Melike Toros Adlı Üyenin Nedir Yazıları - Ant ...

  • nirvana

    19.06.2004 - 17:48

    Dumb

    I'm not like them
    But I can pretend
    The sun is gone
    But I have a light
    The day is done
    But I'm having fun
    I think I'm dumb
    Or maybe just happy

    Think I'm just happy

    My heart is broke
    But I have some glue
    Help me inhale
    And mend it with you
    We'll float around
    And hang out on clouds
    Then we'll come down
    And have a hangover

    Have a hangover

    Skin the sun
    Fall asleep
    Wish away
    The soul is cheap
    Lesson learned
    Wish me luck
    Soothe the burn
    Wake me up

    I'm not like them
    But I can pretend
    The sun is gone
    But I have a light
    My day is done
    But I'm having fun
    I think I'm dumb
    Maybe just happy

    Think I'm just happy

    I think I'm dumb

  • taksim cumhuriyet anıtı

    19.06.2004 - 15:52

    Kaybolduunda çok yardımı olur..
    -Yaw olum nerdesiniz?
    -Atatürk anıtının oraa gel..
    -Taam

    Ya da böle turistler fln poz verirler önünde yarım saat, sırf gıcıklıına önünden geçersin yada fotoğrafın sırf en az bir karesinde çıkabilmek için debelenirsin (Abii be bizim hiç fotoğrafımız yok biliyormusun..Mod On)

    Böle bi de martı gibi etrafına tünemiş öle aval aval etraftaki insanları kesen tipler vardır eh yani ne diim :)

  • martı jonathan livingstone

    19.06.2004 - 01:13

    1.BÖLÜMDE HOŞUMA GİDENLER:

    *Suyun dibine çökerken garip bir ses duydu içinden. Çaresi yok. Ben bir martıyım. Kendi doğamla sınırlanmıştım. Eğer uçuş hakkında bunca şey öğrenmem gerekseydi, beyin yerine uçuş haritalarım olurdu.Hızlı uçmam gerekseydi, şahin gibi kısa kanatlarım olurdu.Ve balık yerine fareyle beslenirdim. Babam haklıymış, bu saçmalıkları unutmalıyım.Eve, sürüme dönmeliyim ve kendimle yetinmeliyim. Zavallı, sınırlı bir martı olarak kabullenmeliyim kendimi.

    *Ama hayır! Öğrendiğim her şeyi bir yana bırakmalıyım, unutmalıyım eski kendimi. Diğer martılar gibi sıradan bir martıyım ben ve onlar gibi uçacağım.

    *Ne hoştu düşünmemek ve kıyıdaki ışıklara doğru karanlıkta uçmak ne hoştu!
    *KARANLIK! (içindeki garip ses dehşetle haykırdı.) MARTILAR ASLA KARANLIKTA UÇMAZ!
    *İn aşağı! martılar asla karanlıkta uçmaz. Karanlıkta uçman gerekseydi gözlerin baykuş gözü olurdu.Beyin yerine uçuş haritaların..şahin gibi kısa kanatların..

    Ama sonra işte yitikliini bir yana bırakıp hırs yaparsın yada umut edersin başarabileceini ve;

    Başarısızlığı ya da ölümü bir an bile düşünmeden kanatlarını bedenine yapıştırdı, uçmaya başladı..

    Bir an önceki and içmeleri, kararları, hepsi unutulup gitmişti, rüzgarın hızı onları silip süpürüvermişti sanki. Ama kendine verdiği sözlerden caydığı için hiç bir suçluluk duymuyordu. Böyle sözler yalnızca sıradanlığı kabul eden martılar içindir.Öğrenimde yetkinliğin eşiğine ulaşan biri için bu tür sözler yoktur.

    *Bu hızda kanatlarını açıverecek olsa, milyonlarca minik martı zerreciğine parçalanacağını bilerek yutkundu.Ama hız gücün ta kendisiydi ve hız coşkuydu ve hız saf güzellikti.

    *Çarpışmak, anında ölüm olacaktı.

    *Zafer! Buydu ilk düşüncesi. Son hız!

    *..Gerçek bir anlam bu! Bilgisizlikten sıyrılıp çıkabiliriz, kendimizi mükemmel, zeki ve yetenekli yaratıklar haline getirebiliriz. Özgür olabiliriz! UÇMAYI ÖĞRENEBİLİRİZ.

    *Gelecek, umut pırıltısıyla çağırıyordu.*

    İşteeee en sevdiim bölüm..

    -Martı Jonathan Livingston! Ortaya çık!
    (Yaşlı kurultay başkanı en törensel sesiyle konuşmuştu. 'Ortaya öıkma' yalnızca büyük utanç ya da büyük onursuzluk anlamına gelirdi. Martı önderlerini saptamak için ise; 'Onur adına Ortaya Çıkma' çağrısı yapılırdı. Elbette, diye düşündü. Bu sabahki kahvaltı sürüsü yaptığım devrimi gördü. Ama ben onurlandırılmak istemiyorum ki! Önderlikte gözüm yok. Yalnızca buluşlarımı paylaşmak, önümüzde açılan engin ufukları göstermek istiyorum. Bu düşüncelerle ortaya doğru ilerledi.

    Yaşlı Kurultay başkanı:
    -Martı Jonathan Livingston..Martı Soydaşlarının bakışları altında, utanç adına ortaya çık.

