Olduğum gibi kim görebilir beni
Ne rengim var benim, ne nişanım
Benim de bildiğim sırlar var diyeceksin ama
Hem o sırlarım ben, hem de o sırları saklayanım
Bu gönül ne vakit durulacak bilmem
Ama şu anda hiç kımıldamadan duran ...
Olduğum gibi kim görebilir beni
Ne rengim var benim, ne nişanım
Benim de bildiğim sırlar var diyeceksin ama
Hem o sırlarım ben, hem de o sırları saklayanım
Bu gönül ne vakit durulacak bilmem
Ama şu anda hiç kımıldamadan duran ...
© Copyright Antoloji.Com 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Antoloji.Com'a aittir. Sitemizde yer alan şiirlerin telif hakları şairlerin kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.
Şu anda buradasınız:Han Zade Hakkında Yazılanlar Sayfası Antoloji.com
27 Mart 2025 Perşembe - 01:53:11
12.03.2012 - 12:26
Ahmed bin Mesrûk hazretleri sohbetine; 'İnsan, terbiyesini rabbinden almalı.' diyerek söze başlar sonunda da; 'Edebini Rabbinden alanı hiçbir şey mağlûb edemez.' derdi. 'Bir kimse kendini kurtarmak için aklını kullanmasını bilmezse aklı o kimseyi helâke götürür.' sözü ağzından düşmezdi. İnsanları gafletten sakındırır; 'Gafletin sebebi cahilliktir.' buyururdu. Kendisine; 'Aklımıza uygun olmayan düşünceler geliyor ne yapalım? ' denildi. 'Kim, Allahü teâlâdan korkarak kalbine gelen uygunsuz düşüncelerden korunmaya çalışırsa, Allahü teâlâ da o kimsenin uzuvlarını, bu türlü işleri yapmaktan korur, muhâfaza eder.' buyurdu.
26.02.2012 - 11:55
Ninemin anlattığı tarih tekerrür etti
Kendi yaptıklarını, nasıl da inkâr etti
Bunca zulüm, işkence artık canıma yetti
Ben seni iyi bilirim, gözü dönmüş Ermeni
Kapatmadım ben hala, tarihin defterini.
Yaktın, yıktın yok ettin; Ovasını, dağını
Hep yeşilken kuruttun, bahçesini, bağını
Kızıl kanlarda koydun, hastasını, sağını
Ben seni iyi bilirim, eli kanlı Ermeni
Kapatmadım ben hala, tarihin defterini.
Ezan okurken vurdun, yiğit Salih Hocayı
Bıçak gibi ikiye böldün karı kocayı
Kazığa oturttunuz, mazlum Ahmet amcayı
Ben seni iyi bilirim, kahpe, kalleş Ermeni
Kapatmadım ben hala, tarihin defterini.
Şimdi çıkmış meydan da bir de hak arıyorsun
Amerika ne bilir? Sen neyi soruyorsun?
Kendin gibi katile bir yandaş arıyorsun
Ben seni iyi bilirim, Ey katil oğlu, katil
Ateşle oynuyorsun, otur da haddini bil.
Geçmişin yalan dolu, yüzün geceden kara
Sanma ki unuttuk biz, kapanmadı bu yara
Bekliyorum sabırla, sonu hayıra vara
Saklıyorum, kaçarken bıraktığın çizmeni
Türk asla zulüm yapmaz, sen böyle bil Ermeni.
Zulüm sizlere mahsus, işkence sizlere has
Tarihimde yazılı, istersen sen de aç yaz
Yollara düşürdünüz, çoluk çocuk, kız ayaz
Düşündükçe sızlıyor, bedenimde şu sinem
Yaptığın zulümlerden, Muhacir oldu ninem.
Üç beş kıçı kırıkla, haklı mı çıkacaksın
Neyin hesabındasın, sen neyi alacaksın
Sokakta bağırmakla, haklı mı olacaksın
Çıkan toplu mezarlar, haklı çıkarmaz seni
Ben seni iyi bilirim, gözü dönmüş Ermeni.
Soykırım tasarısı imzalamış dayısı
Toplanmışlar çanakta; Çakal, Domuz, Ayısı
Dişimin kovuğunda kalır cümle sayısı
Seni haklı görüp de boyun mu eğeceğim
Tarih de belgelerim, daha ne vereceğim.
Amerika ilk önce açıp tarihe baksın
Eğer haklı bulursa, sonra imzayı çaksın
Sanki yoğurttan çıkan bir kaşık gibi aksın
Sen Ermeni uşağı, sen ne paslı hançersin
Sen ki, suyun yerine kan akıtıp içersin.
Yüksel Erentürk Yılmaz
26.02.2012 - 00:49
BİLİRİM
ben ötelerden öteye bir diyar bilirim
hayal ikliminde hayalden öte bir yar bilirim
bakışların sıcağında yeşeren taze bir bahar bilirim
tebessünlerinde gül bahçeleri gösteren,
aşkta dirilmenin sırrını veren,
o yerde beng-i su akan bir pınar bilirim
korkulan gelecekler, yaralayan hatıralar bilirim
yaşanmamış, yaşanmayacak kadar,yalnız tahayyül kadar sevdalar bilirim
bildiklerimdir beni böyle yandıran
kendini esirgeyen goncada naz bülbülde nar bilirim
bülbülü bülbül eden efgan,gülü gül eden har bilirim
bilidkerimdir beni derde inandıran
umutların öldüğü yerde içi boş bir mezar bilirim
sevgide kaybolan nefretler gibi denize yağıp eriyen, sevdiğine yürüyen
gökler dolusu kar bilirim
bildiklerimdir boğan bendeki beni
saklarım derunumda derdimi,
söylemeyi ar bilirim
ateşlerin soğuttuğu sıcak duygular bilirim
herkese verilmeyecek, kolay erilmeyecek,sevinçlerle değişilmeyecek,
müthiş kaygılar bilirim
gündüzlerden taşan telaşlar, akşamları saran hüzünler bilirim
gecelere sığmayan uykular bilirim
halimi bilmem amma bilirim haddimi
sana varmaya çalışıp sana varmamaktır hayat
ben seni erişilmez bir hisar bilirim
bilmediğimi bilirim artık
özlerin konuştuğu yerde sözler susar, bilirim
derin görünse de okyanuslar oradan daha derin bakışlar bilirim
yüksek görünse de gökler,
ben dünyayı gönül dünyasından dar bilirim
insan ki kainata sığmaz, kainat insana sığar bilirm
binbir duvarın ardından gelen binbir duvar bilirim
onun da arkasında yeni binbirler var, bilirim
ben öteden öteye bir diyar bilirim
hayal ikliminde hayalden öte bir yar bilirim
bakışların sıcağında yeşeren taze bir bahar bilirim
tebessümlerinde gül bahçeleri gösteren, aşkta dirilmenin sırrını veren,
o yerde beng-i su akan bir pınar bilirim..
