Sena Sevgi - Hakkında Yazdığı Tanıtım Yazısı










Aşk benim hiç Senim olmamış


Varlığınla yokluğun arasında kalmayacağım artık, sadece olmayacaksın. Sensiz kalma ihtimali olmayacak aleyhine kurulmuş cümlelerimin sonunda. Belki birkaç satır arasında unutulacaksın bir müddet sonra. İçimden olmayacak, boş bir kağıdın gölgesine sığınmayacak sana sitemlerim. Hani hep kızardın ya “Konuş konuş konuş” derdin, haykırabilir miyim şimdi korkaklığını. Bıraktığın bu mavi düşleriyle avunan yalnızlığı, artık sahiplenilmeyecek olmanın burukluğunu yaşarken, haykırabilir miyim dersin, susar mıyım, gülüp geçer miyim yoksa …?
Aslında alıştırmalıyım kendimi hiç dönmeyecekmişsin, dönülmeyecek bir yerdeymişsin gibi farzetmeli, unutmalı. Seni hiç tanımamış gibi yaşamımı sürdürmeliyim. Var olduğum her yer aşk(ın) şehri olmalı artık, yeniden sevmenin, sevilebilmenin yeri her yer, zamanı yaşanan ve gelecek tüm zamanlar olmalı benim için. Evet, sayfalardan koparıp bir bir savurmalıyım seni yaşanmış tüm zamanlara, uzaklaşan her adımımla hapsetmeliyim bu anılar sokağına. Kopan takvim yaprakları sensiz geçen günleri saymamalı, bende yokluğunun güncesini tutmayı artık bırakmalıyım. Her yeni güne seni getirmedi diye isyan etmemeliyim. Kabullenebilmeli, hazmedebilmeli, aldırmamalı hatta sana hak verebilmeliyim. Bu satırlarla büyümeye başlamalıyım, sırf seni ve çocuklaşan bir aşkı kolayca unutabilmek için. Zira yoksun. Sanki benim hiç senim olmamış, sanki bizi hiç yaşamamışız, sanki aşk denen o hoyrat şarkıyı mırıldanmış ve sonra yarım bırakmışız gibi. Artık yeni bir şarkı söylemenin vakti, Yaşanmışlığına, yitikliğime hiç aldırmadan,
Sanki benim hiç senim olmamış gibi…
























 






 






bir hayatı paylaşmıştık seninle....
bir mevsimi.....
bir sonbaharı.....
bir yağmuru......
bir aşkı paylaşmıştık seninle.....
aynı gözyaşını.....
aynı mısraları....
aynı sayfaları.....
aynı omuzda uyumuştuk ikimizde....
aynı sokaklarda yürümüştük...
aynı havayı solumuştuk.....
aynı çiçeklere dokunmuştuk.....
adını koyamadığımız her şeyi paylaştık seninle....
biz bir aşkı paylaşmıştık seninle...
kolay mı sanıyorsun sevgilim!.....
herşeyi silmek bir kalem de.....
biliyorum sen de ağlıyorsun!.....
savaşa başlamadan kaybedilmiş.....
ellerimizden kayan sevgimize....
ama ağlama sevdiğim!......
gönlümde ayak izlerin var......
gitsen de ayak izlerin hala evimin her yerinde....
ömrümün en güzel yerini paylaşmıştık seninle....
gitsen de güzel olan her şey sende saklı....
korkma sevgilim!...söylemem kimselere.....
bugün nefeslerim yarım......
dokunuşlarım suskun....
mısralarım öksüz......
bugün çok beterim sevgilim......
pembe hayaller kurarken biz sevgimize....
ayrılık çizilmiş sevgimizin en güzel yerine.....
kabul et sevgilim!.....
bugün ayrıldık.....biz ayrıldık seninle.....
bir ayrılığı paylaştık sevgimizde......
adını koyamadığım bütün gülüşler.....
geri gelmemek üzere gitti seninle.....
gel diyemem!......
böylesi daha iyidir belki de.....
kader yazmamış seni ömrüme.....
olmadı sevdiğim!.....
başaramadık!....
kabul et!.....
yenildik ikimizde......
yenildik soğuk bir kış mevsimi gözlerimizdeki bir damlaya
kabul et sevgilim!.....
bugün ayrıldık.....ayrıldık seninle.....
düşümüzün en güzel yerinde uyandırıldık......
adı aşk denen oyunu beceremedik sevgilim....
yenildik ikimizde.....
bir zamanlar benimdin.....
şimdi bilmem kimlerle....
bir gözyaşını hediye etsekte sevgimize.....
dualarım.......
hep iyi ol ömründe.....
ben seni sevmiştim sevgilim.....
seninle ağlarım....
bir damla gözyaşın düşse gözlerime....
her nereye gidersen git....
dualarım hep seninle.....
sen bana tanrının en güzel armağanıydın....
dilerim tanrıdan......
gülüşler yazsın ömrüne.....
ben mi?......
beni boşver.......
bıraktığın hatıralar bana yeter.....
ben seni sevdim sevgilim!.....
böylesi bir aşk yaşanmaya değer.....
ayrılık denen siyahlar alıp gotürse de seni benden uzak hayallere.....
başaramadım..kal diyemedim.....
bir parçam kalsa da sende.....
olmadı sevgilim!.....
sensizlik hükümmüş ömrüme......
gözlerimden ayrılıklar geçmiş.....
hoyrat rüzgarlar geçmiş......
sen geçmişsin.....
kabul et sevgilim!.....
bugün yenildik....
yenildik sevgimize çizilmiş bir ayrılık busesine....
ömrüme sakladım seni......
yaşanmayan en güzel yerlerine......
yarım kalan sevdamızı.......
sakladım en derinlerime.....
korkma sevdiğim kimseler dokunamaz
anahtarı senin ellerinde....
kabul etmek zor olsa da sevdiğim......
bilirim sakın söyleme!.....
ayrıldık değil mi?.....
ayrıldık seninle......




















