Robinson Crusoe, islam dünyasindaki eserlerden birinin adaptasyonudur diye ciddi bir iddia vardi.. birisi örnekler vererek ispat etmeye calisiyordu iddiasini..
ama nasil?
kahrolasi nisyan ile malul hafizai beser...
Ikinci dpünya savasi nihayetinde Romanya'da kayb olan askerlerin, kizil ordu ve komünizm takibati altinda yasadiklari heyecanli kacisi, yasadiklari dramatik sonu konu edinen romani 'letzte karpatenwolf: son karpat kurdu',1995'li yillarda Almanya'da patlak veren, günlerce konusulan, kan ve plazma bankalarina aids'li kan karismasi skandallarini romanlastirdigi 'Blutmafia: Kan mafyasi' romanlarini okudum, etkileyici, rahat, sürükleyici bir üslübü var..
Cekirdek yenirken okunacak romanlar bunlar..
Ööle derin intellektüel ikinmalarla okunacak seyler degil...
Keratanin ayip seyleri isledigi derin romanlari da var...
Bazi romanlariini müsahede eden iyi aile babalari bu adamin romanlarini evine sokmaz...
bazi romanlariyla, ailenizin yazari degil...
Bazi romanlariyla da,
cennet vatanimizda niye yetismez böyle romancilar anasini satiim dedirtir adama...
Bir kismi filme de alinan romanlarinin hakim konusu ikinci dünya savasidir. Ilk ögrenimini Tib'da yapmis olmasi dolayisiyla, asinasi oldugu tip alaninda da patlak veren skandallari, önemli olaylari, problemleri romanlastirmistir..
Konsalik sonralari günlcel hadiseleri romanlastirma üzerinde de calismistir...
Üc ay agir seker hastaligindan dolayi Fürth hastahanesinde tedavi gören Konsalik, bunu takiben iki ay sonra kalb krizi gecirerek Salzburg'da 02. Ekim 1999'da öldü..
Heinz G. Konsalik,25 Mayis 1921 tarhinde Köln'de dünyaya geldi..10 yasindayken ilk romanini yazdi,16 yasindayken bulundugu sehirdeki gazetelerde kisa hikayeleri yayinlanmaya basladi..
Üniversite egitimine baslamadan önce, (ortaögretimdensonra devam edilen 2-3 yillik bir ara egitim süreci olan) abitürünü tamamladiktan sonra TIb dalinda üniversite egitimine basladi, fakat bir süre sonra tiyatro bilimleri, germanistik, edebiyat bölümlerine sirasiyla Köln, Münih ve Viyana sehirlerinde devam etti...
Ikinci dünya savasini Fransa'da ve agir yaralandigi dogu cephesinde savas muhabiri olarak yasadi.. Rusya'daki savas günleri onun ileriki yillarindaki romanlarinda etkileri görülen oldukca derin izler birakti..
Savas sonrasi 1946-48 yillari arasinda Liberator-Verlag (yayinevi) 'in yöneticiiligini yürüttü.1950'de 'Lustigen Illüstrierten'in (galiba mizah-karikatür dergisi gibi bir sey ce.no.) editörlühgünü üstlendi.1951'den sonra da piyasada serbest yazar olarak taninmaya basladi.
1956'da yayinlanan romani 'Der Arzt von Stalingrad (Stalingrad doktoru) ' hayatinin dönüm noktasi oldu.3.5 milyon baski ile savas sonrasinin en fazla okunan romanidir bu kitab..
Onun sonra cikan bir cok kitabi da az cok bestseller olmustur...'Liebesnächte in der Taiga (Taiga'da ask geceleri) ' ve 'Frauenbataillon (Kadinlar taburu) ' en popüler kitablarindandir.. SOn kitabi vefat ettigi Mayis 1999'da yayinlanan 'Hypnozearzt (hipnoz doktoru) '...
22 Nisan 1616'da Madrid'de öldü...
toprağı bol olsun...
yeldegirmeni insaatinde kullaniriz...
Abdullah Ziya Kozanoğlu, bir romaninda bu don kisotun kendi romaninda gecen esas oglan pozisyonundaki kahraman Türk leventi oldugunu iddia ediyordu...
güya cervantes bizimkilere ssir düstügünde o korsan leventimizden esinlenerek bu don qisot karakterini üretmis...
melun-canlarin türklügünü ispat edince hemen arkasindan bu konuya el atacagiz..
bizi izlemeye devam edin..
kilavuzu tavuk olanin..
burnunuzu silmeyi unutmayin...
Bazilari da onun teknolojinin tasarim babasi olmasini,6. hissinin kuvvetine, olacaklari önceden tahmin edebilme yetisine baglamislar..
keramet falan deyip aziz ilan eden de olmus mu aceba?
'düsmanlarinizi her daim sevin ki hic bir sey canlarini bunun kadar sikamaz...'
Türk hayal gücünün üretebildigi ve hazir ürettik bir sey deyu her firsatta da tükettigi bir hikaye,
devamli delikanli, zorba aganin veya düsmaninin kizina asik olur...
Her halde adamin canini iyice sikmak icin...
Postmodern yazarlardan derlerdi,
okumak nasip olmadi, kadri yüce bir yazar oldgunu hep duyarim..
tanimak icin josefK'nin yazdiklarini okumaliyim önce...
Okuma prospektüsü gibi adam,
etkilerini yan etkilerini de veriyor...
Dikkat; yeni bir devri dilarayı monarşi başlamaktadır!
Daha henüz 'Ben şahsan bizzat kendim' ünvanlı eser—i muhteşememin kapak mürekkebi bile kurumadığı halde kürrevî çapta bir te'sir husûle getirmesi, şahsan bizzat kendimden ziyade siz aziz kaarilerimin azîm bir muvaffakiyeti olaraktan bütün dikkatleri üzerine celbeylemiş vaziyettedir.
Diyeceksiniz ki, 'Niyçün a efendim, niyçün? '
Doğrusu kitâb—ı müstetâbımın bütün dünya nokta—i nazarında taptaze bir fikir fırtanası estireceğinden zerre miskal şüphem yok idi fekat daha ciltlenip de piyasaya verilmeden evvel bu mikyasda muazzam bir 'brain storming' te'siri yapacağını bakınız şahsan ben bile bilmeyordum netekim; ee azizler, elin gizli servislerinin eli kolu boş durmayor tabii. Herifler kim bilir hangi hafiyyeleri vasıtasıyla kitabın münderecâtından haberdar olarak dünya nizâmatına bu şekil muvacehesinde istikamet vermeye başlamışlardır. Tabiiy meselenin farkında değilim, geçen gün bizim kazatanın manşetini okuyıcak zihnimde manzara derhal tenevvür etti. Mâlumunuz Amerikan hökümatının Efganistan siyaseti, Taliban'ın devrilmesini müteakip 90 küsür sinnindeki eski Efgan Kıralı Zahir Şah'ın yeniden tahta geçirilmesini tazammun edeyormuş; diyger cihetten Bulgarya'da ise 2. Simyon nâmındaki eski kıralın yeniden rağbet kazanması bir tesadüf gibi görünmeyor. Bu vaziyette nice senelerden beridir şuracığa derc etmiş bulunduğum sütunlar dolusu mekaale—i bî—nâzirimde Monarşi usûlünün faziyletleri hakkında döktürmüş olduğum kanaatlerin boşa gitmediğini görmekle bahtiyarım. Elâlem 'illâ ki demirkırasi' felân deyu tepinir iken haatırlarsınız bu fakiyr, 'en eyi recim monarşidir; yeter ki ben padişâhınız olayımdır' deyu gaayet istikrar üzre ilmî mütalaalar serd etmekte idim. Bakınız bizim siyasi intelicansiyamız şu fakiyrin ilmî ve siyasi içtihadını kulak ardı eder iken, herifler makaalatımdan ne türlü hisseler istihrac ederek siyasi taktikalar imal edeyorlar; ibret alınsındır!
