KAİNATIN ULU İMPARATORU Cemâline sığındım haşmet i celâlinden Sana meftun gönlümü fani sevdadan koru Nar ı hicranla yandım memnu aşk melâlinden Son olsun kainatın ulu imparatoru
Şahadet ederim ki tek ALLAH sın ilâh yok Son resulün Muhammet, cevaplandı ilk soru Kabir azabı verme, sevap cüz i, günah çok Gaffarsın kainatın ulu imparatoru
Sana ait evrenin bu muhteşem imarı Sema eder yıldızlar senin emrine doğru Sen sonsuz semavatın sırlarının mimarı Ahatsın kainatın ulu imparatoru
Günde bilmem kaç bin kez tıklattırıp durursun Sol göğsüme koyduğun yürek denen motoru Ezel sen çalıştırdın ebed sen durdurursun Amenna kainatın ulu imparatoru
Ayın, yıldızın şavkı güneşin aks imidir? O senin ol dediğin vaktin ilahi nuru Bu benin inanışım, yanlış mı? aksi midir? Ne dersin! Kainatın ulu imparatoru
Kıyamete yaklaştık güya ayı keşfettik Tam kırk milyon metreymiş ölçmüşler ekvatoru Özenip bezediğin bir cihanı mahvettik! Sabrettin kainatın ulu imparatoru
Varlığını tartıştı; Firavun, Mûsa ile Rüsva ettin elçine diklenen diktatörü Koca deniz ikiye bölündü asa ile Hükmettin kainatın ulu imparatoru
Nemrut ki ateşlere atmıştı İbrahim i Gülizara döndürdün yanardağ gibi koru Habibinden öğrendik biz RAHMANI RAHİMİ O sensin kainatın ulu imparatoru
Kim hamile bıraktı Meryem adlı nisayı! Âmâya göz, ölüye can bahşeden doktoru! Kim vahdetti Ahmet i müjdeleyen İsa yı! Sensin sen kainatın ulu imparatoru
Bir ömür eziyetten işkenceden yorucu Huzur u mahşerinde ifadenin en zoru Cümle vebalimizden ibra için orucu Lütfettin kainatın ulu imparatoru
Sedası son verecek kulakların pasına İsrafil in üfleyip çaldığı anda sur u Günahımızı sildir Firdevs in paspasına Medet ya kainatın ulu imparatoru!
Affet ya kainatın ulu imparatoru! Rahmet ya kainatın ulu imparatoru!
İlham ı ilahi sen de okyanus Damlana talibim ey yüce Yunus...
Cemal Safi
%%%%%%%%%%%%%%%%%%%%%%%%
HADİ GİT..
Git iş işten geçmeden, çok geç olmadan vakit, Günahıma girmeden, katilim olmadan git!
Git de şen şakrak geçen günlerine gün ekle, Beni kahkahaların sustuğu yerde bekle.
Git ki siyah gözlerin arkada kalmasınlar, Git ki gamlı yüzümün hüznüyle dolmasınlar.
Mademki benli hayat sana kafes kadar dar, Uzaklaş ellerimden uçabildiğin kadar.
Hadi git, benden sana dilediğince izin, Öyle bir uzaklaş ki karda kalmasın izin.
Kahrımın nedenini söylesem irkilirler; Çünkü herkes beni Kays, seni Leyla bilirler.
Sanırlar ki sen beni biricik yar saymıştın; Oysaki hep yedekte, hep elde var saymıştın.
Hadi git, ne bir adres, ne bir hatıra bırak, Zannetme ki, pişmanlık, mutluluk kadar ırak!
Sanma ki fasl-ı bahar geldiğim gibi gitmez, Sanma ki hüsranını görmeye ömrüm yetmez.
Her darbene tahammül edecektir bedenim, Gururum mani olur perişanıma benim.
Yari Ferhat olanın ellerle ülfeti ne? Şirin ol katlanayım dağ gibi külfetine.
Henüz layık değilken tomurcuk kadar aşka, Sana gül bahçesini kim açar benden başka!
Hercai arılara meyhanedir çiçekler, Kim bilir şerefinden kaç kadeh içecekler!
Mademki aşk tablosunun takdirinden acizsin, Git de çağdaş ressamlar modern resimler çizsin.
Ne vedaya gerek var, ne de mektuba hacet, Git de Allah aşkına bir selama muhtaç et!
Güllere de aşk olsun gene sen kokacaksan! Fallara da aşk olsun gene sen çıkacaksan!
Kopsun nerden inceyse artık bu bağ, bu düğüm! Her gece daha berbat, daha vahim gördüğüm.
Korkulu düşlerimi yorumdan kaçırıyorum; Sırf sana üzülüyor, sırf sana acıyorum!
Git iş işten geçmeden, çok geç olmadan vakit, Günahıma girmeden, katilim olmadan git! ...
Ölmek zamanı gelmiştir artık Tutsak bedenlerin.. Zindanda volta atmaktansa Giyotine boyun eğmek En şereflisidir ölümlerin..
Yarılamıyorsa barikatlar Atlatılamıyorsa en kalleş tuzaklar Çaresizlik varsa serde Azraili beklemenin ne anlamı var.. Doldur şarjörünü tıka basa Daya namluyu şakağına Ve insanlığını kaybedene kadar bas tetiğe.. Bas! Bas! Bas! Bütün güzel duygularını katledene kadar bas! Her şeye tövbe et! Dağlara ver kendini bir başına Pes et! Geri çekil! Ve hatta cephe gerisindeyken yenil! Doğrult kelleni sana kalkan kılıca Ama Uzatma ayağını, elini ne kelepçeye ne de prangaya. Gelmeyen yolun sonunu kendin getir Bir fişek acımasızlığında..
Bırak kanasın yaraların oluk oluk Belki de Kan kaybından ölmektedir mutluluk... Yak kendini bir cıgara közünde Damla yaş olmasın o soğuk, o boş gözlerinde... Lanetler oku bilmediğin tepelerden Yine, Bilmediğin kentlere… Takatsız kalışın titremenden belli Gözüm! Direnme! Dayanma! Düşüp kal hayallerinin ortasına. Pes et! Yenil! Toprağa düş! Geri çekil! İçeri al ölümü kalmasın kapıda Ama ölürken bile sakın AĞLAMA..!
YANLIŞ HAYATIN PEŞİNDEN KOŞMAYACAKSIN Ne olmasını bekliyorsun? Hayatın sana ne sunmasını bekliyorsun? Dün akşam hayalini kurduğun şeylerin, sabah olunca gerçekleşeceğini mi umuyorsun?
Yanlış Hayatın Peşinde Koşmayacaksın! Sistem böyle çalışmıyor! Düşünce gücü, metafizik, parapsikoloji, yoga, meditasyon, aklına her ne geliyorsa, neye inanıyor ve peşinden gidiyorsan, hepsi bir yerde tıkanıp kalacaktır!
Ummakla, dilemekle olmuyor, ayağa kalkacaksın! Her şeyden önce farkına varacaksın! Hangi öğretiye inanırsan inan, üstün körü anlamayacaksın. Bir bilgiyi gerçekten hayatında uygulayamıyorsan, o bilgiye sahip olduğun yanılgısına kapılmışsın demektir. Kendini kandırmayacaksın!
Gerçekleri anlayacak, sonu her ne olursa olsun kabul edeceksin. Bazen bildiklerin, öğrendiklerinin acı verir. Onu da yaşayacaksın. Önce kendinin, ne olduğunun, nelere sahip olduğunun, gücünün, yeteneklerinin, bu hayata neden geldiğinin farkına varacaksın.
Hayatını, gereksiz şeyler uğruna harcamayacaksın. Kalbinde yaşadığın her duyguyu aşk sanıp, peşinden çöllere düşmeyeceksin. Aşkın adını ağzına almadan önce, uzun uzun düşüneceksin. Yüreğinle yüzleşeceksin. Sevgiyi, tutkuyu, şehveti, alışkanlığı, çekimi, aşkı birbirinden ayırt edeceksin.
Hiç kimsenin ve hiçbir şeyin senden daha önemli olduğunu düşünmeyeceksin. Bedenine, ruhuna, aklına sahip çıkacaksın. Hak etmeyenin ardından yas tutup, bunu da aşka bağlayıp, aşkın şanını kirletmeyeceksin. Kendini tanıyacaksın, hem de çok iyi tanıyacaksın! Kimleri, neden ve niçin seçtiğini bileceksin.
İnsanız hepimiz, elbette zayıflıklarımız, düşkünlüklerimiz, saflıklarımız var ancak kendi huylarını, eksiklerini iyi tahlil edeceksin. Ardından gözyaşı döktüğünün adını doğru koyacaksın! Yıllar süren yaslar yaşayıp, unutamadığını iddia edeceğine, neden hayatına başlayamadığını çözeceksin. Korkularınla yüzleşeceksin.
Yattığın yerden, kurduğun hayale uygun bir beyaz atlı prens beklemeyeceksin. Aklın çalışacak, elin ekmek tutacak, kimseye boyun eğmeden yaşamanın lezzetini bileceksin. İster kocan olsun, ister oğlun, ister anan, ister baban, kimsenin sevgisiyle hükmünü birbirine karıştırmayacaksın. Ezilen, zavallı, akılsız olmak kazandırır gibi dursa da, sonunda mutlak kaybettirir; bunu unutmayacaksın!
Başkalarına değil, kendi gücüne inanacaksın. Birinin boynuna asılarak durursan, karşındakini yormakla kalmazsın, bir gün kendi kolların bile çekemez ağırlığını düşersin; kimseye dayanmayacaksın! Dünya da sensin, evren de! Kendini geliştireceksin. Büyüyeceksin, olgunlaşacaksın. Ruhunu da, aklını da bedenin gibi besleyeceksin. Önce sen büyük olacaksın, farkında olacaksın, sonra dünyanın zevklerinin, aşkın, hayatın tadını çıkaracaksın. Emanet hayatlara tutunup, ömrünü harcamayacaksın. Ne olmasını bekliyorsan, sen öyle oturdukça, olmayacak. Boşuna hayal kurmayacaksın!
İşte böyle dostum, ya cellatların bize biçtiği celladına aşık mazlum rolü, ya da tarihsel rolümüz. Ama arası, ortası yok bunun. Ya isyan ya boyun eğiş... Ya hayatımızın sahibi olacağız ya da hayatımızın sahibi olarak kalacak cellâtlar.
