RABBİM sizi mahşerin en zor ve en zahmetli anında meleklere işaret edip BUNLAR CENNETİ HAK EDENLERDİR dediği kullarından eylesin.
İstikametten büyük keramet yoktur, Nefis keramet ister, Mevla ise istikamet. Bir kişinin havada uçtuğunu, denizde yürüdüğünü görseniz, hal ve hareketine bakınız. Sünnete uygun değilse, havada kuşlar uçar, denizde balıklar yüzer itibar etmeyiniz.
Bir talebe, hikmet sahibi bir zât ile sohbet ederken: - Cennet'te küçük bir yerim olsa bana yeter deyince, o zât şu cevabı verdi: - Âhiret için ettiğin kanaati, keşke dünya için de etseydin.
Sahabelerden biri, Hz. Ebûbekir'in yanına gelerek: - Çok günahkarım, der. Benim için dua eder misiniz? Hz. Ebûbekir: - Yâ Rabbi, der. Bir günahkar, bir diğerinden dua istiyor. İkisini de affeyle.
İnsanı diğer biyolojik canlılardan ayıran temel özellik, toplu halde yaşaması değil, toplu halde yaşamanın inceliklerini bilmesidir.
'NE ÇOK BENZER SEVDA İLE DENİZ BİRBİRİNE, İKİSİDE DERİN ALABİLDİĞİNE'
BİLİYORMUYDUNUZ? - Küçük bir beden, çoğu kez büyük bir ruha yataklık edermiş. - Ufak balıklar daha lezzetli olurmuş. - Ateşe küçük odunlar atılırsa alevler artarmış, büyük odunlar alevi söndürebilirmiş . - Sağanak dediğimiz, küçük damlalardan ibaretmiş. - Muazzam bir aydınlık, küçük bir delikten görünebilirmiş. - Küçük bir saman çöpü, rüzgarın yönünü gösterebilirmiş . - Bütün bir hasat,bir kıvılcım yüzünden elden gidebilirmiş. . - Büyük bir geminin batmasına, küçük bir delik yetermiş. - Büyük makinaları küçük çarklar çalıştırırmış. - Bazen büyük bir aşkı başlatan, küçük bir gülümseme imiş. - Büyük yazıları yazmak için küçük noktalar, virgüller gerekirmiş. - Büyük olaylar kolay unutulsa bile, sevdiğinle geçen küçük an'lar unutulmazmış. - Simite lezzetini veren küçük bir susam tanesi imiş. - Ulu bir çınarın veremediği kokuyu,küçük bir papatya verebilirmiş. - Büyük paralara alınan hediyelerin sağlamadığı mutluluğu, küçük bir bakış sağlayabilirmiş . -Küçük sevinçleri bilmeyenler, büyük keyifler yaşayamazmış.
DUA
Ey Allahım yeryüzünde mezarda huzuruna çıkacağımız günde bize yardım et, Allahım huzuruna çıkacağımız hali iyileştir. Bizi o günde mahcup etme. Allahım namazlarımızı, oruçlarımızı ve gece namazlarımızı, rükûlarımızı ve secdelerimizi kabul et. Bizi kurtulanlardan eyle. Allahım bizi cehennemden koru, Allahım bizi ateşe yaklaştıracak her türlü ameli işlemekten muhafaza eyle. Bizi dürüst kullarınla birlikte rahmetinle cennetine koy. Allahım bizi kur'anın ziyneti ile ziynetlerdir. Bizi kur'an şefaati ile cennete koy, bizi kur'an nimeti ile nimetlendir. Bizi kur'an elbisesini giydir. Bizi kur'anla şereflendir. Bütün ümmeti Muhammedi kur' an hürmetine avf ve mağfiret et. Allahım kur’anın her harfinin tatlılığını, her kelimesinin kerametini, her ayetinin mutluluğunu, her suresinin selametini, her cüzünün sevabını bize tattır. Allahım faydasız ilimden, korkmayan kalp den, kabul edilmeyen amelden,senin için göz yaşı akıtmayan gözden,doymayan nefis den, kabul edilmeyen dua dan sana sığınırız. Allahım İslamı muzaffer Müslümanları izzetli kıl. Dualarımızı kabul et. Hastalarımıza şifa ver ölülerimize rahmet et. Amellerimizi hayırla sonuçlandır. Allahım kur'anı bize dünyada uyulacak yegane bir kitap, kabirde bir dost, sırat üzerinde bir nur, kıyamet gününde şefaatçi, Cennete götüren bir arkadaş, ateşten koruyan bir elbise bir engel, işlenen bütün hayırlara bir delil ve önder kıl. Allahım günahlarımızı avf et, ayaklarımızı senin dinin üzerinde sabit kıl. Allahım sana teslim olduk sana iman ettik sana güvendik senden yardım isteriz. Allahım bize mutlu bir son nasip et.
İncitmemek, nispeten kolaydır. Ama incinmemek elde değildir. Zîrâ o, bir gönül işidir. Dolayısıyla incinmemek, ancak fânîlerden gelen ve kalblere saplanan zehirli okların tesirsiz kalması ile mümkündür. Bu da, nefs tezkiyesi ve kalb tasfiyesinin kemâlindeki seviye nisbetindedir "Kalb-i selîmin üç vasfı vardır: Birincisi incitmeyen bir kalb, İkincisi incinmeyen bir kalb, Üçüncüsü de iyiliği Allâh'ın rızâsı için yapıp karşılığını beklemeyen bir kalb... Zîrâ bir mümin, Cenâb-ı Hakk'ın huzuruna, hiç kimseye eziyet etmeyince verâ ile; kalbini Rabbe yöneltip kimseden incinmeyince vefâ ile; yaptığı sâlih amellere herhangi bir fânîyi ortak etmeyince de ihlâs ile gelir..."
NECİP FAZIL KISAKÜREK (SEÇME NÜKTELER)
• Bu Hayatı fazla önemsemeyin. Nasıl olsa içinden sağ çıkamayacaksınız.
• Armut deyip geçmeyin, onun ilk hecesi çoğu kişide yoktur!
• Dünya güzel olsaydı, doğarken ağlamazdık. Yaşarken temiz kalsaydık ölünce yıkanmazdık.
• Adam olmak cinsiyet meselesi değil , şahsiyet meselesidir.
• Üç günlük dünya için gayret üstüne gayret, Ebedi bir yaşam için gayret yok hayret.
• Yola çıktıklarını yolda bulduklarına değişirsen ; Hem yolunu kaybedersin, hem dostunu!
• Aldığımız nefesi bile geri veriyorsak, hiçbir şey bizim değil.
• Camiye dikey olarak gel, yatay olarak zaten geleceksin.
• Dinde zorlama yoktur, insan özgürdür elbette! İsteyen bu dünyada pişer, isteyen ahirette.
