Tarhan Tekelioglu Adlı Üyenin Nedir Yazıları ...

  • ahmet özhan

    06.10.2003 - 01:23

    70'li yillarda söylediig duygulu TSM sarkilariyla herkesin gönlünde yer ediyormus.
    Filmleri de vardi.
    sonradan Cerrahi tarikatina girdi ve sadece ilahi söylemeye basladi...
    Bialhare Islami camia isi sarkiya türküye dökünce, o da herkesle beraber sarkiya döndü..
    Simdi ikisini de yapiyor..

  • yaşar nuri öztürk

    06.10.2003 - 00:56

    Almanya'daki sehirlerden birine konferansa gelmis dediler.. Iki arkadas gitttik.
    Dinleyici cogunlugu, Atatürkcü düsünce dernegi, alevi federasyonu gibi sünni Islam ile problemi olan insanlardan olusuyordu. Bir de din ataseliginden birileri vardi.
    Konuyu bir yerde öyle bir yere getirdi ki,
    Bunlar (aceba kimler?) Aliyi' de bunlar öldürdü, Hüseyin'i de bunlar öldürdü.. neymis muaviye ictihad farkliligi dolayisiyla tahkir edilemezmis.. olur mu? resmen öldürdülerrrr.. falan diye öyle döktürüyor ki..
    Bilim adami sogukkanliligi gitti bir yana.
    Mahalle mescidinde Asure vaazi eden köy imami gibi...
    Ha simdi küfr edecek ha simdi aglayacak gerilimiyle izledik sahneyi...

    Oradaki cogunluk acaba kimlere karsi böyle doldurulmak isteniyordu?
    Bundan ne gibi bir kazanc bekleniyordu? ..
    annayamadik..

    Ha bir yerde de
    28 Subat hakkinda ne düsünüyorsunuz gibi bir soru geldi.. cevap:
    '28 subati olumlu buluyorum' olunca salonda derin bir sessizlik...

    berekat ben yanimdaki arkadasa bir göz caktim da ikimiz beraber basladik alkisa.. ön taraftakiler bizi tanimadiklarindan, heralde burada alkislenecek diye basladilar onlar da alkislamaya, önden alkisa katilindi diye arkadakiler de eslik etttiler.. ettiler ama, gözleri de bizim yüzümüzdeki hinzir ifadede kaldi...

    böyle bir anim oldu gendileriyle...

  • milan kundera

    05.10.2003 - 23:44

    Bilememek adli romaninda Josef ile Irena'nin eskiden göc ettikleri Fransa'dan 20 yil sonra anavatanlari olan Cek'e geri dönüsleri konu ediliyormus... Tabii ki eski biraktiklari tadlari, özledikleri seyleri geriye döndüklerinde yerinde bulamayacaklar.. bunun aslinda enteresan yani yok.. roman iste bu gibi seyleri anlatiyormus.. Elestirmenler bu romanin yazarin daha önce yayinlanan 'yavaslik' ve 'Kimlik' adli romanlari kadar olamadigini söylüyorlarmis..
    Ama yine de baba romanmis...
    kundera.de öyle diyo..

  • milan kundera

    05.10.2003 - 23:31

    Almancadaki 'http://www.kundera.de/Biographie/biographie.html'den tercüme edebildigim kadar deneyecegim...
    Tercümeme kaldinizsa, Allah size de kolaylik versin:

