'Evet, vatan hainiyim, siz vatanperverseniz, siz yurtseverseniz, ben yurt
hainiyim, ben vatan hainiyim.
Vatan çiftliklerinizse,
kasalarınızın ve çek defterlerinizin içindekilerse vatan,
vatan, şose boylarında gebermekse açlıktan,
vatan, soğukta it gibi titremek ve sıtmadan kıvranmaksa yazın,
fabrikalarınızda al kanımızı içmekse vatan,
vatan tırnaklarıysa ağalarınızın,
vatan, mızraklı ilmühalse, vatan, polis copuysa,
ödeneklerinizse, maaşlarınızsa vatan,
vatan, Amerikan üsleri, Amerikan bombası, Amerikan donanması topuysa,
vatan, kurtulmamaksa kokmuş karanlığımızdan,
ben vatan hainiyim.
Yazın üç sütun üstüne kapkara haykıran puntolarla:
Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ.'
Şiir: Nazım Hikmet Ran
Bu şiirin manasını kavrayamayan faşist ruhlu ahmak zihniyet hala Nazım Hikmet'e atıyor. Zira onların kulakları sağır, gözleri kör olmuş. Doğruyu anlıyamıyorlar sadece kendilerine öğretilenleri yazıp duruyorlar. Önceden ben Nazım Hikmet'i hiç sevmezdim. Şimdi ise sadece ona saygı duyuyorum. Kendilerini müslüman sanan canilerden Nazım Hikmet dahada müslümandır.
Bu yüzyılın dehalarından biri. En azından ne konuştuğunu bilen bir adam. Başkaları gibi kendi sözünün içinde kaybolmuyor. Atatürkçü, aydın, demokrat, vatan sever bir insan. Ecevit'ten sonra son yılların en büyük devlet adamı. Allah ondan razı olsun.
Önyargılı zihniyetler tarafından vatan haini, taraftarları tarafından ise vatan sever. Bence herhalde vatan severdir diye düşünüyorum. Tabi ki Allah daha doğrusunu bilir.
İmamlar bizim önderlerimizdir. Tabiki 12 imamlardan söz ediyorum. Sadece Hz Muhammet'in soyundan gelenleri (ehl-i beyti) imam sayarım. Tabi birde Camideki imamlar var. Onlarda namazda ümmete önderlik yaparlar.
SEKİZİNCİ İMAM HZ. İMAM ALİYY'ÜR RIZA'NIN HAYATI
Hz.İmâm Aliyy’ür Rızâ, Hicret’in 150. yılında Zilkade ayının 11. gününde Medine-i Münevvere’de dünyaya gelmişlerdir. Babaları Hz.İmâm Mûsâ-i Kâzım, valideleri Tâhire hatundur.
Hz.İmâm Aliyy’ür Rızâ’nın künyeleri “Ebû’l-Hasan”dır. Lâkapları “Rızâ, Sâbir, Radıyy, Zekiyy” ve “Veliyy”dir. En meşhur lâkapları “Rızâ”dır. Allah-ü Taâlâ’ya ve Peygamberine râzı olduklarından, herkesin râzılığını kazandıklarından dolayı, bu lâkapla anılmışlardır.
Hz.İmâm Aliyy’ür Rızâ’nın 4 erkek 1 kız olmak üzere 5 evlâdı olmuştur. Soyları Hz.İmâm Muhammed’ül Takiyy’ül Cevâd’tan yürümüştür. Hz.İmâm Aliyy’ür Rızâ, babaları Hz.İmâm Mûsâ-i Kâzım’ın Hak’ka kavuştuklarında, 31 yaşındaydı.
Hz.İmâm Mûsâ-i Kazım’ın ashâbından Muhammed bin İshak, Hz.İmâm’a;
“Dînimin esaslarını kimden öğreneyim, bana uyacağım kişiyi bildirmez misin? ” dedim.
Hz.İmâm:
“Oğlum Ali’dir” buyurdular.
Esasen Hz.İmâm Mûsâ-i Kâzım’da, kendilerinden sonra oğlu Aliyy’ür Rızâ’nın, imâm olacağını birçok vesilelerle ve birçok defa söylemişlerdi.
Bir gün Hz.İmâm Mûsâ-i Kâzım, ashâbının ileri gelenlerini toplamış, onlara;
“Biliyor musunuz, sizi niye çağırdım” buyurmuştur.
“Bilmiyoruz” demeleri üzerine, oğlu Aliyy’ür Rızâ’yı göstererek;
“Bu oğlum vasîymdir; benden sonra yerime o geçecek, halîfem o dur. Kime borcum var ise o ödeyecektir.” buyurmuşlardır.
Bir gün de evlâdına, Hz.İmâm Aliyy’ür Rızâ’yı göstererek;
“Bu oğlum” buyurmuşlardır; “Âl-i Muhammed’in bilginidir.”
Hz.İmâm Mûsâ-i Kâzım, babaları Hz.İmâm Cafer’üs Sâdık’ın kendilerine;
“Âl-i Muhammed’in bilgini senin sulbünde; O Emîr’ül-mü’minîn adaşıdır, keşke onun zamanına erişebilsem” diye buyurduklarını, rivâyet ederler.
İbrahim bin Abbas’is-Savli der ki:
“Hiç kimseyi görmedim ki Hz.İmâm Rızâ’ya bir soru sorsun da cevâbını almasın, ondan bilgin bir kimseye rastlamadım. Me’mûn, ona her hususa ait sorular sorar, adeta onu imtihana çeker, fakat her sorusunun da cevâbını alırdı. Ondan üstün bir kimseyi ne gördüm, ne işittim. Sözleriyle, hareketleriyle hiçbir kimseyi incitmemiştir. Söyleyeni, sözü bitinceye kadar dinler, kimsenin sözünü kesmezdi. İhtiyacı olup da kendisine baş vuran mahrum dönmezdi.
Hiç kimsenin yanında, ayağını uzattığı görülmemiştir. Hizmet edenlerine bile kötü söz söylediği, kötü muamelede bulunduğu olmazdı. Yemeklerini kendisine hizmet edenlerle yer, seyisini bile sofrasına oturturdu. Sadakası pek boldu. İhtiyaç sahiplerine, muhtaç oldukları şeyleri geceleyin gizlice kendisi götürür, kim olduğunu bildirmeden verir, dönerdi. Her ayın üç günü oruç tutardı. Gece namazını pek bırakmazdı. Gece uykusu pek azdı.”
Hârun’ür-Reşid, Hicri 193. yılında 44 yaşında öldü. 23 yıl hükümdarlık etmişti. Zamanı, İslâm tarihinin ilim, fen, sanat ve edebiyat bakımından en ileri devri olmakla beraber; zulüm, kahır, sefâhat ve sefâlet bakımından da en karanlık devriydi.
