Hüdai Çakmak Antoloji.com

1946 yılında Denizlide doğdum. Öğrenim durumunun (sadece diploma almak için okula gidildiğinden) önemli olmadığını inanıyorum. Bu nedenle bu konuda bilgi vermeye gerek duymuyorum. Yayınlanmış ve yayınlanmamış yirmi kitabım var. Sekiz ciltlik Tersinim teorisi kitabımla tanınıyorum. Halen çalışmaların devam ediyor.
..

Devamını Oku

Toplam 1 mesaj bulundu

TÜM YAZILANLAR
  • laiklik

    16.07.2010 - 11:21

    LAİKLİK NEDİR? NE DEĞİLDİR?

    Gerçekte çok basit çözümü son derece kolay olan bu konunun yanlış, eksik ve bilim dışı yorumlarla devamlı kaşınarak bir kangren haline getirilmeye çalışıldığını ibret ve endişeyle izlemekteyiz.
    Bilindiği gibi İslam dini Allah yolunda cihada, İla-yı Kelimetullah için çalışmayı emreden ve isteyen bir dindir. Kuran-ı Kerim’de Allah (c.c) yolunda savaşmayı can ve mal ile cihadı emreden ayetler Hz. Peygamberin bizzat yaptığı mücadele ile bu hususu teşvik eden hadisler bulunmaktadır. Bundan dolayı İslam fetihleri yalnız Allah’ın hükmünü yeryüzünde hakim kılmak ve insanları bu dini tanıtmak için yapılmıştır.
    Yapılmıştır ama insanların zorla İslamlaştırılmaları hedef alınmamıştır. Pek çok ülke fethedilmiş olmalarına rağmen burada yaşayan insanların bazı koşulları yerine getirdikleri takdirde dinlerinde kalmalarına izin verilmiştir. Bu durum Hz. Peygamberin dinde zorlama yoktur hadisiyle en güçlü şekilde ifadesini bulur.
    Bu mantık nice yüzyıllar sonra laiklik olarak gündeme gelecek, dünyada barış ve huzur için olmazsa olmaz ilkelerden birini oluşturacaktır.
    Nice yüzyıllar önce ortaya konulmuş olan laiklik ilkesi günümüzde her ne kadar dinin devlet işlerine karıştırılmaması olarak tanımlanır ise de bireyleri dolaysıyla toplumları derinden ve güçlü bir şekilde etkileyen dinin, toplumların en büyük örgütlenmesi olan devletten soyutlanması doğal devlet kavramıyla uyuşmaz. Bu kuram (dinin devlet işlerine karışmama kuramı) olsa olsa yapay devletlerde söz konusu olabilir. Amacından uzaklaştırılarak bazı ideolojik zorlamalarla, uydurmalarla ortaya konulduğu açıktır.
    İnanç birliği gibi oluşum ve kültürel değerleri görmezlikten gelerek ya da yok sayarak bireysel ve toplumsal özgürlükleri bazı ideolojilerin çizgileriyle sınırlayan, öngördükleri kavramları zorla uygulamaya kalkışan devletlerin uzun ömürlü olmalarının imkânsızlığını tarih çok güzel ve net bir şekilde göstermiştir.
    Dinin devlet işlerine karışmaması tanımının yanlışlığı ve mantıksızlığı açıktır. Çünkü bu doğal bir tanımlama değildir. Bu nedenle laikliği devletin vatandaşları arasındaki farklılıklar konusunda tarafsız kalmasıdır şeklinde tanımlamak ve yorumlamak daha doğru, güzel ve doğal olur.
    Görüleceği gibi bu tanım sadece dinsellikle ilgili zannedilen laiklik kavramını vatandaşlar arasındaki tüm farklılıkları kapsayacak şekilde genişletip, evrenleştirir.
    Devlet laiklik kavramıyla doğal bir oluşum olan bireyler arasındaki farklılıklarda tarafsız kalarak tüm vatandaşlarını çatısı altında toplamayı amaç edinmiştir. Devletin uygulamakla görevli olduğu adalet kavramının olmazsa olmaz gereklerinden olan tarafsızlığa bu ilke sayesinde kavuşur, vatandaşlarına bir başkasının hak ve inançlarına kadar uzanan neredeyse sonsuz denebilecek din, vicdan ve inanç özgürlüğü sağlar.
    Burada tarafsızlık kavramanı ilgisizlik olarak yorumlamamalıdır. Devlet vatandaşlarının gerek bireysel, gerekse toplumsal ihtiyaçlarını en iyi şekilde ve en kısa zamanda karşılamakla da görevlidir. Bu nedenle bireysel ya da toplumsal farklılıklar konusunda ilgisiz kalamaz. Vatandaşlarına sağladığı özgürlükleri kullanma hakkını ve imkânını bütünüyle vermeye çalışır. Bu nedenle dinsel ihtiyaçlar, dinleri yaşama ve uygulama özgürlüğü tam bir tarafsızlıkla devletlerin yakın ilgisi, garantisi, koruması ve desteği altında olmalıdır. Bu ilgi, koruma ve garanti öylesine önemlidir ki hiç bir ideolojik baskı devletlerin bu görevini engelleyememelidir. Aksi halde toplumlar parçalanır. Vatandaşlarının desteğini sağlamayan, sağlayamayan devletlerin ise yaşaması mümkün değildir.
