Gökhan Atış Antoloji.com

Yirmi dört Eylül 1979’ da İstanbul’da dünyaya geldim. Ailem ben daha bebekken Kocaeli yakınlarındaki Kirazlı Yalı köyüne taşındı. Okul öncesi yıllarım kiraz ağaçlarının tepelerinde ve sütçü babannenin koca memelerinin arasında gecti. Beni sırtında bakkala götüren tek gözü kör, koca bir çoban köpeğimiz vardı.
Okul çağım geldiğinde başka bir köye taşınmıştık. Kazlardan korkuyordum, simitçi olmak istiyordum, düz ve yan çizgilerim berbattı, kara tahtadan nefret ediyordum. İlk kez orada aşık olup, ilk kez orada kavga ettim. Rengarenk bir uçurtmam, bir de arabasını ittiğim bebek kız kardeşim.
Ortaokul yaşına geldiğimde İstanbul’a döndük. Babam o seneler hala denizciydi. Annem okul kapısına kadar arkamdan gelir evde unuttuklarımı getirirdi. Edebiyat dersinden nefret ettiğim için tüm kompozisyon ödevlerimi de annem yazardı, elimden gelmediği için tüm resim ödevlerimi de annem çizerdi. Herkesin çok yeteneksiz zannettiği, geleceğinden şüphe edilen bir çocuktum. Sanırım o yıllardı insanlarla bağımın kopuşu.
İnsanlardan uzaklığım lise yıllarıma damgasını vuran bunalım dönemini başlattı. Tanıdığım tüm kızlara platonik aşıktım. Hakikatli bir dosta ihtiyacım vardı. Dayımın verdiği bayram parasıyla ilk gitarımı aldım. On sekiz senedir dostuz. Artık simitçi olmak yoktu aklımda. Rock yıldızı olmalıydım, Kurt Cobain gibi biri işte… Okuldan kaçıp, Beyoğlunda sokak muziği yapar, bira içer, siyah siyah giyinir, başı önde yürürdüm. Yaşıtlarım arasında, kaybetmenin kazanç gibi gözüktüğü yıllardı onlar. İlk ve en şiddetli aşk darbemi yediğimde üniversite sınavlarına hazırlanıyordum. Giderim dedim, giderim çok uzaklara. “Ne sen, ne İstanbul kalırsınız aklımda”. Kendimi o eski türk filmi aktörlerinden biri sanıyor, sonu gelmez bir filmin içinde yaşıyordum. Beynimde bir ampul yanmıştı. Giderim, giderim, giderim diye sayıkladım. Kaptan olmaya karar verdim.
Denizcilik fakültesine, Kıbrıs’a gittim. Kırmızı şarap, frp, dostlar, beyaz ünüforma, çöl sıcaklarında yürünen kilometreler. Bir sene sonra da ailem Kıbrıs’a taşındı. Babam hala denizciydi, kız kardeşim lise çağında güzel ve zeki bir kız. Annem hayvan sevgisi ve acıma duygularıyla evimizi on kadar köpek ve bir o kadar kediyle doldurdu. Çok büyük bir aile olduk. Okulu bitirip iş hayatıma başladığımda kaybeden adam olmak kötü bir alışkanlıktan ibaretti. Yalnızlığım ve bunalımım gemi hayatıyla birleştiğinde daha anlamlı bir hal almıştı. Bir şeyler eksik, bir şeyler yanlıştı. Eve her dönüşümde, sırt çantamı çadırım, uyku tulumum ve bir pikeyle doldurup, üstümde bir tişörtüm, altımda bir pantalonum, elimde gitarım, kimi zaman yürüyerek, kimi zaman otostopla durdurduğum arabalara binerek, canımın çektiği yerde durup ateş yakıp dansederek, benim gibi ne aradığını bilmeden yollara düşen insanlarla tanışıp paylaşarak, şehir şehir, köy köy, vadi vadi yol aldım.
Yaklaşık üç sene önceydi. Yedi ay çalıştıktan sonra eve dönmüştüm. Çantamı toplamadım, yollara düşmedim. Bilgisayarımda yeni bir word dosyası açtım ve yazmaya başladım. Dolmuşum sanırım. Nefes almadan, ağlayarak, gülerek, çıldırarak yazdım.
Hayat bize verilmiş bir hediye. Kaybetmek… İmkanı yok. Ben… Hergeçen gün daha fazla cevap bularak ve Baap’ın özlemi içinde yanarak yürüyorum. Belki bir gün karşılaşırız, otostop çeker arabanızı durdururuz. O zamana kadar sevgiyle kalın.
..

Devamını Oku
  • ve kalp ve kovan ve KIZ KULESİ

    Behruz Dijurian

    09.11.2010 - 14:40

    Sevgili Üstadım ve Dostum,

    Kitabın dünyaya bıraktığın en güzel armağan. Şiirlerinin her biri diktiğin birer ağaç. Dilerimki insanoğlu yakıcı güneşin altında bahşettiğin gölgenin değerini bilsin ve o gölgenin maddi anlamından sıyrılıp maneviyatına ulaşsın; ulaşsın ki aşka ve ölüme ve hayata ...

Toplam 1 mesaj bulundu

TÜM YAZILANLAR