Serap Güngör - Hakkında Yazdığı Tanıtım Yazısı

Yüzüme çarpıyor damla damla..
Aydınlatma direğinin dibinde oturuyordum. Aşkımıza şahitlik etmiş çimenleri izliyordum. Rüzgarın etkisiyle sanki hareket ediyorlardı. Beni selamlar gibi. Hafiften yağmur çiliyordu, yere bakıyordum yüzümü ıslatamıyordu işte. Ben kazanıyordum, sanki savaşıyordum yukarıdan gelen yağmur damlalarıyla. Hayat boyunca kaybedecek bir insanın umarsız savaşıydı işte, anlamsızdı. Kim takardı ki anlamları? Senin için bir anlamı yoksa neydi ki onun değeri? İşte aşkımızda böyle anlamsızdı belki. Yüzümü yağmur damlaları ıslatamıyordu fakat kafama düşen her su tanesi bana acı gerçeği haykırıyordu sanki. Bunun için onlara ihtiyaç duymuyordum. Ağlıyordum düşünmeden, özlüyordum ama beklemiyordum.

Ayağa kalktım cesaretim vardı bakmaya. Başımı kaldırdım gökyüzüne doğru, karşı çıktım düzenine. Hep beni ezmesine, üstünlük göstermesine. El yordamıyla gözüme gelen damlaları engellemeye çalıştım, gözlerime ulaşmamalıydı gökyüzünün ufak parçaları. Gözlerim benim aşkıma aitti. Ama aşkım kimdi? Aşkımı toprağa, az önce oturduğum yere gözyaşlarımla emanet etmemiş miydim? Hiç ıslanmamış, sanki hiç yağmur yağmamış gibiydi bıraktığım yer. Aslında toprak çok kez ıslanmıştı. Hoşlanmıştı benden ve aşkımı almak için güzel, dokunulmamış, sadece benimmiş gibi göstermişti kendini. Yadırgamadım. Bir çok insan bunu yapmıyor muydu zaten? Dokunulmamış, yaşamamış gösteriyorlardı kendilerini. Masumum diyorlardı ama gözleri hiç yanıltmıyordu. Tabii doğru, artık gözlere ihtiyaç yoktu. Duygular yeraltına çekilmişti, dünyadaki düşman işgalinden kaçıyorlardı. Kimbilir, belki birgün isyan ederlerdi bu baskıcı seks kölelerine. Gözlerdeki aşkı arayan kaç kişi kalmıştı gerçekten. Güldüğü zaman gözlerinin rengi değişen, içi parlayan kaç kiş vardı? Ya da ağlayıpta gözyaşlarının gökkuşağına bakabilen? Kaç kişiydi bunları yapabilen?

Sordum O'na bunu. Yürümeye başladım eskimiş yolda. Düşünüyordum buraları, bir zamanlar güneş altında seninle yürüyorduk bu yolda. O günü düşünmek, seni düşünmek içimi ısıtmıştı, dışarıdaki soğuk ile çarpışıyordu sıcaklığım, sıcaklığın. Yazamıyordum, kelimeler yetmezdi anlatmaya seni. Kim yapabilirdi ki? Sen bunu yapabilecek birini arıyordun sanırım. Seni başkalarına anlatacak, seni yüceltecek birilerini. O yolda beraber yürüyorduk ama artık sen yoktun. Ben hala o yolda yürüyorum. Sen kervandan ayrılmıştın, yoldaki bir hana takılmıştın. Hancı çok cazip gelmişti değil mi sana? İkram ettiği şeyler çok çekiciydi. O yollarda sıcağın altında, aç susuz yürümek pekte hoş gelmiyordu kulağa. Hem benim yolumun sonu neresiydi? Nereye gidiyordu bu kervan? El sallamıştın ya arkasından, bilemezsin. Ben denizi arıyordum. Bu ıssız çöllerden, etrafta yüzsüzce dolanan sıcaktan kaçış yolunu arıyordum. Ve daha yeni görüyorum, kaçmak çözüm değilmiş hiçbirşeyden. Çünkü gökyüzü asla yalnız bırakmıyor seni, bulutlar gündüz yıldızlar gece dinliyor. Şahit oluyorlar yaşananlara.

