Han Zade Adlı Antoloji.com Üyesinin Hakkında ...

  • Han Zade
    Han Zade

    23.05.2010 - 01:08

    Mevlana'nın Mezar odasının gerçek hikayesi..

    ----------



    Müzenin kapısından içeri girerken, karşıma 'Da Vinci şifresi' gibi esrarengiz bir hikáyenin çıkacağını bilmiyordum.

    Bu, bir sanduka ve onun altındaki mezarın hikáyesi.

    Ama öyle basit bir hikáye değil.

    Hikáye 13'üncü yüzyılda başlıyor ve 1930'da esrarengiz bir aile trajedisine kadar uzanıyor.

    Hikáye beni çok etkiledi.

    Sizi de etkileyeceğini tahmin ediyorum.

    SAF TUTMUŞ SANDUKALAR ARASINDA

    Geçen salı günüydü.

    Hayatımda ilk defa Konya'ya gitmiştim.

    Konya'da Mevlana Müzesi'nin kapısından ilk adımımı attığımda, belki de sadece benim hissettiğim mistik bir rüzgár esti ve beni içine alıp? ? ? ürdü.

    Hayatımda hiçbir mekán daha ilk anda beni bu kadar etkilememişti.

    İçerden çok hafif bir ney müziği geliyordu.

    Sağ tarafta, sanki saf tutmuş sandukaları görüyordum.

    Yanımda Mevlana Müzesi Müdür Yardımcısı Dr. Naci Bakırcı vardı.

    Mevlana'nın sandukasının önüne gelinceye kadar, mistik bir turistten farklı değildim.

    Ancak o sandukanın önünde Dr. Bakırcı'nın anlattığı o müthiş hikáye başladı.

    Daha doğrusu, o sandukanın altındaki 'mezar odasının sırrı'...

    500 METREYİ SEKİZ SAATTE ALAN CENAZE

    Nefesimi kestim ve onu dinledim.

    İşte ondan dinlediklerim.

    Anlatıldığına göre her şey 1273'te Konya'da kaldırılan bir cenazeden sonra başladı.

    Mevlana Celaleddin-i Rumi, 17 Aralık 1273 günü vefat ediyor.

    Cenazesine yüzbinlerce insan katılmış. Naaşı, İplikçi Camii'nden, 500 metre ilerdeki bu türbeye 8 saatte getirilebilmiş.

    Müslümanlar Mevlana'nın naaşını defnedebilmek için gayrimüslimlerin cenaze cemaatinden çıkmasını istemiş. Ancak onlar, 'Bize İsa'yı da Musa'yı da Mevlana öğretti' diyerek bunu reddetmişler.

    Mevlana'nın kabrinin altına bir 'mezar odası' bulunuyor.

    MEZAR ODASINA 700 YILDA 1 KİŞİ İNDİ

    Eski Türklerde mezarların altına Farsça 'zir-i zemin' yani 'zeminin altı' denilen bir mezar odası yapılırmış.

    Mevlana'nın naaşı da böyle 4 metrelik bir mezar odasına konmuş.

    Ancak o tarihten bu yana mezar odasına kimse inmemiş.

    Sadece bir kişi hariç.

    Rivayete göre Sultan Dördüncü Murad, Mevlana'nın türbesini ziyarete geldiğinde, mezar odasının içinde ne olduğunu çok merak etmiş ve bu odaya girmek istemiş.

    Ancak dönemin Mevlevi büyükleri, buna kesinlikle karşı çıkmış ve girmesini engellemişler.

    Bunun üzerine Sultan, elindeki tespihi, ağzı açık odanın içine atmış.

    Veya düşürmüş.

    Bu tespihi almak üzere 7 yaşında bir kız çocuğu mezar odasına indirilmiş.

    Bilinen tek şey, odanın iki tarafından aşağı doğru merdivenlerin indiğiymiş.

    Kız çocuğu mezara inip çıktıktan sonra dili tutulmuş.

    Dr. Naci Bakırcı, 'Çocuğun dilinin neden tutulduğu hálá bilinmiyor' diyor.

    KÜÇÜK KIZ MEZAR ODASINDA NE GÖRMÜŞTÜ

    İşte bu olaydan sonra 'mezar odasının sırrı' iyice merak edilmeye başlanmış.

    Acaba kız çocuğu orada ne görmüştü de dili tutulmuştu?

    Bir iddiaya göre, oda çok karanlık olduğu için çocuk çok korkmuş ve geçirdiği travmadan dolayı dili tutulmuştu.

    Ancak bir başka iddia daha var ki, o 'mezar odasının sırrını' daha da koyulaştırıyordu.

    Selçuklu Türkleri o tarihte mumyalama tekniğini biliyorlarmış. Fatih Sultan Mehmed dahil 7 padişahın naaşı mumyalanmış.

    Mevlana'nın naaşı da mumyalandığı için muhtemelen öyle duruyordu.

    Kız çocuğu orada yatan Mevlana'yı görünce bu hale gelmiş olabilirdi.

    Bu olay dönemin önde gelen Mevlevilerini harekete geçiriyor ve 1640 yılında mezar odasının ağzı tuğlayla örülüp üzeri kurşunla kaplanıyor.