Aşk benim hiç Senim olmamış





Varlığınla yokluğun arasında kalmayacağım artık, sadece olmayacaksın. Sensiz kalma ihtimali olmayacak aleyhine kurulmuş cümlelerimin sonunda. Belki birkaç satır arasında unutulacaksın bir müddet sonra. İçimden olmayacak, boş bir kağıdın gölgesine sığınmayacak sana sitemlerim. Hani hep kızardın ya “Konuş konuş konuş” derdin, haykırabilir miyim şimdi korkaklığını. Bıraktığın bu mavi düşleriyle avunan yalnızlığı, artık sahiplenilmeyecek olmanın burukluğunu yaşarken, haykırabilir miyim dersin, susar mıyım, gülüp geçer miyim yoksa …?
Aslında alıştırmalıyım kendimi hiç dönmeyecekmişsin, dönülmeyecek bir yerdeymişsin gibi farzetmeli, unutmalı. Seni hiç tanımamış gibi yaşamımı sürdürmeliyim. Var olduğum her yer aşk(ın) şehri olmalı artık, yeniden sevmenin, sevilebilmenin yeri her yer, zamanı yaşanan ve gelecek tüm zamanlar olmalı benim için. Evet, sayfalardan koparıp bir bir savurmalıyım seni yaşanmış tüm zamanlara, uzaklaşan her adımımla hapsetmeliyim bu anılar sokağına. Kopan takvim yaprakları sensiz geçen günleri saymamalı, bende yokluğunun güncesini tutmayı artık bırakmalıyım. Her yeni güne seni getirmedi diye isyan etmemeliyim. Kabullenebilmeli, hazmedebilmeli, aldırmamalı hatta sana hak verebilmeliyim. Bu satırlarla büyümeye başlamalıyım, sırf seni ve çocuklaşan bir aşkı kolayca unutabilmek için. Zira yoksun. Sanki benim hiç senim olmamış, sanki bizi hiç yaşamamışız, sanki aşk denen o hoyrat şarkıyı mırıldanmış ve sonra yarım bırakmışız gibi. Artık yeni bir şarkı söylemenin vakti, Yaşanmışlığına, yitikliğime hiç aldırmadan,
Sanki benim hiç senim olmamış gibi






Sevmek sadece beraber olmak değildir,
Sevmek yürekte yaşatmaktır Onun aşkını

Ellerimizin birleşmeside değil Aşk,gözlerden gelen bir ışıktır anlatır sana işin aslını,

Mesafeleri aşıp kavuşmakta değil,bazen bir ömür hasret çekmektir gözü yaşlı

Beklemek ibadettir,özlemekse sevginin yüceliği,kavuşmanın yürektedir yolları


Kıskanmakta değildirAşk,Onun yalnızken bile seninle olduğuna inanmaktır,

Bir kırkahvesinde buluşmakta değil,hele geceleri yanında olmasını istemek hiç değil,

Sevmek Onun sesini duyup mutlu olmak, yastığa sarılıp hayaliyle uyumaktır,

Acıdır bazen içini yakar,bir yerlere sığamazsın,dar gelir dünya seni daraltır,

Ona dokunmak ta değildir, sevmek,benim gözümdeAşkı bir gülün kokusunda bulmaktır,

Bir çiçeği incitmeden koparıp koklamaktır, teninin kokusunu ruhunda bulmaktır.

