Harun Yigit Adlı Antoloji.com Üyesinin Hakkın ...

  • Işık German Ersoy
    Işık German Ersoy

    16.05.2023 - 00:24

    Şair arkadaşımız Sn. Harun Yiğit
    < DOĞUM GÜNÜNÜZ KUTLU OLSUN >
    - Ayrıca sizi sitemizdeki bu saygın gruplarımızda görmek dileklerimizle sağlıcakla kalın.
    * Antoloji Yetkili Şairleri * Evrensel Sanatçılar * Şarkı Sözü Yazarları *
    * Çağdaş Şairler * Gizler Dünyası * Özgür Şair-Yazarlar * Antoloji Üyeleri *

  • Hüsamettin Sungur
    Hüsamettin Sungur

    15.05.2022 - 08:00

    DOGUM GÜNÜNÜZ KUTLU OLSUN
    Yüzünüzden gülücükler eksik olmasın

  • Bilal Özcan
    Bilal Özcan

    15.05.2014 - 11:41

    Harun Bey!
    Doğum Gününüzü Can-ı Gönülden Kutlar sağlık,sıhhat, huzur ve mutluluk dolu nice nice yıllar dilerim.
    Sevgi, Saygı ve Muhabbetle

  • Harun Yigit
    Harun Yigit

    29.07.2008 - 16:17

    TÜRKÜLERİN RUHUYLA Harun Yiğit

    Bedri Rahmi'nin, 'Ne zaman bir köy türküsü duysam, yazdığım şiirden utanırım! ' sözü hiç aklımdan çıkmaz. Bu sözün içimdeki yeri gurbette daha da derinleşmiştir. Bir söyleşisinde Neşet Ertaş'a sordular, 'Senin nota bilgin de yok, bu sesi bu sazda nasıl buluyorsun? ' diye..O da, 'Notamız yok ama rotamız var, gönlümden geldiği gibi basıyorum! ' diye yanıtlamıştı. İnsanın köklerine bağlılığı böyle bir duygu işte. Nasıl ki her nehrin doğduğu dağ ve aktığı yatağa göre bir karakteri varsa şiir de öyle. Kendi köklerinden soluyarak bulur ruhunu. Türküleri halkın ruhudur. Bu ruhu solumayan köklerinden kopuk demektir. Köklerinden kopukluk ise cansızlıkla eş anlamlıdır. Türküleri bir halkın mirasıdır aynı zamanda. Bu mirasının bilincinde olmayan halk, savrulur gider. Bu gün kendi yurdumuzda, Anadolu'muzdaki şu karanlığa savruluşun külünü üfleyin, altından, 'kendi kültürüne, kendi halkının mirasına ters düşmüşlük, köklerinden kopuyor oluş' çıkar. Sekiz yüzyıl önceden seslenen Yunus'u dinleyin, Dadal'ı, Pir Sultan'ı, Karacaoğlan'ı. İşte köklerimiz onlar bizim. Her biri derin nehir yatakları. Ne güzel anlatır Karacaoğlan sevdalısının saçlarını. Ne güzel söyler 'Zülüf düşmüş gerdana' diye. Ferhat, sevdalısı Şirin için dağları nasıl deler Ferhat. Bir de bugün yaşanan, daha doğrusu Anadolu'muza, halkımıza dayatılan karanlığa bakın: saç göstermenin 'günah' sayıldığı anlayışa; dağların, altın için, siyanürle delik deşik edilişine. Soralım kendimize: Karacaoğlan'ın şiirleri mi mirasımız, 'türban' mı diye..Soralım kendimize: Ferhat mı mirasımız, siyanürle altın arayıcılığı mı diye. Yanıtına göre safımızı tutalım... İşte, Harun Yiğit'in şiirlerini okurken bunları düşündüm. Gurbette ama safını sılasının duygusuyla tutmuş. Köklerinin bilincinde. İstiyor ki kendi köklerinde bilensin duygusu. Sesi kendi ırmağında aksın. İnsanların gurbet ya da sıla, yozlaşıp, softalaşıp, öz değerlerine uzaklaşıp, karardığı, daha da karartılmak istendiği günümüzde, bağrında yüreğini Harun Yiğit gibi halkına, halkının değerlerine, kendi özüne, aydınlık bir gelecek umuduna bağlı olarak taşıyan kardeşlerimiz, bugün her zamankinden daha önem arz ediyor. Harun, 'rotası olan' bir kardeşim. Kelimelerini gönlüyle işliyor. Gönlününse öz kültüründe kökleri var.

    Nihat Behram

  • Harun Yigit
    Harun Yigit

    29.07.2008 - 16:17

    Harun Yiğit ve Şiirleri
    Orhan Bahçıvan

    Harun Yiğit ve Şiirleri


    Üç Satırlık

    Sevgi doğurdu
    Umut yaşattı
    Zulüm öldürdü beni

    Beton yığını harabeler arasında yaşam sürdüren bir kırlangıç gibidir üç satırlık dizelerin sahibi. Gün olur, kendini güneşin kucağına bırakır. Gün olur bozkır rüzgarlarına. Gün olur ırmakların akışıyla deryaların yolunu bulmak için, orkinoslara özenir.
    Ama en güzeli benim gönül rahatlığıyla duyabildiğim bir ses olması, beni ona yaklaştırıyor.

    Yaşanası Dünyada
    İnsanın gönlünde ki
    Sevgi yeşermedikçe
    Cehennem yaşanacaktır
    Barış olmayan
    Şu yaşanılası dünyada

    Yönünü insana dönüyor, gönlünü sevgiyle yoğurup, sevdayla akıtıyor. Şiirlerini, kır çiçekleri gibi, bozkırların üstüne bırakıyor. Etten ve kemikten oluşmuş bedeniyle, gurbetin acılı yaşamında çırpınıyor bir yaralı kuş gibi.
    Sahipsizliğini, kimsesizliğini gelinciğin yaprağıyla süsleyip, kelebeğin kanadına bindiriyor ve öylece milim milim şiirlerin içine akıtıyor.

