Şair arkadaşımız Sn. Harun Yiğit < DOĞUM GÜNÜNÜZ KUTLU OLSUN > - Ayrıca sizi sitemizdeki bu saygın gruplarımızda görmek dileklerimizle sağlıcakla kalın. * Antoloji Yetkili Şairleri * Evrensel Sanatçılar * Şarkı Sözü Yazarları * * Çağdaş Şairler * Gizler Dünyası * Özgür Şair-Yazarlar * Antoloji Üyeleri *
Bedri Rahmi'nin, 'Ne zaman bir köy türküsü duysam, yazdığım şiirden utanırım! ' sözü hiç aklımdan çıkmaz. Bu sözün içimdeki yeri gurbette daha da derinleşmiştir. Bir söyleşisinde Neşet Ertaş'a sordular, 'Senin nota bilgin de yok, bu sesi bu sazda nasıl buluyorsun? ' diye..O da, 'Notamız yok ama rotamız var, gönlümden geldiği gibi basıyorum! ' diye yanıtlamıştı. İnsanın köklerine bağlılığı böyle bir duygu işte. Nasıl ki her nehrin doğduğu dağ ve aktığı yatağa göre bir karakteri varsa şiir de öyle. Kendi köklerinden soluyarak bulur ruhunu. Türküleri halkın ruhudur. Bu ruhu solumayan köklerinden kopuk demektir. Köklerinden kopukluk ise cansızlıkla eş anlamlıdır. Türküleri bir halkın mirasıdır aynı zamanda. Bu mirasının bilincinde olmayan halk, savrulur gider. Bu gün kendi yurdumuzda, Anadolu'muzdaki şu karanlığa savruluşun külünü üfleyin, altından, 'kendi kültürüne, kendi halkının mirasına ters düşmüşlük, köklerinden kopuyor oluş' çıkar. Sekiz yüzyıl önceden seslenen Yunus'u dinleyin, Dadal'ı, Pir Sultan'ı, Karacaoğlan'ı. İşte köklerimiz onlar bizim. Her biri derin nehir yatakları. Ne güzel anlatır Karacaoğlan sevdalısının saçlarını. Ne güzel söyler 'Zülüf düşmüş gerdana' diye. Ferhat, sevdalısı Şirin için dağları nasıl deler Ferhat. Bir de bugün yaşanan, daha doğrusu Anadolu'muza, halkımıza dayatılan karanlığa bakın: saç göstermenin 'günah' sayıldığı anlayışa; dağların, altın için, siyanürle delik deşik edilişine. Soralım kendimize: Karacaoğlan'ın şiirleri mi mirasımız, 'türban' mı diye..Soralım kendimize: Ferhat mı mirasımız, siyanürle altın arayıcılığı mı diye. Yanıtına göre safımızı tutalım... İşte, Harun Yiğit'in şiirlerini okurken bunları düşündüm. Gurbette ama safını sılasının duygusuyla tutmuş. Köklerinin bilincinde. İstiyor ki kendi köklerinde bilensin duygusu. Sesi kendi ırmağında aksın. İnsanların gurbet ya da sıla, yozlaşıp, softalaşıp, öz değerlerine uzaklaşıp, karardığı, daha da karartılmak istendiği günümüzde, bağrında yüreğini Harun Yiğit gibi halkına, halkının değerlerine, kendi özüne, aydınlık bir gelecek umuduna bağlı olarak taşıyan kardeşlerimiz, bugün her zamankinden daha önem arz ediyor. Harun, 'rotası olan' bir kardeşim. Kelimelerini gönlüyle işliyor. Gönlününse öz kültüründe kökleri var.
Beton yığını harabeler arasında yaşam sürdüren bir kırlangıç gibidir üç satırlık dizelerin sahibi. Gün olur, kendini güneşin kucağına bırakır. Gün olur bozkır rüzgarlarına. Gün olur ırmakların akışıyla deryaların yolunu bulmak için, orkinoslara özenir. Ama en güzeli benim gönül rahatlığıyla duyabildiğim bir ses olması, beni ona yaklaştırıyor.
Yaşanası Dünyada İnsanın gönlünde ki Sevgi yeşermedikçe Cehennem yaşanacaktır Barış olmayan Şu yaşanılası dünyada
Yönünü insana dönüyor, gönlünü sevgiyle yoğurup, sevdayla akıtıyor. Şiirlerini, kır çiçekleri gibi, bozkırların üstüne bırakıyor. Etten ve kemikten oluşmuş bedeniyle, gurbetin acılı yaşamında çırpınıyor bir yaralı kuş gibi. Sahipsizliğini, kimsesizliğini gelinciğin yaprağıyla süsleyip, kelebeğin kanadına bindiriyor ve öylece milim milim şiirlerin içine akıtıyor.
Yanan yüreğim
Karanlıkta Kirpiklerim üstüne Kar düştü Gözlerimden Yanaklarım üstüne İki damla yaş düştü Yarık yarık Suya hasret toprak gibi Sana hasret dudaklarım Yanan yüreğim Bir dokunsan Anında sönecek
Karlı boranlı dağların doruk noktalarından geçerken, üşüdüğünü anlıyorum. Vatan hasreti denilen yağmurlarla ıslandığını biliyorum. Ben, okuduğum şiirlerin sahibini anlıyorum, biliyorum gibi sözlerle anlatmaya çabaladığımı elbette ki biliyorsunuz. Bildiğiniz bilgiler bununla kalmasın, elimde tuttuğum ikinci şiir kitabı 'Duy Yunus Emre' den şiirler okudukça nelere ulaştığını ve neleri gözlemlediğini çok kavrıyorum.
İsterseniz gelin Harun yiğit adlı bu dostun şiirine kulak verelim. Gerçi o davudi sesini duymak o güzel yorumunu dinlemek ayrı bir tat, sözünü ettiğim güzelliği yakınlaşmak için, kendi sesimizle bir şiirini daha okuyalım.
Gibi
Ağaçlarda yaprak gibi Hem sarardım hemi düştüm Fırınlarda ekmek gibi Hem bozardım hemi piştim
Gökyüzünde yeller gibi Kıvrım kıvrım yollar gibi Çaydan akan seller gibi Hem bulandım hemi taştım
Dost önünde diller gibi Yar yüzünde çiller gibi Bahçelerde güller gibi Hem kızardım hemi açtım
Dert dinleyen hancı gibi Harun yiğit kolcu gibi Şu dağlarda yolcu gibi Hem dolandım hemi geçtim
Ben, Harun Yiğit imzalı şiirleri okuyunca doğanın o hırçınlığını buluyorum. Ben, Harun Yiğit imzalı şiirleri okuduğum zaman, denizler içinde var olan derin dalgaların her an koptu kopacak halini görüyorum. Yağmurun kokusunu, gurbetin acı tadını, sılanın buram buram tüttüğünü görüyorum. Eeee benim de içimde sıla hasreti olunca, yüzümü o kokunun üstüne deydiriyorum. Tadım tadım tadımlanıyorum.
Zaman zaman felsefi düşüncenin içinde olmanın gerekliliğini duymuştur. Bu anlamda kendi yorumlarını hiciv olarak şiirlere aktarmıştır. İlk şiirlerinde kısmen uyaklarda ve nefes denilen duraklamalarda basit bir yöntem seçmesine tanık olmuştum. Ama son şiirlerini okuyunca Ozan arkadaşın giderek bu alanda ne denli ilerlediğini gözlemliyorum. Benim bu savımı kanıtlayacak şiirleri de bu yazının içine alarak biraz daha detaylara inmiş olalım.
BEN İDİM GÖRÜNEN
Işığında Hûda ile buluşup Ben idim alemde ulu görünen Gökyüzünde bulut bulut dolaşıp Ben idim yağmurla dolu görünen
Türlü nebât ile toprağa serip Hayvanın postunda şekile girip Kendi suretini balçığa verip Ben idim aslanda Ali görünen
Kan kalesi denen şehiri kurup Kâmilin yanında kemâle erip Eyüp'ün derdine sabrını verip Ben idim nebîde veli görünen
Ne olduğun görüp kendin bilmişe Özüne bürünüp dersin almışa Gecenin sonunda darda kalmışa Ben idim Hızır'ın eli görünen
Yetmiş iki millet insan dininde Zalimlere karşı mazlum yanında Hacı Bektaş, Abdal Musa donunda Ben idim o Kızıl Deli görünen
Doğanın var olan yasalarını kendi düşüncesi olan ve kendine has olan yorumuyla şiirlerini oluşturuyor. Yine son şiirlerinden birinde bu insan doğa ilişkisi bakımından yorumlanan güzel bir şiirinde bunu görüyoruz. Yani Harun Yiğit kendi dünyasında, kendi gücüyle yol alabilmiş. Genç ve yetenekli bir ozanımızdır. Hiciv dünyasında da kendini kanıtlamış, bu alanda da güzel şiirler yazmış bir dirençli yürektir.
GELDİK BUGÜNE
Toprağın özünden, suyun geninden Süzüle, süzüle geldik bu güne Hayvandan insana daha dönmeden Büzüle, büzüle geldik bu güne
Yaz ayında güneş yaktı kavurdu Sel aldı emeği yeller savurdu Doğa bizi dinden dine çevirdi Üzüle, üzüle geldik bu güne
Alim öldürenler geri kaldılar Kendin arayanlar ışık buldular Emek verdik, alın teri çaldılar Ezile, ezile geldik bu güne
Beni aşamadık bize saldırdık Nice değerleri ite çaldırdık İsteyen herkese etek kaldırdık Düzüle, düzüle geldik bu güne
Hak yolunda nice cenge karıştık Kavgalarda Yiğit'lerle yarıştık Kan akıtıp kardeş, kardeş vuruştuk Yazıla, yazıla geldik bu güne
Hele biraz bozkır üstüne doğru yürüyelim. Azıcık bozkır, azıcık kır çeçeği, fazlaca özem kokan bir şiir okuyalım
Kalmadı
Papatyaydın Lalem, mor menekşem, sümbülüm Gönlümde açan gülümdün Kelebeğim Ak güvercinim Sarı kanaryam Gönül bağımda öten bülbülümdün
Güz gelmeden boran vurdu Ne açanım Ne uçanım kaldı
Erenler bağından el alıp geçtiğini kendi söylüyor. Pirler ocağından, dol içtiğini yine kendi söylüyor. Söylediği bu sözlerin doğruluğu sanırım şiirlerin içinde görülüyor. Ustalarına olan saygısı, şiire olan güveni ozanlık değerini gündeme getiriyor. Engin oluşu, her insana saygılı davranması ozan yüreğinin olgunluğunu kanıtlıyor.