• Biz; Ayakları Şişene Kadar Namaz Kılan Peygamberin, Gözleri Şişene Kadar Uyuyan Ümmetiyiz.
• Haram kazanılan aş, aş dan sayılmaz...Hak için akmayan yaş, yaş dansayılmaz. Kişi, başım var diye övünmesin; Secdeye varmayan baş, baştan sayılmaz.
Ariflere sorarlar..kul nasıl kemale erer..ermiştir..bu arif kul derki..kul içinden geçen tüm duygu düşünce adına her ne varsa bunları bir tabağa koyup, bu tabağıda utanmadan sıkılmadan topluma sunabiliyorsa işte o kul kemale ermiştir..
Allahım faydasız ilimden, korkmayan kalp den, kabul edilmeyen amelden,senin için göz yaşı akıtmayan gözden,doymayan nefisden, kabul edilmeyen dua dan sana sığınırım
ALLAHIN İNAYET-İ, BEREKET-İ, MAĞFİRET-İ, HURMETİ, MELEKLERİN İSTİĞFARI, PEYGAMBERİMİZİN ŞEFAATİ, BÜTÜN MÜSLÜMANLARIN DUA, LARI SİZLERİN ÜZERİNE OLSUN.
İnsan olabilmek…Galiba hayatı doğru yaşamanın sırrı bu!
İnsan olabilmek için verdiği mücadelede insan eğer kendisini insanlıktan çıkaran eylem ve de söylemlerden uzak durmayı başarabilirse yeri geldiğinde “hoş geldin” yeri geldiğinde “hoşça kal” diyebilirse, yürümesi gereken yolları yürüdüğüne inanırsa ve bu yolları yürürken yanında olanları kendine yolları aşmada bir araç olarak değil de bir yol arkadaşı gibi görebilirse, yani kendisi uğruna başkalarını harcamazsa insan, o zaman insan gibi olabilmek için yaşar.
Ben nesli deniliyor ya bugün, o neslin kendisini gerçekleştirme şeklinde ortaya koyduğu psikolojik yorumda iki risk var. Kendisini gerçekleştirirse müthiş ego şişmesi oluyor. Gerçekleştirmezse bitiyor, tükeniyor, intihar vakaları doğuyor. Ama tasavvufi ve İslami anlayışa göre, “inşallah Allah yardım ederse yaparız” diyorsunuz. Yaparsanız, “ben yapmadım Allah lütfetti” diye şükrediyorsunuz. Yapamazsanız da “Hakkımızda hayırlısı böyleymiş, olmadı” diyorsunuz. Yani yaptığınız takdirde egonuz şişmiyor yapamadığınız takdirde de inkisara uğramıyorsunuz. Yani her iki halde de hayattan kopmuyorsunuz. Ama diğerinde her iki halde de hayattan kopuyorsunuz. Yani başardığınızda kimse yanınıza sokulamıyor, burnunuzdan kıl aldırmıyorsunuz, çevrenizi kırıp geçiyorsunuz. Öbür türlüsünde zaten hayattan kopuyorsunuz, intihar ediyorsunuz. Yani Aslında Tasavvufun ve İslamiyet’in insana verdiği en güzel şey, bu güven duygusu. Allah’a güveniyorsunuz ve kaygılarınız. Korkularınız yok. Korkuya ve kaygıya gerek yok çünkü her şeyin sahibi O. Tasavvufî hayâtın hedefi ilâhî bir güzellik arayışıdır. Cemâl-i mutlak’a ve hüsn-i mutlak’a ermek, tasavvufun insanları ulaştırmak istediği nihâî gâyedir. Ancak bu gâyeye ulaşmak için geçilecek olan güzergâhlarda pek çok tuzaklar bulunmaktadır. Bu tuzakların en büyüğü insanın kendi içindeki nefs tuzağıdır. Onu aşıp vuslat sâhiline varabilmek kolay değildir.
Yuz'de israr etme, 'Doksan da olur'. Insan dediginde, 'Noksan da olur'... Sakin buyuklenme, 'Elde neler var'. Bir ben varim deme, 'Yoksan da olur'. Hatasiz Dost Arayan, 'Dosttan da olur'....
Dost deniz kenarındaki taşlara benzer... Önce tek tek toplarsın sonra birer birer denize atarsın... Ancak kıyamadıkların vardır... İşte o kıyamadıkların gerçek DOSTlardır.
Acılarım bir kum tanesi kadar küçük, mutlulklarım nisan yağmuru kadar bol olsun. Hayatta bir kere ağlarsam oda mutluluk olsun.
Tasavvufi Bakış
Bismillahirrahmanirrahim
Allah’ın inayeti, bereketi, mağfireti, hürmeti; Meleklerin istiğfarı; Peygamberimizin şefaati; bütün Müslümanların Duaları sizlerin üzerine olsun! Ariflere sorarlar: Kul nasıl kemale erer veya ermiştir. Bu arif kul der ki; “Kul, içinden geçen tüm duygu ve düşünce adına her ne varsa bunları bir tabağa koyup bu tabağı da utanmadan, sıkılmadan topluma sunabiliyorsa işte o kul kemale ermiştir.” Tasavvufta çok incelikler ve güzellikler vardır. Bu incelikler ve güzellikleri, tasavvufa intisap eden her insan görmeyebilir. Ama hepsinde ayrı bir güzellik ve zariflik vardır. Tasavvuf, Mahmut Sami (ks)’nin dediği gibi; incitmemek ve incinmemektir. İncitmemek, nispeten kolaydır. Ama incinmemek elde değildir. Zira o, bir gönül işidir. Dolayısıyla incinmemek, ancak fânilerden gelen ve kalplere saplanan zehirli okların tesirsiz kalması ile mümkündür. Bu da nefs tezkiyesi ve kalp tasfiyesinin kemalindeki seviye nispetindedir. Kalb-i selîmin üç vasfı vardır: Birincisi incitmeyen bir kalp, İkincisi incinmeyen bir kalp,
Üçüncüsü de iyiliği Allah’ın rızası için yapıp karşılığını beklemeyen bir kalp...
Zira bir mümin, Cenâb-ı Hakk'ın huzuruna, hiç kimseye eziyet etmeyince verâ ( şüpheli şeylerden kaçınma) ile; kalbini Rabbine yöneltip kimseden incinmeyince vefâ ( sevgide devamlılık)ile; yaptığı salih amellere herhangi bir faniyi ortak etmeyince de ihlâs ile gelir...