    O tarihten sonra mezar odasının ağzındaki kurşun hiçbir zaman kaldırılmadı.

    Mezar odası, sırlarıyla birlikte belki de ebediyete kadar sessizliğe gömüldü.

    1930'LU YILLARDA MÜZE MÜDÜRÜNÜN ODASINDA

    Ancak odanın hikáyesi burada bitmiyor.

    Aradan 300 yıl geçtikten sonra, Mısır'daki piramit sırlarına benzeyen bir dizi olay daha yaşanacaktı.

    Bu olayın iki tanığı vardı.

    Biri olayı yaşayan Yusuf Akyurt isimli biri.

    Öteki de onun yaşadığını Murat Bardakçı'ya anlatan Abdülbaki Gölpınarlı Hoca.

    1930'lu yılların güzel bir gününde, Mevlana Müzesi'nin Müdürü Yusuf Akyurt odasında tek başına otururken, aklına sandukanın altındaki mezar odası gelir.

    İçinden 'Acaba şu odaya bir girsem de içinde ne olduğunu görsem' diye geçirir.

    Ancak tepki çekeceğini düşündüğü için kararsızdır.

    O AN KAPI ÇALINDI YAŞLI ADAM GİRDİ

    Tam o esnada kapı çalınır ve içeri, müzenin yaşlı odacısı girer.

    Bu yaşlı adam aslında, Mevlevi dedesidir. Cumhuriyetin ilanından sonra tekke ve zaviyeler kapandığı için müzeye çevrilen türbede odacı olarak çalışmayı kabul etmiştir.

    Yaşlı Mevlevi dedesi saygılı bir şekilde içeri girer ve Yusuf Akyurt'un tüylerini diken diken eden şu cümleyi söyler:

    'Sakın oraya inmeyi düşünmeyin...'

    Ancak bu şaşkınlık, müdürü kararından vazgeçirmez. Mezara inmek üzere kurşunla kaplı kapağın önüne gelir.

    Halıyı kaldırır. Tam kapağı açmak üzereyken, bir adam haykırarak içeri girer:

    'Müdür bey, yetiş evin yanıyor...'

    Yusuf Akyurt gelinceye kadar evi kül olmuştur.

    İşte tam o sırada eline bir telgraf tutuşturulur.

    Müze müdürü başka bir yere tayin edilmiştir.

    KONYA-ANKARA YOLUNDAKİ KAZA

    Konya-Ankara yolu o gün çok ıssızdı.

    Gün batmış, alacakaranlık etrafa hákim olmaya başlamıştı.

    Uzaktan gelen kamyonun farları, henüz tam karanlık hale gelmemiş ufukta cılız iki nokta gibi duruyordu.

    Şoförün yanında kapıya dayanmış şekilde oturan çocuk kimbilir hangi hayallere dalmıştı.

    Kamyon bir kavise girdiği sırada kapı aniden açılır ve çocuk alacakaranlığın içinde kaybolur.

    Kamyon durup, içindeki iki adam kapıdan uçan çocuğa ulaştıklarında iş işten geçmiştir.

    Çocuk öteki dünyaya göçmüştür.

    Çocuğun başında duran ikinci adam, başı ellerinin arasında hüngür hüngür ağlamaktadır.

    O adam, Konya'dan tayini çıkan Müze Müdürü Yusuf Akyurt'tur.

    Kimine göre, mezar odasının sırrı, onu hálá takip etmektedir.

    MEZARIN BAŞINDA SÖYLENEN SON SÖZLER

    Yusuf Akyurt oğlunun cenazesini alıp Konya'ya döner. Cenaze töreninden sonra doğruca Mevlana Müzesi'ne gider ve sandukanın başında ellerini açıp haykırmaya başlar:

    'Yetmedi mi? Affet artık...'

    Bütün bunlar neydi? Efsane mi? Gerçek mi?

    Küçük kızın dili niye tutulmuştu? Yaşlı odacı, müdürün kafasından geçen düşünceyi nasıl anlamıştı?

    Bunların cevabı yok.

    Ben bunları anlatan insanlardan dinledim.

    Bildiğimiz tek şey var. Mezar odası 731 yıldan bu yana sırrını muhafaza ediyor.

    Umarım bundan sonra da muhafaza etmeye devam eder.

    Çünkü bilinmezliğin yarattığı bazı mistik duygulara ebediyen ihtiyacımız olacak.

    Çünkü hepimizin içinde, sadece kendimize ait sırların saklandığı küçücük odalar var.

    Üzerleri kurşunla kaplı küçücük odalar...

