Trabzon ilinin Arsin İlçesinin Karaca Köyü (Garon) , Trabzon iline 27 kilo metre uzaklıkta, Arsin ilçesine ise sadece 7 kilometre, Arsin Merkezden denize dökülen derenin iki yanından giden iki yoldan da köye ulaşmak mümkün. Derenin sağından giden yolu takip ettiğinizde Arsin İlçesinin Mahallesi konumun da olan Yenimahalle (Gocaba) Köyünü boydan boya kat ederek köye gidebileceğiniz gibi derenin solundan Yeşilce ve Elmaalan köylerinden geçerekte köye gidebilirsiniz. Ülkemizde yaşanan gelişmelere paralel olarak açılan yeni karayolları köyümüzün Kırmızı Toprak ve Garon dere girişlerine alternatif olarak Kalfalardan ve Gogolaktan bağlantı yolları yapılmıştır. Köy halkı evlerinin bulunduğu mevkie göre alternatif yolları kullanabilmektedir. Tabi bunda yolların bakımlı olması büyük etken olarak kendini göstermekte, bakımlı olan yollar mesafe uzun olsa da bozuk yola tercih edilmektedir.. Yeşilce (Holofter) tarafından yani derenin solundan giden yolun Bekar’uğun camiinden sonraki bölümü uzun yıllar bakımsız kalması nedeniyle daha çok yakın köylere gitmek için güzel havalarda bağlantı yolu olarak kullanılmaktadır. Son zamanlarda o yolunda gerekli onarımının yapıldığını duydum, ama uzunca bir süredir İstanbul’da olmam nedeniyle çıplak gözle görme şansım olmadı. Köyümüz civar köyler içinde yüz ölçümü olarak en küçük köylerden biridir. Arazi yapısı yamaç olmasına rağmen, çalışkan insanları, yürümekte zorluk çekilecek arazileri kazıyarak fındık bahçesine çevirmişlerdir. İşlenmemiş yer yok denecek kadar azalmıştır. 1960 yıllardan sonra fındık bahçesine çevrilen ormanlar, yaşanan göç ve kardeşler arasında paylaşılan arazilerden elde edilen fındığın satış gelirinin artık geçim kaynağı olmaktan çıkması nedeniyle tekrar aslına yani orman olmaya dönüş yolunda hızla yol almaktadır. Büyüklerimizin çok zor şartlarda sırtlarına gübre taşıyarak yetiştirdikleri fındık bahçeleri, bir çok yerde ormana dönüşmüş, bir çok yerde dönüşme eğilimine girmiştir. Köyün hemen her evinin önüne araç yolu yapılması, ev sayısının çoğalmasına sebep olarak gösterilebilse de, yaşanan yoğun göç nedeniyle özellikle kış aylarında köyde birkaç aile dışında kimse kalmamaktadır. Fındık aylarında,(Ağustos) araç park edecek yer bulunamayan köy, nüfus yönünden de en kalabalık günlerini yaşar. Bakımsız kalan arazilerden elde edilen fındık rekoltesi düştükçe insanların bazıları artık fındık toplamaya da köye gelmiyor, gelemiyor. Büyüklerin mezarlarını ziyaret ve çocukluğunun geçtiği yerlerin özlemi olmasa birçok insan köye dahi gitmez.
Köy arazileri akraba grupları arasında adeta bölüşülmüş gibidir. Köyde büyük akraba grubu olarak Ömerbaş oğulları (Yılmaz) , Bektaş oğulları, (Bektaş ve Pektaş) , Çakırnoğlları (Çakır) ve Zeyidoğulları(Şahin) olmak üzere dört büyük akraba grubu vardır. Diğer küçük akrabalar ise Moncoloğulları(Aslan ve Demir) , Kalfalar(yiğit) , Kusturular(koç) , Karasanoğulları(köyden ayrılmıştır.) , Bıyıklıoğulları (Bıyık) ve Todoçlar (Atasoy ve keskin) dan oluşmaktadır.Üyesi olmaktan büyük onur duyduğum Zeyidoğulları köyün orta mahallesinde bulunmaktadır.