Ellerinden değil ayaklarından öpüyorum Sebebim ustam koca babam Sana yazıyorum ey gidi ihtiyar Ellerinden değil ayaklarından öpüyorum
Köylüydün belki ama onurlu mamur Bilirdin bir çok şeyi bir çok bilenden Sıcaklar altında orak sallayan Güneşten kavrulan teni bilirdin Kendini bilirdin kendini
Onaltı yaşındaydım Bir gün türkiye tanıyacak diyordum beni Rençperiydim vahşi ve çılgın saflıkların Gülerdim benden ileri ve geri olanlara Dengesiydim her ikisinin Çocuksu, saf, masum gülerdim Birazda erkekçe Onaltı yaşındaydım
Kırıldım belki defalarca bil ki eğilmedim Utanmadım ruhuma çizilen resmin yırtılışından Bir gül dalıydım koparılan Çelik bir kol Her fırsatta kasırgalaşan yellerinde Yerlerinde yeller eser diyebilecek kadar büyümüştüm Kırıldım belkİ defalarca bil ki eğilmedim.
Bu ezan hangi selaya çıkar baba Nefesim acıyor. Sözlerim gözde kaldı artık Kaşlarım sual. Duymasın güzellerin gülü can birazdan gideceğimi Birikmesin gözlerinde intihar yüklü bulutlar Ben de yolculuk telaşı var. Bu ezan hangi selaya çıkar baba.
Vurgun yedim baba vurgun Oltu taşı tesbihim, tütün tabakam ve siyah çakmağım şahit Bir de yüreğime çizdiğin resmin vardı yanımda Üç damla kan düştü geceye Üç damla baldıran zehri Vurgun yedim baba vurgun
Ben böyle düşünmüyordum ölmeyi baba Altından azgın suların geçtiği demir köprüde olacaktım Rakipte olacaktı İkimizin elinde iki 14lü ve gece Birbirimize sıkarak koşacaktık birbirimize Yıldızlar yağacaktı üzerime Beni sabaha götüren. Ben böyle düşünmüyordum ölmeyi baba.
Bir gece düşüme giren ihtiyar adam 'murad olsun söyleyim oğul' dedi Zafer nerde gizlidir dedim Ömrüne ömür can güzelin yüreğinde Peki güneş nerede saklanır dedim 'yavuzun atının ak yelesindeki sırdır oğul' dedi Bir gece düşüme giren ihtiyar adam.
Burda insanların yalnız ağzı var Siyah beyaz bir fotoğrafın içindeyim muzdarip Düşüncelerim kurşuna dizildi sabaha karşı Esselatu hayrun minen nevm derken ezanlar Açıldı sonsuza giden yol Burda insanların yalnız ağzı var.
Ne açtı yüreğini güzellerin gülü can Ne de beyaz atın yelesindeki sıra erdim Ve buyur eyledi ötelerden o ihtiyar adam Hoş geldin oğlum osman hoş geldin Ne açtı yüreğini güzellerin gülü can Ne de beyaz atın yelesindeki sıra erdim
insanın sırtına ateşten gömleği giydirmektir ihanet. kuru kalmış bir su yatağı, siyah saçlara karşı çıkan beyazlardır ihanet.... ömürden çalıp götüren beyazlardır ihanet...... öylesine ki koynumda yılan beslemişim dedirtendir ihanet....... şu topraklarda doğup büyüyüp, sonra vatana millete karşı olup, dağa çıkıp kahpece kurşun sıkmaktır ihanet..... komşusunun malına canına, namusuna göz dikmektir ihanet.... yanlış anlamalar,uygulamalar politikalar,yönlendirmelerdir ihanet..... insan haklarını koruyacağım diye,insan hakları ihlal ediliyor diye, müslüman vatanını işgal etmektir ihanet...... pardon ihanet olması için önce dost olması lazım değil mi? insan ihaneti dostundan görür çünki..... öyle çoktur ki ihanet sadece sevgilinin sevgiliye ihaneti yoktur... ağaçları kesmektir doğaya ihanet.... dokuz ay karnında taşıyıp da altı yedi çocuğu büyüten anneye, evlatların bakmamasıdır ihanet.... hastanelerde çile içinde muayene olmamıza, reva göstermektir ihanet. tüm bu yaşanmışlıkların ışığında, her yerde hazır ve nazır olan vatanseverlere, insanın sosyal ihanetin tanımını sorası geliyor....
“Âşık der incitenden, İncinme incitenden, Kâmil değildir o kimse, İncinir incitenden, Alvarlı Efe Hazretleri
Hiç kimseye hor bakma,İncitme, gönül yıkma! ”
Kulunun Kalbini Kıran Rabbini Karşısına Alır.
İnsan, yaratılmışlar arasında, Cenab-ı Hakk`ın halifesi olmaya, O`nun güzel isimlerini ve ulvî sıfatlarını tastamam yansıtma potansiyeline sahip, kainatın fihristi mahiyetinde, başka canlılardan pek çok farklı derinliklerle donatılmış biricik varlık; kalb de insanın manevî donanımında müstesna bir konum ve özel bir misyona sahip çok önemli bir rûhânî varlıktır. Allah Rasûlü aleyhissalâtü vesselâm, “Allah sizin kalblerinize bakar, sûretlerinize değil” buyurarak, onun bir ‘nazargâh-ı ilahî` olduğunu işaret buyurur. Bu Hadis-i Şerif`ten anlaşılmaktadır ki, Cenab-ı Allah`ın insanla muamelesi kalbine göre cereyan etmektedir. Nitekim, Yunus bize seslenirken,
Öteden beri söz erleri en çok bu hayatî latîfe etrafında çok söz etmiş, yazılar yazmışlardır, sohbetlerine, nazımlarına, nesirlerine hep onu mevzu etmişlerdir. Kalb etrafında cereyan eden hususlar arasında da kalb kırma ve gönül incitmenin ayrı bir yeri vardır.
Kalb, Gönül ve Cân Demektir; Aynı zamanda çok narin,alıngan ve kırılgandır.
Evet, bizde kalbe ‘gönül` de derler, ‘cân` da. Yine ‘cân` gibi Fârisî lisanından Türkçemize mâlolan ‘dîl` kelimesi de bu manada çok kullanılmıştır. Atalarımızın sözleri içerisinde yer alan, “ Gönül bir sırça kadehtir; kırılırsa yapılmaz ” şeklindeki ifade, kalbin cam gibi kırılgan ve ince olduğunu, hiç umulmadık şekilde çarçabuk kırılabileceğini, telafisinin de hemen hemen imkansız olduğunu anlatır.
Yine ecdâdımızdan bize miras kalan, “gönül yıkmak”, “gönül kırmak”, “gönül yarası” gibi ibarelerde gönül hep kalb yerine kullanılmıştır. “Gönül koymak” gücenmek anlamında, “gönül yapmak”, yıkık ya da kırık bir gönlü tamir etme karşılığında, “gönül ehli” tabiri de, kalb-i selîme ulaşmış, halim, selim, olgun,bilgili,alim, fıtratlı kimseler manasında kullanılmıştır..
Her şeyden önce belirtmek gerekir ki, başkalarını incitmeyi, onların kalblerini kırıp, gönüllerini yıkmayı bir alışkanlık haline getirmiş insanlar ALLAH CC. kainata serpiştirdiği rahmet, merhamet ve şefkatten hissesini alamamış nasipsiz insanlardır. Böyleleri aynı zamanda insan olmanın en önemli yanlarından birini teşkîl eden his ve duygudan mahrum hissiz kimselerdir ve islami ahlak içerisinde çok mühim bir yeri olan nezâket, güleryüzlülük ve kem söz söylememe, kem bakışta bulunmama gibi lütuflardan mahrumdurlar. Evet, kalb kırmak tek kelimeyle kaba bir tavırdır ve kabalık sadece, bedevîlere yaraşır.
Allah cc., kullarına her zaman sabrı şiar edinmelerini, dillerine hâkim olmalarını ve gayzlarını yutmalarını emretmenin yanında, “ Ben kalbi kırık olanların yanındayım ” buyurmak suretiyle, kullarının gönüllerini incitenlerin -bilmeyerek bile olsa- yaradanı yani ALLAH cc. karşılarına alacaklarına işaret buyurmuştur ki, buda oldukça derin ve anlamlıdır..
Efendiler Efendisi de, gerçekten inanmış bir insanın en önemli vasfının diğer insanları eliyle ve diliyle rahatsız edip incitmemesi olduğunu ifade ederek bu husustaki en kesin kâideyi koymuştur. Yine O`nun beyanlarına müracaatla söyleyecek olursak, kendi kalbinin rencide edilmemesini, gönlünün kırılmamasını arzu eden bir kimse başkalarının kalbini kırmaktan da hazer eder, sakınır. Zira, hakîkî mümin kendisi için istediğini kardeşleri için de arzular; şahsı için istemediği şeylerin başkalarının başına gelmesine de gönlü razı olmaz.
Kalb Allah`ın Evidir
Büyükler hep öyle demişler; kalbi Kâbe`ye müsavî hatta ondan daha üstün tutmuşlardır. İbrahim Hakkı merhum meşhur şiirinde,
“Dil beyt-i Hudâ`dır, ânı pak eyle sivâdan
Kasrına nüzûl eyleye Rahman gecelerde”
diyerek kısa yoldan bu gerçeği ifade eder. Kalbin Zümrüt Tepeleri`nde bu konunun temeli şu cümleyle ifade edilir: kalb, Kâbe`den daha üstün görülmüştür.”
Şu çeşmeye bak su içecek tası yok, Kırma kimsenin kalbini, Yapacak ustası yok.
Kalb, Kâbe`ye benzetilince kalb kırmak da Kâbe`yi yıkmaya kıyaslanır olmuştur. Mesela, bu manada “Kâbe`yi yıksam, yeniden yapabilirim, ama kırılan bir kalbi kat`iyen” şeklindeki ifade, İslam`ın yüz akı Hazreti Ömer`e izâfe edilir. İşin doğrusu, Hazreti Ömer gibi bir gönül insanının böyle bir şey söylemesi kadar tabiî bir şey olamaz. Müminleri incitip onların kalblerini kırmanın büyük bir vebal olduğunu düşünen Allah dostları, bir gönül yıkmanın Kâbe`yi yıkmak kadar günah olduğunu, hâkezâ, bir gönül yapmanın da Kâbe`yi yeniden inşa etmek kadar sevap olduğunu dile getirirmişlerdir. Onlardan biri olan Hazreti Mevlânâ, “Bir defa kalb kırmak, Kâbe`yi alt üst etmekten daha kötüdür. Zira Kâbe`yi Hazreti İbrahim inşa etmiş, gönlü ise Hazreti Allah yaratmıştır” der.
