Gülay Öztürk Adlı Antoloji.com Üyesinin Hakkı ...

  • Gülay Öztürk
    Gülay Öztürk

    17.06.2010 - 16:26

    Arınmak istiyorsan dikenlere aldırma...

    Muhyiddin-i Arabi Hazretleri, Şeyh Yakup ile birlikte Mentiyar Dağı’nda başından geçen bir hadiseyi şöyle anlatır: Ben henüz tasavvuf hakkında hiçbir şey bilmeyen bir genç iken bir gün Şeyh Yakup ve talebeleri ile birlikte Mentiyar Dağı’na tırmanmaya başladık. Şeyh at üstünde biz de talebelerle birlikte yaya olarak tırmanıyorduk dağa. Dağ başında öğle namazını birlikte kıldık. Ardından Şeyh, Kuşeyri Risalesi’ni bana uzatarak, “oku” dedi. Öyle heybet duydum ki, iki kelimeyi bir araya getirip okuyamadım. Ellerim titremeye başladı. Şeyh Yakup, bunu görünce öğrencisine dönüp, “sen oku dedi” dedi. Öğrencisi okudu, şeyh açıklamalarda bulundu. İkindiye kadar dağ başında ders yaptık, tefekkür iklimine daldık. İkindi namazını kıldıktan sonra da geri döndük.

    Şeyh Yakup yine atına bindi. Ben de atın üzengisinden tutunarak yürümeye başlamıştım. Yolda şeyh bana mutasavvıf Ebu Medyen’in faziletlerini ve kerametlerini anlattı. Şeyhin sözleri ruhumu öyle sarıyordu ki ben kendimi kaybediyorum. Arada bir başımı kaldırıp baktığımda şeyhin bana bakıp gülümsediğini görüyordum. Şeyhin hızla ilerleyen atının üzengisinden tutunduğum halde hiç sıkıntı çekmeden yürüyor, giderek uçarcasına hızlanan ata rahatlıkla ayak uydurabiliyordum. Bir yere geldik ki şeyh, “ardına bak oğlum” dedi. Dönüp ardıma bakınca diz boyu dikenlerin bulunduğu harap bir tarlanın içinde ilerliyor olduğumuzu gördüm. Hayret, ne ayağımda, ne eteğimde bir diken izi vardı.

    Şeyh Yakup: “Dikenlerden korunman, kalbinin saf, temiz, arınma ve Allah’a yönelme isteği ile dolu olduğu içindir yavrum! Arınmak dikenli yollardan geçer. İflah olmak istiyorsan dikenlere aldırma ve arınmaya devam et! ” dedi, atını hızla mahmuzlayıp yanımdan ayrıldı. (Nebhani)

  • Gülay Öztürk
    Gülay Öztürk

    10.06.2010 - 02:37

    Zaman zaman hayatınızın sekteye uğradığı,işlerin ters gittiği olmuştur.O dönemlerde sanki her şey üst üste geliyormuş gibi hissedersiniz.
    Psikolojide kriz dönemi diye adlandırılan bu süreçte, aldanmışlığın ve kandırılmışlığın üzüntüsünü yaşayabileceğiniz gibi, terkedilmişliğin ya da unutulmuşluğun acısını da çekebilirsiniz.Yanlış anlaşılmanın,düşmanlıkların hedefi de olmuş olabilirsiniz.
    Hayatın bir anlamı kalmamış,hiçbir beklentiniz karşılanmamış gibi de gelebilir.
    Geçim sıkıntısı ve ekonomik problemlerde sizi sarsmış olabilir.
    Her ne olmuş olursa olsun insan bu döneminde dost dediklerinden vefa bekler.
    Vefa her zaman dosta destek olmaktır.Vefa kendisine zamanında yapılanla karşılık vermektir.
    Kötü duruma düştüğünüzde de,iyiyken yanınızda olanların sizi arayıp sormasıdır.
    Gün gelir hayat sizin istediğiniz yönde ilerlemez. Hatalar yaparsınız.
    Beklentileriniz boşa çıkar.Her gününüzü sizinle paylaşanların yine yanınızda olmasını beklersiniz.
    Vefalı dostlar yanınızda olur.
    Vefasız ise ne arar ne sorar.Dostluğun anlamını ve gerçekliğini kayıtsızca katlederek kaybolur gider.
    Gün gelir siz yine eski gücünüze kavuşursunuz.
    Vefalı dostlar hayatta en yalnız olduğumuz anlarda; en güzel gülüşleri,en samimi bakışlarıyla ışık tutarlar yolumuza.
    Geçmişten bir gölge gibi yanımızdadırlar.
    İçimizdeki umutsuzluğu yok etmektir görevleri. Bekledikleri tek karşılık gözlerimizdeki ışığı görebilmek,umudu yeniden yüreğimizde yeşertebilmek,kaybetmeden görmeyi başarabildiğimiz güzelliğe bizi ulaştırabilmektir.
    Yıllarca birçok tanım yapıldı vefa ve dostluk üzerine.
    Hep bize umut vermesini, güç vermesini beklediğimiz insanlara biz ne veriyoruz?
    O görmeden görebilmek, istemeden yanında olabilmek, onu sorgulamamak, sadece yol göstererek yanında olabilmek.Bunları ne kadar becerebiliyoruz acaba?
    Herkesin kendi kararlarını alıp onları uygulama özgürlüğü olduğunu bildiğimiz halde neden kendi beklentilerimizi gerçekleştirmeye çalışıyoruz dostlarımızın hayatında?
    Biz şekillendirmeye çalışıyoruz onun kendi doğrularını unutup hayatını.
    Oysa vefalı olmak yapmaya çalıştığımız şeyi gerçekten onu düşünerek yapmayı ona her durumda destek olmayı gerektirir.
    Hep unutuyoruz, arkadaşımız da olsa, çocuğumuz da olsa,dostumuz da olsa onun kendi hayatini oluşturmaya hakki olduğunu, kendi doğruları olduğunu ve bize her ne kadar yanlış gelirse gelsin onlara saygı duymayı.
    Dünya üzerinde çok az insan var kendi hayatini yaşarken, başkasının yanlış yapabilme özgürlüğünü görebilen ve buna saygı duyabilen.
    Vefalı dost; senin yanlışlarını görüp sana fikir veren, ama bunu yaparken asla üzerinde otorite kurmaya çalışmayan, yanlışlarını görüp sana aktaran ama asla sorgulamayan,kötü zamanda bile sen istemeden yanında olan kişidir.
    Sana hırsız,sana katil,sana deli ve benzeri şeyler yakıştırıldığında da yanında olandır.
    Yoksa yanımda olduğun sürece yanındayım diyen kişi değil...
    denilir ki;
    Vefa, arkada bıraktığını, giderken yaktığını yabana atmamaktır..
    Vefa, dostluğun asaletine, bir dua sonrası verilen sözlere,
    hayallere ihanet katmamaktır..
    Vefa dostluk ikiz kardeştirler ve onları sevgiliye beslemek gerek,
    Çiçek sulandığı kadar güzeldir,
    Deniz gözünün gördüğü kadar
    Kuşlar uçabildiği kadar özgür,
    Bebek ağladığı kadar bebektir.
    Ve herşeyi öğrendiğin kadar bilirsin,
    Bunu da öğren,
    Sevdiğin kadar sevilirsin.
    sizi seviyorum Allah cc. için..karşılık beklemeden,ve son nefesime kadar da yanınızda olacağim Allah c.c. izniyle..
    iyiki varsınız dostlar..kardeşler..

  • Gülay Öztürk
    Gülay Öztürk

    09.06.2010 - 16:54

    Nimetler, lezzet veren şeyler demektir. İnsanın aldığı lezzetler üç türlüdür:
    Birincisi; aklın ve kalbin aldığı lezzetlerdir. Bunlar ilim ve hikmet gibi gözle görülmeyen manevi olanlardır. Bu tadı tatmak insanlara mahsustur.
    İkincisi; bazı yırtıcı hayvanlara mahsus ise de insanlarda da mevcuttur. Rakibini ezmek, ona karşı üstünlük sağlamak, parçalamak gibi olanlardır.
    Üçüncüsü; bütün hayvanlarla müşterek olduğumuz lezzetlerdir. Yemek, içmek, yatmak, uyumak, nefsâni arzularını tatmin etmektir... Bu zevkler bütün hayvanlarda da mevcuttur. Kurtçuklar, böcekler, akrepler, yılanlar da bu saydıklarımızdan zevk duymuşlardır ve duymaktadırlar.