Yasakları bozmak, tabuları yıkmakta değildir,Aşk Onu uzaktan sevmektir......

Bana göre değil diyorsan bütün bunlar, ilk iş sana sevmeyi öğretmektir.

Kaçmaya kalkma sakın Aşktan,bir ömür peşinden kovalar,bir köşede aniden yakalar,

Seveni bıktırır, sevene naz ettirir,iki yürek azar azar erir,daha neler neler yapar...

Dediğim gibi,Aşk nasıl istiyorsa sen Onu öyle yaşa,yoksa hep canın çok yanar,

Güçlüysen katlanırsın,eğer karşı koyamazsan esiri olursunOnun derin yaralar açar.

Sevmek bence,Onu öylece sevmektir, olduğu gibi kabullenmektir,yürekten istemektir,

Şarkılarda Aşkı bulup,şiirlerde Onunla konuşmaktır,ince iştir Aşk sabır işidir,

Her şeyiyle senin olmasını istersin bu mümkün değil,Aşk ayrılıklarda birleşir,

Kavuşmayı hiç sevmez,yüreğinde mekan tutar, O bir yere gitmez içini yer bitirir. 


 Sevginin yalnızca sözünü edenlerle, onu yaşayanlar arasında ne fark vardır? diye sordular bir bilgeye.
Bilge, büyük bir sofra hazırladı ve sevgiyi dillerinden eksik etmemelerine karşın, onu günlük yaşamlarında hiç kimseye göstermeyen kişileri yemeğe çağırdı. Sofrada herkes yerini aldıktan sonra, önlerine birer tas sıcak çorba, sonra da derviş kaşıkları denen, sapları bir metre uzunluğunda özel kaşıklar getirildi.
Ev sahibi konuklarına bu kaşıkları nasıl tutmaları gerektiğini söyledi Herkes kaşığının ucundan tutmak zorunda kaldı.
Konuklar, uçlarından tuttukları bir metre uzunluktaki kaşıkları güçlükle taslarına daldırıyorlar, fakat kaşıklarına çorba doldurup, ağızlarına götüremiyorlardı. Ağızlarına bir kaşık çorba koyabilmeyi beceremeyen konuklar, yemekten sonra kalktıklarında, karınlarını doyuramamışlar, kaşıklarından dökülen çorbalarla da sofranın üstünü kirletmişlerdi.
Bilge, bir gün sonra ikinci bir yemek daveti verdi. Bu kez, sevgiyi gerçekten bilen ve her gün sevgiyle yaşayan kişileri çağırdı. Yüzleri aydınlık, gözleri sevgiyle gülümseyen pırıl pırıl kişiler geldiler ve bu kez onlar yerlerini aldılar, sofrada. Önlerine birer tas sıcak çorba ve sapları bir metre uzunluktaki derviş kaşıkları getirildi. Onlara da kaşıkları ancak,saplarının uçlarından tuta bilecekleri kuralı söylendi.
Ev sahibi bilgenin Buyurun, afiyet olsun sözünden sonra sofradaki herkes, önündeki kaşığı, sapının ucundan tuttu ve
Herkes kaşığını, karşısındaki kişinin tasına daldırıp, kaşığına aldığı çorbayı, karşısındaki kişinin ağzına uzattı. Bu yöntemle herkes karnını doyura bildi. Konuklar sofradan kalktıklarında ise, sofranın üstünde, dökülmüş tek damla çorba yoktu.
Sevginin yalnızca sözünü edenlerle, onu yaşayanlar arasında ne fark vardır sorusunu soranlara bu uygulamayla yanıt verdikten sonra bilge, bir de öğütte bulundu:
İşte, dedi. Kim ki yaşam sofrasında yalnızca kendini görür ve yalnızca kendini doyurmayı düşünürse, o kişi aç kalacağını da bilmelidir.
Ve kim ki başkalarına da düşünür ve o da kesinlikle doyurulacaktır. Çünkü yaşam denen bu pazar, alan değil, veren kazançlıdır her zaman
 



ayakkabı ve aşk

Bedenin yükünü ayaklar taşır,ruhun yükünü yürekler.. bütün ağırlığınızı ve yorgunluğunuzu kaldıran ayaklarınız için rahatlığı ve şıklığı bir arada

barındıran ayakkabıyı seçersiniz.

