Bu kapıdan kol ve kanat kırılmadan geçilmez; Eşten, dosttan, sevgiliden ayrılmadan geçilmez. İçeride bir has oda, yeri samur döşeli; Bu odadan gelsin diye çağrılmadan geçilmez. Eti zehir, yağı zehir, balı zehir dünyada, Bütün fani lezzetlere darılmadan geçilmez. Varlık niçin, yokluk nasıl, yaşamak ne, topyekün? Aklı yele salıverip çıldırmadan geçilmez. Kayalık boğazlarda yön arayan bir gemi; Usta kaptan klavuza varılmadan geçilmez. Ne okudun, ne öğrendin, ne bildinse berhava; Yer çökmeden, gök iki şak yarılmadan geçilmez. Geçitlerin, kilitlerin yalnız O'nda şifresi; İşte, işte o eteğe sarılmadan geçilmez!
Hakk’a yakınlaşabilmek için kadife gibi bir kalbe sahip olmalı. Her insan şu veya bu şekilde yumuşamayı öğrenir. Kimi bir kaza geçirir, kimi ölümcül bir hastalık, kimi ayrılık acısı çeker, kimi maddi kayıp… Hepimiz kalpteki katılıkları çözmeye fırsat veren badireler atlatırız. Ama kimimiz bunda ki hikmeti anlar ve yumuşar; kimimiz ise,ne yazık ki daha da sertleşerek çıkar.
Hileden,desiseden endişe etme. Eğer birileri sana tuzak kuruyor, sana zarar vermek istiyorsa, Allah da onlara tuzak kuruyordur. Çukur kazanlar o çukura kendileri düşer. Bu sistem karşılıklar esasına göre işler. Ne bir katre hayır karşılıksız kalır, ne bir katre şer. O’nun bilgisi dışında yaprak bile kıpırdamaz. Sen sadece buna inan!
BU YAZDIKLARIMDA HİÇBİR ARTNİYET YOKTUR OKUYUN İNŞAALLAH
“Evlerinizde oturun. Önceki cahiliye dönemi kadınlarının açılıp saçıldığı gibi siz de açılıp saçılmayın…”(Ahzab/33) İyiki bunları sen söylüyorsun Rabbim. Eğer ben söyleseydim örümcek kafalı, yobaz, gerici, çağdışı olarak yaftalanacaktım. Şükür ki sen söylüyorsun, kulun Sana kurban olsun…
Oysa nice zamandır dışarda olmayan, evinde oturan, çocuk doğuran kadınların adı cahil oldu. İllede dışarı çıkmalı kadın,bütün kapılar sokağa açılmalı, az çocuk doğurmalı, ekonomik özgürlüğü (!) elinde olmalı, kocaya asla güvenmemeli, ya bırakırsa, terk ederse, ölürse, boşanırsan ya…diyerek kadın hep tetikte bekletilmeli…
Artık kadınlar pek az oturuyor evlerinde. Kadınlar eve hasret, evler kadınlara… Parasını kendi kazanıyor kadın. Muhtaç olmuyor erkeğine de (!) …
Sabahın ayazında düşüyor yollara, çocuğu bakıcıya yada kreşe bırakıyor. Canhıraş çalışıyor kadın, dişini tırnağına takıyor, bence biraz da erkekleşiyor kadın…
Evlerinizde oturun ayeti bugün birçok müslüman kadının dahi okumak,hatırlamak istemediği bir ayettir. “Cahiliye kadınları gibi açılıp saçılmayın” emrine muhalif, evde oturmayı cehalet, çalıştığı işyerinde başını açmayı modernlik, özgürlük diye tanımlayan bir garip fikir karmaşası…
Ne kadar paraya ihtiyaç duyduğunuz, gerçek ihtiyaçlarınızın ne olduğuna bağlı… Ya lüx bir yaşam için zor ve stressli bir çalışma hayatını tercih edeceksiniz. Ya da evinizde rahat oturup orta halli bir yaşamı seçeceksiniz.Derdiniz kariyerse, yükselip önemli (!) bir yere gelmekse eviniz size sadece bir otel olur.
Eğer tek maaşla geçinirim. Orta halli yaşarım, lüx istemem, evim 10 yıl sonrada olsa olur, arabam daha vasat da olabilir, evimde otururum, çocuğumu da kimselere bırakmam kendim bakarım, eğitirim derseniz eviniz size saray olur.
Çalışan kız arıyorum,çift maaşlı olsunlar diyen kaynana adayı teyzeleri gördükçe,birileri tarafından bankamatik gözüyle bakılan kızlara daha da bir acıyorum. Hele banka kartı kocasının elinde olan, ayda ne kadar maaş aldığını bile bilmeyen, gündüz dışarı işleri,akşam ev işleriyle ömür geçiren kadınların hali içler acısı…
Modern köleliğin adına ekonomik özgürlük diyorlar… Zulmü süsleyip püsleyip kadına olmazsa olmaz gibi gösteriyorlar. Kadının fıtratına ters olan, bedenine ağır gelen işi yapmayanları aşağılıyor, kınıyorlar…
Evlerinizde oturun, çünkü kadın en çok evine yakışır.Evlerinizde oturun, zira kadın hassastır, kadın naiftir, çabuk incinir, çabuk kırılır, kolay hırpalanır kadın. En iyi Rabbi tanır onu. En çok Rabbi anlar halinden…
Uygun şartlarda okuyabilmeli, çalışabilmeli kadın. Ama dünyası için ahiretini harcamaya zorlanmamalı, bir erkek gibi çalışmamalı bir ömrü kaplayan dağlarca yükü, onlarca görevi üstlenmemeli. Mecburiyeti olmadığı halde hergün ardından ağlayan bir evlat bırakmamalı kadın. Hem kariyer yapıp, hem iyi bir iş kadını, hem iyi bir anne olmak şüphesiz bir ütopya…
Her işte usta olunmuyor maalesef. Her işte çırak olarak kalmakta yakışmıyor kadına. Madem Rabbi kimselere yakıştırmadığı görevi kadına layık görmüş, madem uçsuz bucaksız cenneti annelerin ayaklarının altına sermiş; Bundan daha fazlasını istemek niye?