Tasavvufî hayatın hedefi ilâhî bir güzellik arayışıdır. Cemâl-i Mutlak’a ve Hüsn-i Mutlak’a ermek, tasavvufun insanları ulaştırmak istediği nihai gayedir. Ancak bu gayeye ulaşmak için geçilecek olan güzergâhlarda pek çok tuzaklar bulunmaktadır. Bu tuzakların en büyüğü insanın kendi içindeki nefs tuzağıdır. Onu aşıp vuslat sahiline varabilmek kolay değildir. Ama tasavvufi ve İslami anlayışa göre; “İnşallah, Allah yardım ederse yaparız.” diyorsunuz. Yaparsanız, “Ben yapmadım, Allah lütfetti.” diye şükrediyorsunuz. Yapamazsanız da “Hakkımızda hayırlısı böyleymiş, olmadı!” diyorsunuz. Yani yaptığınız takdirde egonuz şişmiyor, yapamadığınız takdirde de hüsrana uğramıyorsunuz. Yani her iki halde de hayattan kopmuyorsunuz. Ama diğerinde her iki halde de hayattan kopuyorsunuz. Yani başardığınızda kimse yanınıza sokulamıyor, burnunuzdan kıl aldırmıyorsunuz, çevrenizi kırıp geçiyorsunuz. Öbür türlüsünde zaten hayattan kopuyorsunuz, intihar ediyorsunuz. Yani aslında tasavvufun ve İslamiyet’in insana verdiği en güzel şey, bu güven duygusudur. Allah’a güveniyorsunuz ve kaygılarınız, korkularınız yok. Korkuya ve kaygıya gerek yok çünkü her şeyin sahibi ALLAH! “Ey iman edenler! Ne mallarınız, ne çocuklarınız sizi Allah’ı zikretmekten alıkoymasın. Kim böyle yaparsa, artık onlar hüsrana uğrayanların ta kendileridir.” “Münafikun 9” Allah-u Teala Hazretleri, emrettiği bütün farzlar için belirli bir sınır koymuştur. Özür durumunda ise bu farzları yerine getiremeyenleri mazur saymıştır. Fakat Yüce Allah, zikir için herhangi bir sınır koymadığı gibi zikir görevini yerine getirmeyenleri mazur da saymamıştır. Çünkü o, Allah’ı “ayaktayken, otururken ve yatarken zikretmeyi” emretmiştir. İnsan, aklını kaybetmedikçe bu göreve gece ve gündüz, karada ve denizde, seferde ve ikamet hâlinde, zenginlikte ve yoksullukta, hastalıkta ve sağlıkta, gizli ve açık devam etmelidir… Rabbim bizleri zikrinde, fikrinde, şükründe daim eylesin
GÖNÜL KAPISI
İnsan malum olduğu üzere ruh ve bedenden ibarettir. İki yönü vardır. Bunların her iki sininde fıtrata bağlı talepleri vardır. İslam insana madde ile mana arasında bir denge programı takdim eder.
İmanın en büyük meyvesi merhamet onun neticesi ise hizmettir. Merhamet sende olanı ondan mahrum olanlara ikram etmendir. Rabbimiz Kur’an-ı Kerimde en çok Rahman ve Rahim sıfatını bildiriyor. Allah diyen bir kalbin merhamet infak ve hizmetten nasipsiz olması düşünülemez. Mahlûkatın hiçbirinin sesli ve sessiz feryadına sessiz kalamaz. Elinden gelen hiçbir şeyi esirgeyemez. İnsanlık âleminde güzel ahlakın nezaketin ve zarafetin zirvesi hiç şüphesiz Resullah ( sav) dir. Bütün faziletler ve güzellikler onun emsalsiz şahsiyetinde mevcuttur. Peygamber varisi olan Hak dostlarında o gülistan üzerinden süzülüp gelen bir rahmet esintileridir. Fani dünyada sultanlık bir gün son buluyor. Fakat Hak dostlarının mana sultanlığı vefatından sonra bile aynı ihtişamı ile devam ediyor. Düşünmek gerekir ki bu güzel insanlar kimseye kendilerini sevdirmek için servet dağıtmamışlar Fani dünya hayatından sonra bile insanlığın gönüllerinde yaşamaya devam etmişler. İnsanlar tarih boyunca hep bu zirve şahsiyetlerin etrafında toplanmışlardır. İnsanoğlu bu dünyaya imtihan için gönderildiğinden hayra da şerre de müsait bir tabiatta yaratılmıştır. bu sebeple onun hayatı iç ve dış alemde devamlı olarak hayır ve şerrin mücadelesi içinde geçer. Bu mücadelede hayrın üstün gelebilmesi için sadece akıl, idrak irade gibi melekelerimiz kafi değildir. Bunun içindir ki Allah bizlere peygamberler vasıtası ile kitaplar göndermiştir. Akıl vahiy ile birleşirse o zaman Allahın yarattığı güzellikleri anlayabilir. Yoksa baktığı her şeye tabiat der geçer. Mesele tefekkür edebilmek yaratanı bulmak ve onun istediği gibi bir hayat sürmektir. Bilindiği gibi tasavvuf bir gönül yolculuğudur. Daha doğrusu din bir gönül yolculuğudur. Çünkü dinin merkez kelimesi imandır, imanın mekanı gönüldür. Mutasavvıflar ise bu gönül mektebinin muallimleridir. Dolayısıyla bu “Pazar”ın şartları bambaşkadır. Bu yolculuk ilgi ile başlar, bilgi ile güçlenir, sevgi ile kemâle ulaşır. Bu mektepteki bütün alışverişler sevgi üzerine olduğu için insanın insanla, insanın Hz. Peygamberle, insanın Hz. Allah ile olan ilişkileri farklı bir atmosferde cereyan eder. Mürid mürşid ilişkileri çok farklı bir çizgi takip eder. Çünkü bu münasebet bir bilgi alışverişinden öte bir sevgi alışverişidir. Sadece ilim değil, irfandır. Bu da hayatın en önemli değeridir. Mürşid, müride dünyanın en değerli hazinesini yani Allah’ı ve Resülullah’ı sevmenin yolunu gösterdiği için üstadına derin bir saygı duyar, onu gönülden sever. Zikir meclislerinde onun rehberliğinde yaşadığı coşku ile dinî hayatını güzelleştirir. Bu durum ise karşılıklı sevgi ve saygıyı en üst noktaya taşır. Bu saygı ve sevgi bazen ölçüsüz bir şekil alabilir. Bunu da kontrol altında tutmak, ifrat ve tefritten kaçınmak gerekir. Sevgi ve saygı ile hiç tanışmamak nasıl büyük bir afet ise Allah’a ve Resülullah’a yönlendirmemiz gereken saygıyı bir faniye tahsis etmek de aynı derecede hatadır. Efendimiz’in dediği gibi “herkese hakkını vermek” gerekir.