İnsan kalbinin çok hassas ve kırılgan olması üzerinde en fazla duranlardan birisi de yanık şairimiz Yunus Emre`dir. Kalb kırmanın, gönül incitmenin ne büyük bir hata olduğu mülahazası onun pek çok mısraına misafir olmuştur. İşte onlardan ikisi:
“Gönül Çalab`ın tahtı, Çalab gönüle baktı İki cihan betbahtı, kim gönül yıkar ise.”
“Bir kez gönül yıktın ise bu kıldığın namaz değil, Yetmiş iki millet dahi elin yüzün yumaz değil”
Kalb kırmak biraz da başkalarını hor ve hakir görmenin neticesidir. Evet, insanın kendisini üstün ve faziletli görmesinin, zayıf karakterli ve bencilliğinin ‘tabiî` sonucu başkalarını hor görmesi, dolayısıyla da tahkir etmesi, küçük düşürmeye çalışmasıdır. Takdir edilir ki, böyle bir tavır ve davranış Allah nezdinde hiç de hoş görülmeyecek yanlış bir davranıştır. Çünkü Yaratıcı`ya nispetle bütün insanlar kuldur ve kullukları açısından da herhangi birinin diğerlerinden hiçbir üstünlüğü yoktur. Üstünlük sadece ve sadece dini diyanet yapma yani hayata hayat kılma hususundaki hassasiyet ve titizlikte aranmalıdır. Bu ise tamamen bir kalb işidir; hiç kimsenin bir başkasının kalb balansını ölçüp değerlendirme gibi bir imkanı ve selâhiyeti olmadığına göre, kendilerini başkalarının üstünde gören insanlar kibir ve haram gibi insanı ateşe götüren iki karanlık tünele girmiş sayılırlar. Allah bizleri böyle yanlışlara düşmekten korusun.
Başkalarını hor görmenin o insanları incitmeye bâdî olabileceğini merhum Erzurumlu İbrahim Hakkı hazretlerinin şu vecîz beytinde ne güzel ifade edilir:
“Hiç kimseye hor bakma İncitme, gönül yıkma! ”
İnsanlara değer verenlerdir ki, onlar gönül kırmaktan, kalb incitmekten, yürek hırpalamaktan ısrarla kaçar, böyle bir hataya düşmeyi kendi hesaplarına büyük bir günah telakkî ettiklerinden dolayı da başkalarıyla pek titiz davranmak suretiyle peygamberane bir tavır sergilerler. Evet, bu incelik ve nezaket ufkuna ulaşmış edep kahramanları, değil kalb kırma, hayatlarını kalbleri tamir etmeye, gönülleri mamur kılmaya adamışlardır. Felsefenin onlarcasında fakirlerin, düşmüşlerin, muhtaçların ve gönlü buruk olanların kalblerini tamir etmek ibadetler çerçevesinde değerlendirilir. Yine onlara göre gönül yapmak arş yapmak gibidir. Alvar İmamı,rahmetullahi aleyh, bir dörtlüğünde bize nasihatte bulunarak, kullarını incitmeyenleri, Allah`ın onların ayıplarını örtmek suretiyle mükafaatlandıracağını anlatır:
Kalb kırmamak kadar, kırılmamak, incitmemek kadar incinmemek de tasavvuf terbiyesinde önemli bir kemâl basamağı sayılmıştır. Merhum Sami Efendi`nin, “Kalb-i selîm, kimseyi incitmemek ve kimseden incinmemektir. Kimseyi incitmemek kolay, fakat başkasından incinmemek çok zordur. Asıl onun için gayret gösterilmelidir” dediği nakledilir. Yine merhum Kenân Rifâî`ye nispet edilen, “İncinme, incitme” sözü bir hayli meşhur olmuştur. Zaten derviş-meşrepgönül insanı olmanın özünde de bu vardır, yani sevgi, müsamaha, hoşgörü insanı olabilmek.. Yaratan`dan ötürü yaratılanların kusurlarını görmemek.. en yanlış hâdiseleri bile sinesinde eritebilmek.. herkesi kendi konumunda kabullenebilmek.. kim olursa olsun herkes için ihtiyacına göre dua edip yalvarabilmek...
Allah`a hakikaten iman etmiş gönül insanları, Yunus`un da dile getirdiği gibi, gönülsüz olmalı, sövenlere, dövenlere ne elleriyle ne de dilleriyle mukabelede bulunma gibi bir yanlışa düşmemelidirler. Kalb kırmama, gönül incitmeme edep yolcusu için seyahatinde çok önemli bir adım ise, kırılmama ve incinmeme onun da ötesinde bir ikinci adımdır ve ayrı bir kalbî derinlik ve vicdan enginliği ister. Sadece bazı baba yiğitlerin kârı olan bu mertebe işin doğrusu her yiğide nasip olmaz; daha fazla gayret, daha fazla irade, daha fazla sabır, daha fazla alçak gönüllülük ister.
Evet, insan incinse de incinmemeli, zarara zararla mukabelede bulunma gibi Peygamber lisanında zulüm sayılmış bir işe asla teşebbüs etmemelidir. Yine Yunus bir dörtlüğünde,
“Aşık kişi miskin gerek Yol içinde teslim gerek Kim ne derse boyun eğe Çare yok gönül yıkmaya”
diyerek bu hususa işaret eder ve Hak yolcularının ne tür muamelelere maruz kalırlarsa kalsınlar gönül yıkmaya asla ve asla haklarının olmadıklarını anlatmak ister.
Dünyanın tüm bilgelerinin 'en' bilgesine ‘en yaşlısına’ sormuşlar: 'En iyi bildiğin şey nedir? ' diye. En bilge kişi, hiç düşünmeden cevabını vermiş: 'Haddimi bilirim...' ...'Had' kelimesi, kuru bir mantığın değil, bilinçli olanın tanımlaması, duruşudur. Bize durmamız gereken sınırları anlatır. Bu, herhangi bir konuda, kendi bilgimizi, konumumuzu ve boyutlarımızı bilip ona göre tavır koymamızı, görüş bildirmemizi sağlayan bir paylaşım ve açıklamadır. Kısacası, kendini tanımak ve sınırlarını bilmektir. Günümüzde ise maalesef, sınırlarının nerede başlayıp nerede bittiğini bilmeyenler yüzünden sürekli ‘sınır ihlallerine, toplumsal sıkıntılara’ tanık olmaktayız. Etrafınıza bir bakın: Hemen her konuda, hepimiz uzmanız. Bir nebi misali, hemen her şeyi sanki doğuştan biliyoruz; öğrenmemize, merak ettiğimiz bir konuda emek harcamamıza hiç gerek yok. Günlük hayatta her alanda, bir an durup düşünmeden, gerçekten bilip bilmeden, cahilce, hemen her söze balıklama dalıp görüş bildiriyor, fetvalar veriyoruz. Özetle, otorite kesilmeye bayılıyoruz. Bu olaylar, hakikat noktasının başlaması ile ilgili, kabul ediyorum. Ancak bu kez ortalık taklidi yetiştiricilerle dolup taşıyor. Özellikle iyi bir şey yapıldığında veya bir başarı durumunda hemen ortaya atılıp eleştirilere başlıyoruz veya mevcut bir başarıdan kendimizi de mutlaka nemalandırma arzusundayız. Kaç kişi var tanıdığınız, kendini göstermeyen, ortaya koymayan! Belki bir elin parmaklarının sayısından daha az değil mi? Peki, 'gel de sen yap, üret, konuş da derdini anlat bakalım' denilince de, donup kalıyoruz. Haddimizi bilme 'özürlüyüz', ama 'had bildirme' konusuna gelince üstün olan yanlarımız birden ağır basıyor. Kısacası, buna çok hevesliyiz. Konuşması gerekenler ise bilmediklerinden değil, usul ve erkân dairesinde kalıp 'hadlerini bildiklerinden' susuyor. Oysa işin ehli olanlarına, belirli bir düzeye gelmişlerin konuşmasına ve onların önerilerine, öğretmelerine, paylaşımlarına ne kadar çok ihtiyacımız var. Çünkü eski ve yeniyi hamur hale getirebilir, yepyeni boyutları ancak bu sayede görüp öğrenebilir, gelişebiliriz.
Dikkâtinizi çekecek bir hikâyeyle sözü noktalayalım:
Ulu bir çınar ağacının hemen yanında, küçük bir kabak filizi boy göstermiş. Bahar ilerledikçe, çınar ağacına sarılarak yükselmeye başlamış. Yağmurların ve güneşin etkisiyle hızla büyümeye başlamış, neredeyse çınar ağacıyla aynı boya gelmiş. Bir gün dayanamayıp sormuş çınar ağacına: - Kaç ayda bu hale geldin ağaç? - '82 yılda' demiş çınar... - '82 yılda mı? ' diyerek katıla katıla gülmüş ve çiçeklerini sallamış kabak. - Ben neredeyse iki ayda seninle aynı boya geldim bak! - 'Doğru' demiş ulu çınar 'doğru.' Günler günleri kovalamış, sonbaharın ilk rüzgârları başladığında kabak önce üşümeye sonra yapraklarını düşürmeye, soğuklar arttıkça da aşağıya doğru inmeye başlamış. Bu defa endişeyle sormuş çınara: - Neler oluyor bana ağaç? - 'Ölüyorsun' demiş çınar... 'Niçin? ' diye sormuş kabak. - 'Benim seksen iki yılda geldiğim yere, sen iki ayda gelmeye çalıştığın için sevgili kabak' demiş çınar… Anlayacağınız, olaylar kabak tadı vermeden; racon kesip çizmeleri aşmadan, bir an önce sorumluluklarımıza sahip çıkarak 'haddimizi bilmeyi' öğrenmeliyiz. Tabi bu söylediklerim, kendi mantığını aşıp akıl almaz dünyalar peşine düşenlere değil, gerçekliğe kendini teslim edenleredir...
Kendine dikkat et. Sen et ve kemik yığını değilsin. Eğer öyle olsaydın sonsuzluğu yakalama kudretine sahip olmazdın.
İçindeki cevherin farkında ol. Önüne gelen ne olursa olsun boş geçirme. Sana bir şey öğretmek için ayağına kadar sunulmuş n...imettir. Gözünü çevir ve etrafında senin için pervane olan şeylere iyi bak. Farkındalığını artır.
Ayağına gelen her nimet mevlamın sana sunduğu armağandır. Senden istenen sadece sen olmandır. Kendini bulman ve kendi içindeki kudreti farketmendir.