    Milan Kundera 01.04.1929 (galiba bir nisan sakasi olarak) tarihinde Cek'te Brno sehrinde dünyaya geldi. Babasi Ludvík Kundera (1891-1971) , Brno Müsiki yüksek okulunda musiki bilimcisi ve bu okulun rektörü idi. Gymasiumda (Lise) okurken ilk hikayelerini yazmaya basladi.2. dünya savasindan sonra, üniversiteye baslamazdan önce bir süre isci ve müzisyen olarak calisti. Üniveriteden sonra, Prag'daki Karl Üniversitesinde Müsik Film ve Edebiyat dallarinda egitim gördü. Prag Müzik ve Dram Akademisi Film fakültesinde önce asistan sonra da profesör olarak görev yapti. Bu arada, hikaye, deneme ve tiyatro eserleri yayinliyordu.Ayni zamanda iki edebiyat dergisi “Literarni noviny” ve “Listy”nin yayin kurulu üyeliklerini de yürütüyordu.1948'de bir cok entellektüel gibi büyük bir coskuile komünist partiyae girdi.1950'de ise bireyselci temayüllerinden dolayi partiden kovuldu...
    1952'de üniversite egitimini tamamladiktan sonra Film Fakültesinde Dünya edebiyati lektörü oldu.1956'da 1970'e kadar sürecek olan komünist Parti üyeligi yeniden basladi.1953'te ilk kitabini yayinladi ve 50'li yillarin ortalarinda tercüman, denemeci ve tiyatro yazari olarak faaliyet gösterdi.1958 ve 1968 yillari arasinda 3 cilt halinde yayinladigi 'Gülünc askin kitabi' adli siir derlemesi ile söhreti yakaladi. Ilk Romani 'şaka' (1967) yüzünden Stalinizm ile ters düsmüs oldu.21.08.1968'de Sovyetlerin ülkeyi isgali esnasinda, gözden düsen 'Prag Bahari' adli reform hareketinin en önemli aktörlerinden biri olarak Kundera, Üniversitedeki docentligini kayb etti ve onun tüm kitablari umumi kütüphanelerden tamamiyle kaldirildi. 'Prag Bahari' hareketine angajmani dolayisiyla kendisine yayin yasagi getirildi. Ikinci romani 1973'te Paris'te yayinlandi. Fransa'da Bretagne bölgesindeki Rennes Üniversitesinde ögretim görevlisi olarak calismak üzere müracaat etti. 'Gülme ve Unutmanin Kitabi' adli romani yüzünden 1979'da Cekoslovakya yönetimi tarafindna vatandasliktan ihrac edildi. Bundan sonraki romanlari artik Sovyet hakimiyeti altindaki topraklarda yayinlanamazdi.1981 yilindan beri Fransiz vatandasi...
    1986'da Fransizca yazilmis ilk denemesi „L'Art du Roman“ (roman sanati) adiyla yayinlandi. Fransa'da yazilmis ilk romani 'Ölümsüzlük' 1990'da yayinlandi. Rennes Üniversitesi dilbilimleri bölümünde 1978'den beri devam eden uzun ögretim görevliligi sürecinden sonra 1991'den beri de Paris'in ünlü Gallimard Yayinlarinin Lektörler birligi üyesidir.
    Karisi Vera Hrabankova ile birlikte Paris'te yasamaktadir.
    Kitablari Fransizca, Almanca ve Ispanyolca baskilari bizzat kendi kontrolü altinda yayinlanmaktadir..

    Bildigim kadariyla Türkceye de cevrilmis bir cok kitabi var...

  • risale

    05.10.2003 - 21:31

    Kitablarin bölümleri...

  • medeni insan

    05.10.2003 - 21:30

    Sehirli insn..
    Kalabalik sehir yasaminin tikirinda ve hirsiz yürüyebilmesi icin, bir birlerinin haklarina, kanunlarin kapsama alaninin disinda kalan ara bölmelerde de digerlerinin haklarina saygili olmayi bilen insanlara ihtiyac vardir.. Bu ihtiyac sehir kültürünü dogurur... Bu sehir kültüründen haberdar olan adam demek oluyor bu medeni insan..
    Medeni kelimesi de arapcada sehir manasina gelen Medine'den türeme...

  • porsche

    05.10.2003 - 21:26

    Hiz meraklilari icin iyi. Iki koltuklu oldugundan köroglu-ayvaz takilan bireyci hedonist ciftler icin ideal... fiyakali sayilabilecek sürat arabasi.
    spor araba diye biliniyor...
    Stuttgart'ta fabrikasi var...

  • teenager

    05.10.2003 - 21:21

    Ingilizcede 13'ten itibaren 19'a kadar olan rakamlarin sonu -teen ile biter... Ergenlik ve az sonrasindaki huysuzluklar, hayata farkli yönelimler ve acilimlar kazandirma istegi ile dolu, kipir, yerinde duramayan, aklina eseni denemeye kalkan durulmamis genclik caglarini ifade icin 13-19 yasa arasi gencligi icin teenager kelimesi kullaniliyor..
    ben bunu eskiden tee nager diye düsünüyor ve tee cay da ha bu nager noluyo diye arastirmaya dalmis idim. Bu yastakiler de aksilik caydan pek anlamazlar. cola, cips, snickers, pommes gibi ivir zivirla ögün gecistirme meraklisidir... Acaba caydan anlamayan nesle asina degiliz manasina bir sey mi aceb derken...birisi diyiverdi isin aslinin teen (age) r oldugunu...
    aydinlanma iyi bir sey...

  • ali desidero

    04.10.2003 - 15:06

    insanın dinlemekten asla sıkılmayacağı, eğlence fışkıran mfö şarkısı..
    sözleri de şöyleydi sanırım

    arkadaşları ali derler ali oturur bizim kahvede
    yakmış abayı bir dilbere nefaset bişi fidan boylu
    bizim ali pişpirik oynar mfö dinler maç seyreder
    dedim ki abayı yakmış kıza bundan haberi yok kızın ama
    aliiii ali desidero

    kız cok güzel latif şirin hem kitap kurdu hem bir ahu
    venüs mü desem afrodit mi eli yüzü düzgün bir içim su
    elbetteki feminist bir kız metafiziğe de inanmakta
    bir kusuru var yalnız kızın biraz entel takılmakta
    optimis hem de pesimis biraz idealizmi de savunmakta
    ali desidero aliii ali desidero

    teoride desen zehir gibi pratik dersen sallamakta
    bazen ben humanistim diyor bazen rasyonalist oluyor
    değişik bir psikoloji bir felsefe idiotloji-idiot idiot idiotloji

