklar yarattın benliğinle İnan bana Sevmek mi suçum ağlarım kaderime Ellerim kavuşmak istedi sevgine Var olduğum sürece seni seveceğime İnandım sana canım bütün gönlümle Yarim dedim sevdim hep seni delice Onsuz olmaz dedim düşündüm her gece Razıydım senin uzaktan bir tek gülüşüne Umutluyum bir gün beni seveceğine Mazi olmasın bu aşk sevdim seni bir kere
16.05.2007 - 13:01
KAHVE
Bazen hayat sadece bir kahve meselesi; ya da bir bardak
kahvenin ne kadar yakınlık getirebileceğinden ibaret. Bir
keresinde kahveyle ilgili bir şey okumuştum. Kahvenin sağlık için
iyi bir şey olduğundan bahsediyordu; içorganları düzenliyormuş.
Önce bunun hiç de hoş olmayan, garip bir yaklaşım
olduğunu düşündüm; ama zamanla kendi içinde bir şeyler
ifade ettiğini anladım. Ne demek istediğimi şimdi
açıklayacağım.
Dün sabah bir kızı görmeye gittim. Ondan çok hoşlanıyorum.
Aramızda olan herşey geçmişte kaldı. Artık beni
hiç umursamıyor. Onu terk ettim, keşke etmeseymişim.
Kapısını çaldım ve aşağıda beklemeye başladım. Üst katta
dolaştığını duyabiliyordum. Hareketlerinden yatağından
kalktığını çıkardım. Uyandırmıştım onu.
Merdivenlerden aşağıya indi. Yaklaştığını karnımda
hissedebiliyordum. Attığı her adım duygularım
karmakarışık ediyordu ve kaçınılmaz olarak ona
kapıyı açtırdı. Beni gördü ve buna sevinmedi.
Bir zamanlar bu onu çok sevindirirdi, geçen hafta. Bazen
tüm onlar nereye gitti diye safça soruyorum kendime,
'Kendimi iyi hissetmiyorum şu an,' dedi. 'Konuşmak istemiyorum. '
'Bi' bardak kahve koyar mısın? ' diye sordum, çünkü bu
o anda dünyada en son isteyeceğim şeydi. Öyle bir söyledim ki
sanki ona acaip kahve içmek isteyen, başka hiçbir şeyle ilgilenmeyen
başka birinden bir telgraf okuyormuşum gibi çıktı sesim.
'Peki,' dedi.
Merdivenlerden yukarıya onu takip ettim. Çok saçmaydı.
Üstüne bir elbise geçirivermişti. Elbise daha tam olarak vücuduna
intibak sağlayamamıştı. Size sonra bir ara onun kıçından bahsederim.
Neyse, mutfağa girdik.
Raftan bir tane neskafe kavanozu çıkarıp masanın
üstüne koydu. Bir bardak ve çaykaşığı çıkardı. Ben de
bardağa ve çaykaşığına baktım. Ağzına kadar suyla dolu
çaydanlığı ocağa koyup altını yaktı.
Tüm bu sürede tek bir laf etmemişti. Bu sürede elbiseleri vücuduna
intibak sağladı. Ben artık sağlayamayacağım. Çıktı
mutfaktan.
Sonra merdivenlerden aşağıya inip hiç mektup falan
gelmiş mi diye baktı. Ben gelirken görmedim diye hatırlıyorum.
Tekrar yukarı çıkıp başka bir odaya girdi. Üstüne
kapıyı kapadı. Ocağın üstündeki suyla dolu
çaydanlığa baktım.
Suyun kaynamasına daha yaklaşık bir
sene vardı. Aylardan Ekim'di ve çaydanlıkta çok fazla
su vardı. İşte o yüzden. Suyun yarısını
lavaboya boşalttım.
Şimdi daha çabuk kaynardı. Yaklaşık altı
ayda falan. Ev sessizdi.
Dışarıya verandaya baktım. Bir sürü çöp torbası
vardı. Çöplerdeki konserve kutularına, soyulmuş
kabuklara falan bakıp son zamanlarda neler
yediğini çıkarmaya çalıştım. Hiç bir şey anlaşılmıyordu.
Mart ayı geldi. Su kaynamaya başladı. Bu
çok hoşuma gitti.
Masaya baktım. Neskafe kavanozu, boş
bardak ve çay kaşığı önümde bir cenaze servisi
gibi duruyorlardı. Kahve yapmak için gereken
malzeme bunlardır.
On dakika sonra evden çıkarken, içimde bir
mezar gibi güvende bir bardak kahve,
'Kahve için sağol.' dedim.
'Bişey değil,' dedi sesi kapalı kapının
arkasından. Onun sesi de bir telgraf gibi
çıkmıştı. Gitme zamanım gerçekten gelmişti.
Günün geri kalanını kahve yapmayarak geçirdim. Büyük
keyifti. Sonra akşam oldu, bir restoranda yemek yiyip
bir bara gittim. Biriki içki yuvarlayıp biriki insanla konuştum.
Bar adamlarıydık hepimiz ve bar şeyleri konuştuk.
Hatırlanmayacak şeyler, bar kapanana kadar. Saat
sabahın ikisiydi. Dışarı çıkmam gerekiyordu. San Fransisko
sisli ve soğuktu. Sisi düşündüm; kendimi çok
insani ve çaresiz hissettim.
Başka bir kıza daha uğramaya karar verdim. Nerdeyse
bir senedir hiç görüşmemiştik. Bir ara çok yakındık.
