SAATLER Saat biri beş geçiyor.Sinemanın başlamasına daha bir buçuk saatlik bir zaman var.Ayazda dolaşacak değilim ya.Caddeye bakan kahvelerden birine girdim.Bir kötü fincanda kahve geldi.Önceki masada bir adam oturuyor.O da sokağa bakıyor benim gibi.Belki o da yemekten çıkmış,bir sinemanın iki buçuk matinesine kadar olan zamanı caddede,ayazda geçirmemek için,kahvede oturan biri.Bir ara yoruldum caddeye bakmaktan,adamı seyre koyuldum.O da caddeyle ilgisini keşmiş,cebinden incecik bir kağıda sarılı çıkardığı bir saati elinde evirip çeviriyordu.Küçücük bir kadın saatiydi bu.Bir kol saati.Saati türlü yönünden inceleyip duruyor,sonra saatleri gösteren sayılara gözleri takılıyor,bir zaman gözünü ayırmadan bakıyordu.Bir an camın önünden,tanıdığına benzettiği biri geçse,çok kısa bir zaman için geçenle ilgileniyor,sonra yeniden saate,hem de on iki saatin her birine ayrı ayrı dönüyordu.Bir eşyaya bu kadar içten bağlanışta ne olabilir diye düşündüm.Bu kadın saati bu adama ne anlatıyor?Bir anı mı bu saat?Ayrıldığı sevgilisinin,karısının saati mi?Onları,birlikte geçen zamanları hatırladıkça,böyle çıkarıp çıkarıp bakıyor.Ne olursa olsun.Bana ne?Düşünecek bir ben mi varım bu adamı? ...Adam şimdi de saati cebine koymuş olmalı,bir kağıda bir şeyler karalıyordu.Merakımı yenemeyeceğim,eğilim bakacağım ne yazdığına.Baktım da.Bir mektuba başlamıştı.Heceledim,'Sevgilim'diye başlıyordu.Sevgilim!Demek bir sevgilisi var.Saatin sahibi mi acaba sevgilisi?Evet,evet,öyle.Ona yazıyor.İlk cümleyi de okuyabiliyorum:'Saatini tamir için bana verdikten sonra senden ayrılır ayrılmaz,Beyoğlu'nda caddeye bakan kahvelerden birine oturdum.'Şimdi iş anlaşıldı.Saat sevdiği kadının saati.Üstelik de ayrılmamışlar.Bir saatçiye götürüp tamir ettirecek.Ama daha bugün gördüğü bir kadına mektup yazması neden?Belki de kadın bir başka şehre gitmiştir ya da gidecek.Eğilip bakıyorum gene.Bu kere boşuna... Ne yapmalı?Ne yapmalı da bu işin iç yüzünü anlamalı? Okuyamayacağım.Böyle bir sevgiliye yazılmış mektubu okumak beni bugün ne kadar eğlendirir,oyalardı.Bu eğlendirmekten,oyalamaktan da daha fazla bir şey olurdu.Hiç olmazsa bir an için mutluluğa erdirirdi,diyeceğim neredeyse.Aklım bu adamla sevgilisinde.Kadın saatini tamir ettirmek için verdikten sonra bir başka şehre de gitmemiştir.Burada,bu şehirdedir.Belki de adam onu yarın,ne yarını,akşama doğru ya da gece,gene görecektir.Şimdi yanında olmayan onunla konuşmak istedi,konuşmadan edemeyeceğini anladı da kalemi kağıdı çıkardı,konuşmanın bir başka türlüsü olan şu mektubu yazıyor.Böyle olması daha güzel değil mi?Daha değişik,insanı saran bir anlam taşımıyor mu?Ama ne çare okuyamıyorum işte. Hayır okuyacağım bu mektubu.Şöyle yaparım onun için de.Kendimi bu adamın yerine koyarım,ben yazarım mektubu.Bu daha güzel,daha umulmadık bir şey.Olmayan bir sevgiliye,üstelik hesapta olmayan bir mektup yazmak düşüncesi beni heyecanlandırdı...Ben de bir kalem kağıt çıkardım.Tıpkı önümdeki masada oturan adam gibi'Sevgilim'diye başladım mektubuma ben de.Beş dakika önce ömründen bir günü daha tüketmek için bir iki buçuk matinesi bekleyen,hiçbir bağı olmayan bir adamdım.Şimdi öyle mi?Zembereği kopmuş saatini tamir ettirmek için aldığım,yarın olmazsa öbür gün göreceğim bir sevgilim var şimdi bu şehirde.Bir kahve de oturmuş,saatini elimde eviriyor çeviriyor,bir şeyler düşünüyorum.