Dünyâ geçici âhiret geçici nimetler geçici hepsi de geçit töreni yapıyor “Tek Geçici Olmayan”ın GÖLGESİ olan İNSAN şeref tribününde … gözsüz… bedensiz… ruhsuz… akılsız…bir halde; geçen herşeyi SEYREDİYOR..
2
Üzerine ışık ve karanlık düşmeyen ışık ve karanlık yaymayan BİLİNMEK DİLEMEDİ çünkü kendisini kendisinden başkasının bilmesi kendisinden başkası varolmadığı ve varolamayacağı için BİLİNEMEZDİ ve BİLİNEMEYEN PERDE’DE kendisini HÂBİLolarak BİLDİ ve BİLİNEMEYEN PERDE’DE kendisini KÂBİL olarak BİLEMEDİ
3
gölgeler geçiyordu ayaksız gölgeler bakıyordu gözsüz gölgeler işitiyordu kulaksız gölgeler geçiyordu zamansız gölgeler geçiyordu mekânsız gölgelerin geçit töreni hiç başlamamıştı gölgelerin geçit töreni hiç bitmeyecekti gölgeler selamlıyordu şeref tribününü fakat şeref tribünü boştu…şeref tribünü YOK’tu şeref tribünü asla VAROLMAYAN şeref tribünü asla başlamayan ve asla bitmeyecek olan GÖLGELER’den başkası değildi gölgeler kendi YOKLUK ŞEREFLERİNİ selamlıyordu SELAM SELAM diyemeden dilsizce
4
iki gölge konuşuyordu: -merhaba; sen kimin gölgesisin? -merhaba; gölgesi olmayanın gölgesiyim… ya sen? -ben de gölgesi olmayanın gölgesiyim
5
iki gölge üst üste geldi biribirinde yok olmadan biribirine eklenmeden biribirinde eriyip bileşik olmadan fakat ayrı ve gayrı da olmadan BİR oldular
6
gölgelerden bir gölge “sen beni duyamazsın” diye bir SES DUYDU ve gerçekten de O’nu DUYAMADI Nasıl duysun ki zaten o bir gölge idi!
7
gölgeler kendilerini göremiyorlardı gölgeler gölgesi olmayanı göremiyorlardı görmek diye bir şey yoktu orada “görmek” sıfatına sahip olan dahi; kendini göremiyordu, kendinden başka bir şey göremiyordu, ve sadece gölgelerini gördüğünü vehmediyordu… buna rağmen yazılış başlangıcı olmayan bir kitapta “beni göremezsin yâ gölgem! ” anlamında bir MÂNÂ yazılıydı Musa isimli bir gölgeye hitaben
8
gölgeler kendilerinde var olmayanları varmış gibi algılıyorlardı sanki gözleri var görüyorlardı sanki kulakları var işitiyorlardı sanki elleri var tutuyorlardı sanki ayakları var yürüyorlardı sanki bedenleri var yiyip-içiyorlardı sanki ruhları var gururlanıyorlardı bu var zannedişten o kadar çok memnundular ki HİÇ BİR ŞEYİ KENDİNE ORTAK YAPMAYANIN HAYALİNDEKİ YERYÜZÜNDE hemen birbirlerini öldürüp kan dökmeye, fesat ve bozgunculuk çıkarmaya başladılar
bazı gölgeler ise HİÇ BİR ŞEYİ KENDİNE ORTAK YAPMAYANIN HAYALİNDEKİ SEMÂLARINDA hâlâ görmüyorlar, işitmiyorlar, dokunmuyorlar, yürümüyorlar, yemiyorlar-içmiyorlar, gururlanmıyorlardı fakat BAŞ ÖĞRETİCİLERİNDEN ilham alarak biz SEN’i zikrediyoruz biz SANA tapınıyoruz biz sana ibadet ve kulluk da ediyoruz, biz YERYÜZÜNDEKİLER gibi değiliz diyerek GİZLİ KİBİR’e sürükleniyorlardı
9
