Gülay Öztürk Adlı Antoloji.com Üyesinin Hakkı ...

  • Gülay Öztürk
    Gülay Öztürk

    27.02.2010 - 16:19

    Hayat bir fırsat ve ganimettir. Harcandığında bir daha ele geçmez. Boşa gitmemesi, pişmanlıkla bitmemesi için sabır gerekir. Kurtulmanın tek çaresi sabretmektir. Kişi, ilk olarak gayeye ermek ve ibadet edebilmek için tahammül göstermelidir. İbadet nefs için büyük bir zahmet ve ağırlıktır. Kişi, nefsinin karşı çıkışına ve ibadet lezzetine varamamış olanların hallerine uymayıp, kötü emsali örnek almayıp sabretmesi lazım gelir. Zira sabır kulluğun birinci basamağıdır. İkinci olarak, fedakârlık isteyen taat ve ibadete riya ve gösterişin katılmamaya da sabretmek gerekir. Riya gibi, gösteriş gibi, ihlâssızlık gibi ibadeti bâtıl eden hallerden kurtulmak için yine sabır gereklidir. Üçüncü olarak, sıkıntı, güçlük ve musibetlerle dolu dünya hayatına sabır lazımdır. Dünyanın kendisi beladır. Allah için olmayan bir dünya hayatı musibettir. Seni Allah’a götürmeyen dünya, nimet değil musibettir. İnsan hayatı boyunca türlü meşakkatlere katlanır. Afetler, hırsızlıklar, uğradığı hakaret ve haksızlıklar... Çocukların, akrabaların ölümü, işlerin bozulması, iflâslar vs, vs... Türlü türlü musibetler yani. Fakat bütün bunlar üzücü olmakla beraber, Allah yolunda perde değildir. Kulluk için bir imtihandır ve bunlara sabretmek lazım gelir. Allah Tealâ’nın sevgili kulları, en çok da peygamberleri sıkıntı çekmiştir. Daha sonra veliler, daha sonra da alimler bundan nasibini almıştır. Sıkıntı çekmek ahiret için olunca müminin sermayesidir, olgunluğuna sebeptir. Dünyanın kadr ü kıymete değmediğini anlamaya vesiledir.

  • Gülay Öztürk
    Gülay Öztürk

    25.02.2010 - 08:21

    Hayatın gayesi, yaratılışın mânâsı silinmiş, yok olmuştu. Her şey mânâsız başıboşluk ve hüzün örtülerine bürünmüştü.
    Ruhlar bir şey bekliyor, bir nurun zulmet perdesini yırtmasını içten içe hissediyordu.

    O vahşet devrinde kâinat ufkundan bir güneş doğdu. Bu güneş âhirzaman Peygamberi Hz. Muhammed Aleyhissalâtü Vesselam idi. Tarihin seyrini, hayatın akışını değiştiren bu eşsiz olay, dünyayı yerinden sarsan değişimlerin en büyüğü idi.

    İşte insanlığın akıl ve kalbinde düğümlenen 'Necisin, nereden geliyorsun, nereye gidiyorsun? ' sorularını, düğümlerini çözüp kâinatın Sahibini ilân ve ispat edecek bir zatın teşrifi sadece insanların ruh ve kalbinde değil, diğer varlıklarda, hattâ cansız eşyada bile yansımasını bulacaktı.
    Doğudan batıya bütün âlemin nurlara büründüğü, İlâhi değişimin tecelli ettiği o gece neler oldu neler?

    Yahudi ileri gelenleri ve âlimleri kitaplarında daha önce rastladıkları işaret ve müjdelerin açığa çıktığını gördüler. Kimsenin haberi olmadan en önce onlar bu müjdeyi verdiler
    O gece Yahudi âlimleri semâya bakıp 'Bu yıldızın doğduğu gece Ahmed doğmuştur' dediler. (1)

    Bir Yahudi ileri geleni Mekke'de Peygamberimizin doğduğu gece, içlerinde Hişam ve Velid bin Muğire, Utbe bin Rabia gibi Kureyş ileri gelenlerinin bulunduğu bir toplantıda,
    'Bu gece sizlerden birinin çocuğu oldu mu? ' diye sordu.

    'Bilmiyoruz' diye cevap verdiler.
    Yahudi, 'Vallahi sizin bu ihmalinizden iğreniyorum!

    'Bakın, ey Kureyş topluluğu, size ne söylüyorum, iyi dinleyin. Bu gece, bu ümmetin en son peygamberi Ahmed doğdu. Eğer yanlışım varsa, Filistin'in kudsiyetini inkâr etmiş olayım. Evet, onun iki küreği arasında kırmızımtırak, üzerinde tüyler bulunan bir ben var' dedi.
    Toplantıda bulunanlar Yahudinin sözünden hayrete düştüler ve dağıldılar. Her birisi evlerine döndüğünde bu durumu ev halkına anlattılar. 'Bu gece Abdülmuttalib'in oğlu Abdullah'ın bir oğlu doğdu. Adını Muhammed koydular' haberini aldılar.

    Ertesi gün Yahudiye vardılar:
    'Bahsettiğin çocuğun bizim aramızda dünyaya geldiğini duydun mu? ' dediler.
    Yahudi 'Onun doğumu benim size haber verdiğimden önce midir, sonra mıdır? ' dedi.
    Onlar, 'Öncedir ve ismi Ahmed'dir' dediler.
    Yahudi, 'Beni ona götürün' dedi.
    Yahudi ile beraber kalkıp Hz. Âmine'nin evine gittiler, içeri girdiler.
    Pegamberimizi Yahudinin yanına çıkardılar. Yahudi Peygamberimizin sırtındaki beni görünce, üzerine baygınlık geldi, fenalaştı. Kendine gelip ayıldığı sırada,
    'Ne oldu sana, yazıklar olsun' dediler.
    Yahudi, 'Artık İsrail oğullarından peygamberlik gitti. Ellerinden kitap da gitti. Artık Yahudi âlimlerinin kıymet ve itibarları da kalmadı. Araplar peygamberleriyle kurtuluşa ereceklerdir.
    'Ey Kureyş topluluğu, ferahladınız mı? Vallahi size, doğudan batıya kadar ulaşacak bir güç, kuvvet ve bir üstünlük verilecektir' dedi. (2)
    Kâinatın Efendisini dünyaya getiren bahtiyar annenin henüz dünyaya gelmeden görüp gördükleri çok manalıydı..
    Peygamber Efendimize hamileyken rüyasında, 'Sen, insanların en hayırlısına ve bu ümmetin efendisine hamile oldun. Onu dünyaya getirdiğin zaman 'Her hasetçinin şerrinden koruması için bir ve tek olana sığınırım' de, sonra ona Ahmed yahut Muhammed ismini ver.'
    Yine kendisinden çıkan bir nurun aydınlığında bütün doğuyu ve batıyı, Şam ve Busra saray ve çarşılarını, hattâ Busra'daki develerin uzanan boyunlarını gördüğünü Abdülmüttalib'e anlatmıştı.(3)
    Aynı gece Hz. Amine'nin yanında bulunan Osman ibn As'in annesinin gördükleri de şöyle:
    'O gece evin içi nurla doldu, yıldızların sanki üzerimize dökülecekmiş gibi sarktıklarını gördük.' (4)
    Evet bu ulvî anı dile getiren Mevlid'in yazarı Süleyman Çelebi bütün bu hakikatleri şu beytiyle şiirleştirmiştir:
    'Hem Muhammed gelmesi oldu yakın
    Çok alâmetler belirdi gelmedin'
    Rabiülevvel ayının 12. Pazartesi gecesi, yapılan hesaplamalara göre, Miladi takvime göre 20 Nisan'a denk gelen gece idi.
    Dünyayı şereflendiren iki Cihan Serverinin üzerini o günün bir âdeti olarak bir çanakla kapattılar.
    Araplara göre o zaman, gece doğan çocuğun üzerine bir çanak koymak ve gündüz olmadan ona bakmamak âdetti. Fakat bir de baktılar ki, Peygamber Efendimizin üzerine konulan çanak yarılarak ikiye ayrılmış, Efendimiz gözlerini gökyüzüne dikmiş, başparmağını emiyordu. (5)
    Evet, bu işaret her türlü küfrün, zulmün, şirkin ve her türlü bâtıl inanç ve âdetlerin parçalanıp yok olması, imanın, nurun ve hidâyetin kâinatı aydınlatması için gönderilmiş bir Peygamber idi.
    Aynı gece Kabe'de tapılmakta olan cansız putların çoğunun baş aşağı devrildiği görüldü.
    Aynı gece Kisra sarayının beşik gibi sallanıp on dört balkonunun parçalanıp yerlere düştüğü öğrenildi.
    Sava'da mukaddes tanınan gölün suyunun çekilip gittiği görüldü.
    Bin senedir yakılan ve söndürülmeyen Mecusi ateşinin sönüverdiği müşahede edildi.
    Bütün bunlar işaret ve alamettir ki, yeni dünyaya gelen zat ateşe tapmayı, puta tapmayı kaldırıp, Fars saltanatını parçalayarak Allah'ın izni olmadan kutsal tanınan şeylerin kutsallığını ortadan kaldıracaktır. (6)
    İşte bu geceye Veladet-i Nebi gecesi diyor ve onun bütün kalbimizle, ruhumuzla her sene yeniden yâd edip kutluyoruz. Bütün kâinatla bu geceyi karşılayarak onun âleme teşrifine kıyam ediyoruz.
    Getirdiği ebedi nura, açtığı saadet caddesine ve sünnet-i seniyyesine yeniden sımsıkı sarılmak ve Mevlid Kandilini vesile ederek ona yeniden bîatimizi, bağlılığımızı tazelemek ne yüce bir şeref ve ne büyük bir saadettir.
    Yüce Rabbim bizleri sevgili Resulünün şefaatine nail eylesin.

