Ben kimim? Yaramaz bir çocuk Sessizliğiyle kendine gizlenen Bugün bile simyacılar, iyi-kötü Bir şeyler bulup çıkarmak isterken Ben kimim, zamanın kıyısında direnen?
Uçaklar uzaklara kanat vururken Ben kimim, kırılıp kalmış Eski bir tekne gibi? Ben kimim, çocuk düşlerinden Anlaşılmaz ülkülere uzanmış?
Ben kimim bilemiyorum Açlığıyla olmadık sevgilerin Bir küçücük bakışta oyalanan Ben kimim olur olmaz zamanlarda Kendine ve herşeye ağlayan?
Tüm varlığım benim, karanlık bir ayettir seni, kendinde tekrarlayarak çiçeklenmenin ve yeşermenin sonsuz seherine götürecek.
Ben bu ayette seni ah çektim, ah ben bu ayette seni ağaca ve suya ve ateşe aşıladım!
Yaşam belki uzun bir caddedir, her gün filesiyle bir kadının geçtiği, yaşam belki bir urgandır, bir adamın daldan kendini astığı, yaşam belki okuldan dönen bir çocuktur, yaşam belki, iki sevişme arası rehavetinde yakılan bir sigaradır, ya da birinin şaşkınca yoldan geçişi, şapkasını kaldırarak, başka bir yoldan geçene anlamsız gülümsemeyle “günaydın” diyen.
Yaşam belki de o tıkalı andır, benim bakışımın senin buğulu gözlerinde kendini paramparça yıktığı ve bir duyumsama var bunda benim ay ve karanlığın algısıyla birleştireceğim.
Yalnızlık boyutlarındaki bir odada, aşk boyutlarındaki yüreğim, kendi mutluluğunun sade bahanelerini seyreder, saksıda çiçeklerin güzelim yok oluşunu ve senin bahçemize diktiğin fidanı ve bir pencere boyutlarında öten kanarya ötüşlerini.
Ah.. Budur benim payıma düşen, budur benim payıma düşen, benim payıma düşen, bir perde asılmasının benden aldığı gökyüzüdür, benim payıma düşen, terk edilmiş merdivenlerden inmektir ve ulaşmaktır bir şeylere çürüyüşte ve gurbette, benim payıma düşen anılar bahçesinde hüzünlü bir gezintidir.
Ve 'ellerini seviyorum' diyen sesin hüznünde ölmektir.
Küpeler takacağım kulaklarıma ikiz iki kirazdan ve tırnaklarımı papatya çiçeği yapraklarıyla süsleyeceğim. Bir sokak var orada, aynı karışık saçları, ince boyunları ve sıska bacaklarıyla küçük bir kızın masum gülüşlerini düşünüyorlar bir gece rüzgarın bizi alıp götürdüğü.
Bir sokak var benim yüreğimin çocukluk mahallesinden çaldığı, zaman çizgisinde bir oylumun yolculuğu ve bir oylumla gebe bırakmak bir zamanın kuru çizgisini bilinçli bir simgenin oylumu aynanın konukluğundan dönen.
Ve böylecedir, birisi ölür ve birisi yaşar. Hiçbir avcı, çukura dökülen hor bir arkta inci avlamayacaktır.
Ben hüzünlü küçük bir periyi biliyorum okyanusta yaşayan ve yüreğini tahta bir kavalda usul usul çalan küçük hüzünlü bir peri geceleri bir öpücükle ölen ve sabahları bir öpücükle yeniden doğacak olan...
