Ahmet Güneş - Hakkında Yazdığı Tanıtım Yazısı



yaşamın her anında bir şeyler yaratmak gerekir.
***'Neysen O ol'***


TUVAL ÖMRÜM

Aşkın bir resim çiziyorum
Ömrüm tuvale
Yaşam diye
Bütün yaşanmamışlıkların renginde
Başlamak mıydı zor olan
Yoksa başlangıçları anabilmek mi
Öncenin sonranın
Yaşamın ölümün
Ve denizin buluştuğu üçgende
Seglawi atların diyarına xweşkani’ye
Ömrün baharı
Mevsimin umarsız
Yüzünde zindan
Ve Türkiye
Adakta hayatlar tablosu
Örülen gergefin çokgeninde
Dewréş’é Ewdi’nin
Arap atı köstebek yuvasında
Kavganın yalanına
Destani aşkına adandığı
Kepez’in eteğinde bıraktım
Eylül sarısı vurmuş çocukluğumu
Zamansız boy veren ağıt
Sesini havarlara yitmiş Habur’u
Esmer tenli
İlkyazları vardı o kentin
Düşlerimin Beyrut’u gibi kaldı.
Düş bahçemi saran çakır dikenler
Karanlıklar
Ölüm haberleri
Bir yudum oğul sevdasına ölenler
O kentte
Gözlerine dikenli teller çekilmiş
Cerenler vardı
Ve tutsaklık
Hücre hücre dolunca günümüze
Gecelerimize
Faili muğlak ölümler çoğaldı
Şimdi her şey
Ve her şey adına
B özlem yangınına
Bir damaklık su değdirmeden
Gereksiz bir ferman olacak ömrüm
Ne Espere ne Zühal
“erkendi” dedirtmeyecekte ölüm
sözün bittiği
sızının yetmediği yer
Zervan’ı
Yağmur ıslaklığı
Toprak kokusu
Ve çığlara bedel
Olası
Bütün yaşanmışlıklar adına
Vee ardına gömdüm
Sualler birikmesin yollarımda
İşte bedenimi seriyorum
Ege’den Marmara’ya
Kovulduğum bütün yollara
Ekiyorum düşlerimi
Ege boylarında tükenen yıllarım
Göğsümde yarım vuruşluk nefes
Adına ve aşkına özlenmiş
Yaşanmamış tüm anılarımı
Ak gülüşlü didarları
Topraksız sınırlara
Acı sürgünü analara diyorum
Bir deste kara umut değil
Düşen zamandan
Ömrümden ömrümü azalttığım
Çocukluğumun yansısı
gençliğimin besmelesine
düştüğüm soluk
bir garip sevda
ah ne garipler yitti
ne Garipler doğdu o diyarda
kurdi renklere bezenmiş
resimlere
satırlara
Kelepçeli zamanlara birikmiş özlem
Yaşanmamış yar
Dizine baş konmamış yar
Uçurumlarına tutunduğum
Uçurumlarında vurulduğum yar
Gidiyor muyum gerçekten
Ben seni yaşanmamış ömrüme
Gömdüm ey zervan
Yüreğimi taşımayan bedenime kalsın
Sitemim
İsyanım
Ne ki
Çocukluğumun revan yeldi rüzgarına
Vurulan her yürekte
Ateşi ateşte tanıyan kelebekte
Hüzün bilenmiş
Garip’çe bir busede
Ve bir katre acı
Bir yaşam onur bıraktığım
Sevdiklerimde
Sevenlerimde yaşayanım
Varsın urla olsun
Sınırlara paralanmış ömrümde
Son mekanım ki ben
Ceylanların tutsak düştüğü kentte
Kış inadı zeytin dalı
Bilge gömütlerde
Çocukluk hayallerimi sakladım.
Şadiye Manap