Pek yakında intişar edecek olan kitab—ı müstetâbımın en mühim fasılları, işbu monarşi mes'elesine münhasırdır. Kim ne derse desin gaza gelmeyiniz aziz kaarilerim; monarşi, bugüne değin cihanın gördüğü en eyi recimdir fekat bir cihetten sakattır kim, ol dahi eyi bir padişah bulabilmekten ibarettir. Kolay değil ey ihvanlar; her millet öyle iktizâ ettiğinde şaak diye bağrından bir Recai bulup çıkartamayor; hani nerede bakalım? Bilfarz bakınız Amerika'nın aylarca düşünüp taşınaraktan intihab eylediği pirezidanta bir bakınız; siz olsanız mister Buş'a orta halli bir kasabanın Mal Müdürlüğünü revâ görür müsünüz bilmem. Fursat bu fursat 'kadr ü kıymetimi biliniz' diyerekten araya lâf sokuşturmak tâ'bıma muhaliftir; benim şahsan mevki ü mansıpta gözüm olsa idi, en azından dâmâtlık pâyesiyle nice monarşik hânedan bünyesinde bulunmaklığım işten bile değil idi; bunlar ayıp şeylerdir ve dahi tekrarında faide görmeyorum.
Kezâ yeri gelmiş iken şoracığa derc ideyim ki, Pirezidant Buş ile telefon mükâlememiz esnasında birtakım edebiyat güft ü gûları hakkında isrâf—ı kelâmda bulunmak, evvelen bizzat şu bizim yerli intelicansiyanın henüz 'Recai' fenomeni hakkında hiçbir fikrinin bulunmadığını gösterir bir nümûne—i ibrettir. Tekrârından hicâb ederim ey aziz kaari fekat o mülâkatta daha başka hangi mes'elelere temas buyurulduğunu şoracığa alenen tahrir idecek olsam, kapıldıkları hayret ve dehşetten ötürü bizim yerli intelicansıyanın çehresinde nice ergenlik sivilceleri temâyüz eder de, öyle pomad ile felân geçmek bilmez idi. İmdi siz acebâ Efganistan Kırallığı içün Zâhir Şah'ın ismi telâffuz edilmeden evvel be evvel kime teklifte bulunulduğunu tahmin edebilir misünüz? Böyle şeyleri alenen konuşmak caiz değildir velâkin âgâh olunuz efendim? Ben emperiyalizmanın ortaşark acentası mıyımdır ki, şunun bunun lâfı ve teklifi ile Efganistan pâdişahı olayımdır? Netekim kemâl—i ciddiyetle reddettim idi lâkin bunlar ayıp şeylerdir ve siz dahi duymamış olunuzdur bakayım.
Lâf uzadı, kısa keseyorum; ben şahsan ve bizzat bu kitabı meşhur olayımdır deyu kaleme almış değilimdir; bizimkisi bir nevi bir melmeket hizmeti idi fekat göreyorsunuz ki 'hikmet yitik bir maldır' ve ondan ilk farkeden nasiplenir. Dahil ez—Melmeketde hayra geçmez ise bâri beşeriyete faidesi dokansındır!
Ezcümle ey azizler, cihan çapında yeni bir monarşi devri başlamaktadır ve bu yeni devirde dirayetli pâdişahlara çok iş çıkacaktır; bu siyasi tahlil dahi, olup bitenden mânâ istihrac edemeyen bir kısım mediya şalgamına bir nevi armağan olsundur icabında vesselâm.
'Recai bilmeyor da farz-ı muhâl sair
bir başkası bileyor'; mümkin mi?
İşte efendim o gün akşama değin çarşılarda, eşin–dostun dükkânında dolaşıp–eğleştikten bâ’de Urumeli dolaylarından alınan, 'akşam oldu yine bastı kaareler' hevâsını terennüm ederekten fakirhânemin yolunu tutmuş idim. Lâkin tedirginim bilâder; acebâ bu temizlikçi hanım, yıllardan beri şahsan ve bizzat nice emek ve sa’y ü gayret ile tekâmül ettirmiş bulunduğum temizlik 'paradigma'mı yerinden oğratmış ise, her şeyi eskisi gibi yerli–yerine koymak içün yeniden günlerce çalışacak mı idim?
Ey azizler, işte i’tiraf edeyorum ki, ilm ü irfânım Bahr–i muhît–i Akdeniz kadar vâsî ve kendimce kâfi ise de kadın rûhu denilen esrarengiz ve 'esoterique' mıntakalarda yelkensiz, küreksiz ve pusulasız kalmış biyçâre bir tekne gibidir. Niyçün deyeceksiniz; vâkıa hamdolsun formel tahsîlim yoktur; zihnim, resmî veya gayriresmî mekteplerin sevimsiz müzâyakalarından emîn bir fikr–i selîm mıntakası olmakla bu hâlimden pek müftehirimdir; fekat esâsen sizler dahi gaayet eyi bilürsünüz ki aklımın ermediği, muhayyilemin erişmediği ve zekâvetimin tâkat yetiremediği hiçbir mes’ele yoktur ve dahi olamaz; tabii, el’an işbaşında bulunan aziz hökümatımızın takiyb etmekte olduğu tarz–ı siyâset, işbu cümlenin hükmü haricindedir; zira, anlar dahî elyevm ne yaptıklarını bilememekte ve fekat sadece 'kapıldım gedeyorum bahtımın rûzigârına' makaamından bir beste tutturaraktan isrâf–ı vakt eylemektedirler. Hâl böyle iken 'kadın rûhu' bahrinde bir tıfl–ı ebcedhân gibi caahil ve sâmid ve ebkem kalmaklığım, dünyanın sekizinci garîbesi addedilse sezâdır. Lâkin ey muhiblerim, zannetmeyiniz ki 'Recai bilmeyor da farz–ı muhâl sair bir başkası bileyor'; mümkin deyil. Müşkil burdadır ki 'kadın rûhu' denilen farazî mefhum hakkında dünyâda hiç kimse 'ben bilürüm' deyerek bir adım öne çıkmağa cesâret edemez; zira bilinecek bir şey olsa idi, haddim olmayarak herkesten evvel ve ziyâde haddizâtında şu fakiyr bilür idi. Demek oluyor ki 'kadın rûhu' denilen mefhum, hasseten ilm ü irfânın mevzuu olmayub tam aksine meçhul bir vâdidir ve tarih de kaydeder ki bu mesâhayı keşfe yeltenenlerden bir dahi haber alınamamıştır.
E, öyleyse birtakım Hıristiyan keşişlerinin vaktıyla dermeyân ettikleri gibi, 'nisâ taifesinin rûhu var mıdır, yok mudur? ' kabilinden mânâsız münakaşalara hak vermek mi lâzım gelmektedir? Hâşâ ve kellâ! Kadın rûhunun bilinemezliği ve bilmünâsebe ilm ü irfan mıntakalarının taşrasında kalmaklığı teessüf olunacak bir ahval olmayub bil’akis Rabb’imin bir nî’metidir. Nisâ taifesi, ruhlarında böyle aslaa keşfedilemeyecek bir berzâha sahip olmağıla bu hususta erkeğe galebe ederler müsâvat olur. Siz bilmezsiniz, ben bilürüm; ben bilmeyecek olsa idim, buracıkta sütunlarca akıldânelik dercine ne lüzum var idi netekim?
'Hanımeli' var iken 'kadın eli'ne ne hâcet idi ki?
Yahu bu muammâlı bahse nereden intikal ettik derhaatır edemeyorum; fekat ziyânı yoktur; esas itibariyle ehemmiyetli olan, siz aziz kaarilerimin, vesiyle ne olursa olsun irşad olunması ve her daim faideli olacak ilm ü irfân hamûlesine hissedâr olmaklıklarıdır vesselâm.
Her ne ise efendim, eve yaklaşıcak üç İhlâs, bir Fâtihâ ve ilâveten muvazeneteyni okuyup iyi saatte olsunlara karşı tevhid kuşağını kuşandıktan bâ’de sağı–solu kolaçan edüben çekine çekine fakirhânenin sokak kapısındaki demir tokmağı hafifçe döğmeye cesâret bulabildim idi. İçeriden, 'kapu açıktır, geliniz, ben de zaten çıkmak üzere idim' diye bir ses gelicek tâze bir besmele ile sağ adımımı eşikten içeri atıverdim. İlk intibâm kesif sabun ve detercan kokusuna refakat eden bir nezâfet râyhası oldu. Şahsan bu benim fakirhânenin daha evvelce nevi şahsına münhasır bir kokusu vardı ki bu râyhayı tütün, turşu, zeytin salamurası, hanımeli, çam reçinesi kokusuna ilâve olunmuş tam kıvâmında bir küf esansının terkîbi olarak kısmen târif edebilmek mümkün idi. İmdi o caanım terkibin bir günde uçuverip yerini, bilumum bakkal ve marketçi dükkânlarında satılan sabun ve detercan kokusuna tahvil olunduğunu fark edicek 'amanın komşular acebâ ben yanlış bir eve mi geldim? ' telâşıyla sağı–solu kolaçan ettimse de telâşa mahal yoktu ve fakirhânede idim. Derâkab taşlıktaki eşyânın yerli–yerinde durup durmadığına baktım. Her şey yerli yerinde idi. Aceb içeriler nasıl idi deye meraklanmağa fursat kalmadan temizlikçi hanım mutbaktan çıkub elinde temizlik malzemelerinin bulunduğu bir zamâne zembili ile annacıma dikilüb rapor vermeğe koyuldu.