    İşte o an, kaynar sular döküldü başından aşağıya. Dizlerinin bağı çözüldü, tüyleri sarktı, kulakları uğuldadı. Utanç adına ortaya çıkmak? Hayır olamaz! Ya devrim! Anlamıyorlar! yanılıyorlar.. yanılıyorlar!

    -..Bağışlanmaz bir sorumsuzlukla, Martı ailesinin geleneğini ve saygınlığını sarsarak..
    -..Bir gün, Martı Jonathan Livingston, sorumsuzluğunun zararını anlayacaksın. YAŞAMIN SIRRINA ERİLEMEZ.Yegane bilinen, bu dünyada yemek ve olabildiğince çok yaşamak için geldiğimizdir.

    Bir martının Kurultaya karşı yanıt hakkı kesinlikle yoktu ama Jonathan'ın sesi yükseldi.

    -Sorumsuzluk mu? Ama kardeşlerim! ..Yaşamın anlamını, daha yüce bir amacını bulan ve ona ulaşmaya çabalayan bir martıdan daha sorumlu biri olabilir mi?

    Ve bir yanıt..Tek bir tane ama..

    -Kardeşlik öldü!

    ...

    *Derdi, yalnızlık değildi.Öbür martıların,önlerindeki uçuş erincine inanmayı reddetmiş olmalarıydı. Onlar, gözlerini açıp bakmaktan kaçınmışlardı.

    *Uçmayı öğreniyordu ve karşılığında ödediği bedel nedeniyle pişmanlık duymuyordu. Martı Jonathan, bir martının yaşamını o denli kısaltan nedenlerin, sıkıntı, korku ve öfke olduğunu keşfetti ve bunları zihninden silerek uzun, güzel bir yaşam sürdü.

    -Kimsiniz siz?

    -Bizler senin süründeiniz Jonathan.Kardeşleriniz.Seni daha yukarılara çıkarmaya geldik, evine götürmeye.

    -Evim yok benim. Benim sürüm yok. Dışlanmışım ben. Şimdi Büyük Dağ rüzgarının tepesinde uçuyoruz. Bu yaşlı gövdeyi, belki ancak yüz metre daha yükseltebilirim, ama daha fazla değil.

    -hayır Jonathan, başarabilirsin. Çünkü öğrendin. Bir okul bitmiştir, başka bir okula başlama zamanıdır şimdi.

    O halde hazırım..

  • gitar

    19.06.2004 - 00:33

    Tektir bu alemde; Stratovarius grubunun gitaristi;

    TIMO TOLKKI

  • saçma şarkı sözleri

    16.06.2004 - 12:55

    Umm..
    I know u're around..
    I find u very traffic..

    I know u're around..
    I find u very traffic..
    I find u very traffic..

    Would u.. Umm..

    I know u're around..
    I find u very traffic..

    Would u..Umm..

    Umm..

    WOULD U GONNA GO BED WITH ME?

    :))))))))))

  • tapınak şövalyeleri

    16.06.2004 - 12:02

    Dan Brown'ın 'Da Vincinin Şifresi' kitabını okudun, bayıldın.. E ee sora dayanamadın, 'Melekler ve şeytanları' da yalayıp, yuttu isen ve geçmişin o gizemine tutulduysan kesinkes okumalısın ben öle yapıcam mesela.. :)

  • soğan

    16.06.2004 - 11:55

    Soğan doğrarken niçin gözümüz yaşarır?

    Soğanın anavatanının Güneydoğu Asya olduğu sanılıyor. Günümüzde ise dünyanın her yerinde, özellikle sıcak iklim kuşaklarında yetiştirilmekte ve tüketilmektedir. Soğanın tarihi o kadar eskiye gitmektedir ki, kayıtlı tarihten de önce Çin, Hindistan ve Ortadoğu'da yiyecek olarak kullanıldığı tahmin ediliyor.
    Soğan besleyici bir gıda olamsının yanı sıra müthiş bir aromatik özelliği de sahiptir. Bu aromada içindeki kükürtlü maddelerin büyük etkisi vardır, ancak aroma tek başına kükürtlü maddelerden kaynaklanmamaktadır. Soğan ve sarımsakta sülfür ihtiva eden amino asitlerin türevleri de vardır.
    Bir soğanı kestiğinizde bunlardan 'S1 propenylcysteinesulphoxide' adı verilen kısım çözülür ve gözlerimizi tahriş eden 'proponal-S oxit' adlı kısmı ortaya çıkar. Kimya ilminin karışık kelimeleri aklımızı karıştırmadan esasa geçersek, bu maddenin gözümüze değmesi ile bir çeşit hidroliz olur ve içinde eser miktarda bulunan sülfrik asit gözümüzü yakar ve yaşarmasına neden olur.
    Bu bileşimler çok dengeli değillerdir. Örneğin çok düşük bir ısı işlemi sonucunda dahi tamamen yok olurlar. Bu nedenle de pişmiş soğanda hiç bulunmazlar ve göz yaşartamazlar. Soğan doğrarken gözlerinizin yaşarmaması için önerilen birçok önlem vardır.
    Önce en ciddisini söyleyelim. Bazı aşçılar soğanı kesmeden önce ıslatmayı, keserken de ıslak tutmayıveya soğanı çeşmeden akan suyun altındfa kesmeyi öneriyorlar. Bir başka görüş ise soğan doğrarken ağızdan nefes almayı tavsiye ediyor. Bu görüşe göre gaz nefesimizle birlikte burnumuza girip gözümüze yaklaşmak yerine doğrudan ciğerlerimize girer ve çıkarmış. Bunu sağlamak için de dişlerimizin arasına bir metal kaşık koymak yeterliymiş.
    Soğan doğrarken gözlerimizin yaşlanmasını önlemek için, dudaklar arasına bir limon dilimi, dişler arasına bir kesme şeker veya dörtte bir dilim ekmek bulundurmayı önerenler de var. Böylece ağzımıza alacağımız bu gibi şeylerin, aldığımız nefesteki sülfür gazını emdiğini iddia ediyorlar.
    Diğer görüşler ise, soğanın doğranılmasına tepesinden başlanılması ve cücüğünün en sona bırakılması veya soğanı doğramadan önce yarım saat buzdolabında tutulması şeklinde. Soğan doğrarken deniz gözlüğü veya kontakt lens takılmasının faydalı olacağını ileri sürenler de var. Bu kadar çok önlem seçeneğinin içinde, siz bir tanesini bile uygulamıyorsanız, yapacak bir şey yok, soğanı ağlaya ağlaya doğramaya devam edeceksiniz.