UĞUR IŞILAK
25.02.2012 - 19:11
Uğur Işılak - Sizin Gibi Değilim
Yeter bu kisir döngü
Sizin gibi degilim
Farkli zihnimin rengi
Sizin gibi degilim
Bosa camur atmayin
Konustukca batmayin
Bos yere dayatmayin
Sizin gibi degilim
Farklidir huyum suyum
Farkli isler bes duyum
Assanizda ben buyum
Sizin gibi degilim
Ben bilmem sagi solu
Yasarim dolu dolu
Yüregim Anadolu
Sizin gibi degilim
Düsüncem duygum vardir
Zorbadan kaygim vardir
Inanca saygim vardir
Sizin gibi degilim
Dis bileyip dislemem
Ayrimcilik düslemem
Yaftalamam fislemem
Sizin gibi degilim
Kiymet verip her cana
Severim kana kana
Hamdolsun Yaradan'a
Sizin gibi degilim...
19.02.2012 - 20:15
Kul bana küstü
Bu esrarı çözemedim birtürlü
Ben dikene küstüm, gül bana küstü
Efendim
Aslı nedir sezemedim birtürlü
Ben Leylaya küstüm, çöl bana küstü
Efendim, sultanım
Yakındım dert baştan gitmiyor diye
Şu dünyanın yükü bitmiyor diye
Efendim
Ne desem kifayet etmiyor diye
Ben kelama küstüm, dil bana küstü
Efendim, Sultanım
Dirildim beni öldürmek için
Ağlayan bahtımı güldürmek için
Efendim
Nefsime haddini bildirmek için
Ben dünyaya küstüm, kul bana küstü
Efendim, Sultanım
Uğur ışılak
19.02.2012 - 18:21
Olduğum gibi kim görebilir beni
Ne rengim var benim, ne nişanım
Benim de bildiğim sırlar var diyeceksin ama
Hem o sırlarım ben, hem de o sırları saklayanım
Bu gönül ne vakit durulacak bilmem
Ama şu anda hiç kımıldamadan duran da benim
Yürüyüp giden de ben
Ben bir denizim, kendi varlığı içinde taşan
Uçsuz bucaksız, alabildiğine geniş, kıyısız, hür bir deniz
İki dünya da yok oldu gitti bende
Artık ne bu dünyadan sorsunlar beni, ne o dünyadan
Sen bizim aynımızsın dedim ey can!
Amma yaptın dedi, o da ne demek
Şu gördüklerin hep benim
Yoksa dedim sen O musun?
“Hey, kendine gel! Sus! ” dedi.
“Benim ne olduğum dile gelmez..”
Öyleyse dedim sana işte dilsiz, dudaksız konuşan biri
Yoklukta ayaksız yürümedeyim, gökteki ay gibi
İşte sana elsiz ayaksız durmadan koşan biri
“Böyle koşup durmak,” dedi bir ses, “senin nene gerek? ”
Bak bana, apaçık ortadayım da gene gizliyim
Sen beni gör asıl beni!
Eşi bulunmaz bir gizli maden olmuşum
Eşi bulunmaz bir deniz olmuşum ben
Tebrizli Şems’i gördüm göreli
Mevlana
19.02.2012 - 16:55
ZURNANIN ZIRT DEDİĞİ YER
bu dünya Sultan Süleyman'a kalmamış;
ama size kalacak
olur a,Sultan Süleyman bilememiş işini;
ama siz bileceksiniz.
şöyle sizinle beraber üç-beş kişi;
öte yanı kör dövüşü.
bir gün yaşamışsınız,ömrünüzde bereket;
akşam olmuş kendiliğinden;
bir konağınız var dayalı döşeli;
kapıda arabanız, oda oda mutluluğunuz;
kadehte kuş sütü var,tabakta minare gölgesi...
biraz da aşk masalı ekleyin bu düzene,
eklediniz mi?
oh, yaşamak ne güzel şeymiş be!
güzeldir tabii...
şimdi bir de bir oda düşünün bakalım;
halı, kilim hak getire.
ekmeğin,katığın lafı hiç edilmesin,
otu ocağı bir kalem geçin; beş kişi uzanmış bir sedire,
basıyorlar küfürü;
kime?
ne bileyim ben kime...
bu oda niçin mi yoksul?
o beş kişi yoksul da onun için.
bu bayların,bayanların derdi mi ne?
ne olacak, memleketin derdi.
peki ama, çaresi yok mu bu işin?
ha şöyle, düşünmeye alışın biraz...
15.02.2012 - 22:07
güzellik dilin altında gizlidir! ! !
sükut,incelik edep ve zerafet,
insanı her gittiği yerde sultan yapar...
Hz.MEVLANA
13.02.2012 - 14:57
* İlim silah gibidir. Düşman elinde zararı, dostun elinde faydası olur. Yani ilim, kibirlinin kibrini, tevazu ehlinin tevazuunu artırır. İlmi ile kibirlenmek, büyük felakettir. İbadeti sebebiyle kibirlenmek de büyük felakettir. Bunun için “Çok ibadet edenin, kibirden kurtulması zor olur” buyurulmuştur. Soyu ile övünmek ahmaklıktır. Kabil, Hazret-i Âdem’in oğlu idi. Babasının Peygamber olması, bunu küfürden kurtaramadı. Güzellik yüzünden kibre düşmek daha çok kadınlarda görülür. Başkalarını ayıplamaya, küçük düşürmeye ve gıybete vesile olur. Halbuki güzellik, insanda kalıcı değildir, er-geç gider. Geçici olan şeyle kibirlenmek, ahmaklıktır. Kibredenin güzelliği, gübrelikte biten gül gibidir.