Efendim temizlik henüz bitmemiş imiş, ertesi gün yatak ve yorganlar sökülüp arka güneşlikte havalandırılacak, perde ve örtüler yıkanıp ütülenecekmiş. Mutbakta acilen kalaylanması veya bir an evvel satılması gereken bakır kapların çâresine bakılmalı imiş. Oturma odasındaki anne yâdigârı halının da yıkanması gerekiyormuş. Ayrıca bu eve artık bir 'frigiderie' satun almam elzem imiş. Mutbak dolabındaki erzakın kokusu bütün eve sinmiş imiş.. vesaire vesaire...
– Yarın sabah sekiz buçukta yine geleceğim; o saate hazır olup evi boşaltınız, dedikten sonra kapıyı çekip gitti. Taşlıkta kalakaldım. Niceden sonra kendime gelip evi yokarıdan aşağıya fırdolayı teftiş ettiğimde gördüğüm manzara şu idi: Vâkıa ev benim becerebildiğimden daha fazla temiz ve tertipli idi ve bu vaziyet hoşuma gitmemiş değildi; fekat fakirhânede beni şahsan pek yadırgatan ve kendimi bizzat yabancı hissetmeme sebebiyet veren bir başkalık var idi.
Evet, bu, fakirhâneme 'kadın eli' deymiş olmasının husûle getirdiği fevkalâde faik ve hükümrân bir edâ idi. Bu kadarına aslaa tahammül edemez idim. Heman tilefona sarıluben Faruk Usta’nın saadethanesine âcil bir tilefon çektim. Açtım ağzımı, yumdum gözümü. Feryâdım tek kelime ile yeniçeri taifesinün 'istemezük' lâfzının şekvâ üslûbuna bürünmüş ifâdesinden ibâretti. Faruk Usta çıt çıkarmadan feryâdımı dinledikten sonra sâkin bir ifâde ile, 'Nâfile Recâi Bey' dedi, 'Ağlayıp sızlamanın faidesi olmadığı gibi benim dahi yapabileceğim hiçbir şey yoktur; başa gelen çekilir. Bunca yıldır bu karındaşının neler çektiğini tahmin eyle. Bu işe bizim hanım va’z–ı yed eyledi. Bir gün daha tahammül ediver! '
Tilefonu öyle bir kapatmışım ki, hâlis ebonitten mâmul ahizenin çatladığını ancak üç gün sonra fark edebildim idi.
Bir böyle mezâlimi tarih el'an yazmamış idi!
Ertesi gün, bağından boşanmış kurbanlık tosunlar gibi her yanımdan öfke ve tehdiş ifrâz ederekten çarşı yüzünde kendimi bir dükkândan ötekine toslayıp durduğumu nereden bileceksiniz? Bakınız ey kaarilerim; benim gibi başına buyruk, kendi işinde hükümfermâ, âkîl, fatîn, muktedir, ilm ü irfân ü zekâvet sahibi, şöhreti melmeketin taşralarına oğrayıp da beynelmilel mahfillerde hörmetle yâd edilen birinin başına gelenlere bakınız! Ya ben vaktıyla aklımı yağmaya verüb de teehhül etse idim âkıbetim nic’olurdu? Netiycede yövmiye ile iş gören bir temizlikçi hanımın şahsan bana karşı revâ gördüğü mezâlim, tarihin en gaddar şenâetlerinden birisi olaraktan tasdiyk edilse sezâ ve revâdır. Bir an tehevvüre kapıluben, 'varayım derdimi hukuk–ı beşer cemiyetlerine anlatayım veyâ kim ‘moda’ya ittibâen Evropa mahkemelerinde şu kadınla mahkemeleşeyim' deyû feverân ettim ise de fikr–i selimim galebe eyledi. 'Kol kırılur yen içinde kalur' fehvâsınca dahili mes’elelerimizi Evropai pilatformlara götüren takımından olmayayum kavliyle derhal Cim müddeiumûmiliğine azîmet eyledim. Tam kapudan içeri girer iken Faruk Usta’nın beni şahsan göküslemesiyle bu tasavvurum dahi akîm kaldı. Meğer Faruk beni nicedir takiyb eder imiş! 'Bırak Usta, şu kadını müddeiumûmiye şikâyet edeyim de kurtulayım; işin içinde hâneye ve tarz–ı hayâtıma tecâvüz var' diye soludumsa da Faruk’un 'dayan, bir buçuk saat kaldı' yollu alttan alması ile vazgeçtim idi.
'Ben şahsan daha iyisini yapar idim; fekat...'
Sağolsun Faruk Usta beni bu defa yalnız komayıp eve kadar refâkat etti. Bizim temizlikçi hatun meğer kapı arkasında bekler imiş. Bizzat eve girmeden kapuyu açub dışarı çıktı. – Evinizi güle güle kirletin; bayağı yordu; ama doğrusu değdi. Haydi Allahaısmarladık' deyip savuşmaya kalkışınca, 'Dur be hanım, borcumuzu edâ edelim! ' diye savlet ettim. 'O iş görüldü' demez mi? Meğer Faruk’un hanımı kadıncağızın ücretini daha evvelden tediye etmiş imiş. Her ne ise Faruk’la fakirhaneye girdik; tavan arasından taşlığa kadar bilâistisna her bir tarafı kolaçan ettik. Benim ağzımı bıçak açmıyor fekat Faruk bir yandan meyâncılık edip durmakta, 'Ooo fevkalâde olmuş, misler gibi kokuyor, bayağı da hamaratmış.. yoksa bu hatunu on beşte–ayda bir celbedib de muntazaman istihdâm etsek mi? ' yollu lâflar sokuşturup durmakta.
İmdi doğru söylemek lâzımsa yapılan iş benim de hoşuma gitmiş idi; evet, şahsan benim kadar muvaffak olamasa da ev temizliğinde bu hanımın hayli mâhir olduğu âşikâr idi; fekat bu hakiykati Faruk’un yanında alenen ikrâr etmek işime gelmedi. 'Eh, fenâ deyil işte; ben daha iyi yapardım; fekat...' diye somurtunca Faruk heman, 'Yaa ne eyi olur, siz de mekaalelerinize daha çok vakıt ayırır, ilm ü irfân vâdilerinde cevelân edecek daha çok vakıt kazanmış olursunuz; hanıma söyleyim de on beşte bir gelsin' diyerek lâfı gediğine koydu. Mütehakkim bir ses tonu ile 'Aceleye mahal yok; birkaç gün düşüneyim; belki istihâreye yatarım' cevâbını alınca Faruk daha ziyâde üstelemedi.
Tiz şimdi bir akıl verin ey muhiblerim!
İmdi ben n’ideyim aziz kaarilerim? Bu temizlikçi hatun, benim tarz–ı hayâtımı alenen tehdid, tahkir, tebdil, tağyir ve ilgaaya yeltenmiş bulunmakta; diyger cihetten sâlim bir kafa ile vaziyeti kolaçan ettiğimde yapılan işi beğenmedim de değildir. Hâsılı iki arada bir deredeyim. Bu ne iştir ki başıma geldi bilmeyorum; tiz bir akıl veriniz de sair melmeket işlerine de vakıt ayırabileyimdir vesselâm!
Nur–i aynim, muazzez kaarilerim, efendim, geçen hafda da arz etdiğim gibi, bu sene de aziz muhibbim Hilmi bey ile beraber, Adatepe’ye, biiznillah, seyyahatimiz mukarrerdir. Bu seyyahat içün bütün hazırlıklarımız temamlanmış bulunmakdadır. Bakalım, Kamil Fırat bey evladım, bizi hangi tariyk ile götürecekdir? Bendeniz şahsen ferryboat ile Bandırma tariykini terciyh edeyorum. Hem daha kısa sürmekdedir, hem de ferryboat’da daha rahat edileyor. Bakalım, ne olacak!
