Her insanın içinde sonsuz teller var ve herkeste başka başka. Bazen iki kişide aynı sesi veren bazı teller bulunuyor, o zaman 'Birbirimizi bulduk' diyorlar. Fakat yalnız bu teller çalındığı müddetçe... Diğer tellere geçildiği zaman arada ne dehşetli bir ayrılık olduğu meydana çıkıyor.
"Zaten benim kafam bir dünya gibi, her an içimde bir adam, bir başka adam doğuyor....Ve ben, asıl ben, bu doğup ölen adamların kafalarındaki silik bir hatıra gibiyim, hepsinde aynı olan bir hatıra... Ben hep böyleydim. Yalnız etrafıma kendimi oyalayan bağlarla bağlanırdım. Buradaki yalnızlık mutlak bir dimağ yalnızlığı, beni kendimle bıraktı ve ben içimi seyretmeye alıştım, kendimi artık kandıramıyorum ve hep kendi kendime soruyorum: 'Beni bu dünyaya bağlayan nedir?.."
Eylül Ertesi
Eylül ertesi… Kasım arefesi… Baharla karışık hüzün denemesi…
Eylül hüznüne daha alışamamışken, Ardı sıra gelen “Ekim” rüzgârlarıda Pek bir can alıcı esiyor; esrikleştiriyor insanı… Üşütüyor…
Bir farklılık çöküyor üzerimize, Abıhayat suyuna susamışlığın verdiği bir rehavet. Kekremsi tatlar bulaşıyor her y/anımıza…
Ah bu suspus gönüllü mevsimler yok mu!.. hüzne meftun!... Tebessümleri bile bir b/aşka. Bir b/aşka t/adı… ayrılıkların…
Eylül ertesi… Kasım arefesi… Baharla karışık hüzün denemesi…
Bir yanda yeni başlangıçlara yelken açmanın arefesi, Diğer yanda hasret türkülerinin yakıldığı “an”lar…
Kıyıya vurmuş umutlar… hüzünlerin dayanılmaz serinliği… Sükutun en katıksız, en derin hali…
Ben diyeyim “Eylül”, sen de “Ekim”… Aynı makamın ezgileri… Aynı terennüm…
Değilim… Sende
Ama Bazen Yine de Öyle geliyorsun ki
Sanki Hep Bendesin…
Kendi yapraklarını Koparan Ağaç gibisin Göz alıcı… Ama habersiz…
Suya bakmayan Kendinden mahrum…
Oysa… Hep söyleyebilirdim Anlatabilirdim dünyaya Sende Duyduklarımı
Reva mı, beni böyle kurşunlamak derinden?
Reva mı; içimde soluklanan kuşların, kırmak kanatlarını?
| Nurullah Genç“.
Her insanın içinde sonsuz teller var ve herkeste başka başka. Bazen iki kişide aynı sesi veren bazı teller bulunuyor, o zaman 'Birbirimizi bulduk' diyorlar. Fakat yalnız bu teller çalındığı müddetçe... Diğer tellere geçildiği zaman arada ne dehşetli bir ayrılık olduğu meydana çıkıyor.
"Zaten benim kafam bir dünya gibi, her an içimde bir adam, bir başka adam doğuyor....Ve ben, asıl ben, bu doğup ölen adamların kafalarındaki silik bir hatıra gibiyim, hepsinde aynı olan bir hatıra... Ben hep böyleydim. Yalnız etrafıma kendimi oyalayan bağlarla bağlanırdım. Buradaki yalnızlık mutlak bir dimağ yalnızlığı, beni kendimle bıraktı ve ben içimi seyretmeye alıştım, kendimi artık kandıramıyorum ve hep kendi kendime soruyorum: 'Beni bu dünyaya bağlayan nedir?.."
Eylül Ertesi
Eylül ertesi… Kasım arefesi…
Baharla karışık hüzün denemesi…
Eylül hüznüne daha alışamamışken, Ardı sıra gelen “Ekim” rüzgârlarıda
Pek bir can alıcı esiyor; esrikleştiriyor insanı… Üşütüyor…
Bir farklılık çöküyor üzerimize,
Abıhayat suyuna susamışlığın verdiği bir rehavet.
Kekremsi tatlar bulaşıyor her y/anımıza…
Ah bu suspus gönüllü mevsimler yok mu!.. hüzne meftun!...
Tebessümleri bile bir b/aşka. Bir b/aşka t/adı… ayrılıkların…
Eylül ertesi… Kasım arefesi…
Baharla karışık hüzün denemesi…
Bir yanda yeni başlangıçlara yelken açmanın arefesi,
Diğer yanda hasret türkülerinin yakıldığı “an”lar…
Kıyıya vurmuş umutlar… hüzünlerin dayanılmaz serinliği…
Sükutun en katıksız, en derin hali…
Ben diyeyim “Eylül”, sen de “Ekim”…
Aynı makamın ezgileri… Aynı terennüm…
Değilim…
Sende
Ama
Bazen
Yine de
Öyle geliyorsun ki
Sanki
Hep
Bendesin…
Kendi yapraklarını
Koparan
Ağaç gibisin
Göz alıcı…
Ama habersiz…
Suya bakmayan
Kendinden mahrum…
Oysa…
Hep söyleyebilirdim
Anlatabilirdim dünyaya
Sende
Duyduklarımı
Ama…
Değilim…
Sende
Yine de
Bazen
Öyle geliyorsun ki…