Şu anda ne düşündüğünü merak ettim.
Evine gittim. Kapı zili yoktu. Bu ufak da
olsa bir başarı sayılırdı. Bütün ufak başarılarının
kaydını tutmalı insan. Ben nasılsa yapıyorum.
Kapıyı açtı. Önünde uzun bir elbise tutuyordu.
Beni gördüğüne inanamadı. 'Ne istiyorsun? '
dedi, beni gördüğüne artık inanmış bir şekilde.
Direk içeri daldım.
Dönüp kapıyı kapatınca vücudunu profilden
gördüm. Elbiseyi tamamen üstüne geçirmeye
uğraşmamıştı.
Sadece önünde tutuyordu.
Başından ayaklarına kadar uzanan kırılmamış
bir beden çizgisini görebiliyordum. Biraz
garipti. Belki çok geç bi' saat olduğundan.
'Ne istiyorsun? ' dedi.
'Bi' bardak kahve,' dedim. Ne komik
birşey, gerçekten istediğim yine kahve değildi.
Bana bakıp hafifçe profilinin çevresinde döndü.
Beni görmek hoşuna gitmemişti. SSK istediği kadar
zaman herşeyi iyileştirir desin. Bedeninin kırılmamış
çizgisine baktım.
'Neden benimle bi' bardak kahve içmek istemiyo'sun? ' dedim.
'İçimden seninle konuşmak geldi. Ne zamandır hiç konuşmadık.'
Bana bakıp hafifçe profilinin çevresinde döndü. Bedeninin
kırılmamış çizgisine baktım. Bu iyiye işaret
değildi.
'Çok geç oldu,' dedi. 'Yarın erken kalkmam gerekiyo'.
Kahve istiyorsan, mutfakta neskafe var.
Benim yatmam gerekiyo'.'
Mutfak ışığı açıktı. Koridordan mutfağa
baktım. İçimden hiç gidip kendi başıma
bir bardak daha kahve içmek gelmedi. Başka
birinin evine daha gidip de bir bardak kahve
istiyorum demek de gelmiyordu içimden.
Bütün günümü çok garip ziyaretlere adadığımı
farkettim, bu şekilde planlamamıştım halbuki.
Ama en azından neskafe kavanozu masanın üstünde
boş beyaz bir fincanla kaşığın yanında değildi.
Bahar gelince bir erkeğin bütün hayallerinin aşk
üzerine kurulduğunu söylerler. Eğer yeterli zamanı
kalırsa, içlerine bir bardak kahve de koyabilir.
Richard Brautigan |
16.05.2007 - 13:01
EĞER
Eğer, bütün etrafındakiler panik içine düştüğü
ve bunun sebebini senden bildikleri zaman
sen başını dik tutabilir ve sağduyunu kaybetmezsen;
Eğer sana kimse güvenmezken sen kendine güvenir
ve onların güvenmemesini de haklı görebilirsen;
Eğer beklemesini bilir ve beklemekten de yorulmazsan
veya hakkında yalan söylenir de sen yalanla iş görmezsen,
ya da senden nefret edilir de kendini nefrete kaptırmazsan,
bütün bunlarla beraber ne çok iyi ne de çok akıllı görünmezsen;
Eğer hayal edebilir de hayallerine esir olmazsan,
Eğer düşünebilip de düşüncelerini amaç edinebilirsen,
Eğer zafer ve yenilgi ile karşılaşır
ve bu iki hokkabaza aynı şekilde davranabilirsen;
Eğer ağzından çıkan bir gerçeğin bazı alçaklar tarafından
ahmaklara tuzak kurmak için eğilip bükülmesine katlanabilirsen,
ya da ömrünü verdiğin şeylerin bir gün başına yıkıldığını görür
ve eğilip yıpranmış aletlerle onları yeniden yapabilirsen;
Eğer bütün kazancını bir yığın yapabilir
ve yazı-tura oyununda hepsini tehlikeye atabilirsen;
ve kaybedip yeniden başlayabilir
ve kaybın hakkında bir kerecik olsun bir şey söylemezsen;
Eğer kalp, sinir ve kasların eskidikten çok sonra bile
işine yaramaya zorlayabilirsen
ve kendinde 'dayan' diyen bir iradeden
başka bir güç kalmadığı zaman dayanabilirsen;
Eğer kalabalıklarda konuşup onurunu koruyabilirsen,
ya da krallarla gezip karakterini kaybetmezsen;
Eğer ne düşmanların ne de sevgili dostların seni incitmezse;
Eğer aşırıya kaçmadan tüm insanları sevebilirsen;
Eğer bir daha dönmeyecek olan dakikayı,
altmış saniyede koşarak doldurabilirsen;
Yeryüzü ve üstündekiler senindir
Ve dahası
sen bir İNSAN olursun oğlum...
16.05.2007 - 13:00
TUT ELİMİ ANNEMTut elimi annem
Ah annem, canım annem.
Gül bahçesi istemem,
Yüreğini açtın ya
Yeter bana.Güllük gülistanlık benim için hayat...
Ama annem düşündün mü hiç?
Ya yorgun düşerse bu yürek.
Bakmaya bile kıyamadığım
Kokusuna dayamadığım güller
Solarsa bir hazan sabahı ansızın.
Nasıl bakarım anne gökyüzüne?
Dökülürken gözyaşların gökten.
Ve nasıl dayanırım bu acıya?