Sonra, tanımış birer birer şairleri Can Yoksul, Osman Dağlı şiirleri Bir tutmuş kelimeyle resimleri Ve canında çiçek olup açmış Burcu burcu Anadolu Türküleri, Sanki türkülere has …………………………….Türkülere özelmiş Yiğit
Bir yüreğe girmeye görsün gökkuşağının yedi rengi. Hele hele o yürek, tutkunsa renklerin dansına, başlar renklerle dans etmeye. Yedi renkten yetmişbin renge ulaşıverir bir anda… Gözden gönüle girer renk cümbüşüyle. Gönülde manzara olur, bakış bakış dökülür tuvaller üstüne…Nakış nakış mısra olur düşer şiir üstüne…
Daha küçümen bir yaşta iken resim sanatına ilgi duyan Yiğit kardeş de 1982’ de ilk resim sergisini açar. Sergilerle kentleri ve insanları buluşturur. Bir mübârek koşudur gider. O şehir senin, bu şehir benim… Almanya’ da 50’ nin üstünde şehre ulaşır sergi sergi. Paletinde yüreğinin canhıraş feryadı vardır. Göz görür, el çalışır, yürek gümbürder dostumuzda…
Bazen rengin, fırçanın, paletin gücü yetmez olur... İçinin balkonlarında açan çiçekleri güzel dilinin arı, duru söylemiyle başlar mısralar halinde kâğıtlara yazmaya…
Şiir denen efsunkâr sevgilinin düşer peşine. Şiirin gücü, resmin gücünü çoktan geçmiştir. Anlar bunu… Sözcüklerle resim yapmaya başlar… Şiir koşar, peşinde gölgedir Harun Yiğit; koş babam koş… Yakalamaya çalışır. Yakaladım dediğinde bir de baksa şiir ondan kilometrelerce uzaktadır. Oturur ağlar, yüreğinin gümbürtüsünden kulakları dayanılmaz ağrılar çeker. Çeker ya, bu kere sarılır fırçaya, boyalara, çizgilere…
Bir zaman resim, bir zaman şiir… İkisinin arasında tahteravalli oynar Yiğit dost… Bir iner, bir çıkar… 1986’ da İsviçre’ de düzenlenen Barış yılı resim yarışmasında ikinci olur. Sonra ödüller peşpeşine gelir de gelir… Ama, şiir… Ya güzelim şiir… O güzelim şiirle yanar, tutuşur, kelime kuyumcusu olma gayretine düşer… Ağlayışı ondandır. Yalnız kalışı ondan. Sözleri ona…
Der ki:
“Almak Kadınlara özgü sanma. Benim de Etten yapılı yüreğim var. Çok geceler Avuçlarımın arasında başım Düşer Dizlerimin üstüne gözyaşım.
Yalnızlık Başımın belası Cehenneme döner yüreğim Sarar bedenimi harlı ateş Yanarım. Çok geceler, Avuçlarımın arasında başım Düşer, dizlerimin üstüne göz yaşım…
Harun kardeşim benim Has bir dosttur o Canda candır…
Bakarsın bir şiirine Ala bahar içinde, mavi gökler üstünde Gönül ufkumuzda uçan kartaldır Ya da Çeşme başında sazı göğsünde Ölümsüz Karacaoğlan’ dır…
Okursun mısralarını, mıknatıs sözcüklerle Çeker çeker şiirinin sinesine Özlem yağmurunda ıslatır yüreğinizi Memleket kaygısında kavurur ciğerinizi O adam gibi adam O yiğit bir insandır…
Gökyüzüne vurgundur en çok Sonra buğu buğu gülen toprağa Depreştiğinde acıları Bulutlar içine gömer alnını Dağlar üstünde bulur adımlarını Sonsuzluğun şarkısı olmak ister Sevdalı bir cihandır o…
Şiir kuşu sonsuzluğa kanat açar Düşer dilinin söz ufkuna İçinin girdabına düşer de Şöyle seslenir:
**
“Dün gece yine acılarım depreşti Kaynadıkça kaynadım İçim içime sığmadı Çatladı her yerinden vücudum patladım volkan gibi Yükseldim gökyüzüne
Sen acılarımın koyağı eyy nazlı yâr Kaldır alnını bak gökyüzüne Gökyüzünden akacağım alnına öpmek için dudaklarına kayacağım onbin yerinden onbin defa ısırmak için sana ulaşacağım
Onbin çiçeğin özünden aldım özümle karıştırıp alasın diye sana uzattım Bütün kötülüklere inat aşka dair ne varsa yaşamak için Bir elimde ateş Bir elimde su Haydi al birlikte içelim ateşle suyu…
**
Aşka dair ne varsa yaşatmak için onbin çiçeğin özünden aldıklarıyla özünü harman eden ozanca gönüle bakın hele… Ateşle suyu tutar ellerinde… Toprak ayaklarında nasıl olsa… Hava yanık ciğerlerinde… 4 unsur nazariyesini aşkın – aşkının özü yapar, yaşatmak için güzellikleri… Yıkmaya değil, yapmaya, gönül evini şen tutmaya taliptir Yiğit…
Söz sultanına teslim olan kalemi, sanat yapmak için cümleleri eğip bükmez. Dolambaçlı yollar ve çıkmaz sokaklarda nefes almaz şair… Apaçıktır, alenidir söylemleri… Toplumsal gerçekten, manevi mutluluğa yuvarlanır çoğu kere…
Kimi zaman da Pirsultanlaşır… Zam mı geldi, insanlar çile mi çekiyor, basar isyânı… Ozan yüreğinin, tarihin içinden alıp kendine görev addettiği sorumluluğunu yansıtır…
Önce insan diyen şairimiz, ışık-aşk ve umut olmak ister insanlara… Rehber olarak ilim yeterdir ona… İlm ile arif olan kişilere tutkundur. İnsanoğlunun dünyadaki asli hedeflerinden birisinin “kâmil insan” olma yolunda çalışması olduğunu söyler. Ağız karanlığında saklı duran dil yayından çıkmış sözleri beş kere düşünüp söylemelidir kişi oğlu der…
Geliniz dostlar, Yiğit’ imizin bu söylediklerimi anlatan şiirine bir göz atalım. Olmaz mı?
“Sana derim sana ey insan oğlu Rehberin olmadan yollara düşme Rehber bil ilimi yürü yolunda Yobazın açtığı kollara düşme
Bilmediğini git arife danış Sen de kemale er kamile dönüş Beş kere düşünüp bir defa konuş Boş yere konuşup dillere düşme
Kendin hazırlama kendi girdabın Yiğit'im bilmeli işin erbabın Senden çok bilgili olsun ahbabın Cahilin düştüğü hallere düşme...”
**
Hep söylemişimdir cümle dostlara… Heceyi bilmeyen, hece vezninin inceliklerini bilmeyen, maalesef serbest vezin şiirde başarılı olamıyor diye… Harun kardeş, hece’ de usta… Serbest vezindeki yalınlığı ve başarısı da bu ustalıktan geliyor. Serbest vezin şiirlerindeki ritm-ahenk ve kulağa hoş gelen uyum işte bundan kaynaklanmaktadır…
Rahmetli üstadım Arif Nihat ASYA’ nın “Bayrak” şiiri serbest vezin bir şiirdir. Ama okuyun o muhteşem şiiri. Sanki hece, sanki aruzla yazılmış… O dev şiiri dev yapan söylemin güzelliğpi yanında uyum-ritm ve ahenk değil midir?
**
Can dost Harun Yiğit, öğretmeni için kaleme aldığı şiire girmeden önce bakınız neler diyor:
“Bu gün 24 Kasım Öğretmenler günü. Bu şiiri bulunduğum yerde Erdoğan Eren ögretmene armağan olarak yazmıştım. Nice bayan, bay Erdoğan ögretmelere ithaf olunur 24 Kasim ögretmenler gününü yürekten kutlarim
Saygilarimla Harun Yigit”
Dedikten sonra giriyor şiirin altın kanatları altına… Diyor ki:
ERDOĞAN ÖĞRETMENE
Arının yaptığı sarı bal gibi Öğretmenim,sen öğrettin dilimi Hece, hece sardın bizi dal gibi Öğretmenim, sen tutturdun elimi
Güneş gibi sıcak denizden yüce Öğrenip seninle eriştim güce Kalplerde gezersin gündüzle gece Öğretmenim, sen gösterdin yolumu
Satır, satır güzel sözler derensin Nice çocuklara bilge verensin Bad Pyrmont'da sen Erdoğan Eren'sin Öğretmenim, sen coşturdun selimi
Duygu dolu nice şarkı gibisin Türkiye’min dönen çarkı gibisin Yiğit'im gönlümün parkı gibisin Öğretmenim, sen açtırdın gülümü...”