Güzel bakmaya alıştığında, herşeyin aslının, aslında güzel olduğunu göreceksin. Dolayısıyla güzel olan hiç bir şeye kızmak ve ondan şikayet etmek zorunda kalmayacaksın.
Gözlerin, önündeki taşa takılıp düşmemen için değil, hayat yolunda ayakta durabilmen için lazımdır. sevgiyle kalın...
Necip Fazıl Kısakürek . 'Siz hiçbir sarrafın bağırdığını duydunuz mu? Kıymetli malı olanlar bağırmaz. Domatesçi, biberci ba...ğırır da kuyumcu bağırmaz. Eskici bağırır ama antikacı bağırmaz. insan bağırırken düşünemez. Düşünemeyenler ise hep kavga içindedir. Popçular, folkçular boğazlarını patlatana kadar bağırıp duruyor. Ama..! Dede Efendiyi okuyanlar bağırmıyor. 'İnsanın kazandığı paradan değil, paranın kazandığı insandan korkulur.'
%%%%%%%%%%%%%%%%%%%%%%%%
Bak..! Bil ki, domuzların önüne inciler serilmez...!
Mücevherden sarraflar anlar ancak, başkası bilmez...!
Ne fark eder ki kör insan için ELMAS da bir.. CAM da...!
Sana bakan bir kör ise, sakın kendini CAM'dan sanma..! !
küçük insanlar, büyük insanlardan intikam almak için, büyük insanların yaralarını deşerler... büyük insanlar yaralandıklarında, küçük insanlar akbabaların leşe üşüşmesi gibi, büyük insanların canını yakmak için tepesine üşüşürler... büyük insanlar ise,onlardan intikam almak için, yaralarını iyileştirmeye çalışırlar... çünkü bilirler ki... büyük insanlar yaralarını iyileştirince, küçük insanların elinden silahlarını almış olurlar...
'Padişah acemi bir köleyle gemiye binmişti. Köle hiç deniz görmemiş, geminin mihnetini, (zahmetini, eziyetini) tatmamıştı. Ağlamaya, inlemeye başladı. Tir tir titriyordu.
Avutmak için çok uğraştılar ama bir türlü sakinleşmedi. Padişahın keyfi kaçtı. Herkes âciz vaziyetteyken gemide bulunan yaşlı bir adam padişahın huzuruna çıktı. ” Müsaade buyurursanız, ben onu sustururum! ” dedi. Padişah da ”lütfetmiş olursunuz! ” dedi.
Yaşlı adam emretti, köleyi denize attılar. Köle birkaç kere suya battı, çıktı. Sonra saçından yakaladılar, gemiden tarafa çektiler. Köle gemiye yaklaşınca iki eliyle dümene asıldı, oradan gemiye çıktı, bir köşede uslu uslu oturmaya başladı.
Yaşlı adamın yaptığı iş padişahı hayrete düşürdü. ” Bundaki hikmet (herkesin bilmediği gizli sebep, sır, bilinmeyen nokta) nedir? ” diye sordu. Yaşlı adam cevap verdi. ” Köle evvelce suya batmayı tatmamıştı. Gemideki selametin (kurtuluşun) kıymetini bilmiyordu. İşte huzur ve saadet (gönül ferahlığı, mutluluk ve her istediğine kavuşmak) de böyledir. Bir felâket görmeyen kimse, huzurun kıymetini bilemez. ”
Şu veya bu sebebten dunyada zulum goren, eziyet ceken tum insanliga, yaradanin gonderdigi ben burdayim, merak etme mesaji olduguna inanirim.
bu surede; yeis ve umitsizlige kapilmanin anlamsizligini hatirlatan ilahi bir uyari vardir. bu surede; her gecenin bir sabahi oldugunu, sabirla her engelin, yaradanin izniyle asilacagini bildiren mujde vardir.
ve bu surede; onumuzdeki engellerden korkmamaya ve bizi calismaya, cok calismaya yonelten muthis bir motivasyon vardir.
kuran-i kerimin butun sureleri gibi, mana, bilgi ve hikmet dolu, pinardan akan buz gibi suyun icimizi serinlettigi gibi, bu surede, manevi dunyamizi ferahlatiyor, yuregimizi hafifletiyor, ne mutlu rahmetinden yararlanana.
her surenin farklı bir yanı var, her birinde ayrı bir yol gösterici ama bu sure bambaşka bir şey. anlamında ayrı bir huzur, dinlediğinde daha bir başka huzur veriyor insana. birine inanmanın verdiği o değişik haz.. komik olan da ne kadar inandığımızı söylesek de onun 'ol' demesiyle bir şeylerin olacağına insanın sınırlı ZEKASIYLA tam olarak kavrayamaması.
duha suresiyle birlikte düşmek üzerindeyken tutuyor sanki seni, yalnız değilsin ki, Rabbin seni hiç unutmadı sen onu unutsanda..
Olduğum gibi kim görebilir beni Ne rengim var benim, ne nişanım Benim de bildiğim sırlar var diyeceksin ama Hem o sırlarım ben, hem de o sırları saklayanım Bu gönül ne vakit durulacak bilmem Ama şu anda hiç kımıldamadan duran ...
04.11.2010 - 00:51
KAİNATIN ULU İMPARATORU
Cemâline sığındım haşmet i celâlinden
Sana meftun gönlümü fani sevdadan koru
Nar ı hicranla yandım memnu aşk melâlinden
Son olsun kainatın ulu imparatoru
Şahadet ederim ki tek ALLAH sın ilâh yok
Son resulün Muhammet, cevaplandı ilk soru
Kabir azabı verme, sevap cüz i, günah çok
Gaffarsın kainatın ulu imparatoru
Sana ait evrenin bu muhteşem imarı
Sema eder yıldızlar senin emrine doğru
Sen sonsuz semavatın sırlarının mimarı
Ahatsın kainatın ulu imparatoru
Günde bilmem kaç bin kez tıklattırıp durursun
Sol göğsüme koyduğun yürek denen motoru
Ezel sen çalıştırdın ebed sen durdurursun
Amenna kainatın ulu imparatoru
Ayın, yıldızın şavkı güneşin aks imidir?
O senin ol dediğin vaktin ilahi nuru
Bu benin inanışım, yanlış mı? aksi midir?
Ne dersin! Kainatın ulu imparatoru
Kıyamete yaklaştık güya ayı keşfettik
Tam kırk milyon metreymiş ölçmüşler ekvatoru
Özenip bezediğin bir cihanı mahvettik!
Sabrettin kainatın ulu imparatoru
Varlığını tartıştı; Firavun, Mûsa ile
Rüsva ettin elçine diklenen diktatörü
Koca deniz ikiye bölündü asa ile
Hükmettin kainatın ulu imparatoru
Nemrut ki ateşlere atmıştı İbrahim i
Gülizara döndürdün yanardağ gibi koru
Habibinden öğrendik biz RAHMANI RAHİMİ
O sensin kainatın ulu imparatoru
Kim hamile bıraktı Meryem adlı nisayı!
Âmâya göz, ölüye can bahşeden doktoru!
Kim vahdetti Ahmet i müjdeleyen İsa yı!
Sensin sen kainatın ulu imparatoru
Bir ömür eziyetten işkenceden yorucu
Huzur u mahşerinde ifadenin en zoru
Cümle vebalimizden ibra için orucu
Lütfettin kainatın ulu imparatoru
Sedası son verecek kulakların pasına
İsrafil in üfleyip çaldığı anda sur u
Günahımızı sildir Firdevs in paspasına
Medet ya kainatın ulu imparatoru!
Affet ya kainatın ulu imparatoru!
Rahmet ya kainatın ulu imparatoru!
İlham ı ilahi sen de okyanus
Damlana talibim ey yüce Yunus...
Cemal Safi
%%%%%%%%%%%%%%%%%%%%%%%%
HADİ GİT..
Git iş işten geçmeden, çok geç olmadan vakit,
Günahıma girmeden, katilim olmadan git!
Git de şen şakrak geçen günlerine gün ekle,
Beni kahkahaların sustuğu yerde bekle.
Git ki siyah gözlerin arkada kalmasınlar,
Git ki gamlı yüzümün hüznüyle dolmasınlar.
Mademki benli hayat sana kafes kadar dar,
Uzaklaş ellerimden uçabildiğin kadar.
Hadi git, benden sana dilediğince izin,
Öyle bir uzaklaş ki karda kalmasın izin.
Kahrımın nedenini söylesem irkilirler;
Çünkü herkes beni Kays, seni Leyla bilirler.
Sanırlar ki sen beni biricik yar saymıştın;
Oysaki hep yedekte, hep elde var saymıştın.
Hadi git, ne bir adres, ne bir hatıra bırak,
Zannetme ki, pişmanlık, mutluluk kadar ırak!
Sanma ki fasl-ı bahar geldiğim gibi gitmez,
Sanma ki hüsranını görmeye ömrüm yetmez.
Her darbene tahammül edecektir bedenim,
Gururum mani olur perişanıma benim.
Yari Ferhat olanın ellerle ülfeti ne?
Şirin ol katlanayım dağ gibi külfetine.
Henüz layık değilken tomurcuk kadar aşka,
Sana gül bahçesini kim açar benden başka!
Hercai arılara meyhanedir çiçekler,
Kim bilir şerefinden kaç kadeh içecekler!
Mademki aşk tablosunun takdirinden acizsin,
Git de çağdaş ressamlar modern resimler çizsin.
Ne vedaya gerek var, ne de mektuba hacet,
Git de Allah aşkına bir selama muhtaç et!
Güllere de aşk olsun gene sen kokacaksan!
Fallara da aşk olsun gene sen çıkacaksan!
Kopsun nerden inceyse artık bu bağ, bu düğüm!
Her gece daha berbat, daha vahim gördüğüm.
Korkulu düşlerimi yorumdan kaçırıyorum;
Sırf sana üzülüyor, sırf sana acıyorum!
Git iş işten geçmeden, çok geç olmadan vakit,
Günahıma girmeden, katilim olmadan git! ...
CEMAL SAFİ
30.10.2010 - 12:48
Son Çare..!
Ölmek zamanı gelmiştir artık
Tutsak bedenlerin..
Zindanda volta atmaktansa
Giyotine boyun eğmek
En şereflisidir ölümlerin..
Yarılamıyorsa barikatlar
Atlatılamıyorsa en kalleş tuzaklar
Çaresizlik varsa serde
Azraili beklemenin ne anlamı var..