Dökülen her yaprak yüreğimi yaralarken.
Nasıl bakarım o viran bahçeye?
Bir kıvılcımda, yanar yüreğim.
Ama hiç bir yangın
Senin kadar sıcak değil be annem...
Nasıl da üşürüm sensiz,
Gözümden akan her damlada ne fırtınalar eser,
Ne firari hayallere dalar bu yaşlı gözler,
Ve akan her damla
Haykırır başıboş yalnızlığıma.
Hazan yelleri eserken annem
Bu körpe yüreğimde
Güneş açar mı hiç?
Mis gibi kokan bu menekşe,
Bülbüller şakır mı kahkaha ata ata?
Bahçedeki gülümüz,
Sümbül gibi büker mi boynunu yoksa?
Duyabilir miyim kanat çırpışını Turnaların,
Unutur musun beni annem?
Tembihler misin büyüklerin gittiği her yere gidilmez diye?
Bilirim korkarsın gelirim peşinden diye.
16.05.2007 - 13:00
Dile Düşen Damla
Bir ışık doğurdu beni
İçten ve ıslak
Bir akşama salındım
Ne ellerim eldi daha
Ne gözlerim göz
Upuzun ayaklarım da yoktu
Yollara destan yazan
Tozlarından kurtarıp
Dostlarımın içlerine saldığım sırlarım da
Bir damla suladı beni
Ilık ve çabuk
Bir bahçeye çözüldüm
Aşılandım ya dilime düşen damladan
Şıvgınlar gibi yürüdü sözlerim
Arılar konuyor şimdi yüzüme gözlerime
Öpüyorlar okşuyorlar beni
Kalkıp gidiyorlar sonra da bacaklarındaki tozlarla
Seviniyorum
Şiirler konduruyorum ayaklarına
Bal sanıyorlar
Yüzlerim ellerim ve gözlerim var şimdi
Ayaklarım
Arılarımla her yere giden
Dahası sırlarım da
Dostlarımın dillerinde tüneyen
Bir damla düştü dilime
Sağım solum sobe!
Ali Tekmil
16.05.2007 - 12:59
Sanat Üzerine
Her istek, bir gereksinimden, bir yoksunluktan, bir acıdan doğar; giderildiği zaman insan yatışır.
Ama yatışmış bir kişiye karşılık, nice yatışmamış ve duygunluğa erişmemiş insan vardır. Üstelik, istek uzun sürer, gerekli olan şeylerin ardı arkası kesilmez; oysa duyulan haz, kısa ve ölçülüdür. Yeryüzünde hiçbir şey yoktur ki, şu iradeyi yatıştırabilsin ya da belirli bir biçimde olduğu yerde durmaya zorlayabilsin.
-
İşte bundan ötürü, isteklerin ve iradenin boyunduruğu altında kaldığımız; varlığımızı, bizi sıkıştırıp duran umutlara, acı çekmemize yol açan korkulara bıraktığımız ölçüde, ne durup dinlenmek ne de mutluluk söz konusudur. İster bir amacı gerçekleştirebilmek için canla başla çalışalım, ister bir tehlikeden sakınmak için çabalayalım, sonuç değişmez: iradenin istek ve gereklerinin başımıza açtığı belalar ne biçim olursa olsun, hayatımızı berbat etmekten ve acı çekmemize yol açmaktan başka bir sonuç vermez.
- - -
Ama kimi zaman, dış bir gerçek, ya da iç uyumluluğumuz, bizi, bir an isteklerin bitimsiz selinden kurtaracak; ruhu, iradenin boyunduruğundan sıyıracak, iradenin yöneldiği nesnelerden uzaklaştıracak ve çevremizdeki varlıklar, istek ve umutlarımıza değer şeyler olmaktan çıkarak hiç bir menfaat duygusuna yer verilmeden düşünülebilen nesneler halinde görülecek olursa; o zaman isteklerin peşinden giderek gerçekleştirmeye çalıştığımız ve hiç bir zaman ulaşamadığımız iç rahatlığı boy gösterir ve huzur duygusunu bütün doygunluğuyla yaşarız.
Epiküros'un, iyiliklerin en iyisi ve tanrıların bahtlılığı olarak gördüğü şey, işte bu acılardan kurtulma haliydi. Gerçekten de, böyle bir durumda, bir an için de olsa, iradenin ağır baskısından kurtulmuş, isteğin zorbalığından sıyrılmış oluruz; İksilon'un çıkrığı durur o zaman... Gün batımının, bir saray penceresinden ya da bir hapishane parmaklığı ardından görülmesinin önemi kalmaz.
*
* *
Katışıksız düşüncenin istek üzerindeki egemenliği; bu iç bağdaşıklık, her yerde gerçekleşebilir. Küçük nesneleri, bunca nesnellikle görebilen ve böylece düşüncelerinin ne kadar bağımsız olduğunu açıkça ortaya koyan o eşsiz Hollandalı ressamları düşünelim. Bu resimlere bakan bir kimse, duygulanmadan edemez. Bu önemsiz nesneleri, bunca dikkatle canlandırabilmesi için, sanatçının ruhça ne kadar dingin ve yatışmış bir halde bulunması gerektiğini düşünmekten alamaz kendini. Üstelik, kendisine dönünce, günlük hayatının endişeleri ve istekleri yüzünden karmakarışık ve anlaşılmaz hale gelen duyguları ile bu dinginliğe erişmiş ressamların ruh hali arasında ne büyük bir fark olduğunu daha iyi görür.