    BİZİM BİR FARKIMIZ OLMALI! ..
    Bizim hayvanlardan, böceklerden üstünlüğümüz olmalıdır. Hayvanlarla müşterek olan lezzetlerden başka tat alacak bir şeyimiz yoksa, o zaman onlardan ne farkımız kalır? Bu zevkler onları tatmin eder ama insanları tatmin etmesi mümkün değildir. Kalıcı olmayan lezzetlerde hayır yoktur.
    Bu zevklerin en kıymetli olanı aklın ve kalbin aldığı lezzetlerdir. En az olanı da budur. İlim ve hikmetten beş duyu organımız bir şey anlamaz. Diğer uzuvlarımız da zevk alamaz.
    En az olanı da budur. İlimden yalnız âlimler, hikmetten de onu ancak tadanlar bilir.
    Diğer lezzetler geçicidir, bu ise kalıcıdır. Diğerleri usandırır, buna doyum olmaz. İnsan ne kadar acıksa da belli bir miktar yiyince doyar ve artık yemek istemez.
    Yediğimiz yiyeceklerin tadını ağzımızdaki dil ile alırız, manevi lezzetleri ise kalbimizin dili ile tadarız. Kalbimizin dilinin olduğu Hadis-i şerifle sabittir. Buyuruyor ki: “İmanın tadını tatmıştır o kimse ki Allahü teâlâyı Rab olarak bilir. İslâm dinini din olarak seçer. Muhammed aleyhisselâmı Resul olarak kabul eder.”
    Bu tat bambaşka bir tattır. Bunu tadanlar diyorlar ki: “Eğer cennette de bu kadar lezzet varsa bulunmaz bir nimettir.” Başkalarının uyuyakaldıkları gecenin geç saatinde Rabbi ile baş başa kalan, ona hitap etme şerefine nail olanların aldıkları lezzeti ancak onu tadanlar bilir.
    Bunlardan Ebu Süleyman Darani rahmetullahi aleyh buyuruyor ki: “Gecelerdeki münâcâtımdaki lezzet olmasaydı dünyada kendimi zevk almış saymayacaktım.”
    Yahya bin Muaz er-Razi rahmetullahi aleyh buyuruyor ki: “İnsanların bazısına çok acıyorum! Dünyaya geliyorlar, belli bir süre hayatta kalıyorlar fakat dünyanın en tatlı ve en lezzetli şeyini tadamadan göçüp gidiyorlar.” “Nedir o dünyanın en tatlı şeyi? ” diye soruyorlar. “Marifetullahtır” diye cevap veriyor.
    Bu kadar güzel ve kalıcı lezzeti alabilme imkânı varken buna talip olmamak, onu elde edebilmeye çalışmamak akıllı insanın yapacağı iş değildir.
    Oyuncakları ile oynayan bir çocuğa; “Oyuncaklarını ver sana çok güzel bir binanın tapusunu verelim! ” Veya “Seni bir şehire vali veya paşa yapalım! ” deseler razı olmaz.
    Çocuğun oyuncakları, bina sahibi olmak veya makam mevki sahibi olmaktan daha kıymetli değildir; fakat çocuk bunu idrâk edemediğinden razı olmuyordur...
    Akıl kemâle erince kalbin dili ile tat alınmaya başlanır, o zaman lezzet nasıl bir şeymiş anlaşılır.
    İlim ve hikmetten alınan lezzetler kalıcıdır. Muhafazası için bekçilere gerek yoktur. Hırsızın eli ona uzanamaz. Kaybolmaz, çürümez, harcandıkça çoğalır. Mal harcandıkça azalır.

    KALICI OLMAYAN NİMETLER...
    Geçici olan lezzetler bitince yerini üzüntüye ve eleme bırakır. Üzüntülerin bitmesi lezzettir. Hasta olan birinin şifa bulması, hapiste olan birinin dışarı çıkması onları ne kadar sevindirir.
    Hadis-i şerifte buyuruluyor ki: “Dünya hayatında ömrünü nimetler içinde geçiren, fakat ahiretini düşünmeyen bir adamı cehenneme atarlar ve sorarlar: Sen hiç rahatlık gördün mü? O da (dünyada yaptıklarını unutmuş) hayır hiçbir rahatlık görmedim diye cevap verir... Dünya hayatı sıkıntılı, hastalıklı geçen bir adamı da cennete götürürler. Cennet nimetlerine dalınca ona da sorarlar: Sen hiç sıkıntı çektin mi? O da (hepsini unutmuş) hayır diye cevap verir.”
    Kalıcı olmayan nimetler de, sıkıntılar da tamamen unutulacaktır. Demişler ya: “İnsanlar uykudadır, ölünce uyanırlar.” Dünya hayatı hayal veya uyku gibidir...

  • Gülay Öztürk
    Gülay Öztürk

    27.05.2010 - 11:17

    ....DOSTLUK....


    Bir çiçek olmaktır dostluk, gökkuşağı renginde kaybolmalı insan derinliğinde. Bir bulut olmaktır dostluk, karanlıkları yırtarcasına beyaz, uçmalı sonsuzluğa kış yaz. Bir kahkahadır dostluk, acılara git dercesine, geleceğin gizemini yok edercesine... Ve bir kalp olmaktır dostluk; dostu için her şeyi göze alan hayat ırmağında sabırla akan. Biz seninle bir kalp olduk dostum. Öyle bir kalp olduk ki sana bakınca kendimi gördüm. Tıpkı bir elmanın iki yarısı gibi...
    Her konuda tamamen aynı olduğumuz gibi, bazen bir bakış yetti neler hissettiğimizi anlatmamıza, bazen sıcacık bir gülümseme yetti o üşüyen ruhumuzu ısıtmamıza. Belki yüreğimizdeki acıyı paylaşmaktı dostluk, belki üzüldüğümüzde sıcak bir kucaktı, belki de karnımız ağrıyana kadar gülmekti. Bence her şeydi dostluk.Yaşamak, sevmek, öğrenmek... İşte ben sende bunları buldum.

  • Gülay Öztürk
    Gülay Öztürk

    26.05.2010 - 08:01

    Hos geldin ey CAN...! ‏
    Aslında hoş geldin demek yanlış olur sana.. çünkü bir kişiye hoş geldin demek için o kişinin benden uzak olması arada sırada gelmesi gerekir..

    Sen benden hiç ayrı değilsin ki, sen canımda ki cansın ki.. nasıl hoş geldin diyeyim sana. Sen her dem benimlesin. Çünkü ben her dem her saniye seninleyim, seninle konuşur, seninle susar, seninle güler, seninle ağlarım, seninle uyur, seninle uyanırım.

    Peki bu hoş geldin neden.

    Bu hoş geldin bana her dem ayrı bir huzur kattığına, her saniye yeni bir güzellik yaşattığına, her dem daha bir RABBİMİ hatırlattığına, her dem daha bir güven vermene, her dem daha bir RABBİME yaklaşmana..

    İşte bu yüzden yine ve yeniden ve en güzeliyle ve en huzurlusuyla

    Hoş geldin ey cana can olan
    Hoş geldin ey öze öz olan
    Hoş geldin ey söze söz olan

    Hoş geldin yüreğimin olmazsa olmazı
    Hoş geldin aklımdan hiç çıkmayan
    Hoş geldin dualarımın en güzel amini
    Hoş geldin RABBİMİN en güzel nimeti


    Hz Yusuf'un yokluğunda gözlerini dünyaya kapatan Yakup gibi, senden uzak kaldığım her demde gözlerim dünyaya körleşecek ve geldiğinde ve varlığında seninle bakacak bu gözler dünyaya...

    Mecnun'da Leyla nasıl Mevla ise bende de sen her dem Mevla'yı hatırlatan bir nursun. İsmini her andığımda RABBİMİ anmak huzuru sarıyor içimi...

    Mevlana Şemsi bulduğunda bir şeyin farkına varmıştı. Onun farkına vardığı şey onca okuduğunun bilmediklerinin yanında bir hiç olduğuydu. İşte Mevlana Şemsi bulduğunda hakikatı bir kez daha anlamıştı. Ve ben seni bulduğum gün bilmediklerimin daha bir farkına varıp seninle hakikatı arama güzelliğini huzurunu yaşadım.

    Bülbülün güle olan özlemi sadece onun maddesine değildi. Bülbül güle her baktığında Gül-ü Muhammediyi görüyordu. Ve O'na olan özlemini gülde vuslata erdiriyordu. Ve ben bugün yine bir bülbül olup seni her andığımda seni her düşündüğümde sende seninle RASULÜ anmanın güzelliğini huzurunu buldum.

    Hicret esnasında Peygamberi müşriklerden koruyan güvercin misalisin benim için. Dünyadan kaçıp huzur için sığındığım kendi dünyamın kapısında beni şeytan ve nefisten koruyan bir güvercin oldun.


    Seninle her dem nefis ve şeytandan korunmak
    Seninle her dem dünyadan usanıp ahireti aramak
    Seninle her dem bülbül olup Gül-ü Muhammediyi aramak
    Seninle her dem Mecnun olup Mevla'ya ulaşmak
    Seninle her dem Mevlana olup hakikatı bulmak
    Seninle kul olmak
    Seninle ümmet olmak
    Seninle kendimi bulmak
    Seninle ben, benimle sen olmak
    İşte RABBİM için sevmek
    İşte RABBİM için candan geçip tek can olmak
    İşte RABBİM için benden geçip biz olmak
    İşte Mü'min olmak Mü'min olabilmek...Hoşgeldin CaN...

  • Gülay Öztürk
    Gülay Öztürk

    21.05.2010 - 11:03

    (sizden gelen bize hitaben şiirler) ‏

    Gül kokularıyla geldin girdin gönlüme
    Mis kokun sindi gönlüme bir daha çıkmamacasına
    Yüzün nur yüzlü, kokun abu hayat kokulu
    İnanıyorum gülom sende cennet kokuları var! ! !


    Mevla sevgisiyle gönlün avare olmuş
    Habibib aşkıyla ruhun sonsuzu bulmuş
    Sözünde doğruluk,özünde doğruluk hayat görüşün olmuş
    İnanıyorum gülom sende cennet kokuları var! ! !


    Bir küçük tebessüm ile mutlu olursun
    İçin kan ağlasa bile sevgi dolusun
    Mevla sevgisi,Peygamber sevgisi birde dost sevgisi
    İnanıyorum gülom sende cennet kokluarı var! ! ! !