SEYYİD KUTUP' UN MEŞHUR SÖZÜ Dönemin cumhur başkanı cemal abdunnasır seyyit kutup şehit edilmeden öncekendisine şu teklifte bulunur "şimdiye kadarkisöz ve hareketlerinde yanıldığını beyan ederek cumhurbaşkanı cemal abdunnasırdan özür dilediğin taktirde idam hükmünü bozacak ve seni serbes bırakacaktır "seyyit kutup bu teklif karşısında şu cevabı verir "eğer idamı hak etmiş olarak hakkın emri ile ipe çekiliyorsam buna itiraz etmek haksızlıktır eğer batılın zulmune kurban gidiyorsam batıldan merhamet dileyecek kadar alçalamam"seyyit kutubun bu sözleri onu ebedileştirdi ve tüm islam aleminde örnek ve önder bir mücahit olarak tanınmasına vesile oldu
Mahkeme heyeti onu idama mahkum ettiğinde Kutub'un ağzından şu sözler dökülmüştü: “Eğer kanunu ile mahkum edilmişsem ben Hakk'ın hükmüne razıyım. Eğer batıl kanunlarla mahkum olmuşsam ondan çok daha üstün bir düşünceye sahip olduğum için batıldan ve münafıklardan merhamet dilemem. 'a şükürler olsun ki on beş sene cihad ettikten sonra bu mertebeye ulaştım. Ben yolunda yaptığım iş için asla özür dilemem. Namazda ALLAH'ın birliğine şehadet eden parmağım asla bir tağutun hükmünü onaylayan tek bir harf bile yazmayacaktır.”
ANNEM
Anne bu dünyaya gelmemize vesile olan ve bu dünyada bizleri doğduğumuz günden itibaren kucağında bizi büyüten bizleri gözleri gibi koruyan bunun yanında da bize sevgisini veren biridir. Anne dünya da en çok değer verilecek karşılıksız seven biri duyguları ile hareket eden ve söz konusu olan evlatları olunca kendi hayatını hiçe sayan biridir benim için. Geçenlerde haberlerde bir Annenin yanan evin içinde alevlere aldırmadan ateşin içinden evladını kurtarması beni çok etkilemişti. Yine bir gün bir yerde orman yangını çıkmıştı ormanda her şeyin yandığını görenler çalılıkların arasında bir kuş görüyorlar kanatlarını açmış yavrularını kanatlarının altına almış yavruları ile beraber kendi de oracıkta can vermiş. Anne sevgisi ALLAHIN biz insanlara bir aramağınıdır. Bende onlara bir evlat olarak yeryüzünün melekleri diyorum.
ZÜLEYHACA BAKIŞLARIMA YAKUPÇA KÖR KALDIN.. EY AHMAK YÜREĞİM, KUYUDAN GELEN HER SESİ SEN YUSUFTAN MI SANDIN?
Ve mübarek geceler dualarımız; Geri gelmeyen dualardı... Geceler ki pırıl pırıl Kandillerin yanardı.. Kapına gelenler ya muhammed, - uzaktan, yakından – Mümin döndüler kapından...
Besmele, ekmeğimizin bereketiydi, İki dünyada aziz ümmet; Muhammed ümmetiydi.
Konsun –yine- pervazlara güvercinler, “Hû hû”lara karışsın âminler... Mübarek akşamdır; Gelin ey Fâtihalar, Yâsinler!
Şimdi seni ananlar, Anıyor ağlar gibi... Ey yetimler yetimi, Ey garipler garibi; Düşkünlerin kanadıydın, Yoksulların sahibi... Nerde kaldın ey Resûl, Nerde kaldın ey Nebi?
Günler, ne günlerdi, yâ Muhammed, Çağlar ne çağlardı: Daha dünyaya gelmeden Mü’minlerin vardı... Ve bir gün, ki gaflet Çöller kadardı, Halîme’nin kucağında Abdullah’ın yetimi Âmine’nin emaneti ağlardı. Hatice’nin goncası, Aişe’nin gülüydün. Ümmetinin gözbebeği Göklerin resûlüydün...
Elçi geldin, elçiler gönderdin... Ruhunu Allah’a, Elini ümmetine verdin. Beşiğin, yurdun, yuvan Mekke’de bunalırsan Medine’ye göçerdin. Biz bu dünyadan nereye Göçelim, yâ Muhammed?
Neler duydu şu dünyada Mevlidine hayran kulaklarımız; Ne adlar ezberledi, ey Nebî, Adına alışkın dudaklarımız! Artık, yolunu bilmiyor; Artık, yolunu unuttu Ayaklarımız! Kâbe’ne siyahlar Yakışmamıştır, yâ Muhammed Bugünkü kadar!
Hased gururla savaşta; Gurur, Kafdağı’nda derebeyi... Onu da yaralarlar kanadından, Gelse bir şefkat meleği... İyiliğin türbesine Türbedâr oldu iyi.
“EY NEFİS”
BİR EZANLA GELDİN:
BİR SELAYLA GİDECEKSİN..!
ÖLÜM SENİN PEŞİNDE:
YA SEN NEYİN PEŞİNDESİN?
AHİRET YÜZÜNÜ ÇEVİRMİŞ,
BİZE DOĞRU GELİYOR.
UNUTMAYALIM..!
BU GÜN AMEL VAR HESAP YOK,
YARIN HESAP VAR AMEL YOK”
RABBİM sizi mahşerin en zor ve en zahmetli anında meleklere işaret
edip BUNLAR CENNETİ HAK EDENLERDİR dediği kullarından eylesin.
İstikametten büyük keramet yoktur, Nefis keramet ister, Mevla ise istikamet. Bir kişinin havada uçtuğunu, denizde yürüdüğünü görseniz, hal ve hareketine bakınız. Sünnete uygun değilse, havada kuşlar uçar, denizde balıklar yüzer itibar etmeyiniz.
Bir talebe, hikmet sahibi bir zât ile sohbet ederken:
- Cennet'te küçük bir yerim olsa bana yeter deyince, o zât şu cevabı verdi:
- Âhiret için ettiğin kanaati, keşke dünya için de etseydin.
Sahabelerden biri, Hz. Ebûbekir'in yanına gelerek:
- Çok günahkarım, der. Benim için dua eder misiniz?
Hz. Ebûbekir:
- Yâ Rabbi, der. Bir günahkar, bir diğerinden dua istiyor. İkisini de affeyle.
İnsanı diğer biyolojik canlılardan ayıran temel özellik, toplu halde yaşaması değil, toplu halde yaşamanın inceliklerini bilmesidir.
'NE ÇOK BENZER SEVDA İLE DENİZ BİRBİRİNE, İKİSİDE DERİN ALABİLDİĞİNE'
BİLİYORMUYDUNUZ?
- Küçük bir beden, çoğu kez büyük bir ruha yataklık edermiş.
- Ufak balıklar daha lezzetli olurmuş.
- Ateşe küçük odunlar atılırsa alevler artarmış, büyük odunlar alevi söndürebilirmiş .