LİCE KAR SESSİZLİĞİNDE KİBRİT

Gözümün birinde yapraksız açar güller,
Birinde barut kokusunda bulut,
Firari güvercinler subaşlarına inmiyor canım ustam,
İnsan etini yiyen kuşlar gökyüzüne tünenmiş şimdi
Gökyüzü kıpkızıla kesilmiş ki hiç sorma.
İnanırmısın, analarının berrak memelerini emerken
Çaldılar çocukları,
Ve nihayetinde krallar tanıdım,
Babasız doğurduğum henüz dili dönmez çocuklarımın
Beyniyle doyan,
Oysa kralları da yaratan bendim
Ve şimdi memelerimden ak süt yerine agu sağıyorlar.
Öyle ağıda uçmasın denizsiz kuşların,
Umudunun dağ mavisine saklanırlar
Sen ellerini döşünde titretirken kan kokusundan.
Toprağı yeniden yırtar yediverenler
Ve yeniden dağlara tırmanır bir parçan, umudun, her bahar
Ve her kış elleri donmuş kar içinde,
Saçları güneş görmeyeli hayli zamandır.
Derin bir iç çeker kokusuna dayandığın tüm güller,
Yol boylarına serilmiş yıldızlar da suskun,
Kim görecek simdi bu nehir yakan sesimi?
Ben gün görmemiş yaşımdayım daha,
Ele avuca sığmaz umudum.
Hani faili meçhule gider ya bembeyaz düşlerim,
Hani vurulurum ya yokluğunun zemherisinde
Tahminsiz bir şafakta,
İşte o an orada muamma bir kent olurum yanan,
Tanrısız bir gökyüzü.
Bu yazgı değil yavrum,
Peşine düşüp gittiğin hayal da değil,
Haramiliktir bu, döşümüzden özümüzü çalan,
Bir değil çiçek, çiçek gülüşümüzü yağmalayan sahte kardeşlik
Ve zehir suyudur dost öpmesi.
Seni sarmalayan kollar çürümüş kardeş eli dediğin,
Bundandır sürgün kaçışım,
Her mevsim başlangıcında hayalimde gözlerini öperek,
Bundandır sürgünüm.
Mardin akşamlarında kocamış hasretin
Gözlerin her bahar yontulur,
Genzin kar altında Berfin açar,
Adımlarını sayarsın puslu, kurt uyumaz gecede.
Dilim sarhoş ağzında lal
Ve ellerim yanmış Zinar’ın beşiğinde duman.
Her sabah yandığında bir yanım
Her kuşluk zamanı Kafdağına sığınırım
Zamansız filizlenen asminle,
Rüyalarım salkım saçak iğde dallarında
Ve el emeğin nazlı, ak, alyazman.
Güneş esmer tenini sarkıtırken Diyarbekir kalesinden Karacadağ'a
Sen yüreğinde boğuluyorsun Lice’nin
Ve çeyizin darmadağınık
Umut benekli çocuk yüzünde
Elörgüsü sevdan da yok
Ve gerillan onyedisinde terlememiş dahabıyığı
Gözün,
Dağ kokusu rüzgarın
Yelli yelsiz kuytuluğunda şafağın.

Mehmet TURAN / 31.08.2006




BİR KAVMİN AĞIDIDIR


Ateşten bir kavmin, güneşten bir acısıdır bu hikâye. Tek bir kelimesinde yalan yoktur.Varsa bir eksikliği,anlatılamamıştır,hepsi bu...
Bir kavim, tekmil Tanrı Dağı Agirinin obasında çadırlarını kurmuş yazgılarının, acılarının ve geleceklerinin gizini çözerler. Bazid’ in şehidi koca bir aleyhlin gibi ortadadır.

Amaralı Kavmin;
Demdeman saçlı çocukları
Kaşga alınlı billurvanları
Homeros’la Fegiye Teyran’ı konuşturan dengbéjleri
Şahan gözlü, çatal, civan yiğitleri
Ağıtlarıyla ölüleri ayağa kaldıran ağıtçı kadınları
Saçları yasemen, menekşe, püren kokan ve her bir buklesi
Bin-bir hal alan genç kızları

Lal semavenleri
Iğrınarak kanayan yaralıları
Zafer iksiri içmiş gerillaları
Ve
Tutsakları vardır...

Bazid obası, Agirinin eteklerinde kanlarda koyu yeşili andırır. Obada, taşlı mavi yapraklı can çiçeği, morlaşmış mavi Dağ lalesi, kışın sıcağı yazın serinliği seven kına çiçeği, sarı-turuncu göz alıcı kadife çiçeği, sarı kanarya, bin-bir renk alaşımlı mahmur çiçeği, her martta boy-boy atan, aslan ağzına benzeyen newroz çiçeği, beyaz-sarı mavili nilüfer, mavi Peygamber Dikeni, yıldız çiçeği, kan kırmızısı ateş çiçeği, pembe-beyaz ve kırmızı kamelya, yüksekçe yerlerde topraktan fışkırırcasına boy atmış nazlı Alp Yıldız çiçeği, sarı Düğün çiçeği vardır. Bir de bin-bir kelebeği vardır, kanatlarında yüzbinlerce kadının sureti olan, xal-xal kelebekler, renk cümbüşü kelebekler... Efsahan efsanelerinde, Agirinin, gece gümüşi bir kemer gibi, gündüz vrugun bir bılurun sesi gibi akar durur.
Her şeyde bir giz vardı ve tan atımında, Amaralı Kavim gizin dilini çözecek, her şey dile dönüşecek, her şey ve herkes dile kavuşacaktı.”Önce kutsal kelam vardı” diyen havarilere,”kelamdan önce şahadet vardı ve Kelam şahadetten sonra gelir”denilecekti.Bu gece dile kavuşacaktı şehitler,her şey ama her şey konuşulacak,herkes kendi ağıdını dile getirecekti...
Ağıtçı kadınlar ölüleri uyandıracak, kaşga alınlı bılurvanlar ve dengbéjler tekmil âlemi, bılur yapıp Homeros’tan Firdevsi’ ye, Firdevsi’ den Xani’ye Xani’den Cigerxwine Peygambersel ağıtlar söyleyecek ve çalacak, fısıltılar-dağlar-yağmur-kokular-gerillalar-mayıs-tutsaklar konuşacak, ayrılık türküleri söylenecek, geriye kalanlar ve kadınlar konuşacak.