*
* *
Nesnelerin çekiciliği, bize dokunmadıkları ölçüdedir. Hayat hiçbir zaman güzel değildir; güzel olan, hayat üzerine yapılmış betimlemelerdir sadece. Özellikle, şiirin ışığı bu görünüşleri aydınlatıp ışıttığı zaman ve yaşamanın ne olduğunu bilmediğimiz gençlik yıllarında kavrarız bunu.
*
* *
Kaçamak, esini yakalamak ve onu mısralara dökerek tenleştirmek, lirik şiirin işidir. Lirik şairin dile getirdiği şey, insanlığın en iç varlığıdır. Geçip gitmiş milyonlarca kuşağın ve gelecek kuşakların, belli koşullar içinde her zaman duydukları ve duyacakları şeyleri dile getirmek ve onlara, aslına uygun canlı bir anlatım kazandırmak şiirle kabildir. Şair, evrensel insandır: bir insanın yüreğini kabartan bütün duygular, insan doğasının her koşul içinde duyduğu ve ortaya koyabildiği bütün şeyler, ölümlü bir insan oğlunun gönlünde yer etmiş olan ve oluşup duran bütün izlenimler, onun kendi öz alanıdır. Bundan ötürü şair, şehveti de, mistik duyuşu da anlatabilir. Angelus Silesius ya da Anacreon olabilir; trajediler ya da komediler yazabilir. Yatkınlığına ya da ruhsal durumuna göre, soylu ya da bayağı duyguları dile getirebilir. Soylu, yüce, ahlaktan yana, dindar, Hristiyan olmasını; kısacası şu ya da bu olmasını ona kimse söylemez. Çünkü şair, insanlığın aynasıdır ve insanlığın ne duyduğunu, aslına uygun bir biçimde gösterir insanlığa.
*
* *
Trajedinin eğilimi ve son amacı, bizi; razı olmaya yöneltmek, yaşama iradesini olumsuzlayacak hale getirmek olduğu halde, komedi, bunun tam tersine, yaşamaya yöneltir ve yüreklendirir bizi.
Gerçi komedinin de, bütün öteki hayat betimlenimleri gibi, gözlerimizin önüne bir yığın acıyı ve iğrençliği serdiği doğrudur. Ama komedi, bütün bunları geçici kötülükler gibi gösterir bize. Sonunda, hepsinin, neşe ile biten şeyler olduğunu, her zaman yengi kazanan umutlar gibi görülmeleri gerektiği anlatılır. Bundan başka, hayatın sayısız terslikleri arasından sadece gülünebilecek ve neşelenmeye yol açacak yanları seçer. Böylece, koşullar ne olursa olsun, sevincimizi ve iyimserliğimizi sağlamak ister. Bütün olarak ele alındığı zaman, hayatın çok iyi olduğunu ve her şeyden önce, eğlenilecek garip bir yanı bulunduğunu ileri sürer. Ne var ki, daha sonra neler olup bittiğini görmemiz için, mutlu ve sevinçli bir olayla perdeyi kapamak gerekir. Oysa trajedi, artık başka bir olayın ortaya çıkamayacağı biçimde sona erer.
*
* *
Müzik, hiçbir zaman fenomeni (görünüşleri) dile getirmez. Müziğin dile getirdiği şey, bütün fenomenlerin iç özü ve kendinde varlığıdır; Yani iradenin ta kendisidir. Bundan ötürü, müziğin belli bir neşeyi, şu ya da bu hüznü, şu ya da bu tutkuyu, iç rahatlığını dile getirdiği söylenmez. Müzikte dile gelen şey, her çeşit ruhsal dürtünün ve koşulun dışındaki genel ve soyut özdür. Ve müzikte, bu soyut özü, kolaylıkla ve eksiksiz bir biçimde kavrarız.
*
* *
Melodinin yaratılması, insan duyarlığının ve iradesinin en derin sırlarının keşfedilmesi, dahinin gerçekleştirdiği temel iştir. Dehanın çalışması, burada her yerdekinden daha bağımsız, daha kendiliğinden, daha bilinçsizdir. Burada gerçek bir esin söz konusudur. Olumlu ve soyut şeylerin önceden edinilmiş bilgisi, yani fikir, sanatın her alanında olduğu gibi, müzikte de yetersizdir.
Çünkü müzikçinin dile getirdiği şey, dünyanın en iç özü ve en derin bilgeliktir. Müzik bunları kendisinin de kavrayamadığı bir dille anlatır. Bu bakımdan, uyandığı zaman hakkında hiçbir şey bilmediği nesneler üzerine sorulanlara şaşırtıcı cevaplar veren bir uyurgezere benzer. Müziğin özü üzerine uzun zaman düşündükten sonra, artık, bu sanattan zevk duymanın en tatlı bir haz olduğunu söyleyebilir ve bu hazzı tatmanızı öğütleyebilirim size. İnsanın ruhunu daha dolaysız ve daha derin biçimde etkileyen bir başka sanat yoktur. Çünkü hiçbir sanat, dünyanın gerçek özünü, müzik gibi dolaysız ve derin bir biçimde dile getiremez. Güzel ve yüce melodiler duymak, ruhu yıkamak gibidir; insanı bütün pisliklerden, bütün zavallılıklardan ve bayağılıklardan arıtır.
Arthur Schopenhauer
16.05.2007 - 12:59
Sen benim................