  • Han Zade
    Han Zade

    18.05.2010 - 13:03

    kaçamam

    Herşeyden kaçarım da,
    Aklımı yitirir candan kaçamam,
    Nasibimde varsa da,
    Nefisle çatışmak,ondan kaçamam,
    Aşkım kor olsa yara,
    Ne yapayım yardan kaçar,aşktan kaçamam,
    Elim kolum bağlı,O'ndan kaçamam...

    hannane

  • Han Zade
    Han Zade

    18.05.2010 - 09:39

    bizim kalbimiz temiz deyip,
    kandırmayasın kendini hey güzel can,
    gün olur savundukların bir bir karşına gelir...
    dilin tutulur,konuşamaz,kımrayamazsın...
    deryaları doldursalar da içine...
    bir yudum içmiş gibi kanamazsın can...

    hannane

  • Han Zade
    Han Zade

    18.05.2010 - 00:07

    Hayat

    Hayat bazen bir şamar olur!
    Anlayamazsınız nereden geldiğini.
    Ne farkeder ki nerden ne zaman?
    Nasıl kaparsınız yüreğinizi...
    Ama acıyı göremezsiniz işitemezsiniz.
    Neyim var allahım ne oldu bana?
    Eyvah dediğinizde kafayı tahtaya vurduğunuz gün olur...

    hannane

  • Han Zade
    Han Zade

    16.05.2010 - 22:48

    Ya işte böyle gözüm, bakıyorum da şunlara, şaşıyorum.
    Canım sıkılıyor, Allah canımı alsın.
    Zengin babaları sayesinde, lüks arabalarla,
    Gündelik sevgili değiştiren,
    Aşkı ve sevdayı iki öpücük zannedenlere kızıyorum.
    Kızdığım gibi de acıyorum. Bana ne diyemiyorum işte.
    Takıyorum kafama. Bölüyorum uykularımı.
    Çünkü bu gençlik bizim bizim..

    Anlat anlat diyorsun ya ikide bir,
    Yaralı yüreğimle yaralamak istemezdim seni.
    Ama sevda ne demek, ama gönül ne demek,
    Vefa ne demek ve ben seni nasıl sevmişim vay vay ki vay.
    Ben, insanların toprakla haşır neşir olduğu,
    Çocuklarına helal lokma için terlerini toprağa akıtan,
    Eli nasırlı mı nasırlı, yüzü güneş yanığı,
    Gönlü ezelden yanık, güneşin toprakla öpüştüğü,
    Buram buram dert, buram buram hasret,
    Buram buram sevda kokan,
    Hürriyet sevdalısı milyonlarca gençten biriyim.

    Anam, abdestsiz göğsünü vermemiş bana,
    Ola ki Allah'a ola ki Vatana,
    Ve ola ki sevdiklerine ihanet eder diye.
    Anamın ak ve helal sütünden midir nedir?
    Vefasızlığın v' si yoktur kitabımızda.
    Hele güzelim sevdiğini yarı yolda bırakmak
    Nankörlüğün ve namertliğin en adisi budur işte.
    Gönül dersen gönül, yürek dersen yürek, aşk dersen aşk,
    Bırak duygularımı yüreğimde. Yüreğimde bul kendini.
    Gel gör ki nasıl sevmişim seni, vah vah.

    18'inde deli taylara benzer kızlarımız,
    Geçit vermez yüce dağ gibi heybetli,
    Şahin bakışlarında mertlik ama yufkadır yürekleri.
    Onlar ki sevdiklerine toprak kadar vefalı
    Onlar ki sevdiklerine gün gibi, güneş gibi sadık,
    Kardelen çiçekleri kadar sabırlı,
    Ki onlarda iffet, ki onlarda edep.
    Onlar sevdiler mi başka severler güzelim.

    21.asırda ne Karacaoğlan' ı ne Köroğlu' nu
    Ne de Ferhat'ı aratır yiğitlerimiz.
    Gönül, bu ya hep ulaşılmaz, erişilmez dallara bağlanır.
    Çile ise çile dert ise dert, pes etmek mi asla.
    Ve yiğitliğin kitabı yazılmaz gülüm.
    Yiğitlik yürekte gönülde gizlidir.
    Yiğitlik sadece bilekte değil.

    Bizi biz eden bizi farklı kılan bu düşüncemiz bu gönlümüz.
    Çünkü biz sevdiğimizi iki öpücük niyetine değil,
    Allah'ın bir emanet kuşu bilip,
    Bir ömür boyu aynı yastıkta bir ömür sürmek için severiz.

    Ben sevdiğime gel dediğim vakit dağları yırtıp gelen,
    Git dediğim vakit kaşlarını çatmadan, arkasına bakmadan gidendir.
    Zannetme ki korkudan, edepten, gönülden, sevgiden.

    İşte güzelim, diyorum ya iki de bir, gönül dersem gönül,
    Yürek dersem yürek, aşk dersem aşk,
    Bırak duygularımı yüreğimde, yüreğimde bul kendini.
    Gel gör ki nasıl sevmişim seni vah vah.

    mustafa yıldızdoğan

  • Han Zade
    Han Zade

    15.05.2010 - 21:28

    Ağlama Yakışmaz Gülen Yüzüne

    Ağlama yakışmaz gülen yüzüne,
    Özüm kokan yeller estireceğim.
    Vuslat yakın hele varıp menzile
    Adına kurbanlar kestireceğim.

    Sen iste yeter ki güzel başına
    Yıldızlardan demet bağlayacağım.
    Bırak dokunayım tel, tel sacına
    Koklayıp sevinçten ağlayacağım.