Hârun’ür-Reşid’in ölümünden sonra oğlu Emin saltanat tahtına oturdu. Hârun’ür-Reşid, Emin’i velîahd yapmış, ondan sonra da kardeşi Me’mûn’un, hükümdar olmasını kararlaştırmıştı. Emin, hükümdar olunca kardeşi Me’mûn’u velîahdlıktan azletti. Çünkü saltanatı oğlu Abdullah’a bırakmak istiyordu. Emin bu konuda kendisine engel olmak isteyen kimseyi dinlemedi ve kardeşi Me’mûn’u ortadan kaldırmak için, ordusunu üzerine gönderdi, fakat ordusu bozuldu ve kendisi Hicri 198. yılında öldürüldü. Başı, kardeşi Me’mûn’a gönderildi.
Rivâyete göre Me’mûn, kardeşi Emin’le savaşırken ona üst olursa, halîfeliği Hz.Ebû Tâlib soyundan en üstün birisine vermeyi adamıştı ve bu konuda şöyle söylediğini bildirirler:
“Yeryüzünde Hz.İmâm Rızâ’dan daha üstün birini bilmiyorum.”
Halîfe Me’mûn kardeşi ile olan savaşı kazandıktan sonra, Hz.İmâm Aliyy’ür Rızâ’ya bir mektup göndererek, hilâfeti kendilerine terk edeceğini bildirdi. Hz.İmâm Aliyy’ür Rızâ birçok sebepler ileri sürerek bu teklifi kabul etmediler. Me’mûn, Medine Vâlisine bir mektup gönderek Hz.İmâm Aliyy’ür Rızâ’yı, Kûfe ve Kum yoluyla değil de Basra ve Ehvaz yoluyla, Merv’e göndermesini emretmişti.
Hz.İmâm Aliyy’ür Rızâ, Hicret’in 201. yılında Mekke’den hareket ettiler. Hz.İmâm Nişabur’a gelince şehrin büyükleri onları karşıladılar. Bilginler nöbetle Hz.İmâm’ın bineklerinin yularını ellerine alıyorlar, halk her yandan bu muhteşem alayı karşılıyordu. Ertesi gün hareket ettikleri sırada Horasan’ın ünlü bilginlerinden birkaçı, Hz.İmâm’ın katırlarının yularını tutup and vererek, bir hadîs rivâyet etmelerini istediler.
Hz.İmâm Aliyy’ür Rızâ, mahâfilden başlarını çıkarıp şu hadîsi beyân buyurdular:
“Babam Mûsâ bin Cafer-il Kâzım bana dedi ki; babam Cafer’üs Sâdık buyurdu; babam Muhammed’ül-Bâkır bana; babam Ali bin Hüseyin Zeynel Âbidin söyledi dedi. O da, babam Hüseyin bin Aliyy’iş şehit bana; babam Emîr’ül-mü’minin Ali bin Ebû Tâlib dedi ki, buyurdu; kardeşim ve amcamın oğlu Abdullah oğlu Muhammed buyurdular ki; bana Cebrâil söyledi; O da noksan sıfatlardan münezzeh ulu Allah’tan duydum, buyurdu ki; «Allah’tan başka yoktur tapacak (Lâ ilâhe ill’Allah) . Bunlar benim “Ehl-i Beyt’im”dir. Kim “Ehl-i Beyt’ime” dahil oldu ise azâbımdan emindir»”
Hz.İmâm Aliyy’ür Rızâ bu hadîs-i şerifi, altın zincirle yani “Ehl-i Beyt” yoluyla Allah-ü Taâlâdan, Cebrâil vasıtasıyla Hz.Peygamber’e; ondan, babadan oğula hep imâmlar yoluyla gelen bu hadîs-i kudsîyi buyurmuşlar ve hadîs’e şu sözleri eklemişlerdi: “Fakat şartlarıyla; bende onun şartlarındanım.” Bu sûretle imâmetin dindeki yerini bildirmişlerdi.
Hz.İmâm Aliyy’ür Rızâ, gideceği yere varınca kendilerini o günkü halîfe Me’mûn, veziri, bilginler, seyyidler ve Abbas oğulları soyuna mensub olanlar karşıladılar. Hz.İmâm, Me’mûn ve veziri ile saraya vardılar.
Birkaç gün sonra hilâfet meselesi konuşulmaya başlandı. Me'mûn, hilâfeti Hz.İmâm Aliyy’ür Rızâ'ya vermek istiyordu. Hz.İmâm, bunu kabul buyurmadılar, hatta halka duyurulmamasını istediler. Bunun üzerine Me’mûn, velîahdlığı kabul buyurmalarını istedi ve bu hususta hiçbir özrünün kabul edilmeyeceğini bildirdi.
Hz.İmâm Aliyy’ür Rızâ, bu zorlama üzerine memleket işlerine karışmamak, hiçbir sûretle bir işe dair emir vermemek, hiçbir kimseyi bir vazifeye tayîn etmemek ve vazifeden azletmemek şartlarıyla velîahdlığı kabul buyurdular. Bu husustaki görüşüp, konuşma birkaç hafta sürmüştür.
Hz.İmâm Aliyy’ür Rızâ, bu iş için;
“Allah’ın benim ve sizin hakkınızda yapacağını, iradesinin ne olduğunu bilmem, hüküm ancak Allah’ındır” buyurmuşlardı.
Halîfe Me’mûn, bu velîahdlığı bir fermânla tesbit ettirdi. Hicri 201. yılında yazılan bu fermâna Hz.İmâm Aliyy’ür Rızâ, şu cümleleri yazıp imzalarını attılar:
“Rahmân ve Rahîm olan Allah adıyla dilediğini yapan Allah’a hamdolsun; hükmünü değiştiren, takdirini reddeden yoktur. O gözlerde gizlenen kötülükleri gönüllerde örtülü olan işleri bilir. Selâvat, Peygamberlerin sonuncusu olan Peygamberi Muhammed'e ve onun tertemiz soyuna.”
Yazılan fermân, bütün ileri gelenler tarafından imzalandı. Me’mûn, bütün ileri gelenlere, Hz.İmâm Aliyy’ür Rızâ’ya velîahd sıfatıyla bey’at etmelerini emretti. İlk bey’at eden, Me’mûn’un oğlu Abbas’tı. Ardından bütün devlet erkânı, Abbas oğullarının belirli kişileri, Horasan halkı, Hz.İmâm’a bey’at etti. Hicri 202. yılında halîfe Me’mûn, Hz.İmâm Aliyy’ür Rızâ’ya; “Halka bayram namazını kıldırmasını” ricâ etti. Hz.İmâm’ın özür dilemesine karşılık ricâlarını sürdürdü.
Bunun üzerine Hz.İmâm:
“Öyleyse” buyurdular; “Ceddim Resûlullah’ın sünnetine uyacağım.”
Me’mûn da, herkes de, namaza nasıl gidilecek, namaz nasıl kılınacak merak içindeydi. Emevilerin, Abbas oğullarının zamanlarında, halîfelerin namaza gidişleri bir debdebe, bir tantana, bir ululuk göstergesiydi. Halîfe, altınlarla mücevherlerle süslü bineğine biner, en yeni en ihtişamlı elbisesini giyer ziynetlere gark olup çıkardı. Hademi-Haşemi de aynı tarzda kendilerini halka gösterirlerdi.