Köyümüzü karon dere girişinden itibaren resmetmeye çalışırsak. Karon dere uzun yıllar 100 metreye yaklaşan uzunluğu ve en dik yerinde virajı olan rampası ile ünlü idi. Aracıyla Karon deresine gelen şoför rampayı nasıl çıkacağını düşünmeden edemezdi. Normal şartlarda bile rampanın tam orta yerinde bulunan virajda az ayağını gazdan çekip tekrar yüklensen aracın toparlamaya bilirdi. Hele birde yüklü bir araca, az düzensiz gaz vererek rampaya vursan yarı belinde arabayı istop ettirmemek mümkün değildi. Onun için genelde araç sahipleri yolcu sayısı fazla olduğunda, komşular bir kısmınız ininde biz sizi rampanın başında bekleriz teklifinde bulunurlardı. Her seferinde komşulardan bir uğultu olur, ister istemez gençler iner rampayı bir an önce adımlamak için tırmanmaya başlarlardı. Hele birde rampanın başından başka bir araç gelirse yol vermek mümkün değil, mecburen geri gitmek zorunda kalırsın. Çoğunlukla yüklü araçlar, yolun en düz yeri olan köprünün oraya kadar iner tekrardan rampayı çıkmak için uygun vitesle arabayı hareketlendirirlerdi. Dar yolda geri geri inmek ayrı bir ustalık işi, hele birde gece olur ve benim gibi kırkından sonra şoför olmuşsan ter içinde kalırsın. Yaklaşık 100 metre civarında olan rampayı yürüme çıkmak Asrinden köye yaya yürümek gibi bir şey, bir de aracı bekletmemek için biraz hızlı yürüdün mü terden sırılsıklam bir vaziyette araca binersin. Meşhur rampamızda maddi hasarlı kazalar yaşanmıştır. Bunların içinde rahmetli Ali Osman Aga’nın başından geçen kaza en ilginçleridir. Köyümüzde Bakkal işleten rahmetli Ali Osman aga (Çocuk yaşta geçirdiği bir hastalıktan gözleri görmez olduğundan köylü tarafından Kör Aliosman diye anılırdı, ancak hastalık sonucu kör olan gözlerine rağmen bakkal dükkânını birçok gözü görenden daha iyi işletmesi takdire şayandı.) bir gün dükkanında satmak üzere Arsin çarşısından karpuz,kavun ve değişik malzemeler almış Karon derenin rampayı bilmeyen Anadol Kamyoneti olan bir şöforle anlaşmış, yola koyulmuşlar, Ali Osman ağanın dükkanı köyün en yukarısında olmasına rağmen bilmediğimiz bir nedenle Gogolaktan Karondereye geçerek meşhur rampayı çıkmaya başlamışlar,aracın yükü Anadol kamyonetin istiap haddinden biraz fazla veya bizim meşhur rampaya dikilince yük biraz arkaya mı kaydı ne aracın ön tekerlekler yerden kesilmiş, şoförde biraz benim gibi acemi olunca arabayı yolun kenarında bulunan fındıklıktan aşağıya kaçırmış, dik bir yamaç olan fındıklıkta araç geri, geri giderken Rahmetli Ali Osman ağa bir şey görmediği için şoföre diyormuş yahu uşağım bu yolda bu kadar kasis yoktu, yanlış yoldan mı gidiyoruz. Allahtan ölümcül bir yaralanma olmadı araç fındık ocaklarına takılarak kaldı. Şimdi artık rampanın hemen her yerinde iki araç birbirine yol verebiliyor. Zemini de bayağı güzel eski maceralar anılarda kaldı artık. Rampanın en tehlikeli virajı dediğim yerini geçip köye doğru çıkarken yolun dere tarafında yani solunda ilk karşılayan Ekrem Hafız’ın oğlu
Birkaç yıldır Ömerbaş oğullarının (Yılmaz) arazilerinden oluşmaktadır. Bektaş oğullarının bir kısmı Todoçlar(Keskin) ve Monçol(Arslan ve Demir) oğulları da köyün aşağı mahallesinde ikamet etmektedir. Köy nüfusunun üçte birlik bölümünün ikamet ettiği aşağı mahalle, son günlerde aldığım duyumlara göre toplam 11 kişi öğrencisi olan Karaca köyü İlkokulunun da bulunduğu yerdir. 1966 yılında açılan okul, o yıllarda öğrencileri yerleştirecek sınıf bulamadığından odun deposu olarak yapılmış mekanlar dahi sınıf olarak kullanılıyordu. Okulun önünden geçen araba yoluyla devam ettiğinizde, Caminin altından geçerek sizi karşılayan Kalfaların viraj diye ünlü keskin viraja ulaşırsınız. Virajın etrafında ismini aldığı kalfaların (Yiğit) ev ve arazileri bulunmaktadır. Rahmetli Kalfa Hacı İsmail ve Osman Ağaların ahşap evlerinin yerinde betonarme çok sayıda ev yer almaktadır. Virajın tam karşısında köy Camii ve yakın zamanda rahmetli Muhtar Seyfettin Yılmazın gayretleriyle yapılan minaresi yükselmektedir. Etrafındaki mezarlık artık dolmaya yüz tutmuş olsa da, köyümüzde on yıla yakın imamlık yapan ve son dönemde köyden yetişen tüm hafız ve kuran talebelerinin hocası olan Alaattin Hocanın döneminde yapılan temizleme ve ağaçlandırma çalışmalarının etkisiyle güzel bir görünüm arz etmektedir. Virajdan sağa dönüp köyün içine doğru devam ettiğinizde artık Caminin yaklaşık 200 metre yukarısından Bıyıklı Oğullarının mahallesinden (Alista) geçerek Rahmetli Hacı Arif aganın evinin başından Caminin önüne inen araç yoluna ulaşırsınız.