Efendim, bu sene, geçen sene olduğu gibi Recep Ayyıldız evladımız da, muazzez refiykaları Asuman hanım kızımız ile Adatepe’yi teşriyf edeceklerini istima etdim ve bittabii fevkalhad memnun oldum. Lakin bendenizi müteessir eden bir hususdan bahs etmek zarureti hasıl olmuşdur. Bu da muhterem refiykım Hercai Kıllabdan beyefendinin, Recep bey evladımıza, müstemirren, ‘Irceb’ deye hitab edeyor olmasıdır. Receb bey evladım, fevkalhad edebli bir zat olduğu ve Hercai Kıllabdan beyefendiye vafir muhabbet hisleriyle meşbu bulunduğu içün sesini çıkartmamakda, lakin için için müteellim olmakdadır.
Muazzez kaarilerim, ‘İrfan bey, siz de Recai Güllabdan beyefendiye, ismini tahriyf ederekden, ‘Hercai Kıllabdan’ deye hitap etmeyor musunuz? Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu? ’ deye ta’rizde bulunduğunuzu istima eder gibiyim. Efendim hemen arz edeyorum: Bendeniz, bu zatın ismini temamiyle, mân
â ve medlulü yerinde bir şekilde istimal edeyorum. Zira ‘Hercai’ lakırdısının hem bir mânâsı vardır, hem de Recai refiykımın tabiatına uymakdadır. ‘Kıllabdan’ da, muazzez refiykımın ipek kılabdan gibi yumuşak huylu ve zaarif bir zat olmasından kinayedir. Binaenaleyh, bu bir tahrif değil, bir iltifatdır: Lakin ‘İrcep’, eş mâ’nâ?
Muazzez kaarilerim, lakırdı Hercai Beyefendi’den açılmışken, geçen sene Recep bey’in kendisini Adatepe’ye da’ved etdiğini de bilmem derhaatır edeyor musunuz? Bilmem, bu da’vete icabetle Adatepe’yi teşriyf edecekler midir? Kendisini ve Ahmed Toraman Algan beyefendi’yi, Adatepe’ye bekleyoruz. Ahmed Toraman Algan beyefendi’ye Receb bey ile bendeniz, kendi aramızda, ‘Hacı A.t.a.mız’ deye atıfda bulunmakda olduğumuzu da arz etmek isdeyorum. A.t.a, malumunuz, ‘Ahmed’in ‘A’sı, ‘Toraman’ın ‘T’si ve ‘Algan’ın ‘A’sından tertiyb olunmuşdur. Evet, Hacı Ata’mıza, en yakiyn zemanda, muhterem refiykaları hemşirem ve mahdumları ile beraber Adatepe’de intizar etmekdeyiz. Zira, Recep bey, daha geçen seneden Adatepe’nin en güzel pansiyon sahibesi Eliz Hanım’da yer ayırtmış bulunmakdadır.
Efendim, Adatepe’ye intikal etmeden evvel, gene, birader–i canberaberim Hilmi bey ile, onun mektebi olan Kabataş Erkek Lisesi’nin ‘Pilav Günü’ne gitdik. Bendeniz malum, Galatasaray sultanisindenim. Lakin ilk mektebi, Galatasaray’ın ilk kısmı olan Ortaköy’deki binada itmam ettim idi. Bizim ilk mekteb (şindi üniversite olduğunu istima edeyorum!) , Kabataş Lisesi ile bitişik idi. O sebeble, Kabataş Lisesi’ne ve Kabataş’lılara fevkalhad sempatim vardır.
Efendim, bu hafdalık da bu kadar. Telakıy gelecek hafdaya inşaallah. Gelecek hafda, Kabataş’ın ‘Pilav Günü’nden intibalar arz ederim. O vakde kadar, şen ve esen kalınız, muazzez kaarilerim Rabbime emanet olunuz ve zatınıza hoşca bakınız: Au Revoir, canlarım benim...
iletisim fakültesi ögretim görevlisi doc. dr. Nabi Avci'nin olusturdugu karakter..
recai güllabdan gibidir, farki biraz daha yüzeyseldir..
'seni de sigaya ceken bir molla kasim gelir' dizesine telmihle ollusturulmus bir karakter olup, alemi sigaya cekmeye biraz meyilli olsa da en son göründügü istanbul belediyesi bülteninde oldukca munis ve sevimli bir görumü vardi..
yeni yüzyildan kürsat.... soy ismi neydi bu delikanli yazarrin yahu?
bu bültende molla kasim'in bogaz köprüsünün basinda durceksin, geleni geceni döveceksin mealli yazisini kösesine tasimis, bu islamcilarin en akli basindalari mollalari böyle olursa gerisini siz hesap edin demisti...
Recai Güllabdan,
Ahmet turan alkan'in olusturdugu ironik yazilar yazan, osmanli devrinden bir yazar zaman tüneline girip bu günü yasasaydi, olaylara yapacagi yorumlar nasil olurdu?
Iste öylece olaylari yorumluyordu...
Eskiden zaman gazetesinde yer aliyordu, ekrem dumanli galiba, okunmuyor gerkcesiyle katl etti..
recai güllabdan'in katili,
yeni nesilleri ondan mahrum etmeye hakkin yok..
Ben su zaman olacak varakpareye eskiden recai güllabdan okumak icin para veriyordum...
Malaysialilarin dilinde kör öfke ile hareket eden gibi bir manasi var imis.
stefan zweig'in ' der amokläufer'(1922) kitabinda gecen, amok adli birisinin bir gün bir sebeble kosmaya baslamasi, sagina soluna bakmadan mütemadiyen kosarken önüne geleni ezip carparak öldürerek gidisi esnasinda kendisini taniyanlarin 'amok amok' seklindeki cagrilarina da kulak tikayip ortaligi birbirine katmasindan esinlenilmistir..
Kar zarar hesabi yapmadan her seyi kirip döken saldirgan yikici kisilikler icin kullanilir..
Ben soyismi aceba türkce mi bunun diye merak ediyordum.. orda burda ismine rastladikca ya ic anadolulu ya da bizim oralardan hemsehri birisi ama ismi niye böyle gavur ismi diyordum.. olsa olsa rebetikocu yunanlilar gibi anadolu göcmeni falandir tahminlerindeydim..
JoschKa sag olsun aydinlatti da
cezayirli bir fransiz oldugunu ögrenmis olduk..
Barbousez mi ne deniyordu bu cezayir fransizlarina? ...
mehmet niyazi yazarlarin düsünceleri iclerinde bulunduklari devirlerin sartlarina göre sekillenir diyordu..
tabii camus cezayirde iken fakirlik vardi, veba vardi, savaslar vardi, güvenlik eksigi vardi, kadinlar ekonomik ve daha bir sürü menfi sartlardan dolayi bakimsiz idi ve hayat cekilebilecek gibi degildi..
ha ölmüssün ha yasamissin..
intihar..
ama adam paris'e gidince,
yüzü üzerine leke düsmemis afyon kaymagi gibi Paris dilberlerini görünce, sehrin sefasi sarinca,
ahmet altan kesiliverir adam be..
joschkanin alintilarindan anladigim bu...
tiyatro camus'in 1. sahnesi:
viva la muerte
2. sahne:
viva la revulition
3. sahne
viva la paris
viva la kaymak de afion
4. sahne
viva la....
gümmmmmm gacirrtt dink donk
kim koydu bu agaci buraya ya...
daniel defoe
01.07.2003 - 03:12Robinson Crusoe, islam dünyasindaki eserlerden birinin adaptasyonudur diye ciddi bir iddia vardi.. birisi örnekler vererek ispat etmeye calisiyordu iddiasini..
ama nasil?
kahrolasi nisyan ile malul hafizai beser...
konsalik
01.07.2003 - 00:00Ikinci dpünya savasi nihayetinde Romanya'da kayb olan askerlerin, kizil ordu ve komünizm takibati altinda yasadiklari heyecanli kacisi, yasadiklari dramatik sonu konu edinen romani 'letzte karpatenwolf: son karpat kurdu',1995'li yillarda Almanya'da patlak veren, günlerce konusulan, kan ve plazma bankalarina aids'li kan karismasi skandallarini romanlastirdigi 'Blutmafia: Kan mafyasi' romanlarini okudum, etkileyici, rahat, sürükleyici bir üslübü var..
Cekirdek yenirken okunacak romanlar bunlar..
Ööle derin intellektüel ikinmalarla okunacak seyler degil...
Keratanin ayip seyleri isledigi derin romanlari da var...