başöğretmen; bir gölge olmakla övünüyordu gölgenin sahibine kul olmakla en şerefli makamda olduğunu düşünüyordu şerefli makamını ibadet, ilim ve takva ile süslüyordu “gölge SAHİBİNDEN, SAHİBİ de gölgeden razı” zannediyordu ve bu ilmi HİÇ GÜNAH İŞLEMEYENLERE ders veriyordu … başöğretmen ve GÜNAH İŞLEMEYEN gölgeler gölgelerin sahibinin ilminde en yücelerdeydiler en yüce YERLERİN ismi SEMÂLAR idi … fesad çıkaran, isyan eden ve kan döken gölgeler gölgelerin sahibinin ilminde en aşağılardaydı ve en aşağının adı ARZ idi … ARZ ve SEMÂLAR gölgesi olmayanın ilminde hiç bir zaman ayrılmamıştı … her şimdide de ayrı değildi … ARZIN âsileri ve SEMÂLARIN mûtîleri aynı yerde fakat başka başka DÜŞÜNCE ÂLEMLERİNDEYDİ şimdide de olduğu gibi
10
“mekân” ve “yön” ve “zaman” olarak mekândan ve yönden ve zamandan münezzeh “ilim” sıfatının dünyâ isimli “aşağı bir boyutunda” kırk bin kere kırk bin “insan sûretinde” gölge “ben nereden geldim ve nereye gidiyorum? ” sorusunu sormadan “sürü yasaları” gereğince yemek, üremek ve ölmek ” SÜRÜ CENNET”ini yaşıyordu ve bir gün sürüden birisi “ben neyim? , burası neresi? , nereden geldim? , nereye gidiyorum? sorusu ağacına yaklaşınca “SÜRÜ CENNETİNDEN” “İNSANIN SORULAR DÜNYÂSINA” indi
11
ilk defa bir gölge kırk bin gölge arasında doğum, yaşam ve ölüm görünümlerinin bir hayal, bir yanılsama ve bir “perdedeki gölgeler” oyunu olduğunu bildi fakat oyunu kuralına göre oynama ciddiyetini de anladı … şakası olmayan bu oyunu diğer kırk bin gölgeye başladı anlatmaya ve o anlatıcıya ÂDEM denildi
12
anlatacak hiç bir şey yoktu anlatacak hiç bir şey bulamıyordu anlatacak YABANCI bir gölge göremiyordu anlatması için “OLMAMIŞ ve OLMAYACAĞI” “OLMUŞ ve OLACAKMIŞ” gibi MİSALLENDİRMESİ gerekiyordu bu da HİÇ BİR İNANCI olmayan ve OLDUKLARI GİBİ OLAN GÖLGELERİ anlatılana “İNANAN” ve anlatılana İNANMAYAN diye İKİYE bölecekti ve ANLATMAYA devam etmeye karar verdi belki İNANANLARDAN ve İNANMAYANLARDAN HİÇ BİR ŞEY OLMADIĞI-OLMAMAKTA OLDUĞU-OLMAYACAĞI gerçeğini belki FARK EDENLER O.L.U.R.D.U.
13
“VAR EDİCİ”yi, “PERDE”yi ve “PERDEDEKİLER”i anlattı… anlattı… ve anlattı dinlediler… dinlediler… ve dinlediler … ilk defa duydular kendilerinden başka bir “var edici” olduğunu… duydular ama “hani nerede göremiyoruz? Yâ Âdem! ” dediler … ilk defa duydular kendilerinden başka aynı perdede “melekler” ve “cinler” ve şeytanlar” olduğunu… duydular ama “hani nerede göremiyoruz? Yâ Âdem! ” dediler … perdedekiler sadece kendilerini ve perdeyi gördüler “varedici”nin “PERDE ARKASINDA” olduğuna ve “PERDEDEKİ HAYALLERİN” “PERDE ARKASINDAKİ GERÇEĞİ” göremeyeceğine, duyamayacağına ve bilemeyeceğine İMAN ettiler … fakat gölgelerden bir gölge sordu: “Yâ Âdem! Ben PERDEYİ ve PERDEDEKİLERİ GÖREMİYORUM… PERDE ve PERDEDEKİLER NEREDE? ” ve ÂDEM şükretti bu soruyu sorana ve ona ŞİT ismini verdi ve ona İMAN edenleri teslim etti
14