“Bir kadın ayrılınca evinden,
Evler ağlar kadınların ardından
Bir çocuğun gözleri uzaklara mıhlanır
Anne dönene değin sevmeler öksüz kalır
Bir kadın ayrılınca evinden Evler ağlar usul usul derinden…”
Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, çok güzel bir ülkede mahalleler varmış. Bu mahallelerin çocukları birbirlerini çok severlermiş. Dışarıdan gelen parolalı bir ıslığa uçarak aşağı iner, beraber olacakları anları iple çekerlermiş. Kavga etseler de kin tutmaz, her gün yeniden dünyalar kurarlarmış. Herkeste paylaşma duygusu, sevgi ve arkadaşlarını kollama duygusu yavaş yavaş gelişirmiş. O zamanlar çocuklar okula servis ile değil, köşe başında buluşarak giderlermiş. Onların yolunu gözlememiş evdeki bilgisayar, şehrin en iyi dersanesi, hazırlık kursları,. Bilmezlermiş; Hamburgeri, MTV'yi, İnterneti, cep telefonunu, tetrisi. Bilirlermiş duvarların üzerinde sohbet etmeyi, hatıra defterleri doldurup sevgileri keşfetmeyi. Bilirlermiş horoz şekercisini, elleri kirli macuncunun tornavida ile koyduğu rengarenk macunları, kırık leblebiyi, leblebi tozunu, süt-sal dondurmayı. Eve gitmeyi unutmayı, hava kararınca dayak yemeyi, sonra bir ıslıkla tekrar aşağıya kukalı saklambaça kaçmayı. Bilirlermiş o hakkında türlü şeyler söylenen evdeki garip adamdan korkmayı, küsmeyi, aynı kıza asılmayı, torbalarla misket toplamayı, gıcır köstek ayırmayı, değiş tokuş kaybedince kapısı, Teksas'ı, Tommiks'i, Konyakçı'nın disşlerini, İç içe konan naylon topları, taştan kale direklerini. Üç korner bir penaltıyı. Üzerine apartman yapılan top sahalarını, sonra o apartmana taşınan yeni dostları ve onları kapma yarışını... Otobüsteki biletçinin lastik silgi sarılı kalemini, yoğurtçuyu, kalaycıyı, bozacıyı, hallacı... Evlerin arkasındaki odun kömür depolarını. Yakar topun yakışını. Mantarlı gazoz kapaklarını, yaldız kazımayı. Yandaki mahalle ile alınan kavgayı, her kavganın çıkardığı kahramanı-ödleği. Kan kardeşliğini, ip atlama, lastiğe basma, topaç virtiözlüğünü, çelik çomağı, kırılan camları, toplanan paraları... Açık hava sinemalarını, frigo buzu... Sonra zamanla bu güzel ülkede durumlar değişmeye başlamış. Yaşlar ilerledikçe bu birliktelik, koruma kollama duyguları mahallenin çocuklarının başlarına çok işler açmış. Daha sonra işsizlik, hayat pahalılığı, enflasyon, köşeyi dönme, adamını bulma, malı götürme, falan derken herkesin yüzünde soluk bir bakış. İçinde hayatın yenilgisi, çaresizlikleri, tatminsizlikleri ile baş başa kalmış. Çocukları mı? Çocukları şimdi bitişik apartmanların arasında, nefes alınmaz bir havada, evlerinde, sanal bir dünyada, emniyet içinde ve yalnız yaşıyorlar. Anneleri babaları onları çok seviyor. Beta kapmasınlar diye kalabalık ortamlara hiç sokmuyor. Hafta sonları hep beraber hiper marketlerdeler. Okul servisleri çocukları neredeyse yataklarından alıyor. Çocuklar trafik kaygısıyla, köşedeki markete dahi gönderilmiyor. Babalar şirketlerin bilançolarını, çocuklar da dersane reytinglerini izliyor. Hepsi birer test uzmanı, sayısal-sözel yuvarlanıp gidiyorlar. Sek sek oynamayı değil ama taban puanları çok iyi biliyorlar. Hayata açılan pencereleri Windows 95, 98, 2000... Onlar ekrana, ekran onlara bakıyor ve koca bir hayat dışarıda akıp gidiyor. Ve şehrin dışında ağaçlar; tırmanacak, salıncak kuracak, kalp kazıyacak mahalle çocuklarını bekliyor. Paylaşmayan, yalnız, bencil, kafesler içinde, gürbüz, güvendeki çocukları... Hiç sopa yememiş, ağaçtan düşmemiş, topu yandaki bahçeye kaçmamış, dizlerinde yara kabukları olmamış çocukları... (Can YÜCEL)
Nedir bu kavganız nedir bu telaş... Ömür dediğiniz biter yavaş yavaş... Üç günlük dünyanın herşeyi fani... Bir dost seda muhabbet kalır arkadaş... Sen yolcu bu yalan dünya hancıdır... Öyle bir gün varki yürekte sancıdır... Yer gök bir olunca hesap sorulunca... En sevdiğin bile senden davacıdır...
“Harâbât ehlini hor görme sakın, defineye mâlik viraneler var.” Bildirince bildiren, yüreği olan görüyor elbet..'.
Delinin biri camiye girer, belli ki namaz kılacak. Ama oturmaz, meraklı ve şaşkın gözlerle etrafı süzer-dolanır.. ... Bir oraya, bir buraya her köşeye dikkatlice bakar ve hızla çıkar gider..
Az sonra sırtında bağlanmış odunlarla tekrar gelir camiye ve tam namaza başlamak üzere olan cemaatle birlikte saf tutar.. Ama sırtındaki odunlarla güç bela bitirir namazını.
Eğilip kalktıkça yere düşen odunlar, çıkardığı ses vs. derken, tabii cemaat de rahatsız olmuştur bu durumdan.. Nihayet biter namaz, bitmesine ama her kafadan bir ses çıkar.. Herkes kıpırdanmaya, adama söylenmeye başlamıştır bile.. İmama kadar ulaşır sesler, hafiften tartışmalar..
İmam aynı mahalleden, bilir az çok garibin halini, şefkatle yaklaşır meczubun yanına ve der ki:
“Oğlum böyle namaz mı olur, sırtında odunlarla, sen ne yaptın? Hem kendini hem de çevreni rahatsız ettin bak, bir daha namaz kılmaya yüksüz gel olur mu? ”
Bunu duyan meczub melül-mahzun, ama manalı bir bakışla sorar
“Âdetiniz böyle değil mi? ”
“Ne âdeti? ! ” der Hoca..
Cemaat da toplanmış, merak ve şaşkınlıkla olayı izlemektedir o sıra..
Der ki meczub bu kez:
“Hocam ben namaz kılmak için girdim camiye, şöyle kendime uygun bir yer ararken içeridekilere baktım, gördüm ki herkesin sırtında bir şeyler var. Zannettim ki adet böyledir, ben de şu odunları yüklendim geldim işte, neden kızıyorsun? Kızacaksan herkese kız, tek bana değil!
Hoca şaşırır: “Benim sırtımda da mı var? ” der..
“Evet” der meczub, “Hepinizin sırtı yüklü! ”..
Cemaatte ise hafiften “deli işte! ” manasına,bıyık altından gülüşmeler başlamıştır..
Meczub bu kez öne atılır ve tek tek cemaati işaret ederek, saf bir çocukça, heyecanla bağırır:
“Bak bunun sırtında mavi gözlü bir çocuk, bunda kocaman bir elma ağacı vardı..
Bunda kırık bir kapı, bunda bir tencere yemek, bunda kızarmış tavuk, şunun sırtında yeşil gözlü esmer bir hatun, bununkinde de yaşlı annesi vardı! ..”
Sonra iki elini yanlarına salar başını sallar ve umutsuzca;
“ Boş yok, boş yok hiç! ..diye tekrarlar.
O böyle söyleyince, herkes dehşet içinde şaşkınlıkla birbirinin yüzüne bakar!
Aynen doğrudur dedikleri çünkü; Kimi doğacak çocuğunu düşünüyordur namazda, kimi bahçesindeki meyve ağaçlarını, biri onaracağı kapıyı, diğeri lokantasında pişireceği yemeği.. Biri açtır aklında yiyeceği tavuk, birinin sırtında sevdiği kadın, diğerinde de bakıma muhtaç annesi vardır.
“Peki söyle bakalım bende ne vardı? ” der, bu kez endişeyle Hoca..
O da der ki: “Zaten en çok da sana şaştım hoca! Sırtında kocaman bir inek vardı!