    Yanan yüreğim

    Karanlıkta
    Kirpiklerim üstüne
    Kar düştü
    Gözlerimden
    Yanaklarım üstüne
    İki damla yaş düştü
    Yarık yarık
    Suya hasret toprak gibi
    Sana hasret dudaklarım
    Yanan yüreğim
    Bir dokunsan
    Anında sönecek

    Karlı boranlı dağların doruk noktalarından geçerken, üşüdüğünü anlıyorum. Vatan hasreti denilen yağmurlarla ıslandığını biliyorum. Ben, okuduğum şiirlerin sahibini anlıyorum, biliyorum gibi sözlerle anlatmaya çabaladığımı elbette ki biliyorsunuz. Bildiğiniz bilgiler bununla kalmasın, elimde tuttuğum ikinci şiir kitabı 'Duy Yunus Emre' den şiirler okudukça nelere ulaştığını ve neleri gözlemlediğini çok kavrıyorum.

    İsterseniz gelin Harun yiğit adlı bu dostun şiirine kulak verelim. Gerçi o davudi sesini duymak o güzel yorumunu dinlemek ayrı bir tat, sözünü ettiğim güzelliği yakınlaşmak için, kendi sesimizle bir şiirini daha okuyalım.

    Gibi

    Ağaçlarda yaprak gibi
    Hem sarardım hemi düştüm
    Fırınlarda ekmek gibi
    Hem bozardım hemi piştim

    Gökyüzünde yeller gibi
    Kıvrım kıvrım yollar gibi
    Çaydan akan seller gibi
    Hem bulandım hemi taştım

    Dost önünde diller gibi
    Yar yüzünde çiller gibi
    Bahçelerde güller gibi
    Hem kızardım hemi açtım

    Dert dinleyen hancı gibi
    Harun yiğit kolcu gibi
    Şu dağlarda yolcu gibi
    Hem dolandım hemi geçtim

    Ben, Harun Yiğit imzalı şiirleri okuyunca doğanın o hırçınlığını buluyorum.
    Ben, Harun Yiğit imzalı şiirleri okuduğum zaman, denizler içinde var olan derin dalgaların her an koptu kopacak halini görüyorum. Yağmurun kokusunu, gurbetin acı tadını, sılanın buram buram tüttüğünü görüyorum.
    Eeee benim de içimde sıla hasreti olunca, yüzümü o kokunun üstüne deydiriyorum.
    Tadım tadım tadımlanıyorum.

    Zaman zaman felsefi düşüncenin içinde olmanın gerekliliğini duymuştur.
    Bu anlamda kendi yorumlarını hiciv olarak şiirlere aktarmıştır. İlk şiirlerinde kısmen uyaklarda ve nefes denilen duraklamalarda basit bir yöntem seçmesine tanık olmuştum. Ama son şiirlerini okuyunca Ozan arkadaşın giderek bu alanda ne denli ilerlediğini gözlemliyorum. Benim bu savımı kanıtlayacak şiirleri de bu yazının içine alarak biraz daha detaylara inmiş olalım.

    BEN İDİM GÖRÜNEN

    Işığında Hûda ile buluşup
    Ben idim alemde ulu görünen
    Gökyüzünde bulut bulut dolaşıp
    Ben idim yağmurla dolu görünen

    Türlü nebât ile toprağa serip
    Hayvanın postunda şekile girip
    Kendi suretini balçığa verip
    Ben idim aslanda Ali görünen

    Kan kalesi denen şehiri kurup
    Kâmilin yanında kemâle erip
    Eyüp'ün derdine sabrını verip
    Ben idim nebîde veli görünen

    Ne olduğun görüp kendin bilmişe
    Özüne bürünüp dersin almışa
    Gecenin sonunda darda kalmışa
    Ben idim Hızır'ın eli görünen

    Yetmiş iki millet insan dininde
    Zalimlere karşı mazlum yanında
    Hacı Bektaş, Abdal Musa donunda
    Ben idim o Kızıl Deli görünen

    Doğanın var olan yasalarını kendi düşüncesi olan ve kendine has olan yorumuyla şiirlerini oluşturuyor. Yine son şiirlerinden birinde bu insan doğa ilişkisi bakımından yorumlanan güzel bir şiirinde bunu görüyoruz. Yani Harun Yiğit kendi dünyasında, kendi gücüyle yol alabilmiş. Genç ve yetenekli bir ozanımızdır.
    Hiciv dünyasında da kendini kanıtlamış, bu alanda da güzel şiirler yazmış bir dirençli yürektir.

    GELDİK BUGÜNE

    Toprağın özünden, suyun geninden
    Süzüle, süzüle geldik bu güne
    Hayvandan insana daha dönmeden
    Büzüle, büzüle geldik bu güne

    Yaz ayında güneş yaktı kavurdu
    Sel aldı emeği yeller savurdu
    Doğa bizi dinden dine çevirdi
    Üzüle, üzüle geldik bu güne

    Alim öldürenler geri kaldılar
    Kendin arayanlar ışık buldular
    Emek verdik, alın teri çaldılar
    Ezile, ezile geldik bu güne

    Beni aşamadık bize saldırdık
    Nice değerleri ite çaldırdık
    İsteyen herkese etek kaldırdık
    Düzüle, düzüle geldik bu güne

    Hak yolunda nice cenge karıştık
    Kavgalarda Yiğit'lerle yarıştık
    Kan akıtıp kardeş, kardeş vuruştuk
    Yazıla, yazıla geldik bu güne

    Hele biraz bozkır üstüne doğru yürüyelim.
    Azıcık bozkır, azıcık kır çeçeği, fazlaca özem kokan bir şiir okuyalım

    Kalmadı

    Papatyaydın
    Lalem, mor menekşem, sümbülüm
    Gönlümde açan gülümdün
    Kelebeğim
    Ak güvercinim
    Sarı kanaryam
    Gönül bağımda öten bülbülümdün

    Güz gelmeden boran vurdu
    Ne açanım
    Ne uçanım kaldı

    Erenler bağından el alıp geçtiğini kendi söylüyor.
    Pirler ocağından, dol içtiğini yine kendi söylüyor.
    Söylediği bu sözlerin doğruluğu sanırım şiirlerin içinde görülüyor.
    Ustalarına olan saygısı, şiire olan güveni ozanlık değerini gündeme getiriyor.
    Engin oluşu, her insana saygılı davranması ozan yüreğinin olgunluğunu kanıtlıyor.