Arsin ilçesinin ortasından akan küçük dere Elmaalan ve Karaca köylerinin ormanlarından kaynayan pınarlardan oluşmaktadır. Küçük bir su olmasına rağmen bol miktarda alabalık barındıran gölleri çağlayanları ile görülmeye değer bir güzellikti. Ancak medeniyet denilen canavarın tüm maddi manevi değerlerimizi tahrip ettiği gibi köyümüzün de doğal güzelliklerini açılan yeni araç yollarında yaşanan toprak kayması ve sellerle tamamen tahrip etmiş 20 – 30 yıl önceki güzelliklerden özellikle deresinden eser kalmamıştır. Uzunluğu on beş kilometre olan bu derenin beş kilometrelik kısmı iki köye sınırını teşkil etmektedir. Daha sonra Kocaba (Yenimahalle) ve Holofter(Yeşilce köylerinin de sınırını oluşturarak Arsin ilçesinin orta yerinden denizle buluşur. Seksenli yıllara kadar çok alabalık yediğimiz derede artık ilaçlık dahi alabalık bulmak çok zor. Çocukluğumda özellikle hafta sonları babamla birlikte dereye balık tutmaya gittiğim günleri hiç unutamam. Babam oğlum haydi dereye balık tutmaya gidelim deyince sanki dünyalar benim olurdu. Dereye giderken özellikle kimseler görmesin diye fındık bahçelerinin arasından tamamen evlerden uzak yerlerden geçerdik. Dereye yaklaştığımızda yabani bir fındık ocağının dibinden yeni sürgün eşkinlerden (fidanlardan) ip gibi düzgün olacak bir tane keser, misinaya oltayı bağlar, misinanın boyunu olta çubuğuna göre ayarlayıp ucuna oltasını hızlı bir şekilde bağlardı. Balık tutmak için gerekli olan oltaya takılacak yemi bulmak genelde bana kalırdı. Ancak o oltayı hazırlayana kadar çoğu zaman ben yeterli yemi bulamazdım. O hemen derenin kenarına gelir suyun akıntılı yerinden birkaç tane taş kaldırarak altında bulunan bizim dere köpeği dediğimiz küçük böceklerden bir iki tane bulur oltasını doldurur balık tutmaya başlardı. Bazen dere köpeği bulmak mümkün olmadığı durumlarda derenin kenarlarında bulunan taşların altından bulduğumuz solucanları yem olarak kullanırdı. Göllere öyle usta yaklaşırdı ki hiç görünmeden oltayı suya bırakır gölde balık varsa onu genelde çok kısa sürede yakalardı. Gölden bir balık yakalayınca baba belki yine vardır bir daha atalım dediğimde! Bir gölden bir tane yeter oğlum sonra geldiğimizde ne tutacağız der, hiç oyalanmadan geçerdi. Öyle saatlerce değil bir gölün kenarında çok beklese bir iki dakika bekler balık oltaya vurursa genelde yakalar birkaç kez vuran ancak oltayı bir türlü yutmayan balıkları beklemeden geçerdi. Onunla balık tutarken zaten oltaya yem aramaktan ve tuttuğu balıkları oltadan çıkartmaktan adeta kendimi işin bir parçası gibi hisseder ayrı bir zevk alırdım. Yakaladığımız balıkları bir çatallı çubuğa solungaçlarından takar elimde taşırdım. Derenin kenarları tamamen bakir olduğu için çoğu yerlerinden geçemezdim bazen ya beni sırtına alır yada derenin kenarından ayrılır fındıklıklardan daha kolay yürünebilecek yerinden dere kıyısına inerdik. Derenin hayatımızdaki yeri sadece Cenabı Allah’ın(CC) yarattığı alabalıklarla sınırlı değildi. O kadar temiz bir suyu vardı ki hemen her yerinden su içerdik. Şu an parayla satılan bir çok içme suyundan çok daha güzel bir içimi vardı. İlk baharın sonlarına doğru ısınan havalar derenin suyunuda gelince
Köyün Kuzey komşusu Kocaba(Yenimahalle) , Doğusunda Arseni bala(Elmaalan) ,Güney doğusunda Foşa (Fındıklı) , kuzey doğusunda Varvara(Harmanlı) ,batısında ise Zimla(Özlü) köyü bulunmaktadır.
