Elife Kaya - Hakkında Yazdığı Tanıtım Yazısı

Babam yirmi iki yaşında askerliğini, geçen her gün için zaman geçmek bilmediğinden iki gün ekleyerek son hızla tamamladıktan sonra köye döner.
Babamın yaşı askerden döndükten sonra her gün bir yaş büyümeye başlar.Bu durumu fark eden babam, dedeme ne oldu neden oldu bilmem ama bana bir haller oldu, ben her gün bir yaş yaşlanıyorum der. Dedem durumu hemen çakar ama babam ona fırsat vermez, beni hemen everin yoksa bir süre sonra elden ayaktan düşmüş elinde baston zürriyetten kalmış dede olacam der. Rahmetli dedem ona teselli amacıyla bir şeyler söyler ama babam bunu ne anlayacak ne duyacak durumdadır. O son hızla yaşlanmaktadır. Zavallı dedem sonunda durumun vehametini anlar tüm eş dost tanıdık ve civar köylere haber salar. Durumu dili döndüğünce anlatır.
Babam her gün dedeme neticeyi sorar. Dedem bir yerlerden haber çıkacağından emin olduğundan, sabır oğlum dayan, tez vakitte bir haber gelir, bak her yere haber saldık der. Babam çaresiz bekler.
Bu duyuruya çok geçmeden bir tanıdık tanıdığı duyarlılık gösterir ve anamı anlatırlar babama, dedeme. Anlatacakta pek birşey yok ama onbeş yaşında güzelce bir kız derler. Babam ha tam aradığım kız der. Görmeye giderler.
Zaten babam görmeden beğenmiştir can havliyle.
Anam onbeş yaşında babam ise kafa kağıdına göre yirmi iki buçuk yaşında evlenmek için uygun olan yaşın son saatlerini tamamlamak üzeredir.
Babam anama biter bayılır yıldırım hatta şimşek aşkıyla tutulur. Anam istenir nenem de böyle bir kısmeti kaçırmak istemediğinden hemen o an verir anamı. Zaten anamda onbeş yaşında, kim ister kim evlenir bu yaştan sonra? Onun için Söz veririlir. Kesin olasılık durumuna göre hazır bulundurulan yüzük anama takılır. tatlı yenir. artık anam babamın nişanlısı olmuştur. Hızlandırılmış bir şekilde zaten anama soru soranda yok o garibimin altın yüzüğü olmuş ya o sevinçten kimseye ne bakar ne düşünür hem bir de nişanlışı olmuş zorunlu da olsa.
Ama asıl sorun babamın yaşlanma süreci yavaşlamasına rağmen devam etmektedir. Nişanın üzerinden tam onbeş gün geçer uzak köylerden olduklarından babam anamı sık sık göremez, bir gün ziyarete gelir. Anama kaçırayım seni yoksa ben evlenemeden yaşlanıp ölecem der. Anamın yufka yüreği dayanmaz babamın göz göre göre ölmesine, tamam der. O gece kaçarlar. Ne hikmet ne sırdır bilinmez ama babamın yaşlanması o günden sonra durur hatta pişmanlıktan zamanı geri sarmaya bile çalışır. Ama artık iş işten geçmiş dönülmez yola girmiştir. Olmuşla ölmüşe çare yoktur bun u bilir oturur yerine.
Ve ben 1968 yılında bir temmuz sıcağında babamı ilk hayal kırıklığına uğratan kişi olarak dünyaya gelmişim. Babam karayağız bir delikanlı adayı beklerken, cılız, rengi bozuk bir köyü illallah ettirecek çene ve ses gücüne sahip olan ben doğmuşum. Köylüye ne gece var ne gündüz. Hatta köyün bir yaşlısı benim çeneme dayanamamış zavallı adamcağız ölmüş. Böyle de bir günahım var.
Yine de herşeye rağmen şanslıydım çünkü ilk çocuktum ya öbürleri, bir iki üç dört derken adam yıkıldı yıkıldı her gün bir yaş büyüdüğü günlere lanetler okudu.
Neyse sonunda kurtarıcımız geldi çok şükür. Bu sayede babamın ocağı kör kalmaktan, nesli soyu tükenmekten kurtuldu tabi bizde adamın gözüne çaltı tikeni gibi batmaktan kurtulduk yani. Babamın türbesi eksikti ama olsun. o kadar kusur kadıda da bulunur.
Yoksa biz yanmış da ne yanmıştık. Kurbanım Allahıma kurtardı bizi cayır cayır yanmaktan. Ölüm gelmez artık bize bu dünyada  gelsede koymaz. Allah herkese hayırlı ve vakit ölümü versin.
Tabi ki hepimiz bu kurtarıcını emrine amadeyiz memnuniyetle. Bu mutluluk ve huzurla sürdürürken hayatımı gün geldi akılbali olmuşum. Olunmaz olaymış. Tabi bu durumdan babam da haberdar olmuş bir şekilde.  O günden sonra dadandı mı bizim eve koca burunlu bir domuz. Aman Allahım Allah düşman başına vermesin. Ne yaptık Ne ettikse çıkaramadık evden bir türlü. Yemek yaparız tencerede sofra kurarız sofranın tam orta yerinde evde bereketli ne varsa içinde o aldı bir kere bereket tadını kovmek ne mümkün. Evin beti bereketi huzuru kaçtı. Babam oturur ağlar, kalkar ağlar, sinirlenir köpürür, dellenir bazan bana yalvarır  bir umutla çaresizce, bak kızım filanca seni beğenmiş iyi hoş çocuktur her zaman görürüm bahçeye giderken hep caminin önünden geçer, bak bundan zarar gelmez iyi koca olur bende de bir inat yok olmaz, o caminin önünden geçiyor bahçeye giderken olmaz diye direttirim ne olacaksa sanki bu bir kusur. Ben de az muzur değildim hani.
Ama gerçekten o zaman neler olduğunu tam anlamamıştım yoksa asla sorun çıkarmazdım vallaha. Tek bildiğim bizim evdeki domuz ve bunun acil kovulması gerektiği idi. sağımız solumuz yolumuz domuz dolu idi.
Sonra öğrendim ki bir evde akılbali olmuş bir bayan bekar durursa o evde domuz eti pişermiş yemek yerine. O bayan evleninceye kadar asla gitmezmiş evden. yani neden benmişim. Bu yüzdenmiş bizim evdeki domuz sürüsü.
Meğer efendimiz demiş ki bir bayan akılbali olduktan sonra bekar yaşamamalıymış. O evdeki herşey domuza dönermiş yoksa.
Tabi bu durumu çözmek için çaktırmadan ortam yaratmaya çalıştık. Duruma uygun hazırlıklar yaptık, olmadık zamanlarda olmadık yerlerde domuz kovmak için yol aradık. Hele kız tarafı olunca da öyle alenen çavır (duyurma) edemiyorsun hani.
Çaktırmadan halletmek zorunda kalıyorsun erkek için iş kolay oluyor. Tam beş yıl paylaştık evimizin bereketini Allahın yarattığı bu hayvanla.
Çok şükür benim için ölene kadar sürecek bir mutsuzluğa mal olsa da kovduk sonunda bu tebelleş hayvanı.
Zaten önemli olanda bu hayvanın kovulması idi. Gerisi vız gelir tırıs gider bize.