    Selam olsun yiğit ozana Selam olsun diyelim




    Yazan: Orhan Bahçıvan
    27.09.2005

  • Harun Yigit
    Harun Yigit

    29.07.2008 - 16:16

    Şairimiz Harun YİĞİT’ in ŞİİRSEL YOLCULUĞU
    Mustafa CEYLAN

    YORUM: 1

    “Manzum Bir Anlatımla”

    Mustafa CEYLAN

    “Güzel gözlerine kurban olduğum
    Seni sevdim diye taşlama beni
    Tatlı sözlerine hasret kaldığım
    Anlamsız satıra başlama beni

    Sevgi tohumunu gönlüme eken
    Gurbet elde her an içimi yakan
    Güneşli gündüzde aramaz iken
    Karanlık gecede düşleme beni

    Yiğit’im umut beklemem tenden
    Sevgiden başka ne isterim senden
    Sıcacık gönlünü saklarken benden
    Alıp yastığına işleme beni…”

    **

    “Bir güzel gözlüye olurum kurban”
    Diyen, Harun Yiğit;
    ……………………dile bak dile…

    Çeşmenin başında Karacaoğlan
    Sevdayı haykıran
    …………………….tele bak tele…

    Gurbetten sılaya akıyor her an
    Arı, duru coşan
    ……………………..sele bak sele…

    Yaprağında ateş, başında duman
    Yunus Emre kokan
    ……………………..güle bak güle…

    Aşkın deryasına düşüp çırpınan
    Bir inip bir çıkan
    ……………………..ele bak ele

    Kimdir acep bunu diyen
    Hasret gömleğini giyen?
    Anlatayım gelin size
    Selam bizden cümlenize:

    **

    1961 yılının mayısında
    Konya, Ilgın, Beykonak sabahında
    ………………………….Dünyaya gelmiş Yiğit…
    Kalemle, fırçayla, koca yürekle
    Mısrayla, renkle, düşle, gerçekle
    …………………………..Zamanı delmiş Yiğit…
    Özlem tokmağını yedikçe dostlar
    …………………………...Düzelmiş, düzelmiş Yiğit

    Sonra, tanımış birer birer şairleri
    Can Yoksul, Osman Dağlı şiirleri
    Bir tutmuş kelimeyle resimleri
    Ve canında çiçek olup açmış
    Burcu burcu Anadolu Türküleri,
    Sanki türkülere has
    …………………………….Türkülere özelmiş Yiğit

    Yazmış, çizmiş, boyamış
    Gurbet yastığına başın dayamış
    Kader rüzgârının kanatlarında
    Düştüğü yer Almanya’ ymış…

    Bir yüreğe girmeye görsün gökkuşağının yedi rengi. Hele hele o yürek, tutkunsa renklerin dansına, başlar renklerle dans etmeye. Yedi renkten yetmişbin renge ulaşıverir bir anda… Gözden gönüle girer renk cümbüşüyle. Gönülde manzara olur, bakış bakış dökülür tuvaller üstüne…Nakış nakış mısra olur düşer şiir üstüne…

    Daha küçümen bir yaşta iken resim sanatına ilgi duyan Yiğit kardeş de 1982’ de ilk resim sergisini açar. Sergilerle kentleri ve insanları buluşturur. Bir mübârek koşudur gider. O şehir senin, bu şehir benim… Almanya’ da 50’ nin üstünde şehre ulaşır sergi sergi. Paletinde yüreğinin canhıraş feryadı vardır. Göz görür, el çalışır, yürek gümbürder dostumuzda…

    Bazen rengin, fırçanın, paletin gücü yetmez olur... İçinin balkonlarında açan çiçekleri güzel dilinin arı, duru söylemiyle başlar mısralar halinde kâğıtlara yazmaya…

    Şiir denen efsunkâr sevgilinin düşer peşine. Şiirin gücü, resmin gücünü çoktan geçmiştir. Anlar bunu… Sözcüklerle resim yapmaya başlar… Şiir koşar, peşinde gölgedir Harun Yiğit; koş babam koş… Yakalamaya çalışır. Yakaladım dediğinde bir de baksa şiir ondan kilometrelerce uzaktadır. Oturur ağlar, yüreğinin gümbürtüsünden kulakları dayanılmaz ağrılar çeker. Çeker ya, bu kere sarılır fırçaya, boyalara, çizgilere…

    Bir zaman resim, bir zaman şiir… İkisinin arasında tahteravalli oynar Yiğit dost… Bir iner, bir çıkar… 1986’ da İsviçre’ de düzenlenen Barış yılı resim yarışmasında ikinci olur. Sonra ödüller peşpeşine gelir de gelir…
    Ama, şiir… Ya güzelim şiir… O güzelim şiirle yanar, tutuşur, kelime kuyumcusu olma gayretine düşer… Ağlayışı ondandır. Yalnız kalışı ondan.
    Sözleri ona…

    Der ki:

    “Almak
    Kadınlara özgü sanma.
    Benim de
    Etten yapılı yüreğim var.
    Çok geceler
    Avuçlarımın arasında başım
    Düşer
    Dizlerimin üstüne gözyaşım.