Allah’a hakkıyla boyun eğene Allah dünyayı boyun eğdirir. Evladını Allah’a kul kazandırmaya çalışana Allah evladını hayırlı kılar. Allah’ın lütfuna minnet duyana Allah minnettar dostlar lütfeder. Bir şeyi Allah’ın lütfu olarak sevene Allah o şeyden ihanet göstermez. Kim hayatını, ‘Acaba Allah’ın rızasına uyar mı? ’ düşüncesiyle düzenlerse, Allah onu utandırmaz.”
Ya işte böyle gözüm, bakıyorum da şunlara, şaşıyorum. Canım sıkılıyor, Allah canımı alsın. Zengin babaları sayesinde, lüks arabalarla, gündelik sevgili değiştiren, aşkı ve sevdayı iki öpücük zannedenlere kızıyorum. Kızdığım gibi de acıyorum. Bana ne diyemiyorum işte. Takıyorum kafama. Bölüyorum uykularımı. Çünkü bu gençlik bizim bizim.. Anlat anlat diyorsun ya ikide bir, yaralı yüreğimle yaralamak istemezdim seni. Ama sevda ne demek, ama gönül ne demek, vefa ne demek ve ben seni nasıl sevmişim vay vay ki vay. Ben, insanların toprakla haşır neşir olduğu, çocuklarına helal lokma için terlerini toprağa akıtan,eli nasırlı mı nasırlı, yüzü güneş yanığı, gönlü ezelden yanık, güneşin toprakla öpüştüğü, buram buram dert, buram buram hasret, buram buram sevda kokan, hürriyet sevdalısı milyonlarca gençten biriyim. Anam, abdestsiz göğsünü vermemiş bana,ola ki Allah'a ola ki Vatana, ve ola ki sevdiklerine ihanet eder diye. Anamın ak ve helal sütünden midir nedir? Vefasızlığın v' si yoktur kitabımızda. Hele güzelim sevdiğini yarı yolda bırakmak nankörlüğün ve namertliğin en adisi budur işte. Gönül dersen gönül, yürek dersen yürek, aşk dersen aşk, bırak duygularımı yüreğimde. Yüreğimde bul kendini. Gel gör ki nasıl sevmişim seni, vah vah. 18'inde deli taylara benzer kızlarımız, geçit vermez yüce dağ gibi heybetli, şahin bakışlarında mertlik ama yufkadır yürekleri. Onlar ki sevdiklerine toprak kadar vefalı onlar ki sevdiklerine gün gibi, güneş gibi sadık, kardelen çiçekleri kadar sabırlı, ki onlarda iffet, ki onlarda edep. Onlar sevdiler mi başka severler güzelim. 21.asırda ne Karacaoğlan' ı ne Köroğlu' nu ne de Ferhat'ı aratır yiğitlerimiz. Gönül, bu ya hep ulaşılmaz, erişilmez dallara bağlanır. Çile ise çile dert ise dert, pes etmek mi asla. Ve yiğitliğin kitabı yazılmaz gülüm. Yiğitlik yürekte gönülde gizlidir. Yiğitlik sadece bilekte değil. Bizi biz eden bizi farklı kılan bu düşüncemiz bu gönlümüz. Çünkü biz sevdiğimizi iki öpücük niyetine değil, Allah'ın bir emanet kuşu bilip,bir ömür boyu aynı yastıkta bir ömür sürmek için severiz. Ben sevdiğime gel dediğim vakit dağları yırtıp gelen, git dediğim vakit kaşlarını çatmadan, arkasına bakmadan gidendir. Zannetme ki korkudan, edepten, gönülden, sevgiden. İşte güzelim, diyorum ya iki de bir, gönül dersem gönül, yürek dersem yürek, aşk dersem aşk, bırak duygularımı yüreğimde, yüreğimde bul kendini. Gel gör ki nasıl sevmişim seni vah vah.
SELAM VERMEKLE GÜNAYDIN DEMEMİN ARASINDA Ki FARK...
Hocaya Sormuşlar
Hocam; 'Günaydın' ile 'SELAMUN ALEYKUM' arasında ne fark vardır? Hoca Cevap Vermiş; 'Günaydın' Sadece Hava Raporudur. Havanın Aydınlık Olduğunu Anlatır..
Selamun Aleykum'e Gelince;
Selam ALLAH'ın ismidir.. ALLAH'ın selamı, Rahmeti, Bereketi, Mağfireti, Meleklerin Duaları, İstiğfarları, Peygamberlerin, ALLAH Dostlarının, Şefaatçilerin Şefaatleri, Müminlerin Duaları, İstiğfarları Üzerinize Olsun... ALLAH sizi Cennetine Alsın Demektir...
Bende siz değerli kardeşlerime ALLAH'ın selamını gönderiyorum...
Zorluktan Gelen Başarı Okyanusun dibinde yatan bir istiridye, su üzerinden akıp geçsin diye, kabuğunu açmış. Su içinden geçerken, solungaçları yiyecekleri toplayıp midesine gönderiyormuş. Aniden, yakındaki bir balık, bir kuyruk darbesiyle kum ve çamur fırtınası yaratmış. Istiridye de kumdan nefret edermiş; zira kum öylesine pürüzlüymüş, kabuğunun içine bir kum tanesi kaçsa son derece rahatsız olurmuş. Istiridye derhal kabuğunu kapamış ama çok geç kalmış; zira sert ve pürüzlü bir kum taneciği içeri girip, iç derisi ile kabuğu arasına yerleşmiş. Aman Allahım, şu kum tanesi istiridyeyi ne de çok rahatsız ediyormuş. Ama, kabuğunun içini kaplaması için kendine verilmiş olan salgı hücresini derhal çalıştırarak, minik kum tanesinin üstünü kaplamaya başlamış; ta ki, nefis, parlak ve düzgün bir örtü oluşana kadar... Istiridye, yıllar yılı, minik kum taneciğinin üstüne katlar eklemeğe devam etmiş ve sonunda müthiş güzel, parlak ve son derece değerli bir inci oluşmuş. Bazen karşılaştığımız problemler bu kum taneciğine benzer; bizi rahatsız ederler ve niye bize bu derece eziyet çektirip asabileştirdiklerine şaşarız; fakat azmin getirdiği cesaret ve kuvvetle, sorunlarımızın ve zayıflıklarımızın üstesinden geliriz. Daha alçakgönüllü, dualarımızda daha ısrarlı, çevremizdekilere daha yakın, daha akıllı ve sorunlarımıza karşı daha dayanıklı hale geliriz. Gizli bir gücün yardımı ile birden, yaşamımızdaki pürüzlü kum tanecikleri, bize kuvvet ve güç veren değerli incilere dönüşür ve bir çoğumuza ümit ve ilham kaynağı oluştururlar.