**
Evet dostlar Harun Yiğit işte bu… Gurbetten sılaya seslenen bir nefes… Bir gönül adamı… Sevgi adamı… Savaş ve öfkenin, kin ve nefretin adamı değil… Barışın, dostluğun has adamı… Ona bu duyguyu veren de doğduğu Konya’ nın Ilgın İlçesi’ nin coğrafyasıdır. Ana kucağıdır… Baba ocağıdır…
Beyin deposunu dolduran dünya olaylarının üstündeki örtüyü duygularıyla kaldırır ve barış dolu bir evren çizmeye başlar elleriyle, kalemiyle, fırçasıyla… Gecenin amansız ve gizemli mavisinde ayrılıkları yaşar şair… Yalnız kalışını, sevdiğinden ayrılışının acısını yaşar. İnler içten içe… Bazı dağlar vardır, içinde büyük uğultularla akıp giden ırmaklar saklıdır. Göremez her göz onu. Dağ der geçer dil. İşte Harun Yiğit’in yüreği o içinden ırmaklar akan dağ kesilir yalnız gecelerde. Düşer denizlere… Atar kendini yalnızlar okyanusuna… Kolayv değildir fırtınalı denizde acılarla kucaklaşmadan bir başına dolanmak… Aslında hayat kolay değildir. O sebeple sevmek ve dayanışma içinde bulunmak gerek…
Şairimiz dostuna “güle güle kaptan” derken bu duyguları bir şiirinde bizlere sunar:
Kırmızı gülün alı var diye bir türkümüz var… Ancak o gülün alında gülün hali de vardır, öyle mi? Öyle! Bunu şairimiz şiirinde “Kan aksa da gül yaprağından” diye terennüm edivermiş… Ancak gönül yücedir ve gönül toprağı nice gül tomurcuğuna gebedir. Yeniden doğuşa, dirilişe…
Sonrası mı cancağızım? Sonrası şu, Harun’ un şiirsel yolculuğunda, sonrası şu: Beyin deposunu dolduran dünya olaylarının üstündeki örtüyü duygularıyla kaldırır ve barış dolu bir evren çizmeye başlar elleriyle, kalemiyle, fırçasıyla… Zamların gelişini ne de güzel iğneler. “Bu zam size az geliyor” deyişine bakın bir:
“Neyinize kafa yormak Size düşmez hesap sormak Eğer yoksa birlik olmak Bu zam size az geliyor Az geliyor, az geliyor Üşümeyin yaz geliyor
Düşünmeden oy attınız Yan gelerek hep yattınız Derdinize dert kattınız Bu zam size az geliyor Az geliyor, az geliyor Üşümeyin yaz geliyor
Başa bakan iyi vallah Düzeldi her şey maşallah Bastır bakan, zamı yallah Bu zam size az geliyor Az geliyor, az geliyor Üşümeyin yaz geliyor
Kalkınmalı plan falan Çekemeyen desin talan İnanma sen hepsi yalan Bu zam size az geliyor Az geliyor, az geliyor Üşümeyin yaz geliyor
Kemerlerde delik boldur Tükenirse git de deldir Bulamazsan etek kaldır Bu zam size az geliyor Az geliyor, az geliyor Üşümeyin yaz geliyor
Problem mi şu yakacak Varsın sönsün yanan ocak Aç kalana kim bakacak Bu zam size az geliyor Az geliyor, az geliyor Üşümeyin yaz geliyor
Yarın Allah kerim dersin Her şey varsa ne istersin Yoksa neden şükredersin Bu zam size az geliyor Az geliyor, az geliyor Üşümeyin yaz geliyor
YİĞİT’imi kızdırmayın Daha çokça yazdırmayın Bu hicivi bozdurmayın Bu zam size az geliyor Az geliyor, az geliyor Üşümeyin yaz geliyor…….”
**
İğneleme sanatının en güzel örneği olan bu zam hicvi gerçekten hoş… İğneyi zam yapana değil de önce o zam yapanı o mevkilere getiren bize-halka yapıyor şair. Sonra, dayanamıyor ve “kızdırmayın beni” diyor…
Türk Halk Şiiri ile çağdaş şiir arasında bir noktada Yiğit… Bir bakmışsınız ozan, bir bakmışsınız duygusal ve romantik bir şair… Her ikisini de kendi bünyesinde derleyip toplamış böylesi şairi az bulursunuz. Her ikisi ile de barışıktır. Renkleri seviyor ya… Kelimeleri de… Mısralarını dar alanda çok ve anlamlı söylemler ifadesinde başarılı bir şekilde kullanmasını biliyor…
Şairin bir “İstanbul” başlıklı şiiri var ki, benim için hece ve serbest vezin barışını sağlamış bir şiirdir. Serbest vezin şiirde hecenin kıvrak dansından faydalanmasını bilen bir şiir. Şimdi hep birlikte o şiire bir göz atalım, olmaz mı?
“Ey İstanbul
düşlerimde süsleyip geldim sana darmadağın olmuşun iki denizin arasında iki kıta ortasında sen, yedi tepeli şehir uygarlıklar beşik oldu kapında yedi veren güller açmış tepende
Ey İstanbul kaç bin yılın yorgunluğunu taşırsın iki kıtada bir koca şehir değilsin yalnız kitap, kitap yazılan tablo, tablo çizilen sanat, sanat büyüyüp öbek, öbek ezilen sen Anadolu’nun koca tarihi nice güzelliklerin gömülmüş günlere kapını açmışsın yetmiş iki milletten canlara kapını açmışsın nice dinlere ne yiğitler arkasından vuruldu tarih boyu nice canlar serildi toprak bile acısından yarıldı kalk İstanbul kalk da bak bir kendine
nefesin kesilmiş soluk soluğasın kansere yakalanmış akciğerin yeşilliğin nerende dert akıyor derende uyan artık İstanbul irin vardır yaranda öbek, öbek beton yığınısın motor gürültüleri vapur sirenlerisin beynimde katar, katar taşıt boğuk, boğuk zehir kirli, kirli gökyüzüsün süslü püslü nice bulvarların ışıklı vitrinlerin var nice caddelerin bir kocaman çöplük içi başka dışı başka pislik İçte saklı gümanın eksik olmaz dumanın ey İstanbul düşenlere yok mu senin amanın
yol kenarında eli silahlı tabela hırsızların var ya beni bile parçalayıp satacaklardı hurdacılara bağırmak istedim avazım çıkmaz damarım kestiler kanlarım akmaz düştüm sokağında kimseler bakmaz kalk İstanbul kalk da bak bir kendine
dostluk kurmuş köpeklerle kediler günübirlik yaşamanın keyfiyle sokaklarının proleteri olmuşlar diyecek yok hallerine jigoloların fahişelerin sesleri yükseliyor kum kapıdan güneş erken ışığını devirmiş sarhoşların içip içip bağırmış kapanmışın karanlıkta kendine yüzünü ay bile senden çevirmiş orospularının cinsiyeti belli değil eğil, İstanbul eğil sövül İstanbul sövül boğul İstanbul boğul boğul ki yeniden dirilesin
Eyy İstanbul sokaklarında çıplak ayaklı, yarınsız çocukların çapaklı gözlerinde bilmem kaç gecenin acısı saklı bilmem kaç günün yorgunluğunu taşıyor kirli elbiseleri altındaki vücutları küçücük ellerini açmışlar dilenirken eksik değildi yüzlerinde yoksulluğun utancı taşın altın toprağın olsa inci sende değil ülkemdedir bu sancı kalk İstanbul kalk da bir bak kendine
bir adam gördüm semeri sırtında yükü kendinden ağır tırmanırken yokuşu düşüyordu alnından teri yırtılmış pabuçlarının ucuna acıları karışır mı acına akbabalar yuva yaptı gecene Kalk İstanbul kalk da bak bir kendine
ne hayallerle gelmiştim sana neler gördüm neler sende al yuvarlar mısın kanda her gün biraz daha kötü hayal oldun nice canda parklarında dolaşırken kucaklayıp sarıldığım ağacın kucak, kucak dalları var sandım kanattı dudaklarımı eğilip öptüğüm al, al güllerin kaç gün oldu sana geleli ya ben farklı gördüm ya sen değiştin sen sen şiirlerde okuduğum İstanbul değilsin artık…”
**
Ve Harun Yiğit duygulu yüreğiyle, çevresindeki kimi olaylardan etkilendikçe sarılır kalemine… Ağıt yakar, türkü yakar… Durduramazsınız onu. Freni tutmaz bir şekilde yaşadıkları üstüne yürür ve yazar…
Nitekim bir şiiri için;
“Kasabamda, mahallede birlikte büyüdüğüm çocukluk arkadaşım, kardeşi tarafından geçtiğimiz günlerde hunharca öldürülen Yılmaz Altın' a yazdığım ağıt”
Der ve girer şiirin görkemli şehrinden içeri… Der ki:
“Para denen zalim girdi arama Para için girecen mi kanıma Gardaşım göz dikmiş kanlı parama Para için girecen mi kanıma Kıyma gardaş kıyma benim canıma
Öz gardaşım bayıltarak dövüyor Yumrukları yağmur gibi yağıyor Elleriyle sıka, sıka boğuyor Para için girecen mi kanıma Kıyma gardaş kıyma benim canıma
Yarım canlı vücutumu sürüdü Börtü böcek halim gördü eridi Gardaşımın gözünü kan bürüdü Para için girecen mi kanıma Kıyma gardaş kıyma benim canıma
Çocuklarım bensiz yetim kalmasın Dul kalıp da karım saçın yolmasın İki yakan bir araya gelmesin Para için girecen mi kanıma Kıyma gardaş kıyma benim canıma
Ölmediğim gördü iyce çıldırdı Elindeki çekiç ile saldırdı Şu başıma vura, vura öldürdü Para için girecen mi kanıma Kıyma gardaş kıyma benim canıma
Anam ağlar kara bağrın döverek Babam ağlar gardaşıma söverek Cesedimi Yiğit'im der severek Para için girecen mi kanıma Kıyma gardaş kıyma benim canıma..”