    Yalnızlık
    Başımın belası
    Cehenneme döner yüreğim
    Sarar bedenimi harlı ateş
    Yanarım.
    Çok geceler,
    Avuçlarımın arasında başım
    Düşer, dizlerimin üstüne göz yaşım…

    Harun kardeşim benim
    Has bir dosttur o
    Canda candır…

    Bakarsın bir şiirine
    Ala bahar içinde, mavi gökler üstünde
    Gönül ufkumuzda uçan kartaldır
    Ya da
    Çeşme başında sazı göğsünde
    Ölümsüz Karacaoğlan’ dır…

    Okursun mısralarını, mıknatıs sözcüklerle
    Çeker çeker şiirinin sinesine
    Özlem yağmurunda ıslatır yüreğinizi
    Memleket kaygısında kavurur ciğerinizi
    O adam gibi adam
    O yiğit bir insandır…

    Gökyüzüne vurgundur en çok
    Sonra buğu buğu gülen toprağa
    Depreştiğinde acıları
    Bulutlar içine gömer alnını
    Dağlar üstünde bulur adımlarını
    Sonsuzluğun şarkısı olmak ister
    Sevdalı bir cihandır o…

    Şiir kuşu sonsuzluğa kanat açar
    Düşer dilinin söz ufkuna
    İçinin girdabına düşer de
    Şöyle seslenir:

    **

    “Dün gece
    yine acılarım depreşti
    Kaynadıkça kaynadım
    İçim içime sığmadı
    Çatladı her yerinden vücudum
    patladım volkan gibi
    Yükseldim gökyüzüne

    Sen
    acılarımın koyağı
    eyy nazlı yâr
    Kaldır alnını
    bak gökyüzüne
    Gökyüzünden akacağım alnına
    öpmek için
    dudaklarına kayacağım
    onbin yerinden
    onbin defa ısırmak için
    sana ulaşacağım

    Onbin çiçeğin özünden aldım
    özümle karıştırıp
    alasın diye sana uzattım
    Bütün kötülüklere inat
    aşka dair ne varsa
    yaşamak için
    Bir elimde ateş
    Bir elimde su
    Haydi al
    birlikte içelim
    ateşle suyu…

    **

    Aşka dair ne varsa yaşatmak için onbin çiçeğin özünden aldıklarıyla özünü harman eden ozanca gönüle bakın hele… Ateşle suyu tutar ellerinde…
    Toprak ayaklarında nasıl olsa… Hava yanık ciğerlerinde… 4 unsur nazariyesini aşkın – aşkının özü yapar, yaşatmak için güzellikleri…
    Yıkmaya değil, yapmaya, gönül evini şen tutmaya taliptir Yiğit…

    Söz sultanına teslim olan kalemi, sanat yapmak için cümleleri eğip bükmez.
    Dolambaçlı yollar ve çıkmaz sokaklarda nefes almaz şair… Apaçıktır, alenidir söylemleri…
    Toplumsal gerçekten, manevi mutluluğa yuvarlanır çoğu kere…

    Kimi zaman da Pirsultanlaşır…
    Zam mı geldi, insanlar çile mi çekiyor, basar isyânı…
    Ozan yüreğinin, tarihin içinden alıp kendine görev addettiği sorumluluğunu yansıtır…

    Önce insan diyen şairimiz, ışık-aşk ve umut olmak ister insanlara…
    Rehber olarak ilim yeterdir ona… İlm ile arif olan kişilere tutkundur. İnsanoğlunun dünyadaki asli hedeflerinden birisinin “kâmil insan” olma yolunda çalışması olduğunu söyler. Ağız karanlığında saklı duran dil yayından çıkmış sözleri beş kere düşünüp söylemelidir kişi oğlu der…

    Geliniz dostlar, Yiğit’ imizin bu söylediklerimi anlatan şiirine bir göz atalım. Olmaz mı?

    “Sana derim sana ey insan oğlu
    Rehberin olmadan yollara düşme
    Rehber bil ilimi yürü yolunda
    Yobazın açtığı kollara düşme

    Bilmediğini git arife danış
    Sen de kemale er kamile dönüş
    Beş kere düşünüp bir defa konuş
    Boş yere konuşup dillere düşme

    Kendin hazırlama kendi girdabın
    Yiğit'im bilmeli işin erbabın
    Senden çok bilgili olsun ahbabın
    Cahilin düştüğü hallere düşme...”

    **

    Hep söylemişimdir cümle dostlara… Heceyi bilmeyen, hece vezninin inceliklerini bilmeyen, maalesef serbest vezin şiirde başarılı olamıyor diye…
    Harun kardeş, hece’ de usta… Serbest vezindeki yalınlığı ve başarısı da bu ustalıktan geliyor. Serbest vezin şiirlerindeki ritm-ahenk ve kulağa hoş gelen uyum işte bundan kaynaklanmaktadır…

    Rahmetli üstadım Arif Nihat ASYA’ nın “Bayrak” şiiri serbest vezin bir şiirdir. Ama okuyun o muhteşem şiiri. Sanki hece, sanki aruzla yazılmış…
    O dev şiiri dev yapan söylemin güzelliğpi yanında uyum-ritm ve ahenk değil midir?