Bazi romanlariini müsahede eden iyi aile babalari bu adamin romanlarini evine sokmaz...
bazi romanlariyla, ailenizin yazari degil...
Bazi romanlariyla da,
cennet vatanimizda niye yetismez böyle romancilar anasini satiim dedirtir adama...
konsalik
30.06.2003 - 23:53Bir kismi filme de alinan romanlarinin hakim konusu ikinci dünya savasidir. Ilk ögrenimini Tib'da yapmis olmasi dolayisiyla, asinasi oldugu tip alaninda da patlak veren skandallari, önemli olaylari, problemleri romanlastirmistir..
Konsalik sonralari günlcel hadiseleri romanlastirma üzerinde de calismistir...
konsalik
30.06.2003 - 23:49KOnsalik, savas sonrasinin en basarili yazari olarak kabul edilir.155 romani 42 farkli dile tercüme edilmis ve 83 million satmistir..
konsalik
30.06.2003 - 23:47Üc ay agir seker hastaligindan dolayi Fürth hastahanesinde tedavi gören Konsalik, bunu takiben iki ay sonra kalb krizi gecirerek Salzburg'da 02. Ekim 1999'da öldü..
konsalik
30.06.2003 - 23:43Heinz G. Konsalik,25 Mayis 1921 tarhinde Köln'de dünyaya geldi..10 yasindayken ilk romanini yazdi,16 yasindayken bulundugu sehirdeki gazetelerde kisa hikayeleri yayinlanmaya basladi..
Üniversite egitimine baslamadan önce, (ortaögretimdensonra devam edilen 2-3 yillik bir ara egitim süreci olan) abitürünü tamamladiktan sonra TIb dalinda üniversite egitimine basladi, fakat bir süre sonra tiyatro bilimleri, germanistik, edebiyat bölümlerine sirasiyla Köln, Münih ve Viyana sehirlerinde devam etti...
Ikinci dünya savasini Fransa'da ve agir yaralandigi dogu cephesinde savas muhabiri olarak yasadi.. Rusya'daki savas günleri onun ileriki yillarindaki romanlarinda etkileri görülen oldukca derin izler birakti..
Savas sonrasi 1946-48 yillari arasinda Liberator-Verlag (yayinevi) 'in yöneticiiligini yürüttü.1950'de 'Lustigen Illüstrierten'in (galiba mizah-karikatür dergisi gibi bir sey ce.no.) editörlühgünü üstlendi.1951'den sonra da piyasada serbest yazar olarak taninmaya basladi.
1956'da yayinlanan romani 'Der Arzt von Stalingrad (Stalingrad doktoru) ' hayatinin dönüm noktasi oldu.3.5 milyon baski ile savas sonrasinin en fazla okunan romanidir bu kitab..
Onun sonra cikan bir cok kitabi da az cok bestseller olmustur...'Liebesnächte in der Taiga (Taiga'da ask geceleri) ' ve 'Frauenbataillon (Kadinlar taburu) ' en popüler kitablarindandir.. SOn kitabi vefat ettigi Mayis 1999'da yayinlanan 'Hypnozearzt (hipnoz doktoru) '...
miguel de cervantes saavedra
30.06.2003 - 19:3322 Nisan 1616'da Madrid'de öldü...
toprağı bol olsun...
yeldegirmeni insaatinde kullaniriz...
Abdullah Ziya Kozanoğlu, bir romaninda bu don kisotun kendi romaninda gecen esas oglan pozisyonundaki kahraman Türk leventi oldugunu iddia ediyordu...
güya cervantes bizimkilere ssir düstügünde o korsan leventimizden esinlenerek bu don qisot karakterini üretmis...
melun-canlarin türklügünü ispat edince hemen arkasindan bu konuya el atacagiz..
bizi izlemeye devam edin..
kilavuzu tavuk olanin..
burnunuzu silmeyi unutmayin...
miguel de cervantes saavedra
30.06.2003 - 19:26Miguel de Cervantes Saavedra
adem oğlu
29.06.2003 - 03:24adem oglu kizgin firin,
havva kizi mercimek..
baris
tevfik fikret
29.06.2003 - 03:23ihtiyar balikci...
jules verne
29.06.2003 - 03:20Bazilari da onun teknolojinin tasarim babasi olmasini,6. hissinin kuvvetine, olacaklari önceden tahmin edebilme yetisine baglamislar..
keramet falan deyip aziz ilan eden de olmus mu aceba?
oscar wilde
28.06.2003 - 23:21'düsmanlarinizi her daim sevin ki hic bir sey canlarini bunun kadar sikamaz...'
Türk hayal gücünün üretebildigi ve hazir ürettik bir sey deyu her firsatta da tükettigi bir hikaye,
devamli delikanli, zorba aganin veya düsmaninin kizina asik olur...
Her halde adamin canini iyice sikmak icin...
oğuz atay
28.06.2003 - 22:42Postmodern yazarlardan derlerdi,
okumak nasip olmadi, kadri yüce bir yazar oldgunu hep duyarim..
tanimak icin josefK'nin yazdiklarini okumaliyim önce...
Okuma prospektüsü gibi adam,
etkilerini yan etkilerini de veriyor...
önce kullanim kilavuzu:
sövmek
28.06.2003 - 15:09Sövmek icinde muhatabinin iffet ve namusunu ilgilendiren konularin gectigi saldirgan sözcüklerle karsi tarafi taciz etmektir...
belli baslicasi sin kaf kullanilarak yapilanidir...
ahmet turan alkan
28.06.2003 - 01:26eskiden recai güllabdan adi ile de satirik yazilar yaziyordu..
zaman bu okuyucularin bu tadi almalarini kiskandi v onu yok etti...
recai güllabdan
28.06.2003 - 01:24Recai GÜLLAPDAN
Aykırı Bakışlar
Dikkat; yeni bir devri dilarayı monarşi başlamaktadır!
Daha henüz 'Ben şahsan bizzat kendim' ünvanlı eser—i muhteşememin kapak mürekkebi bile kurumadığı halde kürrevî çapta bir te'sir husûle getirmesi, şahsan bizzat kendimden ziyade siz aziz kaarilerimin azîm bir muvaffakiyeti olaraktan bütün dikkatleri üzerine celbeylemiş vaziyettedir.
Diyeceksiniz ki, 'Niyçün a efendim, niyçün? '
Doğrusu kitâb—ı müstetâbımın bütün dünya nokta—i nazarında taptaze bir fikir fırtanası estireceğinden zerre miskal şüphem yok idi fekat daha ciltlenip de piyasaya verilmeden evvel bu mikyasda muazzam bir 'brain storming' te'siri yapacağını bakınız şahsan ben bile bilmeyordum netekim; ee azizler, elin gizli servislerinin eli kolu boş durmayor tabii. Herifler kim bilir hangi hafiyyeleri vasıtasıyla kitabın münderecâtından haberdar olarak dünya nizâmatına bu şekil muvacehesinde istikamet vermeye başlamışlardır. Tabiiy meselenin farkında değilim, geçen gün bizim kazatanın manşetini okuyıcak zihnimde manzara derhal tenevvür etti. Mâlumunuz Amerikan hökümatının Efganistan siyaseti, Taliban'ın devrilmesini müteakip 90 küsür sinnindeki eski Efgan Kıralı Zahir Şah'ın yeniden tahta geçirilmesini tazammun edeyormuş; diyger cihetten Bulgarya'da ise 2. Simyon nâmındaki eski kıralın yeniden rağbet kazanması bir tesadüf gibi görünmeyor. Bu vaziyette nice senelerden beridir şuracığa derc etmiş bulunduğum sütunlar dolusu mekaale—i bî—nâzirimde Monarşi usûlünün faziyletleri hakkında döktürmüş olduğum kanaatlerin boşa gitmediğini görmekle bahtiyarım. Elâlem 'illâ ki demirkırasi' felân deyu tepinir iken haatırlarsınız bu fakiyr, 'en eyi recim monarşidir; yeter ki ben padişâhınız olayımdır' deyu gaayet istikrar üzre ilmî mütalaalar serd etmekte idim. Bakınız bizim siyasi intelicansiyamız şu fakiyrin ilmî ve siyasi içtihadını kulak ardı eder iken, herifler makaalatımdan ne türlü hisseler istihrac ederek siyasi taktikalar imal edeyorlar; ibret alınsındır!