    (1) - İbni Sa'd. Tabakat, 1; 60.
    (2) - A.g.e., 1:162-163
    (3) - Taberî Tarihi, 2:125; İbni Sa'd. Tabakat. 1:102.
    (4) - A.g.e., 2:126
    (5) - İbni Sa'd. Tabakat, 1:102.
    (6) - Bediüzzaman Said Nursî. Mektubat, s. 161-162

  • Gülay Öztürk
    Gülay Öztürk

    24.02.2010 - 14:16

    Allahu Teala'ın Habibi Hazreti Mustafa Miladın 571,senesi Nisan ayının 20'sıne rastlayan Rebi'ül evvel ayının 12.Pazartesi gecesi sabaha karşı Mekke'de doğdu..O'(salallahu aleyhi ve sellem) daha doğmadan babası Abdullah vefat etmiş,ve yetimliği de anne karnından başlamıştı..Altı yaşındayken annesi de vefat etmişti,sekiz yaşında dedesini kaybetti..öyle bir dede ki,o bütün Mekkeli'nin de desteğiydi..şimdi o da bir seher yızdız gibi kaybolup gitmişti..Mekke! de çekmediği sıkıntı kalmadı..Ama O'sarsılmamış,hanımı,amcası de pespeşe vefat etmiş,ki,her ikisi de O'nun en büyük destekçisiydi..fakat O'ndan zerre kadar bir ümitsizlik olmamıştır..O'(salallahu aleyhi ve sellem) bir mesuliyet insanıydı,tebliğ vazifesi O'na verilmişti ve islamı rebliğ O'nun varlık gayesi olmuştu..Ashabı O'nun başlarında bir kuş olup kıpırdarlarsa uçuverecekmiş gibi dinlerlerdi..Gülleri andıran mübarek yanaklarından tebessüm çiçekleri hiç eksik olmazdı..Hiç kimsenin kalbini kırmayan,duygularını incitmeyen bir sevgi çağlayandı O'(salallahu aleyhi ve sellem) Sade ve mütevazi bir hayat yaşar,göşterişten uzak kalırdı..O'nu,Ashabı sırtında hasır izini gördükleri zaman çok üzülür..'emret Kisra'nın sarayları gibi tahtlar döşeyelim Sana 'dediklerinde, 'İstemez mısınız dünya onların,Ahiret bizim olsun 'derdi..O'seven ve sevilen bir liderdi.Ashabına seviyordu.vefatına yakınkaç defa mescidde ashaba dönmüş ve teker-teker süzerek hıçkıra-hıçkıra ağlamıştı..Evet,Ashabına seviyordu ve koruyordu..'sakının ashabımdan ve onlara uygunsuz söz söylemeyin ''Benim ashabım gökteki yıldızlar gibidir,hangisini uyarsanız hidayeti bulursunuz 'gibi nice sözleri bu sevginin deliliydı..Bir Nebi ki,tevazu kanatlarını yerlere kadar sermişti.O'nun huzurunda herkes teklifsiz girip çıkabiliyordu..Müminler zengini,fakiri,emiri,hizmetçisi aynı mescidde ve aynı saflarda oturup kullukta bulunuyordu..Mazlumların sadık dostuydu..onlara sohbet eder,acı ve dertlerini paylaşır,onların halleriyle hallenirdi..Evinde örnek bir baba,akraba,dostlara karşı sadık bir yardımcı,savaşlarda ordusuna lider bir komutandı Rahmet Peygamberimiz..Ümmetinin sevgilisiydı..O'nu o kadar seviyorlardı ki,yılan deliklerini,O'na bir zarar gelmesin diye ayaklarıyla kapatıyorlardı..'işte göğsümüz,Senin göğsüne siper olsun Ya Resulallah! 'diye sağında,solunda,önüne arkasında kenetleniyorlardı..Evet,Peygamberimiz ahirette büyük günah işleyenlerin şefaat edecektır..Bizde diyoruz ki..'ANAMIZ,BABAMIZ SANA FEDA OLSUN...ŞEFAAT ET BİZLERE YA RESULALLAH!

  • Gülay Öztürk
    Gülay Öztürk

    22.02.2010 - 00:31

    Günümüzde insanların çoğu din ahlakından uzak bir yaşam sürmektedirler. Bazı
    insanlar dine bir ön yargıyla baktıkları için de, din ahlakını yaşamaktan
    korkmaktadırlar.
    Dindar insan denince pek çok insanın aklına yobaz,
    insanlarla olan diyaloglarından, sanattan, estetikten, sosyal hayattan elini
    ayağını çekmiş insanlar gelir. Hatta din ahlakını yaşamaya başlayan
    insanların tüm güzelliklerden mahrum olacakları gibi bir inanış da oldukça
    yaygındır.
    İnsanların birçoğu günlük hayatın koşuşturmalarıyla Kuran
    ahlakının aynı anda yaşanamayacağına inandırmıştır kendini. Bazı insanlar
    ise din ahlakını yaşlandıklarında yaşayacaklarını düşünerek, yapmaları
    gerekenleri ertelerler.
    Bunun en önemli sebebi insanların çoğunluğunun da
    kendileri gibi düşünüyor olmasıdır.

    Aslında insanların böyle yanlış düşünmelerinin temelinde Kuran’ı tam olarak
    bilmemeleri ve gerçek dinle hurafeleri karıştırmaları yatmaktadır. Allah
    insanları din fıtratına göre yaratmıştır.
    İnsanları yaratan da dini yaratan
    da Allah’tır. İnsan dünyada tam anlamıyla din ahlakını yaşar ve uygularsa
    tam bir huzur içinde yaşamış olur. Kuran’da insanların din ahlakını
    kolaylıkla uygulayabilecekleri şu ayetle bildirilmektedir:

    '…O, sizleri seçmiş ve din konusunda size bir güçlük yüklememiştir, atanız
    İbrahim'in dininde olduğu gibi.' (Hac Suresi, 8)

    Kuran ahlakını yaşamak son derece kolaydır çünkü dinin özünde güzel ahlaklı
    olmak vardır. Güzel ahlak, dürüstlük, samimiyet, şefkat, merhamet ve güzel
    söz de insanların en çok hoşlandıkları şeylerdir. İnsanların güzel ahlak
    göstermesi ancak vicdanlarını dinleyerek olur. Vicdanlarını dinlemeyen
    insanlar ise sadakatsiz, vicdansız, samimiyetsiz, yalancı ve ikiyüzlü
    insanlardır.

    Din ahlakını yaşamak insanı sosyal hayattan, güzellikten, sanattan ve
    estetikten alıkoymaz, aksine insana daha çok zevk verir. Vicdanları mutmain
    olan müminler, vicdanlarında hiçbir sıkıntı hissetmemenin rahatlığıyla
    hoşsohbet, neşeli ve dışadönük insanlar olurlar. Her şeyin gerçek sahibinin
    Allah olduğunun bilinciyle davrandıklarından, sahip olduklarını kaybetme
    konusunda endişeye ve tevekkülsüzlüğe kapılmazlar. Bu da, onların
    nimetlerden daha fazla zevk almalarını sağlar.

    Bediüzzaman Said Nursi de Şualar isimli eserinde insanların kolay ve güzel
    bir yaşama ancak samimi olarak din ahlakını yaşadıklarında
    kavuşabileceklerini şu sözlerle dile getirmektedir:

    “İman ve tevhid yolu, gayet kısa ve doğru ve müstakim ve kolaydır. Ve küfür
    ve inkâr yolları gayet uzun ve müşkilâtlı ve tehlikelidir. Demek bu
    istikametli ve hikmetli ve herşeyde en kısa ve kolay yolda sevkedilen bu
    kâinatta, elbette şirk ve küfrün hakikatları olamaz ve îman ve tevhidin
    hakikatları, bu kâinata güneş gibi lâzım ve vâcibdir. Hem ahlâk-ı insaniyede
    en rahat, en faydalı, en kısa, en selâmetli yol ise sırat-ı müstakimde,
    istikamettedir.” (Şualar Sf.490)

  • Gülay Öztürk
    Gülay Öztürk

    20.02.2010 - 18:43

    Unutmayalım, bizler, attığımız her hayırlı adım için Rabbimizin inayetine mazhar olacağız. Çünkü Allah, kendi dinine yardım edenlere yardım edecektir. Allah, takva ve iyilik sahibi olanlarla beraberdir. Allah, hayırda yarış edenleri asla yalnız bırakmayacaktır. Allah’ın va’di haktır. O, asla va’dine muhalif davranmaz. O’nun desteği en sağlam olanıdır. O’nun rızası her şeye bedeldir. O’nun yolunda sıkıntılara katlanmak, iftihar vasıtasıdır.

    İslam’a bağlılığımızın kanıtı mutlaka olmalı. Çünkü kanıtı olmayan sözlerin hiçbir anlamı yoktur. Yani aslında bizler, İslam’a sarılmakla kendimizi bir külfetten kurtarmış oluyoruz. Allah’a vermiş olduğumuz sözde sadık olduğumuzu ispatlamış oluyoruz. Bu çerçevede düşünüldüğünde, İslam’ı yaşadığımız oranda dünya ve ahiret sıkıntılarından kurtulmuş olacağız. Bu nedenle, İslam için atacağımız her adım bizlere dünya ve ahiret izzetini kazandıracaktır.