Saat 24.00 Konya yolu Ziya sürükler düşlerini el arabasında yol boyu kim bilir ne düşünür Nerden bileceksin Yatılmaz ki düşüne düşenin
Ziya zulada gizli sevda sofrada ekmek gurbetten gelen haber herkes için Bir şey
Ziya zayi olmuş yaşam Ziya kendinden başka herkes
Karşı Metropolitan otel adını bilir Ziya, birde çöpünü ambalaj türlü zibil aliminyumu peti plastiği hepsi janjanlı Gavurca etiketli
içindekinin tadını bilmez amma ziya bilir ki boşu zulada gizli sevdadır sofrada ekmek
Boşu rızk boşu Allah kerim
Aha ziya karşı metropolitan otel yürü rızkına ekmeğine yürü ziya
Sürükle el arabanı düşlerin gibi karşıya karşı metropolitan otel karşı saltanat Senin devletinse ekmeğin İki devlet arasındaki sınır şimdi Konya yoludur Nereye gitsek sınırlar nereye gitsek kaçak nereye gitsek kaçakçı Kato'dan, kızılgedikten öte kaçağa giderdik Çaya cigaraya Geldik Ankara'ya Bu sefer adımızı koydular KAÇAK ÇÖP AVCISI Dinine yanam vazgeçmiyormuş essahtan huylu huyundan Ya bizde var bir arıza Ya bu töresi batası dünya....
DALDI ZİYA! Çocukken elma çalardım komşunun bahçesinden Kuran kursunda anlatınca hoca hırsızlığın cezası Bilmem kaç bin yıl yanmak diye diri diri gece karabasanlarla uyanır öğrendiğim dualarla yarım yamalak iki rekat namaz kılar af diler ağlardım
Şimdi karşı saltanatın çöplerini çalarken fetva veriyor gene birileri onlar hırsız, onlar tinerci Koca puntolarla yazıyorlar Onlar KAÇAK ÇÖP AVCILARI Belki itikatım sarsıldı büyüdükçe belki açlık pelte etti imanımı Ama hırsızlıksa yaptığım İnanmıyorum yanacağıma Ve deliksiz uyuyorum geceleri Korkmuyorum Gözyaşlarımda kurudu çoktan Gözlerimden aksa aksa bu saatten sonra bir tek isyan akar Ben kaçak çöp avcısıyım ve artık AF DİLEMİYORUM hiç kimseden
Saat 24.00 Karanlık saklar Üstünün başının, ellerinin kirini Ayak kırar kokunu İşte Konya yolu Geç sınırı Yürü karşıya Ziya Senin devletinin sınırları O saltanatın çerine çöpüne kadar
İLK ADIM Ekmek kan pahası Ekmek aslanın ağzında derler Ziya'mın ekmeği Aslanın ağzında değil Bir kara şahin'in tekerlekleri arasında
Bir şahin ki Avını gözetir Daha ilk adımını attığında karşıya Şimşek gibi çarpar
Bir şahin ki Ziya'mın düşleri gibi Çarptı mı durmaz kaçar.
Eyüp Büyüyor eknomi Kalkınıyor ülke Yıllık büyüme hızı %8
Kaat 240a gidiyordu 3 yıl evvel Bugün 80 Yıllık büyüme hızı %8 Yoksullaşma hızı %300 Keşanelerde göbekler Yılda %8 büyürken Barakalarda öfke büyüyor Her yıl %300
Teknoloji gelişiyor, büyüyor dünya Kameralı cep telefonları İnternet Bacaklarındaki kılı Kaymak gibi alan Elektirikli ağdalar Ve bilimum zırzavat
globalleşiyoruz Küçük bir köy oldu amma Eyüp yol parasına kıyıp ta Ankara'ya Geldi geleli bir Kızılay'a inemedi hala
Hiç mi merak etmiyorsun Akşam haberlerini
Kim Kiminle Nerede 'Biz sadece arkadaşız birlikte masum bir akşam yemeği yedik' Hangi medar-ı iftarımız sanatçı Bugün neresinden frikik verecek Ve hangi mert Anadolu delikanlısı kardeşimiz 'Halkım beni bilir reklam için yapıyorsam şerefsizim' diyecek
Yaşamak güzel Eyüp daha ne günler var önünde Çıkacak mısın eyüp yola Tutup çekecek misin ziya'yı kolundan Canın pahası
Sana dokunmayan yılan bin yaşasın Babana bile güvenmeyeceksin Böyle emrediyor efendilerin Allah aşkına Eyüp Sen ne zaman söz dinleyeceksin
Var mı kitabında Ortada bırakıp kaçmak arkadaşını senin yüreğin zaten hiç bomba süsü verilmiş pankart olmadı hep patladı zamanlı zamansız kurtardı ziyayı itin dölü gece Belki Eyüp'ün gözlerini kör etmese... Ayırt edecekti o vurup kaçan jipi Eyüp'ün Şahin gözleri
Demin sofrana ekmek diye götüreceğin gazete Üstüne kefen oldu. Birde kefenin cebi yok derler.