**
Çocukluk yıllarımı hatırladım “kıyma gardaş kıyma benim canıma” derken Yiğit… Çocukluğumda beni şiir çatısı altına sokan iki büyük kaynak vardı. Bunlardan birisi Anadolu’ nun “ağıtçı kadınları” ndan birisi olan anneannem Miyase idi. Köyümde, kasabamda acıklı bir ölüm olayı mı meydana geldi, anne annem gelmeden orada ki, ölü evindeki kadınlar tam manasıyla ağlayamazlardı. O geldiğinde yaktığı ağıtlarla, o anda söylediği ağıt-şiirle koca bir köyü-kasabayı ağlatırdı. Tutamazdınız kendinizi.. Sonra sonra fark ettim ki, anne annemin bu ağıtları hece vezniyle değil “aruz vezniyle” ağzından dökülüyormuş meğer…
Bir de amcam Ahmet Remzi Ceylan vardı. Halk ozanı… Tarih bilgisi ve kültürü muhteşem bir insandı. Onunda çok güzel şiirleri vardı. Destan şairiydi. Kasabamda yada ülkemde önemli bir hadise mi cereyan etti, amcamın destanları elden ele, dilden dile dolaşırdı. İşte bu iki kök üzre oluştu şiir ağacımız bizim de…
Bir de; Harun Yiğit kardeşimin “Kıyma gardaş kıyma benim canıma” diyen yukarıdaki ağıtı, Anadolu köy pazarlarında elinde megafon, boynunda iple bağlı bir tahta ve tahtanın üstünde Ankara’ da yada Kırıkkale’ de matbaada basılmış, çoğu mavi renkteki, ağıt- destan satan, satarken de megafonla ağıdı seslendiren insanları anımsattı bana… Sonra o destan satıcısının koltuğunun arasında Karacaoğlan, Tahir ile Zühre, Hazreti Ali’ nin Kılıcı, Ferhat İle Şirin, Yunus Emre, Köroğlu’ nun kısa hayatı ve şiirleri bulunan küçümen boydaki kitaplar bulunurdu. Destan almak ve de bir kitap almak için anamdan para isterdim. Yalvarır yakarır, yeminler üstüne yemin eder,”bağı depeceğim, karı küreyeceğim, sınıf birincisi olacağım” der, anamdan kopardığım para ile rüzgâr gibi koşardım pazara. Önce megafonla söylenen ağıdı dinlerdim. O satıcılar beni bellemişlerdi gayri. Her hafta yada on beş günde bir değişik kitap getirirler ve kimseye vermezler, bana saklarlardı. Anlaşmamız öyleydi onlarla…
Şu işe bakın… Nereden nereye geldim dostlar… Şairimiz Harun Yiğit’ in “ağıt” şiiri beni nereye götürdü…
Etkili şiir böyledir işte… Alır mıknatıs gibi kendine, kendinde çalkaladıktan sonra iner ruh kökünüze ve sizi duman eder…
İyisi mi sözü fazla uzatmadan şairimizin bir şiirine daha kulak verelim.
Yiğit dost diyor ki:
“Issız bir gecede dağbaşında kuytu bir yerde yalnızım. Karanlığa boğulmuş uçsuz bucaksız gökyüzü. Yere dökülmüş inci taneleri gibi sere serpe yıldızlar. Her biri yanıp sönen bir sevda masalı.
Acılarımı sırtladım yorgun bedenime yeni bir yük gibi Yangınlar diyarından geçtim yüreğim üşüdü yalnız bir ben vardım orada bir de hayalin Acının güçlüğü ölümün kenarında yaşamın yaşamanın güzelliği vardı.
Şafak söküyor Karatahtada tebeşir yazısı gibi yok olup gidiyor yıldızlar. Güneşin kızılca doğduğu yerde renklerin oynaşını seyrettim. mavi bir atlasa döndü gökyüzü …………………..”
Yalnızlığın dayanılmaz zevkini ıssız gecelerde yaşar şair… Kara tahtada tebeşir yazısı gibi sönüp giden yıldızlar girer şiirine… Hayat ve dünya ikilisinin arasında hasretin ve insancıl hoşgörünün mimarıdır ozan yüreği…
Ve der ki:
“Acı keder hüzün yeni bir günün başlamasıyla umuda bırakıyor yerini. Dudaklarımda tanıdık bir türkü yüreğimde sen aklımda hep hayalin vardı. Bir başka oluyor seni seni düşünmenin tadı...”
Genç, dinamik bir şair olan Harun Yiğit’ i anlatmak pek kolay değil… Geleceğe umutla yürüyen bir şairimiz.. En önemlisi de saygı ve sevgi çizgisinden hiçbir zaman ayrılmayan, kendini büyük saymayan ve hayat mektebinde bir talebeyim diyen, çağdaş, akılcı bir dost yürek… Ben o’ na ve Sabit İNCE üstada takılmadan edemem. Hele internet ortamındaki atışmalarımızın tadı damağımda kaldı. Yakında yeniden başlarız inşallah… Harun, net-atışma adını verdiğim zamanlarda, özlü,ozanca, içli, derinliği ve ufku olan mısralarla cevap yetiştiren bilgisayar dünyamda tanıdığım önemli dostların içinde… O Nazım Hikmet der ben Necip Fazıl… fark eder mi? Ne dersek diyelim… Ama, bir gerçek var ki, o da kalıcı ve has şiirden yana olmamız… Birbirimizi göstermelik değil, lâf olsun kabilinden sevmemiz değil, özden - yürekten sevmemiz ve güzele, ışığa, aşka ve tasavvufun tefekkür d enizine çağırmamızdır. Güzel olan da bu…
Manzum bir söylem diye başladık, nesri şiirle sarıp dostlara şairimiz Harun Yiğit’ in şiirsel yolculuğunu sunmaya çalıştık. Kusurumuz varsa affola deyip, söylencemizin girişinden birkaç dize ile gülden bir nokta koyalım olur mu?
“Bir güzel gözlüye olurum kurban” Diyen, Harun Yiğit; ……………………dile bak dile…
Çeşmenin başında Karacaoğlan Sevdayı haykıran …………………….tele bak tele…
Gurbetten sılaya akıyor her an Arı, duru coşan ……………………..sele bak sele…
Yaprağında ateş, başında duman Yunus Emre kokan ……………………..güle bak güle…
Aşkın deryasına düşüp çırpınan Bir inip bir çıkan ……………………..ele bak ele
Kimdir acep bunu diyen Hasret gömleğini giyen? Diye sormayın bana dostlar… Anlatmaya çalıştım işte size Daha nice güzel ilhamlar dilerim Şairimiz Harun Yiğit’ imize… Selam bizden cümlenize Selam bizden cümlenize…
Şiirlerini büyük bir zevkle okuduğum bir ozan.....ve ozanlığın ötesinde farklı tarzdaki şiirleriyle de beni şaşırtan bir ŞAİR.......
Sevgili kankim.....SENİ ÇOK SEVİYORUM....biliyorsun....öyle sıcak ve sevgi dolu bir yürek var ki sende,,,bu yürek de 'adam gibi bir adam' var. Kendine çok çok çok iyi bakmanı istiyorum....bu delikız.....taa buralardan birde bu kardeşini düşünmesin.....
Ve seni tanımaktan ONUR duyuyorum...... Yüreğinden öperim....sevgilerimle
işte bir Anadolu eren'i daha sizlere... Lütfen dikkatle ve sindirerek okuyun Harun Yiğit'i. Kendisini buradan selamlıyorum. sabit ince
İster yarim ol istersen yarenim Yüzüne yüzümü sürmeye geldim İnsanlık adına içinde yanmış Közüne közümü sermeye geldim Dost bahçenden güller dermeye geldim
İnsan sırasında yerini bilen Candan gülüşünle yüreğim delen Yalansız dolansız içinden gelen Sözüne sözümü örmeye geldim Dost bahçenden güller dermeye geldim
Aradım cevheri arifde buldum Bunca yıldır artık iyice doldum Harun Yiğit olup kapını çaldım Özüne özümü vermeye geldim Dost bahçenden güller dermeye geldim...
16.05.2023 - 00:24
Şair arkadaşımız Sn. Harun Yiğit
< DOĞUM GÜNÜNÜZ KUTLU OLSUN >
- Ayrıca sizi sitemizdeki bu saygın gruplarımızda görmek dileklerimizle sağlıcakla kalın.
* Antoloji Yetkili Şairleri * Evrensel Sanatçılar * Şarkı Sözü Yazarları *
* Çağdaş Şairler * Gizler Dünyası * Özgür Şair-Yazarlar * Antoloji Üyeleri *
15.05.2022 - 08:00
DOGUM GÜNÜNÜZ KUTLU OLSUN
Yüzünüzden gülücükler eksik olmasın
15.05.2014 - 11:41
Harun Bey!
Doğum Gününüzü Can-ı Gönülden Kutlar sağlık,sıhhat, huzur ve mutluluk dolu nice nice yıllar dilerim.
Sevgi, Saygı ve Muhabbetle
29.07.2008 - 16:17
TÜRKÜLERİN RUHUYLA Harun Yiğit
Bedri Rahmi'nin, 'Ne zaman bir köy türküsü duysam, yazdığım şiirden utanırım! ' sözü hiç aklımdan çıkmaz. Bu sözün içimdeki yeri gurbette daha da derinleşmiştir. Bir söyleşisinde Neşet Ertaş'a sordular, 'Senin nota bilgin de yok, bu sesi bu sazda nasıl buluyorsun? ' diye..O da, 'Notamız yok ama rotamız var, gönlümden geldiği gibi basıyorum! ' diye yanıtlamıştı. İnsanın köklerine bağlılığı böyle bir duygu işte. Nasıl ki her nehrin doğduğu dağ ve aktığı yatağa göre bir karakteri varsa şiir de öyle. Kendi köklerinden soluyarak bulur ruhunu. Türküleri halkın ruhudur. Bu ruhu solumayan köklerinden kopuk demektir. Köklerinden kopukluk ise cansızlıkla eş anlamlıdır. Türküleri bir halkın mirasıdır aynı zamanda. Bu mirasının bilincinde olmayan halk, savrulur gider. Bu gün kendi yurdumuzda, Anadolu'muzdaki şu karanlığa savruluşun külünü üfleyin, altından, 'kendi kültürüne, kendi halkının mirasına ters düşmüşlük, köklerinden kopuyor oluş' çıkar. Sekiz yüzyıl önceden seslenen Yunus'u dinleyin, Dadal'ı, Pir Sultan'ı, Karacaoğlan'ı. İşte köklerimiz onlar bizim. Her biri derin nehir yatakları. Ne güzel anlatır Karacaoğlan sevdalısının saçlarını. Ne güzel söyler 'Zülüf düşmüş gerdana' diye. Ferhat, sevdalısı Şirin için dağları nasıl deler Ferhat. Bir de bugün yaşanan, daha doğrusu Anadolu'muza, halkımıza dayatılan karanlığa bakın: saç göstermenin 'günah' sayıldığı anlayışa; dağların, altın için, siyanürle delik deşik edilişine. Soralım kendimize: Karacaoğlan'ın şiirleri mi mirasımız, 'türban' mı diye..Soralım kendimize: Ferhat mı mirasımız, siyanürle altın arayıcılığı mı diye. Yanıtına göre safımızı tutalım... İşte, Harun Yiğit'in şiirlerini okurken bunları düşündüm. Gurbette ama safını sılasının duygusuyla tutmuş. Köklerinin bilincinde. İstiyor ki kendi köklerinde bilensin duygusu. Sesi kendi ırmağında aksın. İnsanların gurbet ya da sıla, yozlaşıp, softalaşıp, öz değerlerine uzaklaşıp, karardığı, daha da karartılmak istendiği günümüzde, bağrında yüreğini Harun Yiğit gibi halkına, halkının değerlerine, kendi özüne, aydınlık bir gelecek umuduna bağlı olarak taşıyan kardeşlerimiz, bugün her zamankinden daha önem arz ediyor. Harun, 'rotası olan' bir kardeşim. Kelimelerini gönlüyle işliyor. Gönlününse öz kültüründe kökleri var.
