Bir psikoterapistin kahverengi, maun ve ağır görünümlü geniş masasının tam da yanında duran; siyah (deri kaplı) ve evlerimizdekilerden çok daha geniş ve konforlu koltuklarından birinin kenarlarına dirseklerini dayayıp utangaçlık ve suçluluk ve belki biraz da 'hasta adam' duygularıyla kızarıp bozarırken bir yandan, diğer yandan bakışlarını duvarda asılı duran yağlı boya tabloya dikip ve 'şunu yapınca böyle oluyor, bunu görünce şunu hissediyorum, şu olmasaydı böyle olmazdı, şu olsaydı farklı olurdu' gibi bir sürü laflar edip çareler bekleyen adam hep ama hep ve her seferinde bir başkası olmayacaktı elbette...
Her gün ekranlarda ölümlerini, yaralanışlarını ya da delirmelerini ya da olmadı hastalık hallerini izlediğimiz onlarca insanın başına bunların gelmesi konusunda taşıdıkları potansiyel neyse aynı potansiyeli taşıdığımızı ve hayatın ve de şartlarının bizler arasında sınıflandırmalar ve ayrımlar yapmaya hiç ama hiç niyeti olmadığını anlamak ve görmek için bunları yaşamak şart değildir belki ama en azından bu ihtimalin varlığını da her koşulda hesaba katmak gerekiyordur ve gerekiyorduysa yaşamak da bir ihtimaldir değil mi
E biz de yaşayıp anlayacağız o halde...
*****
Her köşe başında bir köpek leşi... Kararmış sokak lambaları... Kıyıları acımasızca döven poyraz dalgaları... Kış... Kara kış... Titrek mum alevinin ışığını gölgelendiren sigara dumanı... Paramparça olmuş bir otomobilin yanmaya devam eden dörtlüleri... Depremden sağ çıkmış bir binanın harabeye dönmüş yapısı... Hıçkıra hıçkıra ağlayan bir sokak çocuğu... Yerleri süpüren uzun-siyah paltosu, uzamış saçı ve sakalı, sönmüş olduğu halde inatla dudaklarında duran sigarası ve yere eğik başıyla hızlı hızlı yürüyen bir mahalle delisi... Şimsek maviliğiyle çığlık çığlığa bir ambulans...Müşteri bulamadığı için beklediği köşede uyuyakalmış bir fahişe... Buğulu camların ardında nöbet tutan ıslak kirpikler... Islak zemini daha bir aydınlık gösteren vitrin aydınlatmaları... Sessiz bir sokak... Sokağı caddeye bağlayan köşebaşındaki eğik sokak tabelası... Bıkmadan usanmadan kırmızıdan sarıya, sarıdan yeşile, yeşilden kırmızıya dönen trafik lambaları; trafiksiz bir gece vaktinin çalışmaktan usanmayan neferleri...
Ve köprü altları... Keyfi nalbur raflarında arayanların 'gecebirlik' gözyaşları... Saldırganlık... Koca mahallede yanan tek oda ampülü... Koca dayağı... Pembeli morlu sığınma evleri... Darûlaceze... Sene de bir gün de olsa sallanan ellerde ki derin kırıklar, çizgiler... Gündüz onbir otuz suları duyulan selâ... Yalnızlık... Kimbilir hangi telaşla otobüste unutulmuş siyah bir şemsiye... Cama vuran yağmur damlaları... Budapeşte istasyonundan yayın yapan bir eski zaman transistörlü radyosunda 'lili marleen' şarkısı... Kısık sesiyle salonun köşebaşında bir siyah-beyaz televizyon; eski zaman Türkiye’si; 70 li yıllar... Gece... Ve yarım yamalak sevdâm... Ve kaç zamandır sereserpe bir ben... Kaç zamandır böyleyim ben..?
*****
..
Doğum Gününüzü Can-ı Gönülden Kutlar sağlık,sıhhat, huzur ve mutluluk dolu nice nice yıllar dilerim.
Sevgi, Saygı ve Muhabbetle
Dost...
Ne güzel bir yazı bu. Ölüm hastane beyazının üşüteni mi demişsiniz ya, bence evet... Üşüten bir beyazı var hastane duvarlarının... Ama sevdanıza karışmam ben o size kalmış.
seviliyor olmak güzel ama sevipte sevilmemek kötü, biliyorum ben.
Toplam 11 mesaj bulundu