    Bende Yunus gibi sırtımda bir yük
    Taş bayır demeden dolaşacağım.
    Yokluğun deryadan olsa da büyük,
    Dağ dağ aşıp sana kavuşacağım.

    Hüzün bahçesinden çıkartıp seni,
    Hasret ateşinle dağlanacağım.
    Turan ülkesinden uzanıp sana
    Nur dan bir ip ile bağlanacağım.

    2007

    Osman Genç

  • Han Zade
    Han Zade

    15.05.2010 - 18:30

    Yakışmıyor...

    Beraber gülüyorken,şimdi ağlıyor gözler,
    Sana bir heykel gibi, susmalar yakışmıyor
    Kırk yaşındaki gönlün,çocukluğu mu özler?
    Durma öyle uzakta, küsmeler yakışmıyor...

    Süt limandın kalbime, huzuru getirirken
    Dilindeki kelamla, kederi bitirirken
    Nasihatlar ederek hüznümü batırırken
    Fırtına gibi deli, esmeler yakışmıyor...

    Kalbim ve kalemimle, şiirler yazıyorsam
    Kalemim sivri biraz,azıcık kızıyorsam
    Karanlık gecelere, yıldızlar çiziyorsam
    Ay parçası yüzünü, asmalar yakışmıyor...

    Beraber bu yolları, aşacağız biz derken
    Gerekirse bu yolda, öleceğiz söz derken
    Sevgi ruhumuzda kalbimizde öz derken.
    Haktan gelen selamı, kesmeler yakışmıyor....

    Emine Yılmaz Dereci

  • Han Zade
    Han Zade

    14.05.2010 - 15:17

    Biz Gömleğini Yırtıp,
    Savaşta Esir Düşen Düşman Askerinin,
    Yarasını Saran Bir Ecdadın Torunlarıyız! ! !
    Biz Sefere Giderken...
    Bağından Kopardığı Üzümün,
    Parasını Yerine Koyan
    Bir Askerin,
    Sonra Da Istanbul'u Fetheden Fatih'in Torunlarızyız! ! ! ............

    hannane

  • Han Zade
    Han Zade

    14.05.2010 - 12:38

    Haydi Artık Tayfa!

    Haydi artık Tayfa!
    Zaman demir alma zamanı..
    Bu küçük kıyılar bana dar gelir oldu.
    Ne sen memnunsun bu limandan ne de ben,
    Bu durgun sularda beklemek neden
    Ummanda dalgalarla boğuşmak varken!

    Haydi artık Tayfa!
    Zaman demir alma zamanı..
    Bu liman kenti, bu koylar kaldırmaz oldu yükümü,
    Ben, azgın sularda beklerken ölümü
    Kumsalda aciz kalmışım,
    Mevsim sonbahar, aylardan yaprak dökümü.

    Haydi artık Tayfa!
    Ne duruyorsun! Zaman, demir alma zamanı..
    İstikamet mutluluk, tam yol ileri!
    Günlerimiz mavi sürgün, geceler serseri.
    Çifte yürek, çifte bilek çıkacağız yollara
    Yiğit ol! Cesur ol! Asla dönmek yok geri.

    Sen de inanmıyorsun değil mi Tayfa!
    Ve sen de biliyorsun değil mi?
    Açık denizler bizim haddimiz değil.
    Yapabileceğimiz tek şey delice sevmek.
    Sığ denizde bekleyip
    Sahipsiz limanlarda demirlemek..

    Salih Aydın

  • Han Zade
    Han Zade

    14.05.2010 - 11:17

    HAYATTAN NE ÖĞRENDİM

    Sonsuz bir karanlığın içinden doğdum.
    Işığı gördüm, korktum. Ağladım.
    Zamanla ışıkta yaşamayı öğrendim.
    Karanlığı gördüm, korktum.
    Gün geldi sonsuz karanlığa uğurladım sevdiklerimi…
    Ağladım.

    * * *

    Yaşamayı öğrendim.
    Doğumun, hayatın bitmeye başladığı an olduğunu;
    aradaki bölümün, ölümden çalınan zamanlar
    olduğunu öğrendim.

    * * *

    Zamanı öğrendim.
    Yarıştım onunla…
    Zamanla yarışılmayacağını,
    zamanla barışılacağını,
    zamanla öğrendim…

    * * *

    İnsanı öğrendim.
    Sonra insanların içinde iyiler ve kötüler olduğunu…
    Sonra da her insanın içinde
    iyilik ve kötülük
    bulunduğunu öğrendim.

    * * *

    Sevmeyi öğrendim.
    Sonra güvenmeyi…
    Sonra da güvenin sevgiden daha kalıcı olduğunu,
    sevginin güvenin sağlam zemini üzerine
    kurulduğunu öğrendim.

    * * *

    İnsan tenini öğrendim.
    Sonra tenin altında bir ruh bulunduğunu…
    Sonra da ruhun aslında tenin üstünde
    olduğunu öğrendim.

    * * *

    Evreni öğrendim.
    Sonra evreni aydınlatmanın yollarını öğrendim.
    Sonunda evreni aydınlatabilmek için önce çevreni
    aydınlatabilmek gerektiğini öğrendim.