Köyün bir ucundan diğer ucuna beş kilometre bir mesafe vardır. Daha çok Kestane, Kızılağaç ve Orman gülü(Komar) ile kaplı ormanlarında hemen her cins yaban hayvanı çok sayıda bulunurdu. Zamanımızda sayıları azalsa da yine avlanmak için yeterli av hayvanına rastlamak mümkündür. Ülkemizde uzun süren savaşların ardından fakirliğin yoğun olarak yaşandığı 1930 – 1960 yılları arasında köy halkı çıkılan avlarda avladıkları karaca ve geyiklerle çocuklarının et ihtiyacını karşılar, vurdukları zerdava ve sansar kürklerini satarak da aile geçimine katkı sağlarlardı. Kış ayları geldiğinde ava gitmek bir gelenek halini almıştı. Çocukluğumuzda en çok hoşlandığım şey Abdulhalim dedemden av anılarını dinlemek olmuştur. Tabiî ki o anılar bizleri de onlar kadar olmasa da av merağının içine çekmiştir. Tek farkımız onlar yaşamak çoluk çocuğunun yaşam şartlarını düzeltmek için avlanırken biz zevk için avlanıyorduk. Dedem 1978 yılında 90 kusur yaşında vefat etti. Onunla ava çıkamadık ama babam ve amcamlarla çok avlara katıldım. Köyün adını aldığı bir geyik türü olan karacadan halen bol miktarda ormanlarımızda vardır. Artık köyümüzde herkes belli bir gelir seviyesini yakaladığından zaten nesli tükenmekte olan av hayvanlarından olduğu için yasak olan Karaca avı yapan yok denecek kadar azdır. Son otuz yılda çok sayıda olmasına rağmen vurulan karaca sayısı hatırladığım kadarıyla üç taneyi geçmez. Tabiî ki hiç vurulmasa daha güzel olacaktı ancak, bazen yeni yetişen avcıların yanlışlıkla bazen de başkaları vuracağına biz vuralım gibi ucuz bahanelerle üç tane vurulduğunu biliyorum. Bu güne kadar çok karşılaşmama rağmen mermi atmayı aklımdan geçirmediğim o güzel gözlü hayvanı tabiî ki bizlerin haberi olmadan vurup yiyenlerde beklide vardır. Ancak bizim köy sırtını dayadığı ormanlarda yaşanan av partilerinde ne olduğunu genelde duyardı. Son günlerde, ormanlarda kimin ne avladığını takip etmek gerçekten çok zor, Çünkü her taraf örümcek ağı gibi yollarla örülmüş artık eskisi gibi dağlarda avcılar yaya olarak dolaşmıyor. Artık avcılığında suyu çıkmış tüfeği eline alan kendini avcı zannedip dağlarda geziyor. Cenabı hakka şükürler olsun bu güne kadar herhangi bir kaza olmadı. Ancak bu olmaz demek değil, bizim çocukluğumuzda beraber gittiğimiz büyükler silah verdikleri zaman nasıl hareket edeceğimizi, hedefi görmeden kesinlikle ateş etmememizi, arkası açık olan hedefe ateş ettiğimizde kurşunun karşıda yanlış bir hedefe isabet edebileceğini, sıkı sıkı tembihlerlerdi. Bizde onların dediklerine yerine getirmek için ayaklarımız su içinde donsa adeta taş kesilir hareket etmezdik. O günler çok daha güzeldi. Şimdi her kesin elinde bir cep telefonu artık birbirine sürekli olarak bilgi aktarıyorlar. Bizim çocukluğumuzda büyüklere bir şey söyleyecek olsak işaretlerle anlatmaya çalışırdık ki av hayvanları ürküp kaçmasın. Ses çıkarmasın diye ayaklarımızın ucuna basar heyecanlı bir şekilde belki büyüklerden daha çok olayın heyecanını duyardık.
Köyümüzün arazisi genelde engebeli olduğundan hemen her evin çoğunlukla alt tarafında istisnalar olmakla birlikte yaklaşık bir dönüm bir tarlası vardır. Evlerin hemen alt taraflarının tarla olması veya evlerin tarlaların başlarında olmasının başlıca nedeni ahırlarda bakılan hayvanlardan çıkan gübrelerin kullanılmasının kolay olması olarak düşünülebilir. Tarlalara Mayıs başında Mısır ile birlikte ocak, ocak sırık fasulyesi ekilir. Karadenizin meşhur sebzesi olan karalâhana fideleride aynı dönemde tarlanın içine dikilir. Mısırlar biraz bir karış boya uzandıklarında uzman eller içlerinden zayıf ve sık olan fidanları koparır. Artık köyde ayıklama denilen fidelerin daha güçlü olması için tarla içinde biten ayrık otların temizlenmesi ve fidelerin diplerinin taze toprakla doldurulması işlemine tarla hazırdır. Ayıklama işlemi de yapıldıktan sonra tarlada işlere biraz ara verilir. Asıl geçim kaynağı olan fındık bahçelerinin zararlılara karşı ilaçlanması gübrelenmesi, çıkan otların ve dikenlerin temizlenmesi derken fındık toplama zamanına gelinir. Tabii ki köyde ikamet edipte hele de birkaç baş hayvanı olan bir kişinin sürekli olarak tarlayla fındık bahçesiyle irtibatı kesilmez. Fındık ayı köyde en kalabalık insan nüfusunun bulunduğu aydır. Topraklarının azlığından genelde köyün erkekleri değişik iş kollarında işçi olarak çalışmaktadır. Kendi arazisinden elde ettiği mahsulden başka geçim kaynağı olmayan aile yok gibidir.