Pek yakında intişar edecek olan kitab—ı müstetâbımın en mühim fasılları, işbu monarşi mes'elesine münhasırdır. Kim ne derse desin gaza gelmeyiniz aziz kaarilerim; monarşi, bugüne değin cihanın gördüğü en eyi recimdir fekat bir cihetten sakattır kim, ol dahi eyi bir padişah bulabilmekten ibarettir. Kolay değil ey ihvanlar; her millet öyle iktizâ ettiğinde şaak diye bağrından bir Recai bulup çıkartamayor; hani nerede bakalım? Bilfarz bakınız Amerika'nın aylarca düşünüp taşınaraktan intihab eylediği pirezidanta bir bakınız; siz olsanız mister Buş'a orta halli bir kasabanın Mal Müdürlüğünü revâ görür müsünüz bilmem. Fursat bu fursat 'kadr ü kıymetimi biliniz' diyerekten araya lâf sokuşturmak tâ'bıma muhaliftir; benim şahsan mevki ü mansıpta gözüm olsa idi, en azından dâmâtlık pâyesiyle nice monarşik hânedan bünyesinde bulunmaklığım işten bile değil idi; bunlar ayıp şeylerdir ve dahi tekrarında faide görmeyorum.
Kezâ yeri gelmiş iken şoracığa derc ideyim ki, Pirezidant Buş ile telefon mükâlememiz esnasında birtakım edebiyat güft ü gûları hakkında isrâf—ı kelâmda bulunmak, evvelen bizzat şu bizim yerli intelicansiyanın henüz 'Recai' fenomeni hakkında hiçbir fikrinin bulunmadığını gösterir bir nümûne—i ibrettir. Tekrârından hicâb ederim ey aziz kaari fekat o mülâkatta daha başka hangi mes'elelere temas buyurulduğunu şoracığa alenen tahrir idecek olsam, kapıldıkları hayret ve dehşetten ötürü bizim yerli intelicansıyanın çehresinde nice ergenlik sivilceleri temâyüz eder de, öyle pomad ile felân geçmek bilmez idi. İmdi siz acebâ Efganistan Kırallığı içün Zâhir Şah'ın ismi telâffuz edilmeden evvel be evvel kime teklifte bulunulduğunu tahmin edebilir misünüz? Böyle şeyleri alenen konuşmak caiz değildir velâkin âgâh olunuz efendim? Ben emperiyalizmanın ortaşark acentası mıyımdır ki, şunun bunun lâfı ve teklifi ile Efganistan pâdişahı olayımdır? Netekim kemâl—i ciddiyetle reddettim idi lâkin bunlar ayıp şeylerdir ve siz dahi duymamış olunuzdur bakayım.
Lâf uzadı, kısa keseyorum; ben şahsan ve bizzat bu kitabı meşhur olayımdır deyu kaleme almış değilimdir; bizimkisi bir nevi bir melmeket hizmeti idi fekat göreyorsunuz ki 'hikmet yitik bir maldır' ve ondan ilk farkeden nasiplenir. Dahil ez—Melmeketde hayra geçmez ise bâri beşeriyete faidesi dokansındır!
Ezcümle ey azizler, cihan çapında yeni bir monarşi devri başlamaktadır ve bu yeni devirde dirayetli pâdişahlara çok iş çıkacaktır; bu siyasi tahlil dahi, olup bitenden mânâ istihrac edemeyen bir kısım mediya şalgamına bir nevi armağan olsundur icabında vesselâm.
[email protected]
recai güllabdan
28.06.2003 - 01:20'Recai bilmeyor da farz-ı muhâl sair
bir başkası bileyor'; mümkin mi?
İşte efendim o gün akşama değin çarşılarda, eşin–dostun dükkânında dolaşıp–eğleştikten bâ’de Urumeli dolaylarından alınan, 'akşam oldu yine bastı kaareler' hevâsını terennüm ederekten fakirhânemin yolunu tutmuş idim. Lâkin tedirginim bilâder; acebâ bu temizlikçi hanım, yıllardan beri şahsan ve bizzat nice emek ve sa’y ü gayret ile tekâmül ettirmiş bulunduğum temizlik 'paradigma'mı yerinden oğratmış ise, her şeyi eskisi gibi yerli–yerine koymak içün yeniden günlerce çalışacak mı idim?
Ey azizler, işte i’tiraf edeyorum ki, ilm ü irfânım Bahr–i muhît–i Akdeniz kadar vâsî ve kendimce kâfi ise de kadın rûhu denilen esrarengiz ve 'esoterique' mıntakalarda yelkensiz, küreksiz ve pusulasız kalmış biyçâre bir tekne gibidir. Niyçün deyeceksiniz; vâkıa hamdolsun formel tahsîlim yoktur; zihnim, resmî veya gayriresmî mekteplerin sevimsiz müzâyakalarından emîn bir fikr–i selîm mıntakası olmakla bu hâlimden pek müftehirimdir; fekat esâsen sizler dahi gaayet eyi bilürsünüz ki aklımın ermediği, muhayyilemin erişmediği ve zekâvetimin tâkat yetiremediği hiçbir mes’ele yoktur ve dahi olamaz; tabii, el’an işbaşında bulunan aziz hökümatımızın takiyb etmekte olduğu tarz–ı siyâset, işbu cümlenin hükmü haricindedir; zira, anlar dahî elyevm ne yaptıklarını bilememekte ve fekat sadece 'kapıldım gedeyorum bahtımın rûzigârına' makaamından bir beste tutturaraktan isrâf–ı vakt eylemektedirler. Hâl böyle iken 'kadın rûhu' bahrinde bir tıfl–ı ebcedhân gibi caahil ve sâmid ve ebkem kalmaklığım, dünyanın sekizinci garîbesi addedilse sezâdır. Lâkin ey muhiblerim, zannetmeyiniz ki 'Recai bilmeyor da farz–ı muhâl sair bir başkası bileyor'; mümkin deyil. Müşkil burdadır ki 'kadın rûhu' denilen farazî mefhum hakkında dünyâda hiç kimse 'ben bilürüm' deyerek bir adım öne çıkmağa cesâret edemez; zira bilinecek bir şey olsa idi, haddim olmayarak herkesten evvel ve ziyâde haddizâtında şu fakiyr bilür idi. Demek oluyor ki 'kadın rûhu' denilen mefhum, hasseten ilm ü irfânın mevzuu olmayub tam aksine meçhul bir vâdidir ve tarih de kaydeder ki bu mesâhayı keşfe yeltenenlerden bir dahi haber alınamamıştır.
E, öyleyse birtakım Hıristiyan keşişlerinin vaktıyla dermeyân ettikleri gibi, 'nisâ taifesinin rûhu var mıdır, yok mudur? ' kabilinden mânâsız münakaşalara hak vermek mi lâzım gelmektedir? Hâşâ ve kellâ! Kadın rûhunun bilinemezliği ve bilmünâsebe ilm ü irfan mıntakalarının taşrasında kalmaklığı teessüf olunacak bir ahval olmayub bil’akis Rabb’imin bir nî’metidir. Nisâ taifesi, ruhlarında böyle aslaa keşfedilemeyecek bir berzâha sahip olmağıla bu hususta erkeğe galebe ederler müsâvat olur. Siz bilmezsiniz, ben bilürüm; ben bilmeyecek olsa idim, buracıkta sütunlarca akıldânelik dercine ne lüzum var idi netekim?
'Hanımeli' var iken 'kadın eli'ne ne hâcet idi ki?
Yahu bu muammâlı bahse nereden intikal ettik derhaatır edemeyorum; fekat ziyânı yoktur; esas itibariyle ehemmiyetli olan, siz aziz kaarilerimin, vesiyle ne olursa olsun irşad olunması ve her daim faideli olacak ilm ü irfân hamûlesine hissedâr olmaklıklarıdır vesselâm.