- Sağanak dediğimiz, küçük damlalardan ibaretmiş.
- Muazzam bir aydınlık, küçük bir delikten görünebilirmiş.
- Küçük bir saman çöpü, rüzgarın yönünü gösterebilirmiş .
- Bütün bir hasat,bir kıvılcım yüzünden elden gidebilirmiş. .
- Büyük bir geminin batmasına, küçük bir delik yetermiş.
- Büyük makinaları küçük çarklar çalıştırırmış.
- Bazen büyük bir aşkı başlatan, küçük bir gülümseme imiş.
- Büyük yazıları yazmak için küçük noktalar, virgüller gerekirmiş.
- Büyük olaylar kolay unutulsa bile, sevdiğinle geçen küçük an'lar unutulmazmış.
- Simite lezzetini veren küçük bir susam tanesi imiş.
- Ulu bir çınarın veremediği kokuyu,küçük bir papatya verebilirmiş.
- Büyük paralara alınan hediyelerin sağlamadığı mutluluğu, küçük bir bakış sağlayabilirmiş .
-Küçük sevinçleri bilmeyenler, büyük keyifler yaşayamazmış.
DUA
Ey Allahım yeryüzünde mezarda huzuruna çıkacağımız günde bize yardım et, Allahım huzuruna çıkacağımız hali iyileştir. Bizi o günde mahcup etme. Allahım namazlarımızı, oruçlarımızı ve gece namazlarımızı, rükûlarımızı ve secdelerimizi kabul et. Bizi kurtulanlardan eyle. Allahım bizi cehennemden koru, Allahım bizi ateşe yaklaştıracak her türlü ameli işlemekten muhafaza eyle. Bizi dürüst kullarınla birlikte rahmetinle cennetine koy.
Allahım bizi kur'anın ziyneti ile ziynetlerdir. Bizi kur'an şefaati ile cennete koy, bizi kur'an nimeti ile nimetlendir. Bizi kur'an elbisesini giydir. Bizi kur'anla şereflendir. Bütün ümmeti Muhammedi kur' an hürmetine avf ve mağfiret et.
Allahım kur’anın her harfinin tatlılığını, her kelimesinin kerametini, her ayetinin mutluluğunu, her suresinin selametini, her cüzünün sevabını bize tattır.
Allahım faydasız ilimden, korkmayan kalp den, kabul edilmeyen amelden,senin için göz yaşı akıtmayan gözden,doymayan nefis den, kabul edilmeyen dua dan sana sığınırız.
Allahım İslamı muzaffer Müslümanları izzetli kıl. Dualarımızı kabul et. Hastalarımıza şifa ver ölülerimize rahmet et. Amellerimizi hayırla sonuçlandır.
Allahım kur'anı bize dünyada uyulacak yegane bir kitap, kabirde bir dost, sırat üzerinde bir nur, kıyamet gününde şefaatçi, Cennete götüren bir arkadaş, ateşten koruyan bir elbise bir engel, işlenen bütün hayırlara bir delil ve önder kıl.
Allahım günahlarımızı avf et, ayaklarımızı senin dinin üzerinde sabit kıl. Allahım sana teslim olduk sana iman ettik sana güvendik senden yardım isteriz. Allahım bize mutlu bir son nasip et.
İncitmemek, nispeten kolaydır. Ama incinmemek elde değildir. Zîrâ o, bir gönül işidir. Dolayısıyla incinmemek, ancak fânîlerden gelen ve kalblere saplanan zehirli okların tesirsiz kalması ile mümkündür. Bu da, nefs tezkiyesi ve kalb tasfiyesinin kemâlindeki seviye nisbetindedir
"Kalb-i selîmin üç vasfı vardır:
Birincisi incitmeyen bir kalb,
İkincisi incinmeyen bir kalb,
Üçüncüsü de iyiliği Allâh'ın rızâsı için yapıp karşılığını beklemeyen bir kalb...
Zîrâ bir mümin, Cenâb-ı Hakk'ın huzuruna, hiç kimseye eziyet etmeyince verâ ile; kalbini Rabbe yöneltip kimseden incinmeyince vefâ ile; yaptığı sâlih amellere herhangi bir fânîyi ortak etmeyince de ihlâs ile gelir..."
NECİP FAZIL KISAKÜREK (SEÇME NÜKTELER)
• Bu Hayatı fazla önemsemeyin. Nasıl olsa içinden sağ çıkamayacaksınız.
• Armut deyip geçmeyin, onun ilk hecesi çoğu kişide yoktur!
• Dünya güzel olsaydı, doğarken ağlamazdık. Yaşarken temiz kalsaydık ölünce yıkanmazdık.
• Adam olmak cinsiyet meselesi değil , şahsiyet meselesidir.
• İnsanlar ikiye ayrılır ; vaktini beşe ayıranlar , vaktini boşa ayıranlar.
• Üç günlük dünya için gayret üstüne gayret, Ebedi bir yaşam için gayret yok hayret.
• Yola çıktıklarını yolda bulduklarına değişirsen ; Hem yolunu kaybedersin, hem dostunu!
• Aldığımız nefesi bile geri veriyorsak, hiçbir şey bizim değil.
• Camiye dikey olarak gel, yatay olarak zaten geleceksin.
• Dinde zorlama yoktur, insan özgürdür elbette! İsteyen bu dünyada pişer, isteyen ahirette.
• Biz; Ayakları Şişene Kadar Namaz Kılan Peygamberin, Gözleri Şişene Kadar Uyuyan Ümmetiyiz.
• Haram kazanılan aş, aş dan sayılmaz...Hak için akmayan yaş, yaş dansayılmaz.
Kişi, başım var diye övünmesin; Secdeye varmayan baş, baştan sayılmaz.
Ariflere sorarlar..kul nasıl kemale erer..ermiştir..bu arif kul derki..kul içinden geçen tüm duygu düşünce adına her ne varsa bunları bir tabağa koyup, bu tabağıda utanmadan sıkılmadan topluma sunabiliyorsa işte o kul kemale ermiştir..
Allahım faydasız ilimden, korkmayan kalp den, kabul edilmeyen amelden,senin için göz yaşı akıtmayan gözden,doymayan nefisden, kabul edilmeyen dua dan sana sığınırım
RABBİM GÖNLÜMDE OLANI HAKKIMDA HAYIRLI EYLE, HAKKIMDA HAYIRLI OLANI GÖNLÜME RAZI EYLE
ALLAHIN İNAYET-İ, BEREKET-İ, MAĞFİRET-İ, HURMETİ, MELEKLERİN İSTİĞFARI, PEYGAMBERİMİZİN ŞEFAATİ, BÜTÜN MÜSLÜMANLARIN DUA, LARI SİZLERİN ÜZERİNE OLSUN.