Halîfe Me’mûn, bayram namazını kıldırması için hususi bineğini Hz.İmâm Aliyy’ür Rızâ’nın bulunduğu dairenin kapısına, kullarla-kölelerle göndermişti. Hz.İmâm Aliyy’ür Rızâ, bayram sabahı evden çıktılar. Üzerlerinde beyaz bir pamuk gömlek, başlarında sarık vardı. Ayakları yalındı, ellerinde de bir asâ vardı. Ashâbı ve yakınları da bu tarzda giyinmişlerdi. Biraz yürüyüp durdular ve “Allâh-ü Ekber” diye tekbir getirdiler. Tekbir sesini duyan herkes, bir ağızdan tekbir getirdi. Me’mûn’un adamları, Hz.İmâm’ı bu halde görünce, onlarda bineklerinden indiler, ayakkabılarını çıkardılar, yalın ayak yürümeye koyuldular. Hz.İmâm, bir müddet namaz-gâha doğru yürüyorlar sonra durup tekbir getiriyorlardı. Her yandan gelip toplanan halk da bir ağızdan tekbir getiriyordu. Herkes ağlamaktaydı ve heyecan içindeydi. Âdeta bütün şehir Hz.İmâm’la beraber yürümekte, Hz.İmâm’la beraber tekbir getirmekteydi.
Vezir Fazl, koşup bu hâli Me’mûn’a anlattı;
“Bu böyle giderse ne olacağı bilinmez” dedi.
Halîfe Me’mûn, Hz.İmâm Aliyy’ür Rızâ’ya birisini göndererek;
“Size zahmet verdik, makamınıza dönün, namazı her vakit kıldıran kişi kıldırsın” buyruğunu bildirdi. Bunun üzerine Hz.İmâm ayakkabılarını istedi, giyip makamına döndü. Halk da me’yus bir hâlde dağıldı.
Hicri 199. yılında Halîfe Me’mûn’un emriyle adamları çeşitli eyaletleri ele geçiriyor, buralarda hüküm sürüyorlardı. Bağdat’da da ayaklanmalar olmuştu. Hz.İmâm Aliyy’ür Rızâ’nın velîahdlık emri Bağdat’a bildirilince, Bağdatlıların bir kısmı bu emre uydu, bir kısmıysa Abbas oğullarına bağlılıkları yüzünden bu emri dinlemediler ve aynı yılın son ayında Me’mûn’u halîfe tanımadıklarını açıkladılar; yerine amcası Mehdî’nin oğlu İbrahim’i halîfe tanıyıp ona bey’at ettiler.
Hz.İmâm Aliyy’ür Rızâ, duyduklarını Me’mûn’a bildirdiler;
“Halk” buyurdular; “Senin hareketlerini, beni velîahd yapmanı beğenmiyor; Bağdat’da savaş başladı, bana da öğüt vermek vâcîb oldu, yakınlarından da memnun değiller.”
Halîfe Me’mûn, Hz.İmâm Aliyy’ür Rızâ’nın sözlerine uyup, Bağdat’a gitmeyi kararlaştırdı. Veziri de, kargaşalık yatışıncaya kadar Horasan’da kalınmasına taraftardı; fakat sözünü dinletemedi.
Sonunda Me’mûn, veziri ve Hz.İmâm Aliyy’ür Rızâ Irak’a yöneldi, birkaç konak aşıldıktan sonra, Veziri Fazl, bir hamamda üç kişi tarafından öldürüldü. Vezir Fazl’ı öldürenler tutulup Me’mûn’un yanına getirilince, halîfe Me’mûn’un yüzüne karşı; “Senin emrinle öldürdük” dediler. Me’mûn da onları öldürttü. Bu olay Serahs şehrinde oldu.
Tûs şehrine yedi konaklık yer kalmıştı ki, Hz.İmâm Aliyy’ür Rızâ hastalandılar. Tûs’a varılınca hastalık daha da şiddetlendi. Me’mûn hergün iki kere gelip Hz.İmâm’ı dolaşıyordu; kendisi de hastalanmıştı, yahut hastalanmış görünmek istiyordu.
Rivâyete göre; Hz.İmâm Aliyy’ür Rızâ’da, Me’mûn da yedikleri yemekten hastalanmışlardı. Bu hadiseden sonra halîfe Me’mûn iyileşmiş, Hz.İmâm Aliyy’ür Rızâ, zehirli yemeğin tesiriyle iyileşemeyip Hak’ka kavuşmuşlardır. Bu konuda birçok kaynaklar da Hz.İmâm’ın, halîfe Me’mûn tarafından, zehirlettirildiklerini bildirirler.
Hz.İmâm Aliyy’ür Rızâ, Hicret’in 203. yılında (Milâdi 818) Safer ayının 29. gününde Hak’ka vuslat etmişlerdir. Hz.İmâm’ın ömürlerinin müddeti 50 yıldır. Hz.İmâm Aliyy’ür Rızâ’nın kabri, İran’ın Tûs şehrinin Senâbâd köyündedir.
Kendilerinden sonra imâmet, oğlu Hz.İmâm Muhammed’ül Takiyy’ül Cevâd’a intikal etmiştir.
En doğrusunu Allah bilir.
Vecîzelerinin Bir Kısmı
Akıllı, her insanın dostudur. Bir Müslüman aklı, onda on hûy olmadıkça tamamlanmaz:
Ondan ancak hayır umulur. Halk onun şerrinden emindir. Başkasında gördüğü iyi şeyleri büyütür de kendi yaptığı iyi işleri küçük ve az görür. Ona biri muhtaç olursa, bundan dolayı bir kibir duymaz. Ömrünün uzun oluşu, onu devamlı bir şekilde daha fazla bilgi edinmekten alıkoymaz. Onun için, Allah için fakirlik, zenginlikten çok daha kıymetlidir. Allah için fakir düşmek, yükselmekten daha iyidir. Sabırlıdır. İstediği şeye saldırmaz. Gördüğü kimse için «Belki benden daha hayırlıdır» der. Çünkü insanlar iki kısımdır: Bir kısmı ondan daha hayırlı, bir kısmı ise ondan daha hayırsızdır, bunu bilir. «Belki onun hayrı gizlidir de benden yücedir. Benim ise hayır bildiğim şey kötüdür» diye düşünür. Kendisinden daha hayırlı bir kimse ile tanıştı mı, ona büyük saygı gösterirse kendi derecesi de artar. Hayırlı daha temiz olur. İyi bir adla anılır. Zamanın ulusu olur. Cenâb-ı Hak mal ziyanı etmeyi (isrâfı) , fazla mal istemeyi ve dedikoduyu sevmez. Cömert olan, bir yere davet edildi mi, benim de yemeğimi yesinler diye o davete gider. Hasis kişi ise sonra benim de yemeğimi yemek isterler düşüncesiyle, daveti kabul etmez. Çok namaz kılmak, çok oruç tutmak ibâdet değildir. İbâdet, Allah’ın yaptıklarını ve emirlerini çok düşünmektir. Dünyada şunlar yoktur: Hasis insanın rahatı, hased edici kıskancın, dünyadan zevk ve lezzet alması, çabuk usananın vefâsı, yalancının insanlığı. Ecel, isteğin âfetidir. İhsânda bulunmak, tedbirli insanın kazancıdır. İleri gidiş, kuvvet sahibinin felâketidir. Hasislik, şerefi alır götürür. Halkın en ulusu, iyilikte bulunanı; İyilikte bulunanın yardımına koşanı, yardım umanın ümidini gerçekleştireni, bir şeyi isteyenin isteğini yerine getireni, hayatta iken dostlarının, öldükten sonra da arkasından ağlayanların çoğalmasını isteyen ve buna göre davranan kişidir. Her insanın baş düşmanı bilgisizliktir. Her kim yaptıklarının muhasebesini kendi kendine yaparsa, bundan ancak kârlı çıkar. Kim bundan gaflet ederse sonunda zarar görür. Korkan ve çekingen emniyeti bulur. İbret alan görüş sahibi olur. Görmesini bilen anlar. Anlayan bilir. Bilgisiz dost, insan için sıkıntıdır. Malın en kıymetli olanı, insanın şerefini koruyan maldır. Aklın üstünü, insanın kendisini olduğu gibi bilmesi tanımasıdır. Îman sahibi kızdı mı, temkini elden bırakmaz da hiddeti aşmaz. Râzı oldu mu, bâtıla boyun eğmez. Gücü yettiği zaman da hakkından fazlasını almaz. İnsanların hayırlıları şunlardır: İyilik ettiler mi sevinirler. Kendilerine karşı işlenen suçu bağışlarlar. Kendilerine bir şey verildi mi, şükür ederler. Bir felâkete uğradılar mı sabrederler. İnsanlığı artan kimse herkes tarafından öğülür. Fakat o buna kıymet vermez. Susmak, hikmet kapılarından bir kapıdır. Susmak, sevgi kazandırır. Susmak, her hayırlı işin kılavuzudur.