Nihat Behram
29.07.2008 - 16:17
Harun Yiğit ve Şiirleri
Orhan Bahçıvan
Harun Yiğit ve Şiirleri
Üç Satırlık
Sevgi doğurdu
Umut yaşattı
Zulüm öldürdü beni
Beton yığını harabeler arasında yaşam sürdüren bir kırlangıç gibidir üç satırlık dizelerin sahibi. Gün olur, kendini güneşin kucağına bırakır. Gün olur bozkır rüzgarlarına. Gün olur ırmakların akışıyla deryaların yolunu bulmak için, orkinoslara özenir.
Ama en güzeli benim gönül rahatlığıyla duyabildiğim bir ses olması, beni ona yaklaştırıyor.
Yaşanası Dünyada
İnsanın gönlünde ki
Sevgi yeşermedikçe
Cehennem yaşanacaktır
Barış olmayan
Şu yaşanılası dünyada
Yönünü insana dönüyor, gönlünü sevgiyle yoğurup, sevdayla akıtıyor. Şiirlerini, kır çiçekleri gibi, bozkırların üstüne bırakıyor. Etten ve kemikten oluşmuş bedeniyle, gurbetin acılı yaşamında çırpınıyor bir yaralı kuş gibi.
Sahipsizliğini, kimsesizliğini gelinciğin yaprağıyla süsleyip, kelebeğin kanadına bindiriyor ve öylece milim milim şiirlerin içine akıtıyor.
Yanan yüreğim
Karanlıkta
Kirpiklerim üstüne
Kar düştü
Gözlerimden
Yanaklarım üstüne
İki damla yaş düştü
Yarık yarık
Suya hasret toprak gibi
Sana hasret dudaklarım
Yanan yüreğim
Bir dokunsan
Anında sönecek
Karlı boranlı dağların doruk noktalarından geçerken, üşüdüğünü anlıyorum. Vatan hasreti denilen yağmurlarla ıslandığını biliyorum. Ben, okuduğum şiirlerin sahibini anlıyorum, biliyorum gibi sözlerle anlatmaya çabaladığımı elbette ki biliyorsunuz. Bildiğiniz bilgiler bununla kalmasın, elimde tuttuğum ikinci şiir kitabı 'Duy Yunus Emre' den şiirler okudukça nelere ulaştığını ve neleri gözlemlediğini çok kavrıyorum.
İsterseniz gelin Harun yiğit adlı bu dostun şiirine kulak verelim. Gerçi o davudi sesini duymak o güzel yorumunu dinlemek ayrı bir tat, sözünü ettiğim güzelliği yakınlaşmak için, kendi sesimizle bir şiirini daha okuyalım.
Gibi
Ağaçlarda yaprak gibi
Hem sarardım hemi düştüm
Fırınlarda ekmek gibi
Hem bozardım hemi piştim
Gökyüzünde yeller gibi
Kıvrım kıvrım yollar gibi
Çaydan akan seller gibi
Hem bulandım hemi taştım
Dost önünde diller gibi
Yar yüzünde çiller gibi
Bahçelerde güller gibi
Hem kızardım hemi açtım
Dert dinleyen hancı gibi
Harun yiğit kolcu gibi
Şu dağlarda yolcu gibi
Hem dolandım hemi geçtim
Ben, Harun Yiğit imzalı şiirleri okuyunca doğanın o hırçınlığını buluyorum.
Ben, Harun Yiğit imzalı şiirleri okuduğum zaman, denizler içinde var olan derin dalgaların her an koptu kopacak halini görüyorum. Yağmurun kokusunu, gurbetin acı tadını, sılanın buram buram tüttüğünü görüyorum.
Eeee benim de içimde sıla hasreti olunca, yüzümü o kokunun üstüne deydiriyorum.
Tadım tadım tadımlanıyorum.
Zaman zaman felsefi düşüncenin içinde olmanın gerekliliğini duymuştur.
Bu anlamda kendi yorumlarını hiciv olarak şiirlere aktarmıştır. İlk şiirlerinde kısmen uyaklarda ve nefes denilen duraklamalarda basit bir yöntem seçmesine tanık olmuştum. Ama son şiirlerini okuyunca Ozan arkadaşın giderek bu alanda ne denli ilerlediğini gözlemliyorum. Benim bu savımı kanıtlayacak şiirleri de bu yazının içine alarak biraz daha detaylara inmiş olalım.
BEN İDİM GÖRÜNEN
Işığında Hûda ile buluşup
Ben idim alemde ulu görünen
Gökyüzünde bulut bulut dolaşıp
Ben idim yağmurla dolu görünen
Türlü nebât ile toprağa serip
Hayvanın postunda şekile girip
Kendi suretini balçığa verip
Ben idim aslanda Ali görünen
Kan kalesi denen şehiri kurup
Kâmilin yanında kemâle erip
Eyüp'ün derdine sabrını verip
Ben idim nebîde veli görünen
Ne olduğun görüp kendin bilmişe
Özüne bürünüp dersin almışa
Gecenin sonunda darda kalmışa
Ben idim Hızır'ın eli görünen
Yetmiş iki millet insan dininde
Zalimlere karşı mazlum yanında
Hacı Bektaş, Abdal Musa donunda
Ben idim o Kızıl Deli görünen
Doğanın var olan yasalarını kendi düşüncesi olan ve kendine has olan yorumuyla şiirlerini oluşturuyor. Yine son şiirlerinden birinde bu insan doğa ilişkisi bakımından yorumlanan güzel bir şiirinde bunu görüyoruz. Yani Harun Yiğit kendi dünyasında, kendi gücüyle yol alabilmiş. Genç ve yetenekli bir ozanımızdır.
Hiciv dünyasında da kendini kanıtlamış, bu alanda da güzel şiirler yazmış bir dirençli yürektir.
GELDİK BUGÜNE
Toprağın özünden, suyun geninden
Süzüle, süzüle geldik bu güne
Hayvandan insana daha dönmeden
Büzüle, büzüle geldik bu güne
Yaz ayında güneş yaktı kavurdu
Sel aldı emeği yeller savurdu
Doğa bizi dinden dine çevirdi
Üzüle, üzüle geldik bu güne
Alim öldürenler geri kaldılar
Kendin arayanlar ışık buldular
Emek verdik, alın teri çaldılar
Ezile, ezile geldik bu güne
Beni aşamadık bize saldırdık
Nice değerleri ite çaldırdık
İsteyen herkese etek kaldırdık
Düzüle, düzüle geldik bu güne
Hak yolunda nice cenge karıştık
Kavgalarda Yiğit'lerle yarıştık
Kan akıtıp kardeş, kardeş vuruştuk
Yazıla, yazıla geldik bu güne
Hele biraz bozkır üstüne doğru yürüyelim.
Azıcık bozkır, azıcık kır çeçeği, fazlaca özem kokan bir şiir okuyalım
Kalmadı
Papatyaydın
Lalem, mor menekşem, sümbülüm
Gönlümde açan gülümdün
Kelebeğim
Ak güvercinim
Sarı kanaryam
Gönül bağımda öten bülbülümdün
Güz gelmeden boran vurdu
Ne açanım
Ne uçanım kaldı
Erenler bağından el alıp geçtiğini kendi söylüyor.
Pirler ocağından, dol içtiğini yine kendi söylüyor.
Söylediği bu sözlerin doğruluğu sanırım şiirlerin içinde görülüyor.
Ustalarına olan saygısı, şiire olan güveni ozanlık değerini gündeme getiriyor.
Engin oluşu, her insana saygılı davranması ozan yüreğinin olgunluğunu kanıtlıyor.
Selam olsun yiğit ozana Selam olsun diyelim
Yazan: Orhan Bahçıvan
27.09.2005
29.07.2008 - 16:16
Şairimiz Harun YİĞİT’ in ŞİİRSEL YOLCULUĞU
Mustafa CEYLAN
YORUM: 1
“Manzum Bir Anlatımla”
Mustafa CEYLAN
“Güzel gözlerine kurban olduğum
Seni sevdim diye taşlama beni
Tatlı sözlerine hasret kaldığım
Anlamsız satıra başlama beni
Sevgi tohumunu gönlüme eken
Gurbet elde her an içimi yakan
Güneşli gündüzde aramaz iken
Karanlık gecede düşleme beni
Yiğit’im umut beklemem tenden
Sevgiden başka ne isterim senden
Sıcacık gönlünü saklarken benden
Alıp yastığına işleme beni…”
**
“Bir güzel gözlüye olurum kurban”
Diyen, Harun Yiğit;
……………………dile bak dile…
Çeşmenin başında Karacaoğlan
Sevdayı haykıran
…………………….tele bak tele…
Gurbetten sılaya akıyor her an
Arı, duru coşan
……………………..sele bak sele…
Yaprağında ateş, başında duman
Yunus Emre kokan
……………………..güle bak güle…
Aşkın deryasına düşüp çırpınan
Bir inip bir çıkan
……………………..ele bak ele
Kimdir acep bunu diyen
Hasret gömleğini giyen?