Ben senin degeri sonradan anlasılanınım. Sen benim uzaklastıkca
yakınlasanımsın. Ben senin vicdanının kara deligiyim, kalbinin kabuk
baglamayan yarası, icini rahat bırakmayanınım.
Sen benim en gizli törenlerle icime gömdügümsün. Sen benim bogazıma
takılanım, yutkunamadıgımsın. Sen benim geri dönüsü olmayan yollarım, cıkmaz
sokaklarımsın.
Ben senin herkesin yanındaki mutsuzlugunum. Bir türlü unutamayacagın,
hafızanın söz dinlemeyen cocuguyum. Ben sende kalbin yargılanmasıyım,
kalemin kırılması, adaletin ölümüyüm.
Sen benim canimdin keske dilsiz olsaydım o sözleri söylemeseydim...... Sen
benim dolu bir bulut gibi üstümde dolasanımsın.
Ben senin calmayan kapın, bosa cıkan bekleyislerinim. Bitip tükenmek
bilmeyen son ümidin, her sabah yeniden baslayan umudunum.
Sen benim ne kadar istesem de uzak durdugum, kacarken daha fazla asık
oldugumsun. Kendime verdigim tutamadıgım sözlerim, icine düstügüm
celiskimsin...
Ben senin gözünden akan damlan, kalbinden gelen öfken, beyninde rahat
durmayan kanim keske........ Ben senin bakıp bakıp hatırladıgın, geri
alamadıgın zamanınım.
Ben senin utancınim,sen benim yüzlesmekten kactıgım ama bir ayna gibi
karsımda duran, saklanamadıgım, gözlerimi kapatamadıgım utancımsın.
Ben senin son serzenesin, artık ne yapsan fayda etmeyeninim.
Sen benim tükenen kelimelerim, kalbimin beynime söz geciremeyisisin.
Sen benim................
16.05.2007 - 12:58
Basım dönüyor
Bu kramp bosa degil
Yakındır ilk sefer
Gitmeler yabancım degil,
Biliyorum...
Buyuk bir kabullenisten suursuz bir özgürlüge
Öldürmeye calıstıgım her yanım dipdiri
'Git! ' diyor seytan, 'Bas git! '
Gitmeler yabancım degil,
Biliyorum...
Bir fay
Paramparca bir omur vasiyetim
İlk kez olmuyor ki!
Cıglık cıglıga demir alıyor icim
Tutacaksın oysa,
Gitmeler yabancım degil!
Biliyorum...
Tum acıların senin olsun yine
Krampların, bas agrıların
Cıglıkların dilersen..
Kinim, nefretim, sitemim yok
Sarkılar yalan,
Sen yalan..
Kalmam icin bir neden, yok..
16.05.2007 - 12:58
YAPMA nolur! '
Işıgını durmadan yollamasana gecelerime..
Aydınlatmasana her seferinde karanlık gözlerimi..
'Ayrılık' bunun adı,gelip durmasana!
Her gidişinde şu kahrolası dilimi dizginlesene!
Dizginle ki sana 'GiTME' demiyeyim..
Kabul et artık,ayrıldık biz..
Sabaha çıkmayan gecelerimle beni baş başa bırak..
Artık durmadan gelipte alışmamı zorlaştırma..
Artık hayalerime dokunupta ayrılıgın gururunu kırma! !
'OFFFF nolur! '
Vurdu yine saat gece yarısına..
Geldi yine ağlamaklı ayrılık sarkı tınılarını dinleme zamanı..
Hayallerim...!
Yalnız ve kimsesiz bırakın beni artık..
Getirmeyin gecelerime onu durmadan..
'Nolur diyorum, nolur....'
16.05.2007 - 12:57
Buse
Gecen hasretse rüyalara
Bir sevgi dokunur yanağına
Bir buse hisset dünkü zamandan
Ulaşamadığım yalnızlığının
Çeyrek kala sabahlarına…
Kirpiklerimin kıyılarında özlem
Doldururken sen pınarlarımı
Gümüş gece derken güneşine merhaba
Günaydın canım diyemediğim
Sabahlara isyanım..
Aydan Küllüce
16.05.2007 - 12:55
o sensin? ? ? ? *****
Giderken (Çukur)
.
Bilerek mi yanina
almadin giderken
basinin yastikta
biraktigi
cukuru
Guveniyordum
oysa ben sevgimize
vapur iskelesi
ya da tren istasyonundaki
saatin dogrulugu kadar
Beni senin gibi
bir de annem terketmisti
ki gobegimde durur
onun yoklugundan
bana kalan
cukur
16.05.2007 - 12:55
varlığım varlıklarıydı düş ülkesinden
ağlamaklı çırpınıştı ilk doğuş
dedem kulağıma ezan okudu
kafiyeli manzum sözler mırıldanarak
nenem ninniler söyledi e bebeğim e
tahta beşik şıngır mıngır sallanırken
kumlara bulandık topraklara taşlara
kah sürünüp kah emekleyerek
çamur sıvanmış kerpiç evlerde
soğuk yağmurlu sabahlara uyandık
ekmeği suya bandık yumuşattık
iki öğünle akşamı erken yaptık
babamın el emeği tahta oyuncaklar
lastik topuğundan araba tekeri
ceviz dalından yaptığı düdükler
at binerdik sopalara cirit yapardık
o yokuş senin bu iniş benim
paylaşamazdık çocukluğumuzu
ayak tutupta büyüdüğümüzda
kuzular yaydık çayırlarda kırlarda
ısırgan otları karabaş dikenleri
yırtık entariler yamalı donlar
salya sümük dolaşırdık sokakları
bayramlarda gördük çift papuçları
sübyan mektebinde elif cüzü
ya yeni yazı ya eski yazı
kaçınılmaz bir hayat felsefesi
kalmıştık iki ara bir derede
zoraki okuduk ilk mektebi
söğüt çubuğuyla kırbaçlanarak
ırgatlığa çağırdılar çobanlığa ameleliğe
kimimizi everdiler oniki onüçümüzde
gurbet göründü kimilerine valiz elinde
okumak zenginlikti uzak şehirlerde
evden kaçanlar sokakta yatanlar
büyükler; bunlar adam olurlarmı dediler
kalanlar bir kaç hane yoksul,emekli
gidenler kapıcı bekçi işçi ve patron
her yuvanın bacasında dumanı
emek bizim söz bizim iş aş bizim
bana bir harf öğret kölen olayım
cahilin dostluğu kendine kalsın
Cemal Karsavran
16.05.2007 - 12:54
SEVGİSİZ SEVGİLER
Ne kadar kolaydır 'Seni Seviyorum'u söyleyebilmek..