    Ne mutlu Müslümanca yaşayanlara! Müjdeler olsun her asrın kahraman İslam fedailerine! Müjdeler olsun hayırda yarışanlara! Müjdeler olsun İslam emanetini canı ve malı gibi koruyanlara! Müjdeler olsun durmadan, bıkmadan İslam yükünü omuzlayanlara!

    Allahım! İslami bir hayata bizleri kavuştur!
    Allahım! İslam’ın izzet ve şerefini bizlere nasib et!
    Allahım! İslam’ı hayatımızın vazgeçilmezi kıl!
    Allahım! İslam’ın fedailerinden olmayı bizlere nasib et!
    Allahım! İslam düşmanlarını zelil kıl!
    Allahım! İslam’ı gönlümüzün merkezine yerleştir!
    Allahım! İslam’ı düşmanlarının şerrinden koru!

  • Gülay Öztürk
    Gülay Öztürk

    18.02.2010 - 16:18

    Aradan tam (1400) yıl geçmiştir. Buna rağmen onlar asla unutulmamakta, kendi asırlarında yaşadıkları hak ve adalet örnekleri günümüzde de hasretle yad edilmektedir.

    Deve devri bahtiyarlarının füze çağı insanlarına verdikleri o muhteşem örneklerini bugün bir daha inceleyince görüyoruz ki, insanlık kuvveti ele geçirenlerin zulümleriyle inlemek istemiyorsa, saadet asrı değerlerinin farkına varıp sahip çıkacak, kuvveti değil de hakkı esas alacak, zayıf da olsa haklının yanında yer alacak, kuvvetine güvenip de zayıfları ezme haksızlığından kurtulacaktır...

    İşte size saadet asrı uygulamasından kuvvetli bir halifenin haklı bir köle karşısında diz çöküp boyun eğişi, tüm insanlığa haklıya boyun eğme örneği verişi...

    ***

    Halife Hazret-i Osman (radıyallahu anh) , görevini ihmal ettiğini düşündüğü kölesine kızarak seslenir:

    -Gel bakayım buraya, şu kulağını bir çekeyim de görevini ihmal etmenin cezası neymiş göresin! ..

    Köle ise görevini ihmal etmediği düşüncesindedir. Ama Halife’ye öyle intikal ettirilmiştir.

    Gelir, Halife’nin önüne diz çökerek boynunu uzatır.

    Aslında şefkat, merhamet kaynağı Hazret-i Osman (radıyallahu anh) , önüne diz çöken kölenin kulağının yumuşağından hafifçe tutar, terbiye maksadıyla şöyle yukarıya doğru yavaşça çeker. Ancak kulağı acıyan kölenin dudaklarından dökülen sözleri de duyar. Ama nasıl sözler bunlar?

    İslam’ı, Halife’nin terbiyesinde iken öğrenmiş olan köle bakın ne diyor:

    - Çek bakalım ey Rasûlullah’ın halifesi kulağımı çek! .. Nasıl olsa İslam’da kısas vardır. Burada haksız olarak kulağı çekilenler, orada haklı olarak kulak çekeceklerdir! ..

    Bu sözler Halife’nin beyninde bomba gibi patlar. Hemen kulağı bırakan el, sanki iki yanına cansız düşer… Düşünceye dalan Halife şaşırmış haldedir. Kölenin sözleri ise durmuyor arka arkaya yankılanıyor kulaklarında:

    - Çek bakalım ey Rasûlullah’ın halifesi kulağımı çek! .. Nasıl olsa İslam’da kısas vardır. Burada haksız olarak kulağı çekilenler, orada haklı olarak kulak çekeceklerdir! ..

    İslam’ın bu sarsılmaz gerçeğini şimdi bir de kölenin titrek seslerinden dinleyen Halife, adeta kendinden geçer, bir anda çocuklaşır. Kararını değiştirip hemen kölenin önüne kendisi diz çöker, boynunu uzatarak aynı şekilde titreyen sesiyle teklifini yapar:



    - Eğer sen bu işte haklı isen, hiç gecikmeden kısasını burada yap, sen de benim kulağımı hemen burada çek, ahirete bırakma! Şunu unutma ki, sen haklıysan kuvvetlisin demektir, köle bile olsan. Ben haksızsam zayıfım demektir, Halife bile olsam! ..

    Manzarayı geriden seyredenler, Halife’nin kararlılığını görünce kaş göz işaretiyle kölenin Halife’nin kulağını çekmesini isterler... Ondan sonra rahatlayan Hazret-i Osman (radıyallahu anh) :

    - Şükürler olsun, der, köle dahi olsa bir haklının önünde diz çöküp boyun eğdim, kısasımı burada yaptırdım, oraya bırakmadım, benden sonra gelenlere kötü örnek olmadım! ..

    ***

    İslam’daki hak anlayışına bakın, ahirette kısas olacaktır inancının verdiği adalet duygusuna nazar edin... Demek ki insanlığı kurtaracak olan, kuvvete güvenmek değil hakka dayanmaktır. Köle de olsa haklı ise, karşısında halife diz çökecek, kuvvetine güvenip de zayıfı ezemeyecek, hatta kulağını dahi çekemeyecektir. Çekerse kısasla ödeyecektir! .. İşte böyle! ..

    Ne dersiniz, füze çağı insanı deve devrindeki bu anlayışı mı arıyor bugün? ..

    YA RABBİ! BİZLERİ SENİ BİLMEYİ, RIZANI KAZANMAYA, KİTABINLA AMEL ETMEYE VE PEYGAMBERİMİZ (S A V) SÜNNETİNE UYMAYA MUVAFFAK EYLE! ! ! (AMİN)

  • Gülay Öztürk
    Gülay Öztürk

    17.02.2010 - 08:15

    AŞK!

    O aşk ile dol ki, güzel sev! . Güzeli sev!
    ”Güzel” kimdir?
    Kaşı güzel, gözü güzel, ağzı burnu, yüzü güzel mi? …
    Bunu da Hz.Rasûl Aleyhisselâm açıklıyor;
    “İnnallahe cemîlûn muhibbûl cemâl…..

    ALLAH GÜZELDİR; GÜZELİ SEVER! ..

  • Gülay Öztürk
    Gülay Öztürk

    14.02.2010 - 17:44

    Aciz olan insanoglu hayatı boyunca korkularıyla yaşar..


    İhtiyarliktan,fakir düşmekten,hastalanmaktan,yalnız kalmak korkuları..
    Allah'tan korkmak ise,çok daha baskadir..


    Nasıl ki insan sevdiğine karşı sayglı davranırsa,Müslüman da Yaratanına saygısızlık yapip günah işlemekten korkar..
    Çünkü,günah işlemek,Allah'a karşı saygısızlıktır..
    Tevbe kapısı son nefese kadar açıktır,ama devamlı işlenen günahlar hayatımız
    maddi ve manevi yaralar açar..


    Her günahı ruhumuzu kırletir,işlenen günah kalbe sıyah lekeler oluşur..
    İnsanı Allah yarattı,ve onu başıboş bırakmadı...


    Yaşadığı hayatın hesabını verecektir..
    Bu yüzden insan,insanca yaşamayı çarelerini aramalıdır..


    Bazi insanlar yeryüzünü büyük bir kabristan olarak görür ve korkar..
    Çünkü tüm canlılar zamanda ölür...
    Halbuki,ölen bitkiler sevdiği toprağa başını koyup uyur...


    Ölen hayvan ağır hizmetlerden azat edilmiştir..
    Ölen insan ise ebedi hayatı,özünü ve Rabbine kavusmuştu..
    Kendimizi ciddi olarak muhasebe yaparsak,anlarız ki,bizi korkutan olaylar değil,
    hayallerimizdir..


    İş bulmak,araba,ev almak,mevkimizi yükseltmek,gibi hedeflere koşan insanoglu,bu yolun sonundaki ölümün çok kere görmez...
    Anında ölüm gelir,elemlerin,kederlerin,korkuları hepsi biter..


    ölen kişi arkasında çoğu zaman gözyaşı sel gibi akar..
    Fakat çoğunlukla ölüler de yaşayanların haline ağlar........
    Çünkü vefat edenler korku dolu rüya dan uyanmışlar,özüne dönmüşler..


    Biz yaşayanlar,yapmamız gereken öncelikle Allah'tan korkmamız gerektiğini idrak etmek,
    çünkü Rabbimiz merhametli olduğu kadar da azabı de korkunçtur.......
    Günaha israr edene,aff dilenmeyene,acizliğini bilmeyip gurur kibir yapana,
    Allah sevmez ve affetmez..
    Bu yüzden O'ndan c.c. dan korkmalıyız..


    Kul,Rabbine dayanırsa,O'nun emrediği gibi islam çercevesi içinde bir hayat yaşarsa,
    Yaratan onu korkularından arındırır,korkuları ne şekilde olursa olsun onar yok eder...
    Ona gönlü ferahlık verir,her olumsuz olay karşısında korkuyla değil,
    azmiyle durmasını cesaretle onu destekler..


    Allah'a vekil eden kişi,dünyanın tüm müsibetler ve belalar ona gelse,onu üzmez,
    hafif bir rüzgar gibi yanında geçer gider onu yaralamadan.......


    Her olay karşısında korkuyla değil,azmiyle durur,ve onu Yaratanı
    'gel' dediğinde tebessümle kendini meleklerin şefkatlı kollarına bırakır...