Anlatayım gelin size
Selam bizden cümlenize:
**
1961 yılının mayısında
Konya, Ilgın, Beykonak sabahında
………………………….Dünyaya gelmiş Yiğit…
Kalemle, fırçayla, koca yürekle
Mısrayla, renkle, düşle, gerçekle
…………………………..Zamanı delmiş Yiğit…
Özlem tokmağını yedikçe dostlar
…………………………...Düzelmiş, düzelmiş Yiğit
Sonra, tanımış birer birer şairleri
Can Yoksul, Osman Dağlı şiirleri
Bir tutmuş kelimeyle resimleri
Ve canında çiçek olup açmış
Burcu burcu Anadolu Türküleri,
Sanki türkülere has
…………………………….Türkülere özelmiş Yiğit
Yazmış, çizmiş, boyamış
Gurbet yastığına başın dayamış
Kader rüzgârının kanatlarında
Düştüğü yer Almanya’ ymış…
Bir yüreğe girmeye görsün gökkuşağının yedi rengi. Hele hele o yürek, tutkunsa renklerin dansına, başlar renklerle dans etmeye. Yedi renkten yetmişbin renge ulaşıverir bir anda… Gözden gönüle girer renk cümbüşüyle. Gönülde manzara olur, bakış bakış dökülür tuvaller üstüne…Nakış nakış mısra olur düşer şiir üstüne…
Daha küçümen bir yaşta iken resim sanatına ilgi duyan Yiğit kardeş de 1982’ de ilk resim sergisini açar. Sergilerle kentleri ve insanları buluşturur. Bir mübârek koşudur gider. O şehir senin, bu şehir benim… Almanya’ da 50’ nin üstünde şehre ulaşır sergi sergi. Paletinde yüreğinin canhıraş feryadı vardır. Göz görür, el çalışır, yürek gümbürder dostumuzda…
Bazen rengin, fırçanın, paletin gücü yetmez olur... İçinin balkonlarında açan çiçekleri güzel dilinin arı, duru söylemiyle başlar mısralar halinde kâğıtlara yazmaya…
Şiir denen efsunkâr sevgilinin düşer peşine. Şiirin gücü, resmin gücünü çoktan geçmiştir. Anlar bunu… Sözcüklerle resim yapmaya başlar… Şiir koşar, peşinde gölgedir Harun Yiğit; koş babam koş… Yakalamaya çalışır. Yakaladım dediğinde bir de baksa şiir ondan kilometrelerce uzaktadır. Oturur ağlar, yüreğinin gümbürtüsünden kulakları dayanılmaz ağrılar çeker. Çeker ya, bu kere sarılır fırçaya, boyalara, çizgilere…
Bir zaman resim, bir zaman şiir… İkisinin arasında tahteravalli oynar Yiğit dost… Bir iner, bir çıkar… 1986’ da İsviçre’ de düzenlenen Barış yılı resim yarışmasında ikinci olur. Sonra ödüller peşpeşine gelir de gelir…
Ama, şiir… Ya güzelim şiir… O güzelim şiirle yanar, tutuşur, kelime kuyumcusu olma gayretine düşer… Ağlayışı ondandır. Yalnız kalışı ondan.
Sözleri ona…
Der ki:
“Almak
Kadınlara özgü sanma.
Benim de
Etten yapılı yüreğim var.
Çok geceler
Avuçlarımın arasında başım
Düşer
Dizlerimin üstüne gözyaşım.
Yalnızlık
Başımın belası
Cehenneme döner yüreğim
Sarar bedenimi harlı ateş
Yanarım.
Çok geceler,
Avuçlarımın arasında başım
Düşer, dizlerimin üstüne göz yaşım…
Harun kardeşim benim
Has bir dosttur o
Canda candır…
Bakarsın bir şiirine
Ala bahar içinde, mavi gökler üstünde
Gönül ufkumuzda uçan kartaldır
Ya da
Çeşme başında sazı göğsünde
Ölümsüz Karacaoğlan’ dır…
Okursun mısralarını, mıknatıs sözcüklerle
Çeker çeker şiirinin sinesine
Özlem yağmurunda ıslatır yüreğinizi
Memleket kaygısında kavurur ciğerinizi
O adam gibi adam
O yiğit bir insandır…
Gökyüzüne vurgundur en çok
Sonra buğu buğu gülen toprağa
Depreştiğinde acıları
Bulutlar içine gömer alnını
Dağlar üstünde bulur adımlarını
Sonsuzluğun şarkısı olmak ister
Sevdalı bir cihandır o…
Şiir kuşu sonsuzluğa kanat açar
Düşer dilinin söz ufkuna
İçinin girdabına düşer de
Şöyle seslenir:
**
“Dün gece
yine acılarım depreşti
Kaynadıkça kaynadım
İçim içime sığmadı
Çatladı her yerinden vücudum
patladım volkan gibi
Yükseldim gökyüzüne
Sen
acılarımın koyağı
eyy nazlı yâr
Kaldır alnını
bak gökyüzüne
Gökyüzünden akacağım alnına
öpmek için
dudaklarına kayacağım
onbin yerinden
onbin defa ısırmak için
sana ulaşacağım
Onbin çiçeğin özünden aldım
özümle karıştırıp
alasın diye sana uzattım
Bütün kötülüklere inat
aşka dair ne varsa
yaşamak için
Bir elimde ateş
Bir elimde su
Haydi al
birlikte içelim
ateşle suyu…
**
Aşka dair ne varsa yaşatmak için onbin çiçeğin özünden aldıklarıyla özünü harman eden ozanca gönüle bakın hele… Ateşle suyu tutar ellerinde…
Toprak ayaklarında nasıl olsa… Hava yanık ciğerlerinde… 4 unsur nazariyesini aşkın – aşkının özü yapar, yaşatmak için güzellikleri…
Yıkmaya değil, yapmaya, gönül evini şen tutmaya taliptir Yiğit…
Söz sultanına teslim olan kalemi, sanat yapmak için cümleleri eğip bükmez.
Dolambaçlı yollar ve çıkmaz sokaklarda nefes almaz şair… Apaçıktır, alenidir söylemleri…
Toplumsal gerçekten, manevi mutluluğa yuvarlanır çoğu kere…
Kimi zaman da Pirsultanlaşır…
Zam mı geldi, insanlar çile mi çekiyor, basar isyânı…
Ozan yüreğinin, tarihin içinden alıp kendine görev addettiği sorumluluğunu yansıtır…
Önce insan diyen şairimiz, ışık-aşk ve umut olmak ister insanlara…
Rehber olarak ilim yeterdir ona… İlm ile arif olan kişilere tutkundur. İnsanoğlunun dünyadaki asli hedeflerinden birisinin “kâmil insan” olma yolunda çalışması olduğunu söyler. Ağız karanlığında saklı duran dil yayından çıkmış sözleri beş kere düşünüp söylemelidir kişi oğlu der…
Geliniz dostlar, Yiğit’ imizin bu söylediklerimi anlatan şiirine bir göz atalım. Olmaz mı?
“Sana derim sana ey insan oğlu
Rehberin olmadan yollara düşme
Rehber bil ilimi yürü yolunda
Yobazın açtığı kollara düşme
Bilmediğini git arife danış
Sen de kemale er kamile dönüş
Beş kere düşünüp bir defa konuş
Boş yere konuşup dillere düşme
Kendin hazırlama kendi girdabın
Yiğit'im bilmeli işin erbabın
Senden çok bilgili olsun ahbabın
Cahilin düştüğü hallere düşme...”
**
Hep söylemişimdir cümle dostlara… Heceyi bilmeyen, hece vezninin inceliklerini bilmeyen, maalesef serbest vezin şiirde başarılı olamıyor diye…
Harun kardeş, hece’ de usta… Serbest vezindeki yalınlığı ve başarısı da bu ustalıktan geliyor. Serbest vezin şiirlerindeki ritm-ahenk ve kulağa hoş gelen uyum işte bundan kaynaklanmaktadır…
Rahmetli üstadım Arif Nihat ASYA’ nın “Bayrak” şiiri serbest vezin bir şiirdir. Ama okuyun o muhteşem şiiri. Sanki hece, sanki aruzla yazılmış…
O dev şiiri dev yapan söylemin güzelliğpi yanında uyum-ritm ve ahenk değil midir?
**
Can dost Harun Yiğit, öğretmeni için kaleme aldığı şiire girmeden önce bakınız neler diyor:
“Bu gün 24 Kasım Öğretmenler günü. Bu şiiri bulunduğum yerde Erdoğan Eren ögretmene armağan olarak yazmıştım.
Nice bayan, bay Erdoğan ögretmelere ithaf olunur 24 Kasim ögretmenler gününü yürekten kutlarim
Saygilarimla
Harun Yigit”
Dedikten sonra giriyor şiirin altın kanatları altına… Diyor ki:
ERDOĞAN ÖĞRETMENE
Arının yaptığı sarı bal gibi
Öğretmenim,sen öğrettin dilimi
Hece, hece sardın bizi dal gibi
Öğretmenim, sen tutturdun elimi
Güneş gibi sıcak denizden yüce
Öğrenip seninle eriştim güce
Kalplerde gezersin gündüzle gece
Öğretmenim, sen gösterdin yolumu
Satır, satır güzel sözler derensin
Nice çocuklara bilge verensin
Bad Pyrmont'da sen Erdoğan Eren'sin
Öğretmenim, sen coşturdun selimi
Duygu dolu nice şarkı gibisin
Türkiye’min dönen çarkı gibisin
Yiğit'im gönlümün parkı gibisin
Öğretmenim, sen açtırdın gülümü...”
**
Evet dostlar Harun Yiğit işte bu… Gurbetten sılaya seslenen bir nefes… Bir gönül adamı… Sevgi adamı… Savaş ve öfkenin, kin ve nefretin adamı değil…
Barışın, dostluğun has adamı… Ona bu duyguyu veren de doğduğu Konya’ nın Ilgın İlçesi’ nin coğrafyasıdır. Ana kucağıdır… Baba ocağıdır…
Beyin deposunu dolduran dünya olaylarının üstündeki örtüyü duygularıyla kaldırır ve barış dolu bir evren çizmeye başlar elleriyle, kalemiyle, fırçasıyla… Gecenin amansız ve gizemli mavisinde ayrılıkları yaşar şair…
Yalnız kalışını, sevdiğinden ayrılışının acısını yaşar. İnler içten içe… Bazı dağlar vardır, içinde büyük uğultularla akıp giden ırmaklar saklıdır. Göremez her göz onu. Dağ der geçer dil.