Bittim sanmıştım. Gerçekten yolun sonu yoktu ve hayat acımasızdı. Alıverirdi ayakkabılarını bir anda, kalan yolu çıplak ayaklarla yürümek zorunda kalırdın. Yetmezdi birde iterdi seni aşağıya, yuvarlanırdın, taşlıklarda yürütürdü. Gerekirse süründürürdü. Ama kimse sesini çıkartamazdı. Hayat insanları kullanırdı. Aynı bizim bilgisayar oyunlarındaki yapay karakterleri kullandığımız gibi. Ama bizde yapay karakterler değil miyiz? Pekte iyi kurgulanamamış, senaryosu zayıf bu oyunda bir sonraki genişleme paketini bekliyoruz değişmek için. Yada oyunun ikincisini. O gelene kadar eskimiş, bıktırmış bu hayat oyununu oynuyoruz beraberce.

Yolda yürürken etrafa bakıyordum. Topluluklar vardı etrafımda, büyüklü küçüklü. Çimlerin üstüne oturmuş konuşuyorlardı. Beyinleri sürekli komutlar yağdırıyordu konuşmaları için. Kullanıyorlardı ağızlarını, dillerini. Acaba onlar mı beyinlerini kullanıyorlardı yoksa beyinleri mi onları kullanıyordu? Rahatlamak için uyuşuyordu bedenler, kısım kısım, parça parça dökülüyordu gençlikleri. Derilerinin altından görünen neydi onlara. Hiçbirşey, sadece içmişlerdi.

Sağıma baktım, iskele vardı. Gemiler gelip gidiyordu. Bir an sanki binsem beni başka bir diyara bırakacakmış gibi hissetmiştim. Sonsuz mutluluğa doğru, dibe doğru giden bir gemi. Cennetin kapılarının anahtarı. Ama sabaha kadar o gemiler aynı üçgen üzerinde dolanıyorlardı. Bitmeyen bir yol, batmayan gemiler. Döndüm arkamı ve sıradan hayatıma geri döndüm. Orada ağlamıştım çünkü orada, o an seviyordum seni. Aşkım orada kalacaktı, taa ki ben tekrar gelip alıncaya kadar. Benimde hayattaki tek hazinem buydu, sadece bir x işareti yoktu. Bu yol benim için bitmişti. Durağa baktım, eski bir otobüse bindim ve karıştım diğer insanların arasına...


25.08.2006 A.A


Dönüş
yok! Dönüş yolları kapalıartık duvarın arkasında istediğin yaşam. Düşlerin orada! Biraz çaba istek ve İNANÇ götürecek seni onlara.......
Zamanı erteleyerek geçirecek bir lüksün yok artık.Yeterince ertelediğin herşeyi.Seni İNATLA BEKLEYEN herşeyi yaşamının tam zamanı şimdi.
ÜZÜLMEK YOK DEĞERSİZ HİSSİ YAŞAMAK YOK BAŞKALARI İÇİN GEREKENDEN FAZLA ÜZÜLMEK VE KENDİNİ FEDA ETMEK YOOK! Heryerde ve herkeste kalıcı değil ziyaretçisin artık..
Unutma yaşadığın herşeyin bir sebebi vardı.Sana birşeyler ÖĞRETİYORLARDI.Ama artık zamanın; uykunun uyanışında; senin KENDİ ANLAMINI bulmanda.Herkesi ve herşeyi KENDİNİ bağışlayarak devam etmende..

YAŞA'M SENİN İÇİNDE....



yaşadığım bu hayatta sadece bir hedefi kalıyor insanın. Onca yaşantının ardından belki bir, belki hiç. Artık koşuyorum çok hızlıyım. Geride kalan birşey yok. Koşuyorum öylece. Zaman ayaklarımın altından geçip gidiyor. Aynı hızda bende zamana karşı koşuyorum. Çabuk eskiyor hayat. Geçmişte kalıyor güzel günler. Hedefsizleşiyoruz, köreliyoruz. Aslında hayat hep yeni kalıyor biz eskiyoruz, tarihin tozlu sayfalarında.....

01,10,2006 A.A