    Allaha emanet olun

  • Gülay Öztürk
    Gülay Öztürk

    13.02.2010 - 00:52

    Allahü teâlâ, dinleri, Peygamberleri, kalbi temizlemek için göndermiştir. Kalbi temiz olan, herkese iyilik eder, dünyada, rahat, huzur içinde yaşar ve ahirette de, sonsuz saadete kavuşur. Ehl-i sünnet alimlerinin kitaplarını okuyup, öğrenip de, öğretmeye çalışan ana, baba, evladı için büyük nimettir. Böyle olan kitap, dergi, gazete, radyo ve televizyonlar da, bütün millet için büyük bir nimettir. Etiketi ne olursa olsun, Ehl-i sünnet alimlerinin kitaplarını okumamış, okusa da anlayamamış olan bir kimsenin, İslamiyet hakkındaki sözleri, yazıları, kıymetsizdir.

    İnsan, dinine ve emanetine güvendiği salih kimselerle arkadaşlık etmelidir. Yahudiler ve Hıristiyanlar, Peygamberlerini sevdiklerini söylüyorlar ise de, onların yolunda olmadıkları için, ahirette Peygamberlerinin yanında olmayacaklardır. Yüksek ruhlar, sevdikleri ruhları yukarı çekerler. Alçak ruhlar da, aşağı çeker. İnsan, öldükten sonra, ruhunun nereye gideceğini, dünyada sevdiklerinin halinden anlamalıdır.

    Netice olarak insan, bir başkasını, tabiatı gereği, akıl icabı yahut kendisine yaptığı iyilikler sebebiyle veya Allahü teâlânın rızası için sever. Seven, sevdiğinin yolunda bulunmazsa, sevgisi sahih olmaz. Sevmenin en kuvvetli alameti, sevdiğinin sevdiklerini sevmek, sevmediklerini sevmemektir. Dünyada birbirini seven kimselerin ruhları birbirlerini cezbettiği gibi, kıyamette de birbirlerini cezbederler. İnkâr edenleri seven, onlarla birlikte Cehenneme gider. Peygamber efendimizin buyurduğu gibi:... Devamını Gör
    (İnsan, dünyada kimi seviyorsa, ahirette onun yanında olacaktır.)

  • Gülay Öztürk
    Gülay Öztürk

    06.02.2010 - 01:50

    Ey kâinatı bin bir çeşit güzelliklere saran Rabbim!
    Ruhumu güzelliklerine ve güzelliğine kör etme!
    Ey haşmetiyle kâinatı kuşatan!
    Marifetini sar gönlüme!
    Her şeye tam karşılığı veren Hakîm!


    Esmanı mühür gibi vur, Şu günahkâr gönlüme!

    Tövbeler hep sanadır yalvarmalar sanadır
    Mahlûkat seni anar,
    Takdirler hep sanadır, tahsinler hep sanadır
    Şu fakir gönlüm zenginliğini arar.


    Ey çözülmez düğümleri çözen,
    paslı kilitleri açan Marifetine sar beni,
    Gönlümün kilidi seni arar.

    Ey kâinatın anahtarlarını dilediğine açan Rahman!


    Sabahın penceresinden ruhuma açıl!
    Bir seher yeli gibi ruhuma saçıl!
    Güneş doğmadan önce ruhuma doğ ki,
    Âlemim karanlıkta kalmasın gün boyu!
    Ey mahlûkatı zikrine tecelligâh eden Sultan!


    Sabahın penceresinden gönlüme açıl!
    Bütün hazineler sensiz hep gizli…
    Gonca, gül gibi açıl!
    Ey gizli hazinelerin sahibi,
    Tohumlar gibi açıl!

    Ey dilediğini karanlıklardan aydınlığa çıkaran!


    Sabahı bize tılsım yap!
    Dünyamıza, kalbimize Kâinat gibi açıl!
    Bizi karanlıklarda bırakma Ey sabahın sahibi!


    Kâinatın kalbine açıldığın gibi açıl
    Nurunu tılsım gibi yerleştir ruhumuza!
    Âlemimizi sensiz, dünyamızı ışıksız bırakma!
    Kalbimizi her sabah sana uyandır!
    Ya Fettah! Her sabah aç, her sabah açıl!

    Ey kâinatı bin bir çeşit güzelliklere saran Rabbim!


    Ruhumuzu güzelliklerine ve güzelliğine kör etme!
    Ey haşmetiyle kâinatı kuşatan Marifetini sar gönlüme!
    Her şeye tam karşılığını veren Hakîm!
    Esmanı mühür gibi vur Şu mücrim gönlüme…Amin

  • Gülay Öztürk
    Gülay Öztürk

    04.02.2010 - 15:51

    Ey Rabbim...Bu günahkar eller yalnız sana açılır, sen samimiyetle yaptığımız dualarımızı kabul eyle...
    Senden başka kapımız yok Rabbim..
    Çünkü senden merhametlisi yok, sığınacağımız kurtuluşa ereceğimiz başka kapımız yok.
    Sen Rahmansın, sen Rahimsin, sen merhametlilerin en merhametlisisin nolur bizi doğru yoldan ayırma! E...ğer sen bize merhamet etmezsen biz yolumuzu şaşırırız ateşlere düşeriz Ey Alemlerin Rabbi.
    Sen iki cihandada yar ve yardımcımız ol...
    Senden başka dileğimiz yok, olmasın da...
    Sen, bizi sana imanla uçanlardan eyle, son nefeste iman ver.AMİN

  • Gülay Öztürk
    Gülay Öztürk

    02.02.2010 - 00:11

    Allah Tealâ hepimizi yeryüzüne ibadet ve taat için gönderdi. Dünyada bulunma sebebimiz, aslî işimiz budur. Bu ibadet ve taatin gerçekleşmesini de Rasulullah s.a.v. Efendimiz’e ittiba etmeye, O’na uymaya bağladı. Dinini bize O’nunla bildirdi, dini nasıl yaşayacağımızı O’nunla gösterdi. Bu nedenle Rasulullah s.a.v. Efend...imiz’in bildirip gösterdiklerine uymadan dinimizin gereklerini yerine getirmemiz mümkün değildir.

    Allah Tealâ’nın isminin anıldığı her yerde Rasulullah s.a.v. Efendimiz’in ismi de birlikte anılır. Habib-i Hüda Efendimiz’in ruhaniyeti bütün ruhlardan önce yaratılmış, peygamberlik ise O’na en son gönderilmiştir. Fakat Allah Tealâ Hazretleri bütün peygamberlerden misak almıştır ki, peygamberler de O’nun risaletini tasdik edip O’ndan ümmetlerine bahsetmiş, O’nun geleceğini bildirmişlerdir.

    Rasul-i Ekrem s.a.v. Efendimiz’in yüceliği, güzelliği binlerce sohbetle nakledilse yeterli olmaz. “Lâ ilâhe illallah Muhammedün Rasulullah” kavl-i şerifinin içinde Rasulullah’ın anlatılması dil ile mümkün olmayıp, ancak kalp ile anlaşılır.

    Allah Tealâ Hazretleri Peygamber Efendimiz hakkında ayet-i celilelerde şöyle buyurmuştur: “And olsun ki Allah inananlara ayetlerini okuyan, onları arıtan, onlara Kitap ve hikmeti öğreten, kendilerinden bir peygamber göndermekle iyilikte bulunmuştur. Halbuki onlar, önceleri apaçık sapıklıkta idiler.” (Âl-i İmran, 164)

  • Gülay Öztürk
    Gülay Öztürk

    01.02.2010 - 00:01

    Sevgi hayatın anlamı, yaratılışın sırrı! İnsanoğlunun, doğumundan itibaren, hatta doğmadan evvel başlayan ihtiyacı. Duyguların en güzeli.!
    Hayatı asıl amacına taşıyan, kalpleri birbiri ile kaynaştıran; huzur ve mutluluğun vazgeçilmez esası!
    Sevgiyle yeşerecekken tüm güzellikler, ne yazık ki, günümüz insanı sevgisizlikten muzdarip.
    Sevgisizliktir, tüm kötülüklerin anası!
    Kişi ailesine, eşler birbirine, komşu komşusuna, millet yöneticisine, devlet halkına sevgisiz! Bu yüzden hoşgörü ve huzurdan eser yok; aydınlıklar yerini karanlıklara terk etmiş. Ve dünya sevgisizlikten zindan gibi!
    Hakkı ve halkı sevmeyen yöneticiler, sevgiden nasibini almamış güçlüler yüzünden toplumlar zorda.
    “İman etmeyen cennete giremeyecek, Allah için birbirini sevmeyen de iman etmiş sayılmayacak”sa sevginin önemi tartışılmaz!
    Kurtuluş sevgiyle başlar.. İbadet sevgiyle..! Uzlaşma, paylaşma, kaynaşa, tevekkül hep sevgiyle!
    Öyleyse insan önce sevgiye doyurulmalı, toplum sevgi ile eğitilmeli.
    O yüce Resulün diliyle; “Sevmeyen ve sevilmeyende hayır yoktur! ”
    Ne mutlu seven ve sevgiye layık olanlara!
    Ne mutlu kullarını Allah’a, Allah’ı da kullarına sevdirmeye çalışanlara!
    “Vedud” ismi ile, “en çok seven ve en çok sevilen” yüce Rabb’imizin sevgisine layık olmak arzu ve dileklerimizle..