Günler geçiyor Eyüp Şimdi Hangi atık kağıt işçisi Biz ne yapabiliriz ki diye Başını önüne eğip, gözlerini kaçırsa Başımız dimdik senin gözlerinle, gözlerinin içine baka baka seni anlatıyoruz ona Eyüp bire bin katarak
Ve kızıyorsan bire bin kattığımız için Bize mütevazılığı öğütlüyorsan Buna hakkın yok Sen niye mütevazı olmadın Düştüğün isyan toprağında Bire onbin verirken Bedrettin başağım.
piramit tepesine evvela köleler çıkar şaşı bir peygambere hiç bir mürit in…anırdır bir körün peruk takması kadar feci kıyamet de herkese kendi gibi kopacak usta terziler mezurasız anlarlar gidip gelen trenlerle akarak en güzel gar lokantaları’nda içilir -bir şey var.. bir şey hep var- musalla taşı’na serçeler konar hurma ağaçları sögüt gölgesi arar pabuçlarım su çekiyor saçım sıfır numara ben bu hayatın yalancısıyım ayran içmedik lakin yine de ayrı düştük ömrümden bir daha geç yoksa cüce kalırım hayatmetre iki din açılıyor tevatür boz duru ziyade kirli tekerlek üzeri cam kenarı aşk çıldırmak da uzun zaman alıyor sesi insana benziyor diye konuşan kuş sayılır ya papağan hüzünlerin de patenti oluyor renkler bile yan yana gelmeye ürküyor gökkuşağı geceleri çıkıyor ya kalbim acıkır da çekerse seni meyvanın ekşimesi: küsmesi mi yoksa can çekişmesi mi yaraları saya soya seviniyorlar yara görününce yara’dır göründü kara yara -dağlar uçurumlarını dışarı asar- sevin antepliler sevin sevgililer günüdür çocuklar her yeni yüzyıl’a pandik -evler balkonlarını içeri kısar- devlet televizyonu’nda oynayan bbc dizileri gibi soğuk ve silinik kirlendiysek bu ülke’yle kirlendik hasılı: bu durmuş bu beklemiş bu ekmiş bu biçmiş bu sevmiş bu da ta orta asya’dan gelmiş ‘ya sev ya terket’ demiş malazgirt ovası’nda görünmez sarı levha: “ayağınızı anadolu’ya silin kılıcınızı bizans’a asın” durmayı mezarlıkta folklörü at üstünde staj etmiş bir zilyet yol üstündeler diye yol’dur yoksa gerili ip kuru toprak bir atı övdüğü kadar sevmiş mi tebaasını son hareketi yapamıyoruz tarih patinaj talih sürmenaj ankara ankara jüri ankara biz buradan gidelim canım bol sıkılıyor gidelim biz buradan sıkılıyor canım bol buradan gidelim biz bol sıkılıyor canım çıkış yok yok çıkış yok çıkış çıkış yok canım sıkılıyor bol gidelim buradan biz sıkılıyor bol canım buradan biz gidelim bol canım sıkılıyor biz gidelim buradan herkes kod ruhu’yla “burada” ve “şimdi” aşkta da türkan şoray kanunları geçerli eskiden ambalajsız sarılıyorduk yılkı insanları’yız alo burası hephiçyer öpüşme öncesi gargara yapıyorlar anla beni ve öldür sana bir şey olmasın ya da bizi sorup sual eden olursa kum saati içinde güneşleniyoruz işte ve kar taneleri gibi yaşıyoruz şu sıra birbirimize değmeden ayrı ayrı eriyerek ileride bu olanlara gülüp geçeceğiz mesela fakat şimdi bir hayatı doldurmak zorundayız insan insanda bitiyor arkadaş başka sözüm yok gitgide diğerimiz üşüyor zartrilyon süren şu hayat çarşı’nda