Kıyamate yakın bir zamanda geleceğine inanılan İmam Mehdi'nin babası. Hz Peygamber soyundandır. Zamanının en büyük alimi, Allah dostudur. Onun zamanında kendisine denk hiç bir alim yoktur. kendisi çok genç bir yaşta 25 yaşında öldürülmüştür.
HARABİ YENİDEN MÜSLÜMAN OLDUM
Bir zaman camiye devam ederdim
Aklımca sanırdım müslüman oldum
Vaiz dinlemeye her gah giderdim
Me’mul[1] ederdim ki zi iman oldum
Sonra puthaneye eyledim devam
Baktımki Muhammed orada mihman
Imameyn masuman cümlesi tamam
Eski taatime peşiman oldum
Gördümki Muhammed Dede Babadır
Kıble kendi namaz niyaz ondadır
Bende secde ettim emri Hüdadır
HARABİ yeniden Müslüman oldum
Abdal'lar sadece alevilerden çıkar. Bu dereceye ancak aleviler erebilir. Zira onlardır Peygamber'in gerçek izinden gidenler. Yine onlardır dine bidat eklemeyenler. Teslim Abdal,Muhittin Abdal,Abdal Musa,Pirsultan Abdal,Kazak Abdal,Kaygusuz Abdal ve diğer Abdallar hepsi alevidir ve sadece alevilerce benimsenirler. Öteki kesimler bu yüzyılda abdalları kabul etmeye başladılar.
Allah'tan başka ilah yoktur. Hallac-ı Mansur Allah'tan ayrı değildir. O kendisini başka ilah olarak tanıtmadı bizlere. O Allah'ta buldu kendini. 'Enel Hak' dedi.
Enel Hak kadehiyle bir yudumcuk içen sızdı tanrılık şarabından
Şişelerle küplerle içtim ben sızmadım
Ben hacetler kıblesiyim
Gönül kıblesiyim ben
Ben cuma mescidi değil
İnsanlık mescidiyim ben
Mevlana Celalettin Rumi
30/9/2006 - TÜM MÜMİNLERİN(alevi-sünni) ORUCU KUTLU RAMAZAN
Kategori: SIRLI YAZILAR
Allah bu ayda oruç tutmamızı Kuran'ı Kerimde Bakara suresinde beyan etmiştir.Bazı kişiler bu orucun Kuran'ı Kerimde bir ay oruç tutun yazmadığını iddia ederler.Ama bence Ramazan Orucu bir aydır.Zira Bakara Suresi 185. Ayette '...sizden her kim bu ayda şuhudda ise,onda oruç tutsun.Kim de hasta,yahut seferde ise tutamadığı günler sayısınca diğer günlerde kaza etsin'.Bu ayetten her akl-ı selim insan Ramazan orucunun bir ay olduğu sonucuna varır.Bir ay olmadığını iddia edenlerin delillerini ise göz ardı edemem ve onlara asla kafirsiniz diyemem.Allah hataları şüphesiz affedendir
Yazan: Tufan
www.blogcu.com/kerrar
nazım hikmet
23.02.2007 - 11:57'Evet, vatan hainiyim, siz vatanperverseniz, siz yurtseverseniz, ben yurt
hainiyim, ben vatan hainiyim.
Vatan çiftliklerinizse,
kasalarınızın ve çek defterlerinizin içindekilerse vatan,
vatan, şose boylarında gebermekse açlıktan,
vatan, soğukta it gibi titremek ve sıtmadan kıvranmaksa yazın,
fabrikalarınızda al kanımızı içmekse vatan,
vatan tırnaklarıysa ağalarınızın,
vatan, mızraklı ilmühalse, vatan, polis copuysa,
ödeneklerinizse, maaşlarınızsa vatan,
vatan, Amerikan üsleri, Amerikan bombası, Amerikan donanması topuysa,
vatan, kurtulmamaksa kokmuş karanlığımızdan,
ben vatan hainiyim.
Yazın üç sütun üstüne kapkara haykıran puntolarla:
Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ.'
Şiir: Nazım Hikmet Ran
Bu şiirin manasını kavrayamayan faşist ruhlu ahmak zihniyet hala Nazım Hikmet'e atıyor. Zira onların kulakları sağır, gözleri kör olmuş. Doğruyu anlıyamıyorlar sadece kendilerine öğretilenleri yazıp duruyorlar. Önceden ben Nazım Hikmet'i hiç sevmezdim. Şimdi ise sadece ona saygı duyuyorum. Kendilerini müslüman sanan canilerden Nazım Hikmet dahada müslümandır.
deniz baykal
20.02.2007 - 16:12Bu yüzyılın dehalarından biri. En azından ne konuştuğunu bilen bir adam. Başkaları gibi kendi sözünün içinde kaybolmuyor. Atatürkçü, aydın, demokrat, vatan sever bir insan. Ecevit'ten sonra son yılların en büyük devlet adamı. Allah ondan razı olsun.
nazım hikmet
20.02.2007 - 16:05Önyargılı zihniyetler tarafından vatan haini, taraftarları tarafından ise vatan sever. Bence herhalde vatan severdir diye düşünüyorum. Tabi ki Allah daha doğrusunu bilir.