  • Gülay Öztürk
    Gülay Öztürk

    28.01.2010 - 16:00

    'Ey insanlar! size iki şey bıraktım ki,onlara yapıştığınız müddetçe benden
    sonra asla sapıtmazsınız.
    Allah'ın kıtabı ve benim sünnetim.'
    Cenab-i Hakk'ın en sevgili kulu,insanların en faziletlisi,Peygamberlerin
    sonuncusu,iki cıhan Sultanı
    ve hidayet yolunun rehberi Hz.Muhammed (s.a.v.) anlamak,anlatmak ve uymak..
    İşte bunlar,Cenab-i Hakk'ın sonsuz Rahmetine mazhar olma vesiledir..
    Rasulüllah'ın yolunda gidenler,Cennete,Allah'ın rızasına,sevgisine ve
    lütfüna
    Allah'ın vaadiyle hak kazanmışlar..
    Efendimiz (s.a.v.) butün insanlığa hatta kainattaki butün yaratılmışlara
    rahmet oldu..
    insanık haysiyetini kaybetmiş sineleri,şeref ve haysiyetine kavuşturarak
    gönüllerdeki muhabbet sarayının sultanı oldu..
    Peygamberi efendimiz (s.a.v.) bize müslümanca yaşamayı öğretti..
    otururken,kalkarken,yerken,içerken,konuşurken,gülerken,bizi baskalarından
    ayıran bir hayat tarzından söz etti..
    Bizi görenlerin 'bu insan müslüman 'diyeceği bir yaşama üslübuna sahıp
    olmamızı tavsiye etti..
    Hz.Muhammed vefatına kadar sade bir hayat sürdü..
    Hasır üzerinde yatar,arpa ekmeği yerdi..
    Karşısında çıkan insana öyle içten davranırdı ki,herkes kendisinin onun
    katında en
    sevimli kimse olduğunu sanırdı..
    Düşmanlarını affetmiş hoşgörü timsali olmuş,iyilikle zulmün zincirlerini
    kırmış,
    insanlığa sevgi ders vermişti..

    O (S.A.V.) öyle bir hayat yaşamıstı ki,nefes alışından gülümseyişine kadar
    hikmet
    üzerinde tek leke dahi bulunmayan bir hayat sürmüştü..
    'Kainatın övüncüsü'
    'Varlığın Efendisi'
    'En hayırlı insan'
    ''Allah'ın sevgilisi'
    'Rahmet Peygamber'övgüleriyle anılır hep...
    Samimi,saf,temiz sevgi dolu bir kalb ile,bütün insanlığa hala ışık tutuyor,
    ve kurtuluşa çağırıyor...
    Mevlamız (c.c.) cümlemize sünnet Muhammedi'yeyi öğrenmeyi,
    öğretmeyi ve hakkıyla yaşamayı nasıp eylesin.AMİN

    gel ey sevgili

    Mekke kokularıyla gel ey sevgili..
    Medine'nin tozuyla gel..
    Gel ki Vuslat görsün Alem..
    Gel ki Ey can,
    Hasret bir damla kan
    içime damliyor her an..

    Gel Ey canım Efendim
    yüreğimiz azad olsun..
    Şahlanan bu zülümler
    ne olur yeniden uyusun! !
    Gel ey canım Efendim..

  • Gülay Öztürk
    Gülay Öztürk

    28.01.2010 - 08:43

    Güneş doğmadan sabah olur mu? Yağmursuz yeşerir mi çimenler? Meltem rüzgarları esmese bu hayat yaşanır mı? Muhammed'siz (sallallahu aleyhi vesellem) yaşanır mı? Sevgisiz, aşksız, neye yarar hayat? ...

    Hey insanlar! Muhammedî nurdan (sallallahu aleyhi vesellem) mahrum insanlar! Şefkatsiz, merhametsiz, sevgisiz insanlar... Hey insanlar! Kapkaranlık uçurumlarda, yıldızsız gecelerde, uykuya mağlup sabahlarda…

    Hey insanlar hey! İslam'sız insanlar… Namazsız, secdesiz, Kur'ansız insanlar... Tebessümsüz, gülsüz, yüreksiz insanlar......
    Hey mü’minler hey! Köle mü'minler... Beyinleri kelepçelenmiş, dillerine pranga vurulmuş… Mü'minler ah mü'minler! Yurtlarında mahkum mü'minler... Mü'minler, yeryüzünde mazlum mü'minler...

    Evler… Zindan evler... Kur'an tilavetinin duyulmadığı, Yasin'siz, Fatiha'sız, Amme'siz evler. Evler... Sıkıntı dolu, haram dolu, stres dolu... Kapkaranlık evler. Evler… Muhammed'in (sallallahu aleyhi vesellem) sünnet-i seniyyesinden mahrum evler…

    Geceler… Gaflet dolu geceler... Günah dolu geceler... İffetsiz, hayasız diskotekli-barlı, gazinolu geceler. Geceler... Hayvancasına eğlence, şehvet, rezalet dolu geceler…

    Hayat… Bu hayat mı? Kur'an'sız hayat, hayat mı? İslam'sız hayat... Robotlar gibi hayat... Kavga dolu, cinayet dolu, kin dolu, faiz dolu, rüşvet dolu hayat… Bu hayat mı?

    Hayat, Muhammed Mustafa (sallallahu aleyhi vesellem) in hayatıdır... Hayat, Asr-ı Saadet'tir... Hayat Muhammedimizin Sünneti'dir (sallallahu aleyhi vesellem) ...

    Hayat, Allah aşkıdır... Hayat ebedi hayata hazırlanılandır. Hayat insanların elele, dil dile, gönül gönüle olduğu hayattır.

    Hayat, namazdır… Hayat, tesbihtir... Hayat, Kur'an sadalarıdır... Hayat, teheccütlerde ihya edilen seherlerdedir… Hayat, gecenin karanlığında camilere yönelen adımlardadır…

    Hayat, Muhammed'le (sallallahu aleyhi vesellem) güzeldir.

  • Gülay Öztürk
    Gülay Öztürk

    27.01.2010 - 16:06

    Şimdi anlatacağım olayı dikkatle okumanızı isterim dostlar...
    aşağıdaki hikaye japonya da yaşanmış bir olaydır..
    evini yeniden dekore ettirmek isteyen japon vatandaş,evinin bir duvarı yıkar..
    japon evlerinde genellikle iki tahta duvar arasında çukur bir boşluk bulunur...
    duvarı yıkarken,bir çivinin kertenkeleye battığını ve kertenkelenin hareketsiz yattığını görür..
    adam bu manzarayla karşılaşınca kendini kötü hisseder,ve aynı zamanda meraklanır kertenkelenin çivili halini görünce...
    muhtemelen bu çivi 10 yıl önce,ev yapılırken çakılmıştır..
    nasıl olmuştu ki kertenkele bu pozisyonda hiç kıpırtamadan 10 yıl boyunca yaşamayı başarmıştır...
    karanlık bir duvarın boşluğunda hiç kıpırdamadan 10 yıl boyunca yaşamak çok zor olmalıydı..
    kertenkelenin bu halde nasıl yaşadığını düşünür ve çalışmayı bırakarak kertenkeleyi izlemeye başlar...
    'acaba ne yiyor 'diye..
    sonra, nereden çıktığını fark edemediği başka bir kertenkele gelir,
    korku ve endişe içerisinde,ve ağzında taşıdığı yemekle...
    inanılacak gibi değildir..adamı sersemletir gördüğü manzara...
    bu nasıl bir sevgidir.,bu nasıl bir dayanışmadır,diye saatlerce kendisine gelemez..
    yere çivilenmiş kertenkele,10 yıldır diğer bir kertenkele tarafından beslenmektedir..
    evet,simdi kendimizi soralım dostlar..
    var mı günümüz insanlarının arasında böyle bir sevgi bağı.? ...
    menfaatsiz bir sevgi,hoşgörüye dayalı bir sevgi,paylaşmaya dair bir sevgi,..var mı dır;
    'evet var 'diyenlere,samimi değiler..
    günümüz insanlar sevgisiz dünyaya geliyor,sevgisiz büyüyor,sevgisiz yetişiyor,sevgisiz yuva kuruyor,sevgisiz yaşiyor ve yaşatıyor..
    peki,kabahat kimde?
    hepimize...açmiyoruz kalbimizde ki kilitlerini,sevgimizi paylaşamıyoruz,her güzel düygü karsı kapalı kalblerimiz..
    açin kilitlerinizi,YARATAN bizlere SEVGİ nimet vermiş..sevgiyle döner dünya,sevgiyle başlar her yeni günü..
    söyleyin sevginizi...
    ben sizi ALLAH için seviyorum güzel insanlar
    sevgi ile kalın

  • Gülay Öztürk
    Gülay Öztürk

    27.01.2010 - 00:55

    Ya Rabbi! ...
    Bizleri her türlü tefrika ve fitneden muhafaza buyur.
    Birlik ve dirlik ver.
    Gönüllerimizi İslam kardeşliğinin halâvetiyle tatlandır.
    İslam âlemini içinde bulunduğu felaketlerden, musibetlerden kurtar. Bütün müslüman kavimlerin, müslüman cemaatlerin, kalplerini birbirine ısındır.
    Bizleri gafletten koru.
    Hay...atımızın sonuna kadar bizi Kur’an’a hizmetkâr kıl, İslam’ın ve müslümanların hizmetkârı kıl. Her işimizde, sözümüzde ve hareketimizde Sen’in rızanı gözettir.
    O kemâlâta erdir bizi, ey Rabbimiz!
    O kemâlâtla katına çağır. (Âmin)
    Hamd olsun Âlemlerin Rabbi olan Allah’a…
    Ve selam olsun, tüm yeryüzü Allah dostlarına

  • Gülay Öztürk
    Gülay Öztürk

    26.01.2010 - 08:00

    Namaz, islâmın beş şartından, dînin beş esâsından ikincisidir. Bütün ibâdetleri kendisinde toplamıştır. İslâmın beşte bir parçası ise de, bu toplayıcılığından dolayı, yalnız başına, Müslümanlık demek olmuştur.