    bizim ali kahveden aynen kız oradan gelip gecirken
    gözüne kestirip kafasına takıyor
    bu benim diyor dokunanı yakarım
    ne yapmalı ne etmeli bir oyunbazlık bir şeytanlık
    kıza dalavere mi cevirmeli bu beraberlik nasıl olacak
    ikisi de ayrı telden calıyor
    centilmencee mi yaklaşmalı familyasıyla mı tanışmalı bir bilene mi danışmalı
    bu kız sanki bir buzdolabı
    aliii ali desidero

    ali kahvede oturup duruyor kızın gecmesini bekliyor
    hatun kişi görününce köşeden mfö başlıyor aynen kasetten
    alii ali desidero
    matmazel mfö yü duyar duymaz bir an kendinden geciyor
    ha bayıldı bayılacak derken ali kızın elinden tutuyor
    ali kız bir klark çekiyorkahvedikiler ınının diyor
    ınının ınının ınının ınınının ınının ınınııınııın
    aliii ali desidero

    kız pardon diyor başım döndü mfö yakar gönlümü
    rica ederim gelebilir her genc kızın başına yardım edeyim size istersiniz
    evinize götüreyim icabında
    ay nasıl oluur ben sizi hiç tanımıyor ama
    hem konu komşu ne der sonra merci gideirm tek başıma
    olur mu ne önemi var diyor oğlan
    yürüyelim işte ne çıkar bundan hem sizinle de tanışmışız oluruz
    hem konuşuruz şurdan burdan

    ne kibar cocuk diyor kız içinden hem samimi hem vefalı yani
    bir imtihan cekeyim şuna diyor serseri mi yoksa bir dahi mi
    diyor felsefeyi sever misin ali diyor biz hep dönerciyiz
    luther diyor kız, machiavelli
    şampiyon biziz diyor ali attığımız gollerden belli.
    aliii ali desidero

    kız anlıyor ki dünyalar ayrı ali'ye kibarca bir bye bye
    ali diyor hay hayyy
    gözü parlıyor aniden kızın, şeytan tüyü var bu hınzırın
    ali anlıyor ki doğru yolda hazırım diyor buluşmaya
    kız diyor ki bu işler narin bugün olmaz ali belki yarıııınn...
    ali desidero aliiii ali desidero
    (zvezda,18.11.2002 18:16 ~ 20.11.2002 22:21)

    kaynak:
    http://sozluk.sourtimes.org/show.asp? t=ali+desidero

  • ali desidero

    04.10.2003 - 15:04

    alttaki yazinin araklandigi site:
    http://www.medyakronik.com/hays_ars/baskamedya/bsk_komnst.html

  • ali desidero

    04.10.2003 - 15:04

    1980'lerden itibaren hem görmemiş hem sonradan görme hem gözü dönmüş tuhaf bir kapitalizm ortamına kavuştuk ya; bu ortamın en renkli ve özgün unsuru, şüphesiz, önce Tempra ile başlayan, Doğu Bloku ülkelerinden birinde rakip mafya kurşunlarına kurban gitmemişse, 'hayalî'den' içeri düşmemişse, otel işinden batmamışsa bilahare cipe terfi eden, Anadolu kaplanlarının lumpen versiyonunu temsilen büyük şehir eğlence yerlerini istilâ eden o takım elbiseli, hırçın 'yükselen sınıf'tı. Toplumumuzda zaten sıkı bir altyapısı bulunan lumpen ağzı, âdetâ bir tür 'beyaz lumpenlik' yarattıysa, bu süreçte bu kesimin hakkını teslim etmek gerekir.

    Büyükşehir gençliği 'hoopp! Şşş! Allooo! 'ları pek sevdi. Hayatında kavga etmemiş insanların 'üzerim, çizerim' diye konuşmaktan pek hoşlanacağını elbette önce reklamcılar sezdi. Ali Desidero çıktı ortaya. O da önce daha sevimliydi, sonra 'Burası Türkiye, yok öyle! 'ye geçildi.

    Medyanın 'yardımcı oyuncuları', büyük grupların esas oğlanları değil de ikinci, ucuz gazeteleri, lumpen ağzının çeşitlemelerini geliştirmek için yarışır oldular.

    Sonunda ortaya ilginç bir karışım çıktı: Mesnetsiz bir dayılık tonuyla yine mesnetsiz bir kendine güveni yandan veya arkadan dolanan ifade tarzları ile birleştiren, söyleyene bir tad bir koku ve hattâ bir doku atfetmemize yolaçan, ilk göze çarpan özelliği 'iddialılık' olan bir söylem.

    Beşiktaş'ta bir manavın, sandıkların üzerine şöyle bir levha astığını gördüğümde bu işin buralara varacağını hissetmiştim: 'Elmanın iyisini biz satarız! ' Adam aynı şekilde bağırıyordu da. Dünya reklamcılığının arkasına yaslanıp kendini kutlayabileceği andı bu. Artık bu piyasada iş yapabilmek için kendini nasıl ifade etmeye mecbur olduğunu Beşiktaş'taki manava anlatmayı başarmışlardı. Söylemin dışında kalan, muhatap alınmayabilirdi.

    Evet, Beşiktaş'taki manavdan Komünist gazetesine... Ali Desidero'yu da unutmadan.