İçinizin acılarını,sıkıntılarını,kırgınlıklarını ve hayallerini yüklenen yüreğiniz için de huzur verici ve 'güzel' bir aşk ararsınız.

Zaten aşklar da ayakkabılar gibidir...

Bazıları çamur yağmur,toz toprak kar buz gibi her türlü 'kötü hava'koşullarına dayanıklıdır.

Bazıları ise ummadığınız kadar kısa zamanda çabucak 'yamulur'ilk yağmurlu havada 'altı açılır' veya güzel havalarda bile 'iki günde bozulup'gider.

Aşkları da ayakkabılar kadar 'itinayla'seçmezseniz,tıpkı ayağınızda olduğu gibi yüreğinizde NASIR oluşabilir.

Dar gelen bir ayakkabıyı sadece tarzını beğendiğiniz için 'zamanla açılır'diyen satıcıya inanarak alırsanız,zaman içinde ayak kemiklerinizde 'deformasyon' başlar.

Ruhunuzu daraltan bir aşk içinde yalnızca fiziksel beğeniye kapılıp'zamanla

düzelir' diyenlere kanarsanız, yine zamanla içinizdeki olumlu duyguların 'çarpıldığını' görebilirsiniz.

Aşık olabileceğiniz insan türü,tıpkı ayakkabılar kadar değişik stillerde,farklı kalitelerde ve sayısız 'renktedir'....

Aşkı bir çeşit serüven olarak'spor'gibi yaşayanlar, aynen 'spor ayakkabı'gibi dikkat çekici ve rahat kişileri bulurlar.

Tersine aşkta tutucu ve istikrarlı olmayı benimseyenler 'klasik ayakkabı'gibi muhafazakar çizgiler taşıyanlara tutulurlar.


'Marka'ayakkabı alır gibi,sevgilinin kariyerine ve maddi durumuna 'tutulan'aşıklar görürsünüz. Katı plastikten 'yağmur çizmesi'edinir gibi mantık süzgecinden geçirip 'işe yarar' biçimde yaşamak isteyenleri de bilirsiniz.

Ayrıca ne tuhaf ki,psikolojik testlerde 'zaafı'olup evine sayısız çeşitte ayakkabılar yığan insanların aynı zamanda 'değişik' türde aşklara da zaafı olduğu söylenir.

Evet,aşk 'ayakkabıdır'.

Aynen ayakkabınıza bakım yapmayıp 'hor'kullandığnız zaman kolayca eskittiğiniz gibi, aşkınıza da dikkatli davranmayıp özen göstermediğiniz zaman kısa sürede 'eskitirsiniz'.

Ve nasıl ki'delik'bir ayakkabıyı tamir ettirdiğinizde yalnızca'bir miktar'ömrünü uzatmış olursanız; 'delik'bir aşkı onarmaya kalkıştığınızda da asla eskisi gibi olmayacaktır.

Bir Kadın Nasıl Gider?
Bir kadın ne zaman gider? Hiç düşündünüz mü, bir kadının gidişi neden bir erkeğin gidişi kadar gürültülü olmaz? Kavgasız, sessiz ve anlamsızca gider kadın.

Bir Kadın Nasıl Gider?


İlişkide erkekler sıkıldıklarını belli ederler. Bu iş yürümeyecek düşüncesini, gözünüze sokarlar. Önce gereksiz kavgalar başlar. “Sen zaten hep böylesin” cümleleri yerleşir diyaloglara, “şunu yapmandan nefret ediyorum” alt metni üstüne, binlerce söz edilir. Elleri ayrılır erkeklerin, televizyon karşısında el ele oturuşlar biter, herkesin kendi koltuğu vardır ve artık uyku gelince yatağa gitmek zor gelir. Çoğu zaman kadının üstüne örttüğü battaniyeyi, sabaha karşı üstünden attığı için, üşüyerek uyanan adam, sessizce yatağa gider,dokunmadan, çalar saatini sesini bekler tan vaktinde

Akşam toplantılar çıkar, seyahatler girer araya işi müsaitse ve eve gelince, nasılsının yerini alır yemek mönüsünü sormak. Görev gibi,, ihanet eklenir. Dışarıdaki konuşmaları kulağına gelir kadının, çocukları için evliliğini yürüttüğünü söyler herkese adam ve hiç hatayı kendinde aramaz. Kafasına göre birini bulmadan, bir dala tutunmadan, başka bir tene dokunmadan gidemez adam, gideni de zordur.Yani, bir erkek ilişkiden gideceğini hem belli eder, hem bağıra çağıra anlatır. Şiddete varan gece yarısı kavgalarında, alkol limitini aşmış ve kim bilir hangi hayali aşkı bırakarak gelmenin kızgınlığını çıkarır, saatlerce beklemiş olan kadından. Bu kadar basittir, bakarsın yüzüne ve anlarsın ki, o adamda artık sevgiye dair hiçbir şey kalmamıştır.