[ NE DÜŞÜNÜRSEN ONU ALGILARSIN... ] Genç bir çiftçi hayatında ilk defa büyük bir şehre gitmişti. Gökdelenlerin yüksekliği ve insanların çokluğundan şaşkına dönmüştü. Kalabalık bir bulvarda yürürken, kulağına aşina bir cırcır böceği sesi geldiğini zannetti. Durdu ve dikkatle dinledi.'Evet, bu bir cırcır böceğiydi! ' Ses büyük bir mağazanın önündeki çalıların arasından geliyor gibiydi. Bunun üzerine bu büyük çalı kümesine yönelip aramaya başladı. Bir mağaza görevlisi dışarı çıkıp,'Yardımcı olabilir miyim? ' diye sordu.' Hayır, teşekkür ederim' dedi genç adam...' Sadece şurada bir cırcır böceğinin sesini duyduğumu sandım! ' Görevli,'Hayır! Burada bulunmaz.' Genç çiftçi cırcır böceğini buluncaya kadar cırlak sesi takip etti, onu buldu ve eline aldı.'Tamam! İşte burada! ' Genç adam bu çalının önünden her saat binlerce insan geçmesine karşılık cırcır böceğini duyanın bir tek kendisi olmasına çok şaşırmıştı. Bunun üzerine küçük bir deneme yapmaya karar verdi. Elini cebine atıp madeni bir para çıkardı ve havaya attı. Paranın kaldırıma vurduğu anda, düşen bozukluğu aramak için yürümekte olan 24 yaya durdu! Psikologlar; genç adamın şahit olduğu olay için bir durum tanımlar: 'Buna algıda seçicilik denir. Belli şeyleri görmek ve belli sesleri duymak...' Gökyüzüne bakıp kuşlar, kırlara gidip çiçekleri, çocuklara bakıp saflıklarını, ağaçlara bakıp dallarını, yapraklarını, hayvanlara bakıp fıtriliklerini, insanlara bakıp güzelliklerini algılayın. ALGILADIĞINIZ SADECE PARA SESİ OLMASIN!
Başkasına söz dinletene hatip, kendine söz dinletene ADAM derler!
Bir hoşgörüdür gidiyor, bırakın Allah aşkına! Haddimizi bilelim,haddini bilmeyene bildirmeyi de bilelim. Yavuz olunacak yerde, Yunus olunmaz!
'övülmekten hoşlanmak kadar ahmaklık düşünülemez.' BİŞRİ H.
Ey kardeş! bunu bil ve içini dünya sevgisi ve şehvetinden temizle.Allahutealayı çok zikret.kalbini iyice temizlediğin zaman,Allahuteala seni hikmetle konuşturur ve sen zamanın bir hakimi olursun.Fakat dünya sevgisi ve şehvetiyle birlikte olamazsın!
BİŞRİ HAFİ
'Akıllı kimse,hayrı ve şerri bilen kimse değildir.Akıllı kimse hayrı ve şerri gördüğünde ona tabi olan,şerri gördüğünde ondan kaçınan kimsedir.' Bişri HAFİ
Bir kadın için en hayırlı yer evidir,bir kadın için en kutsal vazife anneliktir, bir kadın için en emniyetli yer yuvasıdır, bir kadın için en güzel arkadaş ALLAH için yaşayan kocasıdır, bir kadın için en hayırlı meşguliyet ibadettir,bir kadın için en huzurlu an yavrularının sevincini seyretmektir, bir kadın için en güzel süs EDEPTİR! ! !
Olduğum gibi kim görebilir beni Ne rengim var benim, ne nişanım Benim de bildiğim sırlar var diyeceksin ama Hem o sırlarım ben, hem de o sırları saklayanım Bu gönül ne vakit durulacak bilmem Ama şu anda hiç kımıldamadan duran ...
09.06.2012 - 16:07
GEÇİLMEZ
Bu kapıdan kol ve kanat kırılmadan geçilmez;
Eşten, dosttan, sevgiliden ayrılmadan geçilmez.
İçeride bir has oda, yeri samur döşeli;
Bu odadan gelsin diye çağrılmadan geçilmez.
Eti zehir, yağı zehir, balı zehir dünyada,
Bütün fani lezzetlere darılmadan geçilmez.
Varlık niçin, yokluk nasıl, yaşamak ne, topyekün?
Aklı yele salıverip çıldırmadan geçilmez.
Kayalık boğazlarda yön arayan bir gemi;
Usta kaptan klavuza varılmadan geçilmez.
Ne okudun, ne öğrendin, ne bildinse berhava;
Yer çökmeden, gök iki şak yarılmadan geçilmez.
Geçitlerin, kilitlerin yalnız O'nda şifresi;
İşte, işte o eteğe sarılmadan geçilmez!
Necip Fazıl KISAKÜREK
09.06.2012 - 02:39
'Ben aklımın zekatını versem,senin gibi kırk tane alim eder.'K.M.
! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! !
Ne asi ol asıl,ne yavaş ol basıl!
Hakkınızı da bilin,haddinizi de bilin!
Ne ezik olun,ne de mütekebbir!
07.06.2012 - 22:58
Sari saçlarini deli gönlüme
Baglamislar çözülmüyor Mihriban
Ayriliktan zor belleme ölümü
Görmeyince sezilmiyor Mihriban
Yar deyince kalem elden düsüyor
Gözlerim görmüyor aklim sasiyor
Lambada titreyen alev üsüyor
Ask kagida yazilmiyor Mihriban
Önce naz sonra söz ve sonra hile
Sevilen seveni düsürür dile
Seneler asirlar degisse bile
Eski töre bozulmuyor Mihriban
Tabiplerde ilaç yoktur yarama
Ask deyince ötesini arama
Her nesnenin bir bitimi var ama
Aska hudut çizilmiyor Mihriban
Bosa baglanmamis bülbül gülüne
Kar koysam köz olur askin külüne
Sastim kara bahtin tahammülüne
Tasa çalsam ezilmiyor Mihriban
Tarife sigmiyor askin anlami
Ancak çeken bilir bu derdi gami
Bir kördügüm bastan sona tamami
Çözemedim çözülmüyor Mihriban
Abdurrahim Karakoç
07.06.2012 - 18:51
07.06.2012 - 00:07
Hakk’a yakınlaşabilmek için kadife gibi bir kalbe sahip olmalı. Her insan şu veya bu şekilde yumuşamayı öğrenir. Kimi bir kaza geçirir, kimi ölümcül bir hastalık, kimi ayrılık acısı çeker, kimi maddi kayıp… Hepimiz kalpteki katılıkları çözmeye fırsat veren badireler atlatırız. Ama kimimiz bunda ki hikmeti anlar ve yumuşar; kimimiz ise,ne yazık ki daha da sertleşerek çıkar.
Hileden,desiseden endişe etme. Eğer birileri sana tuzak kuruyor, sana zarar vermek istiyorsa, Allah da onlara tuzak kuruyordur. Çukur kazanlar o çukura kendileri düşer. Bu sistem karşılıklar esasına göre işler. Ne bir katre hayır karşılıksız kalır, ne bir katre şer. O’nun bilgisi dışında yaprak bile kıpırdamaz. Sen sadece buna inan!