Gücü, kuvveti ile kibretmek de, cahilliktir. Çünkü hayvanların kuvvetleri, insanlardan çok fazladır. Mesela bir insan fil kadar kuvvetli olamaz. Kaplan gibi koşamaz. Kuş gibi uçamaz. Hayvanlar, bir bakımdan insandan üstündür. Hayvanlarda da bulunan üstünlüklerle kibirlenmek elbette uygun olmaz. Çok zengin olmak da üstün olmayı gerektirmez. Karun’un çok malı vardı. Malı ile beraber kahrolup gitti.
Geçici olarak sahip olunan servet ile, mal ile kibirlenmek, çok çirkindir. Gelip geçici olan makam, mevki de üstünlük sebebi değildir. Birçok krallar, derebeyiler, Firavunlar mevki sahibiydi. Hepsi gitti. Ancak iyilerin iyiliği, kötülerin kötülüğü söylenmektedir. Kötü birinin mevkii, makamı ile övünmesi neye yarar? Akraba ve tanıdıklarının çokluğu ile üstünlük taslamak da yanlıştır. Bir kimsenin kendisi iyi değilse, bütün dünya onun akrabası olsa ne çıkar?
13.02.2012 - 13:06
'zulme sessiz kalan dilsiz şeytandır' HAZRETİ MUHAMMED(S.A.S)
12.02.2012 - 23:00
Duymak istediklerini değil, duyman gerekenleri söyleyebilme cesareti olan insanlar olmalı yanında. *Can Dündar*
12.02.2012 - 11:01
Kapısı Çalınacak Bir İnsan Kaldı Mı Şu Dünyada?
Kapısı çalınacak bir insan kaldı mı şu dünyada?
Güller gülüşler, sevgiler sevgililer sahte,
Bülbüller ötmüyor eskisi gibi güller açmıyor bahçemde
İnsanlar, insana insan gibi bakmıyor şu alemde.
Pınarlarda eskisi gibi billur akmıyor
Hani nerde yunus'un sarı çiçekleri,
Bize küs mü yoksa bizimle neden konuşmuyor,
Mest ederdi aşıkları bütün gamlı yürekleri.
Sarı çiçek seninle konuşmaz tabii,
Neden çünkü sen yunus değilsin
Sarı çiçekle konuşmak için yunus gibi olmalısın
Arılar da eskisi gibi çalışmıyor
Eee onlar da alıştı hazır yemeye
Nasıl olsa hergün şerbet veriliyor
Ne gerek var dağda taşta çiçek çiçek gezmeye
Eski sevgilerde, sevgililerde yok artık
Şimdilerde zinanın adı oldu aşk
Mecnun bu sevginin böyle olacağını bilseydi
Herhalde Leyla'yı sevmekten vazgeçerdi
İbibikler baharın gelişini haber vermiyor
Oğlaklar, kuzular melemiyor artık
Açıkçası bayramla bahar gelmiş pek farketmiyor
Güneşi, gülmeyi unutmuşuz her yanımız karanlık.
Allah'ı unutmuşuz, O da bizi hatırlamayınca,
Hemen isyan bayrağını çekiyoruz,
Dahası, ölümü hesabı, hakkı hukuku
Unutmuşuz, dünya zevkine dalmış gidiyoruz.
Nergisler, karanfiller, gelincikler de eskisi gibi değil
Kelebekler uçmuyor kırlarda papatyalar da açmıyor artık,
Susuz çöller gibi her yer harap ve sefil,
Rahmet yağmurları gönlümüze yağmıyor artık
Çocuklar şimdilerde uçurtma uçurmuyor,
Turnalar bizim köyün üstünden geçmiyor artık
Edep haya kalmamış, herşey mübah sayılıyor,
Nilüfer çiçekleri suda boğulmuş, açmıyor artık.
Kapısı çalınacak bir insan kaldı mı şu dünyada?
Yunus'lar var mı hala bu dünyada?
Hani mü'minler kardeş değil miydi Hücürat'ta?
Neden müslüman kanı akıyor, Bosna'da, Çeçenistan'da?
Utanıyorum... Evet utanıyorum insanlığımdan,
Bazen yer yarılsa da çekip gitsem diyorum bu dünyadan.
Anlamıyorum sabaha dek tepinen insanları barlarda.
Kapısı çalınacak bir insan kaldı mı şu dünyada?
Nihat Arpaguş
11.02.2012 - 21:15
Temiz bir vicdan kadar yumuşak bir yastık yoktur...
08.02.2012 - 00:13
Hazreti Ali'nin birgün yanına birisi gelir, derki ya ali ben seni çok seviyorum...o da bakar şöyle gözlerinin içine yalan söylüyorsun der adam şaşırır,yalan söylüyorsun eğer beni gerçekten çok sevseydin ben de seni sevmiş olurdum...onun için eğer bir kişiye sevgi besliyorsanız,mutlaka mukabele görüyordur,çünkü gönül O'nun elinde dilediği yere çevirir.dolayısıyla sevenin gönlüne de sevenin gönlünü çevirir O herşeye kadirdir.servetini kaybeden önemli bir şeyini kaybetmiştir sağlığını kaybeden çok şeyini kaybetmiştir itibarını kaybeden daha çok şeyini kaybetmiştir...umudunu kaybeden ise herşeyini kaybetmiştir.hani diyorya Mevlana Hazretleri, umutsuzluk kapısı değildir bu kapı gel ne olursan ol yine gel.ama umutsuz olma diyor..şimdi biz de aynen bu sözlerin ışığında diyelim ki mazlumun ahı indirir şahı... herşeyin bir vakti vardır...!
07.02.2012 - 00:17
Suskunum,konuşacak birşeym olmadığından değil.
Sessizliğim benliğimi daha iyi anlatacağından.
Yanlızım,yanımda birileri olmadığından değil,
ruhumu kimsesizliğe hapsettiğimden.
Ağlamıyorum, gözyaşlarım olmadığından değil,
sonbahar benim için bana ağladığından.
Sevmiyorum,kalbim olmadığından değil,
yaralarla kaplı yüreğimin sevecek takati kalmadığından.
Meryem Yaşar
04.02.2012 - 02:17
ŞİKAYETİM VAR YA RASULALLAH
Esselatu Vesselamu Aleyke Ya Rasulallah, Esselatu Vesselamu Aleyke Ya Habiballah, Esselatu Vesselamu Aleyke Ya Nebiyallah! !
