Edaa Adlı Üyenin Nedir Yazıları - Antoloji.com

  • dördüncü boyut

    19.12.2006 - 18:36

    Bir, iki ve üç boyuttan sonra tıkanıyor, yani dört boyutlu bir cisme örnek veremiyoruz. Bizim bildiğimiz ve kafamızda canlandırabildiğimiz dünya üç boyuta kadar çıkıyor. Daha yüksek boyutlu uzayları matematik diliyle ifade edip hususiyetleri üzerinde kafa yorsak da, bunu zihnimizde canlandırmamız oldukça zor.

    Bu sınırlılığı 1880'lerde hikâyeleştiren Edwin A. Abbott, Düz Ülke (Flatland) romanında iki boyutlu bir dünya anlatır. Bu dünya, bir kâğıt sayfası gibi yassı ve düz, yani iki boyutludur. Kare ve Daire Beyler bu dünyanın sakinlerindendir. Bu yassı fertlerin hareketleri, görmeleri, tasavvurları hep bu iki boyutlu dünyayla sınırlıdır. Meselâ Kare Bey, Daire'nin içini hiç görmemiştir; çünkü görebilmesi için Daire'yi çevreleyen çemberin bir yerinde açılma olması gerekir. Bir gün bu yassı, yani iki boyutlu dünyanın dışından üç boyutlu bir Küre, Kare Beyle sohbete başlar. Küre, Kare'ye üç boyutlu uzayı anlatmaya çalışır; fakat bir türlü anlatamaz. Sonra Kare'ye bir fikir vermesi için, Küre, yavaşça Kare'nin iki boyutlu dünyasının bir tarafından girip öbür tarafına geçer. Suya batan bir top gibi, Küre iki boyutlu dünyada önce bir nokta şeklinde görülür (düzleme temas noktası) . Sonra gittikçe büyüyen bir daire olur. Sonra tekrar küçülmeye başlar ve bir noktaya indikten sonra kaybolur. Kare, hayretler içinde kalsa da, üç boyutun nasıl bir şey olduğunu kafasında canlandıramaz, tâ ki bir şekilde hapsolduğu iki boyutlu dünyanın yukarısına çıkıp o dünyanın bütün sakinlerini (yani daire vs gibi şekilleri) yukarıdan görünceye kadar.

    'Dört boyutlu bir uzay nasıl olurdu? ' diye düşünmenin belki en kolay yolu, hikâyedeki gibi iki ve üç boyutu karşılaştırıp, üçten dört boyuta geçiş hakkında mantık yürütmektir. Meselâ dört boyutlu bir uzayda yaşayan varlıklar olsaydı neler olurdu? Öncelikle dört boyutlu âlemde yaşayan bir varlığın, bizim gibi üç boyutlu insanların arasında, bir anda kayboluvermesi onun için çok kolay olurdu. İki boyutlu uzayda, meselâ bir kâğıt sayfasında olan bir cismin birden olduğu yerde yükselerek kâğıdın dışına çıkmasını düşünün. Bu cisim bir milimetre oynamayla (yükseklik yönünde) gözden kaybolup, bir milimetre oynamayla geri gelebilir.

    Başka bir enteresan özellik de, dört boyutlu âlemde yaşayan bir varlık için, üç boyutlu cisimlerin içi ve dışının beraber görülebilmesi ve bunlara ulaşılabilmesidir. Yine iki boyut-üç boyut örneğimize dönersek; aynı kâğıt sayfasındaki iki şekil birbirinin içini, şekil kesilip açılmadıkça göremez ve birbirine ulaşamaz. Ama üçüncü boyutu kullanan bir varlık, iki boyutlu şekillerin içlerini de aynı anda görür ve onların içlerine doğrudan ulaşabilir. Bu noktada ilginç örnekler şunlar olabilir: bir kasayı açmadan içindekileri alabilmek veya bir hastanın başka hiçbir yerine dokunmadan uzanıp apandisitini kesip almak…

    Daha karmaşık bir şeklin iki boyutla kesişimini düşünürsek, çok daha farklı görünümlerin tek bir varlıktan kaynaklanmasını hayal edebiliriz. Meselâ bir küpün iki boyutlu bir uzayda iz düşümü kare olabileceği gibi, duruşuna göre, üçgen de olabilir. Daha da ilginci, dört boyutlu tek bir varlık, üç boyutlu bir dünyada aynı anda birden fazla yerde farklı varlıklar olarak görülebilir. Meselâ bir cankurtaran simidini yarısına kadar dik olarak suya batırdığımızı düşünelim. Üç boyutlu olan bu cisim, su yüzeyinin iki boyuta sıkışmış dünyasından bakıldığında, iki ayrı yerde iki ayrı dairecik olarak görülür.