İnsan olabilmek…Galiba hayatı doğru yaşamanın sırrı bu!
İnsan olabilmek için verdiği mücadelede insan eğer kendisini insanlıktan çıkaran eylem ve de söylemlerden uzak durmayı başarabilirse yeri geldiğinde “hoş geldin” yeri geldiğinde “hoşça kal” diyebilirse, yürümesi gereken yolları yürüdüğüne inanırsa ve bu yolları yürürken yanında olanları kendine yolları aşmada bir araç olarak değil de bir yol arkadaşı gibi görebilirse, yani kendisi uğruna başkalarını harcamazsa insan, o zaman insan gibi olabilmek için yaşar.
Ben nesli deniliyor ya bugün, o neslin kendisini gerçekleştirme şeklinde ortaya koyduğu psikolojik yorumda iki risk var. Kendisini gerçekleştirirse müthiş ego şişmesi oluyor. Gerçekleştirmezse bitiyor, tükeniyor, intihar vakaları doğuyor. Ama tasavvufi ve İslami anlayışa göre, “inşallah Allah yardım ederse yaparız” diyorsunuz. Yaparsanız, “ben yapmadım Allah lütfetti” diye şükrediyorsunuz. Yapamazsanız da “Hakkımızda hayırlısı böyleymiş, olmadı” diyorsunuz. Yani yaptığınız takdirde egonuz şişmiyor yapamadığınız takdirde de inkisara uğramıyorsunuz. Yani her iki halde de hayattan kopmuyorsunuz. Ama diğerinde her iki halde de hayattan kopuyorsunuz. Yani başardığınızda kimse yanınıza sokulamıyor, burnunuzdan kıl aldırmıyorsunuz, çevrenizi kırıp geçiyorsunuz. Öbür türlüsünde zaten hayattan kopuyorsunuz, intihar ediyorsunuz.
Yani Aslında Tasavvufun ve İslamiyet’in insana verdiği en güzel şey, bu güven duygusu. Allah’a güveniyorsunuz ve kaygılarınız. Korkularınız yok. Korkuya ve kaygıya gerek yok çünkü her şeyin sahibi O.
Tasavvufî hayâtın hedefi ilâhî bir güzellik arayışıdır. Cemâl-i mutlak’a ve hüsn-i mutlak’a ermek, tasavvufun insanları ulaştırmak istediği nihâî gâyedir. Ancak bu gâyeye ulaşmak için geçilecek olan güzergâhlarda pek çok tuzaklar bulunmaktadır. Bu tuzakların en büyüğü insanın kendi içindeki nefs tuzağıdır. Onu aşıp vuslat sâhiline varabilmek kolay değildir.
Yuz'de israr etme, 'Doksan da olur'.
Insan dediginde, 'Noksan da olur'...
Sakin buyuklenme, 'Elde neler var'.
Bir ben varim deme, 'Yoksan da olur'.
Hatasiz Dost Arayan, 'Dosttan da olur'....
Dost deniz kenarındaki taşlara benzer...
Önce tek tek toplarsın sonra birer birer denize atarsın...
Ancak kıyamadıkların vardır...
İşte o kıyamadıkların gerçek DOSTlardır.
Acılarım bir kum tanesi kadar küçük, mutlulklarım nisan yağmuru kadar bol olsun. Hayatta bir kere ağlarsam oda mutluluk olsun.
Tasavvufi Bakış
Bismillahirrahmanirrahim
Allah’ın inayeti, bereketi, mağfireti, hürmeti; Meleklerin istiğfarı; Peygamberimizin şefaati; bütün Müslümanların Duaları sizlerin üzerine olsun!
Ariflere sorarlar: Kul nasıl kemale erer veya ermiştir. Bu arif kul der ki; “Kul, içinden geçen tüm duygu ve düşünce adına her ne varsa bunları bir tabağa koyup bu tabağı da utanmadan, sıkılmadan topluma sunabiliyorsa işte o kul kemale ermiştir.”
Tasavvufta çok incelikler ve güzellikler vardır. Bu incelikler ve güzellikleri, tasavvufa intisap eden her insan görmeyebilir. Ama hepsinde ayrı bir güzellik ve zariflik vardır. Tasavvuf, Mahmut Sami (ks)’nin dediği gibi; incitmemek ve incinmemektir.
İncitmemek, nispeten kolaydır. Ama incinmemek elde değildir. Zira o, bir gönül işidir. Dolayısıyla incinmemek, ancak fânilerden gelen ve kalplere saplanan zehirli okların tesirsiz kalması ile mümkündür. Bu da nefs tezkiyesi ve kalp tasfiyesinin kemalindeki seviye nispetindedir. Kalb-i selîmin üç vasfı vardır:
Birincisi incitmeyen bir kalp,
İkincisi incinmeyen bir kalp,
Üçüncüsü de iyiliği Allah’ın rızası için yapıp karşılığını beklemeyen bir kalp...
Zira bir mümin, Cenâb-ı Hakk'ın huzuruna, hiç kimseye eziyet etmeyince verâ ( şüpheli şeylerden kaçınma) ile; kalbini Rabbine yöneltip kimseden incinmeyince vefâ ( sevgide devamlılık)ile; yaptığı salih amellere herhangi bir faniyi ortak etmeyince de ihlâs ile gelir...
Tasavvufî hayatın hedefi ilâhî bir güzellik arayışıdır. Cemâl-i Mutlak’a ve Hüsn-i Mutlak’a ermek, tasavvufun insanları ulaştırmak istediği nihai gayedir. Ancak bu gayeye ulaşmak için geçilecek olan güzergâhlarda pek çok tuzaklar bulunmaktadır. Bu tuzakların en büyüğü insanın kendi içindeki nefs tuzağıdır. Onu aşıp vuslat sahiline varabilmek kolay değildir.
Ama tasavvufi ve İslami anlayışa göre; “İnşallah, Allah yardım ederse yaparız.” diyorsunuz. Yaparsanız, “Ben yapmadım, Allah lütfetti.” diye şükrediyorsunuz. Yapamazsanız da “Hakkımızda hayırlısı böyleymiş, olmadı!” diyorsunuz. Yani yaptığınız takdirde egonuz şişmiyor, yapamadığınız takdirde de hüsrana uğramıyorsunuz. Yani her iki halde de hayattan kopmuyorsunuz. Ama diğerinde her iki halde de hayattan kopuyorsunuz. Yani başardığınızda kimse yanınıza sokulamıyor, burnunuzdan kıl aldırmıyorsunuz, çevrenizi kırıp geçiyorsunuz. Öbür türlüsünde zaten hayattan kopuyorsunuz, intihar ediyorsunuz.
Yani aslında tasavvufun ve İslamiyet’in insana verdiği en güzel şey, bu güven duygusudur. Allah’a güveniyorsunuz ve kaygılarınız, korkularınız yok. Korkuya ve kaygıya gerek yok çünkü her şeyin sahibi ALLAH!
