Şiir, ruhun haritasıdır.
Her mısra bir sır, her kelime bir iz…
Kâğıda dökülmüş rüyalar, tutkular ve terk edişler…
Eğer siz de bu yolculuğa çıkmaya hazırsanız,
Buyurun, sözlerim sizinle konuşsun.
Şiir, ruhun haritasıdır.
Her mısra bir sır, her kelime bir iz…
Kâğıda dökülmüş rüyalar, tutkular ve terk edişler…
Eğer siz de bu yolculuğa çıkmaya hazırsanız,
Buyurun, sözlerim sizinle konuşsun.
© Copyright Antoloji.Com 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Antoloji.Com'a aittir. Sitemizde yer alan şiirlerin telif hakları şairlerin kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.
Şu anda buradasınız:Dünya Yükünün Hamalı Hakkında Yazılanlar Sayfası Antoloji.com
27 Ekim 2025 Pazartesi - 15:41:45
20.10.2025 - 21:24
DÜNYA YÜKÜNÜN HAMALI:
VARLIĞIN KÜLLÎ YÜKÜNÜ TAŞIYAN ŞAİRİN POETİK EVRENİ
I. BÂB: VARLIĞIN OMUZLARINDA BİR İSİM
“Dünya Yükünün Hamalı” — bu mahlas yalnızca bir isim değil, bir tezkiye, bir ikrar, bir yükün bilinciyle yaşamak halidir. Bu ad, insanın varlık karşısındaki ezici farkındalığını, hayatın hamallığını ve ruhun bu yükü taşırken aradığı anlamı simgeler. Her dizesinde bu yükün izini taşır: bir omuzda dünyanın acısı, diğerinde hakikatin sessizliği vardır.
Şair, kendi iç âleminde, “ben”in dar koridorlarından geçip “biz”in sonsuzluğuna uzanan bir yolcudur. Varlığı taşırken kendini, kendini taşırken varlığı keşfeder. Onun şiiri, bir insanın kendi ruhuyla hesaplaşmasının, Tanrı’yla konuşmasının, evrenle hemhâl olmasının mistik bir günlüğü gibidir.
O, kelimelerin hamalı değildir; kelimeleri arıtır, ağartır, saflaştırır. Her kelimeyi bir ibadet gibi tartar. Çünkü bilir ki kelime, Tanrı’nın sessiz yankısıdır; anlam, O’na doğru açılan bir sır kapısıdır. “Dünya Yükünün Hamalı” şiirinde bu sır kapısını aralar, bazen bir çocuğun duasıyla, bazen bir sûfinin sükûtu ile, bazen de bir âşığın yanışıyla.
Bu yüzden onun şiiri bir dinlenme değil, bir taşıma hâlidir; şiir, varlığın yükünü hafifletmez, onu anlamlandırır. Ve anlam, yükü hafifletmese de onu kutsallaştırır.
II. BÂB: NİHALİ TARZ VE VARLIĞIN ŞİİRİ
“Nihali Tarz”, Dünya Yükünün Hamalı’nın kendi şiirsel evrenini tanımladığı üslup adıdır. Bu tarz, yalnızca bir biçim değil, bir varoluş biçimi, bir düşünme şeklidir. Nihali Tarz’da kelimeler birer nesne değil, nefestir. Her mısra, insan ruhunun derinliklerinden gelen bir nefesin yankısıdır; hem şiirsel hem de metafizik bir titreşim taşır.
Bu tarzın merkezinde mistik diyalektik vardır: Hiçlik ile varlık, kadın ile Tanrı, aşk ile ölüm, yalnızlık ile birlenme… Her şey birbirine hem zıt hem aynıdır. Şair, bu zıtlıkların arasında bir denge aramaz; aksine, o dengeyi bozar, kelimenin içinden yeni bir “hakikat ışıması” çıkarır.
Nihali Tarz’ın dilinde alegori, yalnızca bir sanat yöntemi değil, bir varoluş aracıdır. Sembol, insanın ifade edemediği derin sezgilerin kıyısında bir sığınaktır. Bu üslupta Tanrı, kadında; kadın, Tanrı’da; aşk, ölümde; ölüm, dirilişte saklıdır. Her kelime bir “ayna”dır, ve bu aynaya bakan şair kendini değil, Tanrı’nın suretsiz yansımasını görür.
Bu tarzda anlatılan “Nihal” yalnızca bir kadın değil, bir varlık metaforu, bir iç hakikat, insanın kendisinde aradığı ilahi parıltıdır. Şair, “Nihal”de Tanrı’yı değil, Tanrı’ya yönelen insanın özlemini görür. Bu yüzden Nihali Tarz’da aşk, dünyevî bir arzu değil; tecellînin dili, fena’nın melodisi hâline gelir.
III. BÂB: TASAVVUFUN ŞİİRDEKİ GİZLİ MÜZİĞİ
Dünya Yükünün Hamalı’nın şiirlerinde tasavvuf, bir öğretiden ziyade bir iç ritimdir. Onun mısralarında Mevlânâ’nın cezbesiyle, Yunus’un saflığı, Niyazî-i Mısrî’nin sitemi, Hallâc’ın yakarışı birleşir. Ama o, gelenekten kopyalamaz; geleneği yeniden yoğurur. Çünkü o bilir ki tasavvuf, nakledilmez — yeniden yaşanır.
Onun şiirlerinde Allah, dışarıda aranan bir mutlak değil; içeride yankılanan bir öz sestir.