    Günümüzde fizik çevrelerinde tartışılan 'süper sicim' teorisi, dört değil 10 (zamanla beraber 11) boyutlu bir kâinat kabul etmektedir. Teoriye göre bildiğimiz üç boyutun dışındaki boyutlar kendi içlerine kapandıkları için, algıladığımız mikro-âlemden makro-âleme kadar kendini göstermemektedir. Bu fazla boyutlar ancak atomun temel parçacıklarının da çok daha altındaki ölçeklerde var olmaktadır. Boyutların içine kapanıp görünmez oluşunu şöyle bir örnekle anlamak mümkün olabilir. Bir torba kuru fasulyeyi düz bir yere sıkça dizerek bütün bir yüzeyi kapladığımızı düşünelim. Çok uzaktan bakan birisi için bu, iki boyutlu bir yapı, yani düz bir yüzeydir. Ancak yakından bakarsanız bu yapıyı oluşturan temel parçacıkların aslında üç boyutlu fasulye taneleri olduklarını görürsünüz. Ama üçüncü boyut, yani kalınlık, çok küçük olduğu ve parçacıkların içine hapsolduğu için makro dünyada fark edilmemektedir. Şimdi, önceki anlattıklarımızla bir paralellik oluşturmak için, şöyle bir örnek daha düşünelim: Fasulyelerden oluşan bu yüzeye bir resim yapalım. Her fasulyenin bir yüzü boyanmış olarak bu tablonun bir noktasını oluştursun. Sonra bu fasulyeleri birer birer ters çevirelim. Yaptığımız resim kaybolur. Fasulyeleri çevirirsek resim tekrar ortaya çıkar. İşte bu misâl, atomaltı parçacıkların derinliklerine hapsolmuş fazla boyutların bazı olağanüstülüklere vesile olması düşünülebilir

    Fizikçilerin üçten fazla boyutlu bir dünya tasvirleri, yukarıdaki 'kendi içine kapanmış boyutlar' yaklaşımıyla sınırlı değildir.Alternatif bir düşünce de, içinde yaşadığımız kâinatın, daha yüksek boyutlu bir kâinatta üç boyutlu bir 'zar' şeklinde olmasıdır. Bizim durumumuz 'Düz Ülke' hikâyesindeki üç boyutlu bir uzayda iki boyutlu bir sayfaya hapsolmuş Kare Beyin durumuna benziyor. Bu bakış açısına göre bilinen dört temel kuvvetten üçü, yani zayıf ve kuvvetli nükleer tesirler ve elektromanyetik dalgalar (en önemlisi ışık) bu üç boyutun dışına çıkamıyor; böylece biz de bu üç boyutlu mekânımızın ötesini göremiyoruz (belki de bu kuvvetler bu boyutlara nüfuz ediyor, fakat biz fark edemiyoruz) . Fakat yerçekimi kuvvetinin bu üç boyutun içinden geçerek ötesine sızdığı iddia ediliyor.

    Alıştığımız üç boyutlu mekân ve zaman boyutunun dışına çıkabildiğimiz anda mümkün hâle gelen şeyleri sayıp bitirmemiz zor. Meselâ zaman ve mekânın düz değil içe veya dışa bükük olması ihtimali daha başka olağanüstülüklere kapı açabilir. Meselâ, dünya yüzeyi iki boyutlu kabul edebileceğimiz bir yüzeydir. Bu küre yüzeyi aslında üç boyutlu bir uzayda, dışbükey iki boyutlu bir yüzeydir. Küre olmanın bir sonucu olarak, bir yönde dümdüz gittiğimizde yine dönüp aynı noktaya geliriz. Aynı şeyi üç boyutlu kâinat için de düşünmek mümkündür. Yani eğer kâinat dört boyutta bir 'küre' yapısına sahip ise, uzayda dümdüz ilerlediğinizde bir süre sonra aynı yere gelmeniz gerekir. Yani bitişi olmayan, ama sonsuz da olmayan bir uzay. Başka bir sonuç da, kürenin bir noktasından diğerine, kürenin içinden kestirme bir yol olabildiği gibi, yaşadığımız kâinatta da böyle gizli geçitlerin olabileceğidir. Kara deliklerin bazı bilim kurgu-romanlarında böyle tünel görevi görmesi yaygın bir konudur.