“Ey iman edenler! Ne mallarınız, ne çocuklarınız sizi Allah’ı zikretmekten alıkoymasın. Kim böyle yaparsa, artık onlar hüsrana uğrayanların ta kendileridir.” “Münafikun 9”
Allah-u Teala Hazretleri, emrettiği bütün farzlar için belirli bir sınır koymuştur. Özür durumunda ise bu farzları yerine getiremeyenleri mazur saymıştır. Fakat Yüce Allah, zikir için herhangi bir sınır koymadığı gibi zikir görevini yerine getirmeyenleri mazur da saymamıştır. Çünkü o, Allah’ı “ayaktayken, otururken ve yatarken zikretmeyi” emretmiştir. İnsan, aklını kaybetmedikçe bu göreve gece ve gündüz, karada ve denizde, seferde ve ikamet hâlinde, zenginlikte ve yoksullukta, hastalıkta ve sağlıkta, gizli ve açık devam etmelidir…
Rabbim bizleri zikrinde, fikrinde, şükründe daim eylesin
GÖNÜL KAPISI
İnsan malum olduğu üzere ruh ve bedenden ibarettir. İki yönü vardır. Bunların her iki sininde fıtrata bağlı talepleri vardır. İslam insana madde ile mana arasında bir denge programı takdim eder.
İmanın en büyük meyvesi merhamet onun neticesi ise hizmettir. Merhamet sende olanı ondan mahrum olanlara ikram etmendir. Rabbimiz Kur’an-ı Kerimde en çok Rahman ve Rahim sıfatını bildiriyor. Allah diyen bir kalbin merhamet infak ve hizmetten nasipsiz olması düşünülemez. Mahlûkatın hiçbirinin sesli ve sessiz feryadına sessiz kalamaz. Elinden gelen hiçbir şeyi esirgeyemez.
İnsanlık âleminde güzel ahlakın nezaketin ve zarafetin zirvesi hiç şüphesiz Resullah ( sav) dir. Bütün faziletler ve güzellikler onun emsalsiz şahsiyetinde mevcuttur. Peygamber varisi olan Hak dostlarında o gülistan üzerinden süzülüp gelen bir rahmet esintileridir.
Fani dünyada sultanlık bir gün son buluyor. Fakat Hak dostlarının mana sultanlığı vefatından sonra bile aynı ihtişamı ile devam ediyor. Düşünmek gerekir ki bu güzel insanlar kimseye kendilerini sevdirmek için servet dağıtmamışlar Fani dünya hayatından sonra bile insanlığın gönüllerinde yaşamaya devam etmişler.
İnsanlar tarih boyunca hep bu zirve şahsiyetlerin etrafında toplanmışlardır. İnsanoğlu bu dünyaya imtihan için gönderildiğinden hayra da şerre de müsait bir tabiatta yaratılmıştır. bu sebeple onun hayatı iç ve dış alemde devamlı olarak hayır ve şerrin mücadelesi içinde geçer. Bu mücadelede hayrın üstün gelebilmesi için sadece akıl, idrak irade gibi melekelerimiz kafi değildir. Bunun içindir ki Allah bizlere peygamberler vasıtası ile kitaplar göndermiştir. Akıl vahiy ile birleşirse o zaman Allahın yarattığı güzellikleri anlayabilir. Yoksa baktığı her şeye tabiat der geçer. Mesele tefekkür edebilmek yaratanı bulmak ve onun istediği gibi bir hayat sürmektir.
Bilindiği gibi tasavvuf bir gönül yolculuğudur. Daha doğrusu din bir gönül yolculuğudur. Çünkü dinin merkez kelimesi imandır, imanın mekanı gönüldür. Mutasavvıflar ise bu gönül mektebinin muallimleridir. Dolayısıyla bu “Pazar”ın şartları bambaşkadır. Bu yolculuk ilgi ile başlar, bilgi ile güçlenir, sevgi ile kemâle ulaşır. Bu mektepteki bütün alışverişler sevgi üzerine olduğu için insanın insanla, insanın Hz. Peygamberle, insanın Hz. Allah ile olan ilişkileri farklı bir atmosferde cereyan eder.
Mürid mürşid ilişkileri çok farklı bir çizgi takip eder. Çünkü bu münasebet bir bilgi alışverişinden öte bir sevgi alışverişidir. Sadece ilim değil, irfandır. Bu da hayatın en önemli değeridir.
Mürşid, müride dünyanın en değerli hazinesini yani Allah’ı ve Resülullah’ı sevmenin yolunu gösterdiği için üstadına derin bir saygı duyar, onu gönülden sever. Zikir meclislerinde onun rehberliğinde yaşadığı coşku ile dinî hayatını güzelleştirir. Bu durum ise karşılıklı sevgi ve saygıyı en üst noktaya taşır. Bu saygı ve sevgi bazen ölçüsüz bir şekil alabilir. Bunu da kontrol altında tutmak, ifrat ve tefritten kaçınmak gerekir. Sevgi ve saygı ile hiç tanışmamak nasıl büyük bir afet ise Allah’a ve Resülullah’a yönlendirmemiz gereken saygıyı bir faniye tahsis etmek de aynı derecede hatadır. Efendimiz’in dediği gibi “herkese hakkını vermek” gerekir.
SEYYİD KUTUP' UN MEŞHUR SÖZÜ
Dönemin cumhur başkanı cemal abdunnasır seyyit kutup şehit edilmeden öncekendisine şu teklifte bulunur "şimdiye kadarkisöz ve hareketlerinde yanıldığını beyan ederek cumhurbaşkanı cemal abdunnasırdan özür dilediğin taktirde idam hükmünü bozacak ve seni serbes bırakacaktır "seyyit kutup bu teklif karşısında şu cevabı verir "eğer idamı hak etmiş olarak hakkın emri ile ipe çekiliyorsam buna itiraz etmek haksızlıktır eğer batılın zulmune kurban gidiyorsam batıldan merhamet dileyecek kadar alçalamam"seyyit kutubun bu sözleri onu ebedileştirdi ve tüm islam aleminde örnek ve önder bir mücahit olarak tanınmasına vesile oldu
Mahkeme heyeti onu idama mahkum ettiğinde Kutub'un ağzından şu sözler dökülmüştü:
“Eğer kanunu ile mahkum edilmişsem ben Hakk'ın hükmüne razıyım. Eğer batıl kanunlarla mahkum olmuşsam ondan çok daha üstün bir düşünceye sahip olduğum için batıldan ve münafıklardan merhamet dilemem. 'a şükürler olsun ki on beş sene cihad ettikten sonra bu mertebeye ulaştım. Ben yolunda yaptığım iş için asla özür dilemem. Namazda ALLAH'ın birliğine şehadet eden parmağım asla bir tağutun hükmünü onaylayan tek bir harf bile yazmayacaktır.”