ömrümüz kışla-camii-bakırköy avlularında “yaşayacak halimiz mecalimiz yok artık size emanetiz” yazıyor ilişikteki not’ta dün dün’den biraz daha normaldi sanki bugün’nün kafası bulanık zonk zonk zonkluyor pek çok alamet belirdi hakikatli sevgililer bir bir delirdi kimse tertemiz değil artık ter bile temiz değil çünkü esmiş gürlemişiz yağamamışız baki kalan bu kubbede hoş bir bırt sesiymiş bu şimdiki açık kalmış zaman’dan eksik gedik bir çocukluk çıkar mı hakkımızda konuşurlar da car car ne telif öderler ne bir nescafe ısmarlarlar sivas’ı unutmayalım -unutmayalım sivas’ı erzincan ve dinar hatırlatır kendini - bekleyeli çok oldu mu hayatım - yook bir iki haiku kadar işte ismim bond met üst bond gizli şair’im damardan yaşarım altın vuruş sevişirim varlığım lojistik destik’tir hayata schindler’in listesine giremesem de daha midas’ın kulakları estetikli kalbi teflonlu midas’ın yarrock’ı at yarrock’ı “burdan kaçınız” köşesi’ndeyiz dünyanın dünya bu bekleme salonu cortlak yuvarlak altımızdan ters ırmaklar mı geçiyor ne tıss -nuh’un gemisi’ne de bre damsız girilmez- karşının herifi’yim buralarda anti’yim bahçe insanı’yım kaldırım şairi’yim düsturum: “herkesi memnun edemezsin kızamadığın birini hakikatli sevemezsin” el kadar light hayat’la düşmüşüz de dara insan amca insan teyze uymayın ben’a -tashih büyüyü bozuyor yazı mı tura mı yara- fakirler inanır zenginler satın alır tıss zenginlik değil komşu fakirlik gerçeküstü sevgim huylu sevgi metin üstündağ öldü şarkılarla türkülerle kendimizden geçeriz filmlerle öykülerle kendimize geliriz böyle de bir yanımız var işte teneke tıngır “her şey alnımıza yazılı” der din baba “her şey olacağına varır” der bilim baba ikisi de aynı kapıya mı erer hidayet ya da aynı kapısızlığa mı teneke tıngır sonsuzluk ülkesi kainat mahallesi dünya caddesi hayat sokağı ömür apartmanı otuz bir numarada oturuyorum kimseye yoktur mahsurum ve istanbul’un aç horozları aç martılar adına burada ve şimdi meydana gelen tüm iyilikleri ve kötülükleri üstleniyorum neyi nereye yaşayacağımız unuta damıta her şey birçok şey oldu kaossenfoni lojmana benziyor gide kala şu ömür kan kardeşi olmuşuz lösemili zamanla dün gibi uyandığımız bugün nekahet dönemi hiçistan’da düşünce suçu yok artık hiçistan’da düşünen kimse yok artık çünkü fraksiyon olarak gelişiyor her sevgi aynı lafları etmekten ağzımız kokuyor şiir açıklamıyor dünyayı ancak gargara yapıyor sarışın mizah dergileri gibi eskiyoruz meğer kavuştukça çoğalan bir ayrılık varmış yalnızlık psikolojikmiş öpülünce geçermiş çocuktunuz şimdikinden ortaya daha duble çocuk yeni bir kıta keşfeden serüvenci hevesiyle o orasını gösteriyordu sense yaralarını o gün bugün bir giz gelişti aranızda 3. şahıs gibi ilk göreni ilk dokunanı oldunuz birbirinizin konuşsanız kan çıkardı kelimelerden sussanız yazık öldüğünü duydunuz ağustostan önceki son hazirandı bir dize geldi