    Yukarıda anlatılanlar, içinde yaşadığımız ve kafamızda kurguladığımız dünyanın, daha geniş mânâda da bütün bir fizikî âlemin çok sınırlı olduğunu göstermektedir. Üç boyutlu âlem çerçevesine hapsolmuş materyalist yaklaşımlar ruhanî ve melekûtî âlemlere, en azından (yukarıda verilen çarpıcı örnekler muvacehesinde görüldüğü gibi) bunları anlamaya açık ve aslında çok zengin fakültelerle donatılmış olan insan zihnini ve kalbini tatmin edememektedir. Dolayısıyla, hem farklı boyutlarda bulunan, zaman zaman bizim boyutlarımıza girip çıkan ruhanî varlıkları, hem de kalb ve ruhun hayat derecelerini akıl çerçevesinde izah etmek, çok boyutlu âlem yaklaşımını esas aldığımızda mümkün hâle gelmektedir.

  • GAFFUR

    19.12.2006 - 17:49

    Rock bara gitsek tam super olacak.. ((:

  • enteresan sarkilar

    19.12.2006 - 17:33

    dane dane benleri var yüzünde
    can alıcı bakışları yüzünde
    binbir dat var edasında nazında

    dünyada yardan datlı var m'ola var m'ola
    sallanı sallanı giden yar m'ola yar m'ola

    küpeleri yar düşer kulaktan
    zülüfleri tel tel olmuş yanaktan
    ağzı seker bal akıyo dudaktan

    dünyada yardan datlı var m'ola var m'ola
    sallanı sallanı giden yar m'ola yar m'ola

    ağır barhanası vardır elinde
    dallı kelam gelir yarin dilinde
    kemer olam sevdiğimin belinde

    dünyada yardan datlı var m'ola var m'ola
    sallanı sallanı giden yar m'ola yar m'ola

    (:

  • hermann hesse

    19.12.2006 - 16:49

    narziss und Goldmund kitabi mukemmeldi..

  • 18 haziran

    19.12.2006 - 16:26

    18 HaZiran 1987 benim dogum gunum..

  • ukala

    19.12.2006 - 16:08

    bilip bilmemek değildir öenmli olan karsındakine pes dogrusu dedirtebılmektır

  • duman

    19.12.2006 - 15:36

    Gidiyorum gözüm arkada
    Kaçamadık buradan baş başa
    Hangi oje yakışmaz ki kız sana
    Gidiyorum gözüm arkada
    Kaçamadık buradan baş başa
    Hangi oje yakışmaz ki kız sana
    Ver elini bana
    Gel yanıma gir koynuma
    Gel yanıma gir koynuma
    Doyamadım dönüp bakmaya
    Ne de güzel durmuş yan yana
    Hangi oje yakışmaz ki kız sana
    Ver ayağı bana
    Gel içme, oynaşma, kaykıl
    Son defa
    Gel yanıma gir koynuma
    Gel yanıma gir koynuma
    Hangi oje yakışmaz ki kız sana
    Gel yanıma gir koynuma
    Kaçamadık buradan baş başa
    Gel Yanıma gir koynuma
    Hangi oje yakışmaz ki kız sana

  • öğüt

    19.12.2006 - 15:30

    Dünyevi insanlar kendilerine uyandan keyif alır, sonra da sefilliğe sürüklenirler.Aydınlanmış insanlar kendilerine acı verenden zevk duyar ve eninde sonunda, mutluluğa erişirler.

    Kötü insanlar hakkında bir şeyler işittiğinde, onları hemen aşağılama, çünkü kötü namları, iftiracıların kara çalmalarından ibaret olabilir.İyi insanlar hakkında bir şeyler duyduğunda, onlarla dost olmak için acele etme, çünkü iyi namları öne çıkmaya çabalayan sahtekarların uydurmaları olabilir

  • tiyatro

    19.12.2006 - 15:17

    Sahne bir dünya..
    Ve ben de dünyadan bakıyorum hep
    seyirci kalanlara..