Ne kadar kolaydır karşımızdakinin gözlerinin ta derinliklerine bakarken bu
sözü fısıldayıvermek.
Ne kadar kolaydır karşımızdakini sevgimize inandırıvermek.
Ne kadar kolaydır birşeylerin tıkandığı yerde 'bu olmadı, bende şansımı
başka sevgililerde denerim' diyebilmek.
Seni Seviyorum.................
Aramızda kaç kişi bu sözü söylerken inanarak söylüyor?
Aramızda kaç kişi sevgiyi en gerçek ve en yalın haliyle duyumsuyor
yüreğinde?
Aramızda kaç kişi sevgisinin üzerinde menfaat tohumlarının yeşermesine
izin vermeden sevmeyi becerebiliyor?
Aramızda kaç kişi sevgisi uğruna, almadan vermeyi erdem sayıyor?
Aramızda kaç kişi sevgisini tek bir kadına/erkeğe yoğunlaştırıp, 'biri
giderse diğeriyle idare ederim' zafiyetine düşmeden besleyebiliyor?
Bizler sevmeyi yanlış öğrendik. Yanlış benimsedik.
Sevmek; sadece sevgiliyle yatakta geçirilen birkaç saat demek değildir.
Sevmek; sadece 'işte yatak dışında da birlikteyiz' deyip, sağda solda
gezinmek demek değildir.
Sevmek; sadece sevgiliyi koluna takıp, çevreye caka satmak demek değildir.
Sevmek; sadece patlamış mısır yiyerek ya da elele tutuşarak film seyretmek
değildir.
Sevmek; otomatiğe bindirilmişçesine sadece hafta içi, sadece hafta sonu,
sadece belli saatlerde buluşmak değildir.
Sevmek; 'seviyorsa beni bırakıp gitmez, giderse zaten sevmiyordur'
felsefesini savunarak sevgiyi kendi kaderine terketmek demek değildir.
Sevmek; 'O bana nasıl davranırsa, ben de ona öyle davranırım' demek de
değildir.
Sevgide yalan olmaz, rutin olmaz, menfaat olmaz, ihanet olmaz.
Sevmek; bazen hiç sebepsiz, sırf sesini duymak için aramaktır.
Sevmek; gecenin bir yarısında uyanıp 'Seni Çok Seviyorum' mesajı
yollayabilmektir.
Sevmek; hiç beklemediği bir anda, hiç birşey demeden sarılabilmek,
saçlarını okşayabilmektir.
Sevmek; zor anında yanında olduğunu hissettirebilmektir.
Sevmek; sıkıntılı zamanlarda sözle değil, özle destek olabilmektir.
Sevmek; kaybetmemek için kıyasıya mücadele edebilmektir.
Sevmek; 'tekrar tekrar ne gereği var ki' diye düşünmeden defalarca ' Seni
Seviyorum' diyebilmektir.
Sevmek; arabayı birden durdurup, köşedeki çiçekçiden bir çiçek alıp
verebilmektir.
Sevmek; hiç gereği yokken bile ona küçücükte olsa bir şey almak, onu
sevindirmek isteğidir.
Sevmek; alışkanlıklardan seve seve vazgeçebilmektir.
Sevmek; sevgisi uğruna her şeyi ayaklar altına alabilecek yüreği
taşıyabilmektir.
Sevmek; sevgisi uğruna her şeyi ayaklar altına alarak, size koşan
sevgiliye yüreğinizi açabilmektir.
Sevmek; koşullar ne olursa olsun, bir dilim ekmeği, bir meteliği
paylaşabilmektir.
Sevmek; merak etmek, merak edildiğini bilmek istemektir.
Sevmek; özlemek, özlendiğini duymak istemektir.
Sevmek; başkalarına bakmak, başka birilerini düşünmek, başkalarıyla da
gönül eğlendirmek düşüncesinin içinden gelmemesidir.
Böyle hissetmiyorsak, sevgimizi böyle yaşamıyorsak 'seviyorum' demeyelim.
Dünyada her şey bu denli kirlenmişken, bırakalım sevdalarımız temiz
kalsın.
16.05.2007 - 12:53
Beni affet.