    Burası Türkiye, işte böyle!

  • jön

    04.10.2003 - 14:59

    memleketimizde de yine mebzul mikdarda mevcut olan 'Con Aamat'lar (yazilisi:Jön Ahmet) da bu trendin kirsal kesimimize uyarlanmis hali oluyor...

  • jön

    04.10.2003 - 14:58

    Amerikan yüzyili, dünya üzerinde tüm kurum ve kuruluslariyla tam yerlesmeden önce, bir önceki devreye damgasini vuran Fransiz degerlerinin, mesafeli, civikliga meyli az estetik anlayisinin, bu gün Avrupalilarin da (bir hafta der spiegelin kapak konusu olmustu) aradigi eski degerlerin bicimlendirdigi delikanli...
    Karizmatiktir...
    Güney Fransa sahillerinde dolasirken, rüzgardan pacalari savrulan haşemanin (ben hasema kullandigim icin) ucunun mutlaka bir kac prense carpacagi kadar fazla miktdarda (mebzul mikdar diyo eskiler) soylu ve prens barindiran Avrupanin bundan bir 40 küsur yil önceki asil delikanlilari...
    Briyantinli saclari...
    gömleginin yakalari kolali...
    vs...

    ben en azindan böyle biliyorum...

  • zampara

    04.10.2003 - 14:49

    'Fikrin ne fahisesi oldum ne zamaparasi,
    Bilemem kac lirafir bir fikrin hava parasi'
    diye bir beyti vardi necip fazil'in....
    alakayi dereotu...

  • zampara

    04.10.2003 - 14:47

    hayatinin gayesi karsi cinsden en fazla mikdarda yararlanip marjinal faydayi mümkün olan en üst düzeyde tutmak icin cabalayan girisimci...
    Hayatta basarinin ölcüsü, tatminin ve mutlulugunun ölcüsü ayarttigi hatun sayisi ile dogru orantilidir....
    böyel birisi iste...

  • fahişe

    04.10.2003 - 02:26

    Maisetini, cinsel organinin kullanim hakkini bir kac postaligina satan, baskalarini keyiflendirmenin karsiliginda ücretini alan, kendisini korumak, kollamak ve pazarlamak icin anlastigi veya eline mahkum oldugu pezevenk tabir edilen aracilara bir kisim meblagi da komisyon olarak birakmak zorunda kalan serbest meslek sahibi.. Nam-i diger ağır işçi...
    Erkek versiyonlarina jigolo deniyor...

  • remz

    04.10.2003 - 01:40

    sembol

  • kallavi

    04.10.2003 - 01:35

    sapina kadar derby

    Ali desidero

  • beraet

    04.10.2003 - 01:21

    berat kandili diye de girmislerdi daha önce bu kelimeyi...

  • aşilin topuğu

    04.10.2003 - 01:18

    Yine bu adamin isminden olsa gerek, ayak kaslarinin topukla birlestigi yere de asil tendon diyorlar...
    Futbolcularda bazen duyuyoruz asil tendonundan sakatlanmis diye...

  • aşilin topuğu

    04.10.2003 - 01:17

    Achilles isimli bir mitoloji kahramani ile ilgisi vardi bu lafin.
    Yenilmez ve ölümsüz biriis olarak bilinen bu adamin topuguna ok mu degiyor yoksa kilic mi kesiyor, bisiiler oluyordu ve adam öbür tarafa biletini okeyletmis oluyordu bu bu darbe ile...
    O adamin ölümüne sebeb olan en zayif nokta burasi oldugu icin, her seyin en zayif noktasini ifade etmek icin asilin topugu tabiri kullanilir..

  • dul

    04.10.2003 - 01:08

    Kocasi ölmüs veya kocasindan bosanmis kadin...

  • dede efendi

    04.10.2003 - 01:06

    9 Ocak 1778'de İstanbul'da doğdu,29 Kasım 1846'de Mekke yakınlarında Minâ'da öldü. Babası geçimini hamam işletmeciliğiyle sağladığı için, İsmail Efendi, Hammâmîzade adıyla tanınmıştır. Ancak günümüzde çoğu zaman Dede Efendi diye anılır.

    İlköğrenimini yaptığı okulda, sesinin güzelliği dolayısıyla ilahicibaşı olmuştu. Müzikle uğraşan ve evinde meraklılara ders veren Anadolu Kesedarı Uncuzade Mehmed Efendi okuldaki bir tören sırasında ilahi okuyuşunu dinledikten sonra hemen öğrencileri arasına aldı. İsmail, ilkokuldan sonra, yedi yıl hem Uncuzade'nin derslerine devam etti, hem de öğretmeninin yardımıyla girdiği Defterdarlık Muhasebe Kalemi'nde çalıştı. Bir yandan da köklü bir müzik geleneği olan Mevlevilik'in o yıllardaki en güçlü çevrelerinden Yenikapı Mevlevihanesi'nde zamanın değerli müzik ustası Şeyh Ali Nutkî Dede'nin derslerini izlemeye başladı. Şeyhin kardeşi olan müzik kuramcısı Abdülbâki Nâsır Dede'den de yararlandı. Ney üflemeyi ondan öğrendiği söylenir.