Tanrı’nın evi kubbede değil, kalptedir.
Ve kalp, yeryüzünün en derin mağarasıdır.
O mağarada yankılanan ses, insanın kendi özünden yükselen yaratıcı kudretin hatırasıdır.
Bu nedenle onun şiirleri “iman”dan çok “iman arayışı” üzerine kuruludur. İnanan bir ruh değil, aramaktan inanan bir ruh konuşur orada. Bu arayış bazen aşkın kucağında, bazen yalnızlığın kıyısında, bazen de ölümün sessizliğinde dile gelir.
Her mısra, “ben kimim?” sorusunun cevabını arayan bir modern dervişin iç ilahisi gibidir.
O derviş, tekkede değil; şehirde, kalabalıkta, teknolojinin ve yabancılaşmanın ortasında zikreder.
Zikir artık sessizdir, ama kelimelerin titreşimiyle var olur.
İşte bu yüzden onun şiiri, hem klasik tasavvufun yankısı hem de modern insanın iç çığlığıdır.
IV. BÂB: METAFİZİK DÜŞÜNCE VE ŞİİRİN DİLİ
Dünya Yükünün Hamalı’nın şiirlerinde metafizik, kuru bir düşünce alanı değildir; yaşayan bir bilinç hâlidir.
O, Descartes’ın “düşünüyorum, öyleyse varım” deyişini değil; “hissediyorum, öyleyse yanıyorum” diyen bir ruha sahiptir.
Çünkü onun felsefesi, aklın değil, kalbin metafiziğidir.
Bu şiirlerde varlık, sürekli çözülür; anlam, sürekli doğar; her doğum bir ölümle, her ölüm bir yeniden dirilişle tamamlanır. Bu diyalektik akış, şiir diline hem mistik bir yoğunluk, hem felsefi bir titreşim kazandırır.
Onun dilinde “ben” bir merkez değildir; aksine, yokluğa yönelen bir köprüdür.
Şair, kendi varlığını aşmak ister; çünkü bilir ki insan, var olduğu sürece perdedir.
Ama şiir, o perdeyi aralar; perde aralanınca hakikat çıplak değildir — ışıkla örtülüdür.
İşte o ışık, Dünya Yükünün Hamalı’nın şiirlerinde yankılanan metafizik sezgidir.
V. BÂB: AHLAKİ DURUŞ VE ŞAİRİN MESULİYETİ
Her şair bir taşıyıcıdır. Ama Dünya Yükünün Hamalı, yalnızca duygunun değil, insanlığın yükünü taşır. Onun şiiri bir eğlence değil, bir mesuliyet eylemidir. Çünkü o bilir ki şiir, bir ruhun değil, bir çağın vicdanıdır.
Onun dizelerinde bireysel hüzün, toplumsal bir yankıya dönüşür. İnsanlığın kaybolan masumiyetine, unuttuğu hakikate, sömürdüğü doğaya, ezdiği ruha karşı bir şairane isyan taşır.
Ama bu isyan, öfkeyle değil, merhametle yazılmıştır.
O, insanı yargılamaz; insanın hâlini anlar.
Çünkü bilir ki kötülük bile bazen yaradanın unuttuğumuz yüzüdür.
Ve şiirin görevi cezalandırmak değil, anlamaktır.
Dünya Yükünün Hamalı bu anlamda etik bir şairdir.
Onun ahlâkı, toplumsal kurallara değil, vicdanın metafiziğine dayanır.
Şiir, onda ahlâkın öğütlenmesi değil, ahlâkın yaşanmasıdır.
Bu yüzden onun dizelerinde her imge, insanın yitirdiği masumiyetin arayışına dönüşür.
VI. BÂB: ESTETİK EVREN – SÖZÜN IŞIĞI
Dünya Yükünün Hamalı’nın estetiği, biçimsel süslerden çok içsel berraklık üzerine kuruludur.
O, kelimeyi altınla değil, suskunlukla parlatır.
Şiirinde ritim, ölçü, kafiye; hepsi anlamın etrafında bir zikir halkası gibidir.
Estetik, onda Tanrı’nın suretsiz güzelliğine yönelen bir sezgidir.
Güzellik, biçimde değil; tecellîde aranır.
Bu nedenle onun şiiri hem sade hem derindir; hem sessiz hem yankılıdır.
O, kelimeleri seçerken değil, kelimelere teslim olurken güzelliği bulur.
Çünkü bilir ki hakikat, insanın değil, kelimenin içinden konuşur.
Bu estetik anlayış, okuyucuyu yalnız okumaya değil, düşünmeye ve susmaya davet eder.
Onun şiirini okuyan kişi, kelimelerin ötesinde bir yankı duyar:
O yankı, kendi ruhunun yankısıdır.
??? VII. BÂB: ŞAİRİN SONUÇSUZ YOLCULUĞU
“Dünya Yükünün Hamalı” bir sona varmak istemez.
O, yolculuğun kendisini hakikat sayar.
Çünkü bilir ki insanın görevi varmak değil, aramaktır.
Bu yüzden her şiiri, tamamlanmamış bir duadır.
Kimi zaman Tanrı’yla tartışır, kimi zaman kadında O’nu arar, kimi zaman kendi suskunluğuna sığınır.
Ama ne olursa olsun, yükü bırakmaz.
Çünkü o yük, insan olmanın şerefidir.
O yük, varoluşun ta kendisidir.
Toplam 1 mesaj bulundu