  • fibonacci sayıları

    15.06.2004 - 16:00

    Daha düzgün anlat şunu.. :)
    1 den başlanılarak (bu sayıya her hangi bir işlem olmaz çünkü başında bir sayı yok. 2. olarak yine 1 yazılır ve bu yanyana yazılan 1 ler toplanır.2 elde edildiğinde ise süre gelen bir yöntem uygulanır, her sayı, kendinden önce gelen sayıyla toplanarak yazılır.

    1 1 2 3 5 8 13 21 34 55..

    (1+1=2+1=3+2=5+3=8+5=13+8=21+13=34+21=55...)

  • araba

    15.06.2004 - 15:54

    Arabaların arka camları niçin tam açılamıyor?

    Bilindiği gibi pek çok model binek arabalarda arka kapıların camları dibine kadar tam açılamaz. Yaklaşık üçte bir mesafeye gelince dururlar. Tabii bu sürücüler için bir problem değildir. Onlar ön camları tam açıp püfür püfür giderler. Klimalı araç sayısı çoğalıp tüm camların kapalı tutulması durumu ortaya çıkınca arka camların tam açılamaması konusu gündemden iyice düşmüştür.
    Arabaların arka camlarının tam açılmamasının içeriye egzos gazı, böcek veya gürültü girmesiyle ve arabanın emniyetiyle biri alakası yoktur. Arabaları dizayn eden mühendisler bunu kullanıcıların çocuklarının arabadan sarkmamaları için tercih ettiklerini söylüyorlar. Hatta arka camların açılmaması için arabaya kilit dahi koyuyorlar.
    Gerçek ise farklıdır. Performansı en yüksek arabayı yapabilmek için katlanılması gereken bir durumdur bu. Dikkat ederseniz orta ve küçük boy arabaların çoğunda arka tekerlekler arka kapılara çok yakındır. Bu nedenle ön ve arka kapıların şekilleri farklıdır. Ön kapıda camın dibine kadar girmesi için yer varken arka kapılarda tekerleğin ve çamurluğunun konumlarından dolayı alt kısım daraldığından yer yoktur. Bu, şekilden dolayı zaten arka kapıdan inmek de daha zordur. Cam, kapının düz devam eden kısmındaki yuvasına kadar inebilir, daha sonra gidebileceği bir yer yoktur.
    Peki arabalarımızın kapıları niçin arkadan öne doğru açılıyor? Bir sürücü olarak kapınızı hep sol elle açtığınız dikkatinizi çekti mi? Kapı arkadan öne doğru açıldığından zaten sağ elle hiç denemeyin sorun yaşarsınız. Arabaların ilk yapıldıkları zamanlarda kapıların menteşe ve kilit sistemleri bugünkü kadar sağlam değildi. Ancak insanların çoğu sağ ellerini kullandıklarından sürücü tarafındaki kapı önden arkaya açılır şekilde yapılıyor, diğer kapı(lar) da da bu şekle uyuluyordu.
    Bu durum hareket halinde iken aniden açılan kapının karşıdan gelen hava akımıyla kapanamamasına hatta kopmasına yol
    açabiliyordu. Bu nedenle kapıların arkadan öne doğru açılır şekilde yapılmasına başlandı. Artık kilit kazara boşalsa bile karşıdan gelen hava akımı kapının açılmasına müsaade etmiyordu.
    Konu arabalardan açılmışken fabrikadan yeni çıkmış arabalardaki güzel kokudan da söz edelim. 'Yeni araba kokusu' denilen ve insanların hoşuna giden bu koku tek bir koku olmayıp, birçok kokunun birleşmesinden oluşan çok özel bir kokudur. Zamanla kaybolur ve arabaya asılan suni koku yayıcılardan hiçbirinin kokusu onun yerini tutamaz.
    Bu koku, boya ve boyadan önce kullanılan astar boya, konsolda, pencere ve kapılarda kullanılan lastik ve plastik malzemelerin kokularının bir karışımıdır. Bunlara yapıştırıcıların, izolasyon malzemelerinin, koltuklardaki kumaşın, deri parçalarının ve döşemelerde kullanılan vinilin kokuları da karışır. Ortaya çok özel ve taklidi imkansız bir koku çıkar.

  • blind guardian

    15.06.2004 - 15:52

    Time.. What Is Time?