TRABZON ARSİN KARACA KÖYÜ
19.01.2010 - 08:56Trabzon ilinin Arsin İlçesinin Karaca Köyü (Garon) , Trabzon iline 27 kilo metre uzaklıkta, Arsin ilçesine ise sadece 7 kilometre, Arsin Merkezden denize dökülen derenin iki yanından giden iki yoldan da köye ulaşmak mümkün. Derenin sağından giden yolu takip ettiğinizde Arsin İlçesinin Mahallesi konumun da olan Yenimahalle (Gocaba) Köyünü boydan boya kat ederek köye gidebileceğiniz gibi derenin solundan Yeşilce ve Elmaalan köylerinden geçerekte köye gidebilirsiniz. Ülkemizde yaşanan gelişmelere paralel olarak açılan yeni karayolları köyümüzün Kırmızı Toprak ve Garon dere girişlerine alternatif olarak Kalfalardan ve Gogolaktan bağlantı yolları yapılmıştır. Köy halkı evlerinin bulunduğu mevkie göre alternatif yolları kullanabilmektedir. Tabi bunda yolların bakımlı olması büyük etken olarak kendini göstermekte, bakımlı olan yollar mesafe uzun olsa da bozuk yola tercih edilmektedir.. Yeşilce (Holofter) tarafından yani derenin solundan giden yolun Bekar’uğun camiinden sonraki bölümü uzun yıllar bakımsız kalması nedeniyle daha çok yakın köylere gitmek için güzel havalarda bağlantı yolu olarak kullanılmaktadır. Son zamanlarda o yolunda gerekli onarımının yapıldığını duydum, ama uzunca bir süredir İstanbul’da olmam nedeniyle çıplak gözle görme şansım olmadı. Köyümüz civar köyler içinde yüz ölçümü olarak en küçük köylerden biridir. Arazi yapısı yamaç olmasına rağmen, çalışkan insanları, yürümekte zorluk çekilecek arazileri kazıyarak fındık bahçesine çevirmişlerdir. İşlenmemiş yer yok denecek kadar azalmıştır. 1960 yıllardan sonra fındık bahçesine çevrilen ormanlar, yaşanan göç ve kardeşler arasında paylaşılan arazilerden elde edilen fındığın satış gelirinin artık geçim kaynağı olmaktan çıkması nedeniyle tekrar aslına yani orman olmaya dönüş yolunda hızla yol almaktadır. Büyüklerimizin çok zor şartlarda sırtlarına gübre taşıyarak yetiştirdikleri fındık bahçeleri, bir çok yerde ormana dönüşmüş, bir çok yerde dönüşme eğilimine girmiştir. Köyün hemen her evinin önüne araç yolu yapılması, ev sayısının çoğalmasına sebep olarak gösterilebilse de, yaşanan yoğun göç nedeniyle özellikle kış aylarında köyde birkaç aile dışında kimse kalmamaktadır. Fındık aylarında,(Ağustos) araç park edecek yer bulunamayan köy, nüfus yönünden de en kalabalık günlerini yaşar. Bakımsız kalan arazilerden elde edilen fındık rekoltesi düştükçe insanların bazıları artık fındık toplamaya da köye gelmiyor, gelemiyor. Büyüklerin mezarlarını ziyaret ve çocukluğunun geçtiği yerlerin özlemi olmasa birçok insan köye dahi gitmez.
Köy arazileri akraba grupları arasında adeta bölüşülmüş gibidir. Köyde büyük akraba grubu olarak Ömerbaş oğulları (Yılmaz) , Bektaş oğulları, (Bektaş ve Pektaş) , Çakırnoğlları (Çakır) ve Zeyidoğulları(Şahin) olmak üzere dört büyük akraba grubu vardır. Diğer küçük akrabalar ise Moncoloğulları(Aslan ve Demir) , Kalfalar(yiğit) , Kusturular(koç) , Karasanoğulları(köyden ayrılmıştır.) , Bıyıklıoğulları (Bıyık) ve Todoçlar (Atasoy ve keskin) dan oluşmaktadır.Üyesi olmaktan büyük onur duyduğum Zeyidoğulları köyün orta mahallesinde bulunmaktadır.