    Dünyada çok acılar çektin,cennette unutasın
    Sevdiğin sevdiklerinle Efendimizle birlikte olasın
    Dünyada çektiğin acılardan çok cennette hep gülesin
    Firdevsde zemzemi yudumlarken benide unutmayasın
    Biliyorum gülom sende cennet kokuları var! ! !

    CAN BEYDA

    GÜLAY HANIM'A..
    Batıldan hicret ettiniz,islam dinini seçtiniz
    örnek mücahidesiniz,saygılar gülay hanıma..

    Hak aşkıyla dolusunuz,Yüce dine mensupsunuz,
    Bizlere,dindaş oldunus,dualar gülay hanıma..

    Tevhid yoluna girdiniz,Kuran'a gönül verdiniz
    ne kadar iyi ediniz,müjdeler gülay hanıma..

    mümin oldunuz ne mutlu,imanınız nede kutlu,
    Ayşe anama,ol komsu,sevgiler gülay hanıma..

    Feyizler var halinize,iman parlar kalbinize,
    Rasul aşkı gönlünüzde,sevinçler gülay hanıma..

    Tesettürünüz yakışmış,islam nuru bulaşmış,
    Hak dostlarına karışmış,cennetler gülay hanıma.

    yazan İmran Ak İstanbul

    BAYRAMIN KUTLU OLSUN

    24.10.2008

    Ey uzak diyarların güneşi,

    Aldın Gülay ÖZTÜRK ismini,

    Seçtin İslam olan hak dini,

    Kutlu olsun bayramın şimdi.



    Sevip seçerek aldı seni,

    Arındırdı kirlerden kalbini,

    İmrendirdin cennetteki hurileri,

    Mevlana olan aşkın sebebi,



    Dünyanın diğer ucundaki garibi,

    Eyledi Rabbim sana bir veli,

    Karşılıksız kaldırdı Allah’a ellerini,

    İlişmesin hiçbir zalimin şerri.



    Görmeden daha gözleri seni,

    Gıyabında herkese övüverdi,

    İslam kardeşliği işte bu idi,

    Öne almazdı bak kavmiyetçiliği.



    Sen alman ben Türk milleti,

    Ortak bağımız kelime-i tevhitti,

    Hem anamız Havva babamız Âdem’di,

    Kimse sokamaz araya fitne illeti.





    Yazan Şair Ekrem YANGÖZ

  • Gülay Öztürk
    Gülay Öztürk

    21.05.2010 - 08:35

    ER RAHİM
    Ey Rahim olan, müminlere karşı çok merhametli olan ALLAH'IM ER RAHİM
    Ey Rahim olan, müminlere karşı çok merhametli olan Allah’ım. Rahman isminle iyi kötü her kuluna bu dünyada rahmet, rızık ve ihsanda bulunurken, Rahim isminle inananlara öbür dünyada bol bol ve özel rahmet, rızık ve ihsanda bulunursun. Mümin kullarına bire karşılık binler, milyonlar verir ve nimetlerine gark edersin.
    “Allah müminlere karşı çok merhametlidir”
    Sen Âlemlerin Rabbisin ve müminlere karşı çok Gafur ve Rahim’sin. Merhametlilerin en merhametlisi Sensin.
    Sen Âlemlere rahmet olarak Habibini gönderdin. Mahşerde Habibinin şanını pek yüce edecek ve O’na sınırsız şefaat etme hakkı vereceksin. Habibini Makamı Mahmud’un ve Hammadün Sancağı’nın sahibi edeceksin. Bunlar ne büyük, ne muhteşem lütuf ve ikramlar.
    Ebedi hayatta, mümin kulların için bütün kapıları sonuna kadar açılacak olan, Senin Rahim ismin sonsuz ve muhteşem bir hazinedir. Bu baki hazine, almakla eksilmez ve vermekle bitmez. Herkes hayalinin çok ötesinde sürprizlerle şereflenir.
    Senin Rahim ismin bir güneş gibi mahşeri ve Cenneti şereflendirecektir. Rahim isminin tam tecellisi ancak Cennet’te mümkündür. Sen, eni gökler ve yer genişliğinde olan Cennet’i Rahim isminin harika güzellikleri ve hazineleriyle süsleyeceksin. Kullarına sonsuz ikram ve lütuflarda bulunacaksın. Sana sonsuz hamdü senalar olsun.
    Sen kuluna bu dünyada bir cüz’i irade verirsin. O iradeyi en güzel kullananlar, Senin Rahim isminden en fazla faydalananlar olacak. Peygamberler, sıddıklar, şehitler ve müminler. Habibine miraçta kullarının şirk dışındaki bütün günahları affedeceğini bildirdin. Yapılan zerre kadar her ibadet, Cennet’te kulun için ayrı bir derece kazandıracak. Sen kuluna merhamet eden ve Cennet’te sonsuz dereceler lütfeyleyen Rahimsin.

    Bizlere kullarına karşı çok sevgi ve merhamet dolu olmayı nasip eyle. Yolda kalmışların elinden tutmayı, ihtiyacı olanlara yardım etmeyi lütfeyle.
    Sen bizleri merde ve nâmerde muhtaç etme. Sen mümin kullarına karşı özel lütuf, ihsan ve ikramlarda bulunmayı çok seven Rahimsin.
    Ey Merhametlilerin En Merhametlisi! Bu dünyada herkese bol bol manevî ve maddi rızık veren Allah’ım. Dünyada her kuluna binlerce manevî ve maddi rızık kapıları açıyorsun. Ahirette Sana inananları bol bol nimetlerle mükâfatlandıracak Rahim olan Allah’ım. Biz bu dünyada Senin merhametini ve Rahim ismini anlamaktan aciziz. Seni sevenleri, yolunda olanları, yoluna baş koyanları, Sen iki cihanda aziz eyle.
    Seni dolu dolu, doya doya anlamayı ve nesillerimize anlatmayı bizlere nasip eyle. Lütfeyle Seni sevelim. Lütfeyle Seni sevdirelim. (İnsanlık gürül, gürül Senin aşkınla coşsun) Amin

    KİŞİ SEVDİĞİYLE BERABERDİR '


    Hz.MUHAMMED
    (S.A.V.)
    ALLAH'A EMANET OLUN

  • Gülay Öztürk
    Gülay Öztürk

    12.05.2010 - 17:04

    Sevdiğini Allah için sevmek
    Sevgi, yaratılıştan sahip olduğumuz bir duygudur. Herkes birşeyleri sever. Bir anlamda insanın gerçek kölelik zinciri sevgisidir. Zira insana kafa, kalb ve karnından nüfûz edilebilir. Kalbi kazanılmış ya da kalbini kaptırmış insan, sevdiğinin mecnûnudur.
    'Allah için sevmek' bir anlamda sevgiye, sevgiden başka karşılık tanımamaktır. İşte bu anlamdaki sevgi, imana derinlik ve zevk katmaktadır. İnsan da imanın tadını böylece tatmaktadır.
    Sevgide ölçüyü kaçırmak, insan için aklını yitirmek kadar kötü neticeler doğurabilir.
    Gönlünü ağyâra kaptırmış bir kişi, düşman istilâsına uğramış ülke gibidir. Hiçbir yerinde, hiç bir köşesinde huzur yoktur.
    İman izzetine ters düşen bir sevgi, mümini kendi kendisini inkara götürür. Bu da imanı ortadan kaldırır. İman olmayınca onun tadından bahsetmek zaten mümkün değildir.


    Ebû Hüreyre radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

    Hiç şüphesiz Allah Teâlâ kıyâmet günü:

    'Nerede benim rızâm için birbirlerini sevenler? Gölgemden başka gölgenin bulunmadığı bugün onları, kendi arşımın gölgesinde gölgelendireceğim' buyurur.

    Müslim, Birr 37. Ayrıca bk. Tirmizî, Zühd 53

    Açıklamalar

    Allah için birbirini sevmenin âhirette kişiye kazandıracağı mutlu sonu dile getiren hadîs-i şerîf, aşağı yukarı aynı neticeyi haber veren önceki hadisten üslûb olarak farklılık arzetmektedir. Burada Peygamber Efendimiz, Allah Teâlâ ve Tekaddes hazretlerinin, rahmet gölgesinde barındıracağı kişileri nasıl bir iltifâta tâbi tutacağını ve onlara nasıl hitâ-bedeceğini bildirmektedir. Bu bir anlamda, önceki hadiste haber verilen mutlu sona nasıl bir muamele ile gidileceğini açıklamak ve konuya tam bir kesinlik kazandırmak demektir.

    Hz. Peygamber'in, kıyamet gününde Allah Teâlâ'nın nasıl hitabede-ceğini bildirmesi, hiç şüphesiz kendisine verilen bilgi sonucudur.

    'Hiçbir gölgenin olmadığı bugün' ifâdesi, mahşer günü dünyadaki gibi bir gölge bulunmayacağını ifade eder. 'Allah'ın gölgesi' ise, bir önceki hadiste işaret edildiği gibi, ya arşının gölgesi, ya da rahmet ve himâyesi anlamındadır.

    'Benim celâlim için' demek, benim rızâm için, sadece benim rızâmı kazanmak amacıyla demektir. Ancak böylesi bir maksatla birbirini sevenler, sevgilerine dünyevî ya da nefsî herhangi bir duygu karıştırmayanlar, hareketlerini ve dostluklarını böylece tanzim ve devam ettirenler, Allah'ın himâyesini kazanacaklardır.