Allah allah
19.02.2007 - 16:20La ilahe illallah Muhammedün resulullah
Allah allah
19.02.2007 - 16:19Alevilerin cemlerde dedelerin okuduğu duanın yanı sıra söyledikleri zikir.
imam
19.02.2007 - 16:12İmamlar bizim önderlerimizdir. Tabiki 12 imamlardan söz ediyorum. Sadece Hz Muhammet'in soyundan gelenleri (ehl-i beyti) imam sayarım. Tabi birde Camideki imamlar var. Onlarda namazda ümmete önderlik yaparlar.
hanefi
19.02.2007 - 15:58İmam Cafer-i Sadık'ın öğrencisidir. İmam Hanefi tam bir ehl-i beyt sevenlerindendir. Allah onu rahmetiyle kuşatsın.
şah ismail (hatayi)
13.02.2007 - 20:00Hz Muhammet (sav) soyundandır. Ehl-i Beyt'tendir. Yani bir taraftan Türk bir taraftanda soyu Hz Peygambere ulaşır.
habib
13.02.2007 - 19:52Sevgili demektir. Habibullah'ta Allah'ın sevgilisi demektir. Hz Peygambere Habibullah denir.
çağ
13.02.2007 - 19:47gidene söven
geleni öven
güçlüyü seven
garibi döven
bu çağın düzeni
bu çağın düzeni
olmaz olsun
alçağın düzeni
yarına safra
vurguna şifre
zengine sofra
yoksula tafra
bu çağın düzeni
bu çağın düzeni
olmaz olsun
alçağın düzeni
koltuklar beleş
kuzgunlara leş
yiğide kalleş
kahpeye kardeş
bu çağın düzeni
bu çağın düzeni
olmaz olsun
alçağın düzeni
kuduza pençe
taşa kelepçe
konduya kepçe
villaya peçe
bu çağın düzeni
bu çağın düzeni
olmaz olsun
alçağın düzeni
ömer lütfi mete
harap
13.02.2007 - 19:41aşığın yüreği
Hz İmam Rıza
10.02.2007 - 07:56SEKİZİNCİ İMAM HZ. İMAM ALİYY'ÜR RIZA'NIN HAYATI
Hz.İmâm Aliyy’ür Rızâ, Hicret’in 150. yılında Zilkade ayının 11. gününde Medine-i Münevvere’de dünyaya gelmişlerdir. Babaları Hz.İmâm Mûsâ-i Kâzım, valideleri Tâhire hatundur.
Hz.İmâm Aliyy’ür Rızâ’nın künyeleri “Ebû’l-Hasan”dır. Lâkapları “Rızâ, Sâbir, Radıyy, Zekiyy” ve “Veliyy”dir. En meşhur lâkapları “Rızâ”dır. Allah-ü Taâlâ’ya ve Peygamberine râzı olduklarından, herkesin râzılığını kazandıklarından dolayı, bu lâkapla anılmışlardır.
Hz.İmâm Aliyy’ür Rızâ’nın 4 erkek 1 kız olmak üzere 5 evlâdı olmuştur. Soyları Hz.İmâm Muhammed’ül Takiyy’ül Cevâd’tan yürümüştür. Hz.İmâm Aliyy’ür Rızâ, babaları Hz.İmâm Mûsâ-i Kâzım’ın Hak’ka kavuştuklarında, 31 yaşındaydı.
Hz.İmâm Mûsâ-i Kazım’ın ashâbından Muhammed bin İshak, Hz.İmâm’a;
“Dînimin esaslarını kimden öğreneyim, bana uyacağım kişiyi bildirmez misin? ” dedim.
Hz.İmâm:
“Oğlum Ali’dir” buyurdular.
Esasen Hz.İmâm Mûsâ-i Kâzım’da, kendilerinden sonra oğlu Aliyy’ür Rızâ’nın, imâm olacağını birçok vesilelerle ve birçok defa söylemişlerdi.
Bir gün Hz.İmâm Mûsâ-i Kâzım, ashâbının ileri gelenlerini toplamış, onlara;
“Biliyor musunuz, sizi niye çağırdım” buyurmuştur.
“Bilmiyoruz” demeleri üzerine, oğlu Aliyy’ür Rızâ’yı göstererek;
“Bu oğlum vasîymdir; benden sonra yerime o geçecek, halîfem o dur. Kime borcum var ise o ödeyecektir.” buyurmuşlardır.
Bir gün de evlâdına, Hz.İmâm Aliyy’ür Rızâ’yı göstererek;
“Bu oğlum” buyurmuşlardır; “Âl-i Muhammed’in bilginidir.”
Hz.İmâm Mûsâ-i Kâzım, babaları Hz.İmâm Cafer’üs Sâdık’ın kendilerine;
“Âl-i Muhammed’in bilgini senin sulbünde; O Emîr’ül-mü’minîn adaşıdır, keşke onun zamanına erişebilsem” diye buyurduklarını, rivâyet ederler.
İbrahim bin Abbas’is-Savli der ki:
“Hiç kimseyi görmedim ki Hz.İmâm Rızâ’ya bir soru sorsun da cevâbını almasın, ondan bilgin bir kimseye rastlamadım. Me’mûn, ona her hususa ait sorular sorar, adeta onu imtihana çeker, fakat her sorusunun da cevâbını alırdı. Ondan üstün bir kimseyi ne gördüm, ne işittim. Sözleriyle, hareketleriyle hiçbir kimseyi incitmemiştir. Söyleyeni, sözü bitinceye kadar dinler, kimsenin sözünü kesmezdi. İhtiyacı olup da kendisine baş vuran mahrum dönmezdi.
Hiç kimsenin yanında, ayağını uzattığı görülmemiştir. Hizmet edenlerine bile kötü söz söylediği, kötü muamelede bulunduğu olmazdı. Yemeklerini kendisine hizmet edenlerle yer, seyisini bile sofrasına oturturdu. Sadakası pek boldu. İhtiyaç sahiplerine, muhtaç oldukları şeyleri geceleyin gizlice kendisi götürür, kim olduğunu bildirmeden verir, dönerdi. Her ayın üç günü oruç tutardı. Gece namazını pek bırakmazdı. Gece uykusu pek azdı.”
Hârun’ür-Reşid, Hicri 193. yılında 44 yaşında öldü. 23 yıl hükümdarlık etmişti. Zamanı, İslâm tarihinin ilim, fen, sanat ve edebiyat bakımından en ileri devri olmakla beraber; zulüm, kahır, sefâhat ve sefâlet bakımından da en karanlık devriydi.
Hârun’ür-Reşid’in ölümünden sonra oğlu Emin saltanat tahtına oturdu. Hârun’ür-Reşid, Emin’i velîahd yapmış, ondan sonra da kardeşi Me’mûn’un, hükümdar olmasını kararlaştırmıştı. Emin, hükümdar olunca kardeşi Me’mûn’u velîahdlıktan azletti. Çünkü saltanatı oğlu Abdullah’a bırakmak istiyordu. Emin bu konuda kendisine engel olmak isteyen kimseyi dinlemedi ve kardeşi Me’mûn’u ortadan kaldırmak için, ordusunu üzerine gönderdi, fakat ordusu bozuldu ve kendisi Hicri 198. yılında öldürüldü. Başı, kardeşi Me’mûn’a gönderildi.