  • tiyatro

    19.12.2006 - 14:53

    TÜRKİYE’DE TİYATRO

    ‘Tiyatro nedir? ’ diye sordum ve ‘Sahnede oynanan ve insanları eğlendiren bir sanat dalı’ dediler bana yine tiyatroya salt eğlenmek için giden arkadaşlarım. Peki bu mu gerçekten tiyatronun görevi? Tiyatro bu mu?
    Maalesef Türkiye’de genel tiyatro tanımı böyle yapılıyor. Bu amaçla tiyatroya gidiyor üniversiteli de dahil tüm öğrenciler, öğretmenler, doktorlar… Kısacası toplumumuz bireylerinin çoğu… Onun içindir ki salt güldürme amaçlı oyunlar ilgi görüyor. Sadece gülmek ve eğlenmek için bu oyunlar seçiliyor. Peki neden bu böyle? Türkiye’de insanların böyle düşünmelerine neden olan nedir? Tiyatro sadece anlık eğlenceler sunmak için mi vardır?
    Shakespeare tiyatro için ‘ İnsanı insana insanla ve insanca anlatan sanat’ tanımını kullanmıştır. Tiyatro salt güldürmek için varsa, peki Shakespeare neden böyle bir tanım kullanmıştır? Tiyatro insana ne anlatır?
    Tiyatro nedir? Tiyatro bir sanat, bir düşünce, bir felsefe... Yani sadece sahnede olup biten değil, yaşamın her anında, istenildiğinde kullanılabilen bir düşünce biçimidir. Güldürür, ağlatır, düşündürür, kuşkulandırır, arayışa yönlendirir. Bazen direk olarak doğru olanı gösterir, bazen ipucu verir, yol gösterir ve seyirciyi uyandırarak doğruyu kendisinin bulmasını sağlar. Silkeler bireyi, uyandırır toplumu…
    Peki Türkiye’de neden gerçek tiyatro tercih edilmiyor da sadece eğlencelik oyunlar tercih ediliyor? Çünkü Türkiye insanı, her açıdan tembel yetiştiriliyor. Düşünmeye yönelik her işten uzak kalıyor bu yüzden. Her şeyin kolayına kaçıyor. Yapan değil izleyen olmayı tercih ediyor. Bırakın izlediğinden bir ders almayı, herhangi bir sorunun çözümünü bile izlemeyi istemiyor. Peki neden?
    Toplum olarak siyasette kesin bir tercihimiz yok. Bir dönem sağcı kesim geliyor yönetime, bir sonraki dönem dinci kesim, daha sonrakinde solcu kesim… Bu da aslında toplumca ne kadar tutarsız olduğumuzu gösteriyor. Tiyatro da insanı insana anlattığı için yaşadığı ortamdan etkilenmek zorundadır. Dünya tiyatrosuna baktığımızda siyaseti kesin bir düzene girmiş ülkeler tiyatroda öncü konumdadır.
    Tiyatronun asal görevi bireyi ve toplumu uyandırmaktır. Peki Türkiye’de bu amaç topluma nasıl öğretilir? Tiyatro nasıl olur da bu ülkenin gelişmesine, belirli bir düzene oturmasına yardımcı olur?
    Öncelikle eğitim sistemi bir düzene girmeli ve tiyatro bu sistemin temel taşlarında biri olmalıdır. Okul öncesinden başlayarak okullara tiyatro dersi koyulmalıdır. Kuram olarak değil öncelikle uygulama olarak öğrencilere ve öğretmenlere verilmelidir. Etkin ve yaratıcı drama doğru olarak öğrencilere uygulatılmalıdır. Böylece temelde, kişiye, takım çalışmasının ve paylaşmanın önemi, topluma yararlı bir birey olarak katılma yolları öğretilir. Üretmeyi öğretir. Balık vermez, balık tutmayı öğretir. Ezberci sistem ortadan kalkar. Uyuşuk beyinler yetişmez! Dramanın asal amacı budur.
    Türkiye’de okullara resmi olarak tam bir tiyatro dersi en son 1915 yılında koyulmuş ve 2 yıl kadar sürmüş, sonra tekrar kaldırılmıştır. Oysa tiyatroda öncü olan ülkelerde tiyatro dersi etkin ve düzenli bir biçimde devam etmektedir. Türkiye’de de yeni müfredatta drama dersi koyulacakmış. Peki kim verecek bu dersi? Okuldaki, eski sistemle yetişen öğretmenimiz bu işi yapamıyor. Yeni bir eğitim almaya yanaşmıyorlar. Hoş, yeni sistemde de drama formasyon eğitiminde hiç yer almıyor. Ders içinde de 5 dakika içinde anlatılıp bitiriliyor. DRAMA… Biliyorum, yaşadım.
    Bu yöntem sadece okullarda değil, insan topluluğunun olduğu her yerde uygulanabilir. Spor okulları bu yöntemi kullanmaya başladı. Akıllıca… Çünkü çocuk kendini ilk keşfetmeye başladığında hep rekabet ister. En başta kendisiyle yarışmak ister. Hep daha hızlı olmak, daha iyi olmak ister. Bunun için bireysel sporları tercih eder. Ama Türkiye’de en çok izlenilen ve ilgi gören spor dalları sırasıyla; futbol, basketbol ve voleyboldur. Görülüyor ki bu spor dalları başlı başına takım oyununu gerektiriyor. Bunun için spor okulları bu spor derslerinin yanında drama eğitimi veriyor öğrencilere ve nasıl takım olunacağını öğretiyor. Aynı şekilde, gelişmiş şirketler de çalışanları arasında tiyatro ve drama etkinlikleri düzenliyor. Böylece çalışanlar arasında paylaşım ve takım ruhu güçlenmiş oluyor. Bunun gibi birçok yerde tiyatro ve dalları uygulanıyor. Önemli olan sadece toplu olarak ortak bir iş yapmak değil, yapılan işteki dramatik olan yanı paylaşmak ve birlikte yaşamaktır. Yine de en doğru olan, temelde yani okul öncesinde verilen drama eğitimidir. Özel anaokulları ve ticari okulların birçoğu bunu yapıyor!
    Sonuç olarak birey öncelikle kendisi uyguladığı için tiyatroyu tanıyor ve aslında gerçek amacının ne olduğunu öğreniyor. Tiyatroya faydalı tarafı: tiyatro oyununu neden ve nasıl izlemesi gerektiğini öğreniyor. Bu uygulamalar, yararlı toplumlaşmayı öğrettiği gibi iyi seyirci olmayı da öğretiyor. Her alanda uygulanmalıdır. Tiyatro salt eğlence değil, aynı zamanda tüm duygulara ve beyne hitap ederek bireyi çalışan, üreten ve düşünen kişi olmaya iten bir sanat dalıdır.