    Kıyametin dehşetli havasından kurtulmanın yolu, sevdiğini Allah için sevmektir.

    Hz. Ebu Hureyre Radiyallahu Anh’tan rivayele
    Efendimiz Aleyhissalâtü Vesselâm
    buyurdular ki:

    “Allah yolunda birbirini seven iki kuldan biri doğuda, diğeri batıda olsa, Kıyamet günü Allah onları bir araya getirir de şöyle buyurur:
    - İşte şu, senin sevdiğindir.”

    (Beyhaki/Şuab)

    Dünyada Allah rızâsı için birbirini sevenler âhirette rızâ-ı ilâhîye kavuşmak suretiyle sevineceklerdir.

  • Gülay Öztürk
    Gülay Öztürk

    07.05.2010 - 07:59

    HAYIRLI CUMALAR


    Öyle bir gözyaşı ver ki Yâ Rabbî; eritsin buzlarını gafletin, gönül ufukları,nûra bürünsün.
    Açılsın da cehlin kara perdesi, gerçek görünsün...

    Öyle bir gözyaşı ver ki Yâ Rabbî; müjdeler dökülsün, Arş-ı Âlâ'dan, hidâyet selleri,sineme dolsun.
    Her damlası Mahşer Günü şâhidim olsun...

    Öyle bir gözyaşı ver ki Yâ Rabbî; Esmâ'ndaki 'Doksandokuz' aşkına, semâlardan gufranını indirsin.
    Hesap günü, titreşirken Mîzan'da, hicâbımı dindirsin...

    Öyle bir gözyaşı ver ki Yâ Rabbî; Firdevs Göklerinden, nûr sağnakları, dehşet günü, Sırât üzre saçılsın.
    Sekiz yerden,sekiz cennet kapısı bir lâhzada açılsın...

    Öyle bir gözyaşı ver ki Yâ Rabbî arıtsın şu nankör nefsi hevâdan, bütün zerrelerim,Kur'ân'la dolsun.
    Ve Mahşer günü, şu tövbekâr bedenim, şehitlerle haşrolsun...

    ÂMİN!

  • Gülay Öztürk
    Gülay Öztürk

    05.05.2010 - 22:58

    Nakledildiğine göre Hz. İsa (A.S.) bir gün bahçe sulayan bir delikanlı ile karşılaşır. Delikanlı Hz. İsa'ya «Rabb'inden, sevgisinin zerre agırlığındaki bir kısmını bana bağışlamasını dile» der. Hz. İsa ona «sen zerre kadarına dayanamazsın diye karsılık verir. Delikanlı «o halde zerre kadarının yarısını versin» der. Bunun üzerine Hz. İsa onun için «ya Rabb'i bu gence sevginin zerre kadarının yarısını bagışla» diye dua eder ve yoluna devam eder.

    Epeyce bir müddet sonra Hz. İsa'nın (A.S.) yolu yine oraya düşer, delikanlıyı sorar, «delirdi, dağlara çıktı» derler. Hz. İsa delikanlıyı kendisine göstermesi için Allah (C.C) 'a dua eder. O sırada delikanlıyı dağlar arasında görür onu gözlerini gök yüzüne dikmiş ve bir kaya üzerinde dimdik ayakta dururken bulur.

    Hz. İsa (A.S.) delikanlıya selam verir, selamını almaz, «ben İsa'yım» diye kendisini tanıtarak delikanlının ilgisini çekmeye çalışırken ulu Allah (C.C) 'dan kendisine şu vahiy gelir: Kalbinde benim sevgimin yarım zerresini taşıyan kimse insanoğlunun sözünü hiç duyar mı? İzzet ve celalim hakkı için sen onu testere ile ikiye biçsen onun acısını bile duymaz.»

  • Gülay Öztürk
    Gülay Öztürk

    04.05.2010 - 00:20

    Bana göre gerçek manada sevmek veya aşk, Allahı sevmektir. Allahı sevenleri sevmektir, Allahın sevdiklerini sevmektir. Böylece aşkımız bütün boyutlarıyla ortaya çıkar.

    Her sevgi insanı mutlaka harekete geçirir. Bu hareket sevgimizin ışığı altında olmalıdır. Yani, hareketimiz sevgimize muhalif düşmemelidir. Allahı sevebilmenin, her mümine nasip olmadığını defalarca gördüm. Allahı seviyorum demek kolaydır. Hatta bu sevgiyi ileriye götürüp Allaha kurban olayım diyene de çok şahit oldum. O insanlar Allah için günahlarını teker teker terk edemiyorsa, günahları terk etmenin organik rahatsızlığıyla kıvranmıyorsa, sevgilisi için yanmıyor demektir.

    Mesela; şehevi duyguların bedenimizi istila ettiği bir zamanda bu yolda karşımıza çıkan fırsatı Allah aşkı için kullanmayıp kıvranarak, yanarak helal dahilinde kalmak, Allah aşkının açık bir ispatıdır.

    Kalp doyar, ruh sakinleşir. Senin için Rabbim diyerek büyük günahlardan çekilmek Allah aşkının en açık alametidir. Burada seven, sevgilisine itaat ederek aşkını ispatlamıştır. Sevgi tamamen manevidir, ruha aittir.
    Allah sevgisini anladığım gün Ya Rab beni affet diye yalvardım. dedim ki Allahım sana layık bir kul olamamışım, beni affet! O anda kazasını kılacağım namazlar, ruhumda yara gibi sızladı. Çünkü bu aşkın sahibi namazını kazaya bırakamaz. Namaza hayatta gerçek manasını verir. Namaz kılanı gören birisi, bu şahıs şuurlu Müslüman diyebilmeli. Ruh; bedenin, hayatın mimarı olmalı. Ruh doğrudan doğruya Allahın hayat sıfatıyla irtibatlanabilir. İşte gerçek vuslat budur.

  • Gülay Öztürk
    Gülay Öztürk

    02.05.2010 - 20:05

    Allah, huzuruna mümin olarak gelecekler için içlerinde ebedi olarak kalacakları cenneti vaat etmiştir. Allah'ın vaadi ise şüphesiz ki gerçekleşmesi kuşku götürmeyen, en kesin sözdür. Böylece kesin bir bilgiyle inananlar, bu vaadin gerçekleşeceğinden asla kuşkuya kapılmaz ve mümin olarak canlarını teslim ettikleri takdirde günahlarının bağışlanarak cennete kabul edileceklerini bilirler.
    Bir ayette şöyle geçer:
    ''Adn cennetleri (onlarındır) ki, Rahman (olan Allah, onu) kendi kullarına gaybtan vaadetmiştir. Şüphesiz O'nun vaadi yerine gelecektir. (Meryem Suresi, 61)
    Allah'ın kendilerine cenneti vaat etmiş olması, müminleri tarifsiz bir sevinç ve coşkuya sürükler. Onlar, Allah'tan daha çok sözüne sadık kimse olmadığını, O'nun salih kulları için cenneti istediğini ve onları buraya mirasçı kıldığını bilmektedirler. Allah'ın cenneti vaat etmesiyle ilgili bir başka ayet şöyledir:
    Şimdi kendisine güzel bir vaadde bulunduğumuz, dolayısıyla ona kavuşan kişi, dünya hayatının metaı ile metalandırdığımız sonra kıyamet günü (azaba uğramak için) hazır bulundurulan kişi gibi midir? (Kasas Suresi, 61)
    Bu ayetten de açıkça anlaşıldığı gibi, Allah'ın bir vaadde bulunması, buna kavuşmak için kesinlikle yeterlidir. Allah kimlere cenneti vaat etmişse, bunlar Allah'ın izniyle sonsuz nimetlere kavuşacaklardır. Müminler de cennete girdiklerinde bu durumu ikrar edecek ve Allah'a şöyle şükredeceklerdir:
    Dediler ki: Bize olan vaadinde sadık kalan ve bizi bu yere mirasçı kılan Allah'a hamd olsun ki, cennetten dilediğimiz yerde konaklayabiliriz. (Salih) amellere bulunanların ecri ne güzeldir. (Zümer Suresi, 74)
    Dünya hayatında çeşitli kereler müjdelenmiş ve Allah tarafından cennet vaat edilmiş müminler, yaşamlarının sonunda umut ettiklerine kavuşacaklardır.
    En sonunda o beklenen an gelir. Bir müminin hayatı boyunca tefekkür ettiği, kavuşabilmek için dua ettiği ve layık olabilmek için vargücüyle çalıştığı yer, 'kalınacak yerlerin en hayırlısı' ve 'Allah katındaki asıl varılacak güzel yer'dir cennet. Müminler için hazırlanmış ve onlara sunulmak üzere kapıları açılmıştır. Müminlerin cennete girişleriyle ilgili bir ayet bu eşsiz manzarayı şöyle tarif eder:
    Onlar Adn cennetlerine girerler. Babalarından, eşlerinden ve soylarından salih davranışlarda bulunanlar da (Adn cennetlerine girer) . Melekler onlara her bir kapıdan girip (şöyle derler :) 'Sabrettiğinize karşılık selam size. (Dünya) Yurdun(un) sonu ne güzel.' (Rad Suresi, 23-24)
    Onlar cennette 'esenlik dileği ve selamla' (Furkan Suresi, 75) karşılanacak ve 'Oraya esenlikle ve güvenlikle' gireceklerdir. (Hicr Suresi, 46) Yapılacak tek şey kalmıştır: Sadece müminler için hazırlanmış ve türlü nimetlerle donatılmış bu sonsuz yurdun güzelliklerini keşfetmek.