30.05.2012 - 13:09
BU YAZDIKLARIMDA HİÇBİR ARTNİYET YOKTUR OKUYUN İNŞAALLAH
“Evlerinizde oturun. Önceki cahiliye dönemi kadınlarının açılıp saçıldığı gibi siz de açılıp saçılmayın…”(Ahzab/33) İyiki bunları sen söylüyorsun Rabbim. Eğer ben söyleseydim örümcek kafalı, yobaz, gerici, çağdışı olarak yaftalanacaktım. Şükür ki sen söylüyorsun, kulun Sana kurban olsun…
Oysa nice zamandır dışarda olmayan, evinde oturan, çocuk doğuran kadınların adı cahil oldu. İllede dışarı çıkmalı kadın,bütün kapılar sokağa açılmalı, az çocuk doğurmalı, ekonomik özgürlüğü (!) elinde olmalı, kocaya asla güvenmemeli, ya bırakırsa, terk ederse, ölürse, boşanırsan ya…diyerek kadın hep tetikte bekletilmeli…
Artık kadınlar pek az oturuyor evlerinde. Kadınlar eve hasret, evler kadınlara… Parasını kendi kazanıyor kadın. Muhtaç olmuyor erkeğine de (!) …
Sabahın ayazında düşüyor yollara, çocuğu bakıcıya yada kreşe bırakıyor. Canhıraş çalışıyor kadın, dişini tırnağına takıyor, bence biraz da erkekleşiyor kadın…
Evlerinizde oturun ayeti bugün birçok müslüman kadının dahi okumak,hatırlamak istemediği bir ayettir. “Cahiliye kadınları gibi açılıp saçılmayın” emrine muhalif, evde oturmayı cehalet, çalıştığı işyerinde başını açmayı modernlik, özgürlük diye tanımlayan bir garip fikir karmaşası…
Ne kadar paraya ihtiyaç duyduğunuz, gerçek ihtiyaçlarınızın ne olduğuna bağlı…
Ya lüx bir yaşam için zor ve stressli bir çalışma hayatını tercih edeceksiniz. Ya da evinizde rahat oturup orta halli bir yaşamı seçeceksiniz.Derdiniz kariyerse, yükselip önemli (!) bir yere gelmekse eviniz size sadece bir otel olur.
Eğer tek maaşla geçinirim. Orta halli yaşarım, lüx istemem, evim 10 yıl sonrada olsa olur, arabam daha vasat da olabilir, evimde otururum, çocuğumu da kimselere bırakmam kendim bakarım, eğitirim derseniz eviniz size saray olur.
Çalışan kız arıyorum,çift maaşlı olsunlar diyen kaynana adayı teyzeleri gördükçe,birileri tarafından bankamatik gözüyle bakılan kızlara daha da bir acıyorum. Hele banka kartı kocasının elinde olan, ayda ne kadar maaş aldığını bile bilmeyen, gündüz dışarı işleri,akşam ev işleriyle ömür geçiren kadınların hali içler acısı…
Modern köleliğin adına ekonomik özgürlük diyorlar… Zulmü süsleyip püsleyip kadına olmazsa olmaz gibi gösteriyorlar. Kadının fıtratına ters olan, bedenine ağır gelen işi yapmayanları aşağılıyor, kınıyorlar…
Evlerinizde oturun, çünkü kadın en çok evine yakışır.Evlerinizde oturun, zira kadın hassastır, kadın naiftir, çabuk incinir, çabuk kırılır, kolay hırpalanır kadın. En iyi Rabbi tanır onu. En çok Rabbi anlar halinden…
Uygun şartlarda okuyabilmeli, çalışabilmeli kadın. Ama dünyası için ahiretini harcamaya zorlanmamalı, bir erkek gibi çalışmamalı bir ömrü kaplayan dağlarca yükü, onlarca görevi üstlenmemeli. Mecburiyeti olmadığı halde hergün ardından ağlayan bir evlat bırakmamalı kadın. Hem kariyer yapıp, hem iyi bir iş kadını, hem iyi bir anne olmak şüphesiz bir ütopya…
Her işte usta olunmuyor maalesef. Her işte çırak olarak kalmakta yakışmıyor kadına. Madem Rabbi kimselere yakıştırmadığı görevi kadına layık görmüş, madem uçsuz bucaksız cenneti annelerin ayaklarının altına sermiş; Bundan daha fazlasını istemek niye?
“Bir kadın ayrılınca evinden,
Evler ağlar kadınların ardından
Bir çocuğun gözleri uzaklara mıhlanır
Anne dönene değin sevmeler öksüz kalır
Bir kadın ayrılınca evinden
Evler ağlar usul usul derinden…”
24.05.2012 - 12:55
Rabbim bu mubarek günün feyzinden istifade etmemizi, tüm ümmeti müslümana nasip eylesin...kandiliniz mubarek olsun...
21.05.2012 - 01:31
(Bela Hastası)
Haykırır sükûtu, surdadır nöbet
Ölüm kement atıp, güler ölüme
Son durak ezelde, ilk nasıl ebet?
İç kendi kanını, çıldır kelime!
Akıl sudan kova, hakikat kuyu
Çözdüğüm her suâl, cevaba perde
Yaktım da suları yıkayan suyu
Güneşi ıslatan o ateş nerde?
Ara dur kendini belâ hastası
Sen varsın yokluğu çıldırtan yokta
Rûhun bedenine deli yaftası
Yay sensin kendine çevrilen okta!
(Serdar Tuncer)
16.05.2012 - 15:48
gülümse annem
akşam olur hasret büyür dağ olur.
Bu dağlarda kurşun atsan çığ olur.
Sen oğlunu geri dönmez say annem.
Ben ölünce belki vatan sağ olur.
Belki dağlar duman duman savrulur,
Belki sesim çığlık çığlık duyulur,
Belki yavrun bir tabuta koyulur,
Üzülme annem.
Bir yangın ki ciğer ciğer kavrulur,
Bir yangın ki kardeş kardeş vurulur,
Belki kalbim bir bayrağa kan olur,
Gülümse annem.
Yine yağmur ince ince çiselenir.
Yine toprak yaz gelince çiçeklenir.
Sen beni hep rüyalarda gör annem.
Gör ki kalbim bir mezarda dinlenir.
Belki dağlar duman duman savrulur,
Belki sesim çığlık çığlık duyulur,
Belki yavrun bir tabuta koyulur,
Üzülme annem.
Bir yangın ki ciğer ciğer kavrulur,
Bir yangın ki kardeş kardeş vurulur,
Belki kalbim bir bayrağa kan olur,
Gülümse annem.
Murat Başaran
13.05.2012 - 01:48
“Allahü teâlâ seni bilir mi? ” Evet bilir. “Öyle ise, Allah’tan gayrisi seni bilmesin. Allahü teâlânın bilmesi senin için kâfidir.”
“Allahü teâlâyı tanıyana hiçbir şey gizli kalmaz.”
“Ey insan bu fâni hayatta Allah korkusunu kalbinden çıkarma! Kurtuluş çâresi O’na itâattedir.”
“Yüksekliği aradım, tevâzuda buldum. Başkanlık aradım, halka nasihatta buldum. Neseb aradım, takvâda buldum. Şeref aradım, kanâatte buldum. Rahatlık aradım, zühdde buldum. Zenginlik aradım, tevekkülde buldum.”
VEYSEL KARANİ HAZRETLERİ ANNESİNİN KÖLESİYDİ...
12.05.2012 - 20:46
Anne olmak sadece Dünyanızı değiştirmez...
Nasıl bir Anne olduğunuz, Dünyayı değiştirir...!
12.05.2012 - 18:03
ÇOCUKLUĞUNUZU BULACAKSINIZ...