Doldur şarjörünü tıka basa
Daya namluyu şakağına
Ve insanlığını kaybedene kadar bas tetiğe..
Bas!
Bas!
Bas!
Bütün güzel duygularını katledene kadar bas!
Her şeye tövbe et!
Dağlara ver kendini bir başına
Pes et!
Geri çekil!
Ve hatta cephe gerisindeyken yenil!
Doğrult kelleni sana kalkan kılıca
Ama
Uzatma ayağını, elini ne kelepçeye ne de prangaya.
Gelmeyen yolun sonunu kendin getir
Bir fişek acımasızlığında..
Bırak kanasın yaraların oluk oluk
Belki de
Kan kaybından ölmektedir mutluluk...
Yak kendini bir cıgara közünde
Damla yaş olmasın o soğuk, o boş gözlerinde...
Lanetler oku bilmediğin tepelerden
Yine,
Bilmediğin kentlere…
Takatsız kalışın titremenden belli Gözüm!
Direnme! Dayanma!
Düşüp kal hayallerinin ortasına.
Pes et!
Yenil!
Toprağa düş!
Geri çekil!
İçeri al ölümü kalmasın kapıda
Ama ölürken bile sakın AĞLAMA..!
Salih Aydın
29.10.2010 - 14:10
Sendeki Ben
İlan edemezken gönül halimi
İçini döküşün beni anlattı
Lal eylerdi derinliğin alimi
Engine çıkışın beni anlattı
Aşk elinden nağmeleri sesleyip
Sükut ile ifadeyi süsleyip
Duyguları gözyaşıyla besleyip
Sel gibi akışın beni anlattı
Canevime hapsol diyen o çağrı
Titretti adeta felç olan bağrı
Maziye gerilip atiye doğru
İçini döküşün beni anlattı
Vakit daraldıkça açıldı perde
Yokluğun korkusu başladı serde
Zamanın en erken olduğu yerde
Boynunu büküşün beni anlattı
Kaderin zuhuru ne geç, ne erken
Anlaşılır ancak vuku bulurken
Talihin yüküe talip olurken
Dağılıp çöküşün beni anlattı
İradem susunca, sevda yer etti
Sevdayı beyana gönlüm ar etti
Bir anda başlayıp bir anda bitti
Gönlümden çıkışın beni anlattı
Uğur Işılak
28.10.2010 - 10:38
http://facebookvideoindir.gen.tr/dost-dedigin-boylemi-olur-mukemmel-bir-ses-hq.html
26.10.2010 - 19:11
¨¨°º¨°º©¤¡¤©º°¨°º©{Hanzade Sultan }©º°¨°º©¤¡¤©º°¨º°¨¨ ♥ .♥
♥ .♥ .♥ .♥ .♥ .♥ .♥ .♥ .♥ .♥ .♥ .♥ .♥ .♥ .♥ ..♥ .♥ .♥ .♥ .♥ .♥ .♥ .♥ .♥ .♥ .♥ .♥ .♥ ..♥ .♥ .♥ .♥
Değer verdiğimiz kardeşimiz saygıdeğer bir şahsiyettir
Etkili ve seviyeli paylaşım atmosferi
İHVANİ PAYLAŞIM PLATFORMU –Değerli Yöneticisidir Kendisiyle paylaşım yapmaktan onur duyarız …….
♥ ♥ .♥ .♥ .♥ .♥ .♥ .♥ .♥ .♥ .♥ .♥ .♥ .♥ .♥ .♥ .♥ ..♥ .♥ .♥ .♥ .♥ .♥ .♥ .♥ .♥ .♥ .♥ .♥ .♥ ..♥ .♥ .♥
26.10.2010 - 15:25
NE FARKEDER Kİ?
Kalk Seyret doya doya güneşi, ayı
Ha senin ha benim ne fark eder ki
Kimden esirgeriz fani dünyayı
Ha senin ha benim ne fark eder ki?
Ne hayaller kurdu bak nice canlar
Nice padişahlar nice sultanlar
Mademki yolcuyuz saraylar hanlar
Ha senin ha benim ne fark eder ki?
Akıbet belliyken bu telaş niye
Şu kısa ömürden kim almış paye
İki metre kefen en son sermaye
Ha senin ha benim ne fark eder ki?
Vefadan payını almayan dünya
Hiç kimseye yaren olmayan dünya
Sana da bana da kalmayan dünya
Ha senin ha benim ne fark eder ki?
U.I.
25.10.2010 - 11:20
YANLIŞ HAYATIN PEŞİNDEN KOŞMAYACAKSIN
Ne olmasını bekliyorsun? Hayatın sana ne sunmasını bekliyorsun? Dün akşam hayalini kurduğun şeylerin, sabah olunca gerçekleşeceğini mi umuyorsun?
Yanlış Hayatın Peşinde Koşmayacaksın!
Sistem böyle çalışmıyor! Düşünce gücü, metafizik, parapsikoloji, yoga, meditasyon, aklına her ne geliyorsa, neye inanıyor ve peşinden gidiyorsan, hepsi bir yerde tıkanıp kalacaktır!
Ummakla, dilemekle olmuyor, ayağa kalkacaksın! Her şeyden önce farkına varacaksın! Hangi öğretiye inanırsan inan, üstün körü anlamayacaksın. Bir bilgiyi gerçekten hayatında uygulayamıyorsan, o bilgiye sahip olduğun yanılgısına kapılmışsın demektir. Kendini kandırmayacaksın!
Gerçekleri anlayacak, sonu her ne olursa olsun kabul edeceksin. Bazen bildiklerin, öğrendiklerinin acı verir. Onu da yaşayacaksın. Önce kendinin, ne olduğunun, nelere sahip olduğunun, gücünün, yeteneklerinin, bu hayata neden geldiğinin farkına varacaksın.
Hayatını, gereksiz şeyler uğruna harcamayacaksın. Kalbinde yaşadığın her duyguyu aşk sanıp, peşinden çöllere düşmeyeceksin. Aşkın adını ağzına almadan önce, uzun uzun düşüneceksin. Yüreğinle yüzleşeceksin. Sevgiyi, tutkuyu, şehveti, alışkanlığı, çekimi, aşkı birbirinden ayırt edeceksin.
Hiç kimsenin ve hiçbir şeyin senden daha önemli olduğunu düşünmeyeceksin. Bedenine, ruhuna, aklına sahip çıkacaksın. Hak etmeyenin ardından yas tutup, bunu da aşka bağlayıp, aşkın şanını kirletmeyeceksin. Kendini tanıyacaksın, hem de çok iyi tanıyacaksın! Kimleri, neden ve niçin seçtiğini bileceksin.
İnsanız hepimiz, elbette zayıflıklarımız, düşkünlüklerimiz, saflıklarımız var ancak kendi huylarını, eksiklerini iyi tahlil edeceksin. Ardından gözyaşı döktüğünün adını doğru koyacaksın! Yıllar süren yaslar yaşayıp, unutamadığını iddia edeceğine, neden hayatına başlayamadığını çözeceksin. Korkularınla yüzleşeceksin.
Yattığın yerden, kurduğun hayale uygun bir beyaz atlı prens beklemeyeceksin. Aklın çalışacak, elin ekmek tutacak, kimseye boyun eğmeden yaşamanın lezzetini bileceksin. İster kocan olsun, ister oğlun, ister anan, ister baban, kimsenin sevgisiyle hükmünü birbirine karıştırmayacaksın. Ezilen, zavallı, akılsız olmak kazandırır gibi dursa da, sonunda mutlak kaybettirir; bunu unutmayacaksın!
Başkalarına değil, kendi gücüne inanacaksın. Birinin boynuna asılarak durursan, karşındakini yormakla kalmazsın, bir gün kendi kolların bile çekemez ağırlığını düşersin; kimseye dayanmayacaksın! Dünya da sensin, evren de! Kendini geliştireceksin. Büyüyeceksin, olgunlaşacaksın. Ruhunu da, aklını da bedenin gibi besleyeceksin. Önce sen büyük olacaksın, farkında olacaksın, sonra dünyanın zevklerinin, aşkın, hayatın tadını çıkaracaksın. Emanet hayatlara tutunup, ömrünü harcamayacaksın. Ne olmasını bekliyorsan, sen öyle oturdukça, olmayacak. Boşuna hayal kurmayacaksın!
Candan Ünal
25.10.2010 - 09:23
İşte böyle dostum, ya cellatların bize biçtiği celladına aşık mazlum rolü, ya da tarihsel rolümüz. Ama arası, ortası yok bunun. Ya isyan ya boyun eğiş... Ya hayatımızın sahibi olacağız ya da hayatımızın sahibi olarak kalacak cellâtlar.
24.10.2010 - 19:01
Sabır Sınavıdır Ömür Dediğin
Ruhlar giderlerken sonsuz bir yola,
Dünyada verirler bir kaç gün mola.
Sanma ki bu geliş desadüf ola,
Sabır sınavıdır ömür dediğin
Güneş doğmak için sabahı bekler,
Kozalarda çile çeker böcekler.
Bil ki her yürüyen sonra emekler,
Sabır sınavıdır ömür dediğin
Tohum düşer toprağında barınır,
Bahar gelir yaprak ile sarılır.
İnsan olan bu dünyada arınır,
Sabır sınavıdır ömür dediğin
Ateşe düşmeyen çıra yanar'mı?
O ateşte yanan gayrı söner'mi?
Hakk'a giden yarı yoldan döner'mi?
Sabır sınavıdır ömür dediğin
Nefsin bu gün doysa yarın yine aç,
Sanma ki bedenin nefsine muhtaç.
Gel şu meyhaneden vakitlice kaç,
Sabır sınavıdır ömür dediğin
Nefsin işkencesi düşmandan beter,
Onun zulmü ancak savaşla biter.
Silah istiyorsan iraden yeter,
Sabır sınavıdır ömür dediğin
Zaman sermayesi sanmaki çok bol,
Beşikten mezara kaç adımlık yol.
Bu kanun değişmez kim olursan ol,
Sabır sınavıdır ömür dediğin
İhtiras seline baraj kar etmez,
Beşer arzuları saymakla bitmez.
Dünyayı verseler inan ki yetmez,
Sabır sınavıdır ömür dediğin
Niymet sırrı gizlidir hayır ve şerde,
Devayıda verir verdiği derde.
Akıl isyan ile aranda perde,
Sabır sınavıdır ömür dediğin
CENGİZ NUMANOĞLU
24.10.2010 - 17:40
KULUN KULDAN SAKLAYAMADIĞINI,KUL ALLAH'TAN SAKLAYABİLİR Mİ? ? ?