    When the moonchild is crying
    And silence has broken
    The darkest truth

    The things she remembered
    Had never been her own
    Replicant or human
    I know the way to show
    What do I see
    What will I find
    Know the answer inside
    It's your last step

    Time what is time
    I wish I knew how to tell you why
    It hurts to know
    Aren't we machines
    Time what is time
    Unlock the door
    And see the truth

    Then time is time again

    [Whispering]
    These dreams were never mine
    It's cold inside
    It's gone forever
    The things he saw
    Who can say what's wrong or right
    The vision of a free life
    His eyes had seen it all
    For what
    He's asking
    The vision, vision, vision
    I know it's all a lie
    I'll remember the past life
    And I'll remember time

    What did I see
    What have I done
    God I knew the answers
    When he felt so tired

    Time what is time
    Come lock the door don't let me in
    I am the one your destiny
    Time what is time
    Reality - it hurts me so
    When time is time again

    Look into my eyes
    Feel the fear just for a while
    I'm a replicant and I love to live
    Is it all over now
    Only these years
    I'll leave but I'm singing

    Time what is time
    He saw it clearly it's too late
    It does not heal but it lets us forget
    Time what is time
    We'll never know
    So don't take care
    Then time is time again

    Should I forget
    The way I feel
    God he knows how long I tried
    Feel there is no reason to cry
    I live my life
    In fortune dreams forever

  • zombie

    15.06.2004 - 15:36

    Hadiiiiii :)))

    'Zombie'

    Another head hangs lowly,
    Child is slowly taken.
    And the violence caused such silence,
    Who are we mistaken?

    But you see, it's not me, it's not my family.
    In your head, in your head they are fighting,
    With their tanks and their bombs,
    And their bombs and their guns.
    In your head, in your head, they are crying...

    In your head, in your head,
    Zombie, zombie, zombie,
    Hey, hey, hey. What's in your head,
    In your head,
    Zombie, zombie, zombie?

    Another mother's breakin',
    Heart is taking over.
    When the vi'lence causes silence,
    We must be mistaken.

    It's the same old theme since nineteen-sixteen.
    In your head, in your head they're still fighting,
    With their tanks and their bombs,
    And their bombs and their guns.
    In your head, in your head, they are dying...

    In your head, in your head,
    Zombie, zombie, zombie,
    Hey, hey, hey. What's in your head,
    In your head,
    Zombie, zombie, zombie?

  • akvaryum

    15.06.2004 - 10:20

    Balıklarımı öldürdüüm yer.. Ühüü..

    Deep Not: Hayvanları sevmeyen, insanları hiç sevmez..

    Ama.. Ama.. Ben..

  • mor

    14.06.2004 - 21:44

    Nevrotik duyguları açığa çıkaran bir renkimiş.
    Aslında mor, acının rengidir.

  • ateist

    14.06.2004 - 21:40

    Eveeet ateistlik nedir? Şudur;

    - Ateist misin?
    - Hayır, Allaha inanmıyorum sadece.

    Bu karıştırılıyor..

  • ağrı dağı

    14.06.2004 - 21:38

    Bi çocuk vardı sınıfta, Ağrı da doğmuş fln.. Şey şarkısını sölerdik;

    Ağrı dağındaannnn uçtuuum,
    Çayıııırrr çimene düştüüüümm
    Çayır çimene düşştüüüüümm

    :)) Tabi müzik hocası bu parça çıktıında bi de ona çaldırdıında görünüz hali.. :)))

  • azrail

    14.06.2004 - 21:37

    O sabah Pollyanna kırlarda bayırlarda dolaşıyordu..

    - Lay lay lay lay loom,loom loom loom looom lay..

    Bir türkü tutturmuştu :) Ölee..Bayır aşşaa kayıyordu..

    -Allaaammmm ne kadar güsel herşey..Her şey ne kadar güsel bu sabah..Ah şu kuşlar ne güsel hava..da..A aaa birini vurdular! Yere çakıldı.. Olsun.. Yine de herşey güsel.. Lay lay lay lay loooomm

    Derkene önündeki belediye çukurunu görmeyen Pollyannamız (hemen de bizim oldu yalnız bu ne biçim bir sahiplenmedir yorabbim) dier dünyaya postalanır veeee o da ne? ? ? Pollyanna cehennemde..Nasıl yani? Cennetlik deilmiydi bu kız ya? ? ? Ve azrailin karşından..

    Azraille geçen dialog;

    - A aaa burası neresi abi?
    -Cehennem!
    -Niye bu kadar sıcak?
    -..
    - Olsun, sıcak derinin gözeneklerini açar, cilde iyi gelir,..
    -Ooff Pollyanna! Bu salaklıından dolayı burdasın zaten!

    (? !) :))

  • vurgun

    14.06.2004 - 12:00

    Vurgun yemek nasıl olur?