Şit nereden geldiklerini, nereye gittiklerini ve dünyanın ve güneşin ve yıldızların nezaman yaratıldığını ve ilk insanın ve ilk erkeğin ve ilk dişinin ve ilk hayvanın ve ilk bitkinin ne zaman yaratıldığını hiç düşünmedi hiç sormadı hiç merak etmedi fakat merak uyandırmak için aklı ve kalbi çalıştırmak için “perdede gölge oyunu oynatıcıdan geldiklerini ve tekrar perdede gölge oyunu oynatıcıya dönmekte olduklarını” anlattı
15
ve asla kurulmayan perdenin bir kurulma anı
ve asla yıkılmayacak olan perdenin bir yıkılış anı
senaryosunu anlattı
16
her şey “sonsuz bir oyun” “sonsuz bir senaryo” “sonsuz bir gerçek” idi her şey gerçek içinde oyun her şey oyun içinde gerçek her şey var içinde yok her şey yok içinde var idi
anlatılamayacak kadar karışık anlatılınca bir anda anlaşılacak kadar düzenli ve açık olan anlatım zorunluluğundan kaçamayacaktı çünkü Şit bir Rasul idi ve onun dünyasında; …karmaşa… …düzen… …perde… …perdedekiler… ve hatta …PERDECİ… DAHİ MEVCUT DEĞİLDİ
Âdem “bir hiç” dahi olmadığını farkeden Şit’e karmaşayı düzeni perdeyi perdedekileri ve PERDECİ’yi teslim ederek hiç gelmediği yere… cennete döndü.
Gölgesiz yazdığın şiiri okuduğumda çok farklı düşünmüştüm seni bir şaire böyle donuk bakışlar yakışmıyor bence.şiirine diyecek yok.Kalemin kırılmasın başarılar
15.12.2020 - 08:03
DOĞUM GÜNÜNÜZ KUTLU OLSUN
07.03.2009 - 18:48
:))
15.12.2008 - 06:32
Dünyâ geçici
âhiret geçici
nimetler geçici
hepsi de geçit töreni yapıyor
“Tek Geçici Olmayan”ın GÖLGESİ olan İNSAN şeref tribününde
… gözsüz… bedensiz… ruhsuz… akılsız…bir halde; geçen herşeyi SEYREDİYOR..
2
Üzerine ışık ve karanlık düşmeyen
ışık ve karanlık yaymayan
BİLİNMEK DİLEMEDİ
çünkü
kendisini kendisinden başkasının bilmesi
kendisinden başkası varolmadığı ve varolamayacağı için
BİLİNEMEZDİ
ve
BİLİNEMEYEN
PERDE’DE
kendisini HÂBİLolarak BİLDİ
ve
BİLİNEMEYEN
PERDE’DE
kendisini KÂBİL olarak BİLEMEDİ
3
gölgeler geçiyordu ayaksız
gölgeler bakıyordu gözsüz
gölgeler işitiyordu kulaksız
gölgeler geçiyordu zamansız
gölgeler geçiyordu mekânsız
gölgelerin geçit töreni hiç başlamamıştı
gölgelerin geçit töreni hiç bitmeyecekti
gölgeler selamlıyordu şeref tribününü
fakat
şeref tribünü boştu…şeref tribünü YOK’tu
şeref tribünü asla VAROLMAYAN
şeref tribünü asla başlamayan
ve asla bitmeyecek olan GÖLGELER’den başkası değildi
gölgeler
kendi YOKLUK ŞEREFLERİNİ selamlıyordu
SELAM SELAM
diyemeden
dilsizce
4
iki gölge konuşuyordu:
-merhaba; sen kimin gölgesisin?
-merhaba; gölgesi olmayanın gölgesiyim… ya sen?
-ben de gölgesi olmayanın gölgesiyim
5
iki gölge üst üste geldi
biribirinde yok olmadan
biribirine eklenmeden
biribirinde eriyip bileşik olmadan
fakat ayrı ve gayrı da olmadan
BİR oldular
6
gölgelerden bir gölge
“sen beni duyamazsın” diye bir SES DUYDU
ve gerçekten de O’nu DUYAMADI
Nasıl duysun ki
zaten o bir gölge idi!