Yaşı yeterince olgun olanlar hatırlarlar
Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, çok güzel bir ülkede mahalleler varmış. Bu mahallelerin çocukları birbirlerini çok severlermiş. Dışarıdan gelen parolalı bir ıslığa uçarak aşağı iner, beraber olacakları anları iple çekerlermiş. Kavga etseler de kin tutmaz, her gün yeniden dünyalar kurarlarmış. Herkeste paylaşma duygusu, sevgi ve arkadaşlarını kollama duygusu yavaş yavaş gelişirmiş. O zamanlar çocuklar okula servis ile değil, köşe başında buluşarak giderlermiş. Onların yolunu gözlememiş evdeki bilgisayar, şehrin en iyi dersanesi, hazırlık kursları,. Bilmezlermiş; Hamburgeri, MTV'yi, İnterneti, cep telefonunu, tetrisi. Bilirlermiş duvarların üzerinde sohbet etmeyi, hatıra defterleri doldurup sevgileri keşfetmeyi. Bilirlermiş horoz şekercisini, elleri kirli macuncunun tornavida ile koyduğu rengarenk macunları, kırık leblebiyi, leblebi tozunu, süt-sal dondurmayı. Eve gitmeyi unutmayı, hava kararınca dayak yemeyi, sonra bir ıslıkla tekrar aşağıya kukalı saklambaça kaçmayı. Bilirlermiş o hakkında türlü şeyler söylenen evdeki garip adamdan korkmayı, küsmeyi, aynı kıza asılmayı, torbalarla misket toplamayı, gıcır köstek ayırmayı, değiş tokuş kaybedince kapısı, Teksas'ı, Tommiks'i, Konyakçı'nın disşlerini, İç içe konan naylon topları, taştan kale direklerini. Üç korner bir penaltıyı. Üzerine apartman yapılan top sahalarını, sonra o apartmana taşınan yeni dostları ve onları kapma yarışını... Otobüsteki biletçinin lastik silgi sarılı kalemini, yoğurtçuyu, kalaycıyı, bozacıyı, hallacı... Evlerin arkasındaki odun kömür depolarını. Yakar topun yakışını. Mantarlı gazoz kapaklarını, yaldız kazımayı. Yandaki mahalle ile alınan kavgayı, her kavganın çıkardığı kahramanı-ödleği. Kan kardeşliğini, ip atlama, lastiğe basma, topaç virtiözlüğünü, çelik çomağı, kırılan camları, toplanan paraları... Açık hava sinemalarını, frigo buzu... Sonra zamanla bu güzel ülkede durumlar değişmeye başlamış. Yaşlar ilerledikçe bu birliktelik, koruma kollama duyguları mahallenin çocuklarının başlarına çok işler açmış. Daha sonra işsizlik, hayat pahalılığı, enflasyon, köşeyi dönme, adamını bulma, malı götürme, falan derken herkesin yüzünde soluk bir bakış. İçinde hayatın yenilgisi, çaresizlikleri, tatminsizlikleri ile baş başa kalmış. Çocukları mı? Çocukları şimdi bitişik apartmanların arasında, nefes alınmaz bir havada, evlerinde, sanal bir dünyada, emniyet içinde ve yalnız yaşıyorlar. Anneleri babaları onları çok seviyor. Beta kapmasınlar diye kalabalık ortamlara hiç sokmuyor. Hafta sonları hep beraber hiper marketlerdeler. Okul servisleri çocukları neredeyse yataklarından alıyor. Çocuklar trafik kaygısıyla, köşedeki markete dahi gönderilmiyor. Babalar şirketlerin bilançolarını, çocuklar da dersane reytinglerini izliyor. Hepsi birer test uzmanı, sayısal-sözel yuvarlanıp gidiyorlar. Sek sek oynamayı değil ama taban puanları çok iyi biliyorlar. Hayata açılan pencereleri Windows 95, 98, 2000... Onlar ekrana, ekran onlara bakıyor ve koca bir hayat dışarıda akıp gidiyor. Ve şehrin dışında ağaçlar; tırmanacak, salıncak kuracak, kalp kazıyacak mahalle çocuklarını bekliyor. Paylaşmayan, yalnız, bencil, kafesler içinde, gürbüz, güvendeki çocukları... Hiç sopa yememiş, ağaçtan düşmemiş, topu yandaki bahçeye kaçmamış, dizlerinde yara kabukları olmamış çocukları... (Can YÜCEL)
11.05.2012 - 23:58
Nedir bu kavganız nedir bu telaş...
Ömür dediğiniz biter yavaş yavaş...
Üç günlük dünyanın herşeyi fani...
Bir dost seda muhabbet kalır arkadaş...
Sen yolcu bu yalan dünya hancıdır...
Öyle bir gün varki yürekte sancıdır...
Yer gök bir olunca hesap sorulunca...
En sevdiğin bile senden davacıdır...
10.05.2012 - 13:51
Bir Tele Bakar
Buluda girmeyle güneş kaybolmaz
Yarılıp çıkması bir yele bakar
Çerçöp gelip suyolunu tutamaz
Silip süpürmesi bir sele bakar
Şahini durdurmaz karga avazı
Aslanı yıldırmaz bir uyuz tazı
Sessiz bellediğin düzensiz sazı
Öttürür ustası bir tele bakar
Kusuri insanda neler var neler
Birlikte her kötülüğü örseler
Dağları devirir kayalar deler
Ferhat gibi güçlü bir ele bakar
Şahini durdurmaz karga avazı
Aslanı yıldırmaz bir uyuz tazı
Sessiz bellediğin düzensiz sazı
Öttürür ustası bir tele bakar
uğur ışılak
02.05.2012 - 20:17
“Harâbât ehlini hor görme sakın, defineye mâlik viraneler var.”
Bildirince bildiren, yüreği olan görüyor elbet..'.
Delinin biri camiye girer, belli ki namaz kılacak.
Ama oturmaz, meraklı ve şaşkın gözlerle etrafı süzer-dolanır..
... Bir oraya, bir buraya her köşeye dikkatlice bakar ve hızla çıkar gider..
Az sonra sırtında bağlanmış odunlarla tekrar gelir camiye ve tam namaza başlamak üzere olan cemaatle birlikte saf tutar..
Ama sırtındaki odunlarla güç bela bitirir namazını.
Eğilip kalktıkça yere düşen odunlar, çıkardığı ses vs. derken, tabii cemaat de rahatsız olmuştur bu durumdan..
Nihayet biter namaz, bitmesine ama her kafadan bir ses çıkar..
Herkes kıpırdanmaya, adama söylenmeye başlamıştır bile..
İmama kadar ulaşır sesler, hafiften tartışmalar..
İmam aynı mahalleden, bilir az çok garibin halini, şefkatle yaklaşır meczubun yanına ve der ki:
“Oğlum böyle namaz mı olur, sırtında odunlarla, sen ne yaptın?
Hem kendini hem de çevreni rahatsız ettin bak, bir daha namaz kılmaya yüksüz gel olur mu? ”
Bunu duyan meczub melül-mahzun, ama manalı bir bakışla sorar
“Âdetiniz böyle değil mi? ”
“Ne âdeti? ! ” der Hoca..
Cemaat da toplanmış, merak ve şaşkınlıkla olayı izlemektedir o sıra..
Der ki meczub bu kez:
“Hocam ben namaz kılmak için girdim camiye, şöyle kendime uygun bir yer ararken içeridekilere baktım, gördüm ki herkesin sırtında bir şeyler var. Zannettim ki adet böyledir, ben de şu odunları yüklendim geldim işte, neden kızıyorsun? Kızacaksan herkese kız, tek bana değil!
Hoca şaşırır: “Benim sırtımda da mı var? ” der..
“Evet” der meczub, “Hepinizin sırtı yüklü! ”..
Cemaatte ise hafiften “deli işte! ” manasına,bıyık altından gülüşmeler başlamıştır..