    İnsanı Allahü teâlânın sevgisine kavuşturacak işlerin birincisi olmuştur. Âlemlerin efendisi ve Peygamberlerin en üstünü olana mi’râc gecesi, Cennette nasîb olan rü’yet şerefi, dünyaya indikten sonra, dünyanın hâline uygun olarak kendisine yalnız namazda müyesser olmuştur. Bunun içindir ki, “Namaz müminlerin mi’râcıdır” buyurmuştur.

    Bir hadîs-i şerîfde, “İnsanın Allahü teâlâya en yakın olması namazdadır” buyurmuşdur. Onun yolunda, tam izinde giden büyüklere, o rü’yet devletinden, bu dünyada büyük pay, namazda olmaktadır. Evet, bu dünyada Allahü teâlâyı görmek mümkin değildir. Dünya buna elverişli değildir. Fakat, Ona tâbi’ olan büyüklere, namaz kılarken rü’yetten birşeyler nasîb olmaktadır. Namaz kılmağı emir buyurmasaydı, maksadın, gâyenin güzel yüzünden perdeyi kim kaldırırdı? Âşıklar, ma’şûku nasıl bulurdu?

    Namaz, üzüntülü ruhlara lezzet vericidir. Namaz, hastaların, rahat vericisidir. Ruhun gıdası namazdır. Kalbin şifâsı namazdır. “Ey Bilâl, beni ferâhlandır! ” diye ezân okumasını emir buyuran hadîs-i şerîf, bunu göstermekte, “Namaz, kalbimin neş’esi, gözümün bebeğidir” hadîs-i şerîfi, bu arzûya işâret etmektedir.

    Zevkler, vecdler, bilgiler, ma’rifetler ve makâmlar, nûrlar ve renkler, kalbdeki telvînler ve temkînler, anlaşılan ve anlaşılamıyan tecellîler, sıfatlı ve sıfatsız zuhûrlardan hangisi, namaz dışında hâsıl olursa ve namazın hakîkatinden birşey anlaşılamazsa, bu hâsıl olanlar, hep zılden, aksden ve sûretden meydâna gelmiştir. Belki de, vehm ve hayalden başka birşey değildir.

    Namazın hakîkatini anlamış olan bir kâmil, namaza durunca, sanki, bu dünyadan çıkıp âhıret hayâtına girer ve âhırete mahsûs olan ni’metlerden birşeylere kavuşur. Araya aks, hayal karışmaksızın, asıldan haz ve pay alır. Çünkü, dünyadaki bütün kemâlât, ni’metler zılden, sûret ve görünüşden hâsıl olmakdadır. Doğruca asıldan hâsıl olmak, âhırete mahsûstur.

    Dünyada asıldan alabilmek için, mi’râc lâzımdır. Bu mi’râc, müminin namazıdır. Bu ni’met, yalnız bu ümmete mahsûstur. Peygamberlerine tâbi’ olmak sâyesinde, buna kavuşurlar. Çünkü, bunların Peygamberi “sallallahü aleyhi ve sellem” mi’râc gecesi dünyadan çıkıp âhırete gitti. Cennete girdi ve rü’yet devleti ile şereflendi

  • Gülay Öztürk
    Gülay Öztürk

    26.01.2010 - 01:03

    Ey Rabbim...Bu günahkar eller yalnız sana açılır, sen samimiyetle yaptığımız dualarımızı kabul eyle...

    Senden başka kapımız yok Rabbim..Çünkü senden merhametlisi yok, sığınacağımız kurtuluşa ereceğimiz başka kapımız yok.

    Sen Rahmansın, sen Rahimsin, sen merhametlilerin en merhametlisisin nolur bizi doğru yoldan ayırma! Eğer sen bize merhamet etmezsen biz yolumuzu şaşırırız ateşlere düşeriz Ey Alemlerin Rabbi.

    Sen iki cihandada yar ve yardımcımız ol...Senden başka dileğimiz yok, olmasın da...

    Sen, bizi sana imanla uçanlardan eyle, son nefeste iman ver. Bizleri yaşayanların ve ölülerin fitnesinden, kabir azabından, cehennem ateşinden muhafaza et.

    Öyle bir imanla doldurki şu seni anmaktan aciz yüreğimizi, içinde senden başka hiçbirşey kalmasın.

    Zaten sen olduktan sonra dünya yıkılsın bize ne
    Ama sen yoksan dünyalar bizim olsa ne fayda.

    Bizi iki cihandada senden ayırma bizi nur kaynağı cemalini görenlerden, Efendimizin sav şefaatine erenlerden, sıratı geçenlerden, Firdevse ulaşanlardan, dünyada ihlasla amel edenlerden, ihsan sahibi olanlardan, ana-baba-kul hakkı gözetenlerden, güzel ahlak sahiplerinden eyle...

    Gözyaşları sana akanlardan eyle...Sen sonumuzu hayreyle Ya Rabbi...Muhakkak ki hesap günü gelecektir ve hesabımız yalnız sanadır. Çünkü gerçek olan yalnız sensin, gerisi yalan Allahım! ! ! ! Rabbim binbir günah ile kapına geldim, sana sıgındım, sana dayandım, sanadır tüm sikayetim, sanadır sarılışım, sanadır sevgim.
    Sen esirgeyen, sen bagıslayan, sen affedensin, affet bizi Allahım.
    Her sabah uyanıyorsa gözlerimiz, her sabah yeni bir gün doguyorsa, mevsimler degişiyor ve biz buna şahid oluyorsak, bize tevbe etmek icin yeni bir fırsat daha verdigin icin sana hamd ile tesekkür ediyoruz.
    Ilahi, bizi gözleri kör bakan, kulagını tüm seslere kapamıs, kalbindeki sıcaklıgı
    yitirmis insanlık zincirinin cürük bir halkası eyleme.
    Senden baska kimsemiz yok ilahi, önünde diz cökecegimiz, yolunda canımızı verecegimiz, gözyaşlarımızı huzurunda utanmadan dökecegimiz kimsemiz yok senden baska.
    Eger sevgini yüregimizden alırsan, biz kaybedenlerden oluruz, ebedi azabını hak edenler arasında saf tutarız, bize acı, bize merhamet et, bizi yolu dosdogru olanların kervanında yolcu kıl rabbim.
    Allahım kalbimizi sana adıyoruz, su dünyanın acılarına kederlerine yenilmeden, senin rızan için sırf senin için kalbimizi sana adıyoruz, adağımızı kabul buyur.
    Bize gönül dilini ögret, bize sana gitmeyen yolun sarp bir yokuş, kainatin dehlizlerinde ebedi bir kayboluş oldugunu anlat.
    Bize kucağını aç ey merhametlilerin en merhametlisi, bizi sevginle kuşat, bizi birakma!
    Bizi teslim etme, bizi senden koparacak olan hic bir seye teslim etme.
    Bugün hüzün taşıyorsa gözlerimiz, bugün kanıyorsa yaralarımız, bükükse hala boynumuz, biliyoruz ki senden geldi, narınada nurunada kucak açıyor,rıza gösteriyoruz.
    Ilahi darılma, yeterki sen bize darılma, yeterki sen bizi unutma, düzenin kana susayan carki arasinda kan revan icinde kalsada bedenimiz, hor görülsek, iskence görsekte, sen bizimleysen asla müteessir degiliz.
    Allahım! Bizi namazı, duası, ibadeti, yaşamı ve ölümü senin için olanlardan kıl, bizi affet, bizi bagışla...AMİN

  • Gülay Öztürk
    Gülay Öztürk

    20.01.2010 - 17:44

    Ne varlığa güvenirim,
    Ne yokluğa yerinirim,
    Âşkın ile avunurum...
    Bana, Seni gerek Seni!
    Yunus Emre


    Allah bizleri bu sırra erenlerden eylesin. Gönül ehli Yunus'un yukarıya aldığımız dörtlüğünü muhteva (içerik) açısından incelemek niyetindeyim; lâkin bunu, hakkını vererek yapamayacağımı biliyorum. Bu mısraları gereği üzere açıklamak için Yunus gibi bir kalbe sahip olmak lâzım herhâlde...
    Ne zaman hatırıma; bu sehl-i mümtenî (1) tarzda, bir kuyumcu hassasiyetiyle işlenmiş dizeler gelse, vefasız olduğumu düşünürüm. Şu varlık ve görünür âleme ne kadar daldığımı ve ölmeyecekmişim gibi azı dişlerimle tutunduğumu, içimde duyarım. Ruhumun kelimelerle ifade edemediğim bir şekilde yandığını, hissederim. Sonra ne yaparım? Ne siz sorun, ne de ben söyleyeyim...

    Ne varlığa güvenirim,
    Ne yokluğa yerinirim,


    Söz üstadı Yunus'un, varlıktan kastettiği dünya ve içindekilerdir, yokluktan kastettiği ise varlıktan kastettiğinin tam zıddıdır. Kim bilir varlıktan, cenneti; yokluktan, cehennemi de kastetmiş olabilir. Zira ehl-i tarikler, rıza-i barîyi her şeyin üzerinde görmüşlerdir. Bu cennetin ve cehennemin önemsenmediği anlamına gelmemelidir. Eğer kul, Allah'ın rızasını her şeyin fevkinde addederse ve de kazanırsa zaten noksan sıfatlardan münezzeh, kemâl sıfatlarla muttasıf olan Allah (c.c.) , onu cehennemden uzak cennete de yakın eyleyecektir. Yoksa bir kul, ibadetlerini cennet ve cehennem odaklı yapıyorsa baştan kaybediyor demektir. Ne dersiniz?

    Âşkın ile avunurum...
    Bana, Seni gerek Seni!