ANNEM
Anne bu dünyaya gelmemize vesile olan ve bu dünyada bizleri doğduğumuz günden itibaren kucağında bizi büyüten bizleri gözleri gibi koruyan bunun yanında da bize sevgisini veren biridir.
Anne dünya da en çok değer verilecek karşılıksız seven biri duyguları ile hareket eden ve söz konusu olan evlatları olunca kendi hayatını hiçe sayan biridir benim için. Geçenlerde haberlerde bir Annenin yanan evin içinde alevlere aldırmadan ateşin içinden evladını kurtarması beni çok etkilemişti. Yine bir gün bir yerde orman yangını çıkmıştı ormanda her şeyin yandığını görenler çalılıkların arasında bir kuş görüyorlar kanatlarını açmış yavrularını kanatlarının altına almış yavruları ile beraber kendi de oracıkta can vermiş. Anne sevgisi ALLAHIN biz insanlara bir aramağınıdır. Bende onlara bir evlat olarak yeryüzünün melekleri diyorum.
ZÜLEYHACA BAKIŞLARIMA YAKUPÇA KÖR KALDIN.. EY AHMAK YÜREĞİM, KUYUDAN GELEN HER SESİ SEN YUSUFTAN MI SANDIN?
Naat
Seccaden kumlardı..
................................
................................
Devirlerden, diyarlardan
Gelip, göklerde buluşan
Ezanların vardı! .
Mescit mümin, minber mümin...
Taşardı kubbelerden tekbir,
Dolardı kubbelere “amin”..
Ve mübarek geceler dualarımız;
Geri gelmeyen dualardı...
Geceler ki pırıl pırıl
Kandillerin yanardı..
Kapına gelenler ya muhammed,
- uzaktan, yakından –
Mümin döndüler kapından...
Besmele, ekmeğimizin bereketiydi,
İki dünyada aziz ümmet;
Muhammed ümmetiydi.
Konsun –yine- pervazlara güvercinler,
“Hû hû”lara karışsın âminler...
Mübarek akşamdır;
Gelin ey Fâtihalar, Yâsinler!
Şimdi seni ananlar,
Anıyor ağlar gibi...
Ey yetimler yetimi,
Ey garipler garibi;
Düşkünlerin kanadıydın,
Yoksulların sahibi...
Nerde kaldın ey Resûl,
Nerde kaldın ey Nebi?
Günler, ne günlerdi, yâ Muhammed,
Çağlar ne çağlardı:
Daha dünyaya gelmeden
Mü’minlerin vardı...
Ve bir gün, ki gaflet
Çöller kadardı,
Halîme’nin kucağında
Abdullah’ın yetimi
Âmine’nin emaneti ağlardı.
Hatice’nin goncası,
Aişe’nin gülüydün.
Ümmetinin gözbebeği
Göklerin resûlüydün...
Elçi geldin, elçiler gönderdin...
Ruhunu Allah’a,
Elini ümmetine verdin.
Beşiğin, yurdun, yuvan
Mekke’de bunalırsan
Medine’ye göçerdin.
Biz bu dünyadan nereye
Göçelim, yâ Muhammed?
Yeryüzünde riyâ, inkâr, hıyanet
Altın devrini yaşıyor...
Diller, sayfalar, satırlar
“Ebu Leheb öldü” diyorlar.
Ebû Leheb ölmedi, yâ Muhammed
Ebû Cehil kıt’alar dolaşıyor!
Neler duydu şu dünyada
Mevlidine hayran kulaklarımız;
Ne adlar ezberledi, ey Nebî,
Adına alışkın dudaklarımız!
Artık, yolunu bilmiyor;
Artık, yolunu unuttu
Ayaklarımız!
Kâbe’ne siyahlar
Yakışmamıştır, yâ Muhammed
Bugünkü kadar!
Hased gururla savaşta;
Gurur, Kafdağı’nda derebeyi...
Onu da yaralarlar kanadından,
Gelse bir şefkat meleği...
İyiliğin türbesine
Türbedâr oldu iyi.
Vicdanlar sakat
Çıkmadan yarına,
İyilikler getir, güzellikler getir
Âdem oğullarına!
Şu gördüğün duvarlar ki
Kimi Tâif’tir, kimi Hayber’dir...
Fethedemedik, yâ Muhammed,
Senelerdir.
Ne doğruluk, ne doğru;
Ne iyilik, ne iyi...
Bahçende en güzel dal,
Unuttu yemiş vermeyi...
Günahın kursağında
Haramların peteği!
Bayram yaptı yapanlar;
Semâve’yi boşaltıp
Sâve’yi dolduranlar...
Atını hendeklerden -bir atlayışta-
Aşırdı aşıranlar...
Ağlasın Yesrib,
Ağlasın Selman’lar!
Gözleri perdeleyen toprak,
Yüzlere serptiğin topraktı...
Yere dökülmeyecekti, ey Nebî,
Yabanların gözünde kalacaktı!
Konsun -yine- pervazlara güvercinler,
“Hû hû”lara karışsın âminler...
Mübarek akşamdır;
Gelin ey Fâtihalar, Yâsinler!
Yüreklerden taşsın
Yine, imanlar!
Itrî, bestelesin Tekbîr’ini;
Evliyâ, okusun Kur’ân’lar!
Ve Kur’ân-ı göz nûruyla çoğaltsın
Kayışzâde Osman’lar
Na’tını Galip yazsın,
Mevlid’ini Süleyman’lar!
Sütunları, kemerleri, kubbeleriyle
Geri gelsin Sinan’lar!
Çarpılsın, hakikat niyetine
Cenaze namazı kıldıranlar!
Gel, ey Muhammed, bahardır...
Dudaklar ardında saklı
Âminlerimiz vardır...
Hacdan döner gibi gel;
Mi’râc’dan iner gibi gel;
Bekliyoruz yıllardır!
Bulutlar kanat, rüzgâr kanat;
Hızır kanad, Cibril kanad;
Nisan kanad, bahar kanad;
Âyetlerini ezber bilen
Yapraklar kanad...
Açılsın göklerin kapıları,
Açılsın perdeler, kat kat!
Çöllere dökülsün yıldızlar;
Dizilsin yollarına
Yetimler, günahsızlar!
Çöl gecelerinden, yanık
Türküler yapan kızlar
Sancağını saçlarıyla dokusun;
Bilâl-i Habeşî sustuysa
Ezânlarını Dâvûd okusun!
Konsun –yine- pervazlara güvercinler,
“Hû hû”lara karışsın âminler...
Mübarek akşamdır;
Gelin ey Fâtihalar, Yâsinler!
Arif Nihat Asya