  • Gülay Öztürk
    Gülay Öztürk

    30.04.2010 - 00:50

    Rabbimiz insanoğlunun yaratılmışlar içindeki üstünlüğünü Kur'an-ı Kerim'de birçok ayet-i celilede beyan buyumuştur. Bu üstünlük hem insanın beden yapısı hem de manevi şeref ve itibarı bakımındandır.

    Eşref-i mahluk olan insan nimetlerin de en büyüğüne layık görülmüş aklı hisleri yetenekleri ve iradesi ile diğer bütün varlıklardan ayrı tutulmuştur.

    Bu şekilde sayısız ihsan ve nimetler bahşedilerek bu aleme gönderilen insanın düşünmesi gerekir: Acaba neden böyledir kendisinden ne istenmekte nasıl olması ve ne yapması gerekmektedir. Bunca nimetlere karşılık Rabbinin ondan beklediği nedir?

    Bu sorular akl-ı selim olan her insanın özellikle müslümanın düşünmesi cevap araması bulduğu cevaba göre hayat ını şekillendirmesi gereken sorulardır.

    Rabbimiz insanoğlunu boşuna yaratmadığını ba şı boş bırakmadığını beyan etmekte bir mükellefiyet taşıdığını açık seçik belirtmektedir.

    İnsanoğlu kendisi dışındaki her şeye kolaylıkla sahip olabilmektedir. Gücünün yetmediği sahip olmakta güçlük çektiği hemen hemen tek şey kendi nefsidir. Uzayın derinliklerini avucunun içi gibi bilse de bilgisinin kavrayamadığı şey de yine kendi hayat cevheri kendi ruhudur. O halde insan bir yönü ile aciz ek*** ve yarımdır.

    Bir başka deyişle insanoğlu istifadesi için yaratılmış varlıklar karşısında kuvvetli bilgisi Allah katında mahfuz olan konularda acizdir. Dinimiz insanın bu yarımlıktan kurtulmasının yollarını göstermiştir. İslâm bu kurtuluşta dıştan içe maddeden manaya bedenden ruha doğru giden bir yol izler.

    Yukarıda da ifade edildiği gibi İslâm önce insanoğlunun kainat içindeki yerini net olarak gösterir. Özetle bu yer bütün yaratılanlar üzerine Allah'ın halifesi olma durumudur. Daha sonra İslâm insanın hayat ına ve onun toplum içindeki yerine yönelir onu bu yönüyle de koruyup güçlendirir.

    İslâm dairesi içine giren bir müslümanın hayat ının her safhasında İslâm'ı yaşamaya ve yaşatmaya çalışması lazımdır. Rabbimiz ayet-i celilelerde dinimizi yaşamada insanı gerçekten zorlayacak herhangi bir yan olmadığını emir ve yasaklarına sarılmamızı ve O'nun gösterdiği dosdoğru yolda yürümemiz gerektiğini belirtmektedir. Müslümanlar İslâm kimliğine sımsıkı sarılmalı onu onurla taşımalıdır. Dünya ve ahiret mutluluğuna ulaşmamız ancak ve ancak o kimliğe hakkıyla sahip çıkıp gereklerini yerine getirmemizle mümkün olacaktır.

    Rabbimiz Kur'an-ı Kerim'de müminleri birçok vasıflarıyla tarif etmektedir ki bu tarifler bizlerin nasıl olmamız gerektiğini göstermektedir. Buna göre müminler kardeştir kardeşçe yaşamalıdır. Bir kardeşin diğer kardeşine davranışı nasıl olmalıysa müminler de öyle yapmalı kardeşinin dert ve sıkıntılarıyla öyle ilgilenmelidir.

    Mümin kimliğinin bir şartı da sevgi ve buğzun sadece Allah için olmasıdır. Esasen mümin için hayat ın kendisi Allah içindir. Dünya ahiret için bir hazırlık yeridir. Öyleyse fani olan bu dünyaya gönül bağlamamalı bir gün bu hayattan sonsuz olan hayata gideceğini unutmamalıdır.

    Zamanımızda müslümanların en büyük meselelerinden biri hatta en önemlisi müBerrA dinimiz İslâm'ı layıkıyla temsil edememeleridir. Bu durum bütün insanlığı muhatap alan İslâmiyet'in daha geniş kitlelerce benimsenmesine dünyanın her bir köşesine yayılmasına engel olmaktadır.

    O halde denilebilir ki müslüman olduğu halde hal ve harekâtı tutum ve davranışları ile İslâm'a aykırı düşen kimseler farkında olmayarak başkalarına büyük kötülük yapmaktadırlar. Çünkü çoğu kişi İslâm hakkındaki hükümlerini okuyup araştırarak dinin temel kaynaklarını inceleyerek vermez. Aksine müslümanların hal ve hareketlerine yaşayış tarzlarına bakarak verir. Onlara göre İslâm müslümanların hayatlarında aaaahür eden yaşayışlarında kendini gösteren her ne varsa odur.

    Müslümanların ilk görevi İslâm'ı öğrenmek sonra da bu eşsiz dini bir bütün olarak ferdî ailevî ve sosyal hayatlarında yaşayarak iyi temsil etmek olmalıdır. Her hususta olduğu gibi bu hususta da rehber ve örneğimiz Fahr -i Alem s.a.v. Efendimiz olmalıdır. O Cenab -ı Mevlâ'nın emirlerini önce kendi nefsinde yaşamış daha sonra ashabına tebliğ etmiştir. O ibadet ve taatta zühd ve takvada herkesten önde bulunuyordu. Ümmetine farz namazları kılmalarını emrediyor kendisi gece-gündüz nafile namazlara da devam ediyordu. Ashabına farz olan ramazan orucunu emrediyor kendisi diğer zamanlarda nafile oruçlar da tutuyordu. Her konuda O'nun durumu böyle idi.

    Diğer taraftan Fahr-i cihan s.a.v. Efendimiz İslâm'ı sadece anlatmakla yetinmiyor bütün hal ve hareketlerinde hak yolun güzelliklerini ortaya koyuyurdu. Ashab-ı Kiram O'nun yaşayışına bakarak İslâm'ı hayata geçiriyordu.

    İlk müslümanlar dinlerini bihakkın temsil ettikleri için İslâmiyet akıllara durgunluk verecek kadar kısa bir zamanda geniş coğrafyaya yayılmı ş geniş halk kitleleri emsali görülmemiş bir şekilde akın akın hidayetle nasiplenmişlerdi.

    Zamanımızda müslümanlar İslâm'ı nasıl anlıyorlar? Nasıl yaşıyorlar hayatlarına nasıl tatbik ediyorlar? Yaşayışlarıyla bilgileriyle örf-adetleriyle çalışkanlık dürüstlük ilim ve teknikleriyle; kısaca bütün hal ve hareketleriyle layıkıyla temsil edebiliyorlar mı? Bu soruya samimiyetle cevap vermek son derece önemlidir. Ve ne yazık ki bu cevap pek iç açıcı değildir.

    Oysa İslâm hakkında insanlığın müsbet kanaat sahibi olabilmeleri için müslümanların önce dinlerini iyi bilmeleri sonra öğrendiklerini yaşamaları gerekir. Aksi halde yeryüzünü esir alan zulüm ve inkâr karanlığında pay sahibi olmanın ağır vebali beklemektedir.

    müslüman “iyi insan” demektir. İyi bir insanda bulunması gereken bütün vasıflar onda vardır olmalıdır. Buna göre müslüman elinden dilinden kimseye asla zarar gelmeyen insandır; kimseyi incitmez gönlünü kırmaz. Bununla de yetinmez elinden geldiği kadar başkalarına yardımcı olmaya çalışır. Sıkıntısı bir ihtiyacı ihtiyacı olan kimse neye mensup olursa olsun müslümana başvurur. Çünkü o iyiliği umulan kötülüğünden emin olunan kimsedir. Yaratılanı Yaradan'dan ötürü sever.

    müslüman dürüsttür; günlük hayat ında alışverişinde yalan söylemez kimseyi aldatmaz. Bilir ki imanla yalan bir arada olmaz. Emin kimsedir her hususta kendisine güvenilir itimat edilir.

    müslüman kimseye haksızlık etmez zulüm yapmaz. Adaletle muamele eder kimsenin ayıbını kusurunu araştırmaz. Onun derdi önce kendisiyledir kendi ayıp ve kusurlarına bakar düzeltmeye çalışır.

    müslüman tatlı dilli güler yüzlü hoş sohbettir. İnsanlar onun yanında dertlerini unuturlar teselli bulurlar. Kimseyi küçük görmez kem gözle bakmaz.

    müslüman çalışkandır tembelliği sevmez. Miskin değildir başkalarına yük olmaz. Temizdir ve temizliği sever.

    müslüman elindeki nimet ve imkanları başkalarıyla paylaşır hatta başkalarını kendisine tercih eder. Kimseye haset etmez kimsenin malında-mülkünde makamında gözü yoktur. Küçüklerine karşı şefkat ve merhametli büyüklerine karşı saygılı ve edeplidir.