Köyümüzü karon dere girişinden itibaren resmetmeye çalışırsak. Karon dere uzun yıllar 100 metreye yaklaşan uzunluğu ve en dik yerinde virajı olan rampası ile ünlü idi. Aracıyla Karon deresine gelen şoför rampayı nasıl çıkacağını düşünmeden edemezdi. Normal şartlarda bile rampanın tam orta yerinde bulunan virajda az ayağını gazdan çekip tekrar yüklensen aracın toparlamaya bilirdi. Hele birde yüklü bir araca, az düzensiz gaz vererek rampaya vursan yarı belinde arabayı istop ettirmemek mümkün değildi. Onun için genelde araç sahipleri yolcu sayısı fazla olduğunda, komşular bir kısmınız ininde biz sizi rampanın başında bekleriz teklifinde bulunurlardı. Her seferinde komşulardan bir uğultu olur, ister istemez gençler iner rampayı bir an önce adımlamak için tırmanmaya başlarlardı. Hele birde rampanın başından başka bir araç gelirse yol vermek mümkün değil, mecburen geri gitmek zorunda kalırsın. Çoğunlukla yüklü araçlar, yolun en düz yeri olan köprünün oraya kadar iner tekrardan rampayı çıkmak için uygun vitesle arabayı hareketlendirirlerdi. Dar yolda geri geri inmek ayrı bir ustalık işi, hele birde gece olur ve benim gibi kırkından sonra şoför olmuşsan ter içinde kalırsın. Yaklaşık 100 metre civarında olan rampayı yürüme çıkmak Asrinden köye yaya yürümek gibi bir şey, bir de aracı bekletmemek için biraz hızlı yürüdün mü terden sırılsıklam bir vaziyette araca binersin. Meşhur rampamızda maddi hasarlı kazalar yaşanmıştır. Bunların içinde rahmetli Ali Osman Aga’nın başından geçen kaza en ilginçleridir. Köyümüzde Bakkal işleten rahmetli Ali Osman aga (Çocuk yaşta geçirdiği bir hastalıktan gözleri görmez olduğundan köylü tarafından Kör Aliosman diye anılırdı, ancak hastalık sonucu kör olan gözlerine rağmen bakkal dükkânını birçok gözü görenden daha iyi işletmesi takdire şayandı.) bir gün dükkanında satmak üzere Arsin çarşısından karpuz,kavun ve değişik malzemeler almış Karon derenin rampayı bilmeyen Anadol Kamyoneti olan bir şöforle anlaşmış, yola koyulmuşlar, Ali Osman ağanın dükkanı köyün en yukarısında olmasına rağmen bilmediğimiz bir nedenle Gogolaktan Karondereye geçerek meşhur rampayı çıkmaya başlamışlar,aracın yükü Anadol kamyonetin istiap haddinden biraz fazla veya bizim meşhur rampaya dikilince yük biraz arkaya mı kaydı ne aracın ön tekerlekler yerden kesilmiş, şoförde biraz benim gibi acemi olunca arabayı yolun kenarında bulunan fındıklıktan aşağıya kaçırmış, dik bir yamaç olan fındıklıkta araç geri, geri giderken Rahmetli Ali Osman ağa bir şey görmediği için şoföre diyormuş yahu uşağım bu yolda bu kadar kasis yoktu, yanlış yoldan mı gidiyoruz. Allahtan ölümcül bir yaralanma olmadı araç fındık ocaklarına takılarak kaldı. Şimdi artık rampanın hemen her yerinde iki araç birbirine yol verebiliyor. Zemini de bayağı güzel eski maceralar anılarda kaldı artık. Rampanın en tehlikeli virajı dediğim yerini geçip köye doğru çıkarken yolun dere tarafında yani solunda ilk karşılayan Ekrem Hafız’ın oğlu
Birkaç yıldır Ömerbaş oğullarının (Yılmaz) arazilerinden oluşmaktadır. Bektaş oğullarının bir kısmı Todoçlar(Keskin) ve Monçol(Arslan ve Demir) oğulları da köyün aşağı mahallesinde ikamet etmektedir. Köy nüfusunun üçte birlik bölümünün ikamet ettiği aşağı mahalle, son günlerde aldığım duyumlara göre toplam 11 kişi öğrencisi olan Karaca köyü İlkokulunun da bulunduğu yerdir. 1966 yılında açılan okul, o yıllarda öğrencileri yerleştirecek sınıf bulamadığından odun deposu olarak yapılmış mekanlar dahi sınıf olarak kullanılıyordu. Okulun önünden geçen araba yoluyla devam ettiğinizde, Caminin altından geçerek sizi karşılayan Kalfaların viraj diye ünlü keskin viraja ulaşırsınız. Virajın etrafında ismini aldığı kalfaların (Yiğit) ev ve arazileri bulunmaktadır. Rahmetli Kalfa Hacı İsmail ve Osman Ağaların ahşap evlerinin yerinde betonarme çok sayıda ev yer almaktadır. Virajın tam karşısında köy Camii ve yakın zamanda rahmetli Muhtar Seyfettin Yılmazın gayretleriyle yapılan minaresi yükselmektedir. Etrafındaki mezarlık artık dolmaya yüz tutmuş olsa da, köyümüzde on yıla yakın imamlık yapan ve son dönemde köyden yetişen tüm hafız ve kuran talebelerinin hocası olan Alaattin Hocanın döneminde yapılan temizleme ve ağaçlandırma çalışmalarının etkisiyle güzel bir görünüm arz etmektedir. Virajdan sağa dönüp köyün içine doğru devam ettiğinizde artık Caminin yaklaşık 200 metre yukarısından Bıyıklı Oğullarının mahallesinden (Alista) geçerek Rahmetli Hacı Arif aganın evinin başından Caminin önüne inen araç yoluna ulaşırsınız.