Her ne ise efendim, eve yaklaşıcak üç İhlâs, bir Fâtihâ ve ilâveten muvazeneteyni okuyup iyi saatte olsunlara karşı tevhid kuşağını kuşandıktan bâ’de sağı–solu kolaçan edüben çekine çekine fakirhânenin sokak kapısındaki demir tokmağı hafifçe döğmeye cesâret bulabildim idi. İçeriden, 'kapu açıktır, geliniz, ben de zaten çıkmak üzere idim' diye bir ses gelicek tâze bir besmele ile sağ adımımı eşikten içeri atıverdim. İlk intibâm kesif sabun ve detercan kokusuna refakat eden bir nezâfet râyhası oldu. Şahsan bu benim fakirhânenin daha evvelce nevi şahsına münhasır bir kokusu vardı ki bu râyhayı tütün, turşu, zeytin salamurası, hanımeli, çam reçinesi kokusuna ilâve olunmuş tam kıvâmında bir küf esansının terkîbi olarak kısmen târif edebilmek mümkün idi. İmdi o caanım terkibin bir günde uçuverip yerini, bilumum bakkal ve marketçi dükkânlarında satılan sabun ve detercan kokusuna tahvil olunduğunu fark edicek 'amanın komşular acebâ ben yanlış bir eve mi geldim? ' telâşıyla sağı–solu kolaçan ettimse de telâşa mahal yoktu ve fakirhânede idim. Derâkab taşlıktaki eşyânın yerli–yerinde durup durmadığına baktım. Her şey yerli yerinde idi. Aceb içeriler nasıl idi deye meraklanmağa fursat kalmadan temizlikçi hanım mutbaktan çıkub elinde temizlik malzemelerinin bulunduğu bir zamâne zembili ile annacıma dikilüb rapor vermeğe koyuldu.
Efendim temizlik henüz bitmemiş imiş, ertesi gün yatak ve yorganlar sökülüp arka güneşlikte havalandırılacak, perde ve örtüler yıkanıp ütülenecekmiş. Mutbakta acilen kalaylanması veya bir an evvel satılması gereken bakır kapların çâresine bakılmalı imiş. Oturma odasındaki anne yâdigârı halının da yıkanması gerekiyormuş. Ayrıca bu eve artık bir 'frigiderie' satun almam elzem imiş. Mutbak dolabındaki erzakın kokusu bütün eve sinmiş imiş.. vesaire vesaire...
– Yarın sabah sekiz buçukta yine geleceğim; o saate hazır olup evi boşaltınız, dedikten sonra kapıyı çekip gitti. Taşlıkta kalakaldım. Niceden sonra kendime gelip evi yokarıdan aşağıya fırdolayı teftiş ettiğimde gördüğüm manzara şu idi: Vâkıa ev benim becerebildiğimden daha fazla temiz ve tertipli idi ve bu vaziyet hoşuma gitmemiş değildi; fekat fakirhânede beni şahsan pek yadırgatan ve kendimi bizzat yabancı hissetmeme sebebiyet veren bir başkalık var idi.
Evet, bu, fakirhâneme 'kadın eli' deymiş olmasının husûle getirdiği fevkalâde faik ve hükümrân bir edâ idi. Bu kadarına aslaa tahammül edemez idim. Heman tilefona sarıluben Faruk Usta’nın saadethanesine âcil bir tilefon çektim. Açtım ağzımı, yumdum gözümü. Feryâdım tek kelime ile yeniçeri taifesinün 'istemezük' lâfzının şekvâ üslûbuna bürünmüş ifâdesinden ibâretti. Faruk Usta çıt çıkarmadan feryâdımı dinledikten sonra sâkin bir ifâde ile, 'Nâfile Recâi Bey' dedi, 'Ağlayıp sızlamanın faidesi olmadığı gibi benim dahi yapabileceğim hiçbir şey yoktur; başa gelen çekilir. Bunca yıldır bu karındaşının neler çektiğini tahmin eyle. Bu işe bizim hanım va’z–ı yed eyledi. Bir gün daha tahammül ediver! '
Tilefonu öyle bir kapatmışım ki, hâlis ebonitten mâmul ahizenin çatladığını ancak üç gün sonra fark edebildim idi.
Bir böyle mezâlimi tarih el'an yazmamış idi!
Ertesi gün, bağından boşanmış kurbanlık tosunlar gibi her yanımdan öfke ve tehdiş ifrâz ederekten çarşı yüzünde kendimi bir dükkândan ötekine toslayıp durduğumu nereden bileceksiniz? Bakınız ey kaarilerim; benim gibi başına buyruk, kendi işinde hükümfermâ, âkîl, fatîn, muktedir, ilm ü irfân ü zekâvet sahibi, şöhreti melmeketin taşralarına oğrayıp da beynelmilel mahfillerde hörmetle yâd edilen birinin başına gelenlere bakınız! Ya ben vaktıyla aklımı yağmaya verüb de teehhül etse idim âkıbetim nic’olurdu? Netiycede yövmiye ile iş gören bir temizlikçi hanımın şahsan bana karşı revâ gördüğü mezâlim, tarihin en gaddar şenâetlerinden birisi olaraktan tasdiyk edilse sezâ ve revâdır. Bir an tehevvüre kapıluben, 'varayım derdimi hukuk–ı beşer cemiyetlerine anlatayım veyâ kim ‘moda’ya ittibâen Evropa mahkemelerinde şu kadınla mahkemeleşeyim' deyû feverân ettim ise de fikr–i selimim galebe eyledi. 'Kol kırılur yen içinde kalur' fehvâsınca dahili mes’elelerimizi Evropai pilatformlara götüren takımından olmayayum kavliyle derhal Cim müddeiumûmiliğine azîmet eyledim. Tam kapudan içeri girer iken Faruk Usta’nın beni şahsan göküslemesiyle bu tasavvurum dahi akîm kaldı. Meğer Faruk beni nicedir takiyb eder imiş! 'Bırak Usta, şu kadını müddeiumûmiye şikâyet edeyim de kurtulayım; işin içinde hâneye ve tarz–ı hayâtıma tecâvüz var' diye soludumsa da Faruk’un 'dayan, bir buçuk saat kaldı' yollu alttan alması ile vazgeçtim idi.
'Ben şahsan daha iyisini yapar idim; fekat...'
Sağolsun Faruk Usta beni bu defa yalnız komayıp eve kadar refâkat etti. Bizim temizlikçi hatun meğer kapı arkasında bekler imiş. Bizzat eve girmeden kapuyu açub dışarı çıktı. – Evinizi güle güle kirletin; bayağı yordu; ama doğrusu değdi. Haydi Allahaısmarladık' deyip savuşmaya kalkışınca, 'Dur be hanım, borcumuzu edâ edelim! ' diye savlet ettim. 'O iş görüldü' demez mi? Meğer Faruk’un hanımı kadıncağızın ücretini daha evvelden tediye etmiş imiş. Her ne ise Faruk’la fakirhaneye girdik; tavan arasından taşlığa kadar bilâistisna her bir tarafı kolaçan ettik. Benim ağzımı bıçak açmıyor fekat Faruk bir yandan meyâncılık edip durmakta, 'Ooo fevkalâde olmuş, misler gibi kokuyor, bayağı da hamaratmış.. yoksa bu hatunu on beşte–ayda bir celbedib de muntazaman istihdâm etsek mi? ' yollu lâflar sokuşturup durmakta.
İmdi doğru söylemek lâzımsa yapılan iş benim de hoşuma gitmiş idi; evet, şahsan benim kadar muvaffak olamasa da ev temizliğinde bu hanımın hayli mâhir olduğu âşikâr idi; fekat bu hakiykati Faruk’un yanında alenen ikrâr etmek işime gelmedi. 'Eh, fenâ deyil işte; ben daha iyi yapardım; fekat...' diye somurtunca Faruk heman, 'Yaa ne eyi olur, siz de mekaalelerinize daha çok vakıt ayırır, ilm ü irfân vâdilerinde cevelân edecek daha çok vakıt kazanmış olursunuz; hanıma söyleyim de on beşte bir gelsin' diyerek lâfı gediğine koydu. Mütehakkim bir ses tonu ile 'Aceleye mahal yok; birkaç gün düşüneyim; belki istihâreye yatarım' cevâbını alınca Faruk daha ziyâde üstelemedi.
Tiz şimdi bir akıl verin ey muhiblerim!
İmdi ben n’ideyim aziz kaarilerim? Bu temizlikçi hatun, benim tarz–ı hayâtımı alenen tehdid, tahkir, tebdil, tağyir ve ilgaaya yeltenmiş bulunmakta; diyger cihetten sâlim bir kafa ile vaziyeti kolaçan ettiğimde yapılan işi beğenmedim de değildir. Hâsılı iki arada bir deredeyim. Bu ne iştir ki başıma geldi bilmeyorum; tiz bir akıl veriniz de sair melmeket işlerine de vakıt ayırabileyimdir vesselâm!
irfan külyutmaz
28.06.2003 - 01:07İRFAN KÜLYUTMAZ
‘Recep’ve ‘İrcep’ mes’elesine dair
Nur–i aynim, muazzez kaarilerim, efendim, geçen hafda da arz etdiğim gibi, bu sene de aziz muhibbim Hilmi bey ile beraber, Adatepe’ye, biiznillah, seyyahatimiz mukarrerdir. Bu seyyahat içün bütün hazırlıklarımız temamlanmış bulunmakdadır. Bakalım, Kamil Fırat bey evladım, bizi hangi tariyk ile götürecekdir? Bendeniz şahsen ferryboat ile Bandırma tariykini terciyh edeyorum. Hem daha kısa sürmekdedir, hem de ferryboat’da daha rahat edileyor. Bakalım, ne olacak!