    Allah, âlemleri Habîbi'nin âşkı için yarattığı, hepimizin bildiği bir hakikâttir. Âşk için yaratılmış bir âlemde, âşk üzere olmak ve yaşamak lâzımdır. İşte âşk ehli Yunus, bize bu hazineyi gösteriyor, hazinenin gizliliğini ifşa ediyor. Hazinenin de kimya-yı âşk (âşk kaynağı) olan Allah olduğunu, 'Bana, Seni gerek Seni! ' dizesiyle haber veriyor.
    Âşık, maşukunun hâliyle hâllenir. Allah'ı sevdiğini iddia eden de Allah'ın boyasıyla boyanır, O'nun emir ve yasakları çerçevesinde sabırla durur. Hem Allah'ı seviyorum demek hem de O'nun emir ve yasaklara dikkat etmemek çelişkili bir durum doğurur. Ne dersiniz öyle değil mi? Allah hepimizi, zatını gereği gibi sevenlerden eylesin. Amin! ..


    İlâhî! Neye baksam birliğin ve Sen
    Göğe yıldızlar, yere çiçekler seren
    Nice memleketleri, yere geçiren
    İlâhi! Neye baksam kudretin ve Sen

  • Gülay Öztürk
    Gülay Öztürk

    13.01.2010 - 13:36

    Allah’ın cemalini müşahadeden, gerçek aşığın her vechede O’nun yüzünü,
    güzelliğini arayabileceğinden, görebileceğinden bahsedilir.“Allah’ın
    cemaline aşık olabilmek için, O’nun cemalini insanlarda görebilecek bir
    inanışa, bir kadere iman edip yola devam etmek, meselenin özü ve aslıdır.”

    İnsanları ve mahlukatı gerektiği gibi sevmeyen insanların da imanın
    hakikatine erişememiş oldukları söylenir. Çünkü sevgi, hakiki sevgi imandan
    kaynaklanır. Yegane din olan İslam dini hakiki sevginin kaynağıdır. Herşeyin
    olduğu gibi sevginin ekmeli de İslam’dadır.

    Nasıl?

    Sevgi sevdiğinde yok olmaktır. Yani bir bakıma sevdiği için nefsini feda
    etmektir, buna sehavet–ül enfüs yani nefs cömertliği denir. Zaten sevgi
    kelimesi ile cimrilik kelimesi yanyana gelemez herhalde. İnsan sevgisinde
    cömert olan insanlar Allah sevgisinde de cömerttir. Allah sevgisi bize,
    kaybedip de sonradan bulduğumuz değerli bir şeyden daha çok sevinç
    vermiyorsa, o zaman durup düşünmekte fayda var.

    Hak aşıklarının en çok Allah’ın sevgisini, muhabbetini kaybetmekten
    korktukları söylenir.

    Her şam–u seher zarım Mevla’m. (her sabah akşam ağlarım, Mevlam)
    Guş eylemez ağyarım ah! (gayrısı bana kulak vermez)
    Bakmaz bana dildarım Mevla’m
    Divanemiyem bilmem ah
    Nuri dem–i dehşette Mevla’m
    Bahr–i gam–ı firkatte ah

    Ayrılığın gamı bile onlara bir tür zevk verirmiş. Çünkü böylece sevgili
    hatırdan çıkmazmış ya...

    Müslümanın, müslümana olan sevgisi kardeşin kardeşe duyduğu sevgi gibi
    olmalıdır. Aynı kamil insanı seven iki insan arasında kolay
    rastlayamayacağımız bir muhabbetin hasıl olması beklenir. Çünkü insan biraz
    da sevdiğindendir, sevdiği ile beraberdir. Kardeşinde yok olmak, kamil
    insanda yok olmanın başlangıcıdır. Bunun sebebi de yine kamil insandır.
    Kamil insanı sevmenin gayesi de yine Allah’ı bulmak, Allah’ı sevmektir.

    La mevcude illallah, La maksude illallah; Allah’tan başka varlık, Ondan
    başka gaye yoktur.

    İnşaallah bu cümleyi hakkıyla anlayabilenlerden oluruz. Sevgiden sevgiye
    geçerek gerçek Sevgiliye ulaşabiliriz.

  • Gülay Öztürk
    Gülay Öztürk

    13.01.2010 - 07:43

    Hamd Senin için Rabbim! Hak Sensin... Va'din haktır. Seninle buluşmamız haktır. Sözün haktır Senin. Cennet haktır. Ateş haktır. Habercilerin haktır... Muhammed (s.a.) haktır. Sana teslim oldum Rabbim! Sana iman ettim. Sana tevekkül ettim. Sana yöneldim. Senin için mücadele ettim. İşlerimde Seni hakem tuttum. Beni bağışla Rabbim, geçmişteki gelecekteki, açık ve gizli yaptıklarımı bağışla... Sensin öncenin öncesi, sonranın sonrası... Senden başka tanrı yok Rabbim.

    Ancak Sana kulluk eder, ancak senden yardım dileriz Rabim...

    Bağışlama diliyorum Senden... Bağışlama diliyorum, bağışlama diliyorum yüce, kerem sahibi, rahmet sahibi, eşi ortağı bulunmayan, hayy ü kayyum olan Rabbim! Tevbe ediyorum Rabbim.. Tevbe gücünü vermeni diliyorum Senden, bağışlama diliyorum, yol doğruluğu, yol aydınlığı diliyorum... Sensin insanı tevbe çağlayanında yıkayan, Sensin derin rahmetlere garkeden... Nefsine zulmeden, nefsine güç yetiremeyen bizim gibi biçareleri, ölüme, dirime, mahşere yönelirken rahmetlere garkeden Sensin...


    Sana sığınırım.. Günahımı bağışla Rabbim, günahı Senden başka bağışlayacak olan yoktur.'

    Gözyaşlarımız, Bedir'de Secde'ye kapanıp Sana yakaran kulun ve Rasûlün Muhammed'in gözyaşları kadar saf ve duru değil belki...


    Ama 'Duanız olmasa Rabbim sizi ne yapsın' diyen de Sensin Rabbim...

    Bize duayı öğreten Sensin... Rahman ve Rahim sıfatlarını Sen yazdın kalblerimize... Umutları Sen yazdın. Ye'sten korunmayı Sen yazdın. 'Dua edin, cevap vereyim' diyen Sensin... 'Vadinde hulfetmeyen' Sensin...
    Hazineleri sonsuz olan sensin...

    Duamız var ve Senin kapında bu dualı halimize güveniyorum Rabbim...

    Bize rahmetini yağdır, toprağımıza, insanımıza...

    Aç rahmet kapılarını Rabbim.

    Bize hastalıksız kalbler ver.

    Bize Seni sevecek yürekler ver... Bize Senin sevdiklerini sevecek yürekler ver...

    Bize kulun ve Rasûlün Muhammed'in dualarında istediklerini ver...

    Ona Uhud'u sevdirdiğin gibi bize de sevdir dağı, taşı, kuşu, çiçeği...

    mazlumu sevdir...

    Güzelliği sevdir bize... Güzelliği idrak etmeyi lütfet.


    Bize geniş zamanlarda kapında sabahlamayı öğret Rabbim. Nisyandan koru bizi. Tan yeri ağarırken gönlünde kandiller yananlardan, gönül ışığı parlayanlardan, Seninle olanlardan eyle...

    Zulümle ve zalimle imtihan etme bizi Rabbim...

    Bize acımayacak olanı başımıza musallat etme.

    Merhametsizlere güç-kudret verme Rabbim.


    Bizi yarın Senin huzurunda, habib-i edibin Muhammed'in huzurunda, güzel mü'minlerin huzurunda, utanacağımız şeylerden koru Rabbim.

    Bizi yarın, o zor günde, birbirimizden kaçacak haller içine düşürme Rabbim. Elimizin, ayağımızın tanıklığından kaçacak hale getirme bizleri...

    Hep fakiriz, Sana muhtacız Rabbim...

    Mülk Senin, kudret Senin... Hayatımız, mematımız Senin kudret elinde...

    Rahmetine, merhametine, mağfiretine, nusretine, hıfzına muhtacız Rabbim, koru yolunda olanları, nusret ver onlara...


    Bize göz aydınlığı ver... Deryalar gibi gönül genişliği, gönül ferahlığı ver...

    Bize tebessüm ver Muhammed'in güzelliğinden kalma...

    Bize infak duygusu ver. Bize diğergâmlık ver...

    Bizi cimrilikten koru Rabbim. Öfkeden koru. Kıskançlıktan koru... Hasedden, riyadan, kendini beğenmekten koru...

    Gafletten koru bizi... Senin bize şah damarımızdan daha yakın olduğunu hissetmediğimiz anlardan koru...

    Kalblere hükmeden Sensin... Alemlere rahmet olarak yarattığın insan bile Sana 'Ey kalbleri evirip çeviren Rabbim, benim kalbimi Senin dinin üzere sabit kıl' diye dua ediyor. Kalbimizi dininle birlikte yaşat Rabbim.

    Namazlarımızı, seninle buluşma ânı eyle...

    Tekbirlerimizi, tehlillerimizi, tesbihlerimizi kalben idraki nasib eyle...

    Çocuklarımız Senin emanetin... Bize imtihan kıldın onları... Bu imtihanda utanç olmasın nasibimiz Rabbim. Onları Senin yolunun yolcuları, Senin sevginin sevdalıları yap. Bizim yüzümüzden onlara dünya ve ahirette

    mahrumiyet yaşatma Rabbim. Sana emanet ediyoruz, Sana teslim ediyoruz onları... Saadet ver onlara iki cihanda...