Rivâyete göre Me’mûn, kardeşi Emin’le savaşırken ona üst olursa, halîfeliği Hz.Ebû Tâlib soyundan en üstün birisine vermeyi adamıştı ve bu konuda şöyle söylediğini bildirirler:
“Yeryüzünde Hz.İmâm Rızâ’dan daha üstün birini bilmiyorum.”
Halîfe Me’mûn kardeşi ile olan savaşı kazandıktan sonra, Hz.İmâm Aliyy’ür Rızâ’ya bir mektup göndererek, hilâfeti kendilerine terk edeceğini bildirdi. Hz.İmâm Aliyy’ür Rızâ birçok sebepler ileri sürerek bu teklifi kabul etmediler. Me’mûn, Medine Vâlisine bir mektup gönderek Hz.İmâm Aliyy’ür Rızâ’yı, Kûfe ve Kum yoluyla değil de Basra ve Ehvaz yoluyla, Merv’e göndermesini emretmişti.
Hz.İmâm Aliyy’ür Rızâ, Hicret’in 201. yılında Mekke’den hareket ettiler. Hz.İmâm Nişabur’a gelince şehrin büyükleri onları karşıladılar. Bilginler nöbetle Hz.İmâm’ın bineklerinin yularını ellerine alıyorlar, halk her yandan bu muhteşem alayı karşılıyordu. Ertesi gün hareket ettikleri sırada Horasan’ın ünlü bilginlerinden birkaçı, Hz.İmâm’ın katırlarının yularını tutup and vererek, bir hadîs rivâyet etmelerini istediler.
Hz.İmâm Aliyy’ür Rızâ, mahâfilden başlarını çıkarıp şu hadîsi beyân buyurdular:
“Babam Mûsâ bin Cafer-il Kâzım bana dedi ki; babam Cafer’üs Sâdık buyurdu; babam Muhammed’ül-Bâkır bana; babam Ali bin Hüseyin Zeynel Âbidin söyledi dedi. O da, babam Hüseyin bin Aliyy’iş şehit bana; babam Emîr’ül-mü’minin Ali bin Ebû Tâlib dedi ki, buyurdu; kardeşim ve amcamın oğlu Abdullah oğlu Muhammed buyurdular ki; bana Cebrâil söyledi; O da noksan sıfatlardan münezzeh ulu Allah’tan duydum, buyurdu ki; «Allah’tan başka yoktur tapacak (Lâ ilâhe ill’Allah) . Bunlar benim “Ehl-i Beyt’im”dir. Kim “Ehl-i Beyt’ime” dahil oldu ise azâbımdan emindir»”
Hz.İmâm Aliyy’ür Rızâ bu hadîs-i şerifi, altın zincirle yani “Ehl-i Beyt” yoluyla Allah-ü Taâlâdan, Cebrâil vasıtasıyla Hz.Peygamber’e; ondan, babadan oğula hep imâmlar yoluyla gelen bu hadîs-i kudsîyi buyurmuşlar ve hadîs’e şu sözleri eklemişlerdi: “Fakat şartlarıyla; bende onun şartlarındanım.” Bu sûretle imâmetin dindeki yerini bildirmişlerdi.
Hz.İmâm Aliyy’ür Rızâ, gideceği yere varınca kendilerini o günkü halîfe Me’mûn, veziri, bilginler, seyyidler ve Abbas oğulları soyuna mensub olanlar karşıladılar. Hz.İmâm, Me’mûn ve veziri ile saraya vardılar.
Birkaç gün sonra hilâfet meselesi konuşulmaya başlandı. Me'mûn, hilâfeti Hz.İmâm Aliyy’ür Rızâ'ya vermek istiyordu. Hz.İmâm, bunu kabul buyurmadılar, hatta halka duyurulmamasını istediler. Bunun üzerine Me’mûn, velîahdlığı kabul buyurmalarını istedi ve bu hususta hiçbir özrünün kabul edilmeyeceğini bildirdi.
Hz.İmâm Aliyy’ür Rızâ, bu zorlama üzerine memleket işlerine karışmamak, hiçbir sûretle bir işe dair emir vermemek, hiçbir kimseyi bir vazifeye tayîn etmemek ve vazifeden azletmemek şartlarıyla velîahdlığı kabul buyurdular. Bu husustaki görüşüp, konuşma birkaç hafta sürmüştür.
Hz.İmâm Aliyy’ür Rızâ, bu iş için;
“Allah’ın benim ve sizin hakkınızda yapacağını, iradesinin ne olduğunu bilmem, hüküm ancak Allah’ındır” buyurmuşlardı.
Halîfe Me’mûn, bu velîahdlığı bir fermânla tesbit ettirdi. Hicri 201. yılında yazılan bu fermâna Hz.İmâm Aliyy’ür Rızâ, şu cümleleri yazıp imzalarını attılar:
“Rahmân ve Rahîm olan Allah adıyla dilediğini yapan Allah’a hamdolsun; hükmünü değiştiren, takdirini reddeden yoktur. O gözlerde gizlenen kötülükleri gönüllerde örtülü olan işleri bilir. Selâvat, Peygamberlerin sonuncusu olan Peygamberi Muhammed'e ve onun tertemiz soyuna.”
Yazılan fermân, bütün ileri gelenler tarafından imzalandı. Me’mûn, bütün ileri gelenlere, Hz.İmâm Aliyy’ür Rızâ’ya velîahd sıfatıyla bey’at etmelerini emretti. İlk bey’at eden, Me’mûn’un oğlu Abbas’tı. Ardından bütün devlet erkânı, Abbas oğullarının belirli kişileri, Horasan halkı, Hz.İmâm’a bey’at etti. Hicri 202. yılında halîfe Me’mûn, Hz.İmâm Aliyy’ür Rızâ’ya; “Halka bayram namazını kıldırmasını” ricâ etti. Hz.İmâm’ın özür dilemesine karşılık ricâlarını sürdürdü.
Bunun üzerine Hz.İmâm:
“Öyleyse” buyurdular; “Ceddim Resûlullah’ın sünnetine uyacağım.”
Me’mûn da, herkes de, namaza nasıl gidilecek, namaz nasıl kılınacak merak içindeydi. Emevilerin, Abbas oğullarının zamanlarında, halîfelerin namaza gidişleri bir debdebe, bir tantana, bir ululuk göstergesiydi. Halîfe, altınlarla mücevherlerle süslü bineğine biner, en yeni en ihtişamlı elbisesini giyer ziynetlere gark olup çıkardı. Hademi-Haşemi de aynı tarzda kendilerini halka gösterirlerdi.