Kadınlar böyle gitmez aslında gidemez. Çok uzun emekler verir ilişkisini yürütmek için. Birinin kadını olmayı yüreği, beyni, ruhu o kadar zor kabul etmiştir ki, başka bir adama ait olmayı istemez. Erkek gibi, çorbanın tuzu eksik diye kavga çıkarmaz mesela, tam tersi, konuşmamız lazım der. Erkekler de en çok bu cümleye sinir olurlar. Ertelenir o konuşmalar, maç bitimine, yemek sonrasına ve daha birçok lüzumsuz şeyin ardına ötelenir. Kadınlar inatçıdır, hayata tutundukları gibi, aşklarına da sahip çıkarlar. Bu yüzdendir, konuşup derdini anlatma isteği, karşı tarafı ikna edene kadar uğraşırlar. Sonunda pes eder adam, bir ışık görür kadın, tüm derdini paylaşır. Genellikle ne cevap alır? Abuk sabuk konuşma! Gereksiz ve saçma gelmiştir adama anlatılanlar, hiç de üstünde durmamıştır. Yine bir sıkıntı, tatmin edilemeden geçiştirilir ve adam gün gelip bunların kendisin e ok gibi döneceğini bilemez.

Bir kadın şikayet ediyorsa, ya da erkeklerin deyimi ile vıdı vıdı ediyorsa; erkek bilmelidir ki, o ilişkiden hala ümidi vardır kadının. Yürütmek, birlikte yaşamak, sorunları çözerek mutlu olmak istiyordur. Daha önemlisi, o adamı hala seviyordur.

Kadın susarak gider! En önemli detaydır, erkeklerin hiç anlayamadığı durum işte bu kadar basittir. O gün gelene kadar konuşan, kavga eden, tartışan kadın, kendini sessizliğe vermiştir. Ne zaman ümidini o ilişkiden kestiyse, o zaman sevgisi de yara almış demektir. Yüreğindeki bavulları toplamıştır, kafasındaki biletleri almış ve aslında bedeni orada durarak, ilişkiden çıkıp gitmiştir. Kadın, gerçekten gitmişse, çok sessiz olmuştur ayrılışı, kimse hissetmeden, kapıları vurup kırmadan gitmiştir. Her akşam eve geldiğinde, kapının açıldığını gören adam anlamaz ama bir kadın sessizce gider. Ne mutfağında yemek pişiren, ne yan koltukta televizyon izleyen , artık o kadındır. Bir kadının çığlıklarından, kavgalarından korkmamak gerekir, çünkü kadının gidişi sessiz ve asildir.



Eğer; ilerde bir gün arkanı dönüp KEŞKE demek istemiyorsan üç şeyi doğru seç.

EŞİNİ DOĞRU SEÇ...
Doğru eş her zaman uzun zaman flört ettiğin kişi değildir. Önemli olan kısa zamanda da olsa fikirlerinin uyuştuğu, yaşam tarzlarının benzediği, espri anlayışının yakın olduğu, zor zamanların da hep yanında olacağını bildiğin, dertlerini, sevinçlerini paylaşabileceğin, fikirlerine, olaylara bakış açısına güvendiğin, senin fikirlerine saygı duyan, konuşmaktan sıkılmayacağın, hayata küstüğün zaman seni kabuğundan çıkartıp eğlendirebilen, gözlerine baktığında ne söylemek istediğini anladığın, aynı zamanda iyi bir arkadaş, fiziksel görünüşün dışında da seni sen olduğun için sevebilecek ve bunu kaldırabilecek birini eş olarak seçmelisin! ! !
Dünya da böyle biri var mı? diye sorabilirsiniz şimdi. Emin ol var! Tabii ki sayıları fazla değil. Hatta hayatta insanın karşısına ya 1 ya da 2 kere çıkar, belki de hiç çıkmaz... Önemli olan onu fark edebilmek. Eğer bu satırları okunduğunda aklından bu özellikleri barındıran bir isim geçirmişsen çok şanlısın. Ne olursa olsun onunla birlikte olmak için elinden geleni yap. Çünkü bir daha onun gibisini bulma şansın çok az emin ol. Bütün aptal âşıklar gibi ilk hareketi ondan beklersen çok geç kalırsın. Eğer bu satırlar sana böyle birini çağrıştırmıyorsa.
Onu fark edebilmek için sadece etrafına bakman yeterli olacaktır.
Çünkü o da sana bakıyor olacak! ! !

