Eser Akpınar Adlı Antoloji.com Üyesinin Hakkı ...

  • Hikmet Yurdaer
    Hikmet Yurdaer

    27.10.2010 - 09:58

    Sn. Eser hanım, Doğum gününüzü en iyi dileklerimle kutlar, sevdiklerinizle, sağlıklı, huzurlu ve mutlu bir yaşam dilerim. Saygı ve sevgi ile kalın.

    Hikmet YURDAER

  • şairliği arayan şiirzedeyim...ve izini sürüyorum hayallerimin...

    BİR EŞKİYA MASALI

    Hep “uzak ülkelerden birinde” diye başlayan masallarla büyüdüm...
    Kocaman devlerle savaşıyor,yıllarca uyuyordum... kral babamın hergün yenisini almak zorunda kaldığı, gümüş patenlerim vardı... ve kimsenin bilmediği sırları....
    Cücelerden sadakati,kibrit satan kızdan, umudu parmaklarımın ucunda biriktirmeyi öğrendim.... ve asla vazgeçmemeyi... uzak ülkelere yelken açan prenses bekledim...
    Gergefler işledim... büyülü göllerde yüzüp,meçhul ormanlarda kayboldum...
    Kocaman zindanlara kapatılıp,düz saçlar uzattım.... kel bir kız çıkageldi birgün...
    Hiçbir şeyden korkmayan... kral babam kırk gün kırk gece sürecek düğün hayalleri kurarken, terkettim sarayı.... ya beklediğim prensese ne olacaktı..? bunu yapamazdım...
    Kaçarken dipsiz bir kuyuya düşüverdim... içinde devasa kapılar ardında, atlastan yorganları,gümüş işlemeli yatakları,heryanı aydınlatan altın şamdanları olan kocaman odalar vardı... birde bütün bunların sahibi..orada ömrümün sonuna kadar kalabilirdim;
    Ama masal devam etmeliydi...
    Gözlerimi kapattım... açtığımda masmavi bir okyanus içinde muhteşem pullarla bezenmiş, uzunca bir kuyrukla yüzer buldum kendimi... yüzümü yalayan serin
    ıslaklık,derinlerde yerini gizemli bir karanlığa bırakıyordu.... karanlıkta yolumu aydınlatan inci bir bilekliğim vardı ve ona iliştirilmiş zümrüt yeşili tüy; bana tek bir dilek dileyebileceğimi hatırlattı....
    Ve ben gökten düşen şu üç elmanın, hiçbir zaman düşmemesini dileyecektim ki....
    Yasak suların korkunç muhafızları etrafımı sarmışlardı... meğer yasak sulardaymışım..
    Kötü bir sürprizdi... korkmuştum ve zümrüt yeşili tek dilek tüyümün ellerimin arasından
    Kayıp gittiğini anladığımda herşey anlamını yitirmişti... aslında yitip giden; üstüne titreyerek,binbir özenle büyüttüğüm düşlerimdi.... ve şimdi bana ne yapacakları çok ta önemli değildi.... daha önce hiç görmediğim kadar büyük ve ürkütücü bir zindana götürdüler beni... burada sadece karanlık ve hiçlik vardı...
    Hiçbir şey olamamakla cezalandırılıyordu demek yasak sulara böyle izinsiz girenler.....
    Hoş izin alınsa verirler miydi, orası tam bir muamma.....
    Boşlukta öylece asılı duruyordum.. kimsecikler yoktu etrafta.. kimseden yardım dilenecek gücümde yoktu...kime yada neye bilmiyorum ama çok kızmıştım...kızgınlığım duvarlara çarpıp geri dönüyordu..! dönüş daha da arttırıyor ve öfkem içime sığmıyordu...kendi devinimlerimle yarattığım masal, müthiş bir kabusa bırakmıştı yerini...
    Şimdi yeni bir masal yazmalıydım.... sadece benim olan....
    Gözlerimi kapattım.....
    Mavisi olmayan bir gökyüzünde, sesleri olmayan martıların çığlıklarında açtım gözlerimi...
    Denizi olmayan bir limandaydım... ne prensler, ne balkabağı, nede büyücüler yoktu....neredeydim... bu hangi coğrafya idi..! dehşete düşmüştüm.....
    Masal tadında kabuslar yaşıyordum ve bu kabuslar bitecek gibi değildi.....
    Sonra haritalara baktım, bu bilinmeyen coğrafyanın neresindeyim diye... yoktu...!
    Haritalarada kızdım, kıtaları olmayan ülkelere doğru uzun bir sefere çıktım...... ülkeleri olmayan şehirler,şehirleri olmayan yol boylarında kayıp bir mezar taşına benziyordum....
    Bu yitik, bu kayıp kentlerde sonunu göremediğim yollar tükenmek bilmiyordu.... yorulmuştum.... vazgeçmemeyi öğrendiğim güne lanetler yağdırıyordum....
    İçimi yağmalayan, işgal eden bu yetiyi bir cevher gibi işlemiştim....şimdi kurtulmak istemek pek anlamsızdı....