Efendim, bu sene, geçen sene olduğu gibi Recep Ayyıldız evladımız da, muazzez refiykaları Asuman hanım kızımız ile Adatepe’yi teşriyf edeceklerini istima etdim ve bittabii fevkalhad memnun oldum. Lakin bendenizi müteessir eden bir hususdan bahs etmek zarureti hasıl olmuşdur. Bu da muhterem refiykım Hercai Kıllabdan beyefendinin, Recep bey evladımıza, müstemirren, ‘Irceb’ deye hitab edeyor olmasıdır. Receb bey evladım, fevkalhad edebli bir zat olduğu ve Hercai Kıllabdan beyefendiye vafir muhabbet hisleriyle meşbu bulunduğu içün sesini çıkartmamakda, lakin için için müteellim olmakdadır.
Muazzez kaarilerim, ‘İrfan bey, siz de Recai Güllabdan beyefendiye, ismini tahriyf ederekden, ‘Hercai Kıllabdan’ deye hitap etmeyor musunuz? Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu? ’ deye ta’rizde bulunduğunuzu istima eder gibiyim. Efendim hemen arz edeyorum: Bendeniz, bu zatın ismini temamiyle, mân
â ve medlulü yerinde bir şekilde istimal edeyorum. Zira ‘Hercai’ lakırdısının hem bir mânâsı vardır, hem de Recai refiykımın tabiatına uymakdadır. ‘Kıllabdan’ da, muazzez refiykımın ipek kılabdan gibi yumuşak huylu ve zaarif bir zat olmasından kinayedir. Binaenaleyh, bu bir tahrif değil, bir iltifatdır: Lakin ‘İrcep’, eş mâ’nâ?
Muazzez kaarilerim, lakırdı Hercai Beyefendi’den açılmışken, geçen sene Recep bey’in kendisini Adatepe’ye da’ved etdiğini de bilmem derhaatır edeyor musunuz? Bilmem, bu da’vete icabetle Adatepe’yi teşriyf edecekler midir? Kendisini ve Ahmed Toraman Algan beyefendi’yi, Adatepe’ye bekleyoruz. Ahmed Toraman Algan beyefendi’ye Receb bey ile bendeniz, kendi aramızda, ‘Hacı A.t.a.mız’ deye atıfda bulunmakda olduğumuzu da arz etmek isdeyorum. A.t.a, malumunuz, ‘Ahmed’in ‘A’sı, ‘Toraman’ın ‘T’si ve ‘Algan’ın ‘A’sından tertiyb olunmuşdur. Evet, Hacı Ata’mıza, en yakiyn zemanda, muhterem refiykaları hemşirem ve mahdumları ile beraber Adatepe’de intizar etmekdeyiz. Zira, Recep bey, daha geçen seneden Adatepe’nin en güzel pansiyon sahibesi Eliz Hanım’da yer ayırtmış bulunmakdadır.
Efendim, Adatepe’ye intikal etmeden evvel, gene, birader–i canberaberim Hilmi bey ile, onun mektebi olan Kabataş Erkek Lisesi’nin ‘Pilav Günü’ne gitdik. Bendeniz malum, Galatasaray sultanisindenim. Lakin ilk mektebi, Galatasaray’ın ilk kısmı olan Ortaköy’deki binada itmam ettim idi. Bizim ilk mekteb (şindi üniversite olduğunu istima edeyorum!) , Kabataş Lisesi ile bitişik idi. O sebeble, Kabataş Lisesi’ne ve Kabataş’lılara fevkalhad sempatim vardır.
Efendim, bu hafdalık da bu kadar. Telakıy gelecek hafdaya inşaallah. Gelecek hafda, Kabataş’ın ‘Pilav Günü’nden intibalar arz ederim. O vakde kadar, şen ve esen kalınız, muazzez kaarilerim Rabbime emanet olunuz ve zatınıza hoşca bakınız: Au Revoir, canlarım benim...
06.07.2002
Yazarımızın E-Postası: [email protected]
irfan külyutmaz
28.06.2003 - 01:07Pardon hilmi yavuz'un
irfan külyutmaz
28.06.2003 - 01:07irfan külyutmaz'in karakteri idi..
o da zaman tüneline girip de sonuna salim cikamayanlardan..
onun da katili ekrem dumanli...
molla kasım
28.06.2003 - 01:00iletisim fakültesi ögretim görevlisi doc. dr. Nabi Avci'nin olusturdugu karakter..
recai güllabdan gibidir, farki biraz daha yüzeyseldir..
'seni de sigaya ceken bir molla kasim gelir' dizesine telmihle ollusturulmus bir karakter olup, alemi sigaya cekmeye biraz meyilli olsa da en son göründügü istanbul belediyesi bülteninde oldukca munis ve sevimli bir görumü vardi..
yeni yüzyildan kürsat.... soy ismi neydi bu delikanli yazarrin yahu?
bu bültende molla kasim'in bogaz köprüsünün basinda durceksin, geleni geceni döveceksin mealli yazisini kösesine tasimis, bu islamcilarin en akli basindalari mollalari böyle olursa gerisini siz hesap edin demisti...
recai güllabdan
28.06.2003 - 00:53Recai Güllabdan,
Ahmet turan alkan'in olusturdugu ironik yazilar yazan, osmanli devrinden bir yazar zaman tüneline girip bu günü yasasaydi, olaylara yapacagi yorumlar nasil olurdu?
Iste öylece olaylari yorumluyordu...
Eskiden zaman gazetesinde yer aliyordu, ekrem dumanli galiba, okunmuyor gerkcesiyle katl etti..
recai güllabdan'in katili,
yeni nesilleri ondan mahrum etmeye hakkin yok..
Ben su zaman olacak varakpareye eskiden recai güllabdan okumak icin para veriyordum...
amok koşucusu
28.06.2003 - 00:30Malaysialilarin dilinde kör öfke ile hareket eden gibi bir manasi var imis.
stefan zweig'in ' der amokläufer'(1922) kitabinda gecen, amok adli birisinin bir gün bir sebeble kosmaya baslamasi, sagina soluna bakmadan mütemadiyen kosarken önüne geleni ezip carparak öldürerek gidisi esnasinda kendisini taniyanlarin 'amok amok' seklindeki cagrilarina da kulak tikayip ortaligi birbirine katmasindan esinlenilmistir..
Kar zarar hesabi yapmadan her seyi kirip döken saldirgan yikici kisilikler icin kullanilir..
albert camus
28.06.2003 - 00:08Ben soyismi aceba türkce mi bunun diye merak ediyordum.. orda burda ismine rastladikca ya ic anadolulu ya da bizim oralardan hemsehri birisi ama ismi niye böyle gavur ismi diyordum.. olsa olsa rebetikocu yunanlilar gibi anadolu göcmeni falandir tahminlerindeydim..
JoschKa sag olsun aydinlatti da
cezayirli bir fransiz oldugunu ögrenmis olduk..
Barbousez mi ne deniyordu bu cezayir fransizlarina? ...
mehmet niyazi yazarlarin düsünceleri iclerinde bulunduklari devirlerin sartlarina göre sekillenir diyordu..
tabii camus cezayirde iken fakirlik vardi, veba vardi, savaslar vardi, güvenlik eksigi vardi, kadinlar ekonomik ve daha bir sürü menfi sartlardan dolayi bakimsiz idi ve hayat cekilebilecek gibi degildi..
ha ölmüssün ha yasamissin..
intihar..
ama adam paris'e gidince,
yüzü üzerine leke düsmemis afyon kaymagi gibi Paris dilberlerini görünce, sehrin sefasi sarinca,
ahmet altan kesiliverir adam be..
joschkanin alintilarindan anladigim bu...
tiyatro camus'in 1. sahnesi:
viva la muerte
2. sahne:
viva la revulition
3. sahne
viva la paris
viva la kaymak de afion
4. sahne
viva la....
gümmmmmm gacirrtt dink donk
kim koydu bu agaci buraya ya...
Toplam 803 mesaj bulundu