Ben o ilk karşılaştığımız vapur iskelesindeki mahcup yüzünü yüreğimde saklayamadım. İlk 'merhaba'mızdaki elinin sıcaklığını avuçlarımda tutamadım; sabahlara kadar oturup birbirimizi tanımaya çalıştığımız soğuk odanın havasını koruyamadım. 'Aşık olmadan kalkmak' istediğim dağınık yatağın kutsallığını içimde barındıramadım; kanayan tüm yaralarıma senin hayalini basmayı beceremedim... Beni affet, senin bana yaşattığın tüm acıları ben kendime tekrar tekrar yaşattım. Beni affet... Ben sana değil, içimdeki büyük aşka sadık kalamadım. Başkasının hayali dolanır oldu aklımda uzun zamandır, elleri sen değil, gözleri sen değil, dudakları sen değil, bir başkası dolanır oldu tenimde.
Beni affet...
16.05.2007 - 12:53
MUTLULUK
O mavi gözlü kadına gönül vermiştim, dedi.
Evet?
Meğer o da kara gözlü, kır saçlı doktora
tutulmuşmuş.
Sonra?
Sonrası, onlar evlendiler. Ben de, bu gördüğün bir gözü mavi, bir gözü elâ
köpeği buldum.
16.05.2007 - 12:52
SEVGİLERLE
Sevgileri yarınlara bıraktınız
Çekingen, tutuk, saygılı.
Bütün yakınlarınız Sizi yanlış tanıdı.
Bitmeyen isler yüzünden
(Siz böyle olsun istemezdiniz)
Bir bakış bile yeterken anlatmaya her şeyi
Kalbinizi dolduran duygular
Kalbinizde kaldı.
Siz geniş zamanlar umuyordunuz
Çirkin dar vakitlerde bir sevgiyi söylemek
Yılların telaşlarda bu kadar çabuk
Geleceği aklınıza gelmezdi.
Gizli bahçenizde
Açan çiçekler vardı,
Gecelerde ve Yalnız.
Vermeye az buldunuz
Yahut vakit olmadı.
Behçet NECATİGİL
16.05.2007 - 12:50
Ne kalabiliyor ne de gidebiliyorum..
Ne kalabiliyor ne de gidebiliyorum..
Binlerce düşünce geçiyor zihnimden; ama yüreğimden geçenlerle kıyaslanamaz.
Yüreğimde tek bir tek şey var...
Büyük bir kırık. tüm düşünceleri de aşan ötelere giden dayanılmaz bir acı veren kesik..
Tamir olur mu bilmem…
Ne kalabiliyor ne de gidebiliyorum.
Çıkış yok kapılar kapalı...
“Tahammül etmeli dayanmalıyım” diyorum bir yandan.
“Hem ne önemi var” diyor bir başka ses..
“Nasıl ne önemi var diyebiliyorsun? diye karşılık veriyor öteki..
İnsanlar geçip gidiyor. Her şey durmadan akıyor.
Ne kalabiliyor ne de gidebiliyorum….
Sanki donmuş kalmış gibi öylece duruyorum.
Masamda bitmez tükenmez işler…
Tümü de bekliyor..
Zihnim zamanın tek bir anına kilitlenmiş..
Ama her şey akıyor.
Ne kalabiliyor ne de gidebiliyorum…
Dinlediğim şarkıdan bir söz takılıyor zihnime,
'Kimden korkuyorsun? '
“Korkmak mı? ”
“Düşünmedim ki bunu”
“İfadesiz her şey…”
Ne kalabiliyor ne de gidebiliyorum?
'Bir kafese girmekten korkuyorum” diyor şarkı..
Ben kafesteyim ki zaten.
Ne kalabiliyor ne de gidebiliyorum..
M.K
16.05.2007 - 12:50
ÖMRÜN BOYUNCA KORKUTAMASIN ASLA SENİ BİR TEK DÜŞÜN
ÖLÜNCEYE DEĞİN MUTLULUK OLSUN DUDAĞINDAKİ HER GÜLÜŞÜN
16.05.2007 - 12:47
seni beklerken..
anladım aslında zamanın geçtiğini.
yokluğunda hissettim başkalaşan heyecanımı
önce sana.. sonra soğuğa karşı..
biten bişeyler var.
gülmek önceleri yanlız başına
umrunda olmadan dünya
yada gelirken sana..
sıklaşan adımlarımla
garip bir istek...
uçmak eve giderken
izlemek insanları yukarıdan
gelince sarılmak boynuna..
seni beklerken....
hatırladım ilk nefes alışımı
ağlıyordum korkudan...
gözlerimi alan bi ışık
ilk tanıştığımızdaki gibi..
ama farklı
birini hala görüyorum
biriyse zaman aşımına uğrayıp
sönüyor yavaşça...
seni beklerken..
anladım uzun zaman olmuş üşümeyeli..
bir mevsim daha varmış arada...
unuttuğum...
ve başka insanlar varmış dünyada..
görmeden ölmemem gereken
ben varmışım biz olmayan....
sokaklar varmış
hergün geçip aylardır görmediğim..
müzik varmış
senin olmadığın....
ailem varmış bide..
kızmam gereken durumlarda güldüğüm...
seni beklerken....
düşündüm yapmam gereken şeyler varmış
seni beklememek.
ve bu yüzden
hoşçakal sevgilim...
belki sen eski yalanlarına döndüğünde
yada benim unuttuğum doğrularım değiştiğinde...
görüşmek üzere...ki!
asla olmasada üzülme
biz tükendik..
geriye yaşanması gerekenler kaldığından belkide...
herşey bitmek zorunda değildir
senin sonsuzluğunu almamam için...
ve kaybettiğimiz için...