    1798'de Muhasebe Kalemi'ndeki görevinden ayrılarak tekkede çileye girmeye karar verdi. Çilesi sırasında bestelediği, 'Zülfündedir benim baht-ı siyahım' dizesiyle başlayan buselik şarkı, İstanbul'un müzikle ilgili çevrelerinde bestecisinin adı üstünde büyük merak uyandırdı. Ünü kısa sürede bütün kente yayılan şarkı sarayda da okundu. Kendisi de besteci olan III. Selim, şarkının çile doldurmakta olan genç bir Mevlevi dervişi tarafından bestelendiğini öğrenince, onu saraya çağırtarak yapıtı bir kez de kendisinden dinledi ve onu hemen saray hanendeleri arasına almak istedi. Padişahın sürekli ilgilenmesinin etkisiyle, üç yıllık çilesinin son yılı Nutkî Dede tarafından bağışlandı.

    1799'da çilesini doldurunca Dede unvanını aldı. Yenikapı'da hücrenişîn (hücre sahibi) olduktan sonra, özellikle ayin günleri, hücresi ondan yararlanmak isteyen müzik meraklılarının uğrağı oldu. Bu sıralarda bestelediği en güçlü eserlerinden Hicaz Nakış büyük yankı uyandırdı. Yeniden saraya çağrıldı, bundan sonra haftada iki gün, padişah huzurunda düzenlenen küme fasıllarına hanende olarak katılmaya başladı.1802'de saraydan bir kadınla evlendi.

    1804'te büyük saygı ve sevgiyle bağlandığı öğretmeni Ali Nutkî Dede'yi, bir yıl sonra üç yaşındaki oğlunu,1808'de annesini,1810'da ikinci oğlunu yitirdi. Bayatî makamındaki, 'Bir gonca femin yâresi vardır ciğerimde' dizesiyle başlayan bestesi büyük oğlunun ölümünden duyduğu acıyı dile getirir. Türk müziğinde ilk kez kişisel bir konunun işlendiği bu mersiye, Tanzimat öncesinin kişiselliğe ve duygusallığa açılma eğilimi içinde gözlenen kendine özgü romantik bir duyarlığın müziğe yansıması sayılabilir.

    İsmail Dede, sanatını geliştirmesine yardımcı olan III. Selim'in 1808'de tahttan indirilerek öldürülmesini izleyen IV. Mustafa'nın bir yıllık padişahlığı sırasında müzik toplantılarına son verildiği için saraydan uzaklaştı. II. Mahmud'un siyasal karışıklığı gidermesinden sonra yeniden saraya alındı. Önce musâhib-i şehriyârî, sonra sermüezzin olduğu bu yıllar, sanat yaşamının en parlak, en verimli dönemi oldu.

    İsmail Dede, Abdülmecid zamanında da sarayda ki yerini korudu.1839'da bestelediği Ferahfeza Ayin'nden sonra bestecilik yaşamında görece bir durgunluk göze çarpar. Kendi sözleri, davranışları göz önüne alınırsa, Abdülmecid sarayını çok yadırgamıştır. Saraydaki havanın birdenbire 'alafrangalaşması', Batı müziği zevkiyle yetişen yeni padişah zamanında Türk müziğinin, saraydaki varlığını eskisinden farklı olarak ancak resmi bir ilgiyle sürdürür hale gelmesi, Dede'nin bu çevreden uzaklaşmasına yol açtı. Öğrencileri Mutafzade Ahmed ve Dellâlzade İsmail Efendi ile birlikte padişahtan izin isteyip Hac'a gitmeye karar verdi. Hicaz'da hacı olduktan sonra yakalandığı kolera nedeniyle öldü. Mezarı Mekke'dedir.

    İsmail Dede, Osmanlı tarihinin en bunalımlı dönemlerinden birinde yaşadı. Bir uygarlık ve kültür değişimi üzerinde daha da hızlanan bir toplumsal çöküş ortamında yetişti. Yenilik hareketlerinin yarattığı tepkilerdin doğan kanlı olayları gördü. III. Selim döneminin sınırlı Batılılaşma eğilimlerini, II. Mahmud döneminin hem Doğu'ya hem de Batı'ya yönelişlerini, Abdülmecid'in toplu bir yenileşmeyi öngören Batıcılığını izledi. Kabakçı Mustafa Ayaklanması, III. Selim'in öldürülmesi, Alemdar olayı, Yeniçeri Ocağı'nın kaldırılması, Mehterhane'nin yerine kurulan Muzika-yı Hümayûn ile ilk resmi Batı müziği öğreniminin başlaması, Tanzimat Fermanı, yaşadığı yılların önemli olaylarıdır. Yaşama biçiminde, kültür ve sanatta görülen 'yeni' ile 'eski' 'geleneksel' ile 'yabancı' arasındaki çatışmaya bu değişme süreci yol açmıştır. Bunu izleyen iki yüzyılda Türkiye'nin müzik dünyasında baş gösteren ikilik, daha Dede'nin yaşadığı yıllarda bile büyük gerginlik yaratmıştı. Dönemin bu çelişkileri, huzursuzlukları onun müziğini etkilemiştir.