Arsin ilçesinin ortasından akan küçük dere Elmaalan ve Karaca köylerinin ormanlarından kaynayan pınarlardan oluşmaktadır. Küçük bir su olmasına rağmen bol miktarda alabalık barındıran gölleri çağlayanları ile görülmeye değer bir güzellikti. Ancak medeniyet denilen canavarın tüm maddi manevi değerlerimizi tahrip ettiği gibi köyümüzün de doğal güzelliklerini açılan yeni araç yollarında yaşanan toprak kayması ve sellerle tamamen tahrip etmiş 20 – 30 yıl önceki güzelliklerden özellikle deresinden eser kalmamıştır. Uzunluğu on beş kilometre olan bu derenin beş kilometrelik kısmı iki köye sınırını teşkil etmektedir. Daha sonra Kocaba (Yenimahalle) ve Holofter(Yeşilce köylerinin de sınırını oluşturarak Arsin ilçesinin orta yerinden denizle buluşur. Seksenli yıllara kadar çok alabalık yediğimiz derede artık ilaçlık dahi alabalık bulmak çok zor. Çocukluğumda özellikle hafta sonları babamla birlikte dereye balık tutmaya gittiğim günleri hiç unutamam. Babam oğlum haydi dereye balık tutmaya gidelim deyince sanki dünyalar benim olurdu. Dereye giderken özellikle kimseler görmesin diye fındık bahçelerinin arasından tamamen evlerden uzak yerlerden geçerdik. Dereye yaklaştığımızda yabani bir fındık ocağının dibinden yeni sürgün eşkinlerden (fidanlardan) ip gibi düzgün olacak bir tane keser, misinaya oltayı bağlar, misinanın boyunu olta çubuğuna göre ayarlayıp ucuna oltasını hızlı bir şekilde bağlardı. Balık tutmak için gerekli olan oltaya takılacak yemi bulmak genelde bana kalırdı. Ancak o oltayı hazırlayana kadar çoğu zaman ben yeterli yemi bulamazdım. O hemen derenin kenarına gelir suyun akıntılı yerinden birkaç tane taş kaldırarak altında bulunan bizim dere köpeği dediğimiz küçük böceklerden bir iki tane bulur oltasını doldurur balık tutmaya başlardı. Bazen dere köpeği bulmak mümkün olmadığı durumlarda derenin kenarlarında bulunan taşların altından bulduğumuz solucanları yem olarak kullanırdı. Göllere öyle usta yaklaşırdı ki hiç görünmeden oltayı suya bırakır gölde balık varsa onu genelde çok kısa sürede yakalardı. Gölden bir balık yakalayınca baba belki yine vardır bir daha atalım dediğimde! Bir gölden bir tane yeter oğlum sonra geldiğimizde ne tutacağız der, hiç oyalanmadan geçerdi. Öyle saatlerce değil bir gölün kenarında çok beklese bir iki dakika bekler balık oltaya vurursa genelde yakalar birkaç kez vuran ancak oltayı bir türlü yutmayan balıkları beklemeden geçerdi. Onunla balık tutarken zaten oltaya yem aramaktan ve tuttuğu balıkları oltadan çıkartmaktan adeta kendimi işin bir parçası gibi hisseder ayrı bir zevk alırdım. Yakaladığımız balıkları bir çatallı çubuğa solungaçlarından takar elimde taşırdım. Derenin kenarları tamamen bakir olduğu için çoğu yerlerinden geçemezdim bazen ya beni sırtına alır yada derenin kenarından ayrılır fındıklıklardan daha kolay yürünebilecek yerinden dere kıyısına inerdik. Derenin hayatımızdaki yeri sadece Cenabı Allah’ın(CC) yarattığı alabalıklarla sınırlı değildi. O kadar temiz bir suyu vardı ki hemen her yerinden su içerdik. Şu an parayla satılan bir çok içme suyundan çok daha güzel bir içimi vardı. İlk baharın sonlarına doğru ısınan havalar derenin suyunuda gelince
Köyün Kuzey komşusu Kocaba(Yenimahalle) , Doğusunda Arseni bala(Elmaalan) ,Güney doğusunda Foşa (Fındıklı) , kuzey doğusunda Varvara(Harmanlı) ,batısında ise Zimla(Özlü) köyü bulunmaktadır.