İşte Harun Yiğit’in yüreği o içinden ırmaklar akan dağ kesilir yalnız gecelerde. Düşer denizlere… Atar kendini yalnızlar okyanusuna… Kolayv değildir fırtınalı denizde acılarla kucaklaşmadan bir başına dolanmak… Aslında hayat kolay değildir. O sebeple sevmek ve dayanışma içinde bulunmak gerek…
Şairimiz dostuna “güle güle kaptan” derken bu duyguları bir şiirinde bizlere sunar:
“Yürek ister
fırtınalı denizlerde dolaşmaya
Kolay mı sandın?
Acılarla kucaklaşmadan
gökyüzünün mavisine ulaşmayı
Şafak sökmeden önceydi
en karanlık anım
Ölmek üzereydim
vahanın yeşilini uzaktan gördüğümde
Bir gece
karanlık ortasında
bir başıma ve yalnız bırakmıştın
El bile sallamadan
hani çekip gitmiştin
açmıştın yelkenini
başka sevda denizine
Kan aksa da gül yaprağından
bin gül tomurcuklanır
tarımar olmuş
gönül bahçemin toprağından
Yelken açmışken başka denizlere
güle güle kaptan
güle güle
Bekleme beni…”
**
Kırmızı gülün alı var diye bir türkümüz var… Ancak o gülün alında gülün hali de vardır, öyle mi? Öyle! Bunu şairimiz şiirinde “Kan aksa da gül yaprağından” diye terennüm edivermiş…
Ancak gönül yücedir ve gönül toprağı nice gül tomurcuğuna gebedir. Yeniden doğuşa, dirilişe…
Sonrası mı cancağızım? Sonrası şu, Harun’ un şiirsel yolculuğunda, sonrası şu:
Beyin deposunu dolduran dünya olaylarının üstündeki örtüyü duygularıyla kaldırır ve barış dolu bir evren çizmeye başlar elleriyle, kalemiyle, fırçasıyla… Zamların gelişini ne de güzel iğneler. “Bu zam size az geliyor” deyişine bakın bir:
“Neyinize kafa yormak
Size düşmez hesap sormak
Eğer yoksa birlik olmak
Bu zam size az geliyor
Az geliyor, az geliyor
Üşümeyin yaz geliyor
Düşünmeden oy attınız
Yan gelerek hep yattınız
Derdinize dert kattınız
Bu zam size az geliyor
Az geliyor, az geliyor
Üşümeyin yaz geliyor
Başa bakan iyi vallah
Düzeldi her şey maşallah
Bastır bakan, zamı yallah
Bu zam size az geliyor
Az geliyor, az geliyor
Üşümeyin yaz geliyor
Kalkınmalı plan falan
Çekemeyen desin talan
İnanma sen hepsi yalan
Bu zam size az geliyor
Az geliyor, az geliyor
Üşümeyin yaz geliyor
Kemerlerde delik boldur
Tükenirse git de deldir
Bulamazsan etek kaldır
Bu zam size az geliyor
Az geliyor, az geliyor
Üşümeyin yaz geliyor
Problem mi şu yakacak
Varsın sönsün yanan ocak
Aç kalana kim bakacak
Bu zam size az geliyor
Az geliyor, az geliyor
Üşümeyin yaz geliyor
Yarın Allah kerim dersin
Her şey varsa ne istersin
Yoksa neden şükredersin
Bu zam size az geliyor
Az geliyor, az geliyor
Üşümeyin yaz geliyor
YİĞİT’imi kızdırmayın
Daha çokça yazdırmayın
Bu hicivi bozdurmayın
Bu zam size az geliyor
Az geliyor, az geliyor
Üşümeyin yaz geliyor…….”
**
İğneleme sanatının en güzel örneği olan bu zam hicvi gerçekten hoş… İğneyi zam yapana değil de önce o zam yapanı o mevkilere getiren bize-halka yapıyor şair. Sonra, dayanamıyor ve “kızdırmayın beni” diyor…
Türk Halk Şiiri ile çağdaş şiir arasında bir noktada Yiğit… Bir bakmışsınız ozan, bir bakmışsınız duygusal ve romantik bir şair… Her ikisini de kendi bünyesinde derleyip toplamış böylesi şairi az bulursunuz.
Her ikisi ile de barışıktır. Renkleri seviyor ya… Kelimeleri de… Mısralarını dar alanda çok ve anlamlı söylemler ifadesinde başarılı bir şekilde kullanmasını biliyor…
Şairin bir “İstanbul” başlıklı şiiri var ki, benim için hece ve serbest vezin barışını sağlamış bir şiirdir. Serbest vezin şiirde hecenin kıvrak dansından faydalanmasını bilen bir şiir. Şimdi hep birlikte o şiire bir göz atalım, olmaz mı?
“Ey İstanbul
düşlerimde süsleyip geldim sana
darmadağın olmuşun
iki denizin arasında
iki kıta ortasında
sen, yedi tepeli şehir
uygarlıklar beşik oldu kapında
yedi veren güller açmış tepende
Ey İstanbul
kaç bin yılın yorgunluğunu taşırsın
iki kıtada
bir koca şehir değilsin yalnız
kitap, kitap yazılan
tablo, tablo çizilen
sanat, sanat büyüyüp
öbek, öbek ezilen
sen Anadolu’nun koca tarihi
nice güzelliklerin gömülmüş günlere
kapını açmışsın
yetmiş iki milletten canlara
kapını açmışsın
nice dinlere
ne yiğitler arkasından vuruldu
tarih boyu nice canlar serildi
toprak bile acısından yarıldı
kalk İstanbul kalk da bak bir kendine
nefesin kesilmiş
soluk soluğasın
kansere yakalanmış akciğerin
yeşilliğin nerende
dert akıyor derende
uyan artık İstanbul
irin vardır yaranda
öbek, öbek beton yığınısın
motor gürültüleri
vapur sirenlerisin beynimde
katar, katar taşıt
boğuk, boğuk zehir
kirli, kirli gökyüzüsün
süslü püslü nice bulvarların
ışıklı vitrinlerin var
nice caddelerin
bir kocaman çöplük
içi başka
dışı başka pislik
İçte saklı gümanın
eksik olmaz dumanın
ey İstanbul düşenlere
yok mu senin amanın
yol kenarında eli silahlı
tabela hırsızların var ya
beni bile
parçalayıp satacaklardı
hurdacılara
bağırmak istedim avazım çıkmaz
damarım kestiler kanlarım akmaz
düştüm sokağında kimseler bakmaz
kalk İstanbul kalk da bak bir kendine
dostluk kurmuş
köpeklerle kediler
günübirlik yaşamanın keyfiyle
sokaklarının proleteri olmuşlar
diyecek yok hallerine
jigoloların
fahişelerin sesleri yükseliyor kum kapıdan
güneş erken ışığını devirmiş
sarhoşların içip içip bağırmış
kapanmışın karanlıkta kendine
yüzünü ay bile senden çevirmiş
orospularının cinsiyeti belli değil
eğil, İstanbul eğil
sövül İstanbul sövül
boğul İstanbul boğul
boğul ki
yeniden dirilesin
Eyy İstanbul
sokaklarında
çıplak ayaklı, yarınsız çocukların
çapaklı gözlerinde
bilmem kaç gecenin acısı saklı
bilmem kaç günün
yorgunluğunu taşıyor
kirli elbiseleri altındaki vücutları
küçücük ellerini açmışlar
dilenirken eksik değildi
yüzlerinde yoksulluğun utancı
taşın altın toprağın olsa inci
sende değil ülkemdedir bu sancı
kalk İstanbul kalk da bir bak kendine
bir adam gördüm
semeri sırtında
yükü kendinden ağır
tırmanırken yokuşu
düşüyordu alnından teri
yırtılmış pabuçlarının ucuna
acıları karışır mı acına
akbabalar yuva yaptı gecene
Kalk İstanbul kalk da bak bir kendine
ne hayallerle gelmiştim sana
neler gördüm neler sende
al yuvarlar mısın kanda
her gün biraz daha kötü
hayal oldun nice canda
parklarında dolaşırken
kucaklayıp sarıldığım ağacın
kucak, kucak dalları var sandım
kanattı dudaklarımı
eğilip öptüğüm al, al güllerin
kaç gün oldu sana geleli
ya ben farklı gördüm
ya sen değiştin
sen
sen şiirlerde okuduğum
İstanbul değilsin artık…”
**
Ve
Harun Yiğit duygulu yüreğiyle, çevresindeki kimi olaylardan etkilendikçe sarılır kalemine… Ağıt yakar, türkü yakar… Durduramazsınız onu. Freni tutmaz bir şekilde yaşadıkları üstüne yürür ve yazar…
Nitekim bir şiiri için;
“Kasabamda, mahallede birlikte büyüdüğüm çocukluk arkadaşım, kardeşi tarafından geçtiğimiz günlerde hunharca öldürülen Yılmaz Altın' a yazdığım ağıt”
Der ve girer şiirin görkemli şehrinden içeri…
Der ki:
“Para denen zalim girdi arama
Para için girecen mi kanıma
Gardaşım göz dikmiş kanlı parama
Para için girecen mi kanıma
Kıyma gardaş kıyma benim canıma
Öz gardaşım bayıltarak dövüyor
Yumrukları yağmur gibi yağıyor
Elleriyle sıka, sıka boğuyor
Para için girecen mi kanıma
Kıyma gardaş kıyma benim canıma
Yarım canlı vücutumu sürüdü
Börtü böcek halim gördü eridi
Gardaşımın gözünü kan bürüdü
Para için girecen mi kanıma
Kıyma gardaş kıyma benim canıma
Çocuklarım bensiz yetim kalmasın
Dul kalıp da karım saçın yolmasın
İki yakan bir araya gelmesin
Para için girecen mi kanıma
Kıyma gardaş kıyma benim canıma
Ölmediğim gördü iyce çıldırdı
Elindeki çekiç ile saldırdı
Şu başıma vura, vura öldürdü
Para için girecen mi kanıma
Kıyma gardaş kıyma benim canıma
Anam ağlar kara bağrın döverek
Babam ağlar gardaşıma söverek
Cesedimi Yiğit'im der severek
Para için girecen mi kanıma
Kıyma gardaş kıyma benim canıma..”