    **

    Can dost Harun Yiğit, öğretmeni için kaleme aldığı şiire girmeden önce bakınız neler diyor:

    “Bu gün 24 Kasım Öğretmenler günü. Bu şiiri bulunduğum yerde Erdoğan Eren ögretmene armağan olarak yazmıştım.
    Nice bayan, bay Erdoğan ögretmelere ithaf olunur 24 Kasim ögretmenler gününü yürekten kutlarim

    Saygilarimla
    Harun Yigit”

    Dedikten sonra giriyor şiirin altın kanatları altına… Diyor ki:

    ERDOĞAN ÖĞRETMENE

    Arının yaptığı sarı bal gibi
    Öğretmenim,sen öğrettin dilimi
    Hece, hece sardın bizi dal gibi
    Öğretmenim, sen tutturdun elimi

    Güneş gibi sıcak denizden yüce
    Öğrenip seninle eriştim güce
    Kalplerde gezersin gündüzle gece
    Öğretmenim, sen gösterdin yolumu

    Satır, satır güzel sözler derensin
    Nice çocuklara bilge verensin
    Bad Pyrmont'da sen Erdoğan Eren'sin
    Öğretmenim, sen coşturdun selimi

    Duygu dolu nice şarkı gibisin
    Türkiye’min dönen çarkı gibisin
    Yiğit'im gönlümün parkı gibisin
    Öğretmenim, sen açtırdın gülümü...”

    **

    Evet dostlar Harun Yiğit işte bu… Gurbetten sılaya seslenen bir nefes… Bir gönül adamı… Sevgi adamı… Savaş ve öfkenin, kin ve nefretin adamı değil…
    Barışın, dostluğun has adamı… Ona bu duyguyu veren de doğduğu Konya’ nın Ilgın İlçesi’ nin coğrafyasıdır. Ana kucağıdır… Baba ocağıdır…

    Beyin deposunu dolduran dünya olaylarının üstündeki örtüyü duygularıyla kaldırır ve barış dolu bir evren çizmeye başlar elleriyle, kalemiyle, fırçasıyla… Gecenin amansız ve gizemli mavisinde ayrılıkları yaşar şair…
    Yalnız kalışını, sevdiğinden ayrılışının acısını yaşar. İnler içten içe… Bazı dağlar vardır, içinde büyük uğultularla akıp giden ırmaklar saklıdır. Göremez her göz onu. Dağ der geçer dil.
    İşte Harun Yiğit’in yüreği o içinden ırmaklar akan dağ kesilir yalnız gecelerde. Düşer denizlere… Atar kendini yalnızlar okyanusuna… Kolayv değildir fırtınalı denizde acılarla kucaklaşmadan bir başına dolanmak… Aslında hayat kolay değildir. O sebeple sevmek ve dayanışma içinde bulunmak gerek…

    Şairimiz dostuna “güle güle kaptan” derken bu duyguları bir şiirinde bizlere sunar:

    “Yürek ister
    fırtınalı denizlerde dolaşmaya
    Kolay mı sandın?
    Acılarla kucaklaşmadan
    gökyüzünün mavisine ulaşmayı

    Şafak sökmeden önceydi
    en karanlık anım
    Ölmek üzereydim
    vahanın yeşilini uzaktan gördüğümde

    Bir gece
    karanlık ortasında
    bir başıma ve yalnız bırakmıştın
    El bile sallamadan
    hani çekip gitmiştin
    açmıştın yelkenini
    başka sevda denizine

    Kan aksa da gül yaprağından
    bin gül tomurcuklanır
    tarımar olmuş
    gönül bahçemin toprağından

    Yelken açmışken başka denizlere
    güle güle kaptan
    güle güle
    Bekleme beni…”

    **

    Kırmızı gülün alı var diye bir türkümüz var… Ancak o gülün alında gülün hali de vardır, öyle mi? Öyle! Bunu şairimiz şiirinde “Kan aksa da gül yaprağından” diye terennüm edivermiş…
    Ancak gönül yücedir ve gönül toprağı nice gül tomurcuğuna gebedir. Yeniden doğuşa, dirilişe…

    Sonrası mı cancağızım? Sonrası şu, Harun’ un şiirsel yolculuğunda, sonrası şu:
    Beyin deposunu dolduran dünya olaylarının üstündeki örtüyü duygularıyla kaldırır ve barış dolu bir evren çizmeye başlar elleriyle, kalemiyle, fırçasıyla… Zamların gelişini ne de güzel iğneler. “Bu zam size az geliyor” deyişine bakın bir:

    “Neyinize kafa yormak
    Size düşmez hesap sormak
    Eğer yoksa birlik olmak
    Bu zam size az geliyor
    Az geliyor, az geliyor
    Üşümeyin yaz geliyor

    Düşünmeden oy attınız
    Yan gelerek hep yattınız
    Derdinize dert kattınız
    Bu zam size az geliyor
    Az geliyor, az geliyor
    Üşümeyin yaz geliyor

    Başa bakan iyi vallah
    Düzeldi her şey maşallah
    Bastır bakan, zamı yallah
    Bu zam size az geliyor
    Az geliyor, az geliyor
    Üşümeyin yaz geliyor

    Kalkınmalı plan falan
    Çekemeyen desin talan
    İnanma sen hepsi yalan
    Bu zam size az geliyor
    Az geliyor, az geliyor
    Üşümeyin yaz geliyor

    Kemerlerde delik boldur
    Tükenirse git de deldir
    Bulamazsan etek kaldır
    Bu zam size az geliyor
    Az geliyor, az geliyor
    Üşümeyin yaz geliyor

    Problem mi şu yakacak
    Varsın sönsün yanan ocak
    Aç kalana kim bakacak
    Bu zam size az geliyor
    Az geliyor, az geliyor
    Üşümeyin yaz geliyor

    Yarın Allah kerim dersin
    Her şey varsa ne istersin
    Yoksa neden şükredersin
    Bu zam size az geliyor
    Az geliyor, az geliyor
    Üşümeyin yaz geliyor

    YİĞİT’imi kızdırmayın
    Daha çokça yazdırmayın
    Bu hicivi bozdurmayın
    Bu zam size az geliyor
    Az geliyor, az geliyor
    Üşümeyin yaz geliyor…….”