Halîfe Me’mûn, bayram namazını kıldırması için hususi bineğini Hz.İmâm Aliyy’ür Rızâ’nın bulunduğu dairenin kapısına, kullarla-kölelerle göndermişti. Hz.İmâm Aliyy’ür Rızâ, bayram sabahı evden çıktılar. Üzerlerinde beyaz bir pamuk gömlek, başlarında sarık vardı. Ayakları yalındı, ellerinde de bir asâ vardı. Ashâbı ve yakınları da bu tarzda giyinmişlerdi. Biraz yürüyüp durdular ve “Allâh-ü Ekber” diye tekbir getirdiler. Tekbir sesini duyan herkes, bir ağızdan tekbir getirdi. Me’mûn’un adamları, Hz.İmâm’ı bu halde görünce, onlarda bineklerinden indiler, ayakkabılarını çıkardılar, yalın ayak yürümeye koyuldular. Hz.İmâm, bir müddet namaz-gâha doğru yürüyorlar sonra durup tekbir getiriyorlardı. Her yandan gelip toplanan halk da bir ağızdan tekbir getiriyordu. Herkes ağlamaktaydı ve heyecan içindeydi. Âdeta bütün şehir Hz.İmâm’la beraber yürümekte, Hz.İmâm’la beraber tekbir getirmekteydi.
Vezir Fazl, koşup bu hâli Me’mûn’a anlattı;
“Bu böyle giderse ne olacağı bilinmez” dedi.
Halîfe Me’mûn, Hz.İmâm Aliyy’ür Rızâ’ya birisini göndererek;
“Size zahmet verdik, makamınıza dönün, namazı her vakit kıldıran kişi kıldırsın” buyruğunu bildirdi. Bunun üzerine Hz.İmâm ayakkabılarını istedi, giyip makamına döndü. Halk da me’yus bir hâlde dağıldı.
Hicri 199. yılında Halîfe Me’mûn’un emriyle adamları çeşitli eyaletleri ele geçiriyor, buralarda hüküm sürüyorlardı. Bağdat’da da ayaklanmalar olmuştu. Hz.İmâm Aliyy’ür Rızâ’nın velîahdlık emri Bağdat’a bildirilince, Bağdatlıların bir kısmı bu emre uydu, bir kısmıysa Abbas oğullarına bağlılıkları yüzünden bu emri dinlemediler ve aynı yılın son ayında Me’mûn’u halîfe tanımadıklarını açıkladılar; yerine amcası Mehdî’nin oğlu İbrahim’i halîfe tanıyıp ona bey’at ettiler.
Hz.İmâm Aliyy’ür Rızâ, duyduklarını Me’mûn’a bildirdiler;
“Halk” buyurdular; “Senin hareketlerini, beni velîahd yapmanı beğenmiyor; Bağdat’da savaş başladı, bana da öğüt vermek vâcîb oldu, yakınlarından da memnun değiller.”
Halîfe Me’mûn, Hz.İmâm Aliyy’ür Rızâ’nın sözlerine uyup, Bağdat’a gitmeyi kararlaştırdı. Veziri de, kargaşalık yatışıncaya kadar Horasan’da kalınmasına taraftardı; fakat sözünü dinletemedi.
Sonunda Me’mûn, veziri ve Hz.İmâm Aliyy’ür Rızâ Irak’a yöneldi, birkaç konak aşıldıktan sonra, Veziri Fazl, bir hamamda üç kişi tarafından öldürüldü. Vezir Fazl’ı öldürenler tutulup Me’mûn’un yanına getirilince, halîfe Me’mûn’un yüzüne karşı; “Senin emrinle öldürdük” dediler. Me’mûn da onları öldürttü. Bu olay Serahs şehrinde oldu.
Tûs şehrine yedi konaklık yer kalmıştı ki, Hz.İmâm Aliyy’ür Rızâ hastalandılar. Tûs’a varılınca hastalık daha da şiddetlendi. Me’mûn hergün iki kere gelip Hz.İmâm’ı dolaşıyordu; kendisi de hastalanmıştı, yahut hastalanmış görünmek istiyordu.
Rivâyete göre; Hz.İmâm Aliyy’ür Rızâ’da, Me’mûn da yedikleri yemekten hastalanmışlardı. Bu hadiseden sonra halîfe Me’mûn iyileşmiş, Hz.İmâm Aliyy’ür Rızâ, zehirli yemeğin tesiriyle iyileşemeyip Hak’ka kavuşmuşlardır. Bu konuda birçok kaynaklar da Hz.İmâm’ın, halîfe Me’mûn tarafından, zehirlettirildiklerini bildirirler.
Hz.İmâm Aliyy’ür Rızâ, Hicret’in 203. yılında (Milâdi 818) Safer ayının 29. gününde Hak’ka vuslat etmişlerdir. Hz.İmâm’ın ömürlerinin müddeti 50 yıldır. Hz.İmâm Aliyy’ür Rızâ’nın kabri, İran’ın Tûs şehrinin Senâbâd köyündedir.
Kendilerinden sonra imâmet, oğlu Hz.İmâm Muhammed’ül Takiyy’ül Cevâd’a intikal etmiştir.
En doğrusunu Allah bilir.
Vecîzelerinin Bir Kısmı
Akıllı, her insanın dostudur. Bir Müslüman aklı, onda on hûy olmadıkça tamamlanmaz:
Ondan ancak hayır umulur. Halk onun şerrinden emindir. Başkasında gördüğü iyi şeyleri büyütür de kendi yaptığı iyi işleri küçük ve az görür. Ona biri muhtaç olursa, bundan dolayı bir kibir duymaz. Ömrünün uzun oluşu, onu devamlı bir şekilde daha fazla bilgi edinmekten alıkoymaz. Onun için, Allah için fakirlik, zenginlikten çok daha kıymetlidir. Allah için fakir düşmek, yükselmekten daha iyidir. Sabırlıdır. İstediği şeye saldırmaz. Gördüğü kimse için «Belki benden daha hayırlıdır» der. Çünkü insanlar iki kısımdır: Bir kısmı ondan daha hayırlı, bir kısmı ise ondan daha hayırsızdır, bunu bilir. «Belki onun hayrı gizlidir de benden yücedir. Benim ise hayır bildiğim şey kötüdür» diye düşünür. Kendisinden daha hayırlı bir kimse ile tanıştı mı, ona büyük saygı gösterirse kendi derecesi de artar. Hayırlı daha temiz olur. İyi bir adla anılır. Zamanın ulusu olur. Cenâb-ı Hak mal ziyanı etmeyi (isrâfı) , fazla mal istemeyi ve dedikoduyu sevmez. Cömert olan, bir yere davet edildi mi, benim de yemeğimi yesinler diye o davete gider. Hasis kişi ise sonra benim de yemeğimi yemek isterler düşüncesiyle, daveti kabul etmez. Çok namaz kılmak, çok oruç tutmak ibâdet değildir. İbâdet, Allah’ın yaptıklarını ve emirlerini çok düşünmektir. Dünyada şunlar yoktur: Hasis insanın rahatı, hased edici kıskancın, dünyadan zevk ve lezzet alması, çabuk usananın vefâsı, yalancının insanlığı. Ecel, isteğin âfetidir. İhsânda bulunmak, tedbirli insanın kazancıdır. İleri gidiş, kuvvet sahibinin felâketidir. Hasislik, şerefi alır götürür. Halkın en ulusu, iyilikte bulunanı; İyilikte bulunanın yardımına koşanı, yardım umanın ümidini gerçekleştireni, bir şeyi isteyenin isteğini yerine getireni, hayatta iken dostlarının, öldükten sonra da arkasından ağlayanların çoğalmasını isteyen ve buna göre davranan kişidir. Her insanın baş düşmanı bilgisizliktir. Her kim yaptıklarının muhasebesini kendi kendine yaparsa, bundan ancak kârlı çıkar. Kim bundan gaflet ederse sonunda zarar görür. Korkan ve çekingen emniyeti bulur. İbret alan görüş sahibi olur. Görmesini bilen anlar. Anlayan bilir. Bilgisiz dost, insan için sıkıntıdır. Malın en kıymetli olanı, insanın şerefini koruyan maldır. Aklın üstünü, insanın kendisini olduğu gibi bilmesi tanımasıdır. Îman sahibi kızdı mı, temkini elden bırakmaz da hiddeti aşmaz. Râzı oldu mu, bâtıla boyun eğmez. Gücü yettiği zaman da hakkından fazlasını almaz. İnsanların hayırlıları şunlardır: İyilik ettiler mi sevinirler. Kendilerine karşı işlenen suçu bağışlarlar. Kendilerine bir şey verildi mi, şükür ederler. Bir felâkete uğradılar mı sabrederler. İnsanlığı artan kimse herkes tarafından öğülür. Fakat o buna kıymet vermez. Susmak, hikmet kapılarından bir kapıdır. Susmak, sevgi kazandırır. Susmak, her hayırlı işin kılavuzudur.