    Bütün bu özellikleriyle müslüman başkalarına örnek olan insandır. Gönül insanı Allah adamıdır. Görüldüğü zaman İnsanlara Allah'ı hatırlatır. Hayırı öğütler konuştuğu zaman insanlar kendisinden faydalanır bilgileri artar. Hal ve tavırlarıyla Allah'ın kullarını Allah'a kulluğa yöneltir. müslüman toplum da fazilet yarışı içinde olan toplumdur.

    Bütün bunları dikkate alarak baktığımızda sormak gerekiyor: Bugün doğusundan batısına kuzeyinden güneyine acı çeken dünyamızın ihtiyaç duyduğu insan modelinin adı ne? Ve biz bugün bu modeli gerçekleştirmeye ne kadar yakınız?

  • Gülay Öztürk
    Gülay Öztürk

    27.04.2010 - 23:45

    Göz Kalbin Elçisidir … İnsan nefsi, güzel şeylere bakmaya düşkündür.
    Göz, kalbin elçisidir. O'nun tarafından vazifelendirilir. Güzel ve manzaralı bir şey bulmuşsa, memnuniyet duyar.
    Fakat göz, çoğu defa kalbin başını belaya sokar. Zira öyle güzellikleri haber verir ki; ne hepsini elde etmeye, ne de ayrılıklarına tahammüle kalbin gücü yeter.
    Bakışlarını Allah'ın izni haricine salıverenlerin hasretleri devamlı olur. Çünkü bakmak, sevgiyi netice verir. Ve kalb, bir alakaya sahib olur. Sonra bu alaka kuvvetlenir; vurgunluk derecesine varır ve kalbi kaplar. Göz, bakmaya devam ettikçe, vurgunluk hali kalbden ayrılmayacak bir sevgi halini alır. Artık kalb, köle olmuştur ve layık olmayana kulluk yapmaya başlar. Bütün bunlar, bakmanın cinayetleridir. Bir emir {sultan} iken, şimdi bir esirdir o.
    Kalb, düştüğü haller için gözden dert yanar. Göz ise, 'Ben senin memurundum, der; bana vazife veren, sen değil miydin? '
    Bütün bunlar, Allah'ın sevgi ve bağlılığından boş kalan kalblerin belasıdır. Kalb Allah'ı sevmek için yaratılmıştır. Bu yüzden sevgilisi 'O' değilse, kulluğu başkasınadır...

  • Gülay Öztürk
    Gülay Öztürk

    23.04.2010 - 22:36

    Ya Rabbi!
    Bir yol üzerinde sıratı mustakimi arar dururuz.
    Bizi sıradı mustakiminden ayırma
    İlahi! Gönüller Seni zikredince mutmain olur.
    Bizi Senin zikrinden mahrum bırakma
    İlahi hani galü belada söz vermiştik ya
    Bizi Ahde vefasızlıktan koru.
    Sözü ve özü bir olanlardan eyle ALLAH'ım...
    Gel nefsin karanlığında kaybol...muş gönlümüze
    Lutfunla aydınlat kararmış yürekleri
    Merhametinle kuşat Sevgisiz kalmış gönülleri...
    Amin amin amin...

  • Gülay Öztürk
    Gülay Öztürk

    23.04.2010 - 00:32

    Ey yar, ben bittim Seninle başlat beni..
    Ey yar, ben bittim Seninle başlat beni..
    Düştüm kimse tutmadı elimi, ağladım kimse görmedi,
    bir anlayan teselli eden olmadı…

    Ne zor bana senleyken sensiz kalmak…
    Ne zor içimde tutarken seni, bir türlü bulamamak..
    Ne acı Senden gayrisine bağlanmak,
    varlığımın sebebini unutmak.
    Neden uzatmadım ki sana şu titrek ellerimi,
    neden sarılmaya çabalamadım o yed-i rahmete..

    Ah ne olurdu uzanabilseydim,
    benliğimi ayaklarımın altına alıp uzansaydım,
    kibir yükünden sıyrılıp asılsaydım ipine..
    Beni bir an bile unutmayansın Sen,
    bense bana hediye ettiğin aklıma Seni getirmekten aciz kaldım..
    Sana koşamadım koşanlarla…
    Emekledim yollarında..
    Süründüm…

    Ama daraldım.. Ama üzüldüm..Ama ezildim..
    Senin tutmadığın eli kim tutar, Senin bıraktığını kim alır,
    Senin alçalttığını kim yükseltir..
    Kaldır beni düştüğüm bu bataklıktan ey Yarim..

    Ben benliğimde Seni unutmanın cezasını zaten pişmanlığımla çekiyorum,
    rahmetinin kucağında ısıt bu günah karası ellerimi..
    Sen ol deyince olmayan yok; bu yüzden ki ümidim korkumdan çok..
    Ne olur utandırma ey rahmetinin gazabını geçtiğini müjdeleyen yar,
    ey boynu bükük kapısını çalanları kapısından boş çevirmeyen Rabbim..
    Haydi lütfet de bir kapı aç bana, rızana erişeyim..

    Gönlüm Sen Sen diye yanarken can vereyim...

  • Gülay Öztürk
    Gülay Öztürk

    21.04.2010 - 15:31

    Ben ve bizler adina konusmak istedim belki... Kimdik biz, nerede ve
    kimlerde neydik? Önemli olan nerede nasil oldugumuz muydu, yoksa
    baskalarinda ne oldugumuz muydu? Önem, ne ifade ediyordu ya da
    etmeliydi?
    Hangi mevsimde yasamak, yasadigimizin önemini arttiriyordu ve
    en çok gülümsedigimiz an hangi zamandi. Bizlerin tek derdi, ilk
    amaci su inanilmaz sevgi degil miydi? Adi sevgiydi bir seylerin,
    bir çiçek, bir rüzgar, bir kus belki günes ya da yagmurdu bize
    göre sevmek, belki de birini sevmek degildi 'sevgi'.
    Yoksa hala sevgiyi ögrenemeden, kaybettiklerimizi sevgi sanarak
    aldaniyor muyduk? Belli hüzünler, tarifsiz sancilar alirken
    yüregimizi, giden bir seylerin ardindan kaybolmadik mi gecelerce,
    anlarca? Neden bilmedik, tuttugumuz yaslarin isminin sevgi
    olmadigini ve ögrenemedik.
    Ben sevgi sandim, biz de... Tek degilim biliyorum, ben ve daha
    niceleri, sevgi sanarak oyalanmistik nice zamanlarda.
    Ögrendigimiz neydi peki bu gidenlerden? Belki sevgiyi degil ama
    gidenlerin, bize aci verenlerin, hüzünleri saatlere bölenlerin
    sevmek olmadigini ögrendik. Sevmek baska seydi, sevilmek
    bambaska... Sevmek siyahsa, sevgi belki en seffafti, renksiz,
    karsiliksiz, paylasilan her seydi.
    Ve bizler bati rüzgarlari kadar özgür saniyorduk düslerimizi,
    tutsakmis düslerimiz bile içimizde.
    Ve ben artik baskalarinin istedigi gibi degil, kendi istedigim
    gibi yasamaliyim. Baskalarinda olmak istemiyorum artik..
    Sevmek'le yok olmak degil, Sevgi'yle var olmak istiyorum.


    Ve istiyoruz...

  • Gülay Öztürk
    Gülay Öztürk

    20.04.2010 - 22:53

    Bir aşkın hikayesidir bu, ama dağları deviren, kalpleri çeviren, zincirin bir ucunu fizandan getiren bir aşk hikayesi..Bir ucunda Mevlana Celaaleddin, diğerinde Tebrizli Şems..

    Öyle bir tutkudur ki aylarca muhabbet eden iki kulun masivadan koparak, avamdan ayrılıp Hakka kavuşmasıdır özlenen..

    Öyle bir sevda masalı ki, sana sevdiğinden haber getirdim ey Mevlana diyen yalancıya dahi en sevdiği elbiseleri feda ettirir sırf isminden dolayı...

    Öyle bir muhabbetullah ki tecelli eden canı cananı evladu ıyali terk ettirir uğruna, hemde hiç düşünmeye bile fırsat vermeden..

    Öyle bir yürek sızısı ki, bir anlık ayrılığın dahi yıllar gibi uzun gelerek uğruna can koyma pahasına feda edildiği Hakk aşkıdır bu..

    Belki neden diye sorgulamak gerekirse düşünme sakın, bu zamanda da Mevlanalar olduğu gibi Şemsi Tebriziler de var muhakkak. Bilene tarif gerekmez amma, bilmeyerek inkara kalkma sakın.. Gözü görmeyene güneş ne yapsın, gönlü yanmayana mecnun olunmaz..

    Aslında Mevlana gibi herkesin de bir Şemsi olmalı, dünyadan sıyrılıp ukba özlemiyle dolabildiği, herkesin daraldığı anda nerdesin candostum dediği bir yürek ki, maddeden ayrı, fizikten ayrı, şekilden ayrı bir yürek... İşte o zaman ilahi aşka merdiven olacak mecazi aşkın basamağı görülecektir..

    Selam hidayete tabii olanlara...