    * * *

    Ekmeği öğrendim.
    Sonra barış için ekmeğin bolca üretilmesi gerektiğini…
    Sonra da ekmeği hakça üleşmenin,
    bolca üretmek kadar önemli olduğunu öğrendim.

    * * *

    Okumayı öğrendim.
    Kendime yazıyı öğrettim sonra…
    Ve bir süre sonra yazı,
    kendimi öğretti bana…

    * * *

    Gitmeyi öğrendim.
    Sonra dayanamayıp dönmeyi…
    Daha da sonra kendime rağmen gitmeyi…

    * * *

    Dünyaya tek başına meydan okumayı öğrendim genç yaşta…
    Sonra kalabalıklarla birlikte yürümek gerektiği fikrine vardım.
    Sonra da asıl yürüyüşün kalabalıklara karşı olması gerektiğine aydım.

    * * *

    Düşünmeyi öğrendim.
    Sonra kalıplar içinde düşünmeyi öğrendim.
    Sonra sağlıklı düşünmenin kalıpları yıkarak
    düşünmek olduğunu öğrendim.

    * * *

    Namusun önemini öğrendim evde…
    Sonra yoksundan namus beklemenin namussuzluk olduğunu;
    gerçek namusun, günah elinin altındayken,
    günaha el sürmemek olduğunu öğrendim.

    * * *

    Gerçeği öğrendim bir gün…
    Ve gerçeğin acı olduğunu…
    Sonra dozunda acının,
    yemeğe olduğu kadar
    hayata da lezzet kattığını
    öğrendim.

    * * *

    Her canlının ölümü tadacağını,
    ama sadece bazılarının
    hayatı tadacağını öğrendim.


    CAN DÜNDAR

  • Han Zade
    Han Zade

    13.05.2010 - 19:36

    'El- intizaru eşeddü mine'n-nâr'

  • Han Zade
    Han Zade

    12.05.2010 - 13:39

    Bir Tirat Yükselir Zamandan

    Ölü aşklar limanına bağlanmış
    Sevda yüklü bir gemiyim.
    Çürüyen tenime inat
    Sapasağlam direklerim.
    Her meltemle titrer ruhum,
    Ümit dolar yelkenlerim.
    Gözlerim ufukta hançer
    Bulutlardan müjde beklerim
    Sanadır sözüm
    Ey meçhul kaderim;
    Ya rüzgar ol
    Kurtar beni bu limandan,
    Ya kasırgayla gel
    Elinden olsun ecelim.





    (İlyada&Rodin düeti)

    Nevin Sayılır Koçoğlu

  • Han Zade
    Han Zade

    27.04.2010 - 14:46

    EY HAYAT

    (ey hayat, sen şavkı sularda bir dolunaysın
    aslında yokum ben bu oyunda
    ömrüm beni yok saysın…)

    yaşam bir ıstaka
    gelir vurur ömrünün coşkusuna
    hani tutulur dilin
    konuşamazsın!

    tırmandıkça yücelir dağlar
    sen mağlupsun sen ıssız
    ve kalbinde kuşların gömütlüğü
    tutunamazsın…

    eloğlu sevdalardan dem tutar
    aşk büyütür yıldızlardan
    yasak senin düşlerin
    dokunamazsın...

    birini sevmişsindir geçen yıllarda
    açık bir yara gibidir hâlâ
    hâlâ ne çok özlersin onu
    ağlayamazsın...

    yolunda köprüler çürür
    sesin, sessizlik sanki bir uğultuda
    savurur hayat kül eyler seni
    doğrulamazsın!

    yapayalnız bir ünlemsin
    dünyayı ıslatan şu yağmurlarda
    herşey çeker ve iter
    anlatamazsın...

    yaşam bir ıstaka
    gelir vurur işte ömrünün coşkusuna
    sesinde çığlıklar boğulur ama
    bağıramazsın…

    sonra vakt erişir, toprak gülümser sana
    upuzun bir ömrün ortasında
    ne hayata ne ölüme
    yakışamazsın!

    yazdırmalısın mezar taşına:
    ey hayat, sen şavkı sularda bir dolunaysın
    aslında hiç olmadım ben bu oyunda
    ömrüm beni yok saysın…

    YILMAZ ODABAŞI

  • Han Zade
    Han Zade

    24.04.2010 - 13:56

    DELİ GÖNÜL

    Deli gönül ile düştüm bir cenge,
    Hikmeti sorulmaz iştir bu gönül,
    Günden güne girer her türlü renge,
    Bazen bahar,bazen kıştır bu gönül,

    B azen nefse uyar pek buhranlanır,
    B azen seyre çıkar,hep seyranlanır,
    B azen yoksul düşer perişanlanır,
    B azen padişahtan baştır bu gönül.

    Cimbani dünyada dert çekme yazık,
    Dostum desin desin silinsin pası,
    Göğsüme vurunca ecel pençesi,
    O zaman yoklarsın boştur bu gönül...