imam hasan askeri
05.02.2007 - 19:05Kıyamate yakın bir zamanda geleceğine inanılan İmam Mehdi'nin babası. Hz Peygamber soyundandır. Zamanının en büyük alimi, Allah dostudur. Onun zamanında kendisine denk hiç bir alim yoktur. kendisi çok genç bir yaşta 25 yaşında öldürülmüştür.
Harabi
05.02.2007 - 18:57HARABİ YENİDEN MÜSLÜMAN OLDUM
Bir zaman camiye devam ederdim
Aklımca sanırdım müslüman oldum
Vaiz dinlemeye her gah giderdim
Me’mul[1] ederdim ki zi iman oldum
Sonra puthaneye eyledim devam
Baktımki Muhammed orada mihman
Imameyn masuman cümlesi tamam
Eski taatime peşiman oldum
Gördümki Muhammed Dede Babadır
Kıble kendi namaz niyaz ondadır
Bende secde ettim emri Hüdadır
HARABİ yeniden Müslüman oldum
Şair:Edip Harabi
Şiir:Yeniden Müslüman oldum
Harabi
05.02.2007 - 18:50İÇERİZ ŞARAB
Ey zahit şaraba eyle ihtiram
Müslüman ol terk et bu kılükali
Ehline helaldir na ehle haram
Biz içeriz bize yoktur vebali
Sevap almak için içeriz şarab
İçmezsek oluruz düçarı azap
Senin aklın ermez bu başka hesap
Meyhanede bulduk biz kemali
Kandil geceleri kandil oluruz
Kandilin içinde fitil oluruz
Hakkı göstermeye delil oluruz
Fakat kör olanlar görmez bu hali
Sen münkirsin sana haramdır bade
Bekle ki içesin öbür dünyada
Bahs açma HARABİ bundan ziyade
Cünkü bilmez haram ile helali
nefes
04.02.2007 - 14:07Alevilerin söylediği nasihatlerdir. Bu nefesleri büyük alevi ozanları yazarlar. Pir sultan Abdal,Nesimi,Yemini,Şah hatai...
abdal
02.02.2007 - 18:55Abdal'lar sadece alevilerden çıkar. Bu dereceye ancak aleviler erebilir. Zira onlardır Peygamber'in gerçek izinden gidenler. Yine onlardır dine bidat eklemeyenler. Teslim Abdal,Muhittin Abdal,Abdal Musa,Pirsultan Abdal,Kazak Abdal,Kaygusuz Abdal ve diğer Abdallar hepsi alevidir ve sadece alevilerce benimsenirler. Öteki kesimler bu yüzyılda abdalları kabul etmeye başladılar.
abdal
02.02.2007 - 18:49Allah Ayhan Aytaç kardeşimizden razı olsun ne güzelde tanımlamış Abdal kelimesini.
Nakşibendi Tarikatı
02.02.2007 - 18:43Çok eskiden beri olan bi tarikat. Günümüzde hala yaşatılmaya çalışılıyor.
hallac-ı mansur
31.01.2007 - 21:09Allah'tan başka ilah yoktur. Hallac-ı Mansur Allah'tan ayrı değildir. O kendisini başka ilah olarak tanıtmadı bizlere. O Allah'ta buldu kendini. 'Enel Hak' dedi.
hallac-ı mansur
31.01.2007 - 21:05Enel Hak kadehiyle bir yudumcuk içen sızdı tanrılık şarabından
Şişelerle küplerle içtim ben sızmadım
Ben hacetler kıblesiyim
Gönül kıblesiyim ben
Ben cuma mescidi değil
İnsanlık mescidiyim ben
Mevlana Celalettin Rumi
hallac-ı mansur
31.01.2007 - 20:59Bana Allah'ı çağrıştırıyor.
ramazan
01.10.2006 - 11:0930/9/2006 - TÜM MÜMİNLERİN(alevi-sünni) ORUCU KUTLU RAMAZAN
Kategori: SIRLI YAZILAR
Allah bu ayda oruç tutmamızı Kuran'ı Kerimde Bakara suresinde beyan etmiştir.Bazı kişiler bu orucun Kuran'ı Kerimde bir ay oruç tutun yazmadığını iddia ederler.Ama bence Ramazan Orucu bir aydır.Zira Bakara Suresi 185. Ayette '...sizden her kim bu ayda şuhudda ise,onda oruç tutsun.Kim de hasta,yahut seferde ise tutamadığı günler sayısınca diğer günlerde kaza etsin'.Bu ayetten her akl-ı selim insan Ramazan orucunun bir ay olduğu sonucuna varır.Bir ay olmadığını iddia edenlerin delillerini ise göz ardı edemem ve onlara asla kafirsiniz diyemem.Allah hataları şüphesiz affedendir
Yazan: Tufan
www.blogcu.com/kerrar
yavuz sultan selim
27.09.2006 - 13:58ASİYİM
Asiyim yüzüm karasın sil Muhammet Mustafa
Dertliyim derdim çaresin kıl Muhammet Mustafa
Yerde görmez gökte görmez kör münafıklar seni
Yerde sensin gökte sensin ya Muhammet Mustafa
Başı üryan sine giryan kamu efgan ağlaşır
Çığrışıp feryat ederler ya Muhammet Mustafa
Dâr-ı veçhin çektiler iki gözüm nuruna
Neyleyim görmedi gözüm ya Muhammet Mustafa
Men ne günah işledim kimseler bilmez halim
Yazılı defterin içre sil Muhammet Mustafa
Ruz-ı mahşerde gelipte şefaat et sen bize
Vardığın Miraç Hakkı için ya Muhammet Mustafa
Hatai'm isyan içinde yüz tutup hazretine
Aybımızı gelme yüze ya Muhammet Mustafa
Şair: Şah İsmail Hatai
Şiir: Ya Muhammet Mustafa
Toplam 25 mesaj bulundu