  • Gülay Öztürk
    Gülay Öztürk

    20.04.2010 - 18:26

    Bir kısım insan,kibar,temiz,ve sevimli gözükmek için bütün imkanlarını katlanır..
    giydiği elbisede ufak bir bozukluk,yırtık,kir ve tozu tahammül edemez..
    Fakat aynı insan,yalan,iftira,dedikodu,küfür,hakaret gibi dilinin bozuk
    konuşmalarından hiç rahatsız olmaz…
    Yaptığı çirkin işlerden kurtulmak istemez..
    içindeki kibir,bencilik,haset,inkar,gösteris,sehvet,sohret, korkaklık gibi kötü
    huylardan temizlenmeyi düşünmez..
    bu durum denginsizliktir..
    yapılan işler ise haram..
    Edebli,ahlaklı insanda yalan ve yapmacık isler olmaz..isi yapmacık ve gösteris olan kimse
    imanın tadını tadamaz..
    Çünkü bunlar münafıkların sıfatıdır..
    Bazı insanlar gelip camide Hakk’a ibadet ederler,çıkıp çarsıda insanlara ihanet ederler..
    Bazıları namaz kılarken boynunu büker,tam bir husu görüntüsü verir..
    Görenler kendisine hayran olurlar…
    Fakat kıldığı namaz,Allah katında azap sebebi olur..
    Çünkü o anda kalbi namazda değil,insanların bakısındadır…
    Niyeti Allah’ın rızası değil,insanların övgüsüdür..
    bu da bir dengesizliktir…bir cesit münafıklıktır…
    İçi baska,disi baska olmaktır..
    ibadeti nefsin keyfine kullanmaktır..seklen güzel gözüküp,aslen bozuk olmaktır..
    Bu hal Kamil müminin sıfatı değildir..
    Allah dostları en fazla bu tiplerden rahatsız olurlar..
    Güzel kulluğun temelince Allah rızası vardır..
    Fakat niyet Hak olmazsa,ibadet ihanete dönüsür…

    Edepli ve dengeli insanın ibadeti gibi ticareti de düzgündür..kalbi gibi dili de doğrudur..
    niyeti gibi isi de sağlam..dostluğu gibi düsmanlığı da mertçedir..
    yakınlari ile bir gün iyi geçinip,diğer gün yaka paça olan insan,dengeli değildir..
    Bir komsu ile iyi geçinip,diğerine zahmet veren kimseye iyi müslüman denmez..
    Fakırlık günlerinde herkese Merhaba ederken,zengin olunca eski dostlarına
    selam vermeyen kimse mertlikten mahrumdur..
    Edepli ve ahlaklı insan,iyi-kötü diye insannı seçmez,herkese edebli davranır..
    evet sevgili dostlar,yaşadiğimiz asırda,hepimiz en fazla muhtaç olduğumuz sey edebtir..
    Edep,insanı hayvanlardan ayıran en önemli özelliktir..
    Edep,bir kadının en kıymetli cevheridir..hiç solmayan süsüdür..
    Bir kadın edepten daha güzel elbise giymemistir..
    Bir erkek edepden daha güzel bir servet edinmemistir…
    insanla kabre girecek tek servet edeptir..
    edebin hediyesi ise Cennetir

  • Gülay Öztürk
    Gülay Öztürk

    20.04.2010 - 16:16

    Sevgi insan yüreğinin kutsal bir duygusudur.



    Sevgi herşeyin başı, yaşam
    kaynağı, yürekten yüreğe yoldur. Sevgi ahlak, edep, güzellik ve iyi niyet
    demektir.



    Mutlak emek ister.İnsanları yücelten kutsal sevgiler olduğu kadar,
    onu aşağılık bir yaratık haline getiren, nefsin ve iğrenç tutkuların
    oluşturduğu sevgilerde vardır.



    Başkaları tarafından sevilmek, beğenilmek her
    insanın normal duygusudur. Sevgi bağlılıktır özveri ister. Sevgi güven ve
    mutluluk duygusu sağlar sevgide çıkar olmamalıdır. Sevgi vefa demektir.


    İnsanın hissettiği duyguya sebat etmesidir.” Vefa Allah’ tan ve Allah’ ın
    sevgililerindendir.” Hal böyle olunca sevginin kaynağı da yüce Allah’ tır.


    Bu zamanda tertemiz, erdemli ve kirlenmemiş sevgiyi yaşamak çok zor.


    Gidilecek yol çileli. Gerçek sevginin özlemini duyanlar bu zor ve çileli
    yolda emek vermelidirler. Dürüstlükten ödün vermeden, benliğimizi yitirmeden
    insanca yaşamalıyız sevgilerimizi. Sevgi zamanın yok edemiyeceği tek yüce
    duygudur.



    Dünya ve yaşanılan zaman çok tehlikeli çıkmazda. İnsanlar
    öldürülüyor hiç bir dönemde öldürülmediği kadar. Sevgisizlikten ölenlerin
    acısını yüreklerimizde hissedebiliyormuyuz?



    Bombalar kalplerde patlıyor
    çünkü yürekler bombalanıyor.Sevmeyi bilmediğimiz, sevgimizi
    söyleyemediğimiz, seven kalpleri bir araya getiremediğimiz için.



    Bir
    toplumdaki insanların sevmesi, sevgi toplumları meydana getırmesı için o
    toplumu meydana getiren fertlerin sevgilerini sağlam bir kaynaktan almaları
    gerekir.



    Her sevginin kaynağı imandır. Allah’ ı sevmaktir. Allah’ ı sevmek
    için diğer varlıkları bir kenara itip onlara sırt çevirmek manası
    çıkmamalıdır. Yunus’ un dediği gibi “severim yaradılanı yaradandan ötürü”
    felsefesi ile sevmeliyiz.



    “ Allah’ ım yanlış adreslere yönlendirme sevgimi.
    Senin adına perygamberinin adına olunca sevmekte güzel sevilmekte”.
    Günümüzde sevgi kelimesi pis ağızlarda sakız misali çiğnenmekte...



    .Anlamsız,
    duygusuz moda bir kelimeden öte değil...Sevgi şehvetin kurbanı olmuş ve
    yitirilmiştir. Sevgi edebiyatı yapmak, dil ile seviyorum demek,
    günlük-gecelik sözüm ona sevgiler aşklar yaşamak.....



    .Cehaletin ifadesi
    olup, gerçek sevgiye ihanettir. Yeni nesil bu sahte sevgileri gerçek sanıp
    etkileniyor.İçinden çıkılmaz zor durumda kalıyorlar. İnsani değerlerin,
    ahlakın edebin para etmediğini, sevginin sadece maddi çıkarın gerekliliği
    olduğunu düşünüyorlar.



    Yaşamın utanç verdiği bir dünyada sevgilerimizde
    kirletildi. Bir zamanlar sevgiler vardı baş tacı edilen, değer verilen,
    kirletilmeyen, kalplerde yaşıyan. Urfa yöresinde bir beyit söylenir:
    “Sevdimse seni saffet-i vijdan ile sevdim, Bir lahza düşünmedim ümide-i
    visale” Şair diyor ki: “ seni temiz bir vijdan ile sevdim. Bir an bile
    içimden kavuşma arzusu geçmedi. Bu ümidi taşımadım.”



    İşte böyle sevgileri
    yaşamalıyız. Katıksız, çıkarsız, tertemiz. Sevginin haktan emanet olduğunu
    unutmamalıyız. Aşklar sevdalar saygınlığını korumalıdır. Sevgi yeryüzünün
    mayasıdır. Hep sevgi ile nefes almaktır muradımız.



    Gönlümüzdeki misafirleri
    tertemiz duygularla sevmeliyiz. Artık eski sevdalar- sevgiler yok. Aşklar
    sevdalar günü birlik. Emeksiz sevdalar saman alevi gibi kısa süreli oluyor.


    Sevgi sözcüğünün manasını bilmeyenler yaşadıklarını sevgi ile anlatmaya
    çalışıyorlar.



    Ebedi sevgiyi gömenler, günlük yaşadıkları sözün ona
    sevgilerle sadece gün geçiriyorlar.Kendileri ve sevgileri ayaklar altında
    çiğneniyorda farkında degil gafiller.



    Üstad Faruk Nafiz Çamlıbel ne güzel
    ifade etmiş: “Ne şair yaş döker, ne aşık ağlar, Tarihe karıstı, eski
    sevdalar.

  • Gülay Öztürk
    Gülay Öztürk

    19.04.2010 - 22:17

    Bir alem özlüyorum,Asr-ı Saadeti gibi…

    Birbirini saygılı,birbirine hürmetli..

    Bir alemi özlüyorum,Asr-i Saadeti gibi…

    Birlik,dirlik içinde,Müslümanlar kenetli..



    Bir Alem özlüyorum,Allah onları sever…

    Dillerinde güzel söz,gönüllerinde Kur’an…

    Bir alem özlüyorum,onlar Allah’ı sever,

    O’NUN Rasulünü,gönüller candan özler…

  • Gülay Öztürk
    Gülay Öztürk

    18.04.2010 - 01:10

    İnsan sevgiyle hayata yol bulur.Sevgiyle aşılır hayatın karşısına
    çıkan engeller.
    Sevgiyle aşılır dağlar.
    Aşmak ne kelime Sevgi sonsuz
    hayata klavuzdur.Sevgide hayatın tüm renkleri vardır ama ölüm
    yoktur.
    Sevgiyle hayata yol bulan dirilir ama ölmez.
    Sevgide yangın
    olmak var,kor olmak var ama kül olmak yoktur.Sevgi kalbin sonsuz
    sevgiliden haberdar olmasıdır.
    Sevgi anlar sevgi arar ama kaybetmez.
    Ve
    mutlaka bulur.