7
gölgeler kendilerini göremiyorlardı
gölgeler gölgesi olmayanı göremiyorlardı
görmek diye bir şey yoktu orada
“görmek” sıfatına sahip olan dahi;
kendini göremiyordu,
kendinden başka bir şey göremiyordu,
ve
sadece gölgelerini gördüğünü vehmediyordu…
buna rağmen yazılış başlangıcı olmayan bir kitapta
“beni göremezsin yâ gölgem! ” anlamında
bir MÂNÂ yazılıydı
Musa isimli bir gölgeye hitaben
8
gölgeler
kendilerinde var olmayanları varmış gibi algılıyorlardı
sanki gözleri var görüyorlardı
sanki kulakları var işitiyorlardı
sanki elleri var tutuyorlardı
sanki ayakları var yürüyorlardı
sanki bedenleri var yiyip-içiyorlardı
sanki ruhları var gururlanıyorlardı
bu var zannedişten o kadar çok memnundular ki
HİÇ BİR ŞEYİ KENDİNE ORTAK YAPMAYANIN HAYALİNDEKİ YERYÜZÜNDE
hemen birbirlerini öldürüp kan dökmeye, fesat ve bozgunculuk çıkarmaya başladılar
bazı gölgeler ise
HİÇ BİR ŞEYİ KENDİNE ORTAK YAPMAYANIN HAYALİNDEKİ SEMÂLARINDA
hâlâ görmüyorlar, işitmiyorlar, dokunmuyorlar, yürümüyorlar, yemiyorlar-içmiyorlar, gururlanmıyorlardı
fakat
BAŞ ÖĞRETİCİLERİNDEN ilham alarak
biz SEN’i zikrediyoruz
biz SANA tapınıyoruz
biz sana ibadet ve kulluk da ediyoruz,
biz YERYÜZÜNDEKİLER gibi değiliz
diyerek GİZLİ KİBİR’e sürükleniyorlardı
9
başöğretmen;
bir gölge olmakla övünüyordu
gölgenin sahibine kul olmakla en şerefli makamda olduğunu düşünüyordu
şerefli makamını ibadet, ilim ve takva ile süslüyordu
“gölge SAHİBİNDEN, SAHİBİ de gölgeden razı” zannediyordu
ve bu ilmi HİÇ GÜNAH İŞLEMEYENLERE ders veriyordu
…
başöğretmen ve GÜNAH İŞLEMEYEN gölgeler
gölgelerin sahibinin ilminde en yücelerdeydiler
en yüce YERLERİN ismi SEMÂLAR idi
…
fesad çıkaran, isyan eden ve kan döken gölgeler
gölgelerin sahibinin ilminde en aşağılardaydı
ve en aşağının adı ARZ idi
…
ARZ ve SEMÂLAR gölgesi olmayanın ilminde
hiç bir zaman ayrılmamıştı
…
her şimdide de ayrı değildi
…
ARZIN âsileri ve SEMÂLARIN mûtîleri aynı yerde
fakat başka başka DÜŞÜNCE ÂLEMLERİNDEYDİ
şimdide de olduğu gibi
10
“mekân” ve “yön” ve “zaman” olarak
mekândan ve yönden ve zamandan münezzeh “ilim” sıfatının
dünyâ isimli “aşağı bir boyutunda”
kırk bin kere kırk bin “insan sûretinde” gölge
“ben nereden geldim ve nereye gidiyorum? ” sorusunu sormadan
“sürü yasaları” gereğince
yemek, üremek ve ölmek ” SÜRÜ CENNET”ini yaşıyordu
ve bir gün
sürüden birisi
“ben neyim? , burası neresi? , nereden geldim? , nereye gidiyorum? sorusu ağacına yaklaşınca
“SÜRÜ CENNETİNDEN”
“İNSANIN SORULAR DÜNYÂSINA” indi
11
ilk defa bir gölge
kırk bin gölge arasında
doğum, yaşam ve ölüm görünümlerinin
bir hayal, bir yanılsama ve bir “perdedeki gölgeler” oyunu olduğunu bildi
fakat oyunu kuralına göre oynama ciddiyetini de anladı
…
şakası olmayan bu oyunu
diğer kırk bin gölgeye başladı anlatmaya
ve
o anlatıcıya ÂDEM denildi
12
anlatacak hiç bir şey yoktu
anlatacak hiç bir şey bulamıyordu
anlatacak YABANCI bir gölge göremiyordu
anlatması için “OLMAMIŞ ve OLMAYACAĞI”
“OLMUŞ ve OLACAKMIŞ” gibi MİSALLENDİRMESİ gerekiyordu
bu da
HİÇ BİR İNANCI olmayan ve OLDUKLARI GİBİ OLAN GÖLGELERİ
anlatılana “İNANAN” ve anlatılana İNANMAYAN diye İKİYE bölecekti
ve
ANLATMAYA devam etmeye karar verdi
belki
İNANANLARDAN ve İNANMAYANLARDAN
HİÇ BİR ŞEY OLMADIĞI-OLMAMAKTA OLDUĞU-OLMAYACAĞI gerçeğini
belki FARK EDENLER
O.L.U.R.D.U.