  • zaman

    19.12.2006 - 00:30

    bir hayaLimiz Vardi Zamanla gerCeklesti (:

  • Sevgilim

    19.12.2006 - 00:27

    Sevgilim benim
    Sorarlarsa
    Bir gun
    Hic tereddut etme
    Onlara soyle
    Butun kibirinle
    Beni cok seviyor
    Beni cilginca seviyor
    Beni olumune seviyor

    Kucugum benim
    Sorarlarsa
    Bir gun
    Nicin kisalttin diye
    Uzun ipek sacini
    Aylarca terbiye ettikten sonra
    Onlara soyle
    Butun kibirinle
    Cunku sevdigim
    Kisa seviyor

    Karanfil kokulum benim
    Sorarlarsa
    Bir gun
    Neden uzun giyiniyorsun diye
    Bu yakici yaz gunu
    Onlara soyle
    Butun kibirinle
    Cunku sevdigim
    Beni kiskaniyor

    Prensesim benim
    Dansederken muzigin sesiyle
    Varligimiz
    Nagmeler
    Isiklar
    Duygular
    Goz yaslari

    Kelebegim gokyuzune ucuyor
    Agir agir dansimiz devam ediyor
    Sevgimiz goguslerimizin arasinda uyuyor
    Omuzlarima soyle
    Butun kibirinle
    Beni cok seviyor
    Beni cilginca seviyor
    Beni olumune seviyor

    Askim benim
    Konusurlarsa
    Bir gun
    Benim icin
    Onun kosku yok
    Onun koleleri yok
    Onun korumalari yok
    Evet elimde yok tatlim
    Yumusak seker boynuna takacak ince kolye bile
    Onlara soyle
    Butun kibirinle
    Sevdigim
    Ilk ve son askim
    Beni cok seviyor
    Beni cilginca seviyor
    Beni olumune seviyor
    Bu bana yetiyor

    (Y)

  • güzel kadın

    19.12.2006 - 00:23

    bütün güzel kadınlar zannettikler ki
    aşk üzerine yazdığım her şiir
    kendileri için yazılmıştır
    oysa ben hep acısını çektim
    onları laf olsun diye
    yazdığımı bilmenin.
    ne ilgisi var demeyin! hep acısını çektim herkesin zannettiği kadar zeki olmadığımı bilmenin.