O eşsiz güzele, o kainatın efendisine, o sevenlerin en güzeline, o sevilmişlerin en mükemmeline… Selam Olsun Sana Ya Rasulallah ……..
Seni yazamaz bu kalemler, seni anlatamaz bu düşünceler, sen hayallerin üstünde, kalplerimizin ta derinindesin Ya Rasülüllah.
Seni övmüş Yaradan, seni övmüş melekler, seni müjdelemiş Hz. İsa, seninle nura boğulmuş kainat, seninle son bulmuş zulmet.
Ya Rasulallah! seninle konuşmak istiyorum..Sana şikayetim var insanlardan… Dünya yine aynı dünya ama içindekiler çoook değişti. İnsan gibi görünen, şeytanca düşünenler çoğaldı.
Senden önceki gibi Kabe, putlarla dolu değil ama, insanların
kalplerinin içi putlaştı. Gözler görmez, kulaklar duymaz, insan, insanlığını unutur oldu.
Küçük kız çocukları diri diri toprağa gömülmüyor! .. Ama çocuklar senden bihaber yetiştirilip,gelecekte kendilerini diri diri toprağa gömer hale getiriliyor Ya Rasulallah.
Zulüm çook.. Zalimler hep üstün. İnsanların çoğu onların yanında. Bir de onlar ve yaptıkları işler seviliyor Ya Rasulallah! Senin ‘’Zalimin Zulmüne Reva Gösteren Aynı O Zulmü Yapmış Gibi Olur’’ sözünü hiç duymuyorlar.
İnsanlar zalimden korkup, Allah’tan korkmaz oldular Ya Rasulallah. Dünya mahkemelerinde bile mazlumlar suçlu, zalimler haklı, yalancı şahitler alenen ortalarda gezer oldu. İnsanlar mazlumu sadece ‘’Sırlar Dünyası’’ adlı bir televizyon dizimiz var ya! ! Orada görebilir hale geldiler. Mazlumlar bile, o zalimlerden az da olsa zulmü öğrenip, zulüm yapar hale geldiler. Gücü yeten yetene… Anlayacağın mazlum da kalmadı Ya Rasulallah! !
Her şey menfaat için, arkadaşlıklar, dostluklar hep iyi günler için oldu. İnsanlar bencilleşip kendilerini düşünür oldular Ya Rasulallah.. Yolda insan öldürseler gözler görmez, kulaklar duymaz oldu.
Ana babaya itaat kalmadı, huzur evleri gayet kalabalık. Bunların hepsinin sebebi “dünya muhabbeti” Ya Rasulallah... Emre uyup tesettüre girenler garip karşılanıyor müslüman memleketimde. Durmadan aşağılanıp, her türlü hakları ellerinden alınıyor. Ne olur Medet Ya Rasulallah! !
Din kavramı bazı kimselerin lugatında yer bile almıyor artık. Daha kötüsü din değiştirmeler de başladı. İnsanlar dini yozlaştırmak için uğraştıkça, kendileri yozlaştı.. Farkında bile değiller. Ne yazık değil mi Ya Rasulallah?
Sosyete imamları çoğaldı… Verdikleri fetvalar onur kırıcı, iç acıtıcı.. İslam’ı öğretmek için değil de sanki insanları yanıltmak için oradalar.. Ah! ! Ya Rasulallah, sen duysan ne derdin acaba? Ben utanıyorum. Sana hepsini anlatamıyorum, ama biliyorum ki hepsinden haberin var.. Değil mi Ya Rasulallah?
Kur’an öğrenmek bile insanların övgüsü ve nefsi tatmin için yapılır oldu. Kur-an’ı iyice öğrenmeden sadece gösteriş için Cuma günleri, Yasin günleri yapılıp yanlış okuyanlar çoğaldı. Halbuki böyle mi olmalıydı? Bundan sonra böyle olmasın ne olur Medet Ya Rasülüllah! !
Ya Rasulallah! Tabi ki herkes aynı değil.. Seni sevenler de çok.. Seni görmeden sana aşık olan, senin yolundan zerre miktarı şaşmayan ve sırat-ı mustagim üzere yaşayanlar da var.
Yüzlerine baktığında, Allah’ı hatırlatan insanlar da yaşıyor bu dünya üzerinde.. Onlar senin kadar olmasalar da gül kokuyorlar. Hep onların yanına gitmek senin kokunu almak istiyorum. Ya Rasulallah! ! .
Ya Rasulallah! Yürüyüşlerinde senin yürüyüşünü, sohbetlerinde senin sohbetlerini buluyorum..Çok seviniyorum “İyi ki böyle insanlar da var” diyorum.. Hep onları dinlemek istiyorum..Zira onlar hep seni anlatıyorlar. Onlarla daima beraber olmak istiyorum. Çünkü onlar senin izindeler.. Onlardan ayrılmazsam,izinden dosdoğru gideceğimden eminim. Ne olur yardım et Ya Rasulallah..
Gece gündüz Allah’a ibadet edip, halkın içinde Hak’la beraber oluyorlar. Onları gördükçe kalbimiz seni daha iyi anlıyor Ya Rasulallah..
Onların hareket ve davranışlarında sen okunuyorsun. Yaşıyor ve yaşatıyorlar. Kalplere seni nakış nakış işliyorlar. Ne güzel değil mi Ya Rasulallah..
İşte Ya Rasulallah! Halimiz böyle… Bizse; gülüyoruz ağlanacak halimize…Ne olur acı bize Ya Rasulallah..
Ben layık değilim seninle konuşmaya ama yine dayanamadım, dayanamadım Ya Rasulallah! ! Dudaklarım suskun, kalbim hüzünlü, gözlerim yaşlı fakat ellerim titrek ve aciz bir şekilde yazıverdi bu satırları sana. Bekli de bu birkaç satırı yazdığım için affedilirim. Çünkü benim ve bütün alemlerin yaratılmasına sebep olan sensin.
Selam sana Ya Rasulallah! ! Selam sana Ya Habiballah! ! Selam sana Ya Nebiyallah! ! Senin yoluna tabii olarak, eğilip bükülmeden dosdoğru bir şekilde izinden yürümek istiyorum. Medet Ya Rasulallah..
Bizler seni unutmadık, unutmayacağız ve ne yaparlarsa yapsınlar unutturamazlar seni bize Ya Rasulallah..