    İnsanlar yüzyıllardır su altına sadece zevk veya merak için değil, inci, mercan, sünger gibi şeyleri çıkarıp, geçimlerini sağlamak için de dalmışlardır.
    Deniz seviyesinde hava basıncı 1 atmosferdir. İnsan vücudunun solunum ve dolaşım sistemi bu basınca ayarlıdır. Ancak suyun içinde, derine gittikçe, her 10 metrede basınç 1 atmosfer daha artar. 30 metre derinliğe inildiğinde, akciğer kapasitesi dörtte birine düşer, kan basıncı artar, vücut ısısı düştüğünden kalbin atış hızı artar, bilinç bulanıklığı başlar. Bu nedenle yardımcı gereç kullanmadan 30 metrenin altına inmek tehlikelidir.
    Ancak tüple dalışında kendine özgü sorunları vardır. Derinde dış basıncın yüksek olmasından dolayı tüpten solunan havanın içindeki oksijen, azot gibi gazlar, dokulara daha küçülmüş bir hacimle dağılırlar.
    Eğer su yüzeyine süratle çıkılırsa, basıncın azalmasıyla bu gazlar da süratle genleşir. Oksijen dokularda kullanıldığından sorun yaratmaz, ama özellikle azot gazı damarlarda süratle genleşerek, damar tıkanıklığı, akciğer yırtılması ve hatta felç gibi önemli vücut hasarlarına yol açar.
    Bu şekilde vurgun yiyenler, süratle basınç odalarına alınırlar. Burada tekrar vurgun yediği derinlikteki basınç verilir ve dengeli olarak azaltılır. Bir başka önlem de vurgun yiyeni, aynı derinliğe tekrar indirmektir.
    Vurgun yememek için yüzeye yavaş çıkılmalı, hatta belirli derinliklerde beklenmelidir. İdeal çıkış hızı dakikada 20 metre olup, pratikte eğitmenler bunu dalgıç adaylarına 'yüzeye gelen en küçük hava kabarcığından daha hızlı çıkma' şeklinde öğretirler.

  • uyku

    14.06.2004 - 11:56

    (bence ölüme en yakın geçirilen boyuttur uyku)

    Uyku nedir?

    Uyku insan hayatında sırrı tam olarak çözülememiş enteresan bir olaydır. Uykunun nasıl olduğunu bir bakıma hepimiz biliriz. Uyuyan bir insanda aşağıdaki durumlar gözlemlenir;

    · Yatarak uyur.

    · Gözleri kapalıdır.

    · Çok yüksek bir ses olmadıkça, hiçbir şeyi işitmez.

    · Daha yavaş ve ritmik olarak nefes alır.

    · Adeleler tamamen gevşemiştir.(Eğer bir koltukta otururken uyumuşsanız, derin uykuda koltuktan düşebilirsiniz.)

    · Bir veya iki saatte bir kendi vücudunu elleri ile kontrol eder.

    Bunlara ilave olarak kalp atışı yavaşlar ve beyinde rüya denilen çok ilginç olaylar oluşur. Diğer bir deyişle uyuyan insan çevresinde oluşan şeylerin çoğuna ilgisizdir. Uyuyan bir insan ile komada olan bir hasta arasındaki en önemli fark, uykuda olanın yeterli bir dış müdahale ile uyandırılabilmesidir.
    Vahşi doğada yaşayan hayvanlar için bu düzgün ve etrafa ilgisiz, yaklaşık sekiz saatlik uyuma periyodu pek mümkün görünmemekte, bu durumun insanın evrimi süresince oluştuğu sanılmaktadır.
    Sürüngenler, kuşlar ve memeliler hepsi uyurlar. Onlar da uykularında kısa süreler için de olsa çevreleri ile ilişkilerini keserler. Bazı balıkların ve kurbağa gibi hem suda, hem de karada yaşayanların da belirli sürelerde aktivitelerini yavaşlattıkları, fakat hiçbir zaman çevre ile ilgilerini kesmedikleri biliniyor. Böceklerin ise uyuyup uyumadıkları bilinmiyor, ancak onların da bazıları gece, bazıları gündüz hareketsiz kalıyor.
    Beyin dalgaları üzerinde yapılan çalışmalar sonucu, sürüngenlerin rüya görmedikleri, kuşların çok az, memelilerin ise hepsinin uykularında rüya gördükleri saptanmıştır. İlginç olan noktalardan biri şu ki, inekler ayakta uyurken değil de, yatarken rüya görebilmektedirler.

    Hayvanların uyku süreçleri de farklıdır. Örneğin insan bir kere ve uzun süre uyurken, köpekler kısa aralıklarla bütün gün uyurlar. Hayvanların bazıları uyku için geceyi tercih ederken, bazıları gündüzü tercih eder.
    İnsanların uyku ihtiyacı yaşlandıkça azalır. Yeni doğmuş bir bebeğin uyku ihtiyacı günde 20 saat iken, dört yaşında 12 saate, on sekiz yaşında 10 saate düşer. Yetişkinler uyku için yedi-dokuz saate ihtiyaç duyarlar ama, genelde 6 saat yeterlidir.

  • uyku

    14.06.2004 - 11:52

    Uyurken beynimizde neler oluyor?