çıkmam gereken hayatından
sönmicek ışıklara gidiyorum...
sadece aşkın için teşekkür ediyorum..
seninkini bekleyemesemde.....
16.05.2007 - 12:47
Yalnızlık
Dışımda yağmur yağıyor, sessiz
İçimde yalnızlık öyle yorgun
Gökyüzü genişler birazdan, yağmur diner
Mindere uzanır misafir güneş
Camlarda ışıldayan altın aydınlık
Masadaki sürahiye yansır
Bütün tazeliğiyle yeniden
Cömert bir gün doğar şehrin üstüne.
Güzeldir bu tabiat güzelliğine
Oysa insanları da sevmek isterdim
Böyle uzak oldukça kendimden bile
Tad alamıyorum canım dünyadan
16.05.2007 - 12:46
Bir Nefeslik Mola
dolunay gecelerimde
sevdan düşer yüreğime
gamzelerin kipriğin ok
aşk kanar içten içe
yarama tütün basarım
sesinin titreşimlerinde buluşur
sana dokunurum nefesimle
üşüyen yalnızlığım adına
voltajı yüksek ceryana kapılır
acıyan yerimi ararım
allaha dua ederken ellerim
ruhum tövbe tutmaz
olgunlaşan gülü koklar
cennetten bir meyvenin tadına bakarken
günahkar bedenim titrer
cesaret korkuyu yener
ateş almış büyü kazanı
kepce ister karıştırmaya
mis gibi koku yayılır
sarhoş olur bedenler
piston otomatik çalışır
arızasını bulan usta
alnının terini diliyle siler
mutluluk gözlerinde
bir nefeslik mola
16.05.2007 - 12:45
Ta kendisi
ben sevmeyi bilmem
benim için nesiller tükensin
güneşi karartsın beni isteyen
yeşili kırmızı yaptığın zaman belki
ya da dünyayı durdurursan
-ki o döndükçe yaşlanıyorum
daha güzel olurum ben
kadavralardan kestim biçtim kendimi
görünen yerlerim en güzelleri
ama çaldığım kalpler atmıyor bende
sen gibi her birini gömdüğümde
tanrı bıkıyor benden
ben kendimden
kardeşin cehennemden.
hapsolduğumuz 3'de
çarpışıp duracağız
iki yüz yerde
bir yüz gökte
ve
ateş kimde olursa olsun
beraber yanacağız.
16.05.2007 - 12:44
nerdesin
Anlayamadın ki;
Dudaktı sende,
Şuh sevişmelerin ateşi vereni.
Her alt dudak alışta,
Solumaların arzulanırdı, pompalanarak.
Ben gözlerimle dokunurdum önce,
İçinden çıkan kışkırtırdı, bebelerini.
Gül yaprağına düşen bir damla su,
Çarpıntı başlatırdı sende.
Gezindikçe cennetlerinde,
Mezapotamya idi kalçaların,
Her biri ayrı bir anadolu yaşamı,
Aykırı vuruşlarım sallardı, uc noktalarını.
Sıçrardın, titreklikti sevişlerim.
Dudaklarını kuruturdu nefes alışverişler.
Her noktana bir dil darbesi,
Tüm duyularına hareket emri idi.
Sırtın yatağa mesafeli,
Yüzün tavanla öpüşürdü.
Dil pas pas olurdu, tuzlu yağmurlarına.
Sildikçe dolu başlardı adeta.
Kısraktı bacakların, şaha kaldırır,
İlikler nehir olur,
Ova'lardan düz indirir,
Patikalarda oksijen aldırırdı.
Alevdi sarışlarım, kuru bedenin,
Yağmur yemiş tarla gibi solurdu.
Hakimiyet kaybolur, sen gider.
Tanımadığın perdeli, iç aynan gelirdi.
Kokun nefeslerin en tahrik edeni,
Ateşime benzin yemiş gibi girerdi.
Yorulmazdın, çarşaf Deniz,
Sen Su, ben Toprak,
Karışırdık doğa üçgenine.
Çamur olurduk seninle.
Etkileri değerdi her şeye.
16.05.2007 - 12:43
canım
Sensiz geçen günlerde hayat
Hiçbir tat vermedi bana
Güzelim uzat dudaklarını
Öpeyim kana kana
Bir bakışta kalbime düşürdüğün ateş
Şimdi tutuştu yanıyor alev alev
Sen yanımda olmasan bile
Geçmez canım ruhumdaki fırtına
İstemem artık başka birini
Gördükten sonra dünya güzelini
Ah bir de bilsen geçenleri kalbimden
Seni ne kadar çok sevdiğimi
16.05.2007 - 12:43
gece gözlüme
Sevdim seni derinden ve sessizce
En güzel günlerim inan seninle
Nice mutluluklar yarattın benliğinle
İnan bana
Sevmek mi suçum ağlarım kaderime
Ellerim kavuşmak istedi sevgine
Var olduğum sürece seni seveceğime
İnandım sana canım bütün gönlümle
Yarim dedim sevdim hep seni delice
Onsuz olmaz dedim düşündüm her gece
Razıydım senin uzaktan bir tek gülüşüne
Umutluyum bir gün beni seveceğine
Mazi olmasın bu aşk sevdim seni bir kere
Toplam 1039 mesaj bulundu