Hakan Bintepe - Hakkında Yazdığı Tanıtım Yazısı

“Gott liebt uns, weil er uns erschuft! –
‘der Mensch schuft Gott!’ – sagt drauf ihr Feinen”

tanrı bizi seviyor, bizi yarattığı için!
“tanrıyı insan yarattı” dedi sivri zekalının biri
( Nietzsche)

Peki ya zaman? Ölüme doğru uzanan ve altı kalın keçeli kalemlerle çizilmek zorunda olan öykümüz, kime ne ifade ediyor? Avrupa Birliği düşünü en kabul edilir biçimiyle, halkların kardeşliği çerçevesinde hayal etmekten gayrı günahı olmayan ama faşizmle savaşma gücü bulamamak kompleksiyle malul Zweig sevgili eşiyle birlikte Brezilya’da canına kıymadan az önce tamamladığı Dünün Dünyası’nın önsözünü “ey anılar, benim yerime sizler konuşun, dilediğinizi seçin ve karanlıklarda unutulup gitmeden, hayatın bir aynasını ortaya koyun” diye bitirir. Anımsadıklarımız seçtiklerimizden ibarettir aslında. Geleceğe taşıdıklarımız bizim seçtiklerimizdir.

Anılar... İşimize gelmediği noktada kesip attığımız öyküler değil midir bir anlamda? Anılarımız aslında empresyonist tasarımlarımız değil midir? İyi ve kötü deneyimlerden mürekkep bir silsileden ibaret olan yaşam dediğimiz süreç aslında “bir iyi üç kötüyü götürür”den başka nedir ki? Cymbeline’de Belarius’a “Görüyorum ki derin kederler daha hafiflerini tedavi ediyor”, dedirtirken haksız mı Shakespeare? Peki ya son ana dek ayakta tutan yaşam direncine ne demeli? O neleri tedavi ediyor?

Gündüzleri doktorların ve yakınlarının yanında hastalığının karşısında en büyük umutsuzlukları yaşamış olan bir hastayı gece nöbetindeki sağlıkçılar için ayrılan odanın aralık kapısından izledinizse nasıl bir tanıma ulaşırsınız? Üstelik geceleri vücut direncinin daha düşük olduğunu biliyorsanız nasıl tanımlarsınız bunu? Doktora ya da çevredekilere nazlanmanın çok ötesinde bir şey bu. Kendi tercihimiz dahilindeyken büyük bir yüreklilikle kucağına atıldığımız ölümle, irademiz dışında bir nedenle burun buruna geldiğimizde kolay teslim olmak istemiyoruz. Bu noktada devreye bizi zaman zaman hayata küstüren kederli günlerimiz değil, yaşamımıza dair en güzel anlarımız giriyor devreye. Venedik Taciri’nde Nerissa’nın “ayın aydınlığında mumu farkedemezdik”, demesi gibi tıpkı.

Ben, babamın beynine dadanan urun; muhteşem oynadığı için asla yenemediğim karışık tavlada onu yenmeme yolaçtığı gün hissettiğim kederi anımsıyorum. Üstelik onu yendiğimi bile anlamamıştı. Bense mahsustan kaybedersem ona haksızlık yapmış olacağımı düşündüğümden ve aslında kötü oynamasının onun kafasının içindeki urlar yüzünden değil o anlık dalgınlığından olduğuna inanmak istediğimden yendim onu. O gün içimdeki umuda dair her şey bitmişti. Ama şimdi çok iyi anlıyorum ki babam o oyunu benle oynamaya cesaret ettiği o gün, içinde umudu büyütüyordu.

Şimdi o gün ona yenilmem gerektiğini anlıyorum.

Hakan Bintepe