    Eğer bir insanın başına 'elektroensephalograf' (ezberlemeniz gerekmez!) adını taşıyan bir cihaz bağlarsanız, o insanın yaydığı beyin dalgalarını kaydedebilirsiniz. Uyanık ve hareketsiz durumdaki bir insanın beyni, saniyede on kez salınım yapan 'alfa' dalgaları yayar. Hareketli bir insanın beyni ise, salınımı iki kez fazla olan 'beta' dalgaları yayar.
    Uyku sırasında ise beyin, salınımları çok daha az olan iki yür dalgayı, 'teta' ve 'delta' dalgalarını yayar. 'Teta' dalagalarını salınımı saniyede 3.5 ila 7 arasında olup, 'delta' dalgalarınınki saniyede 3.5'tan azdır.
    İnsanın uykusu derinleştikçe, beyin dalgaları da yavaşlar. İnsanda en derin ve uyandırılmasının en zor olduğu uyku zamanında, beyin artık 'delta' dalgaları yaymaya başlamıştır.
    Şimdi geldik işin en ilginç yönüne. İnsan gece uykudayken çeşitli zamanlarda beklenmeyen şeyler oluşur. İngilizce'deki 'Hızlı Göz Hareketleri' kelimelerinin baş harflerinden alınarak 'REM' uykusu da denilen ve insanların çoğunluğunda bir gecede 3-5 kez görülen bu safhada, beyin dalagaları uyanık bir insanınki kadar hızlanır.
    Bir insanı veya bir köpeği REM uykuları sırasında seyrederseniz, gözlerinin öne ve arkaya hızla titrediğini görürsünüz. REM uykusu safhasında köpeklerin çoğunda, insanların ise bir kısmında, kollarda, bacaklarda ve yüz kaslarında seğirmeler de görülebilir.
    Rüya REM uykusu safhasında olur. Bu safhadaki bir insanı uyandırırsanız, rüyasını çok canlı hatırlar ve anlatabilir. REM safhası dışındaki uykularda insanlar genellikle rüya görmezler.
    Geceleri iyi bir uyku çekebilmek için, hem REM, hem de bunun dışındaki safhaların birlikte yaşanması gereklidir. REM kısmı uyku süresinin yüzde 25 kadarını kapsamalıdır. Normal uykudaki bir REM veya rüya bölümü 5 ila 30 dakika sürer.
    Uyku ilaçları daha çabuk ve derin uyumanızı sağlayabilirler ama uykunuzun ve özellikle de REM kısmının kalitesini değiştirirler. Uykudan önce alınan alkol de beyinin dalga yayma sistemini ve düzenini etkiler. Düzenli bir uyku için insan her zaman aynı saatte yatmalı, hafta sonları da dahil aynı saatte uyanmalıdır.

  • kırmızı

    14.06.2004 - 11:50

    Kırmızı renk boğaları niçin kızdırır?

    Aslında kırmızı renk hiçbir boğayı kızdırmaz. Çünkü boğalar renk körüdür ve kırmızıyı diğer renklerden ayırt edemezler. Boğa güreşinde matador boğayı eline aldığı şapkasını şalını sallayarak kızdırır. Boğanın kırmızı şala saldırdığı inancı yanlıştır.
    İspanya'da boğaların kırmızı renge saldırdığı inancı, matadorların kırmızı başlık kullanmaları nedni ile yaygınlaşmıştır. Halbuki başlıklarda bu renk boğayı kızdırmak için değil, seyircilere hoş görüntü verebilmek için seçilmişti.
    Kırmızı renk aslında insanları etkiler. Yapılan deneylerde bu rengin insanlarda kan basıncını yükseltip, kalp atışını hızlandırdığı saptanmıştır. Bunun nedeninin de kırmızının, kanın rengi olduğu sanılmaktadır.
    Boğalar arenada kırmızı rengi görünce asabileşmezler. Kendinizi boğanın yerine koyun. Etrafınızdaki çığlık atan binlerce insanın ortasında, tozlu, gürültülü ve çok sıcak bir ortamda, sırtınıza saplanmış onca kılıcın acısı içinde, bir de şapkasını şalını sallaya sallaya üstünüze gelen bir adam varsa, yani kızmak için bu kadar sebep varken, sırf rengi kırmızı diye bir bez parçasına kızar mıydınız?
    Boğa güreşi hakkında bilinen yanlışlar sadece bu kadar değil. Aslında boğa güreşi geleneği İspanya'dan doğmuş değildir. İlk çağlardan itibaren boğa, kuvvetin, dayanıklılığın ve verimliliğin simgesi olmuştur. Boğa güreşinin ilk versiyonu antik Yunan, Roma, Mısır ve hatta Kore ve Çin medeniyetlerinde görülür.
    Boğaya Persliler taparlar, Afrika Zuluları ise öldürüp safrasını içerlerdi. Tüm bu geleneklerin temelinde, hayvanın gücü yatmaktadır. Bu geleneğin bir şekilde İspanya'ya geldiği, Avrupa ülkeleri içinde feodal düzeni en son terk eden bu ülkede de kalıcı olduğu sanılmaktadır.

  • kış uykusu

    14.06.2004 - 11:48

    Hayvanlar niçin kış uykusuna yatarlar?