    Cavit Karabey

  • Han Zade
    Han Zade

    22.04.2010 - 16:02

    Leylâ V

    Bakıyorum ağlayıp! Gökte süzülen aya…
    Buğulu bir düş taşır fikir hamalı serim
    Leylâ beni kendine tek bir damla yaş saya!
    Belki bende o zaman hayata gülümserim

    Düşmeden başım yere narin elleri tutsun
    Bunu ne ar sayarım, ne görünen bir ayıp
    Nazlı bir çocuk gibi kucağında uyutsun
    Gözlerimin renginde kendini hatırlayıp

    Aynalara düşürme kırılan düşlerini
    Başkasına çevirme Leylâ gülüşlerini

    Sahraların üstüne düşer gül gibi yüzün
    Bir yanımda elem var diğer yanım da hüzün
    Hayâle dalma Leylâ! Ardımdan öyle bakma
    Ya tutma ellerimi! Ya da beni bırakma
    Saçların zambak gibi açar rengârenk Leylâ
    Dilindeki her sözün ayrı bir ahenk Leylâ

    Itrî, Hammâmızâde; her sözün ayrı segâh
    Dudakların kehribar; gözler sultan-ı yegâh
    Yanakları ebrulî, acemaşiran kaşlar
    Yüzünü resmedemez ne hattat ne nakkaşlar
    Şiirim saçlarına hüzzamda bir ağıttır
    Benimle hemhâl olan bir kalem, bir kâğıttır
    Tarife muhtaç değil adı üstünde Leylâ
    Ne güneşin ziyası yüzündeki ne ayla

    Gözlerinden bu dünya daha güzel görünür
    Renk, cisim her şey ayrı hüviyete bürünür

    Leylak kokulu Leylâ yaklaşır adım adım
    Rüzgârın kulağına adını fısıldadım
    Yara kabuk bağlamaz gönlüme akar demin
    Neden rengi siyahtır Leylâ neden matemin?
    Anladım bir silahtır gözlerinin karası
    Ondan böyle derindir yüreğimin yarası
    Umuda yolculuk var hayaller beni bekler
    Senin bir bakışına vurulur kelebekler

    Gökte ölen ne güneş, ne yıldız, ne de aydı
    Leylâ beni kendine görülmemiş düş saydı
    Kimselere söyleme ağlayıp güldüğümü
    Sen bileceksin Leylâ! Bir sende öldüğümü

    Ölmeden evvel bana ya bir bade ya bir su
    Sun ki, yakmakta beni gözlerinin buğusu

    Seyit Kılıç

  • Han Zade
    Han Zade

    21.04.2010 - 17:47

    http://www.dahii.org/ilkay-akkaya-hadi-git-babam-ve-oglum


    Darmadağın..!

    (Öksüz Şiir)
    Suni bir kabustu gidişin..
    Bir panik havasıydı yaşanan duvarlarımda..
    Umutlar tarumar olmuş
    Duygular, can telaşında..

    Bir depremdi belki de gidişin..
    Tarifi zor bir zelzele..
    Dört bir yanım viran olmuş
    Haykırıyorum harabelerimden sessizce..
    Anılarım duymaz,
    Enkaz altında
    Tüm kriz masalarım, talihsiz bir krizde...

    Öksüz kaldı çilingir soframız..
    Kadehteki şarabımız
    Küllükteki sigaramız
    Hepsi....
    Hepimiz öksüz,
    Gidişinle..!

    Şimdi, aç kalacak balkondaki serçelerim..
    Gündüzlerim, gecelerim,
    Yazmak isteyip te yazamadığım şiirlerim..,
    Hepsi...
    Hepimiz aç,
    Gidişinle..!

    Beddualar döşüyoruz yollarına, zaman ayarlı
    Galeyana gelmiş yalnızlığımız
    Asitler yağdırıyoruz göklerimizden..
    İçten içe tükenmelisin sen de..
    Her adımda ayrı bir feverandı, ayrılığın
    Sen...
    Ben...
    Biz...
    Hepimiz...
    Gidişinle
    DARMADAĞIN..!



    Salih Aydın

  • Han Zade
    Han Zade

    21.04.2010 - 12:20

    ASLAN YATAĞINDA TİLKİ YATIYOR

    Çimende otlanır bizim kuzular
    Üzüntüleri yok kurttan korkmuyor
    Onurdan habersiz büyür yavrular
    Aslan yatağında tilki yatıyor.

    Zürafa boyuna güvene dursun
    Çakallar meydanda cirit atıyor
    Filler karıncaya selama dursun
    Aslan yatağında tilki yatıyor.

    Kanadı kırılmış şahin kuşumun
    Yarasalar uçup hava atıyor
    Fermanı olur mu gönül işinin
    Aslan yatağında tilki yatıyor.

    Solmaya başladı bahçenin gülü
    Dertli dertli öter sevda bülbülü
    Koku saçmaz oldu dağın sümbülü
    Aslan yatağında tilki yatıyor.