**
Çocukluk yıllarımı hatırladım “kıyma gardaş kıyma benim canıma” derken Yiğit… Çocukluğumda beni şiir çatısı altına sokan iki büyük kaynak vardı.
Bunlardan birisi Anadolu’ nun “ağıtçı kadınları” ndan birisi olan anneannem Miyase idi.
Köyümde, kasabamda acıklı bir ölüm olayı mı meydana geldi, anne annem gelmeden orada ki, ölü evindeki kadınlar tam manasıyla ağlayamazlardı.
O geldiğinde yaktığı ağıtlarla, o anda söylediği ağıt-şiirle koca bir köyü-kasabayı ağlatırdı. Tutamazdınız kendinizi.. Sonra sonra fark ettim ki, anne annemin bu ağıtları hece vezniyle değil “aruz vezniyle” ağzından dökülüyormuş meğer…
Bir de amcam Ahmet Remzi Ceylan vardı. Halk ozanı… Tarih bilgisi ve kültürü muhteşem bir insandı. Onunda çok güzel şiirleri vardı.
Destan şairiydi. Kasabamda yada ülkemde önemli bir hadise mi cereyan etti, amcamın destanları elden ele, dilden dile dolaşırdı. İşte bu iki kök üzre oluştu şiir ağacımız bizim de…
Bir de;
Harun Yiğit kardeşimin “Kıyma gardaş kıyma benim canıma” diyen yukarıdaki ağıtı, Anadolu köy pazarlarında elinde megafon, boynunda iple bağlı bir tahta ve tahtanın üstünde Ankara’ da yada Kırıkkale’ de matbaada basılmış, çoğu mavi renkteki, ağıt- destan satan, satarken de megafonla ağıdı seslendiren insanları anımsattı bana… Sonra o destan satıcısının koltuğunun arasında Karacaoğlan, Tahir ile Zühre, Hazreti Ali’ nin Kılıcı, Ferhat İle Şirin, Yunus Emre, Köroğlu’ nun kısa hayatı ve şiirleri bulunan küçümen boydaki kitaplar bulunurdu.
Destan almak ve de bir kitap almak için anamdan para isterdim. Yalvarır yakarır, yeminler üstüne yemin eder,”bağı depeceğim, karı küreyeceğim, sınıf birincisi olacağım” der, anamdan kopardığım para ile rüzgâr gibi koşardım pazara. Önce megafonla söylenen ağıdı dinlerdim.
O satıcılar beni bellemişlerdi gayri. Her hafta yada on beş günde bir değişik kitap getirirler ve kimseye vermezler, bana saklarlardı. Anlaşmamız öyleydi onlarla…
Şu işe bakın… Nereden nereye geldim dostlar… Şairimiz Harun Yiğit’ in “ağıt” şiiri beni nereye götürdü…
Etkili şiir böyledir işte… Alır mıknatıs gibi kendine, kendinde çalkaladıktan sonra iner ruh kökünüze ve sizi duman eder…
İyisi mi sözü fazla uzatmadan şairimizin bir şiirine daha kulak verelim.
Yiğit dost diyor ki:
“Issız bir gecede
dağbaşında
kuytu bir yerde
yalnızım.
Karanlığa boğulmuş
uçsuz bucaksız gökyüzü.
Yere dökülmüş
inci taneleri gibi
sere serpe yıldızlar.
Her biri
yanıp sönen bir sevda masalı.
Acılarımı sırtladım
yorgun bedenime yeni bir yük gibi
Yangınlar diyarından geçtim
yüreğim üşüdü
yalnız bir ben vardım orada
bir de hayalin
Acının güçlüğü
ölümün kenarında
yaşamın
yaşamanın güzelliği vardı.
Şafak söküyor
Karatahtada tebeşir yazısı gibi
yok olup gidiyor yıldızlar.
Güneşin
kızılca doğduğu yerde
renklerin oynaşını seyrettim.
mavi bir atlasa döndü gökyüzü
…………………..”
Yalnızlığın dayanılmaz zevkini ıssız gecelerde yaşar şair… Kara tahtada tebeşir yazısı gibi sönüp giden yıldızlar girer şiirine… Hayat ve dünya ikilisinin arasında hasretin ve insancıl hoşgörünün mimarıdır ozan yüreği…
Ve der ki:
“Acı
keder
hüzün
yeni bir günün başlamasıyla
umuda bırakıyor yerini.
Dudaklarımda
tanıdık bir türkü
yüreğimde sen
aklımda hep hayalin vardı.
Bir başka oluyor
seni
seni düşünmenin tadı...”
Genç, dinamik bir şair olan Harun Yiğit’ i anlatmak pek kolay değil… Geleceğe umutla yürüyen bir şairimiz.. En önemlisi de saygı ve sevgi çizgisinden hiçbir zaman ayrılmayan, kendini büyük saymayan ve hayat mektebinde bir talebeyim diyen, çağdaş, akılcı bir dost yürek…
Ben o’ na ve Sabit İNCE üstada takılmadan edemem. Hele internet ortamındaki atışmalarımızın tadı damağımda kaldı. Yakında yeniden başlarız inşallah… Harun, net-atışma adını verdiğim zamanlarda, özlü,ozanca, içli, derinliği ve ufku olan mısralarla cevap yetiştiren bilgisayar dünyamda tanıdığım önemli dostların içinde… O Nazım Hikmet der ben Necip Fazıl… fark eder mi? Ne dersek diyelim…
Ama, bir gerçek var ki, o da kalıcı ve has şiirden yana olmamız… Birbirimizi göstermelik değil, lâf olsun kabilinden sevmemiz değil, özden - yürekten sevmemiz ve güzele, ışığa, aşka ve tasavvufun tefekkür d enizine çağırmamızdır. Güzel olan da bu…
Manzum bir söylem diye başladık, nesri şiirle sarıp dostlara şairimiz Harun Yiğit’ in şiirsel yolculuğunu sunmaya çalıştık. Kusurumuz varsa affola deyip, söylencemizin girişinden birkaç dize ile gülden bir nokta koyalım olur mu?
“Bir güzel gözlüye olurum kurban”
Diyen, Harun Yiğit;
……………………dile bak dile…
Çeşmenin başında Karacaoğlan
Sevdayı haykıran
…………………….tele bak tele…
Gurbetten sılaya akıyor her an
Arı, duru coşan
……………………..sele bak sele…
Yaprağında ateş, başında duman
Yunus Emre kokan
……………………..güle bak güle…
Aşkın deryasına düşüp çırpınan
Bir inip bir çıkan
……………………..ele bak ele
Kimdir acep bunu diyen
Hasret gömleğini giyen?
Diye sormayın bana dostlar…
Anlatmaya çalıştım işte size
Daha nice güzel ilhamlar dilerim
Şairimiz Harun Yiğit’ imize…
Selam bizden cümlenize
Selam bizden cümlenize…
Hazirlayan: Mustafa CEYLAN
Antalya, ocak 2005
27.01.2007 - 16:37
¨°o.O Vatanin'dan kopup, O.o°¨
¨°o.O gurbet ele düsen, O.o°¨
¨°o.O Vatan hasreti ile yanan, O.o°¨
¨°o.O bizlerle Siir'lerini Paylasan, O.o°¨
¨°o.O Gurbetci Ozanlar Grubuna Hosgeldiniz.....O.o°¨
16.04.2004 - 22:19
KALEMLER
-Dost Harun Yiğit'e-
Şiir azalsa da şairler ölmez
İdam sehpasını kursa kalemler
Tahtlar yıkılır, hükümdar kalmaz,
Mazlumun hakkını verse kalemler.
Eleştiri yazmak yiğit işidir,
Yürek ve sevgi de mihenk taşıdır,
Bencillik duygusu suyun başıdır,
Bu azmanı yere serse kalemler.
Cahilin sözü de başlar devirir,
Sevginin zerresi sele çevirir,
Gönül tahtasında ekmek evirir,
Külbeden tandıra girse kalemler.
Bulanık akmadan sular durulmaz,
Leyla sevmeyince çöle varılmaz,
La demeyince de kalem kırılmaz,
İllallahtan dürüm dürse kalemler.
Dille oynayarak hüner yapsa da
Ordan burdan birkaç kelam kapsa da
Zemzem suyu ile bina yapsa da
Yokluk sürmesini sürse kalemler.
İnce dedim kalın demem bir kere,
Onun için varamadım bir yere,
Karınca gibi de çıktım sefere,
Ahtapot olup da sarsa kalemler.
SABİT İNCE KAYSERİ
28.03.2004 - 04:27
Şiirlerini büyük bir zevkle okuduğum bir ozan.....ve ozanlığın ötesinde farklı tarzdaki şiirleriyle de beni şaşırtan bir ŞAİR.......
Sevgili kankim.....SENİ ÇOK SEVİYORUM....biliyorsun....öyle sıcak ve sevgi dolu bir yürek var ki sende,,,bu yürek de 'adam gibi bir adam' var.
Kendine çok çok çok iyi bakmanı istiyorum....bu delikız.....taa buralardan birde bu kardeşini düşünmesin.....
Ve seni tanımaktan ONUR duyuyorum......
Yüreğinden öperim....sevgilerimle
14.02.2004 - 22:34
işte bir Anadolu eren'i daha sizlere... Lütfen dikkatle ve sindirerek okuyun Harun Yiğit'i. Kendisini buradan selamlıyorum.
sabit ince
İster yarim ol istersen yarenim
Yüzüne yüzümü sürmeye geldim
İnsanlık adına içinde yanmış
Közüne közümü sermeye geldim
Dost bahçenden güller dermeye geldim
İnsan sırasında yerini bilen
Candan gülüşünle yüreğim delen
Yalansız dolansız içinden gelen
Sözüne sözümü örmeye geldim
Dost bahçenden güller dermeye geldim
Aradım cevheri arifde buldum
Bunca yıldır artık iyice doldum
Harun Yiğit olup kapını çaldım
Özüne özümü vermeye geldim
Dost bahçenden güller dermeye geldim...
Toplam 10 mesaj bulundu