İsmet, bılur, klam, aleyhlin, yağmur
İsmet, fısıltı, rüzgâr, mayıs, tutsak
İsmet, lal, semavenlerin etrafında semah yaptığı bir ay parçası
İsmet, koku, yolcu, sevgili, barış
İsmet, acılardan Amara Deryasına akan bir nehre dönecek, tekmil ığrınarak ağıtlar yakacaktı, korkunç acıların muhteşem gecesiydi ve tan atımı attı-atacak
FISILTI KONUŞUYOR;

Bir akşam üstüydü
Gömüldüğümüz düşlerden uyanıyorduk
Rüzgar ölüyordu
Yakamozlanıyordu düşlerimiz
Her şey sırra dönüşüyordu


Ve bir yaralı kuştu gece
Ben ve deniz gözlerinde kaybolup giden
Düşey yıldızları topluyorduk
Bizi terk edip gitmeyecek


Sen granitten bir hüzündün
Gece, siyaha boyuyordu ak düşmüş saçlarını
Duvarlar ürpererek soruyorlardı
Titrek ve telaşsız nefesini


Buluşacağımız yeri fısıldıyordu gece
Yollara dalan gözlerimizdi
Sonra rehwan atlı süvariler gibi
Ürpererek uzaklaştı bakışlarımız


Gözlerin uzağı söylüyordu
Biz lal olmuş gözlerine bakıyorduk
Ürpererek uzaklaştı gözlerimiz
Bir gerilla yürüyüşü tasarlıyorduk seninle
Tutsaklığın acısıyla demlenmiş bir gerilla yürüyüşü
Sen bize dağların gizini anlatacaktın
Biz sana, hasretin ve dağ açlığımızı
Tasarlanmış bir yürüyüşte...üç gerilla olacaktık

Şimdi terk ediyorduk birbirimizi
Bütün anıların sindiği bu duvar mekanları
Yaşadığımız aşkların ayak izlerini
Aşınmış terli-delikanlı yıllarımızı


FISLTILAR SUSUYOR...
DENİZ AĞLIYOR...

BILUR KONUŞUYOR;

Tel-tel zülüf oluyor
Ilgın-ılgın sevda oluyor
Islık-ıslık aşk kokuyor
Ararat oluyor, sen oluyor
.... ...................
Tekmil alem susuyor.
Bir tek bılur konuşuyor,koca Agıri,sofinin ağzında bir bılura dönüşmüş dağların gizini Amaralı kavime anlatıyor...Kavim tekmil,”béje bılurvano béje”diyor...


BILUR SUSUYOR...
POLA AĞLIYOR...

AĞITÇI KADINLAR KONUŞUYOR;

Acılarımız zamanın koynunda
Sessizce kesen bir testereye dönmüş
Kesiliriz çocuk-çocuk
Kesiliriz kadın-kadın
Kesiliriz kavim-kavim
Ey xweda... xwedayé mezin
Bize revamı bu! ?

AĞITÇILAR SUSUYOR...
AVESTA AĞLIYOR...

DAĞLAR KONUŞUYOR;

Uçurumun iki yakasındayız
Bir tarafında siz, bir tarafında o
Bir çiçek büyürdü dikenli
Adı ayrılık

Yırtık mekanlarımızdan
Gölgelik düşerdi Van gölü’ne
Siyabend gözlerimizin akında
Dağ geyikleri gibi uçardı


Uçurumun dibi hep
Xecé’nin silüetini nakşederdi yüzünüze
Sonra Tamara’yı düşlerdiniz
Taşlar ağlardı, yapraklar konuşurdu
Şehitlerin anlatım zamanı gelirdi
Dolardı taşlı-kahırlı bağrıma
İsmet bir başka güzel olurdu
Gamzeli gülüşlerinde

DAĞLAR SUSUYOR....
BESTA AĞLIYOR...