    Abdullah DEMİR

  • Han Zade
    Han Zade

    20.04.2010 - 23:54

    SESSİZ GEMİ
    Artik demir almak günü gelmisse zamandan,
    Mechule giden bir gemi kalkar bu limandan.
    Hic yolcusu yokmus gibi sesizce alir yol;
    Sallanmaz o kalkista ne mendil ne de bir kol....
    Rihtimda kalanlar bu seyahatten elemli,
    Günlerce siyah ufka bakar gözleri nemli.
    Bicare gönüller! Ne giden son gemidir bu!
    Hicranli hayatin ne de son matemidir bu!
    Dünyada sevilmis ve seven nafile bekler;
    Bilmez ki giden sevgililer dönmiyecekler.
    Bircok gidenin her biri memnun ki yerinden
    Bircok seneler gecti; dönen yok seferinden.

    YAHYA KEMAL BEYATLI

  • Han Zade
    Han Zade

    20.04.2010 - 17:53

    Sen ahmaksan neye yarar edilen ikrar

    Senin gücün yeter mi beni yıkmaya
    Yakıp yıkıp, sözsüz sessiz bırakmaya
    Susuyorsam sanma ki korktuğumdan
    Asaletimin yazgısıdır benim susmam

    Sana ne kadar edersem edeyim ikrar
    Sen ahmaksan neye yarar edilen ikrar

    Hayat denen yalancı çobana kanma
    Aklını başına topla boşuna yanma
    Kendi yalanına sen kendin kanma
    Sana hiç kimse dokunamaz sanma

    Sana ne kadar edersem edeyim ikrar
    Sen ahmaksan neye yarar edilen ikrar

    Elim kolum bağlıysa kaç yazar
    Sana sorarım hangi duvar beni tutar
    Akıyorsa gözyaşım sanma ki zarar
    Gözyaşlarım her an benim içimi yıkar

    Sana ne kadar edersem edeyim ikrar
    Sen ahmaksan neye yarar edilen ikrar

    Sanma ki sen, ben darağacındayım
    Doladığın ilmekle boğulmaktayım
    Gün be gün eriyip yok olmaktayım
    Oysa ki ben yeniden doğmaktayım

    Sana ne kadar edersem edeyim ikrar
    Sen ahmaksan neye yarar edilen ikrar

    Zeliha Bekoğlu

    &&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&
    Bir gün...

    Bir gün gelip te değişir mi herşey?
    Ve güneş yeniden ısıtır mı içimi
    Ve yeni umutlar yeşerir mi yüreğimde
    Ve asil bir sevda bulur mu beni yeniden
    Ve ben özgürleşebilirmiyim eskiden olduğu gibi
    Ve bu kelepçelerden arınır mıyım tamamen
    Ve ben ben olabilir miyim gerçekten
    Ve tüm var oluşumla karışır mıyım hayata yeniden
    Bir gün gelip te değişir mi herşey sahiden?

    Zeliha Bekoğlu

    &&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&

  • Han Zade
    Han Zade

    20.04.2010 - 01:15

    ------ ♥ Elâ Gözlerin

    Ruhumdan silinmez aşkın gölgesi
    Vazgeçilmez vatan sılâ gözlerin!
    Bir ömür saklanır aşkın belgesi
    Yanarken bir alev elâ gözlerin!

    Elimin tersiyle nefsimi ittim
    Dağlar arkasına gurbete gittim
    Aşkından biçare ben bende bittim
    Hasretin oyarken celâ gözlerin!

    Bütün zincirleri tabuyu kırdım
    Mahmur bakışına gönlü kaptırdım
    Aşk ile kalbime saray yaptırdım
    Yıkılmaz en muhkem kal'a gözlerin!

    Aşkın şanındandır sevenler ağlar
    Sevenin gözü kör, gönüller çağlar
    Ciger pâre pâre özünü dağlar
    Bitip tükenmiyen çile gözlerin!

    Bir kez bakışıyla aklımı çelen
    Gönül sevdi diye candan geçilen
    Yürekten gâm yükü efgârım silen
    Bin nazârla yakan şûle gözlerin!

    Aşkın yansıması gönül mâşuğu
    Bin ömre bedelsin aşkın aşığı
    Kalbi sarıveren renk sarmaşığı
    Bir ışık hüzmesi hâle gözlerin!

    Geçerken imtihan ayrılık demi
    Bir hazan mevsimi yüreğin gamı
    Sabırda gizlidir aşkın anlamı
    Tek biri haykıran selâ gözlerin!

    Sevgi cümbüşüsün sinemi yakan
    İri gözleriyle bir güne bakan
    Kalemîyim sonsuz sürûra akan
    Başıma en güzel belâ gözlerin!


    03.10.2009 00:42
    Fatimâ Hümeyrâ Kavak

    CELÂ:Parlak, ruşen. Zâhir, açık.

    Gözlerim büyür...
    Bir siyah inci olur, bir beyaz ağıt dökülür dudaklarımdan.
    Yükselir çığlık çığlıkga, bırakır düşlerimi sessiz serzenişlere.
    Gecenin en kuytu köşelerinde, sevdâya dair ne varsa!
    Sökülür yüreğimden, dökülür yavaş yavaş yaş dolar alın yazğısının kıvrımlarına.
    Bir pembe düş`ün, kanatları kırılır!
    Gecenin en sessiz halinde, çatırdar dallar, sızıya kapılır boranlarda...
    Ve irkilir, kayar sessizce ellerindem, aşka dair ne varsa...
    Yitigimsin...

