Filiz Özdemir Adlı Üyenin Nedir Yazıları - An ...

  • mektup

    28.03.2005 - 00:30

    Tarihte ilk mektubu kimin kime yazdığını bilmek isterdim doğrusu. Eski medeniyetlerin mektup ve haberleşme sistemleri hakkında bilgiler maalesef pek azdır. Belki yazı icad edildikten kısa bir müddet sonra mektup da icad edilmiştir. Rivayetler Eski Mısır'da posta servisi olduğunu söyler. Heredot ise, Keyhusrev'in İskitlerle yaptığı savaşta (M. Ö. 500) posta hizmetinin kullanıldığını yazar. Hz. Peygamber'in komşu devletlere gönderdiği dîne davet mektuplarından bir kısmı hâlâ müzelerdedir. Ayrıca O'nun devlet, kavim, kabile ve kişilere hitaben yazdırdığı 23 mektup bilinmektedir.

    Osmanlı'da mektup, Sultan II. Mahmud'a gelesiye dek yalnızca devlet haberleşmesinde kullanıldı. II. Mahmud 1838 yılında bir ferman çıkararak, İstanbul ile diğer merkezî şehirler arasında sivil posta hizmeti kurulmasını ve ücreti mukabilinde, gizlilik ilkesine uyularak mektupların taşınmasını, reaya ve yabancılar ile müslümanlar arasında da bir ayrım gözetilmemesini emreder. Bir yıl sonra Tanzimat ilân edilince de posta işleri kamu hizmetleri grubuna dâhil edilir. Ertesi yıl Yenicâmi avlusunda bir posta idaresi (bugünkü Büyük Postahane) kurulmuştur. Daha sonra Musul, Sivas, Diyarbakır gibi merkezî yerlere postahâneler açılır. İşte o gün bu gündür mektup müvezziliği, çeşitli gelişmeler göstermiş ve bugün modern usûllerle mektuplarımız şehrin bir semtinden bir semtine 15-20 gün gibi kısa (!) bir sürede ulaşabilir olmuştur.

    Şu telefon ve faks denen âletler icâd edileli dünyada mektup geleneği neredeyse kayboldu. Oysa bir dönemlerde mektup taşıyıcılığını resmî surette iş ve görev edinen insanlar varmış. Faaliyetlerini sürdüren bu kişilere tatar denirdi. Tatarlar bir ocak itibâr edilir (Ocak tatarları) ve husûsî posta işlerini yürütürlerdi. Ulak da denilen bu tatarlar, serî hareketli ve hızlı yürüyüşlü kişilerden seçilirmiş. Önceleri Tatar boyundan kişilerce ifâ edildiğinde bu adla anılmışlardır. Bunların kendilerin has kalpak ve elbiseleri vardı ve bu kıyafet başkalarınca kullanılmazdı. Evliya Çelebi Van'dan İstanbul'a 13 günde mektup getirdiğini kendisi yazar. Amiral Slade de İstanbul'dan Bağdat'a kadar olan mesafeyi (2.300 km.) 14 günde alan bir tatarın rekorunu 9 güne indiren ve görevini ifâdan 2 saat sonra dayanamayıp ölen başka bir tatardan bahseder. Durmadan, dinlenmeden at sırtında günlerce yol alan tatarlar, dilimize de bazı kelimeler hediye etmiştir. Tatar ağası, tatar dolaması, tatar kalpağı, tatar oku bunlardandır. Bugün hâlâ yarı pişmiş etler için 'tatarî' kelimesi kullanılır. Herhalde posta tatarlarının acele etmelerinden dolayı, onlar için alelacele pişirilen yarı çiğ etlerden kinaye olmalıdır. Nâbî'nin bir beytinde bu kelimeyi görürüz:

    Tatarlar eski toplumumuzun önemli görevlerinden birini yürütmekle sosyal ve kültürel hayatın da içinde yer almışlardır. Zaman zaman Divân şiirinde adlarının anılması da bunun sonucudur. Meselâ Sürûrî, tatarların çok hızlı iş gördüğünü, durup dinlenmeye vakitleri olmadığını,

    Eskiden okuma yazma bilen insanlar parmakla gösterilir derecede az imiş. Bu demektir ki mektup; öyle hercai ve harc-ı âlem bir şey değil, çok önemli bir yazı, bir nâmedir. Bizce mektup o zamanlarda edebî bir mahsûl de sayılmıyordu ve ancak önemli kişiler, yine önemli gördükleri hususlarda mektuba başvuruyorlardı. Zira mektuplaşmak pahalı bir lüks idi. Yalnızca devlet işlerinde ve mecbur kalındığında yazılır gönderilirdi.