Şimdi bir bağım var. İlk cümlem o adamın yazdğı ilk cümle olacak:'Saatinizi tamir ettirmek için bana verdikten sonra,sizden ayrılır ayrılmaz,Beyoğlu'nda caddeya bakan kahvelerden birine oturdum.'Sonra?Sonrası da şöyle gelsin: 'Bir kahve söyledim.Kahve geilnceye kadar,cebimden incecik kağıda sarılı saatinizi çıkardım.Bakıyorum şimdi.İnsanların eşya da bir değer buldukları,eşyaya bir anlam tanıdıkları ilkel çağların,çocukların,ilk gençliklerin heyecanını yaşıyorum.Eşyayı canlı varlık diye alan,bir boncukta,bir tutam saçta,bir kumaş parçasında,bizim bugün anlayamayacağımız,gülünç bulacağımız değerler tanıyan ilkel insanın dünyası ne kadar zenginmiş,bizim bugün yaşadığımız şu dünyadan,anlıyorum.Çocukluğumuzu unuttuğumuz,dünyaya çocuğun gözleriyle bakmayı küçümsediğimiz gün zenginliklerimizi de yitirmişiz.Eşyayı bir yana atarak düşünmenin,eşyayla bağlılıklar kurmadan duymanın zorluğunu düşünün bir. Saatiniz akrebiyle yelkovanının her gün yeni baştan üzerinde dolaştığı sayılara bakıyor,saatleri gösteren o sayılarda geleceğinizi görüyorum.İnsanoğlunun ömrü saatlerin sınırı içinde geçer ne de olsa.Bir an gözüm,dörde takılıyor.Saatin kadranının üstündeki dört sayısına.Saat dört sizin yaşamınızda neyin karşılığı olabilir,diye dalıyorum.Önünüzdeki sayısız günlerin üzerinde durulmaya değer saat dörtlerinden birinde ne yapabilirsiniz?Belki de bir gün bu saatte bir evlenme defterine imzanızı atacaksınız.Sizi böyle bir saatte,içinizde sevinçler,korkular,umutlar,pişmanlıklar,türlü karışık duygular kımıldanırken,hâlinizde biraz da zoraki bir çekingenlik,ama her gün olduğunuzdan daha güzel buluyorum.Yanınızdaki adama kızmamak elimden gelmiyor.Ama seçtiğiniz kişiyse o,ne diyebilirim?Belki bütün bu kalabalığın,bu törenlerin,ömrünüzce sizinle birlikte olacak kişiyle bir an önce yalnız kalmak için sona ermesini sabırsızlıkla bekleyeceksiniz.Günlerden bir günün saati dördü,bir semaverin kaynarken çıkardığı sesler kadar ılık geçecek bir ömrün başlangıcı olacak.Hiç olmazsa sizin için böyle olacak. Saat sekiz buçuğa gözüm kayıyor,sabahın sekiz buçuğuna.Sonra da hemen akşamın altısına bakıyorum.Bu saatlerde sizi bir erkeği,işine gidecek,işinden dönecek bir erkeği uğurlar,karşılarken görüyorum. Belki de şimdi bütün saatleri bir yana iterek gözüme çarpan bir gece yarısının on ikisi,bir hastene odasında geçireceğiniz saat olacak.İlk çocuğunuzu,şehrin büyük bir çoğunluğu uykuda,bütün gürültülerin azaldığı,yok olmaya yüz tuttuğu bir saatte dünyaya getireceksiniz.Yorgun,halsizsiniz.Alnınız,avuçlarınız ter içinde.O anda kızınızın(Kız çocukları daha çok seversiniz.)arkasında iki örgü okula giden düşünü görüp gülümseyeceksiniz. Gecenin saat onunda,dışarıda yağmurun pencerelere çarptığı bir güz akşamı,sıcak odanızda,kızınız yatmış,karşınızda bir erkek gözleri gazetede uyuklarken,siz örgü örüyorsunuz.Saçınızın beyazı siyahından çok.O gün,daha o gün kızınızla aranızda geçen bir evlenme konusunu kocanıza açıp açmamayı düşündüğünüzü söylesem şaşmaz mısınız? Saatler insana her zaman güzel şeyleri hatırlatmıyor sevgilim.Şimdi de kalkmış kadrandaki sayılardan biri fena bakıyor yüzüme.Hangisi olduğunu iyice seçemiyorum ama.İçimin bir tuhaf olduğunu,başımın döndüğünü duyuyorum.Bir günde bir günün bir saatinde öleceksiniz.' Burada bitirdim mektubumu.Adama baktım.Yoktu.Gitmiş olmalıydı.Kahvenin duvarındaki saate baktım.İkiyi yirmi geçiyor.Bir şeyler yazmak istemiş,yazmış,rahatlamıştım.Önümdeki kağıdı okumadan yırttım.Elimde yuvarladıktan sonra,masanın üstündeki tablaya bırakıp kahveden çıktım. Sabahattin Kudret AKSAL