Bizlere bir kere ümmetim deyiver, mahşerde sancağının altında bize de bize de yer ver. Mahşerde kavuşmak üzere bütün ümmetinin gönderdiği Salat-u Selam selam kadar Salat ve Selam sana olsun Ya Rasulallah..Ey gözümün nuru, Ey gönlümün süruru, Ey canımın canı, Ey gönüller sultanı, Ey her derdin ilacı
Canım Peygamberim SELAM OLSUN SANA……
09.08.2011 - 11:30
oy bu sevdayı
Bir beyaz rahmettir bir yeşil murad
Görmeyen ne bilsin oy bu sevdayı
Tüter buram buram yücelir kat kat
...Artırır gün hafta ay bu sevdayı
Değişir bu mevsim bu poyraz yeter
Yurdumda davamın rüzgarı eser
Gün gelir anlayıp bağrına basar
Şehir bu sevdayı köy bu sevdayı
Yeminim var oğlum kızım üstüne
Yazdım nakış nakış özüm üstüne
Çilesi belası gözüm üstüne
Derdimin dermanı say bu sevdayı
Mukaddes hareket mübarek mana
Hakk ile bu dava yürür yarına
Alır bir kanattan döker ummana
Irmak bu sevdayı çay bu sevdayı
Batılın çokluğu uzaktır bizden
Severim turnağım hak olan elden
En soylu türküden en doğru sazdan
Dinle bu sevdayı duy bu sevdayı
BEDENİME KORKAK YÜREK YÜKLEMEM
TATLI DİYE ÖZ CANIMI SAKLAMAM
ÖLDÜĞÜMDE ÇALGI ÇELENK BEKLEMEM
AL GÖTÜR KABRİME KOY BU SEVDAYI
Söz: Abdurrahim Karakoç
05.08.2011 - 03:22
Ayasofya'nın:
'Gitme ey yolcu, beraber ağlaşalım,
Yüküm tek yüreğin kârı değil, paylaşalım'
diyen feryadını duyun! !
Bir bahar günüydü. Hani âlemin elvan elvan çiçeklerle dolup taştığı, Itrî'nin bestelerinin, kuş cıvıltıları varımda sönük kaldığı günler olur ya, öyle bir gün. Tıpkı o fetih müjdesinin kulaktan kulağa dolaşıp, gönülleri mesrur ettiği kutlu gün gibi.Böyle bir günün seher vakti Ayaşofya'nın yanından geçiyorum. Ne mi arıyorum o vakitte? Yolum düştü. İşte, gelmez olaydım ya. Kimseye görünmeden sıvışmak isterken, sırtıma dokunan bir el silûeti ile irkildim. Geriye döndüğümde, başı sis budamıvîa karşımda duruyordu. Mahzun ve dolu dolu bakışından utanıp, bakışlarımı kaçırdım. Bu hüzün serencamesinden bir an evvel kurtulmak için medet umarken, nerden çıktıysa; Sultan Ahmet'in semayı delen minarelerinden Ezan-i Muhammedi başladı. Bu ilahî sâdanın ahengivle bütün alem sanki vecde gelmişti. Derken, uykunun mahmurluğunu üzerinden atan bütün minareler, bir bir bu ilahî koroya iştirak ediyordu. Yer gök bu besteye dem tutuyordu. Bu büyülü alemde terennüm eden tatlı musikinin derin hazzından bir an sıyrılıp arkama, tüm haşmetiyle karşımda duran Ayasofya'ya baktım; 'Ama, o da nesi Ayasofya? ', 'Ne olur yapma', 'Hani nerde o endamın, bak yakışmıyor sana'Ama dinlemiyordu Ayasofya. Nasıl dinlesin ki; Yaralı sinesine bir zehirli hançer daha yemişti sanki. O koca gövdesi sarsılıyordu. Ve sonra hıçkırıklar boğazında düğüm düğüm oldu. Şimdiye kadar içine akıttığı gözyaşlarını artık pervasızca salmış; iki gözü iki çeşme, çocuklar gibi ağlıyordu.Bütün minarelerin sükunete inat, semayı yırtarcasına tekbir getirdiği, Ezan-ı Muhammedi'nin gönüllerde şehbal açtığı, ve ezanların, seher yelinin kanatlarında pervaz edip, sahibine ulaştığı şu anda; dili bağlı, gönlü bağlı Ayasofya'm daha fazla dayanabilir miydi? Ezan sesleriyle yeri göğü ihtizaza getirmek varken, çaresizliğini yudumlamak ve susmak Ayasofya'yı kahretmez miydi? İşte böyle her ezan vakti, ağzı var dili yok Ayasofya'm hıçkırık nöbetlerine tutuluyor, ölüp ölüp diriliyordu.Nasıl etkilenmem? Hicranı yüzünden okunan Ulu Mabed'e karşı, vefasızlığın muzdarip kıldığı bir gönül için, bu pek hazin manzara tahammüle gelir mi? Yüreğimin feri sönmüş, dizlerimin bağı çözülmüştü. Perişaniyetimi gizleyip, yere yığılmamak için çabalarken; kırık hissiyatım, ıslak kirpiklerimde birikip taşmış ve Ayasofya'nm kanlı yaşlarına karışmıştı.Neden sonra yatıştı. Gözyaşları kurudu. Hayali yüzyıllar öncesine, şanlı serdar Fatih ve askerlerini selamladığı, o kutlu mayıs günü kadar eskiye gitti. Hiç bu kadar mesut olmuş muydu acaba? Çehresinde buruk bir tebessüm farkettim. Sonra yüzyıllar boyunca şadırvanından akan suyla abdest alanların, insanı mest eden şırıltısını ve duvarlarına çarpıp gönüllerde ma'kes bulan Kur'an nidalarını hatırladı. Zaman bu nidaları kulaklarından silip atamamıştı...Fersiz bakışlarımı çevirip uzaklaşırken, 'ağla Ayasofya'm' dedim, içimden. Daha kimbilir ne kadar ağlayacaksın... Hızır gibi kurtarıcı bir elin yetişip dilindeki bağları çözerek, diriltici bir soluk üfleyip; 'Haykır Ayasofya'm, gün senin günündür' diyene kadar ağla.Ama; seni hayasızlara peşkeş çekip, matemlere boğan, seni Frenk Ebrehelerinin kahrolası napak ellerine ram eden biz vefasızları da affet, gönül koyma, olur mu? Çünkü biz seni gerçekten sevdik. Sen yüzyıllarca bizim en asude baharımız oldun. Bağrımızda açan gül, uçan kuş oldun. Gönlümüzün ziyası, yüreğimizin feri, Fethimizin müjdesi, Fatih'imizin emaneti oldun. İhanet edenler utansın Ayasofya'm... Ufkumuzda hazanın estiği, binbir keşmekeşin uçuştuğu şu günlerde de; hüznümüzdeki sevinç pırıltısı, susuz ruhlarımızda ab-ı hayat şırıltısısın.'Hülyalarımızda uçan güvercin, rüyalarımızda açan ümit tomurcuğusun. Ve biliyor musun 'GÖZBEBEGİMİZ'sin. İnsan gözbebeğini böyle mi korur diyeceksin? Ne diyeyim bilmem ki..! Şayet siz de, bir bahar günü, seher vaktinde, geçerseniz önünden yüreğinizde hissedip elini Ayasofya'nın:'Gitme ey yolcu, beraber ağlaşalım,Yüküm tek yüreğin kârı değil, paylaşalım'diyen feryadını duyun ve üç beş dakikalık hasbihali ona çok görmeyin, n'olur! Sonra da, boğazındaki kör düğümleri bir kılıç darbesiyle çözecek Kutlular Sultanı'ndan ve başı bulutlara değen minarelerine çıkıp semaları fetih toplan gibi 'ALLAHÜ EKBER' sadalarıyla inletecek Kudsîler'den kucak dolusu müjdeler götürün...