YAĞMUR KONUŞUYOR;

Gece hiç bitmesin
Yürüyüşümüz hep sürsün
Boşalırım gecelerinize
Hüzün olurum hazanda
Bereket olurum baharda
Türkümü hep söylerim dağlara
Bir de dağların sevdalısı
Gönlümün sahibi gerillalara

YAĞMUR SUSUYOR...
ÇİÇEK AĞLIYOR...

KOKULAR KONUŞUYOR;

Her gece bir başka koku yayılır dağlara
Her şehit bir kokudur
Bazid obasında
Taze ıhlamur kokusu
Islak reçine kokusu
Güzel akasya kokusu
Ağır iğde kokusu
Yeşil menengeç kokusu
Kırkbağ ıtır kokusu
Enfes lavanta kokusu
Saf gül kokusu
Kekik kokusu
Dağ reyhanı kokusu
Ve nilüfer kokusu
Zambak ve leylak kokusu
Ve hepsi birden eder Şehit İSMET kokusu

KOKULAR SUSUYOR...
JİYAN AĞLIYOR...


MAYIS KONNUŞUYOR;
Bağrımdadır çocuklarınız
Hüznümle yıkar, yeşilliğimle kefenlerim onları
Çocuk diye, kelebek diye, rüzgar diye
Veririm size onları

MAYIS SUSUYOR...
DILOVAN AĞLIYOR...
Ayrılık Türküsü Çalıyor;

Her yüreğin bir türküsü vardır.
Her mevsim bana seni anlatır
Rüzgarınla-yağmurunla
Bulutunla-Gökyüzünle
Yaprağınla-Tozunla
Seni anlatır İSMET

Ayrılık türküsü çalıyor
Yaralanıyor bütün sevdalar
İsmet artık bir silüet
Kokusu akasyalarda kalan

TÜRKÜ SUSUYOR..
MAHSUM AĞLIYOR...
ZAFER AĞLIYOR...
LAL SEMAVENLER KONUŞUYOR;

Elleri kartal kanadı gibi açık,deli bir fırtına gibi etrafında dönüyorlar İSMET’ in...

LAL SEMAVENLER SUSUYOR...
DİCLE AĞLIYOR...
...,...

GERİYE KALAN YÜRÜYÜŞÇÜLER KONUŞUYOR;

Gelincik torbası ektik
Hasret kokan göğsüne
Buğday tenli gerillalar
Güneş topladılar yol boyunca
İSMET başak saçlı sevdalar doldurdu koynuna
Irmak boylarına gömdü
Nar tanesi iriliğinde
Akan veda gözyaşlarını
Daha yeni merhaba demişken
Hoşça kal deyiverdi...

YÜRÜYÜŞÇÜLER SUSUYOR...
ÇOCUKLAR AĞLIYOR...



TUTSAKLAR KONUŞUYOR;

Bir tarafımıza asit yağar
Bir tarafımız Anka kuşunun suya dönmüş hali
Bir tarafta Anka dan yeniden doğarız
Karanlık tan atımının arifesi
Gündüz,gecenin özgürlüğü
Gideriz yolları
Aşarız denizleri

Bırak karanlığın ve asidin hükmünü düşünmeyi
Yoldaşımız Anka bizim
Dert etme hançerden sözleri ve ölümleri
Vuslatımız GÜNEŞ bizim

TUTSAKLAR SUSUYOR...
KARKER AĞLIYOR...
KADINLAR KONUŞUYOR;

Yarım ağlamaklı haram ettik gözlerimize
Ceylan derilerine nakş ettik acılarımızı
“Ağlamayın”-“Ağlmayın” dedi,sizlere
Bozulmasın tılsımı acılarımızın

Ağlayacaksak tam ağlamalı,silme ağlamalı
Yıkanır gibi almalı
Yoksa bozulur tılsımı acılarımızın

KADINLAR SUSUYOR...
KELEBEKLER AĞLIYOR...
Gün attı Bazid obasına
Bir ana anlatır, ağlarcasına...

Biz neyiz ki, topraktan başka
Sen o’sun ki ölümsüzlükten yana
Biz neyiz ki senden başka
Sen o’sun ki şehadetten yana

ANA SUSUYOR...
TOPRAK AĞLIYOR...

ŞEHİTLER KONUŞUYOR;

Güzel olan,ölüme en yakın olandır
İSMET güzeldi...

ŞEHİLER SUSUYOR...
BÜTÜN AMARALI AĞLIYOR...