düğümlendi boğazınıza: “bıçak saplanmadığı yeri de yaralar” gibi evcilik doktorculuk oynuyordunuz hani ama hep çıplak yatakta bitiyordu oyun sonları ebeveynleriniz mızıkçılık yapıyordu hep cızz oluyordu bir yanınız hep uf o orasını öptürüyordu sense yaralarını yüz çizgileri derin kuru birer ur ark aramıza biz engeliz ten nasıl soluyor zinhar bir tek biz mi fazla kaldık bu aşka ses oktava sığmıyor hakikatle inleyince herkesin açığı var kapanmıyor yaralar tedavi sözlere rağmen kaos hükümdar ölüm doğuruyor istemese de her kadın ve cellat oluyor nihayet istemese de her erkek bu devletin uluslararası bir mutfağı var gene de halkın açlıktan nefesi kokar macar topçu urban’a yeni top mu döktürsek bir yeşilin içinde nasıl sarı ve mavi dursak gözleri yüzlerinde iki hileli zar bir öpüşmede tanrım ne çok insan dudağı var bütün eserleri yaşına geldin mi tam antolojilik oldun mu ara sıra alıntı yapıyorlar mı senden çın çın çınlatıyorlar mı kulaklarını gitsen özlenir misin kalsan bırakırlar mı uzaktan nasıl görünüyorsun acaba karşılığın rengin dengin nedir sahi hayatta aştın mı yoksa tekrar mı ediyorsun kendini uzasan mı artık kıssan mı kessen mi sesini yanlış mı kokluyorsun gülleri annesi babası mı sanıyor herkes seni siyasete mi girsen artık intihar mı etsen diyeceğin her şeyi dedin mi dediğine değdi mi bütün eserleri yaşına geldin mi Metin Üstündağ
Bu güne iyi bak! Çünkü o, hayattır, Bu kısa yolda varlığın bütün çeşitleri ve deneyimleri yatar; Büyümenin sevinci, Eylemin şanı, Güzelliğin nuru. Dün bir anı olsa da, Yarın sadece bir hayaldir; Ama bugün iyi yaşamak Her geçen günü mutlu bir anı yapar, Ve her yarını umudun görüntüsü Bu yüzden bu güne iyi bak!
Demek suskun Demek küskün Demek sürgün artık sözlerin Yani veda Yani heba Yani şimdi silinecek izlerin
Yine hicran Yine mihman Yine aynı yerden, ağu gibi damlayan Say ki sıyırdı kurşunun, De ki kahpeydi zaman
Biraz vurgun Biraz kırgın Gelgitlerden çok yoruldu yüreğim Ne ben galip, Ne sen mutlu Altı üstü bir sevdaydı dileğim...
Demek hıyanet Demek melanet Gitmez gayrı gözlerimden bu cinnet Belki ben bilemedim değerini Ki kaç gurbet vardı içimde Sana kaç hasret...
Yine yalan Yine talan Bir bıçak ki hiç durmadan kanırtan Say ki devrilmedin ömrüme şiir şiir Ve hiç saklamadı varoşlarında bizi bu şehir
Demek firar Demek karar, Demek ölümüne muamma Ki hiç inanmadı yüreğin, Seni kabir kabir sustuğuma Oysa anlatmak vardı bizi Memleketimin gül yüzlü çocuklarına
Şimdi matem Şimdi zindan Şimdi gece, başı sonu olmayan Birkaç mısra Birkaç isyan Hepsi bu bizden kalan...
deli 'her unsuru yapmaya muktedir olup, hiçbir öğeyi yapmaya değer bulmayandır' demiş üstat, ne hoş söylemiş...birkaç dakika tanıdım aslında...lakin mutluluk, yalnızlık ve aşkı algılayıp anlamış olması; aklını kontrol etmekten vazgeçmesi, normları umursamayışı, sağlıksız bir topluma verdiği sağlıklı tepkisi de mükemmel...