27.07.2011 - 17:34
Kurbanım
Yar adıyla başlayayım sözüme
Gülsüz bağda bülbül ötmez kurbanım
Sözü önce söyleyeyim özüme
Yoksa kalpten kalbe gitmez kurbanım
Sen senin olmazsan tüm dertler biter
Varını yokunu mürşidine ver
Ustanın elinde kütük ol yeter
Teslim olan zarar etmez kurbanım
Güvenme kendine ben oldum diye
Pişenler hamım der, bir düşün niye
Tövbe lazım ettiğimiz tövbeye
Bir tövbeyle bu iş bitmez kurbanım
İltifat beklemek kırılmak nedir
O kapıdan kovsa sen bacadan gir
Ha sevmiş ha dövmüş ikisi de bir
Sevmese kaşını çatmaz kurbanım
Çalış nasibini al dünyadan yana
Ama sanma dünya yar olur sana
Ahiret parası lazım insana
Güneş hep batıdan batmaz kurbanım
Hizmet yoksa himmet olmaz bu kesin
Hem hizmet nimettir böyle bilesin
Gayret et gönle gir “benimdir” desin
Sultan kölesini atmaz kurbanım
Yap dediğini yap emrine göre
Bu iş bensiz olmaz deme boş yere
O eli tutmuşsa insan bir kere
Nefsini hesaba katmaz kurbanım
Cahiller ağzını açınca ben der
Ben deyip yol alan var mı hiç göster
Eli hep güzel gör kendini hep yer
Tezek su dibine batmaz kurbanım
Günahtı sevaptı bunlar boş hesap
Her neyi yaparsan ALLAH için yap
Avamın işidir bu hesap kitap
Aşıklar kar zarar gütmez kurbanım
Dua kabul, niye sıddıkın ahı
Ne dedi hızıra nakşibend şahı
Hatırla idrak et anla bu rahı
Ben sadıkım demek yetmez kurbanım
Sadakat ne derse doğru demekmiş
Onsuz doğrulara eğri demekmiş
Sadakat sıddıkın bağrı demekmiş
Ciğer yanar duman tütmez kurbanım
Er olmak isteyen serinden geçer
Bir saki elinden badeyi içer
Seç deseler yarin zehrini seçer
Ağyarın balını tatmaz kurbanım
Sözün özü derdi minnet bil cana
Yare can ver ki can yar olsun sana
Serdar isen serini koy meydana
Kurbanlara bıçak tutmaz kurbanım
Serdar Tuncer
27.07.2011 - 13:50
'Otunu, suyunu bilmediğin gönüllerde koyun gütme! . Yoksa kaçıracağın keçilere çobanlık yapamazsın..'
(!)
- Şems-i Tebrizi
! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! !
işini doğru yapanın yardımcısı Allahtır! ! !
27.07.2011 - 11:08
Efendimizi (s.a.v) Ve Sahabelerini Ağlatan Olay
Peygamber Efendimizin zamanında Şifa Hatun isminde biri sahabe annemiz vardı. Bu... hanım sahabe çok ama çok güzeldi onunla evlenebilmek için bir çok sahabe kese kese altın yollar, kimi develer hediye ederdi ama Şifa Hatun hiç birini kabul etmezdi. Bir gün Şifa Hatun Peygamber Efendimize (s.a.v) 'Ey Allah'ın Resulü bana öyle bir ibadet buyurun ki Allah'ın rızasını kazanayım.' der. Şifa Hatun Peygamber Efendimizden namaz veya oruç gibi şeyler beklerken Peygamber Efendimiz (s.a.v) 'Ey Şifa! Bekâr insanın imanı yarımdır, sen evlen ki imanın tamam olsun' buyurur. Şifa Hatun; 'Ey Allah'ın Resulü ben yalnız Allah rızası için evlenirim o zaman evleneceğim kişiyi de siz belirleyin' der. Onunla evlenmek isteyenler Peygamber Efendimize merakla bakıp acaba Peygamber Efendimiz kimi seçecek, Şifa Hatunla kimin evlenmesini isteyecek diye düşünürler. Peygamber Efendimiz (s.a.v) 'Yarın sabah namazına ilk gelenle Şifa Hatunu evlendireceğim' der. Onunla evlenmek isteyenler sabah ilk ben mescide gideceğim hatta bazıları acaba uyumasam da sabah ilk ben mi gitsem diye içlerinden geçirirler. Öte yandan Adı Suheyf olan bir sahabe de varmış, bu sahabe ise parası olmadığı hatta başını sokacak bir evi bile olmadığı için hiç böyle bir niyete dâhil olmamış. Suheyf (r.a) , nerede yemek bulursa orada yemek yer nerede uykusu gelse orada uyurdu. Devamlı Allah Teâlâ'ya ibadetle meşgul olurdu. Kendisini Şifa Hatuna asla layık görmezdi. Allah Teâlâ'nın takdirine bakın ki Şifa Hatunla evlenmek için niyetlenen her sahabenin uykusu gelir ve hepsi uykuda kalır. Mescide ilk giden ise Hz. Suheyf (r.a) olur. Namaz kılındıktan sonra Efendimiz (s.a.v) Şifa Hatunu çağırtıp 'Seni Suheyf ile evlendirmek istiyorum' der. Suheyf'e dönerek 'Sen hanımına mehir olarak ne verebilirsin' buyurmuş. Hz. Suheyf (r.a) her iki elini açıp 'Ey Allah'ın Resulü benim bir şeyim yok ki' diyecekken Şifa Hatun, Hz. Suheyf diğer sahabelerin içinde mahcup olmasın diye bir kese içerisinde ona altın vererek bunun mehiri olarak vermesini söyler.