24.10.2010 - 15:09
Tarihe Gömüldün Bu Gece Sen de
Çevirdim yüzümü, boşmuş gözlerin
Zihnimde uçuştu yalan sözlerin
Kaybolup gidiyor bende izlerin
İçimden söküldün bu gece sen de!
Ne özlem sarsıyor derinden beni
Ne dilim anıyor eskisi gibi
Geçiyor zamanla aşkın tesiri
Düğümdün çözüldün bu gece sen de!
Bedeller ödendi, fırtına dindi
Sevda şilebinden bir yolcu indi
Pişmanlık mazinin inine sindi
Bilektin büküldün bu gece sen de!
Kalmadı gönlümde o eski telaş
Son buldu kendimle ettiğim savaş
Ne yarim olursun, ne de bir yoldaş
Hataydın çizildin bu gece sen de!
Gün oldu anılar koyunda gezdim
Gün oldu sevdayı içimde ezdim
Örselendi ruhum kederi yazdım
Canımdan çekildin bu gece sen de!
Yıldızım sanmıştım ışık saçmadın
Kelebek misali kalpte uçmadın
Kardelen diyordum çiçek açmadın
Yapraktın döküldün bu gece sen de!
Çekilmez ne dertler saldın koynuma
Bir hüzün nişanı taktın boynuma
Kaç kez kurşun sıktın yorgun beynime
Kalemdin kırıldın bu gece sen de!
Hasretten yanarken yoktun yanımda
Zehirden beterdi hicran kanımda
Nerdeydin kim bilir en zor anımda?
Hisardın yıkıldın bu gece sen de!
Nerdedir nasıldır diye sormuşsun
Resmimi göğsüne basıp durmuşsun
Boşuna üzülüp kafa yormuşsun
Defterdin dürüldün bu gece sen de!
Yaşanan aşk desem aşka ihanet
Bir kuru canım var Hak’ka emanet
Ektiğini biçtin sen de nihayet
Tarihe gömüldün bu gece sen de!
19 Mart 2008
Nigar Erkoçoğlu
23.10.2010 - 21:47
Yar Olamadın
Güldüğün her yerden gül biter sanma
Sen beni ilk defa yaralamadın
Ben sana kul köle olurdum amma
Sen bana bir günlük yar olamadın
Bu kadar yüklenmek var mı susana
Yerimde olupta çıldırmasana
Ben gönül köşkümü açtmda sana
Sen sokak kapını aralamadın
Hançerle mavzerle yıkılmazdım da
Süründüm aklımı senle bozdum da
Ben sana yüzlerce roman yazdım da
Sen bana bir satır karalamadın
Onbinde bir kula nasip olsam da
Kadrimi bilmedin nimet olsam da
Ben senın bağına rahmet olsam da
Sen benim dağıma kar olamadın
Kalplere şifalar sunan meyvaydım
Her keyfe kedere derde devaydım
Ben senin bahtına gülen ayvaydım
Sen bana ağlayan nar olamadın
Yıllara mal oldu gözümden düşmen
Ey şimdi aynayla kavgalı düşman
Her zaman mahçupsan her zaman pişman
Sen kendine bile yar olamadın
Cemal Safi
19.10.2010 - 13:46
USTA
Ellerinden değil ayaklarından öpüyorum
Sebebim ustam koca babam
Sana yazıyorum ey gidi ihtiyar
Ellerinden değil ayaklarından öpüyorum
Köylüydün belki
ama onurlu mamur
Bilirdin bir çok şeyi bir çok bilenden
Sıcaklar altında orak sallayan
Güneşten kavrulan teni bilirdin
Kendini bilirdin kendini
Onaltı yaşındaydım
Bir gün türkiye tanıyacak diyordum beni
Rençperiydim vahşi ve çılgın saflıkların
Gülerdim benden ileri ve geri olanlara
Dengesiydim her ikisinin
Çocuksu, saf, masum gülerdim
Birazda erkekçe
Onaltı yaşındaydım
Kırıldım belki
defalarca bil ki eğilmedim
Utanmadım ruhuma çizilen resmin yırtılışından
Bir gül dalıydım koparılan
Çelik bir kol
Her fırsatta kasırgalaşan yellerinde
Yerlerinde yeller eser diyebilecek kadar büyümüştüm
Kırıldım belkİ
defalarca bil ki eğilmedim.
Bu ezan hangi selaya çıkar baba
Nefesim acıyor.
Sözlerim gözde kaldı artık
Kaşlarım sual.
Duymasın güzellerin gülü can birazdan gideceğimi
Birikmesin gözlerinde intihar yüklü bulutlar
Ben de yolculuk telaşı var.
Bu ezan hangi selaya çıkar baba.
Vurgun yedim baba vurgun
Oltu taşı tesbihim, tütün tabakam ve siyah çakmağım şahit
Bir de yüreğime çizdiğin resmin vardı yanımda
Üç damla kan düştü geceye
Üç damla baldıran zehri
Vurgun yedim baba vurgun
Ben böyle düşünmüyordum ölmeyi baba
Altından azgın suların geçtiği demir köprüde olacaktım
Rakipte olacaktı
İkimizin elinde iki 14lü ve gece
Birbirimize sıkarak koşacaktık birbirimize
Yıldızlar yağacaktı üzerime
Beni sabaha götüren.
Ben böyle düşünmüyordum ölmeyi baba.
Bir gece düşüme giren ihtiyar adam
'murad olsun söyleyim oğul' dedi
Zafer nerde gizlidir dedim
Ömrüne ömür can güzelin yüreğinde
Peki güneş nerede saklanır dedim
'yavuzun atının ak yelesindeki sırdır oğul' dedi
Bir gece düşüme giren ihtiyar adam.
Burda insanların yalnız ağzı var
Siyah beyaz bir fotoğrafın içindeyim muzdarip
Düşüncelerim kurşuna dizildi sabaha karşı
Esselatu hayrun minen nevm derken ezanlar
Açıldı sonsuza giden yol
Burda insanların yalnız ağzı var.
Ne açtı yüreğini güzellerin gülü can
Ne de beyaz atın yelesindeki sıra erdim
Ve buyur eyledi ötelerden o ihtiyar adam
Hoş geldin oğlum osman hoş geldin
Ne açtı yüreğini güzellerin gülü can
Ne de beyaz atın yelesindeki sıra erdim
Söz ve fon müzik: osman öztunç
18.10.2010 - 19:36
insanın sırtına ateşten gömleği giydirmektir ihanet.
kuru kalmış bir su yatağı,
siyah saçlara karşı çıkan beyazlardır ihanet....
ömürden çalıp götüren beyazlardır ihanet......
öylesine ki koynumda yılan beslemişim dedirtendir ihanet.......
şu topraklarda doğup büyüyüp,
sonra vatana millete karşı olup,
dağa çıkıp kahpece kurşun sıkmaktır ihanet.....
komşusunun malına canına,
namusuna göz dikmektir ihanet....
yanlış anlamalar,uygulamalar politikalar,yönlendirmelerdir ihanet.....
insan haklarını koruyacağım diye,insan hakları ihlal ediliyor diye,
müslüman vatanını işgal etmektir ihanet......
pardon ihanet olması için önce dost olması lazım değil mi?
insan ihaneti dostundan görür çünki.....
öyle çoktur ki ihanet sadece sevgilinin sevgiliye ihaneti yoktur...
ağaçları kesmektir doğaya ihanet....
dokuz ay karnında taşıyıp da altı yedi çocuğu büyüten anneye,
evlatların bakmamasıdır ihanet....
hastanelerde çile içinde muayene olmamıza,
reva göstermektir ihanet.
tüm bu yaşanmışlıkların ışığında,
her yerde hazır ve nazır olan vatanseverlere,
insanın sosyal ihanetin tanımını sorası geliyor....
hannane
17.10.2010 - 16:26
http://www.dailymotion.com/video/x6zdef_kivircik-ali-bilesin-2008_music
17.10.2010 - 08:34
http://www.edebyahu.com/forum/index.php? action=printpage%3Btopic%3D1365.0
“Âşık der incitenden,
İncinme incitenden,
Kâmil değildir o kimse,
İncinir incitenden,
Alvarlı Efe Hazretleri
Hiç kimseye hor bakma,İncitme, gönül yıkma! ”
Kulunun Kalbini Kıran Rabbini Karşısına Alır.
İnsan, yaratılmışlar arasında, Cenab-ı Hakk`ın halifesi olmaya, O`nun güzel isimlerini ve ulvî sıfatlarını tastamam yansıtma potansiyeline sahip, kainatın fihristi mahiyetinde, başka canlılardan pek çok farklı derinliklerle donatılmış biricik varlık; kalb de insanın manevî donanımında müstesna bir konum ve özel bir misyona sahip çok önemli bir rûhânî varlıktır. Allah Rasûlü aleyhissalâtü vesselâm, “Allah sizin kalblerinize bakar, sûretlerinize değil” buyurarak, onun bir ‘nazargâh-ı ilahî` olduğunu işaret buyurur. Bu Hadis-i Şerif`ten anlaşılmaktadır ki, Cenab-ı Allah`ın insanla muamelesi kalbine göre cereyan etmektedir. Nitekim, Yunus bize seslenirken,
“Ararsan Mevlâ`yı gönlünde ara” der. İşte bu ölçüdeki ehemmiyetine binaen sûfiler kalbe ‘hakîkat-i insaniye` namını takmışlardır.
Öteden beri söz erleri en çok bu hayatî latîfe etrafında çok söz etmiş, yazılar yazmışlardır, sohbetlerine, nazımlarına, nesirlerine hep onu mevzu etmişlerdir. Kalb etrafında cereyan eden hususlar arasında da kalb kırma ve gönül incitmenin ayrı bir yeri vardır.
Kalb, Gönül ve Cân Demektir; Aynı zamanda çok narin,alıngan ve kırılgandır.
Evet, bizde kalbe ‘gönül` de derler, ‘cân` da. Yine ‘cân` gibi Fârisî lisanından Türkçemize mâlolan ‘dîl` kelimesi de bu manada çok kullanılmıştır. Atalarımızın sözleri içerisinde yer alan, “ Gönül bir sırça kadehtir; kırılırsa yapılmaz ”
şeklindeki ifade, kalbin cam gibi kırılgan ve ince olduğunu, hiç umulmadık şekilde çarçabuk kırılabileceğini, telafisinin de hemen hemen imkansız olduğunu anlatır.