    Yuvalarımızı rahmetinle kuşat Rabbim. Bu dünyadan ötekine saadet taşıyan insanlar kıl bizleri...

    Eşlerimizi göz aydınlığımız kıl... Ruhumuzun durulduğu iklime dönüştür sevgilerimizi...

    'Yol arayın, diyorsun Sana...'

    'Dua edin' diyorsun...

    İşte dualarımız, işte yol arayışımız... Bize yol göster Rabbim.! ' Sen bize Doğru yolu göster... Sen göstermezsen, Sen bizi yolunda tutmazsan, biz bulamayız, biz yolnda duramayız.

    Kitabını kılavuz kıl bizlere... Yüreğimizin mihengi olsun kutlu Kitabın...

    Peygamberini ebedi rehber...

    Onunla yolculuğumuz Hamd Sancağının altına kadar sürsün...

    Muhammed'in muhabbetinden bir ışık ver gözlerimize, gönüllerimize... Sevgilerimiz O'nun sevgisinde mayalansın...

    Rabbim, dilimize güzel dualar öğret... Sana ulaşacak dualar...

    Rızanı istiyoruz Rabbim. Bütün ezikliğimize rağmen rızanı... Seni hoşnud edemezsek dünyaya gelmenin ne anlamı olur?

    İnsan yarattın bizi... İnsan olarak huzuruna gelmeyi, insan olmaktan hoşnud olmayı nasib et bizlere... 'Keşke toprak olsaydım' dedirtme bizlere...

    Meleğin Müslüman olarak alsın canımızı Rabbim... Sana kavuşmayı düğün-bayram sayanlardan eyle bizi... Mahşer aydınlığında yaşat bizleri...

    amin amin amin

  • Gülay Öztürk
    Gülay Öztürk

    10.01.2010 - 16:07

    Selam Size Ey Takva Sahipleri! ”

    “Takva sahipleri öyle kimselerdir ki; melekler canlarını hoş ve rahat olarak alırlar. ‘Selam size. Yapmış olduğunuz (iyi işlere) karşılık girin cennete’ derler.” (Nahl; 32)

    Allah-u Zülcelâl bu ayet-i kerimede, kıyamet günü salih kullarının durumunu bize beyan etmektedir. Allah-u Zülcelâl'in baki ahiret hayatı için kendisine bu şekilde hitap etmesini kim istemez. Allah'u Zülcelâl bu şekilde kime hitap ederse, ne mutlu ona! ..
    Allah-u Zülcelâl, mümin olan kullarının ruhunu, meleklerine emrederek temiz bir şekilde, günahlardan temizlenmiş olarak, hoş ve rahat olarak alırlar. Yani temiz olması; tamamı ile her şeyden kendini temizleyip, kendisini Allah-u Zülcelâl'e veren, daima sadece O'nun rızasını isteyen manasındadır. Çünkü kalbin, ruhun, sırrın temizlenmesi Allah-u Zülcelâl’in yanında çok mühimdir.

    Kalbini, ruhunu, sırrını her şeyden çözüp sadece Allah-u Zülcelâl'i isteyen şahıslara; Allah-u Zülcelâl meleklerine; “Gidin onlara müjde verin. Deyin ki; sizin üzerinize selamet olsun, Allah-u Zülcelâl'e halis olarak amel yaptığınızdan dolayı cennete girin” diye emir verir.
    Kıyamet günü herkese, Allah-u Zülcelâl yaptığı muameleye göre makam verir. Bu dünyada Allah-u Zülcelâl'e karşı nasıl muamelede bulunursak, O da kıyamet günü bize o şekilde muamelede bulunacaktır.

    Dünyada amel-i salih yapmak suretiyle, Allah-u Zülcelâl'i razı eden kimsenin yanına Allah-u Zülcelâl melekleri gönderdiği zaman, o melekten çok güzel bir koku gelir. O şahıs meleğe;

    - Merhaba! Sen kimsin, ne için geldin? Diye sorar. Melek de;
    - Ben senin ruhunu almaya geldim, ne şekilde istiyorsan öyle ruhunu olayım, diye cevap verir. O şahsın omzunda bulunan iki tane melek, birbirlerine;
    - Bu ne güzel bir arkadaştı bizim için. Allah-u Zülcelâl ona çok büyük hayırlı mükâfatlar versin, derler ve ona dua ederler.


    Nasıl dünyada perişan olmamak için her insana bir sermaye lazım ise ahiret için de bir sermaye lazımdır. Orada perişan olmamak için insanın elinde bir sermayesi olmalıdır. Bu sermaye de Allah-u Zülcelâl'i sevmektir. Allah-u Zülcelâl'in sevgisi bir kimsenin yanında olursa, o kişi çok zengindir. Bu sermayeyi dünyada temin etmemiz lazımdır. Ahirete gittikten sonra Allah-u Zülcelâl'in aşkını, muhabbetini kazanma fırsatı insanın eline bir daha geçmez.

    Onun için henüz bu dünyada iken bunu Allah-u Zülcelâl'den istemek lazımdır. O'ndan istediğimiz zaman, cömerttir, bize isteğimizi inşallah verecektir. Allah-u Zülcelâl kullarına bakıyor. Kul, nasıl istiyorsa, Allah-u Zülcelâl ona nasıl istiyorsa o şekilde verir.

    . Onun için daima Allah-u Zülcelâl’e karşı kulluk vazifemizi yapmaya çalışalım ve: 'Ya rabbi! Ben senin zayıf bir kulunum. İbadetlerimi yapabilmem ve günahlardan muhafaza olmam için sen bana kuvvet ver' diye ondan talep edelim. Biz kulluk vazifemizi yerine getirdiğimiz zaman, O (cc) kudret ve azamet sahibi olan Allah-u Zülcelâl de bize kuvvet verecektir.

    Ebu Hureyre (ra) Ashab-ı Kiram’ın içinde, Peygamber Efendimiz (sav) 'den en çok hadis-i şerif rivayet eden zattır. Peygamber Efendimiz (sav) ile çok oturup, kalkmıştır. Bir gün Ebu Hureyre (ra) çarşıda bir arkadaşını gördü ona dedi ki:

    - Nereye gidiyorsun? Arkadaşı:
    - Çocuklarıma bir şeyler satın almaya gidiyorum, dedi. Böyle söyleyince Ebu Hureyre (ra) dedi ki:
    - Eğer ölüm satılıyorsa benim için satın al. Bir kişi şiddetli bir sıcakta, çok susadığı zaman soğuk suyu nasıl sever ve isterse, ben de ölüme öyle aşığım ve onun istiyorum. Çünkü ölümle Rabbimin huzuruna gideceğim.

    Oysa biz ölümü duyunca, korkudan titriyoruz. Niçin? Çünkü ölüme hazır değiliz. Ölüme hazır olursak, aynı Ebu Hureyre (ra) gibi onu isteyeceğiz. Çünkü ölüm, mü'min için istirahattir. Ölüm ile dünyanın meşakkati müminin üzerinden kalkar. Tabii onlar bunu bildikleri için bir an önce Allah-u Zülcelâl’in huzuruna gitmek istiyorlardı.

    Onlar, Allah-u Zülcelâl'in muhabbetini kazanmışlardı. Nasıl bir kişi, bir dostundan bir süre ayrı kaldığı zaman onu özlüyorsa, bu zatlar da Allah-u Zülcelâl'e âşık oldukları için O’nun huzuruna bir an önce gitmeyi öyle özlüyorlardı.
    Bu her müminin görevidir. Her mü'min kendi derecesine göre, denizden bir damla da olsa bu aşkı, muhabbeti kazanmak için gayret göstermelidir.

    Kıyamet günü Allah-u Zülcelâl bize:

    - Ya kulum! Sen dünyada kimi seviyordun? Diye soracaktır. Korku ve hayâdan dolayı;
    - Ya rabbi! Sen benim halıkımsın, Rabbimsin. Ben kimi sevecektim ki, Seni seviyordum, diye cevap vereceğiz. O zaman Allah-u Zülcelâl:
    - Yalan söyledin. Sen dünyada benden bahsetmiyordun. Benim zikrimi, ibadetimi yapmıyordun. Aşkla değil, adet olarak insanların içinde bana ibadet yapıyordun, diyecek. azarlayacaktır.

    Onun için şimdi Allah-u Zülcelâl ile aramızı düzeltmemiz lazımdır ki; 'Seni seviyordum, Ya Rabbi' sözümüz doğru olsun.

    İnşallah, kim ne isterse Allah-u Zülcelâl verecektir. Yeter ki o isteğimizde samimi olalım. Onun kapısında durup yalvararak 'Yarabbi! Sen benim isteğimi verinceye kadar, ben senin kapından ayrılmam' dediğimiz zaman, Allah-u Zülcelâl öyle cömerttir ki, mutlaka bize isteğimizi verecektir. Ama samimiyetimiz yoktur...
    ve sanki ihtiyacımız yokmuş gibi hiç istemiyoruz.

  • Gülay Öztürk
    Gülay Öztürk

    10.01.2010 - 01:13

    Ne kadar uzak olsa yollar,
    Yalın ayak,aç susuz varmak isterim,
    Ellerim bağlansa ayaklarım zincirlerle,
    Sürünerek Ravzana gelmek isterim.
    Seni Rehberim bildim Efendim,
    Ben Senin yolunda ölmek isterim..

    Kokusu ciğerimi dalan güllerin,
    Dikenlerini seve-seve dermek isterim,
    Gönlümdeki,gözümdeki perdelerin,
    Hepsini çekip yırtmak is...terim,
    Seni önderim bildim Efendim,
    Ben bu yolda çileler çekmek isterim..

Toplam 145 mesaj bulundu