Meczub bu kez öne atılır ve tek tek cemaati işaret ederek, saf bir çocukça, heyecanla bağırır:
“Bak bunun sırtında mavi gözlü bir çocuk, bunda kocaman bir elma ağacı vardı..
Bunda kırık bir kapı, bunda bir tencere yemek, bunda kızarmış tavuk, şunun sırtında yeşil gözlü esmer bir hatun, bununkinde de yaşlı annesi vardı! ..”
Sonra iki elini yanlarına salar başını sallar ve umutsuzca;
“ Boş yok, boş yok hiç! ..diye tekrarlar.
O böyle söyleyince, herkes dehşet içinde şaşkınlıkla birbirinin yüzüne bakar!
Aynen doğrudur dedikleri çünkü;
Kimi doğacak çocuğunu düşünüyordur namazda,
kimi bahçesindeki meyve ağaçlarını,
biri onaracağı kapıyı,
diğeri lokantasında pişireceği yemeği..
Biri açtır aklında yiyeceği tavuk,
birinin sırtında sevdiği kadın,
diğerinde de bakıma muhtaç annesi vardır.
“Peki söyle bakalım bende ne vardı? ” der, bu kez endişeyle Hoca..
O da der ki:
“Zaten en çok da sana şaştım hoca! Sırtında kocaman bir inek vardı!
Meğerse efendim, hocanın ineği hastaymış, “öldü mü ölecek mi? ” diye düşünürmüş namazda...
“Harâbât ehlini hor görme sakın, defineye mâlik viraneler var.”
Bildirince bildiren, yüreği olan görüyor elbet..'.
12.04.2012 - 19:52
Allah’a hakkıyla boyun eğene Allah dünyayı boyun eğdirir. Evladını Allah’a kul kazandırmaya çalışana Allah evladını hayırlı kılar. Allah’ın lütfuna minnet duyana Allah minnettar dostlar lütfeder. Bir şeyi Allah’ın lütfu olarak sevene Allah o şeyden ihanet göstermez. Kim hayatını, ‘Acaba Allah’ın rızasına uyar mı? ’ düşüncesiyle düzenlerse, Allah onu utandırmaz.”
! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! !
Vefa nedir bilirmisin?
Vefa; arkanda biraktigini,giderken yaktigini yabana atmamandir.Vefa; dostlugun asaletine,bir dua sonrasi verilen sözlere,hayallere ihanet katmamandir.Vefa; ötelerin sonsuz mükafati karsisinda,cehennemi hafife almaman,ulvî güzellikleri dünyaya satmamandir.(Mevlana)
! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! !
'Hayatı müsvedde yaşamayın, temize çekmeye vaktiniz olmayabilir! ' Hedefi Allah rızası olanın canının istediği şekilde yaşama lüksü yok.
! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! !
Uğraşma boşuna, seni ancak gördükleri ve duydukları kadar anlayacaklar. Kimse, bir sen daha olamayacak bu dünyada. Kimse tam anlamıyla sende seni bulamayacak. Gücün yetmeyecek herhangi bir icat edilmiş dilde kendini tam anlamıyla anlatmaya, gördükleri ancak kendi anladıkları kadarı olacak.
HZ.MEVLANA
! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! !
26.03.2012 - 22:20
Ya işte böyle gözüm, bakıyorum da şunlara, şaşıyorum. Canım sıkılıyor, Allah canımı alsın. Zengin babaları sayesinde, lüks arabalarla, gündelik sevgili değiştiren, aşkı ve sevdayı iki öpücük zannedenlere kızıyorum. Kızdığım gibi de acıyorum. Bana ne diyemiyorum işte. Takıyorum kafama. Bölüyorum uykularımı. Çünkü bu gençlik bizim bizim.. Anlat anlat diyorsun ya ikide bir, yaralı yüreğimle yaralamak istemezdim seni. Ama sevda ne demek, ama gönül ne demek, vefa ne demek ve ben seni nasıl sevmişim vay vay ki vay. Ben, insanların toprakla haşır neşir olduğu, çocuklarına helal lokma için terlerini toprağa akıtan,eli nasırlı mı nasırlı, yüzü güneş yanığı, gönlü ezelden yanık, güneşin toprakla öpüştüğü, buram buram dert, buram buram hasret, buram buram sevda kokan, hürriyet sevdalısı milyonlarca gençten biriyim. Anam, abdestsiz göğsünü vermemiş bana,ola ki Allah'a ola ki Vatana, ve ola ki sevdiklerine ihanet eder diye. Anamın ak ve helal sütünden midir nedir? Vefasızlığın v' si yoktur kitabımızda. Hele güzelim sevdiğini yarı yolda bırakmak nankörlüğün ve namertliğin en adisi budur işte. Gönül dersen gönül, yürek dersen yürek, aşk dersen aşk, bırak duygularımı yüreğimde. Yüreğimde bul kendini. Gel gör ki nasıl sevmişim seni, vah vah. 18'inde deli taylara benzer kızlarımız, geçit vermez yüce dağ gibi heybetli, şahin bakışlarında mertlik ama yufkadır yürekleri. Onlar ki sevdiklerine toprak kadar vefalı onlar ki sevdiklerine gün gibi, güneş gibi sadık, kardelen çiçekleri kadar sabırlı, ki onlarda iffet, ki onlarda edep. Onlar sevdiler mi başka severler güzelim. 21.asırda ne Karacaoğlan' ı ne Köroğlu' nu ne de Ferhat'ı aratır yiğitlerimiz. Gönül, bu ya hep ulaşılmaz, erişilmez dallara bağlanır. Çile ise çile dert ise dert, pes etmek mi asla. Ve yiğitliğin kitabı yazılmaz gülüm. Yiğitlik yürekte gönülde gizlidir. Yiğitlik sadece bilekte değil. Bizi biz eden bizi farklı kılan bu düşüncemiz bu gönlümüz. Çünkü biz sevdiğimizi iki öpücük niyetine değil, Allah'ın bir emanet kuşu bilip,bir ömür boyu aynı yastıkta bir ömür sürmek için severiz. Ben sevdiğime gel dediğim vakit dağları yırtıp gelen, git dediğim vakit kaşlarını çatmadan, arkasına bakmadan gidendir. Zannetme ki korkudan, edepten, gönülden, sevgiden. İşte güzelim, diyorum ya iki de bir, gönül dersem gönül, yürek dersem yürek, aşk dersem aşk, bırak duygularımı yüreğimde, yüreğimde bul kendini. Gel gör ki nasıl sevmişim seni vah vah.
26.03.2012 - 10:56
SELAM VERMEKLE GÜNAYDIN DEMEMİN ARASINDA Ki FARK...
Hocaya Sormuşlar
Hocam; 'Günaydın' ile 'SELAMUN ALEYKUM' arasında ne fark vardır?
Hoca Cevap Vermiş; 'Günaydın' Sadece Hava Raporudur. Havanın Aydınlık Olduğunu Anlatır..
Selamun Aleykum'e Gelince;
Selam ALLAH'ın ismidir..
ALLAH'ın selamı, Rahmeti, Bereketi, Mağfireti, Meleklerin Duaları, İstiğfarları, Peygamberlerin, ALLAH Dostlarının, Şefaatçilerin Şefaatleri, Müminlerin Duaları, İstiğfarları Üzerinize Olsun... ALLAH sizi Cennetine Alsın Demektir...
Bende siz değerli kardeşlerime ALLAH'ın selamını gönderiyorum...