    Sevgi birliktir ikilikten kurtuluştur.
    Sevgi hayaller dünyasını aşıp
    hakikat deryasına dalmaktır.Yolda takılıp kalmaktan
    kurtulmaktır.
    Sevgiliden uzak tutan her şeyden uzaklaşmaktır.
    Her şeyde
    sevgiliye yol bulmaktır sevgi..

  • Gülay Öztürk
    Gülay Öztürk

    17.04.2010 - 15:13

    Her Yangında Bir İbrahim Bulunsun

    And olsun…

    Suya can veren aşkın nur-u ilahisine…

    Ki Leyla’nın gözlerinden akan her damla, “Huu” ile fısıldanır suyun ahengine. Ateş kokan elleri ve bir fırça darbesi vurur gecenin esrarına.

    Bütün incileri dökülür gecenin ve yıldızları avuçlarsın, gece bir solukta can verir kollarında. Elinde binlerce ton silahıyla istediğince boyar kaderini.

    Söz ki kifayetsiz kaldığında, kalem düğümlenip kendini bir ötenazi masasına attığında son çare, bütün kifayetsiz anlatımlar sözsüz bir şarkının nakaratları gibi süzülür rengârenk…

    Sonra;
    Keyfi bir acıyla ellerinden damlayan kana aldırmadan, avuçlanmış gül dalları ne çok yakışmıştı sana…

    Aşkın sus olduğu, aşkın göz olduğu, aşkın hâl olduğu bir yangının alevsiz halidir sen… Bir damlası suyun aks-inde, elleri kınalanmış bir gelin gibi zerre miktarı akar, suyun rengine o anda zaman miladını doldurmuştur fırçanın ucunda.

    Duru bir benlikle şimdi hangi rengi istiyorsun dercesine sarılır ruhuna, hangi renge boyayalım geceyi aşkın hatırına, gül ile mi süsleyelim acıyı, vav ile mi anlatalım heceyi?

    Ruhu ilahiye ye verilmiş bir yürekle taş basılmış, gönül bağı ve sımsıkı sarılmıştır zamana, nice sırlar saklıdır her ahu zarında. Kim bilir, nice şiirler saklıdır oysa bir taşın bağrında, kaç Leyla saklıdır gök mavisi fontunda…

    Ilık rüzgârlar ile dağılan saçların belirir göz kapaklarında ve ellerinden akan koyu renk mürekkeple dolarsın köhne oyuklara ki elin değdi mi, bin can verir paslı tuvallere.

    Bir ateş yüzlü sevgi akıtırken toprağın bağrına yahut sus verdiğin bütün kırıklıkları çığlık çığlığa vururken, Leyla suretli elif uğruna gece kıskanacak siyahını çaldığın duvarlardan…

    Aklından bütün korkular düşüyor, gecenin karanlığını çiziyorsun siyahın alnına ki en beyaz utanır kirli oluşuna…

    Ay düşer, güneş yükselir, yıldızlar gecenin karanlığından sana sığınır da sen gönlünün huzurunda karanlığa dahi yer verirsin…

    EFSuN-i bir nefesle sunsan sırrı ney ile kulak sağır, göz ama dil lâl olur sonra susarsın gecenin bir yerinde bütün gök kubbe senin eserin olur, konuşsan düşecek sanıp gökleri bir kalemde siliyorsun.

    Şimdi bütün renkleri sen boyuyor, bütün aşkları sen yazıyorsun…

    And olsun ellerinden gül dökülen nakkaşa
    Ve and olsun aşkın gerçek sahibine,
    Aşkın tarifini en çok sen biliyorsun…


    Hasip ÇİFCİ

  • Gülay Öztürk
    Gülay Öztürk

    17.04.2010 - 09:10

    Rahman Rahim ALLAHin adi ile...
    Alemlerin Rabbı ALLAHa hamd olsun.
    Afiyette ve belada, darlıkta ve genişlikte.
    Salat ve selam, Seyyidül-mürselin Resulullah Efendimize ve tüm aline
    Sübhan ALLAHtan temenni: Selametiniz, afiyetiniz, sebat ve istikametinizdir.


    Efendim..
    Şimdi Hangi Gönüllerdesin bilmiyorum... Belki Çokca uzaklar da Belki yakınımda... Ama ben yine de seni özlüyorum ve sana sesleniyorum Neredeysen Dön gel Efendim! ...

    Sensizlik Çok zormuş bunu yeni den anladım... Yüreğimdeyken bile seni özlemenin güzelliğini şimdi uzaklarda olmanla tadıyorum... Bu tad başka efendim...

    Ne sevenin sevdasına olan aşk bu, Ne de ferhatların şirin uğruna dağlar delmesi...

    Bu tad bu özlem başka Efendim...

    Şimdi daha iyi anlıyorum sensizlikler de boğulmanın ne demek olduğunu ve sen olmadan başımın okşanmayacağını Yüreğimin sükünet bulmayacağını...

    Sen olmadan akan gözyaşlarım anlamsız, sen olmadan soframa koyulan bir tas çorba anlamsız... sen olmadan Güneş bile anlamsız dünyama...

    Sen olmadan dolunayın odama vuran ışıkları bile anlamsız geliyor bana...

    Seni Özlüyorum efendim! Sende kayboluşlarımı özlüyorum.Fırtınalar da sığındığım nurundan limanı özlüyorum.Her üzüntüden sonra dilimle seni anışımı ve düştüğümde beni yine hizmete bağlayan o gül kokunu düşünürken müslüman güçlü olur sözünü tefekkür ediyorum ve onunla şahlanan ashabını özlüyorum...

    Yorulduğunda bile Uhud gibi dik duruyordun! ... Hastalandığında bile Umutla bakıyordun güneşli doğacak günlere.

    Derdi verene isyan etmek yerine derdi verene dualar ediyordun İbrahimler,Eyüpler, yusuflar gibi,Efendim Odan karanlık oldu mu * yarabbi sen yüreğimi karartma* diye seslenişini hatırlıyorum.
    Seni özlüyorum Efendim..

    Sensizliklerimde kaybettiğim o muhteşem tebessümlerini özlüyorum. Hiç bir göz gülemiyor sen gibi! Hiç bir yüz tebessüm edemiyor senin tebessüm etmen gibi, Yüreğim seni istiyor efendim.

    Bütün alem sana hayranlıkla bakmakta.Güvercinler bile seni yazmaya başladığımda penceremde Satırları seyretmekte içimin yanışını görerek.Bülbüller ibrahimin gülbahcesini unutmuşlar, en güzel şakımalarını sunmakta seni yazarken, gönlümdeki gülbahcesine konarak.

    Seni yazarken tüm kainatın duaları yükseliyor arşı alaya.Aciz yüreğimin sesi de içlerinde.

    Seni yazarken baş köşeye koyduğum seccadem bile ağlamakta alnını öpemediği için...

    Artık ben de yoruldum efendim. Vurgunlarımın haddi hesabı yok. yalan dostlarımın bile beni üzmeleri umrumda değil artık! Efendim Artık seni vermeyen gönüllerden de usandım.Sana uzanmayan sevgilerden.
    Sevdasız yüreğim bile senin sevdanla kavrulmakta.

    Ne zormuş özlemin
    Ne zormuş bu evde sensizlik
    Ne kadar zormuş seni yaşarken bulamamak..

    Ekmeğin bile sen olmadan taşa benzemesi, Hele efendim Beni ziyarete gelen, Sağlığımdaki gibi beni ziyaret etmiş olur buyurduğun halde sana gelememek, Evin ile minberin arasındaki cennet bahçesinde şükür secdesinde gözyaşı dökememek..

    Artık Dualarımdasın.Efendim artık daha fazlasına yüreğim dayanmıyor.Sonsuza kadar seni satırlar arasında aramak her noktada misler gibi kokunu koklamak istiyorum.Ama Sabahın ilahi Çağrısı kulaklarımda bir ince nur gibi yüreğime süzülüyor.Sabahın bu saatinde ezanı muhammedinin yakıcı güzelliğinde seni düşünmek ne kadar güzel olduğunu fark ediyorum..Bu sevgimi İbadetin en güzeli olan namazda da yaşamak istiyorum satır arasından sana geliyorum efendim.

    Şimdi satır aralarımdan çıkıyorum.Büyük bir huzurla kalemi bırakıyorum.yüreğimde de o büyük aşk ateşlenmiştir.İlahi huzurda Allahü Ekber diyorum…

    Artık Yüreğimin Baş köşesinde Senin için hazırladığım Sultan köşkündesin.Manevi alemde sana kavuşuyorum..

    Efendim Seni Seviyorum... Seni çoook seviyorum!

    O her hususta fazîlet timsali idi.
    O, BÜTÜN ÂLEMLERE RAHMETDİR.
    (RAHMET'EN LİL ÂLEMÎNDİR.)
    Salât Sana, selâm Sana, Ey Allâh'ın Rasûlü!
    Seni hakkıyla bilen ve öven, Âlemlerin Rabbi Allâhü Teâlâ'dır.
    Sen, «Rahmet'en Lil âlemînsin! »
    Sen, «Hâtem'ül Enbiyâ'sın! »
    Sen, «Levlâke, Levlâke, Lemâ Halakt'ül Eflâk» hitâbı izzetinin muhâtabısın.
    Sen, «Muhammed Mustafâ'sın» (Allâhümme salli alâ Seyyidinâ Muhammed'in ve alâ alihî ve sahbihî ve sellim.)

Toplam 145 mesaj bulundu