    **

    İğneleme sanatının en güzel örneği olan bu zam hicvi gerçekten hoş… İğneyi zam yapana değil de önce o zam yapanı o mevkilere getiren bize-halka yapıyor şair. Sonra, dayanamıyor ve “kızdırmayın beni” diyor…

    Türk Halk Şiiri ile çağdaş şiir arasında bir noktada Yiğit… Bir bakmışsınız ozan, bir bakmışsınız duygusal ve romantik bir şair… Her ikisini de kendi bünyesinde derleyip toplamış böylesi şairi az bulursunuz.
    Her ikisi ile de barışıktır. Renkleri seviyor ya… Kelimeleri de… Mısralarını dar alanda çok ve anlamlı söylemler ifadesinde başarılı bir şekilde kullanmasını biliyor…

    Şairin bir “İstanbul” başlıklı şiiri var ki, benim için hece ve serbest vezin barışını sağlamış bir şiirdir. Serbest vezin şiirde hecenin kıvrak dansından faydalanmasını bilen bir şiir. Şimdi hep birlikte o şiire bir göz atalım, olmaz mı?

    “Ey İstanbul

    düşlerimde süsleyip geldim sana
    darmadağın olmuşun
    iki denizin arasında
    iki kıta ortasında
    sen, yedi tepeli şehir
    uygarlıklar beşik oldu kapında
    yedi veren güller açmış tepende

    Ey İstanbul
    kaç bin yılın yorgunluğunu taşırsın
    iki kıtada
    bir koca şehir değilsin yalnız
    kitap, kitap yazılan
    tablo, tablo çizilen
    sanat, sanat büyüyüp
    öbek, öbek ezilen
    sen Anadolu’nun koca tarihi
    nice güzelliklerin gömülmüş günlere
    kapını açmışsın
    yetmiş iki milletten canlara
    kapını açmışsın
    nice dinlere
    ne yiğitler arkasından vuruldu
    tarih boyu nice canlar serildi
    toprak bile acısından yarıldı
    kalk İstanbul kalk da bak bir kendine

    nefesin kesilmiş
    soluk soluğasın
    kansere yakalanmış akciğerin
    yeşilliğin nerende
    dert akıyor derende
    uyan artık İstanbul
    irin vardır yaranda
    öbek, öbek beton yığınısın
    motor gürültüleri
    vapur sirenlerisin beynimde
    katar, katar taşıt
    boğuk, boğuk zehir
    kirli, kirli gökyüzüsün
    süslü püslü nice bulvarların
    ışıklı vitrinlerin var
    nice caddelerin
    bir kocaman çöplük
    içi başka
    dışı başka pislik
    İçte saklı gümanın
    eksik olmaz dumanın
    ey İstanbul düşenlere
    yok mu senin amanın

    yol kenarında eli silahlı
    tabela hırsızların var ya
    beni bile
    parçalayıp satacaklardı
    hurdacılara
    bağırmak istedim avazım çıkmaz
    damarım kestiler kanlarım akmaz
    düştüm sokağında kimseler bakmaz
    kalk İstanbul kalk da bak bir kendine

    dostluk kurmuş
    köpeklerle kediler
    günübirlik yaşamanın keyfiyle
    sokaklarının proleteri olmuşlar
    diyecek yok hallerine
    jigoloların
    fahişelerin sesleri yükseliyor kum kapıdan
    güneş erken ışığını devirmiş
    sarhoşların içip içip bağırmış
    kapanmışın karanlıkta kendine
    yüzünü ay bile senden çevirmiş
    orospularının cinsiyeti belli değil
    eğil, İstanbul eğil
    sövül İstanbul sövül
    boğul İstanbul boğul
    boğul ki
    yeniden dirilesin

    Eyy İstanbul
    sokaklarında
    çıplak ayaklı, yarınsız çocukların
    çapaklı gözlerinde
    bilmem kaç gecenin acısı saklı
    bilmem kaç günün
    yorgunluğunu taşıyor
    kirli elbiseleri altındaki vücutları
    küçücük ellerini açmışlar
    dilenirken eksik değildi
    yüzlerinde yoksulluğun utancı
    taşın altın toprağın olsa inci
    sende değil ülkemdedir bu sancı
    kalk İstanbul kalk da bir bak kendine

    bir adam gördüm
    semeri sırtında
    yükü kendinden ağır
    tırmanırken yokuşu
    düşüyordu alnından teri
    yırtılmış pabuçlarının ucuna
    acıları karışır mı acına
    akbabalar yuva yaptı gecene
    Kalk İstanbul kalk da bak bir kendine

    ne hayallerle gelmiştim sana
    neler gördüm neler sende
    al yuvarlar mısın kanda
    her gün biraz daha kötü
    hayal oldun nice canda
    parklarında dolaşırken
    kucaklayıp sarıldığım ağacın
    kucak, kucak dalları var sandım
    kanattı dudaklarımı
    eğilip öptüğüm al, al güllerin
    kaç gün oldu sana geleli
    ya ben farklı gördüm
    ya sen değiştin
    sen
    sen şiirlerde okuduğum
    İstanbul değilsin artık…”

    **

    Ve
    Harun Yiğit duygulu yüreğiyle, çevresindeki kimi olaylardan etkilendikçe sarılır kalemine… Ağıt yakar, türkü yakar… Durduramazsınız onu. Freni tutmaz bir şekilde yaşadıkları üstüne yürür ve yazar…

    Nitekim bir şiiri için;

    “Kasabamda, mahallede birlikte büyüdüğüm çocukluk arkadaşım, kardeşi tarafından geçtiğimiz günlerde hunharca öldürülen Yılmaz Altın' a yazdığım ağıt”

    Der ve girer şiirin görkemli şehrinden içeri…
    Der ki:

    “Para denen zalim girdi arama
    Para için girecen mi kanıma
    Gardaşım göz dikmiş kanlı parama
    Para için girecen mi kanıma
    Kıyma gardaş kıyma benim canıma

    Öz gardaşım bayıltarak dövüyor
    Yumrukları yağmur gibi yağıyor
    Elleriyle sıka, sıka boğuyor
    Para için girecen mi kanıma
    Kıyma gardaş kıyma benim canıma