    İsmail Dede hem Mevlevi gelenekleri içinde yetişmişti, hem de bir saray adamıydı. Sanatı, Yenikapı Mevlevihanesi'nde ve sarayda bulduğu canlı müzik ortamı içinde gelişip olgunlaşmıştı. Öte yandan, bir kentli, İstanbullu bir halk adamı olarak İstanbul halkının eğlencelerine eşlik eden hafif müziğe de değer vermişti. Rumeli türkülerini, serhad havalarını öğrenmişti. Bestelediği köçekler, türküler, hafif şarkılar, saraydan çok, kentli halka seslenir. Birçoğu geniş bir dinleyici kesimine ulaşan parçalarıyla bir 'kent müziği' yaratmıştır. Ancak, halk müziğine duyduğu ilgi yalnızca hafif parçalarda görülmez. Pek çok bestecide, halk müzik motiflerini birkaç form içinde yansıtmakla sınırlı kalan halk zevki, onun sanatının tümüne özgü bir nitelik olarak ortaya çıkar. Din dışı büyük formlardaki çeşitli yapıtların yanı sıra, Mevlevi ayinlerinde de halk ezgisi üslubuyla bestelenmiş bölümler vardır.

    Müziğin her türüne açık tutumunun bir ürünü olarak yapıtları, Türk müziğinin her düzeyde o güne kadar ki gelişiminin geniş ve yetkin bir özetidir. Itrî'den sonra gelen besteciler arasında hiçbirinin sanatı Dede'nin ki ölçüsünde toplayıcı değildir. O, gitgide gelişen teknik ustalığıyla Klasik üslubun bütün inceliklerini yansıtmıştır. Genel olarak Klasik üsluba bağlı kalmış olmakla birlikte, çağdaşlarında bulunmayan bir yenilik çabası da görülür. Sanatının ayrı bir yönü olan bu özellik, Klasik üslubu içerden değiştirmek isteyen bir anlayışın ürünüdür. Gerçi bu yenilik arayışı onunla başlamış değildir, daha öncekilerde de aynı doğrultuda bir çaba görülür; ama bu arayış Dede'de en ileri noktasına ulaşır.

    Yenilikleri, öncelikle melodi yapısında görülür. Dinsel ve din dışı müzik onda bir bütündür. Her iki türe özgü melodi çizgileri birçok yapıtında aynı cümle içinde birleşir. Müziğinin en etkili yanı, bu dengenin kuruluşundaki ustalıktan kaynaklanır. Türk müziğinde bir bestecinin kişiliğini, üslubunu ayırt etmekte en geçerli ölçütlerden biri sayılabilecek modülasyon (geçki) sanatında kendi tekniğinin ürünü olan büyük bir ustalık gösterir. Bu alandaki en önemli niteliği kalıplaşmış modülasyon yollarından kaçınmasıdır. İki makam arasındaki ortak sesleri bulmak için giriştiği hazırlığı dinleyiciye farkettirmeden, son derece şaşırtıcı, ama doğal bir biçimde makam değiştirir.

    Bestelerinde daha önce hiç uygulanmamış modülasyon örneklerinin sayısı az değildir. Bu makam çeşitliliğinin sağladığı hareketlilik içinde, melodilerindeki akışın yükseliş ve alçalışları müziğine kendiliğinden nüanslanmış bir anlatım kazandırır. Usullerin kullanımı ile güftenin usule uydurulmasına ilişkin yenilikleri de çarpıcıdır. Yerleşik kalıpları zorlayan bu tür yenilikleri yapıtlarına zenginlik katar. Yenilikçi yanı, duyarlık bakımından, Romantizme açık bir özellik gösterir. Klasik üslubun kişisel duyguya yer vermeyen mesafeli tavrından sıyrılma eğilimi, melodi çizgilerinde dile gelen Romantiklere özgü geçmişe özlem duygusu, halk zevkine yaklaşma çabası hep bu tür özelliklerdendir.

    Yenilikçiliğin bir başka yönü, Batı müziğiyle olan ilişkisindedir. Muzika-yı Hümayûn'un kuruluşuyla saraya giren İtalyan müziğini dinleme olanağı bulmuştur. Kulak gücüyle kavramaya çalıştığı Batı müziğinin etkisi bazı yapıtlarında, özellikle Rast Kâr-ı Nev'de -vals ritmini gelenekte bulunan üç zamanlı semai ölçüsüyle verdiği- 'Yine bir gülnihal..' şarkısında açıkça olduğu görülür. Batı'nın çok sesliliğiyle ilgilenmemiş olduğu halde, bu müziğin melodi yapısını özümlemiş olması nedeniyle bu tür parçaları armonize edilebilir.