    İnançların farklı oluşu yaşama ve uygulama şekillerinin de farklı olduğu anlamına gelir. Bu farklılıkları koruma, kısıntısız uygulama ve yaşama imkânlarını sağlama devletin laikliği gereği olur. Bu aynı zamanda insan hak ve özgürlüklerinin vazgeçilmeyen ilkelerindendir.
    Bir hukuk sisteminin ayırım yapmadan tüm insanlara uygulanabilir oluşu bu hukuku belirli bir inancın sınırlarından çıkarıp evrenselleştir. İslam hukuku bu evrenselleşmeye güzel bir örnektir. İslam'ın dinde zorlama yoktur ilkesi laiklik kavramının İslam hukukunda var olduğunu ve uygulandığını gösterir. Şüphesiz bu uygulamadaki en büyük görev devlete düşmektedir.
    Devlet görevlerinden en önemlilerinden birisi vatandaşlarına sonsuz sayılabilecek bir inanç ve fikir özgürlüğü sağlamak kadar bu özgürlüğü yaşama imkanlarını ortya koymaktır. Hiç bir insan fikrini, inancını bir başkasına ya da toplumlara zarar vermeme kaydıyla istedikleri gibi ifade etme, yaşama istekleri nedeniyle suçlanamaz. Bu nedenle vatandaşlarının inanç gereklerini yaşama olanaklarını eksiksiz sağlama görevi devletlere aittir.
    Kimi insanlar dinselliği teotik ve kişisel zannederler. Teotiklik ise akıl ve bilim dışılıktır. Bu nedenle toplumsal değildir. Toplumsal düzenlemeler akıl dışı kuramlarla düzenlenemezler. Modern toplumlar teotik olguların dışında tamamen akla, mantığa ve bilime uygun düzenlemelerle kurulmalıdır.
    Bu görüşte olan insanlar toplumların bireylerden oluştuklarını unutmuş görünmektedirler. Bireylerin yaşamlarını derinden etkileyen olguları yok kabul edip, bu olguları toplumlardan nasıl soyutlayabilir siniz?
    Bu mantığın bir var edici iradeyi en baştan ret ve inkâr eden materyalist mantığın ürünü olduğundan şüphe yoktur. Bu gün bu mantık adaletten sanata kadar hemen, hemen tüm alanlarda toplumsal oluşumların kurgulanmasına ve işleyişine güçlü ve derinden etkilemiştir ve etkilemektedir. İnsanlık bu doğa dışı yapay örgütlenmenin oluşturduğu baskıdan bir an önce kurtulup doğallığa kavuşma çabalarının sancılarını çekmektedir.
    İnanç özgürlüğünün sadece sözde kalmayıp işlerliğinin sağlanması görevinin devletlere düştüğünü daha önce yazmıştık. Bu da ateist devletlerin bir öcü olarak takdim ettikleri şeraitin eksiksiz uygulanması anlamına gelir. Gerçektende İslam gibi büyük dinlerin kendine özgü toplumsal düzenleri vardır. İnanç sahipleri de hayatlarını bu düzenler içinde geçirmek isterler. Kimi felsefelerin şiddetle karşı çıkmaları bu gerçeği değiştirmez ayrıca devletleri de doğrudan ilgilendirmez. Bunun nedeni de devletlerin inançlara müdahale edemeyeceğidir.
    Referans aldığımız İslam dinin toplumsal gereksinimlerinden bir kaçından bahsederse şunları yazabiliriz.
    İslam dini her şeyden önce toplumsal eşitliği ve dayanışmayı ön planda tutar. Fark sadece taattadır.
    İslam dini öngördüğü toplumsal eşitlik ve dayanışmayı sağlamak için tüm olanaklarını seferber eder, devlet gelirleri dahil her imkânı kullanır.
    İslam devleti gelir kaynaklarının zekât, humus ve fey olmak üzere üç sınıftan oluştuğu görülür.
    Zekât Müslümanların ilgili yerlerde harcaması için devlete verdikleri vergilerden, humus ve fey ise gayr-i Müslimlerden elde edilen cizye, haraç gibi gelirlerden oluşur.
    Humus, fey, gümrük vergileri gibi gelirler bedir ehli, peygamber efendimizin hanımları gibi istisna tutulan bir kısım dışında Müslümanlar arasında herhangi bir ayırım yapılmadan eşit bir şekilde dağıtılmıştır.
    Bu gelirlerin içinde zekâtın özel bir yerinin ve amacının olduğunu, bu nedenle bu gelirlerin Müslümanlar arasında eşit şekilde dağıtılmadığını görürüz.
    Zekat gelirlerinin nerelere sarf edileceği Kuran ayet ve hadislerle açık bir şekilde belirtilmiştir. Bir bakıma zekâtın toplanması ve belirtilen yerlere dağıtımı diğerleriyle birlikte devlete ait bir görevdir.
    Laik devletler bu görevlerden kimilerini yapıp kimilerini yapmama ya da istedikleri gibi yorumlayıp uygulama hakkına sahip değildirler. Bir bakıma dinsel hukuk laiklik gereği devletleri de bağlar. Devletler hiç bir şekilde vatandaşlarının inançlarını özgürce yaşamasına engel yasalar, kurallar koyamaz. Nice uzun zamandır dinmeyen bir sızı, kapanmayan bir yara olarak ülkemizde güncelliğini koruyan başörtüsü yasağı laik devlet adına tam bir yüz karasıdır.