    Yarım canlı vücutumu sürüdü
    Börtü böcek halim gördü eridi
    Gardaşımın gözünü kan bürüdü
    Para için girecen mi kanıma
    Kıyma gardaş kıyma benim canıma

    Çocuklarım bensiz yetim kalmasın
    Dul kalıp da karım saçın yolmasın
    İki yakan bir araya gelmesin
    Para için girecen mi kanıma
    Kıyma gardaş kıyma benim canıma

    Ölmediğim gördü iyce çıldırdı
    Elindeki çekiç ile saldırdı
    Şu başıma vura, vura öldürdü
    Para için girecen mi kanıma
    Kıyma gardaş kıyma benim canıma

    Anam ağlar kara bağrın döverek
    Babam ağlar gardaşıma söverek
    Cesedimi Yiğit'im der severek
    Para için girecen mi kanıma
    Kıyma gardaş kıyma benim canıma..”

    **

    Çocukluk yıllarımı hatırladım “kıyma gardaş kıyma benim canıma” derken Yiğit… Çocukluğumda beni şiir çatısı altına sokan iki büyük kaynak vardı.
    Bunlardan birisi Anadolu’ nun “ağıtçı kadınları” ndan birisi olan anneannem Miyase idi.
    Köyümde, kasabamda acıklı bir ölüm olayı mı meydana geldi, anne annem gelmeden orada ki, ölü evindeki kadınlar tam manasıyla ağlayamazlardı.
    O geldiğinde yaktığı ağıtlarla, o anda söylediği ağıt-şiirle koca bir köyü-kasabayı ağlatırdı. Tutamazdınız kendinizi.. Sonra sonra fark ettim ki, anne annemin bu ağıtları hece vezniyle değil “aruz vezniyle” ağzından dökülüyormuş meğer…

    Bir de amcam Ahmet Remzi Ceylan vardı. Halk ozanı… Tarih bilgisi ve kültürü muhteşem bir insandı. Onunda çok güzel şiirleri vardı.
    Destan şairiydi. Kasabamda yada ülkemde önemli bir hadise mi cereyan etti, amcamın destanları elden ele, dilden dile dolaşırdı. İşte bu iki kök üzre oluştu şiir ağacımız bizim de…

    Bir de;
    Harun Yiğit kardeşimin “Kıyma gardaş kıyma benim canıma” diyen yukarıdaki ağıtı, Anadolu köy pazarlarında elinde megafon, boynunda iple bağlı bir tahta ve tahtanın üstünde Ankara’ da yada Kırıkkale’ de matbaada basılmış, çoğu mavi renkteki, ağıt- destan satan, satarken de megafonla ağıdı seslendiren insanları anımsattı bana… Sonra o destan satıcısının koltuğunun arasında Karacaoğlan, Tahir ile Zühre, Hazreti Ali’ nin Kılıcı, Ferhat İle Şirin, Yunus Emre, Köroğlu’ nun kısa hayatı ve şiirleri bulunan küçümen boydaki kitaplar bulunurdu.
    Destan almak ve de bir kitap almak için anamdan para isterdim. Yalvarır yakarır, yeminler üstüne yemin eder,”bağı depeceğim, karı küreyeceğim, sınıf birincisi olacağım” der, anamdan kopardığım para ile rüzgâr gibi koşardım pazara. Önce megafonla söylenen ağıdı dinlerdim.
    O satıcılar beni bellemişlerdi gayri. Her hafta yada on beş günde bir değişik kitap getirirler ve kimseye vermezler, bana saklarlardı. Anlaşmamız öyleydi onlarla…

    Şu işe bakın… Nereden nereye geldim dostlar… Şairimiz Harun Yiğit’ in “ağıt” şiiri beni nereye götürdü…

    Etkili şiir böyledir işte… Alır mıknatıs gibi kendine, kendinde çalkaladıktan sonra iner ruh kökünüze ve sizi duman eder…

    İyisi mi sözü fazla uzatmadan şairimizin bir şiirine daha kulak verelim.

    Yiğit dost diyor ki:

    “Issız bir gecede
    dağbaşında
    kuytu bir yerde
    yalnızım.
    Karanlığa boğulmuş
    uçsuz bucaksız gökyüzü.
    Yere dökülmüş
    inci taneleri gibi
    sere serpe yıldızlar.
    Her biri
    yanıp sönen bir sevda masalı.

    Acılarımı sırtladım
    yorgun bedenime yeni bir yük gibi
    Yangınlar diyarından geçtim
    yüreğim üşüdü
    yalnız bir ben vardım orada
    bir de hayalin
    Acının güçlüğü
    ölümün kenarında
    yaşamın
    yaşamanın güzelliği vardı.

    Şafak söküyor
    Karatahtada tebeşir yazısı gibi
    yok olup gidiyor yıldızlar.
    Güneşin
    kızılca doğduğu yerde
    renklerin oynaşını seyrettim.
    mavi bir atlasa döndü gökyüzü
    …………………..”

    Yalnızlığın dayanılmaz zevkini ıssız gecelerde yaşar şair… Kara tahtada tebeşir yazısı gibi sönüp giden yıldızlar girer şiirine… Hayat ve dünya ikilisinin arasında hasretin ve insancıl hoşgörünün mimarıdır ozan yüreği…

    Ve der ki:

    “Acı
    keder
    hüzün
    yeni bir günün başlamasıyla
    umuda bırakıyor yerini.
    Dudaklarımda
    tanıdık bir türkü
    yüreğimde sen
    aklımda hep hayalin vardı.
    Bir başka oluyor
    seni
    seni düşünmenin tadı...”