    Kış mevsimi yaklaştıkça, hava soğur, günler kısalır, yapraklar renk değiştirir ve yere düşerler, kar toprağın üzerini kaplar. İnsanlar sıcak alışveriş merkezlerinde ihtiyaçlarını alıp, sıcak arabalarında, sıcak evlerine gelirler. Üzerlerine kazaklar, hırkalar giyerler. İyi de, tabiatta doğal ortamda yaşayan hayvanlar kışı nasıl geçirir, hiç düşündünüz mü?
    Bir kısmı daha ılıman yerlere göçeler. Bu konuda kuşlar ve balıklar avantajlıdır. Bazıları kendilerini kışa adapte ederler, daha kalın yeni tüyler çıkarırlar. Hatta bazı tavşan türlerinde karda saklanabilmek için tüyler beyazlaşır. Bazıları yiyeceklerini önceden depoladıkları bir sığınak bulurlar. Bazıları da toprakta derin tüneller açarlar ama bazıları için de kış mevsimini uyuyarak geçirmekten başka çare yoktur.
    Genellikle ayıların kış uykusuna yattıkları bilinir ama bu doğru değildir. Gerçi ayılar kışın mağaralarda uzun uzun uyurlar ama bu kış uykusu değildir. Daha doğrusu kış uykusu bir çeşit uyku değildir. Normal canlılarda uyanıkken ve uyku halindeyken, vücut ısısında ve metabolizmanın çalışmasında ciddi bir fark yoktur. Oysa kış uykusu, hayvanların hayat ile ölümü ayıran çizgiye kadar gelmeleri şeklinde tanımlanabilir.
    Bazı hayvanların kış uykusuna yatmalarının iki sebebi vardır: Havanın çok soğuması ve yiyecek bulma güçlüğü. Soğuk havada yaşayabilmek için hayvanların daha çok enerjiye ihtiyaç duymalarına rağmen karlı kış günlerinde yiyecek bulma imkanı azalır. Kış uykusu bu zor mevsimde hayvanın enerji ihtiyacını azaltır, enerji tasarrufu sağlar.
    Kış uykusu bildiğimiz şekilde uymak değildir. Buna bilim dilinde 'hibernasyon' diyorlar. Vücut ısısının ortam sıcaklığına düştüğü bu durumu birçok balık türünde, kurbağalarda, sürüngenlerde, kuşlarda ve memelilerde görebiliyoruz.
    Hakiki anlamda kış uykusuna yatan bir hayvanı (hibernatör) gördüğünüde, ölmüş olduğunu sanabilirsiniz. Vücut ısıları sıfır dereceye kadar düşebilir. Bir dakika içinde sadece brkaç kez nefes alırlar, kalp atış hızı o kadar düşüktür ki, hissedilmez bile. Havalar ısındığında ise vücudun normal düzene geçmesi sadece birkaç saat alır.
    Kış uykusuna yatan hayvanlar, uyku süresince kendi vücutlarındaki yağı tükettikleri gibi ara ara uyanarak bulundukları yere yazdan stok ettikleri yiyeceği yiyenler de vardır.
    Kış uykusu sırasında hayvanlar vücut ağarlıklarının yüzde kırkına yakınını kaybederler. Bu kaybın yüzde doksanına periyodik olarak uyanmalardaki ısı üretimi ve enerji kaybı sebep olurken geri kalan yüzde on kayıp ise uyku sırasında olur. Kış uyksu kış boyunca sürmez. Hayvanlar havaların soğumaya başlaması ile birkaç günlük bir uyku periyoduna girerler. Kış mevsiminin şartları ağırlaştıkça bu periyotlar uzar.

  • yarasa

    14.06.2004 - 11:47

    Yarasalar niçin kan emer?

    Çoğumuz belki hayatımızda hiç yarasa görmemişizdir. Çünkü yarasalar insanlardan uzaklarda, genellikle mağara kovuklarında yaşar ve geceleri zifiri karanlıkta ortaya çıkarlar. Yarasalar tabiatın harikulade yaratıklarından biridir. İnanılmaz özelliklere ve örnek bir toplumsal dayanışmaya sahiptirler.
    Dünyada dokuz yüz değişik yarasa çeşidi olduğu biliniyor. Kan ile beslenmeleri insanların gözünde onları vampir ile özdeşleştirmiş, hep korkulan bir hayvan olmuşlardır. Halbuki yarasaların çoğu kan ile beslenmez. Zararlı böcekleri yiyerek insanlığa faydaları dokunur. Sadece bir yarasa bir saat içinde üç yüz böcek yiyebilir. Muz, avakado gibi ticari değeri yüksek ağaçların çoğalmaları için polenlerinin taşınmasında en önemli rolü yarasalar oynar.
    Şimdi gelelim yarasaların şaşırtıcı özelliklerine. Bir kere yarasa uçabilen tek memeli hayvandır. Dünyada nüfus sayısı olarak da ikinci sıradadırlar. Dünyanın en küçük memelisi de bir yarasa türüdür. İlk olarak Tayland'da keşfedilen bu minik yarasa 2-3 gram ağırlığında ve bir yaban arısı büyüklüğündedir.
    Yarasalar yönlerini bulmak ve beslenmek için çok yüksek titreşimli ses dalgaları yayarlar. Bu ses dalgalarının frekansları 20 binin üzerinde, yani ultrasonik oldukları için insanlar bunları duyamaz. Bu ultrasonik sesler yerdeki avdan yansıyarak yarasaya geri gelir. İşitme sistemi il ebu geri gelen sesi algılayan yarasa avının bulunduğu yeri kesinlikle saptar. Hatta devamlı gönderdiği ses dalgaları sayesinde onun hareketini de izleyebilir. Yarasaların bazılarının bir çeşit sonar olan bu sistemi o kadar gelişmiştir ki, dişilerini arayan erkek kurbağaların seslerinden büyüklüklerini ve iyi bir av olup olmadıklarını anında saptayabilirler.
    Yarasalar gece ava çıkmak için, ay varsa onun kayboluşunu, yani tam karanlığı beklerler. Sıcak kanlı memeli hayvanların kanları ile beslenen yarasalar genellikle atları sığırlara tercih ederler. Salgısında bulunan pıhtılaşmayı önleyici bir madde 20-30 dakika kanın sürekli akmasını sağlar ve beslenme gerçekleşir. Bir kez kanını emdikleri hayvanla karşılaşırlarsa diğerlerini bırakıp yine ona saldırırlar.
    Vampir yarasalar arka arkaya iki gece kan içmedikleri takdirde ölürler. Her gece vücut ağırlığının en az yarısı kadar kan içmek zorundadırlar. Doğumdan sonra anne, emzirmenin yanında yavruya takviye olarak, kusarak kan da verir. Bu yetersiz kalırsa bir başkası yardımcı olur. Hatta yetişkin yarasaların, ölmek üzere olan bir başkasına ağızdan kan verip onu kurtardıkları görülmüştür. Toplumsal dayanışmanın bu kadar güçlü olduğu az canlı topluluğu vardır.