    Uyumak istedim bir süre....yıldızları olmayan bir gecede, nasıl uyunabilirse...
    Öylece boşluğa bakıp, uyanık kalakaldım.........

    Uyandığımda bir ressamla göz göze geldik... masal kaçkını bir ressam..! burada ne işi olduğunu sormadım... soramadım... incecik ipteki cambazlara benziyorduk...
    altımızda uçurumlar.... ikimizde nerede olduğumuzu bilmekten korkar gibiydik...
    Taştan heykeller kadar suskunduk...soğuk...hareketsiz...konuşsak herbir parçamız boşlukta savrulacaktı...suskunluk, O’nu bir buda heykeli kadar kutsallaştırıyordu....
    Ve cevaplar, içimizi kemiren asalaklara dönüşüyor,kocaman girdaplar oluşturuyorlardı....
    Derimizin altında birşeyler oluyordu...heryer talan,herşey paramparça olmuştu.....
    Hiçbir taş yerini bulamıyordu...insan ırkının yarattığı tüm gerçekler,aslında bir fiyaskoydu..
    Zihinaltı oyunlar oynayan,tuzaklar kuran,ihanet eden hain, insanın ta kendisi miydi...
    Ve insan bir kere daha mı yenilmişti kendine....
    Asıl gerçek buradaydı...
    Kendinle yaptığın savaşlardan,zafer çığlıkları atarak çıktığında, gerçekler artık saklanmıyordu senden.... picassonun Venüs’ e armağanı kadar çırılçıplak ve çekiciydi “gerçek”.... içsel kaygıların, düşsel yanılsamaların tam karşılığı değildi belki ama bütün bunların yansımasıydı gerçek......Ne yaman çelişkiydi bu....
    Nereden geldiğini anlayamadığım, dokunsam kırılacakmış gibi tuhaf bir sesle irkildim....
    Ben içimde biryerlerde boğuşurken, ressam sessizliği derin bir iç çekişiyle bozdu....
    Çıkan tını kutsallaşan heykeli ilahlaştırmıştı adeta....hala gözgözeydik...
    Sessizlik dayanılmaz çığlıklar atıyor ve biz hala bütün cevapları susuyorduk... anlamsızlığında bir anlamı olduğunu öğrenmiştik... var olan bütün anlamsızlıkların, yadsınamayacak gerçeklikler olduğunu da.....
    Bu masal kaçkını kutsal ressam,ne düşündüğümü merak ediyor muydu.....gizlerin içinde kayboluşunu böyle amansızca sorguluyor muydu....
    Gözlerimin içine öyle dikkat kesilmişti ki, gözlerim gözlerine her değdiğinde içimi kanatıyordu....mıh gibi yazılıyordu KAHVE gözleri gözlerime...
    Sancılar içinde Meryem’ dim adeta....! gözlerimin içine sokulan bu bakışlar inkar edilen İsa kadar yücelecek miydi içimde yoksa....? bayılacak gibiydim....

    Gözlerinin bu tonu dayanılacak kadar değildi.... parçalanmıştım.....
    Her şey akıyordu...zaman..ressamın gözleri...düşlerim...derim ve altındaki her şey......
    Fiziğin koyduğu kurallar, geçerliliğini yitirmiş,hepsi akışkan rakamlara dönüşmüşlerdi....
    Dali bu manzaraya şahit olsaydı, bütün tablolarını yakmak isterdi...!
    O’nun düşlerindekiakışkanlık şimdi benim masalım kadar gerçekti.... Dali benim için sapkın bir deliydi....
    Delilikle deha aynı kefedeydi ve delirmek en iyisiydi....! kralın çıplaklığı bir çocuk saflığında dile gelivermişti...Evet..! ben bu gözlerde yok olmak istiyordum...
    Hani izin verse, oracıkta “hicret” edecektim....oysa müşrikler kadar acımasızdı..kendi putlarını yerle yeksan edecek bu ilahi “hicret” kanını dondurmuştu...
    Sanki içini acıtan bütün yaralarıymışım gibi bakıyordu gözlerime....Ansızın çekti gözlerini gözlerimden... gözbebekleri kanıyordu ve O gidiyordu.....!
    Bir enkaz soğukluğundaydım oysa aylardan temmuzdu ve kızılağaç sıcaktan kavruluyordu...
    Kımıldayamadım...!
    Ve şimdi ateşler içinde Bora’ dim....!
    ....sessizce yanan....çalı çırpıdan değildi yanışım...
    Öyle sarsak...öyle amansız....öyle levha soğukluğunda söylenen “güle güle” ler kadar tek başına kalmışlığıma idi.... belki tek bir damla yaş, söndürecekti bu ateşi fakat benim ağlamak için nedenlerim yoktu.....