Yine ecdâdımızdan bize miras kalan, “gönül yıkmak”, “gönül kırmak”, “gönül yarası” gibi ibarelerde gönül hep kalb yerine kullanılmıştır. “Gönül koymak” gücenmek anlamında, “gönül yapmak”, yıkık ya da kırık bir gönlü tamir etme karşılığında, “gönül ehli” tabiri de, kalb-i selîme ulaşmış, halim, selim, olgun,bilgili,alim, fıtratlı kimseler manasında kullanılmıştır..
Her şeyden önce belirtmek gerekir ki, başkalarını incitmeyi, onların kalblerini kırıp, gönüllerini yıkmayı bir alışkanlık haline getirmiş insanlar ALLAH CC. kainata serpiştirdiği rahmet, merhamet ve şefkatten hissesini alamamış nasipsiz insanlardır. Böyleleri aynı zamanda insan olmanın en önemli yanlarından birini teşkîl eden his ve duygudan mahrum hissiz kimselerdir ve islami ahlak içerisinde çok mühim bir yeri olan nezâket, güleryüzlülük ve kem söz söylememe, kem bakışta bulunmama gibi lütuflardan mahrumdurlar. Evet, kalb kırmak tek kelimeyle kaba bir tavırdır ve kabalık sadece, bedevîlere yaraşır.
Allah cc., kullarına her zaman sabrı şiar edinmelerini, dillerine hâkim olmalarını ve gayzlarını yutmalarını emretmenin yanında, “ Ben kalbi kırık olanların yanındayım ” buyurmak suretiyle, kullarının gönüllerini incitenlerin -bilmeyerek bile olsa- yaradanı yani ALLAH cc. karşılarına alacaklarına işaret buyurmuştur ki, buda oldukça derin ve anlamlıdır..
Efendiler Efendisi de, gerçekten inanmış bir insanın en önemli vasfının diğer insanları eliyle ve diliyle rahatsız edip incitmemesi olduğunu ifade ederek bu husustaki en kesin
kâideyi koymuştur. Yine O`nun beyanlarına müracaatla söyleyecek olursak, kendi kalbinin rencide edilmemesini, gönlünün kırılmamasını arzu eden bir kimse başkalarının kalbini kırmaktan da hazer eder, sakınır. Zira, hakîkî mümin kendisi için istediğini kardeşleri için de arzular; şahsı için istemediği şeylerin başkalarının başına gelmesine de gönlü razı olmaz.
Kalb Allah`ın Evidir
Büyükler hep öyle demişler; kalbi Kâbe`ye müsavî hatta ondan daha üstün tutmuşlardır. İbrahim Hakkı merhum meşhur şiirinde,
“Dil beyt-i Hudâ`dır, ânı pak eyle sivâdan
Kasrına nüzûl eyleye Rahman gecelerde”
diyerek kısa yoldan bu gerçeği ifade eder. Kalbin Zümrüt Tepeleri`nde bu konunun temeli şu cümleyle ifade edilir: kalb, Kâbe`den daha üstün görülmüştür.”
Şu çeşmeye bak su içecek tası yok,
Kırma kimsenin kalbini, Yapacak ustası yok.
Kalb, Kâbe`ye benzetilince kalb kırmak da Kâbe`yi yıkmaya kıyaslanır olmuştur. Mesela, bu manada “Kâbe`yi yıksam, yeniden yapabilirim, ama kırılan bir kalbi kat`iyen” şeklindeki ifade, İslam`ın yüz akı Hazreti Ömer`e izâfe edilir. İşin doğrusu, Hazreti Ömer gibi bir gönül insanının böyle bir şey söylemesi kadar tabiî bir şey olamaz.
Müminleri incitip onların kalblerini kırmanın büyük bir vebal olduğunu düşünen Allah dostları, bir gönül yıkmanın Kâbe`yi yıkmak kadar günah olduğunu, hâkezâ, bir gönül yapmanın da Kâbe`yi yeniden inşa etmek kadar sevap olduğunu dile getirirmişlerdir. Onlardan biri olan Hazreti Mevlânâ, “Bir defa kalb kırmak, Kâbe`yi alt üst etmekten daha kötüdür. Zira Kâbe`yi Hazreti İbrahim inşa etmiş, gönlü ise Hazreti Allah yaratmıştır” der.
İnsan kalbinin çok hassas ve kırılgan olması üzerinde en fazla duranlardan birisi de yanık şairimiz Yunus Emre`dir. Kalb kırmanın, gönül incitmenin ne büyük bir hata olduğu mülahazası onun pek çok mısraına misafir olmuştur. İşte onlardan ikisi:
“Gönül Çalab`ın tahtı, Çalab gönüle baktı
İki cihan betbahtı, kim gönül yıkar ise.”
“Bir kez gönül yıktın ise bu kıldığın namaz değil,
Yetmiş iki millet dahi elin yüzün yumaz değil”
Kalb kırmak biraz da başkalarını hor ve hakir görmenin neticesidir. Evet, insanın kendisini üstün ve faziletli görmesinin, zayıf karakterli ve bencilliğinin ‘tabiî` sonucu başkalarını hor görmesi, dolayısıyla da tahkir etmesi, küçük düşürmeye çalışmasıdır. Takdir edilir ki, böyle bir tavır ve davranış Allah nezdinde hiç de hoş görülmeyecek yanlış bir davranıştır. Çünkü Yaratıcı`ya nispetle bütün insanlar kuldur ve kullukları açısından da herhangi birinin diğerlerinden hiçbir üstünlüğü yoktur. Üstünlük sadece ve sadece dini diyanet yapma yani hayata hayat kılma hususundaki hassasiyet ve titizlikte aranmalıdır.
Bu ise tamamen bir kalb işidir; hiç kimsenin bir başkasının kalb balansını ölçüp değerlendirme gibi bir imkanı ve selâhiyeti olmadığına göre, kendilerini başkalarının üstünde gören insanlar kibir ve haram gibi insanı ateşe götüren iki karanlık tünele girmiş sayılırlar. Allah bizleri böyle yanlışlara düşmekten korusun.
Başkalarını hor görmenin o insanları incitmeye bâdî olabileceğini merhum Erzurumlu İbrahim Hakkı hazretlerinin şu vecîz beytinde ne güzel ifade edilir:
“Hiç kimseye hor bakma
İncitme, gönül yıkma! ”
İnsanlara değer verenlerdir ki, onlar gönül kırmaktan, kalb incitmekten, yürek hırpalamaktan ısrarla kaçar, böyle bir hataya düşmeyi kendi hesaplarına büyük bir günah telakkî ettiklerinden dolayı da başkalarıyla pek titiz davranmak suretiyle peygamberane bir tavır sergilerler. Evet, bu incelik ve nezaket ufkuna ulaşmış edep kahramanları, değil kalb kırma, hayatlarını kalbleri tamir etmeye, gönülleri mamur kılmaya adamışlardır. Felsefenin onlarcasında fakirlerin, düşmüşlerin, muhtaçların ve gönlü buruk olanların kalblerini tamir etmek ibadetler çerçevesinde değerlendirilir.
Yine onlara göre gönül yapmak arş yapmak gibidir. Alvar İmamı,rahmetullahi aleyh, bir dörtlüğünde bize nasihatte bulunarak, kullarını incitmeyenleri, Allah`ın onların ayıplarını örtmek suretiyle mükafaatlandıracağını anlatır:
“Lutfî miskinlere merhamet eyle
Hizmet eyle cândan hürmetle söyle
Amandır incitme neylersen eyle
Uyûbun muhâsib müsetter eyler”
İncinme, İncinsen de İncitme
Kalb kırmamak kadar, kırılmamak, incitmemek kadar incinmemek de tasavvuf terbiyesinde önemli bir kemâl basamağı sayılmıştır. Merhum Sami Efendi`nin, “Kalb-i selîm, kimseyi incitmemek ve kimseden incinmemektir. Kimseyi incitmemek kolay, fakat başkasından incinmemek çok zordur. Asıl onun için gayret gösterilmelidir” dediği nakledilir.
Yine merhum Kenân Rifâî`ye nispet edilen, “İncinme, incitme” sözü bir hayli meşhur olmuştur. Zaten derviş-meşrepgönül insanı olmanın özünde de bu vardır, yani sevgi, müsamaha, hoşgörü insanı olabilmek.. Yaratan`dan ötürü yaratılanların kusurlarını görmemek.. en yanlış hâdiseleri bile sinesinde eritebilmek.. herkesi kendi konumunda kabullenebilmek.. kim olursa olsun herkes için ihtiyacına göre dua edip yalvarabilmek...
Allah`a hakikaten iman etmiş gönül insanları, Yunus`un da dile getirdiği gibi, gönülsüz olmalı, sövenlere, dövenlere ne elleriyle ne de dilleriyle mukabelede bulunma gibi bir yanlışa düşmemelidirler. Kalb kırmama, gönül incitmeme edep yolcusu için seyahatinde çok önemli bir adım ise, kırılmama ve incinmeme onun da ötesinde bir ikinci adımdır ve ayrı bir kalbî derinlik ve vicdan enginliği ister. Sadece bazı baba yiğitlerin kârı olan bu mertebe işin doğrusu her yiğide nasip olmaz; daha fazla gayret, daha fazla irade, daha fazla sabır, daha fazla alçak gönüllülük ister.
Evet, insan incinse de incinmemeli, zarara zararla mukabelede bulunma gibi Peygamber lisanında zulüm sayılmış bir işe asla teşebbüs etmemelidir. Yine Yunus bir dörtlüğünde,
“Aşık kişi miskin gerek
Yol içinde teslim gerek
Kim ne derse boyun eğe
Çare yok gönül yıkmaya”
diyerek bu hususa işaret eder ve Hak yolcularının ne tür muamelelere maruz kalırlarsa kalsınlar gönül yıkmaya asla ve asla haklarının olmadıklarını anlatmak ister.
Selam ve dua ile,Rabbim yar ve yardımcımız olsun
16.10.2010 - 18:55
http://www.tatliaskim.com/dini-konular/333677-allahtan-baskasindan-korkmamak.html
16.10.2010 - 14:06
haddimi bilirim..
Dünyanın tüm bilgelerinin 'en' bilgesine ‘en yaşlısına’ sormuşlar: 'En iyi bildiğin şey nedir? ' diye.
En bilge kişi, hiç düşünmeden cevabını vermiş:
'Haddimi bilirim...'
...'Had' kelimesi, kuru bir mantığın değil, bilinçli olanın tanımlaması, duruşudur. Bize durmamız gereken sınırları anlatır. Bu, herhangi bir konuda, kendi bilgimizi, konumumuzu ve boyutlarımızı bilip ona göre tavır koymamızı, görüş bildirmemizi sağlayan bir paylaşım ve açıklamadır.