13
“VAR EDİCİ”yi, “PERDE”yi ve “PERDEDEKİLER”i
anlattı… anlattı… ve anlattı
dinlediler… dinlediler… ve dinlediler
…
ilk defa duydular
kendilerinden başka
bir “var edici” olduğunu…
duydular ama “hani nerede göremiyoruz? Yâ Âdem! ” dediler
…
ilk defa duydular
kendilerinden başka aynı perdede “melekler” ve “cinler” ve şeytanlar” olduğunu…
duydular ama “hani nerede göremiyoruz? Yâ Âdem! ” dediler
…
perdedekiler sadece kendilerini ve perdeyi gördüler
“varedici”nin “PERDE ARKASINDA” olduğuna
ve
“PERDEDEKİ HAYALLERİN” “PERDE ARKASINDAKİ GERÇEĞİ”
göremeyeceğine, duyamayacağına ve bilemeyeceğine İMAN ettiler
…
fakat
gölgelerden bir gölge sordu:
“Yâ Âdem!
Ben PERDEYİ ve PERDEDEKİLERİ GÖREMİYORUM… PERDE ve PERDEDEKİLER NEREDE? ”
ve ÂDEM şükretti bu soruyu sorana
ve ona ŞİT ismini verdi
ve ona İMAN edenleri teslim etti
14
Şit
nereden geldiklerini, nereye gittiklerini
ve
dünyanın ve güneşin ve yıldızların nezaman yaratıldığını
ve
ilk insanın ve ilk erkeğin ve ilk dişinin ve ilk hayvanın ve ilk bitkinin ne zaman yaratıldığını
hiç düşünmedi
hiç sormadı
hiç merak etmedi
fakat
merak uyandırmak için
aklı ve kalbi çalıştırmak için
“perdede gölge oyunu oynatıcıdan geldiklerini ve tekrar
perdede gölge oyunu oynatıcıya dönmekte olduklarını” anlattı
15
ve
asla kurulmayan perdenin bir kurulma anı
ve
asla yıkılmayacak olan perdenin bir yıkılış anı
senaryosunu anlattı
16
her şey “sonsuz bir oyun” “sonsuz bir senaryo” “sonsuz bir gerçek” idi
her şey gerçek içinde oyun
her şey oyun içinde gerçek
her şey var içinde yok
her şey yok içinde var idi
anlatılamayacak kadar karışık
anlatılınca bir anda anlaşılacak kadar düzenli ve açık
olan anlatım zorunluluğundan kaçamayacaktı
çünkü Şit bir Rasul idi
ve
onun dünyasında;
…karmaşa…
…düzen…
…perde…
…perdedekiler…
ve hatta
…PERDECİ…
DAHİ MEVCUT DEĞİLDİ
Âdem “bir hiç” dahi olmadığını farkeden Şit’e
karmaşayı
düzeni
perdeyi
perdedekileri
ve PERDECİ’yi teslim ederek
hiç gelmediği yere… cennete döndü.
23.07.2008 - 14:11
ßizim gözlerimiz sabıkalı, yüreğimiz zanlıdır!
Bakışlarımızda yıkık dökük bir hayatın, belirsiz anatomisi vardır!
Kısaca..
Gül dalında bulunsun isterdim parmak izim,
Bağışlayın beni... :)
15.03.2006 - 22:31
Gölgesiz yazdığın şiiri okuduğumda çok farklı düşünmüştüm seni bir şaire böyle donuk bakışlar yakışmıyor bence.şiirine diyecek yok.Kalemin kırılmasın başarılar
Toplam 5 mesaj bulundu