İŞİNİ DOĞRU SEÇ...
Doğru iş rahat iş değildir. Çok kazandıran iş de değildir. Kariyer de değildir. Klimalı büro ortamı da değildir. Doğru iş olmaktan zevk aldığın yerdir. Sabahleyin kalktığında gitmekte üşenmediğin, bıkmadığın yerdir.
Tabii yanında rahatlık, para, kariyer varsa ne ala...

ARKADAŞLARINI DOĞRU SEÇ...
Çok sayıda arkadaşın olması 'iyi arkadaşın' olduğunun ispatı değildir. Güzel günlerde arkadaşlıklar geçicidir. Mutluluklarının yanında, acılarını da paylaşabileceğin, fikirlerine ihtiyaç duyabileceğin, her zaman yanında olmasını isteyeceğin, senin madden değil manen zengin eden, bir tek arkadaş sana çok şeyler katacaktır.



H1 class=title>Zindandan Mehmet'e Mektup

















Zindan iki hece Mehmed'im lafta!
Baba katiliyle baban bir safta!
Bir de geri adam boynunda yafta...
Halimi düşünüp yanma Mehmed' im!
Kavuşmak mı? ... Belki... Daha ölmedim!

Avlu... Bir uzun yol... Tuğla döşeli,
Kırmızı tuğlalar altı köşeli.
Bu yolda tutuktur hapse düşeli...
Git vegel... yüz adım... Bin yıllık konak.
Ne ayak dayanır buna, ne tırnak

Bir alem ki, gökler boru içinde!
Akıl olmazların zoru içinde.
Üstüste sorular soru içinde:
Düşün mü, konuş mu sus mu unut mu,,?
Buradan insan mı çıkar, tabut mu?

Bir idamlık Ali vardı, asıldı
Kaydını düştüler, mühür basıldı.
Geçti gitti, Bir kaç günlük fasıldı.
Ondan kalan, boynu bükük ve sefil;
Bahçeye diktiği üç beş karanfil...

Müdür bey dert dinler bu gün 'maruzat'!
Çatık kaş... hükümet dedikleri zat...
Beni Allah tutmuş kim eder azat?
Anlamaz; yazısız, pulsuz dilekçem...
Anlamaz ruhuma geçti bilekçem!

Saat beş dedi mi, Bir yırtıcı zil;
Sayım var, Maltada hizaya dizil!
Tek yekün içinde yazıl ve çizil!
İnsanlar zindanda birer kemiyet
Urbalarla kemik, Mintanlarla et.

Somurtuş ki bıçak, Nara ki tokat;
Zift dolu gözlerde karanlık kat kat...
Yalnız seccademin yüzünde şevkat;
Beni kimsecikler okşamaz madem;
Öp beni anlımdan, Sen öp seccadem!

Çaycı, getir ilaç kokulu çaydan!
Dakika düşelim senelik paydan!
Zindanda dakika farksızdır aydan.
Karıştır çayını zaman erisin;
Köpük köpük, Duman duman erisin!

Peykeler duvara mıhlı peykeler;
Duvarda, başlardan, yağlı lekeler,
gömülmüş duvara, baş baş gölgeler
Duvar katil duvar, yolumu biçtin!
kanla dolu sünger... beynimi içtin!

sükut... kıvrım kıvrım uzaklık uzar;
Tek nokta seçemez Dünyadan nazar.
Yerinde mi acep ölü ve mezar
yer yüzü boşaldı, habersiz miyiz?
Güneşe göç varda kalan biz miyiz?

Ses demir, su demir ve ekmek demir...
İstersen demirde muhali kemir,
Ne gelir elden kader bu emir...
Garip pencerecik, küçük, daracık;
Dünya ya kapalı, Allah'a açık.

Dua dua, eller karıncalanmış;
Yıldızlar avuçta, gök parçalanmış.
gözyaşı bir tarla, hep yoncalanmış...
Bir soluk, Bir tütsü Bir uçan buğu
İplik ki incecik, örer boşluğu.