Evlendikleri ilk gün Hz. Suheyf (r.a) hanımı Şifa Hatuna der ki: 'Ey Şifa! Sen benimle sadece Allah (c.c) rızası için evlendin. Bu nedenle sen sabretmek, bende senin gibi müslüman ve dinine sadık biri ile evlendiğim için şükretmek zorundayım. Gel iyisi mi biz seninle bu ilk gecemizi ibadetle geçirelim' der. Sabaha kadar ibadet ederler her secde de gözyaşı dökerler. Sabah olunca Hz. Suheyf (r.a) mescide gider namazdan sonra Peygamber Efendimiz (s.a.v) : 'Ey Suheyf, gece ne yaptığınızı sen mi anlatırsın yoksa ben mi anlatayım' buyurur. Bunun üzerine Hz. Suheyf, 'Allah (c.c) Resulü daha iyi bilirler' der. Peygamber Efendimiz (s.a.v) : 'Sizin gece ki halinizden dolayı Allah (c.c) sizin tüm günahlarınızı affetti.' der. Bunun üzerine ise Hz. Suheyf (r.a) : 'Ey Allah Resulü (s.a.v) ne olur bana dua edin de o halde ben bir daha günah işlemeden Allah (c.c) benim ruhumu alsın' der ve oracıkta ruhunu Rahmana teslim eder. Bu olay üzerine sahabeler: 'Ey Allah'ın Resulü, gece onların hali nasıldı' diye merakla sorarlar. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz (s.a.v) buyururlar ki; 'Onlar bütün gecelerini Allah için ibadetle geçirdiler.' Orada bulunanlar şaşırınca Efendimiz (s.a.v) :
'Size şaşıracağınız bir haber daha vereyim mi? Az önce Şifa Hatun da evde vefat etti.' der..
23.07.2011 - 23:47
an gelir bir üç noktanın anlattığını,bütün bir edebiyat şerh etmekte acze düşer ...
18.07.2011 - 22:10
HAN DUVARLARI
Yağız atlar kişnedi, meşin kırbaç şakladı,
Bir dakika araba yerinde durakladı.
Neden sonra sarsıldı altımda demir yaylar,
Gözlerimin önünden geçti kervansaraylar...
Gidiyordum, gurbeti gönlümle duya duya,
Ulukışla yolundan Orta Anadolu'ya.
İlk sevgiye benzeyen ilk acı, ilk ayrılık!
Yüreğimin yaktığı ateşle hava ılık,
Gök sarı, toprak sarı, çıplak ağaçlar sarı...
Arkada zincirlenen yüksek Toros Dağları,
Önde uzun bir kışın soldurduğu etekler,
Sonra dönen, dönerken inleyen tekerlekler...
Ellerim takılırken rüzgârların saçına
Asıldı arabamız bir dağın yamacına.
Her tarafta yükseklik, her tarafta ıssızlık,
Yalnız arabacının dudağında bir ıslık!
Bu ıslıkla uzayan, dönen kıvrılan yollar,
Uykuya varmış gibi görünen yılan yollar
Başını kaldırarak boşluğu dinliyordu.
Gökler bulutlanıyor, rüzgâr serinliyordu.
Serpilmeye başladı bir yağmur ince ince.
Son yokuş noktasından düzlüğe çevrilince
Nihayetsiz bir ova ağarttı benzimizi.
Yollar bir şerit gibi ufka bağladı bizi.
Gurbet beni muttasıl çekiyordu kendine.
Yol, hep yol, daima yol... Bitmiyor düzlük yine.
Ne civarda bir köy var, ne bir evin hayali,
Sonunda ademdir diyor insana yolun hali,
Arasıra geçiyor bir atlı, iki yayan.
Bozuk düzen taşların üstünde tıkırdıyan
Tekerlekler yollara bir şeyler anlatıyor,
Uzun yollar bu sesten silkinerek yatıyor...
Kendimi kaptırarak tekerleğin sesine
Uzanmış kalmışım yaylının şiltesine.
Bir sarsıntı... Uyandım uzun süren uykudan;
Geçiyordu araba yola benzer bir sudan.
Karşıda hisar gibi Niğde yükseliyordu,
Sağ taraftan çıngırak sesleri geliyordu:
Ağır ağır önümden geçti deve kervanı,
Bir kenarda göründü beldenin viran hanı.
Alaca bir karanlık sarmadayken her yeri
Atlarımız çözüldü, girdik handan içeri.
Bir deva bulmak için bağrındaki yaraya
Toplanmıştı garipler şimdi kervansaraya.
Bir noktada birleşmiş vatanın dört bucağı,
Gurbet çeken gönüller kuşatmıştı ocağı.
Bir pırıltı gördü mü gözler hemen dalıyor,
Göğüsler çekilerek nefesler daralıyor.
Şişesi is bağlamış bir lambanın ışığı
Her yüzü çiziyordu bir hüzün kırışığı.
Gitgide birer ayet gibi derinleştiler
Yüzlerdeki çizgiler, gözlerdeki cizgiler...
Yatağımın yanında esmer bir duvar vardı,
Üstünde yazılarla hatlar karışmışlardı;
Fani bir iz bırakmış burda yatmışsa kimler,
Aygın baygın maniler, açık saçık resimler...
Uykuya varmak için bu hazin günde, erken,
Kapanmayan gözlerim duvarlarda gezerken
Birdenbire kıpkızıl birkaç satırla yandı;
Bu dört mısra değil, sanki dört damla kandı.