Kısacası, kendini tanımak ve sınırlarını bilmektir.
Günümüzde ise maalesef, sınırlarının nerede başlayıp nerede bittiğini bilmeyenler yüzünden sürekli ‘sınır ihlallerine, toplumsal sıkıntılara’ tanık olmaktayız.
Etrafınıza bir bakın: Hemen her konuda, hepimiz uzmanız. Bir nebi misali, hemen her şeyi sanki doğuştan biliyoruz; öğrenmemize, merak ettiğimiz bir konuda emek harcamamıza hiç gerek yok. Günlük hayatta her alanda, bir an durup düşünmeden, gerçekten bilip bilmeden, cahilce, hemen her söze balıklama dalıp görüş bildiriyor, fetvalar veriyoruz. Özetle, otorite kesilmeye bayılıyoruz.
Bu olaylar, hakikat noktasının başlaması ile ilgili, kabul ediyorum. Ancak bu kez ortalık taklidi yetiştiricilerle dolup taşıyor.
Özellikle iyi bir şey yapıldığında veya bir başarı durumunda hemen ortaya atılıp eleştirilere başlıyoruz veya mevcut bir başarıdan kendimizi de mutlaka nemalandırma arzusundayız. Kaç kişi var tanıdığınız, kendini göstermeyen, ortaya koymayan! Belki bir elin parmaklarının sayısından daha az değil mi?
Peki, 'gel de sen yap, üret, konuş da derdini anlat bakalım' denilince de, donup kalıyoruz. Haddimizi bilme 'özürlüyüz', ama 'had bildirme' konusuna gelince üstün olan yanlarımız birden ağır basıyor. Kısacası, buna çok hevesliyiz. Konuşması gerekenler ise bilmediklerinden değil, usul ve erkân dairesinde kalıp 'hadlerini bildiklerinden' susuyor. Oysa işin ehli olanlarına, belirli bir düzeye gelmişlerin konuşmasına ve onların önerilerine, öğretmelerine, paylaşımlarına ne kadar çok ihtiyacımız var. Çünkü eski ve yeniyi hamur hale getirebilir, yepyeni boyutları ancak bu sayede görüp öğrenebilir, gelişebiliriz.
Dikkâtinizi çekecek bir hikâyeyle sözü noktalayalım:
Ulu bir çınar ağacının hemen yanında, küçük bir kabak filizi boy göstermiş. Bahar ilerledikçe, çınar ağacına sarılarak yükselmeye başlamış. Yağmurların ve güneşin etkisiyle hızla büyümeye başlamış, neredeyse çınar ağacıyla aynı boya gelmiş. Bir gün dayanamayıp sormuş çınar ağacına:
- Kaç ayda bu hale geldin ağaç?
- '82 yılda' demiş çınar...
- '82 yılda mı? ' diyerek katıla katıla gülmüş ve çiçeklerini sallamış kabak.
- Ben neredeyse iki ayda seninle aynı boya geldim bak!
- 'Doğru' demiş ulu çınar 'doğru.' Günler günleri kovalamış, sonbaharın ilk rüzgârları başladığında kabak önce üşümeye sonra yapraklarını düşürmeye, soğuklar arttıkça da aşağıya doğru inmeye başlamış. Bu defa endişeyle sormuş çınara: - Neler oluyor bana ağaç?
- 'Ölüyorsun' demiş çınar... 'Niçin? ' diye sormuş kabak.
- 'Benim seksen iki yılda geldiğim yere, sen iki ayda gelmeye çalıştığın için sevgili kabak' demiş çınar…
Anlayacağınız, olaylar kabak tadı vermeden; racon kesip çizmeleri aşmadan, bir an önce sorumluluklarımıza sahip çıkarak 'haddimizi bilmeyi' öğrenmeliyiz.
Tabi bu söylediklerim, kendi mantığını aşıp akıl almaz dünyalar peşine düşenlere değil, gerçekliğe kendini teslim edenleredir...
Kendine dikkat et. Sen et ve kemik yığını değilsin. Eğer öyle olsaydın sonsuzluğu yakalama kudretine sahip olmazdın.
İçindeki cevherin farkında ol. Önüne gelen ne olursa olsun boş geçirme. Sana bir şey öğretmek için ayağına kadar sunulmuş n...imettir. Gözünü çevir ve etrafında senin için pervane olan şeylere iyi bak. Farkındalığını artır.
Ayağına gelen her nimet mevlamın sana sunduğu armağandır. Senden istenen sadece sen olmandır. Kendini bulman ve kendi içindeki kudreti farketmendir.
Güzel bakmaya alıştığında, herşeyin aslının, aslında güzel olduğunu göreceksin. Dolayısıyla güzel olan hiç bir şeye kızmak ve ondan şikayet etmek zorunda kalmayacaksın.
Gözlerin, önündeki taşa takılıp düşmemen için değil, hayat yolunda ayakta durabilmen için lazımdır.
sevgiyle kalın...
15.10.2010 - 17:32
http://www.sinirsizvideoizle.com/izel-gurbet-dinle-izle-2010-28558.html
Gurbet o kadar acı ki
Ne varsa içimde
Hepsi bana yabancı
Hepsi başka biçimde
Ne bir arzum ne emelim
Yaralanmış bir elim
Ben gurbette değilim
Gurbet benim içimde
Eriyorum gitgide
Elveda her ümide
Gurbet benliğimi de
Bitirdi bir içimde
Ne bir arzum ne emelim
Yaralanmış bir elim
Ben gurbette değilim
Gurbet benim içimde
15.10.2010 - 09:30
Necip Fazıl Kısakürek
.
'Siz hiçbir sarrafın bağırdığını duydunuz mu? Kıymetli malı olanlar bağırmaz. Domatesçi, biberci ba...ğırır da kuyumcu bağırmaz. Eskici bağırır ama antikacı bağırmaz. insan bağırırken düşünemez. Düşünemeyenler ise hep kavga içindedir. Popçular, folkçular boğazlarını patlatana kadar bağırıp duruyor. Ama..! Dede Efendiyi okuyanlar bağırmıyor. 'İnsanın kazandığı paradan değil, paranın kazandığı insandan korkulur.'
%%%%%%%%%%%%%%%%%%%%%%%%
Bak..! Bil ki, domuzların önüne inciler serilmez...!
Mücevherden sarraflar anlar ancak, başkası bilmez...!
Ne fark eder ki kör insan için ELMAS da bir.. CAM da...!
Sana bakan bir kör ise, sakın kendini CAM'dan sanma..! !
Mevlana
12.10.2010 - 22:21
küçük insanlar,
büyük insanlardan intikam almak için,
büyük insanların yaralarını deşerler...
büyük insanlar yaralandıklarında,
küçük insanlar akbabaların leşe üşüşmesi gibi,
büyük insanların canını yakmak için tepesine üşüşürler...
büyük insanlar ise,onlardan intikam almak için,
yaralarını iyileştirmeye çalışırlar...
çünkü bilirler ki...
büyük insanlar yaralarını iyileştirince,
küçük insanların elinden silahlarını almış olurlar...
12.10.2010 - 18:52
http://facebookvideoindir.gen.tr/omer-faruk-tekbilek-burhan-ocal-i-love-you.html
11.10.2010 - 23:18
İnce Bir Ders
'Padişah acemi bir köleyle gemiye binmişti. Köle hiç deniz görmemiş, geminin mihnetini, (zahmetini, eziyetini) tatmamıştı. Ağlamaya, inlemeye başladı. Tir tir titriyordu.
Avutmak için çok uğraştılar ama bir türlü sakinleşmedi. Padişahın keyfi kaçtı. Herkes âciz vaziyetteyken gemide bulunan yaşlı bir adam padişahın huzuruna çıktı. ” Müsaade buyurursanız, ben onu sustururum! ” dedi. Padişah da ”lütfetmiş olursunuz! ” dedi.
Yaşlı adam emretti, köleyi denize attılar. Köle birkaç kere suya battı, çıktı. Sonra saçından yakaladılar, gemiden tarafa çektiler. Köle gemiye yaklaşınca iki eliyle dümene asıldı, oradan gemiye çıktı, bir köşede uslu uslu oturmaya başladı.
Yaşlı adamın yaptığı iş padişahı hayrete düşürdü. ” Bundaki hikmet (herkesin bilmediği gizli sebep, sır, bilinmeyen nokta) nedir? ” diye sordu. Yaşlı adam cevap verdi. ” Köle evvelce suya batmayı tatmamıştı. Gemideki selametin (kurtuluşun) kıymetini bilmiyordu. İşte huzur ve saadet (gönül ferahlığı, mutluluk ve her istediğine kavuşmak) de böyledir. Bir felâket görmeyen kimse, huzurun kıymetini bilemez. ”
10.10.2010 - 00:52
http://www.dailymotion.com/video/xa4sz4_dursun-ali-erzincanly-ynyirah-duasy_music
Şu veya bu sebebten dunyada zulum goren, eziyet ceken tum insanliga, yaradanin gonderdigi ben burdayim, merak etme mesaji olduguna inanirim.
bu surede; yeis ve umitsizlige kapilmanin anlamsizligini hatirlatan ilahi bir uyari vardir.
bu surede; her gecenin bir sabahi oldugunu, sabirla her engelin, yaradanin izniyle asilacagini bildiren mujde vardir.
ve bu surede; onumuzdeki engellerden korkmamaya ve bizi calismaya, cok calismaya yonelten muthis bir motivasyon vardir.
kuran-i kerimin butun sureleri gibi, mana, bilgi ve hikmet dolu, pinardan akan buz gibi suyun icimizi serinlettigi gibi, bu surede, manevi dunyamizi ferahlatiyor, yuregimizi hafifletiyor, ne mutlu rahmetinden yararlanana.
her surenin farklı bir yanı var, her birinde ayrı bir yol gösterici ama bu sure bambaşka bir şey. anlamında ayrı bir huzur, dinlediğinde daha bir başka huzur veriyor insana. birine inanmanın verdiği o değişik haz..
komik olan da ne kadar inandığımızı söylesek de onun 'ol' demesiyle bir şeylerin olacağına insanın sınırlı ZEKASIYLA tam olarak kavrayamaması.
duha suresiyle birlikte düşmek üzerindeyken tutuyor sanki seni, yalnız değilsin ki, Rabbin seni hiç unutmadı sen onu unutsanda..
Toplam 776 mesaj bulundu