Ana rahmi zahir şu bizim koğuş;
Karanlığında nur, yeniden doğuş...
Sesler duymaktayım: Davran ve boğuş!
Sen bir devsin yükü ağırdır devin!
Kalk ayağa dim dik doğrul ve sevin!

Mehmed'im sevinin başlar yüksekte!
Ölsekte sevinin, eve dönsek de!
Sanma bu tekerlek kalır tümsekte!
Yarın, elbet bizim, elbet bizimdir!
Gün doğmuş, gün batmış, ebed bizimdir!
                                                   
NECİP FAZIL KISAKÜREK..


Sevdim Seni
Dert etme kendine
İnim inim inleme
Sus! Bir kere dinle.

Çıkarsız sevdim seni
Üşürken ısınmaya hasret gecelerde
Yalansız sevdim seni
Ölüme esen sabah yellerinde.

Yanarcasına sevdim seni
Çırasız ateşinle yanarken de
Ölürcesine sevdim seni
Aşkımız tarih yazarken dillerde.

Parçalanırcasına sevdim seni
Gözlerine bakamazken ağlarken de
Ve boğulurken de gözyaşımda sevdim seni
Sen sırtını çevirip yerlere atarken de.

Muhtaç etme sözlerine
Damla damla ağlama
Gel son kez dinle.

Dört bir yanda sabah ezanlarında sevdim seni
Ellerini tutamazken göğsünde uyuyamazken de
Serseri olmayan namuslu duyguyla sevdim seni
Sen umutları bulutlara güneşe çizerken de...

Bozkır kaldığım dağ yamaçlarında sevdim seni
Yaşamakla ölmek arasındaki kılda ezilirken de
Ödlek olmayan yürekli bir sevgiyle sevdim seni
Sevdim seni sevdim seni ne çare�
Dert etme üzülme
Gel beni son kez dinle
Yalansız sevdim seni
Sevdim seni ne çare


Zindan odalarda bin bir dualarda sevdim seni
Sen şartlı sevdalara maddelere dökerken de
Gözü kara yalan dolan olmayan sevgimle sevdim seni
Umutlarımı hicranlara yarınlarımı karalara salarken de.


Biliyorsun yok demiştin umut
Olmaz dilekleri tüket
Yüreğine unutmaktan söz et
Nafile dilde son düet
Umutlara kes bir bilet

Dedin diye istedin diye
Razı oldum sustum şimdi!
Param parça dilim dişlerimde
Gücümün yettiği kadar
Sesimin çıktığı kadar
Avaz avaz bağırıyorum
Son nefesimde ölürken de sevdim seni
Ölürcesine sevdim seni...
Dert etme üzülme
Gel beni son kez dinle
yalansız sevdim seni
Sevdim seni ne çare�
                    