Ben garip çizgilere uğraşırken başbaşa
Raslamıştım duvarda bir şair arkadaşa;
'On yıl var ayrıyım Kınadağı'ndan
Baba ocağından yar kucağından
Bir çiçek dermeden sevgi bağından
Huduttan hududa atılmışım ben'
Altında da bir tarih: Sekiz mart otuz yedi...
Gözüm imza yerinde başka ad görmedi.
Artık bahtın açıktır, uzun etme, arkadaş!
Ne hudut kaldı bugün, ne askerlik, ne savaş;
Araya gitti diye içlenme baharına,
Huduttan götürdüğün şan yetişir yârına! ...
Ertesi gün başladı gün doğmadan yolculuk,
Soğuk bir mart sabahı... Buz tutuyor her soluk.
Ufku tutuşturmadan fecrin ilk alevleri
Arkamızda kalıyor şehrin kenar evleri.
Bulutların ardında gün yanmadan sönüyor,
Höyükler bir dağ gibi uzaktan görünüyor...
Yanımızdan geçiyor ağır ağır kervanlar,
Bir derebeyi gibi kurulmuş eski hanlar.
Biz bu sonsuz yollarda varıyoruz, gitgide,
İki dağ ortasında boğulan bir geçide.
Sıkı bir poyraz beni titretirken içimden
Geçidi atlayınca şaşırdım sevincimden:
Ardımda kalan yerler anlaşırken baharla,
Önümüzdeki arazi örtülü şimdi karla.
Bu geçit sanki yazdan kışı ayırıyordu,
Burada son fırtına son dalı kırıyordu...
Yaylımız tüketirken yolları aynı hızla,
Savrulmaya başladı karlar etrafımızda.
Karlar etrafı beyaz bir karanlığa gömdü;
Kar değil, gökyüzünden yağan beyaz ölümdü...
Gönlümde can verirken köye varmak emeli
Arabacı haykırdı 'İşte Araplıbeli! '
Tanrı yardımcı olsun gayrı yolda kalana
Biz menzile vararak atları çektik hana.
Bizden evvel buraya inen üç dört arkadaş
Kurmuştular tutuşan ocağa karşı bağdaş.
Çıtırdayan çalılar dört cana can katıyor,
Kimi haydut, kimi kurt masalı anlatıyor...
Gözlerime çökerken ağır uyku sisleri,
Çiçekliyor duvarı ocağın akisleri.
Bu akisle duvarda çizgiler beliriyor,
Kalbime ateş gibi şu satırlar giriyor;
'Gönlümü çekse de yârin hayali
Aşmaya kudretim yetmez cibali
Yolcuyum bir kuru yaprak misali
Rüzgârın önüne katılmışım ben'
Sabahleyin gökyüzü parlak, ufuk açıktı,
Güneşli bir havada yaylımız yola çıktı...
Bu gurbetten gurbete giden yolun üstünde
Ben üç mevsim değişmiş görüyordum üç günde.
Uzun bir yolculuktan sonra İncesu'daydık,
Bir handa, yorgun argın, tatlı bir uykudaydık.
Gün doğarken bir ölüm rüyasıyla uyandım,
Başucumda gördüğüm şu satırlarla yandım!
'Garibim namıma Kerem diyorlar
Aslı'mı el almış haram diyorlar
Hastayım derdime verem diyorlar
Maraşlı Şeyhoğlu Satılmış'ım ben'
Bir kitabe kokusu duyuluyor yazında,
Korkarım, yaya kaldın bu gurbet çıkmazında.
Ey Maraşlı Şeyhoğlu, evliyalar adağı!
Bahtına lanet olsun aşmadınsa bu dağı!
Az değildir, varmadan senin gibi yurduna,
Post verenler yabanın hayduduna kurduna! ..
Arabamız tutarken Erciyes'in yolunu:
'Hancı dedim, bildin mi Maraşlı Şeyhoğlu'nu? '
Gözleri uzun uzun burkuldu kaldı bende,
Dedi:
'Hana sağ indi, ölü çıktı geçende! '
Yaşaran gözlerimde her şey artık değişti,
Bizim garip Şeyhoğlu buradan geçmemişti...
Gönlümü Maraşlı'nın yaktı kara haberi.
Aradan yıllar geçti işte o günden beri
Ne zaman yolda bir han rastlasam irkilirim,
Çünkü sizde gizlenen dertleri ben bilirim.
Ey köyleri hududa bağlayan yaşlı yollar,
Dönmeyen yolculara ağlayan yaslı yollar!
Ey garip çizgilerle dolu han duvarları,
Ey hanların gönlümü sızlatan duvarları! ..
Faruk Nafiz ÇAMLIBEL
11.07.2011 - 12:32
Gelsin
Şiirle özüme akar giderim
Sureti sözlere bananlar gelsin
Huzura şükredip bakar giderim
Hanemde benimle kalanlar gelsin
Derdi çağırırım aciz de kalmam
Manisi ağırdır şâdânı salmam
Şerh-i terk edemem abesi almam
Ya Râb! dermanımı alanlar gelsin
Dirilişim,sesim, nefesim sensin
Yunus'tan can kopan hû sesim sensin
Hece hece suyum hevesim sensin
Yüreğe sevgiyi salanlar gelsin
Bir dem dev olurum bir dem de cüce
Yol o dur ki Allah ateşim yüce
Gâh Leylâ'yım ya da garip bir gece
Nûrlu cemâlimle olanlar gelsin
Ey gönül otağım! nasılsan öyle kal
Dilinden şeytanı,şirki hemen sal
Ol,bir can,bir beden saf aynaya dal
Davete,dergâha dolanlar gelsin
Can alıp verdiğim gizlenen koku
Uçsuz bir vâdide izlenen koku
Tarifsiz ummanda özlenen koku
Berrak şelâleye dalanlar gelsin
İpil ipil yağan şu ney sesiyle
Kerem,Yusuf,Kays'ın vesilesiyle
Öbek öbek hüzün kesen es'iyle
Çöllerden seslenen nâlânlar gelsin
Gülnihâl yine der; şiir yazarım
Her dem aşktan gelir Hakk'a akarım
Kalpten kalbe yolu sözle aşarım
Şol ömre hicrânı kovanlar gelsin
Nihâl MİRDOĞAN
Toplam 776 mesaj bulundu