  • duruma hakim olmak

    19.12.2006 - 00:21

    - Düşüncelerimi seçme hakkım olduğunu idrak ettim
    - Başkalarının benimle ilgili düşünceleri beni bağlamaz
    - Ben izin vermedikçe kimse benim düşüncelerimi biçimlendiremez
    - Kendim için sağlık, mutluluk, refah, sevgi ve anlayış düşüncelerini seçiyorum
    - Korku ve nefrete düşüncelerimde yer yok

    Bu andan itibaren hayatımın hakimi benim

  • saat

    19.12.2006 - 00:19

    suan 23:31 ve benim Yarin matematik sinavim var:(((((((

  • isim

    19.12.2006 - 00:18

    Çocuğa güzel isim vermek evladın ailesi üzerindeki haklarındandır.

    Kur'an-ı kerimde geçiyor diye yıldırım, şimşek, gelmek, gitmek gibi kelimelerin arabisini isim olarak koyanlar oluyor. Bu kelimelerden en meşhurlarından biri Esradır. Esra, gece yürümek manasına gelir. Ünzile, indirildi, indirilmiş demektir.

  • enteresan diyaloglar

    18.12.2006 - 23:55

    Cocuklar hakkinda bi konuSma gecer aramizda

    Ben: ben cocuk Yapmak iStemiyorum Zaten..

    naZ: nie dusunSene Senin Cocuna aNNen ne iS yapio die sorduklarinda biLgisayar mühendisi dieCek..

    ben: bedavadan Reklam dioSun..((:

    Naz: evet hemde Cocugun bi havasi oLacak..

    Ben: bana dogurmak Farz oLdu ozaman, hemde iki tane ((:

  • hadis

    18.12.2006 - 23:47

    Husnû’s-suâli nisfu’l-ilmi

    “Güzel soru, ilmin yarısıdır.”

  • mevlana

    18.12.2006 - 23:43

    MEVLÂNÂ’NIN AZ BİLİNEN BİR YÖNÜ: MEVLÂNÂ MÜSPET İLİMLE DE İLGİLENDİ

    Mevlânâ Celaleddin Rumî sadece dinî ilimlerle değil aynı zamanda müspet ilimlerle de ilgilenmiş, eserlerine de bu durum yansıtılmış- Onun özellikle Mesnevi adlı eserinde bahsettiği mevzular arasında Dünya’nın kendi ekseni etrafında dönmesi, atom gibi konuları sayabiliriz. Mevlânâ, Mesnevi’sinde Dünya’nın kendi ekseni etrafında dönmesi ile ilgili şunları söyler:

    Dolap gibi dönüp duran gökten kıyas tut. Onun dönmesi nedendir?

    ... Ey gök, ne vakte dek yerin etrafında dönüp duracaksın?

    ... Bu gökyüzü de elinde olmaksızın dönüp durmada.”

    Yine Mesnevi’de yer alan bazı beyitlerde günümüzün bilim adamlarını dahi şaşırtacak biçimde atmosferi bir yumurtanın beyazına, dünyayı ise bu yumurtanın sarısına benzetmekte, dünyanın uzayda boşlukta durduğuna işaret etmekte, ayrıca mıknatıs ve kehribar örneğini vererek yer çekiminin varlığına değinmektedir.

    Mevlânâ’nın değindiği bir diğer konu da atomdur. Mevlânâ atom için “zerre” kelimesini kullanarak henüz yakın zamanda keşfedilen “atom, atomun yapısı ve atomun patlaması”na gönderme yapmaktadır. Mevlânâ’nın zerrenin (atomun) içindeki güneşin (atom çekirdeğinin) “patlaması hâlinde her tarafın yerle bir olacağından bahsetmesi” ve bu çekirdeği de “kuzu postuna bürünmüş aslan”a benzetmesi oldukça ilgi çekicidir.

  • mevlana

    18.12.2006 - 23:42

    Kötü yaratılışlı kişiye ilim ve fen öğretmek, yol kesen eşkıyanın eline kılıç vermeye benzer.

  • tatil

    18.12.2006 - 19:12

    e Son dört Gun..

    bekLe biZii iStanbuuuuuuuul.. (:

  • rapidshare

    17.12.2006 - 21:06

    de sifresi olan biriyle taniSmak istiyorumm.. (:

  • Sevda Sözleri

    17.12.2006 - 21:02

    cok asigin var diyorlarrrr
    yalan de, yeter banaa
    bir sevda sozu fisildaaaa
    hazirim inanmaya!

  • seni

    17.12.2006 - 21:01

    gördügümde adam sanmistim, telli turna..

Toplam 443 mesaj bulundu