Köyün bir ucundan diğer ucuna beş kilometre bir mesafe vardır. Daha çok Kestane, Kızılağaç ve Orman gülü(Komar) ile kaplı ormanlarında hemen her cins yaban hayvanı çok sayıda bulunurdu. Zamanımızda sayıları azalsa da yine avlanmak için yeterli av hayvanına rastlamak mümkündür. Ülkemizde uzun süren savaşların ardından fakirliğin yoğun olarak yaşandığı 1930 – 1960 yılları arasında köy halkı çıkılan avlarda avladıkları karaca ve geyiklerle çocuklarının et ihtiyacını karşılar, vurdukları zerdava ve sansar kürklerini satarak da aile geçimine katkı sağlarlardı. Kış ayları geldiğinde ava gitmek bir gelenek halini almıştı. Çocukluğumuzda en çok hoşlandığım şey Abdulhalim dedemden av anılarını dinlemek olmuştur. Tabiî ki o anılar bizleri de onlar kadar olmasa da av merağının içine çekmiştir. Tek farkımız onlar yaşamak çoluk çocuğunun yaşam şartlarını düzeltmek için avlanırken biz zevk için avlanıyorduk. Dedem 1978 yılında 90 kusur yaşında vefat etti. Onunla ava çıkamadık ama babam ve amcamlarla çok avlara katıldım. Köyün adını aldığı bir geyik türü olan karacadan halen bol miktarda ormanlarımızda vardır. Artık köyümüzde herkes belli bir gelir seviyesini yakaladığından zaten nesli tükenmekte olan av hayvanlarından olduğu için yasak olan Karaca avı yapan yok denecek kadar azdır. Son otuz yılda çok sayıda olmasına rağmen vurulan karaca sayısı hatırladığım kadarıyla üç taneyi geçmez. Tabiî ki hiç vurulmasa daha güzel olacaktı ancak, bazen yeni yetişen avcıların yanlışlıkla bazen de başkaları vuracağına biz vuralım gibi ucuz bahanelerle üç tane vurulduğunu biliyorum. Bu güne kadar çok karşılaşmama rağmen mermi atmayı aklımdan geçirmediğim o güzel gözlü hayvanı tabiî ki bizlerin haberi olmadan vurup yiyenlerde beklide vardır. Ancak bizim köy sırtını dayadığı ormanlarda yaşanan av partilerinde ne olduğunu genelde duyardı. Son günlerde, ormanlarda kimin ne avladığını takip etmek gerçekten çok zor, Çünkü her taraf örümcek ağı gibi yollarla örülmüş artık eskisi gibi dağlarda avcılar yaya olarak dolaşmıyor. Artık avcılığında suyu çıkmış tüfeği eline alan kendini avcı zannedip dağlarda geziyor. Cenabı hakka şükürler olsun bu güne kadar herhangi bir kaza olmadı. Ancak bu olmaz demek değil, bizim çocukluğumuzda beraber gittiğimiz büyükler silah verdikleri zaman nasıl hareket edeceğimizi, hedefi görmeden kesinlikle ateş etmememizi, arkası açık olan hedefe ateş ettiğimizde kurşunun karşıda yanlış bir hedefe isabet edebileceğini, sıkı sıkı tembihlerlerdi. Bizde onların dediklerine yerine getirmek için ayaklarımız su içinde donsa adeta taş kesilir hareket etmezdik. O günler çok daha güzeldi. Şimdi her kesin elinde bir cep telefonu artık birbirine sürekli olarak bilgi aktarıyorlar. Bizim çocukluğumuzda büyüklere bir şey söyleyecek olsak işaretlerle anlatmaya çalışırdık ki av hayvanları ürküp kaçmasın. Ses çıkarmasın diye ayaklarımızın ucuna basar heyecanlı bir şekilde belki büyüklerden daha çok olayın heyecanını duyardık.
Köyümüzün arazisi genelde engebeli olduğundan hemen her evin çoğunlukla alt tarafında istisnalar olmakla birlikte yaklaşık bir dönüm bir tarlası vardır. Evlerin hemen alt taraflarının tarla olması veya evlerin tarlaların başlarında olmasının başlıca nedeni ahırlarda bakılan hayvanlardan çıkan gübrelerin kullanılmasının kolay olması olarak düşünülebilir. Tarlalara Mayıs başında Mısır ile birlikte ocak, ocak sırık fasulyesi ekilir. Karadenizin meşhur sebzesi olan karalâhana fideleride aynı dönemde tarlanın içine dikilir. Mısırlar biraz bir karış boya uzandıklarında uzman eller içlerinden zayıf ve sık olan fidanları koparır. Artık köyde ayıklama denilen fidelerin daha güçlü olması için tarla içinde biten ayrık otların temizlenmesi ve fidelerin diplerinin taze toprakla doldurulması işlemine tarla hazırdır. Ayıklama işlemi de yapıldıktan sonra tarlada işlere biraz ara verilir. Asıl geçim kaynağı olan fındık bahçelerinin zararlılara karşı ilaçlanması gübrelenmesi, çıkan otların ve dikenlerin temizlenmesi derken fındık toplama zamanına gelinir. Tabii ki köyde ikamet edipte hele de birkaç baş hayvanı olan bir kişinin sürekli olarak tarlayla fındık bahçesiyle irtibatı kesilmez. Fındık ayı köyde en kalabalık insan nüfusunun bulunduğu aydır. Topraklarının azlığından genelde köyün erkekleri değişik iş kollarında işçi olarak çalışmaktadır. Kendi arazisinden elde ettiği mahsulden başka geçim kaynağı olmayan aile yok gibidir.
Toplam 1 mesaj bulundu