    Dede'nin sanatına çeşitli düzeylerde bakıldığında, birçok farklı öğeyi doğal bir uyum içinde kaynaştırdığı görülür. Yaşadığı dönemin karşıt yönlerinin onun sanatında bir uzlaşmaya vardığı söylenebilir. Müziği hem dünyasal, hem de dinsel ve mistiktir. Geleneklere bağlı olduğu ölçüde onları geliştiricidir de. Seçkinlere seslenirken halktan uzağa düşmez. Eski ile yeniyi yadırgamadan kaynaştırır. Sanatının özü, bu ikiliklerin uyumundadır. Yüz elli yıldan sonra da geniş bir dinleyici kesiminin duyarlığına seslenebilmesi, sadece sanat gücünün değil, aynı zamanda, eski zevki yeni zevke bağlayan bir köprü rolünü oynamış olmasının bir sonucudur. Bu niteliğiyle, Türk müziği tarihi açısından da büyük önem taşır.

    İsmail Dede gelenek içinde bireysel bir sese ulaşabilmiş bestecilerin başında yer alır. Bu yüzden üslubu 'Dede Efendi tavrı' diye nitelendirilir. Klasik üsluba bağlı kendisinden sonraki bütün bestecileri etkilemiştir. Çeşitli kaynaklarda onun benzersiz bir naathan olduğuna değinilir. Bir hanende olarak da, Türk müziğinin kendisine ulaşan bütün ürünlerini öğrenmiştir. Öğrendiklerini öğrencilerine öğretmiş, onların öğrencileri de bunların önemli bir bölümünü notaya almışlardır. Böylece İsmail Dede klasik yapıtlar repertuarının bugüne ulaşmasında en eski kaynaklardan biri olmuştur. Ayrıca sultanîyegâh, neveser, sabâbuselik, hicazbuselik, arabankürdî makamlarını da o düzenlemiştir.

    Dede Efendi'nin hemen hemen her formda bestesi vardır. En güçlü yapıtarı sayılan Mevlevi ayinleri, müziğinin gelişimini ve niteliklerini daha belirgin biçimde yansıtması açısından da önemlidir. Her yapıtında sanatının ayrı bir özelliğiyle ortaya çıkar. Başka bestecilerinki gibi onun da pek çok yapıtı kaybolmuş ya da unutulmuşsa da, iki yüz yetmişten çok yapıtı aslına uygun bir biçimde günümüze ulaşmıştır. Bu onu klasik repertuarda en çok yapıtın bulunan besteci durumuna getirmiştir.

    YAPITLAR (başlıca) : Ayin'ler, sabâ, nevâ, bestenigâr, sabâbuselik, hüzzam, ısfahan (kayıp) , ferahfeza makamlarında; Takım'lar, sultanîyegâh, arazbar, bestenîgâr, nevâ, ırak, sabâbeselik, hicazbuselik, hisarbuselik, evcbuselik, rast-ı cedid, ferahfeza makamlarında; Takım'lar (Kömürcüzade Mehmed Efendi ile) neveser, pesendide, şevkefza makamlarında; Buselik Takım (Dellâlzade İsmail Efendi ile): Ferahnâk Takım (Şakir Ağa ile): Mâhûr Takım (Eyyubî Mehmed Bey ile): Rast Kâr-ı Natık, Rast Kâr-ı Nev; 70'e yakın Peşrev; k-âr, beste, ağır semai, yürük semai, şarkı, durak, tevşih, ilahi formlarında yapıtlar.

    Dede Efendi'nin Tanınmış Eserleri

    Bestenigâr Şarkı
    (Usûlü: Curcuna)
    Güfte: İsmâil Dede

    Ben seni sevdim seveli kaynayıp coştum
    Aklımı yağmâya verip fikrimi şaştım
    Mecnûn'a şimdi eş - olup dağlara düştüm
    Sor güle bülbüle ne çeker hârın elinden
    Bir dahi gül koklamayım yârin elinden

    Ben seni sevdim seveli döndüm deliye
    Huyunu benzettim hele hûrî meleğe
    Gönlümü vermişim sana almam geriye
    Sor güle bülbüle ne çeker hârın elinden
    Bir dahi gül koklamayım yârin elinden

    Beyâti şarkı
    (Usûlü: Yürük Aksak)

    Karşıdan yâr güle güle
    Yârim geldi, cânım geldi
    Servi gibi salınarak
    Yârim geldi, cânım geldi

    Elindeki deste güle
    Bakıyordu güle güle
    Müjdeler olsun bülbüle
    Yârim geldi, cânım geldi

    Gülizâr Köçekçe
    (Usûlü: Yürük Aksak)
    Bi-vefâ bir çeşm-i bî-dâd
    Ne yamân - ağlattı beni
    Ben sînemi nişân diktim
    Gamzesiyle vurdu beni

    Ben o yâre ne söyledim
    Aşkın deryâsın boyladım
    çhâr attım, şeş oynadım
    Yine felek yaktı beni

    Ağlattım aşkın gülüne
    Dolaştı zülfü teline
    Düşürdü dellâl eline
    Hem aldı, hem sattı beni