    Salvador Dali –İspanyol Ressam....Sürreal..yani akıl dışı
    Hayatım boyunca hep kıskandım O’nu şimdi en az O’nun kadar akıldışıyım.....

    Yani ressam gidiyordu..... ve ben O’na doğru akıyordum.....öyle “ölmek” gibi gidiyordu....
    Gidenlerden bir tek kendisi kalacakmış gibi “gidiyordu”...!
    Böyle nereye gidiyordu...? ? dizlerimin üstüne çöksem...sarılsam bacaklarına...bölme beni milyonlara ayaklarının altında desem...ateşli bir ateist gibi yok sayma,gözlerine yapmak istediğim hicreti desem....ben sana muhtacım desem...gitme desem....!
    ne desem bilmem ki....?
    Nuh’un kavmiydim... bu gidişe itaatsizlik ettiğim için; kendi denizlerinde helak edecekti beni....tüm kavmin günahı boynumda, boğulacaktım....
    Sanki Kızıldenizi ehlileştiren,suda yarıklar açan Musa idi de, naçar Firavun gibi bu derin dehlizlerde saltanatıma son verecek.....ve secdem kabul görmeyecekti.....
    Öyle DİNSİZ....öyle KİTAPSIZ....öyle cehennemlik..... kavrulacaktım....!
    Bıçak sırtlarında kanıyordum....Ve O zehir zemberek gidiyordu.....
    Bütün telaşımla, siliniyordum ardından.....
    Allah kahretsin..! Bu akışkan,bu kabus dolu masalda sözüm geçmiyordu....
    Kendi kendime yarattığım bu hiçlikte,kendi kendimi nasılda acıtıyordum...
    Kanter içinde biriktirdiğim bütün umutlarımı tüketecek kadar, savurganlaşmıştım....
    Şimdi elimde avucumda nihilist felsefeler kalmıştı.... var olmanın tek yolu ilk önce inkar etmek ve kaybolabilmek miydi kendinde...başkalarında...yada mabetlerde.....
    Yada içinde kaybetmek,bütünleştirmek istemek miydi kendi kendini... başkalarını...mabetleri....
    Kaybetmeyi becerebildiğimizde, Hallac Mansur gibi, darağacından, cansız bedenimize mi takılacaktı gözlerimiz...hakikaten inandıklarımızla bütün olmak istediğimiz için mi yerde yatıyor olacaktık.! .....Başımız bedenimizden ayrı....tüketilişimizden yüzyıllar sonra mı azize ilan edilecektik yoksa Jan Dark gibi... Bazılalarının sahtekar yüzüne savrulurken küllerimiz.....!
    Yada kaybolmayı becerebildiğimizde, ne kadar var olabilecektik....!
    maddeye sıfatlar ekleyip; etken yada edilgen cümleler kurabilecek miydik yeniden....? tutkulu sevişmelerden sonra dalabileceğimiz derin uykularımız olacak mıydı...yada.. sevişebilecek miydik gerçekten tutkuyla...'sen yatalımmı artık? ' dediğinde ben hınzırca 'BİRLİKTE Mİ? ' diyebilecekmiydim..?
    Kaybetmek yada kaybolmak....! hangisi üstündü bir diğerinden.....
    Lanet olası MASAL KAÇKINI EŞKİYA bozguna uğratmıştı beni...! Bildiğim ne varsa ahmakçaydı...sevimsizdi...yapışkandı...Allahın cezası birer yalandı...!
    Şimdi ölmek vaktiydi....! Ama nasıl...? ?
    Atomlarım bastırılamaz isyanlar çıkartmıştı...ve ben bu esaslı isyanlarla başa çıkamıyordum..
    Hangi biyolojik silahlarla bastırılabilecekti ki bu başkaldırış.... hangi matematiksel hesaplarla yaptırımlar uygulanacaktı, yaşamsal sıvılarıma...? Atomlarım mı yoksa, sırrına eremediğim başkası mıydı anlayamıyordum ama biri, kendime rağmen....bu sicim gibi yağan gidişe rağmen, inatla kalmak istiyordu....! ölüm üstünde “bu defa zamansız geldim” yazan bir not bırakıp gitmişti bu et ve kemik yığınından..... Bora haklı mıydı... kendi içimizde hiç tanımadığımız bir başka “ben” e yataklık mı ediyorduk...iki hipofez bezine sahip fakat aynı anatomiyi kullanan, yabancılar; yada bir kere olsun ortak bir noktada kesişemeyen doğrular mıydık...? “Doğru” muyduk gerçekten...?
    Gözlerimi kapayacaktım bu defa eşkiyaca....
    Bu istikrarlı “ben” e biat edip,egemenliğini tanımak farz olmustu...ehlileştirilmiş bir köpek gibi ram olacaktım beni benden eden içimdeki bu EŞKİYAYA....!
    Bu Masaldan Çıkamıyorum....Kaçamıyorum...Kurtulamıyorum...

Toplam 2 mesaj bulundu