SAATLER
Saat biri beş geçiyor.Sinemanın başlamasına daha bir buçuk saatlik bir zaman var.Ayazda dolaşacak değilim ya.Caddeye bakan kahvelerden birine girdim.Bir kötü fincanda kahve geldi.Önceki masada bir adam oturuyor.O da sokağa bakıyor benim gibi.Belki o da yemekten çıkmış,bir sinemanın iki buçuk matinesine kadar olan zamanı caddede,ayazda geçirmemek için,kahvede oturan biri.Bir ara yoruldum caddeye bakmaktan,adamı seyre koyuldum.O da caddeyle ilgisini keşmiş,cebinden incecik bir kağıda sarılı çıkardığı bir saati elinde evirip çeviriyordu.Küçücük bir kadın saatiydi bu.Bir kol saati.Saati türlü yönünden inceleyip duruyor,sonra saatleri gösteren sayılara gözleri takılıyor,bir zaman gözünü ayırmadan bakıyordu.Bir an camın önünden,tanıdığına benzettiği biri geçse,çok kısa bir zaman için geçenle ilgileniyor,sonra yeniden saate,hem de on iki saatin her birine ayrı ayrı dönüyordu.Bir eşyaya bu kadar içten bağlanışta ne olabilir diye düşündüm.Bu kadın saati bu adama ne anlatıyor?Bir anı mı bu saat?Ayrıldığı sevgilisinin,karısının saati mi?Onları,birlikte geçen zamanları hatırladıkça,böyle çıkarıp çıkarıp bakıyor.Ne olursa olsun.Bana ne?Düşünecek bir ben mi varım bu adamı?
...Adam şimdi de saati cebine koymuş olmalı,bir kağıda bir şeyler karalıyordu.Merakımı yenemeyeceğim,eğilim bakacağım ne yazdığına.Baktım da.Bir mektuba başlamıştı.Heceledim,'Sevgilim'diye başlıyordu.Sevgilim!Demek bir sevgilisi var.Saatin sahibi mi acaba sevgilisi?Evet,evet,öyle.Ona yazıyor.İlk cümleyi de okuyabiliyorum:'Saatini tamir için bana verdikten sonra senden ayrılır ayrılmaz,Beyoğlu'nda caddeye bakan kahvelerden birine oturdum.'Şimdi iş anlaşıldı.Saat sevdiği kadının saati.Üstelik de ayrılmamışlar.Bir saatçiye götürüp tamir ettirecek.Ama daha bugün gördüğü bir kadına mektup yazması neden?Belki de kadın bir başka şehre gitmiştir ya da gidecek.Eğilip bakıyorum gene.Bu kere boşuna...
Ne yapmalı?Ne yapmalı da bu işin iç yüzünü anlamalı?
Okuyamayacağım.Böyle bir sevgiliye yazılmış mektubu okumak beni bugün ne kadar eğlendirir,oyalardı.Bu eğlendirmekten,oyalamaktan da daha fazla bir şey olurdu.Hiç olmazsa bir an için mutluluğa erdirirdi,diyeceğim neredeyse.Aklım bu adamla sevgilisinde.Kadın saatini tamir ettirmek için verdikten sonra bir başka şehre de gitmemiştir.Burada,bu şehirdedir.Belki de adam onu yarın,ne yarını,akşama doğru ya da gece,gene görecektir.Şimdi yanında olmayan onunla konuşmak istedi,konuşmadan edemeyeceğini anladı da kalemi kağıdı çıkardı,konuşmanın bir başka türlüsü olan şu mektubu yazıyor.Böyle olması daha güzel değil mi?Daha değişik,insanı saran bir anlam taşımıyor mu?Ama ne çare okuyamıyorum işte.
Hayır okuyacağım bu mektubu.Şöyle yaparım onun için de.Kendimi bu adamın yerine koyarım,ben yazarım mektubu.Bu daha güzel,daha umulmadık bir şey.Olmayan bir sevgiliye,üstelik hesapta olmayan bir mektup yazmak düşüncesi beni heyecanlandırdı...Ben de bir kalem kağıt çıkardım.Tıpkı önümdeki masada oturan adam gibi'Sevgilim'diye başladım mektubuma ben de.Beş dakika önce ömründen bir günü daha tüketmek için bir iki buçuk matinesi bekleyen,hiçbir bağı olmayan bir adamdım.Şimdi öyle mi?Zembereği kopmuş saatini tamir ettirmek için aldığım,yarın olmazsa öbür gün göreceğim bir sevgilim var şimdi bu şehirde.Bir kahve de oturmuş,saatini elimde eviriyor çeviriyor,bir şeyler düşünüyorum.Şimdi bir bağım var.