MURAT İNCE


O'nu hatırladıkta başı göğe ermişçesine ya da asansör boşluğuna düşmüşçesine ürperiyorsa yüreğiniz... ömrü saatlere sıkışmış bir kelebek telaşıyla O hüzünden bu neşeye konup kalkıyorsanız gün boyu nedensiz... ve her konduğunuzda diğerini iple çekiyorsanız bu hislerin... O'nunlayken pervaneleşen yelkovanlar, O'nsuz mıhlanıp kalıyorsa yerine, bir akrep kadar hain...
sınıfta, büroda, yolda, yatakta içiniz içinize sığmıyor, O'ndan söz edilince yüzünüz, sizden habersiz, mis kokulu bir ekmek dilimi gibi kızarıyor, mahcup somurtuyor veya muzip sırıtıyorsa,
ve O, her durduğunuz yerde duruyor,
her baktığınız yerden size bakıyor, siz keyiflendikçe gülüp,
hüzünlendikçe ağlıyorsa...
dünyanın en güzel yeri O'nun yaşadığı yer, en güzel kokusu
bedenindeki ter, en dayanılmaz duygusu gözlerindeki kederse...
hayat O'nunla güzel ve onsuz müptezelse... elmalar pembe, kiremitler pembe, gökyüzü, yeryüzü,
O'nun yüzü pembeyse, kışlar ilkbaharsa, yazlar ilkbahar, güzler ilkbahar...
her şiirde anlatılan O'ysa... her filmin kahramanı O...
her roman O'ndan söz ediyor, her çiçek O'nu açıyorsa...
bir anlık ayrılık, bir ömür gibi geliyor ve gider gitmez
özlem saç diplerinizden çekiştirip beyninizi acıtıyorsa,
iştahınız kapanıyor, iştahınız açılıyor, iştahınız şaşırıyorsa...
iştahınız, hasret acısında bile karşı konulmaz bir tat buluyorsa...
eliniz telefonda yaşıyor, işaret parmağınızla ha bire O'nu tuşluyor, dara düştüğünüzde kapıyı çalanın
O olduğunu adınız gibi biliyorsanız... mütemadi bir sarhoşluk halinde, her çalan telefona O diye atlıyor, vitrindeki her giysiyi O'na yakıştırıyor, konuşan birini dinlerken 'keşke O anlatsa' diye iç geçiriyorsanız...
kokusu burnunuzdan, sureti gözünüzden, sesi kulağınızdan, teni aklınızdan silinmiyorsa bir türlü...
özlemi, sol gögsünüzún altında tek nüsha bir yasak yayın gibi taşıyorsanız gün boyu...
hem kimseler duymasın, hem cümle alem bilsin istiyorsanız...
O'nsuz geceler ıssız, sokaklar öksüzse... ayrılık ölüme,
vuslat sehere denkse...
gamze gamze tebessüm de onun içinse, alev alev öfke de;
bunca tavır, onca sabır ve nihayetsiz kahır hep O'nun yüzü suyu hürmetine...
uğruna ödenmeyecek bedel, gidilmeyecek yol, vazgeçilmeyecek konfor yoksa...
dışarıda yer yerinden oynuyor ve 'içeri'de bu sizi zerrece ilgilendirmiyorsa, nedensiz küsüyor, sebepsiz affediyorsanız ve bütün bu hallerinize siz bile akıl erdiremiyorsanız kaybetme korkusu, kavuşma sevincinden ağır basıyorsa ve aşk, gurura baskın çıkıyorsa bu yüzden her daim... gece yarısı kadim bir dost gibi kucaklayan tanıdık bir şarkı,
bütün acı sözleri unutturmaya yetiyorsa...
Her gidişte ayaklarınız 'Geri dön' diye yalpalıyorsa ve siz kendinize rağmen dönüyorsanız,
sınırsız, sabırsız, doyumsuz bir tutkuyla...
...o halde bugün sizin gününüz!..
'Çok yaşa'yın ve de 'siz de görün'üz.
                                                     Can Dündar




Bunca zaman bana anlatmaya çalıştığını,kendimi bulduğumda anladım.
Herkesin mutlu olmak için başka bir yolu varmış,
Kendi yolumu çizdiğimde anladım..
Bir tek yaşanarak öğrenilirmiş hayat, okuyarak,dinleyerek değil..
Bildiklerini bana neden anlatmadığını, anladım..
Yüreğinde aşk olmadan geçen her gün kayıpmış,
Aşk peşinden neden yalınayak koştuğunu anladım..
Acı doruğa ulaştığında gözyaşı gelmezmiş gözlerden,
Neden hiç ağlamadığını anladım..
Ağlayanı güldürebilmek,ağlayanla ağlamaktan daha değerliymiş,
Gözyaşımı kahkahaya çevirdiğinde anladım..
Bir insanı herhangi biri kırabilir,ama bir tek en çok sevdiği, acıtabilirmiş,
Çok acıttığında anladım..
Fakat,hak edermiş sevilen onun için dökülen her damla gözyaşını,
Gözyaşlarıyla birlikte sevinçler terk ettiğinde anladım..
Yalan söylememek değil, gerçeği gizlememekmiş marifet,
Yüreğini elime koyduğunda anladım..
''Sana ihtiyacım var, gel ! '' diyebilmekmiş güçlü olmak,
Sana ''git'' dediğimde anladım..
Biri sana ''git'' dediğinde, ''kalmak istiyorum'' diyebilmekmiş sevmek,
Git dediklerinde gittiğimde anladım..
Sana sevgim şımarık bir çocukmuş,her düştüğünde zırıl zırıl ağlayan,
Büyüyüp bana sımsıkı sarıldığında anladım..
Özür dilemek değil, ''affet beni'' diye haykırmak istemekmiş pişman
olmak, Gerçekten pişman olduğumda anladım..
Ve gurur, kaybedenlerin,acizlerin maskesiymiş,
Sevgi dolu yüreklerin gururu olmazmış,
Yüreğimde sevgi bulduğumda anladım..
Ölürcesine isteyen,beklemez,sadece umut edermiş bir gün affedilmeyi,
Beni af etmeni ölürcesine istediğimde anladım..
Sevgi emekmiş,
Emek ise vazgeçmeyecek kadar, ama özgür bırakacak kadar sevmekmiş...

Can YüceL