    Hüdai ÇAKMAK
    Yazar
    Tersinim Teorisi Kurgulayıcısı

  • laiklik

    16.07.2010 - 11:20

    Laiklik devletlerin din konusunda tarafsız kalması, ayırım yapmadan sonsuz bir din ve inanç özgürüğü sağlama ve yaşama imkanlarını ortaya koymasıdır.

  • tersinim teorisi

    15.07.2010 - 17:48

    BASİTE İNDİRGENEMEZ KOMPLEKS SİSTEMLER

    Varoluşu gerektiği gibi ve gerektiği kadar bilinmesinde gerekli en önemli hususlardan birisi; basite indirgenemez kompleks sistemlerin, bu sistemlerin oluşturduğu bütünselliklerin ve bu bütünselliklerin meydana getirdiği kurgusallıkların ne olduğu ya da ne olmadığıdır.
    Basite indirgenemez kompleks sistemler derken bu sistemleri meydana getiren parçaların birden fazla olduğunu, amaca yönelik olarak yerli yerinde ve eksiksiz oluştuğunu, parçalardan herhangi birinin eksikliği, bozukluğu ya da yer değişiminin öngörülen amaca ulaşmayı zorlaştırdığı ya da imkânsız hâle getirdiğini anlatmaya çalışıyoruz.
    Basite indirgenemez kompleks sistemlerin bütünselliği ise birden fazla kompleks sistemlerin bir amaca yönelik olarak bir araya gelmesini ifade eder.
    Fakat oluşan basite indirgenemez kompleks sistemlerin bütünselliği amaca uygun olarak oluşsa bile devamlılığına yetmeyebilir. Devamlılığın sağlanması için başka basite indirgenemez sistemler ve bu sistemlerin oluşturduğu bütünsellikler devreye girmek zorunda kalabilir.
    Basite indirgenemez kompleks sistemlerin bütünselliğindeki oluşumların aynı amaca yönelik olarak bir araya gelmesi ise basite indirgenemez kompleks sistemlerin bütünsel kurgusunu oluşturur. Canlı bedenleri bu kurgunun en güzel ve çarpıcı örnekleridir.
    Yeri ve zamanı geldiğinde uzun uzun bahsedeceğimiz canlı vücutları ister tek hücreli, ister çok hücreli olsun hepsi de basite indirgenemez kompleks sistemlerin bütünsel kurgusundaki oluşumlardır.
    Kimi materyalist düşünür bu büyük gerçeğin farkındadır. Farkındadır ama genelde materyalist kimlikleri bilimsel kimliklerinin önündedir. Aklı, mantığı ve bilimsel ahlakı unutmuşlardır.
    Harvard Üniversitesi'nden ünlü bir genetikçi ve aynı zamanda önde gelen bir evrim teorisi taraftarı olan Richard Lewontin, önce materyalist, sonra bilim adamı olduğunu şöyle itiraf etmektedir:
    -Bizim materyalizme bir inancımız var. Önceden kabul edilmiş, doğru varsayılmış birinci derecede bir inançtır bu.
    Bizi dünyaya materyalist bir açıklama getirmeye zorlayan şey, bilimin yöntemleri ve kuralları değildir. Aksine, materyalizme olan bu birinci derecede bağlılığımız nedeniyle, dünyaya materyalist bir açıklama getiren araştırma yöntemlerini ve kavramlarını kurguluyoruz.
    Materyalizm mutlak doğru olduğuna göre de, İlahi bir açıklamanın sahneye girmesine asla izin veremeyiz.
    Bir başka materyalist evrimci ise materyalist felsefenin düştüğü içinden çıkılmaz zorluklar karşısında şu sözleri söylemekten çekinmemiştir.
    -Bir var edicinin varlığını inanmaktansa imkânsız kere imkânsızı kabul etmek bizim için daha kolaydır.
    Materyalizm ve uzantısı teori taraftarlarının kendilerini nası bir taassubun zindanlarına hapsettiklerini hiç bir şey bu cümleler kadar güzel ifade edemez.

    Hüdai ÇAKMAK
    Yazar
    Tersinim Teorisi kurgulayıcısı

Toplam 8 mesaj bulundu

TÜM YAZILANLAR