    O zamanların mektupları resmî ve özel diye tasnif edilebilir. Ancak ulaklar, yani tatarlar, hem resmî, hem de özel mektupları taşırlardı. Keza yolcuların da gayr-î resmî olarak özel mektupları taşıdığı bir vakıadır. Ediplerin, meşâyıhın, âlimlerin vb. bu tür özel mektupları belli bir sürede yerine ulaşmak kaydını taşımazsa da en erken zamanda ulaşması elbette matlubudur. İşte bunun için eskiler 'Bedûh' usûlüne başvururlar. Bedûh, bugünün APS yahut, taahhütlü mektubu gibidir.

    Bedûh, bir rivayete göre Allah'ın isimlerden biridir. 'En güç işleri en kısa zamanda yapan' demektir. Bir başka rivayette ise 'mektupları yerine ulaştırmakla yükümlü meleğin adı'dır. İşte bunun için eskiler mektup zarflarının yahut mahfazalarının üzerine 'Ya Bedûh', 'Bedûh' gibi kelimeler, yahut bunun ebced hesabında mukabili olan '2-4-6-8' rakamlarını yazarlarmış. Böylece mektup kaybolmaktan kurtulur imiş (Doğrusu bu, her zamankinden çok bugün kullanılması gereken bir yöntem. Kim bilir belki PTT idaresi 'Bedûh' yazılı bir mühür yaptırır da zarfları bundan böyle onunla mühürler) . Mektupların bir köşesini yakma âdetidir. Böylece âşık sevgiliye aşkından dolayı bağrım yanık olduğunu îmâ eder. Birkaç yıl evvelinin dillerde dolaşan bir şarkısında bu anlatılıyordu. Keza bu şarkıda telefonun icadı ile mektuba rağbet kalmadığı da örneklendirilmiş durumdadır:

    Eskiden tatarların gizli mektupları külahlarına yahut saçlarına gizledikleri, bilinen usûllerdendir, izzet Molla bunu şöyle anlatıyor:

    Bulduk fesinde nüshâ-i sihr ü füsunu biz
    Mektûb-ı fitneyi arayın perçemindedir.

    Casuslar da devlet sırlarını ihtiva eden mektupları yine saçlarının içinde taşırlarmış. Dahası, casusun başına döğme usulüyle mektup yazıldığı da olurmuş. Azîzî'nin,

    Şehr i yârime kuş uçmaz ki edem arz-ı niyaz
    Kalmadı nâme-resân nakş-ı serimden gayrı

    beytinde bunu îmâ vardır. Şâir diyor ki: 'Sevgilimin şehrine (veya şehriyarıma) kuş uçmaz (yani posta güvercinleri oraya ulaşamaz, çok uzaktır) ki isteklerimi bildireyim. Bu durumda başımdaki nakışlardan gayri bir mektup götürücü (ulak, tatar) kalmadı. (Tek çâre, sevgiliye kendim gitmemdir) .'

    Ve bir kıssa;
    Abbasî halifelerinden birisi bir casusun başına dövme suretiyle mektup yazdırıp saçları büyüyünce yola çıkarmış. Adamcık en kısa zamanda istenilen yere varmış. İlgili kişi hemen saçlarını traş ettirip mektubu okumuş. Mektubun son satırı çok ilgi çekici:
    - İş bu nâmeyi imha ediniz.

  • yakamoz

    27.08.2004 - 17:31

    Nedense herkes yanlış bilir, Yakamoz Ay ışığının suya, denize vuran yansıması değildir.

    Yakamoz aksine Ay olan gecelerde olmaz. Yakamoz bir canlıdır, latince ismi Noctulica Milliaris olan bu canlı aynı bir ateş böceğinin denizde yasayan versiyonudur. Limunisans maddesini vücudunda barındıran bu canlıya dokunulduğunda bir ışık saçar. Bu canlı bir planktondur, yani milimetrik boyutlarda bir canlı.. Bunlardan milyonlarcasi bir araya geldiginde geceleri bir kayık geçerken, veya bir balık sürüsü geçtiginde bu canlılara çarparak ışık çıkarmalarını sağlar. O yüzden balıkçı sandallarında yüksek bir direk ve bu direğin ucunda oturulacak bir yer vardir. Balıkçılardan biri buraya oturarak ay olmayan geceler, balıkların yakamoz yaparak geçtikleri yolları görüp dümenciyi oraya yönlendirirler. O yüzden Lüfer avlarken Lüx ışığı kullanılır, balık gelsin diye değil misinanin değdiği yakamozlarin çıkardığı ışıktan Lüfer korkmasın diye Lüxışığı yakamoz ışığını söndürmek için kullanılır. Aslında Yakamoz (eğer göreniniz varsa bilir) olağan üstü bir seydir, Yakamoz olduğunda denizde uzun floresan lambalar yanıyormus gibi olur. Ama bunun için ay ışığı olmaması gerekir. Ay ışığı (daha baskin oldugu için) gerçek yakamozu göremezsiniz. Bir de Yakamozlu ve Ayışıksız gecelerde denize girince pırıl pırıl gümüşe bulanmış gibi olursunuz.

    *******

Toplam 2 mesaj bulundu