    Gülizâr Köçekçe
    (Usülü: Yürük Aksak)
    Nâzlı nâzlı sekip gider
    Ne güzel ceylân, ne şîrîn ceylân
    Dönüp dönüp bakar gider o güzelim ceylân
    Aldatır aldanmaz
    Serkeş olmuş ava gelmez
    O güzel ceylân, o şîrîn ceylân

    Gelir yazın gider güzün
    Avcısına eder nâzın
    Sürmelenmiş elâ gözün
    Aldatır aldanmaz
    Serkeş olmuş ava gelmez
    O güzel ceylân, o şîrîn ceylân

    Hicâz Köçekçe
    (Usûlü: Yürük Aksak)
    Bahârın zamânı geldi (a cânım)
    Yavru ceylân gel gidelim
    Yollarımız yeşillendi
    Ceylân, ceylân, yavru ceylân (gel gidelim)

    Kolların boynuma uzat
    Zülfünün tellerin düzelt
    Avcıların yolun göze
    Ceylân, ceylân, yavru ceylân (gel gidelim)

    Hüzzâm şarkı
    (Usûlü: Yürük Aksak)
    Ey gül-î bâğ-î edâ
    Sana oldum mübtelâ
    Gel bana eyle vefâ
    Sana oldum mübtelâ
    Sevdiğim saydığım
    Sana oldum mübtelâ

    âman-ey nevres-fidân
    Yandı cânım, el-amân
    Bu sözüme gel, inan
    Sana oldum mübtelâ
    Sevdiğim saydığım
    Sana oldum mübtelâ

    Râst şarkı
    (Usûlü: Yürük Semai)
    Güfte: ısmail Dede
    Yüzündür cihânı münevver - eden
    Fedâdır yoluna bu cân-ü ten
    Senin - çün yandığım nedendir neden
    Senden midir, benden midir
    Dilden midir, bilmem âh

    Niçin kıyarsın acep bu dostuna
    Kapıldım elâ gözlerin mestine
    Mâilim ol gonca - gülün hüsnüne
    Senden midir, benden midir
    Dilden midir, bilmem âh

    Firâkınla benim sinem dağlıyor
    Bu gönül sinemde yâre bağlıyor
    Nedendir bu, iki çeşmi, ağlıyor
    Senden midir, benden midir
    Dilden midir, bilmem âh

    Rast şarkı
    (Usûlü: Semai)
    Yine bir gül-nihâl aldı bu gönlümü
    Sîm-ten, gonca-fem, bî-bedel ol güzel
    âteşin ruhleri yaktı bu gönlümü
    Pür-edâ, pür-cefâ, pek küçük, pek güzel

    Görmedim kimsede böyle dil - rübâ
    Böyle kaş, böyle göz, böyle el, böyle yüz
    â'şıkın bağrını üzmeğe göz süzer
    El-amân, el-amân, her zamân ol güzel

    şehnâz şarkı
    (Usûlü: Ağır Düyek)
    Sana ey cânımın câni efendim
    Kırıldım küsdüm, incindim gücendim
    Benim nevreste-î bâğ-î bülendim
    Kırıldım küsdüm, incindim gücendim

    Nic'oldu şimdi evvelki muhabbet
    Sana düşmez kulundan böyle vahşet
    Be zâlim sende yok mu hiç mürüvvet
    Kırıldım küsdüm, incindim gücendim

    Derûnum ney gibi her dem delersin
    Gözümün yaşına hande edersin
    Gözüm önünde yâd-eller seversin
    Kırıldım küsdüm, incindim gücendim

    Uzzâl şarkı
    (Usûlü: Yürük Aksak)
    Bu karşıki dağda bir yeşil çadır
    çadırın içinde bir civân yatar
    O civân bilmiyor hiç gönül hatır
    Leylâ'nın aşkına dağlar mekânım
    Sevdâ ne müşkil, âh yanar ağlarım

    Turuncun yaprağı al değil yeşil
    Sıva kollarını boynumdan-aşır
    ısminin andıkça dilim dolaşır
    Leylâ'nın aşkına dağlar mekânım
    Sevdâ ne müşkil, âh yanar ağlarım

    Karşıda yananı fener mi sandın
    Salınıp gezeni yârin mi sandın
    Bu güzellik sende kalır mı sandın
    Leylâ'nın aşkına dağlar mekânım
    Sevdâ ne müşkil, âh yanar ağlarım

    Kültür Bakanlığı sitesinden alınmıştır. www.kultur.gov.tr

  • dede efendi

    04.10.2003 - 01:04

    Son Klasik Dönem 1700-1880 yillarini kapsar. Kaliplara bagli büyük formlu eserler yerine, yapisinda lirizm unsuru tasiyan sarki formunda eserler üzerinde de çalismalar baslamistir.

    Devrin en belirgin kisisi Dede Efendi'dir. En tantanali formlardan, okul sarkilarina kadar herkese hitab eden eserler vermis, devrinin öncüsü olmustur.Dönemin son bestecisi Zekai Dede'den sonra Klasik Ekol geriledi ve biraz da unutuldu.

    Kaynak:
    www.tu-darmstadt.de/hg/tak/tak-arsiv/tak-arsiv95/tkm.html

Toplam 803 mesaj bulundu