    Genç, dinamik bir şair olan Harun Yiğit’ i anlatmak pek kolay değil… Geleceğe umutla yürüyen bir şairimiz.. En önemlisi de saygı ve sevgi çizgisinden hiçbir zaman ayrılmayan, kendini büyük saymayan ve hayat mektebinde bir talebeyim diyen, çağdaş, akılcı bir dost yürek…
    Ben o’ na ve Sabit İNCE üstada takılmadan edemem. Hele internet ortamındaki atışmalarımızın tadı damağımda kaldı. Yakında yeniden başlarız inşallah… Harun, net-atışma adını verdiğim zamanlarda, özlü,ozanca, içli, derinliği ve ufku olan mısralarla cevap yetiştiren bilgisayar dünyamda tanıdığım önemli dostların içinde… O Nazım Hikmet der ben Necip Fazıl… fark eder mi? Ne dersek diyelim…
    Ama, bir gerçek var ki, o da kalıcı ve has şiirden yana olmamız… Birbirimizi göstermelik değil, lâf olsun kabilinden sevmemiz değil, özden - yürekten sevmemiz ve güzele, ışığa, aşka ve tasavvufun tefekkür d enizine çağırmamızdır. Güzel olan da bu…

    Manzum bir söylem diye başladık, nesri şiirle sarıp dostlara şairimiz Harun Yiğit’ in şiirsel yolculuğunu sunmaya çalıştık. Kusurumuz varsa affola deyip, söylencemizin girişinden birkaç dize ile gülden bir nokta koyalım olur mu?

    “Bir güzel gözlüye olurum kurban”
    Diyen, Harun Yiğit;
    ……………………dile bak dile…

    Çeşmenin başında Karacaoğlan
    Sevdayı haykıran
    …………………….tele bak tele…

    Gurbetten sılaya akıyor her an
    Arı, duru coşan
    ……………………..sele bak sele…

    Yaprağında ateş, başında duman
    Yunus Emre kokan
    ……………………..güle bak güle…

    Aşkın deryasına düşüp çırpınan
    Bir inip bir çıkan
    ……………………..ele bak ele


    Kimdir acep bunu diyen
    Hasret gömleğini giyen?
    Diye sormayın bana dostlar…
    Anlatmaya çalıştım işte size
    Daha nice güzel ilhamlar dilerim
    Şairimiz Harun Yiğit’ imize…
    Selam bizden cümlenize
    Selam bizden cümlenize…

    Hazirlayan: Mustafa CEYLAN
    Antalya, ocak 2005

  • Canan Koşmaz
    Canan Koşmaz

    27.01.2007 - 16:37

    ¨°o.O Vatanin'dan kopup, O.o°¨
    ¨°o.O gurbet ele düsen, O.o°¨
    ¨°o.O Vatan hasreti ile yanan, O.o°¨
    ¨°o.O bizlerle Siir'lerini Paylasan, O.o°¨
    ¨°o.O Gurbetci Ozanlar Grubuna Hosgeldiniz.....O.o°¨

  • Sabit İnce
    Sabit İnce

    16.04.2004 - 22:19

    KALEMLER
    -Dost Harun Yiğit'e-
    Şiir azalsa da şairler ölmez
    İdam sehpasını kursa kalemler
    Tahtlar yıkılır, hükümdar kalmaz,
    Mazlumun hakkını verse kalemler.

    Eleştiri yazmak yiğit işidir,
    Yürek ve sevgi de mihenk taşıdır,
    Bencillik duygusu suyun başıdır,
    Bu azmanı yere serse kalemler.

    Cahilin sözü de başlar devirir,
    Sevginin zerresi sele çevirir,
    Gönül tahtasında ekmek evirir,
    Külbeden tandıra girse kalemler.

    Bulanık akmadan sular durulmaz,
    Leyla sevmeyince çöle varılmaz,
    La demeyince de kalem kırılmaz,
    İllallahtan dürüm dürse kalemler.

    Dille oynayarak hüner yapsa da
    Ordan burdan birkaç kelam kapsa da
    Zemzem suyu ile bina yapsa da
    Yokluk sürmesini sürse kalemler.

    İnce dedim kalın demem bir kere,
    Onun için varamadım bir yere,
    Karınca gibi de çıktım sefere,
    Ahtapot olup da sarsa kalemler.
    SABİT İNCE KAYSERİ

  • Canan Kuta
    Canan Kuta

    28.03.2004 - 04:27

    Şiirlerini büyük bir zevkle okuduğum bir ozan.....ve ozanlığın ötesinde farklı tarzdaki şiirleriyle de beni şaşırtan bir ŞAİR.......

    Sevgili kankim.....SENİ ÇOK SEVİYORUM....biliyorsun....öyle sıcak ve sevgi dolu bir yürek var ki sende,,,bu yürek de 'adam gibi bir adam' var.
    Kendine çok çok çok iyi bakmanı istiyorum....bu delikız.....taa buralardan birde bu kardeşini düşünmesin.....

    Ve seni tanımaktan ONUR duyuyorum......
    Yüreğinden öperim....sevgilerimle

  • Sabit İnce
    Sabit İnce

    14.02.2004 - 22:34

    işte bir Anadolu eren'i daha sizlere... Lütfen dikkatle ve sindirerek okuyun Harun Yiğit'i. Kendisini buradan selamlıyorum.
    sabit ince

    İster yarim ol istersen yarenim
    Yüzüne yüzümü sürmeye geldim
    İnsanlık adına içinde yanmış
    Közüne közümü sermeye geldim
    Dost bahçenden güller dermeye geldim

    İnsan sırasında yerini bilen
    Candan gülüşünle yüreğim delen
    Yalansız dolansız içinden gelen
    Sözüne sözümü örmeye geldim
    Dost bahçenden güller dermeye geldim

    Aradım cevheri arifde buldum
    Bunca yıldır artık iyice doldum
    Harun Yiğit olup kapını çaldım
    Özüne özümü vermeye geldim
    Dost bahçenden güller dermeye geldim...

Toplam 10 mesaj bulundu