İlk cümlem o adamın yazdğı ilk cümle olacak:'Saatinizi tamir ettirmek için bana verdikten sonra,sizden ayrılır ayrılmaz,Beyoğlu'nda caddeya bakan kahvelerden birine oturdum.'Sonra?Sonrası da şöyle gelsin:
'Bir kahve söyledim.Kahve geilnceye kadar,cebimden incecik kağıda sarılı saatinizi çıkardım.Bakıyorum şimdi.İnsanların eşya da bir değer buldukları,eşyaya bir anlam tanıdıkları ilkel çağların,çocukların,ilk gençliklerin heyecanını yaşıyorum.Eşyayı canlı varlık diye alan,bir boncukta,bir tutam saçta,bir kumaş parçasında,bizim bugün anlayamayacağımız,gülünç bulacağımız değerler tanıyan ilkel insanın dünyası ne kadar zenginmiş,bizim bugün yaşadığımız şu dünyadan,anlıyorum.Çocukluğumuzu unuttuğumuz,dünyaya çocuğun gözleriyle bakmayı küçümsediğimiz gün zenginliklerimizi de yitirmişiz.Eşyayı bir yana atarak düşünmenin,eşyayla bağlılıklar kurmadan duymanın zorluğunu düşünün bir.
Saatiniz akrebiyle yelkovanının her gün yeni baştan üzerinde dolaştığı sayılara bakıyor,saatleri gösteren o sayılarda geleceğinizi görüyorum.İnsanoğlunun ömrü saatlerin sınırı içinde geçer ne de olsa.Bir an gözüm,dörde takılıyor.Saatin kadranının üstündeki dört sayısına.Saat dört sizin yaşamınızda neyin karşılığı olabilir,diye dalıyorum.Önünüzdeki sayısız günlerin üzerinde durulmaya değer saat dörtlerinden birinde ne yapabilirsiniz?Belki de bir gün bu saatte bir evlenme defterine imzanızı atacaksınız.Sizi böyle bir saatte,içinizde sevinçler,korkular,umutlar,pişmanlıklar,türlü karışık duygular kımıldanırken,hâlinizde biraz da zoraki bir çekingenlik,ama her gün olduğunuzdan daha güzel buluyorum.Yanınızdaki adama kızmamak elimden gelmiyor.Ama seçtiğiniz kişiyse o,ne diyebilirim?Belki bütün bu kalabalığın,bu törenlerin,ömrünüzce sizinle birlikte olacak kişiyle bir an önce yalnız kalmak için sona ermesini sabırsızlıkla bekleyeceksiniz.Günlerden bir günün saati dördü,bir semaverin kaynarken çıkardığı sesler kadar ılık geçecek bir ömrün başlangıcı olacak.Hiç olmazsa sizin için böyle olacak.
Saat sekiz buçuğa gözüm kayıyor,sabahın sekiz buçuğuna.Sonra da hemen akşamın altısına bakıyorum.Bu saatlerde sizi bir erkeği,işine gidecek,işinden dönecek bir erkeği uğurlar,karşılarken görüyorum.
Belki de şimdi bütün saatleri bir yana iterek gözüme çarpan bir gece yarısının on ikisi,bir hastene odasında geçireceğiniz saat olacak.İlk çocuğunuzu,şehrin büyük bir çoğunluğu uykuda,bütün gürültülerin azaldığı,yok olmaya yüz tuttuğu bir saatte dünyaya getireceksiniz.Yorgun,halsizsiniz.Alnınız,avuçlarınız ter içinde.O anda kızınızın(Kız çocukları daha çok seversiniz.)arkasında iki örgü okula giden düşünü görüp gülümseyeceksiniz.
Gecenin saat onunda,dışarıda yağmurun pencerelere çarptığı bir güz akşamı,sıcak odanızda,kızınız yatmış,karşınızda bir erkek gözleri gazetede uyuklarken,siz örgü örüyorsunuz.Saçınızın beyazı siyahından çok.O gün,daha o gün kızınızla aranızda geçen bir evlenme konusunu kocanıza açıp açmamayı düşündüğünüzü söylesem şaşmaz mısınız?
Saatler insana her zaman güzel şeyleri hatırlatmıyor sevgilim.Şimdi de kalkmış kadrandaki sayılardan biri fena bakıyor yüzüme.Hangisi olduğunu iyice seçemiyorum ama.İçimin bir tuhaf olduğunu,başımın döndüğünü duyuyorum.Bir günde bir günün bir saatinde öleceksiniz.'
Burada bitirdim mektubumu.Adama baktım.Yoktu.Gitmiş olmalıydı.Kahvenin duvarındaki saate baktım.İkiyi yirmi geçiyor.Bir şeyler yazmak istemiş,yazmış,rahatlamıştım.Önümdeki kağıdı okumadan yırttım.Elimde yuvarladıktan sonra,masanın üstündeki tablaya bırakıp kahveden çıktım.
Sabahattin Kudret AKSAL