    Fatima Humeyra Kavak

  • Han Zade
    Han Zade

    19.04.2010 - 14:21

    taşı atan çıkaramamışken ve taş üstüne taş atıyorken gönlümüzdeki kuyulara, EY SİZ AKILLI DELİLER, EY DELİCESİNE AKILLILAR! nasıl çıkaracaksınız ki 'o kendi varlığından bile habersiz taşı'.

    üstad

  • Han Zade
    Han Zade

    18.04.2010 - 22:17

    DOST İSTERSEN HZ. ALLAH YETER

    Dünyada dost ister isen Hazreti Allah yeter,
    Mürşid-i kâmil ister isen Hazreti Kur'an yeter,
    Delil ister isen Hazreti Muhammed yeter,
    Meşgul olmak ister isen ibadet yeter,
    İbret almak ister isen ölüm yeter,
    Zengin olmak ister isen kanaat yeter,
    Bunlar da yetmez der isen Nâr-ı Cehennem yeter...

    Kaderde ne ise odur etme merak,
    Uyma kendi nefsine, Hakkın emrine bırak,
    Altundan ağacın olsa, zümrütten yaprak,
    Akibet gözünü doyurur bir avuç toprak.

    Bul erbabını danış akıl, dinlemek ferasettir,
    Zaman ahir oldu, zuhur eden alamettir,
    Heva-i nefsine uyma; sabrın sonu selamettir,
    Ne aldandın be hey şaşkın bu can sana emanettir.

    Mala mülkeolma mağrur, deme var mı ben gibi
    Bir muhalif rüzgâr eser, savurur harman gibi,
    Dünya malı elde iken düşmanların dost olur,
    Elde bir şey kalmayınca dost bile düşman olur.

    İbret gözüyle bakın dünya misafirhanedir,
    Bir mukim insan bulunmaz ne tuhaf bir hanedir,
    Bir kefendir en sonu zengin-fakir sermayesi,
    Malına gururlanan gafil değil ya nedir?
    anonim

  • Han Zade
    Han Zade

    18.04.2010 - 14:01

    Yavuz Sultan Selim'in müthiş dörtlüğü hem üst üste geldiğinde hemde alt alta geldiğinde okunabilen muhteşem özlü şiiri.Ayrıca Sagopa Kajmer'de bu dörtlüğü Gölge haramileri parçasındada kullanmıştır.

    Sanma sakın herkesi sen sadıkane yar olur
    Herkesi sen dost mu sandın belki ol ağyar olur
    Sadıkanebelki ol alemde serdar olur
    Yar olur ağyar olur serdar olur dildar olur

    Yavuz Sultan Selim henüz şehzadeyken İran şahı Şah İsmail ile satranç oynar ve o güne kadar Şah İsmail`i yenen ilk kişi olur. Osmanlı şehzadesi olduğunu bilmeyen Şah İsmail, Yavuz Sultan Selim`e bir kese altın verir ve bundan sonra başı ne zaman sıkışırsa yanına gelmesini tembihler... Yavuz Sultan Selim de bunun üzerine şu sözleri söyler:

    Sanma sakın herkesi sen sadıkâne yâr olur
    Herkesi sen dost mu sandın belki ol ağyar olur
    Sadıkâne belki ol âlemde serdar olur
    Yâr olur ağyar olur serdar dildâr olur.

    Bugünkü Türkçesi ile:

    Şahım sen herkesi kendine sadık dost sanma
    Sen herkesi dost sanma belki o düşmanın olur
    Belki o kişi âlemlerde sözü geçen olur
    Dost olur düşman olur sözü geçen olur hükümdar olur.

    Ama sözlerin taşıdığı anlamdan daha da ilginç olanı biçimi...
    Bir de yukarıdan aşağıya okuyun...

    Sanma sakın.......... herkesi sen............... sadıkâne............ yâr olur
    Herkesi sen.............dost mu sandın......... belki ol............... ağyar olur
    Sadıkâne.................belki ol.......................âlemde............... serdar olur
    Yâr olur....................ağyar olur..................serdar olur...........dildâr olur

    Nasıl okursanız okuyun hep aynı anlam çıkıyor bu da bir zekâ örneğidir.

  • Han Zade
    Han Zade

    16.04.2010 - 19:27

    hardan ayrılmaz

    Dünyanın nimeti ruhu doyurmaz
    Bizleri tevhitle doyur Yarabbim
    Bir gülün dikeni hardan ayrılmaz
    Mümin güruh,ile ayır Yarabbim

    Ak düşür gönlüme kaldır karayı
    Seven kul maşuktan bekler çareyi
    Bir sevda ateşi açmaz yarayı
    Ahrette bu canı kayır Yarabbim

    Ben sana derdimi açtım ya Celil
    Merhamet et beni eyleme zelil
    Bu geda kulundur rahmet ya Halil
    Beni kulum diye çağır Yarabbim

    Ferit Battal

Toplam 776 mesaj bulundu