ESSELAMUN ALEYKÜM
24.03.2012 - 00:22
Zorluktan Gelen Başarı
Okyanusun dibinde yatan bir istiridye, su üzerinden akıp geçsin diye, kabuğunu açmış. Su içinden geçerken, solungaçları yiyecekleri toplayıp midesine gönderiyormuş. Aniden, yakındaki bir balık, bir kuyruk darbesiyle kum ve çamur fırtınası yaratmış. Istiridye de kumdan nefret edermiş; zira kum öylesine pürüzlüymüş, kabuğunun içine bir kum tanesi kaçsa son derece rahatsız olurmuş. Istiridye derhal kabuğunu kapamış ama çok geç kalmış; zira sert ve pürüzlü bir kum taneciği içeri girip, iç derisi ile kabuğu arasına yerleşmiş.
Aman Allahım, şu kum tanesi istiridyeyi ne de çok rahatsız ediyormuş. Ama, kabuğunun içini kaplaması için kendine verilmiş olan salgı hücresini derhal çalıştırarak, minik kum tanesinin üstünü kaplamaya başlamış; ta ki, nefis, parlak ve düzgün bir örtü oluşana kadar... Istiridye, yıllar yılı, minik kum taneciğinin üstüne katlar eklemeğe devam etmiş ve sonunda müthiş güzel, parlak ve son derece değerli bir inci oluşmuş.
Bazen karşılaştığımız problemler bu kum taneciğine benzer; bizi rahatsız ederler ve niye bize bu derece eziyet çektirip asabileştirdiklerine şaşarız; fakat azmin getirdiği cesaret ve kuvvetle, sorunlarımızın ve zayıflıklarımızın üstesinden geliriz.
Daha alçakgönüllü, dualarımızda daha ısrarlı, çevremizdekilere daha yakın, daha akıllı ve sorunlarımıza karşı daha dayanıklı hale geliriz. Gizli bir gücün yardımı ile birden, yaşamımızdaki pürüzlü kum tanecikleri, bize kuvvet ve güç veren değerli incilere dönüşür ve bir çoğumuza ümit ve ilham kaynağı oluştururlar.
15.03.2012 - 22:11
/>
BIRAKIN KALSIN - ABDURRAHİM KARAKOÇ
Çokta kederlenir, az da gülerim
Ustura ağzında düşüncelerim
Deliliktir belki...bırakın kalsın
Doğan her bebeğin hakkı var bende
Öğütülen benim her değirmende
Ne sonu, ne ilki...bırakın kalsın
Sevdam büyüdükçe dünyam dar olur
Zamandan çıktığım zamanlar olur
Ve öyle güzel ki...bırakın kalsın
Saatler ya geri, ya hep ileri
Kıran yok hileli terazileri
Umutlar ırakta...bırakın kalsın
Onbinlerle sohbet onbin nafile
Dönmüyor toprağa giren kafile
Öfkeler yürekte...bırakın kalsın
Ne yarım tam yarım, ne bütün tamam
Yolcular anlamaz, ben anlatamam
Tren son durakta...bırakın kalsın
Gelir beni yakar suya düşer kor
Düşünen baş çekmek, dert çekmekten zor
Kutsaldır bu yara...bırakın kalsın
Dursun, ayazına uyandığın kış
Dursun ki şevk ile sürsün bu yarış
Lüzum yok bahara...bırakın kalsın
Yıkılır, yırtılır her kalın perde
Hesaba çekilir dünya mahşerde
Yazın şu duvara...bırakın kalsın
15.03.2012 - 20:55
/>
:::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::
/>
:::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::..
/>
:::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::..
/>
::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::
/>
::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::
15.03.2012 - 18:39
[ NE DÜŞÜNÜRSEN ONU ALGILARSIN... ]
Genç bir çiftçi hayatında ilk defa büyük bir şehre gitmişti. Gökdelenlerin yüksekliği ve insanların çokluğundan şaşkına dönmüştü.
Kalabalık bir bulvarda yürürken, kulağına aşina bir cırcır böceği sesi geldiğini zannetti. Durdu ve dikkatle dinledi.'Evet, bu bir cırcır böceğiydi! '
Ses büyük bir mağazanın önündeki çalıların arasından geliyor gibiydi. Bunun üzerine bu büyük çalı kümesine yönelip aramaya başladı.
Bir mağaza görevlisi dışarı çıkıp,'Yardımcı olabilir miyim? ' diye sordu.'
Hayır, teşekkür ederim' dedi genç adam...' Sadece şurada bir cırcır böceğinin sesini duyduğumu sandım! ' Görevli,'Hayır! Burada bulunmaz.' Genç çiftçi cırcır böceğini buluncaya kadar cırlak sesi takip etti, onu buldu ve eline aldı.'Tamam! İşte burada! ' Genç adam bu çalının önünden her saat binlerce insan geçmesine karşılık cırcır böceğini duyanın bir tek kendisi olmasına çok şaşırmıştı. Bunun üzerine küçük bir deneme yapmaya karar verdi. Elini cebine atıp madeni bir para çıkardı ve havaya attı. Paranın kaldırıma vurduğu anda, düşen bozukluğu aramak için yürümekte olan 24 yaya durdu! Psikologlar; genç adamın şahit olduğu olay için bir durum tanımlar:
'Buna algıda seçicilik denir. Belli şeyleri görmek ve belli sesleri duymak...' Gökyüzüne bakıp kuşlar, kırlara gidip çiçekleri, çocuklara bakıp saflıklarını, ağaçlara bakıp dallarını, yapraklarını, hayvanlara bakıp fıtriliklerini, insanlara bakıp güzelliklerini algılayın. ALGILADIĞINIZ SADECE PARA SESİ OLMASIN!
15.03.2012 - 01:15
Beşerin izlemesinden korkan kullar,
O sizi izlemiyor mu sanıyorsunuz? ? ?
Rabbinizden saklınız gizliniz mi var?
Dünyaya dalıb da aldanıyorsunuz...
14.03.2012 - 18:09
Başkasına söz dinletene hatip, kendine söz dinletene ADAM derler!
Bir hoşgörüdür gidiyor, bırakın Allah aşkına! Haddimizi bilelim,haddini bilmeyene bildirmeyi de bilelim. Yavuz olunacak yerde, Yunus olunmaz!
'övülmekten hoşlanmak kadar ahmaklık düşünülemez.'
BİŞRİ H.
Ey kardeş! bunu bil ve içini dünya sevgisi ve şehvetinden temizle.Allahutealayı çok zikret.kalbini iyice temizlediğin zaman,Allahuteala seni hikmetle konuşturur ve sen zamanın bir hakimi olursun.Fakat dünya sevgisi ve şehvetiyle birlikte olamazsın!
BİŞRİ HAFİ
'Akıllı kimse,hayrı ve şerri bilen kimse değildir.Akıllı kimse hayrı ve şerri gördüğünde ona tabi olan,şerri gördüğünde ondan kaçınan kimsedir.'
Bişri HAFİ
Bir kadın için en hayırlı yer evidir,bir kadın için en kutsal vazife anneliktir, bir kadın için en emniyetli yer yuvasıdır, bir kadın için en güzel arkadaş ALLAH için yaşayan kocasıdır, bir kadın için en hayırlı meşguliyet ibadettir,bir kadın için en huzurlu an yavrularının sevincini seyretmektir, bir kadın için en güzel süs EDEPTİR! ! !
Toplam 776 mesaj bulundu