  • telefon

    14.06.2004 - 11:47

    Telefon şehir kodları nasıl veriliyor?

    Türkiye'deki telefon şehir kodları listesine bakarsanız, birbirine komşu şehirlerin kodlarının çok farklı, kod numaraları yakın olan şehirlerin ise birbirlerinden çok uzak olduklarını görürsünüz.
    Bunun nedeni, kod sisteminin tuşlu telefonlar yaygınlaşmadan önce kadranlı telefonlara göre kurulmuş olmasıdır.
    Kadranlı telefonlarda 9'u çevirmek için, hizasındaki deliğe parmağınızı sokup, sonuna kadar kadranı çevirmeniz ve bırakmanız gerekiyordu. Kadran da otomatik olarak geri dönerek eski konumuna geliyor ve bir tek numara çevirme işlemi tamalanıyordu.
    Bu işlemde 1'i çevirmek 9'u çevirmekten, 212'yi çevirmek 989'u çevirmekten çok daha kısa bir sürede gerçekleşiyor ve santraller daha az meşgul oluyorlardı. Şüphesiz bugünkü tuşlu telefonlar çok hızlı çalıştıklarından, numaraları aramak bakımından bir zaman farkı yok.
    Bu nedenle, 212 gibi kısa süre tutan kod numaraları ülkenin en büyük, en çok telefon kullanılan şehirlerine verilmiştir. Örneğin, NewYork ve İstanbul'un kod numaraları aynı, yani 212 iken, Chicago ve Ankara'nın da 312'dir.
    Bu sisteme göre bugün Türkiye'de üçüncü en kısa kod 222 ile Eskişehir iken, en uzun süren kod ise 448 ile Batman'dır.
    Zamanla şehirler çok büyüyünce, onları kısımlara göre bölüp, yeni kod numaraları vermek ihtiyacı doğdu. Yeniler eskilerle karışmasın diye farklı numaralar verildi. Örneğin kodu 212 olan NewYork ikiye bölününce, ikinci kısma 718 kodu verildi. Bizde ise buna pek dikkat edilmedi, ben 212 mi Avrupa yakasıydı, yoksa 216 mı, hala karıştırırım.

  • telefon

    14.06.2004 - 11:46

    Cereyan kesilince telefonlar nasıl çalışıyor?

    Size şaşırtıcı gelebilir ama, telefon evimizdeki en basit cihazdır. O kadar basittir ki, ana yapısı yüzyıldır değişmemiştir. Eğer 1920'li yıllardan kalma bir antika telefon bulabilirseniz, fişini duvardaki deliğe takın, gayet iyi çalışır.
    Telefon sistemi o kadar basittir ki, evimizin bir ucuna bir aparat, diğer ucuna bir başka aparat koyup, bunları birbirlerine araya dokuz voltluk bir pil ve bir rezistör koyarak bağlarsınız, kendi interkom sisteminizi yaratmış olursunuz. Bu telefonlarla kendi aralarında rahatça görüşme yapılabilir.
    Telefonlarımızı duvardaki duylara ve oradan da santrallere bağlayan, genellikle biri kırmızı, diğeri yeşil iki kablo vardır. Yeşil kablo konuşma için ortak hat olup, kırmızı kablo vasıtası ile santralden telefonumuza 6 ile 12 volt arası, 30 miliamper seviyesinde bir akım gelir.
    Eğer basit bir granüllü ahizeye sahipseniz, sesinizin dalgaları, bu granülleri az veya çok sıkıştırarak, santralden kırmızı kablo ile verilen, yaklaşık bu 9 voltluk akımın karşı tarafa değişik kuvvetlerle gitmesini sağlar. Karşı tarafta kulaklıkta da, bu defa tam tersi olur ve bu değişik akımlar titreşim yolu ile sese çevrilir.
    Telefon konuşmasını ileten bu çok zayıf akımı çok uzaklara taşıyabilmek için bir frekans limitlemesi yapılmıştır. Yani frekans olarak 400 saykılın altında ve 3400 saykılın üstündeki sesleri sistem kabul etmez, yok farz eder. Bu nedenledir ki, bazılarının sesleri telefonda daha farklı gelir.
    Telefonun çalışabilmesi için gerekli 6-12 volt akımın telefon santralınden gelen bakır telle sağlandığını belirtmiştik. Bu nedenle evinizde cereyan kesilse bile, telefona gerekli akım santralden sağlandığı için, çalışmaya devam edecektir.
    Peki telefon santralının cereyanı kesilirse ne olur? Bu duruma karşı santrallerde çok büyük bir batarya sistemi bulunmaktadır. Ayrıca bir de yedek elektrik jeneratörü vardır ki, cereyanın kesilme durumunda bütün telefon şebekelerini beslerler ve telefonların çalışmasını sağlarlar.

Toplam 293 mesaj bulundu