ne demiş halil cibran ' görüntü kuşanılan libastır ancak'
saçını tarıyorsun, saçların uzun omzuna onlarla taşınmış Nil nehri Afrika'dan yolunu şaşırmamış, tıngır mıngır taşınmış görenler var görenler var koca nehri omuzunda uyurken ben bile gördüm daha ne ama ben her yerini gördüm az buz değil eh olsun artık o kadarcık fark cumartesi çarşını pazarını, dolmuş durağını pazar günü yumuşak G'ni pazartesi çantanın bulutlandığını gördüm deli oldum bana koştuğun tren istasyonları hiç eksik olmazdı çantandan güzelliğinden emin herkes gibi içinde ayna yoktu eskiydi meskiydi ama her an bir dilim şiir bulunurdu kıyı köşesinde içim sıkılırsa kalkar o şiire yanaşırdım, okurdu beni kuyrukluyıldız mevsimine girdi miydi sevdamız yanına varılmazdı beyazlığından ama sen esmersin ekşi sarışın ekşi kumral bir de saçların sevişirken Nil
saçını tarıyorsun, saçların uzun omzuna onlarla taşınmış Nil nehri Afrika'dan aklını oynatmamış, bile bile taşınmış duyanlar var duyanlar var koca nehri omuzunda ağlarken ben bile ağladım omuzunda kime ne ağlamanın da bir zamanı vardır sevgilim örneğin haritalarda ağlanmaz Nil'e yağmur inerken benimkisi, gülüşüm ıslak olmasın diyedir ağlamadan sayılmaz kedi mırıltısı desek daha doğru sahi, salı günü kedilerin olsun mu çarşambayı enayilere verelim, perşembeyi sevişmelere haftanın yedi günü yedi perşembe demek senin hesabına göre gülersin di mi gül bakalım gül ben ne zaman şiir yazacağım peki ne zaman şarkı söyleyeceksin pencerelerde üzüm lekeleri neyle çıkacak, çiçekler kuruyor susuzluktan çamaşır derdi olmayacak, ya insanlar, ya gün ışığı ya salyangozlar yat kalkla yürür mü sanıyorsun bu hikaye ama sen şiirsin ekşi roman ekşi öykü bir de saçların sevişirken Nil
Daha katı günler yolda,yakın Dönekliğe ayarlanmış zamanlar Görünür gitgide çevren çizgisinde. Çekip bağlarsın yakında ayakkabılarını, Köpekleri avlularına geri kovarsın Balıkların içi Çoktan buza kesmiştir.Çünki yelde. Yoksulca yanar ışığı kandillerin Sisi tarar bakışların. Dönekliğe ayarlanmış zamanlar Görünür gitgide çevren çizgisinde
Gözlerin gözlerime değince Su katılıyor rakıya Denizler açılıyor önümde.
Üç çeşit deniz var bildiğim: Birincisi süt liman deniz. İlkgünün özenle okşadığı, Gökyüzüyle kaynaşan deniz.
İkincisi dalgalı oynak, Bir kedi gibi önce sokularak Sonra tozu dumana katan deniz. Balıklara beşik sallayan deniz.
Üçüncüsü volkansı dağlar... Tüfek namlusundan menevişli, Baştan başa gövdesi köpek dişli,Kaynakwh: Kaynakwh: Kendi kendine savaşan deniz. Anadolu dağları gibi kıraç, Kış ortasında kurtlar gibi aç Karanlığa uluyan deniz.
Senin gözlerin de öyle uzak, Üç türlü denizde balkıyarak Bütün yaşamımı alıp gitti. Türküler yitirdim dağlarda. Çiğdemleri rüzgar okşar ya, Sarkar ya söğütler ırmağa Rakıya su katılır gibi Gözlerin başlar yansımaya
Gözlerin gözlerime değince su katılıyor rakıya, Ülkeler de kadınlara benziyor, Başlıyor yansımaya.
İşte güvercin kemikli kız! Koca Fransa, Akdeniz... Ve Almanya ki lahana, tütün, Sokakları kan kokarken bir gün Gençliğimi orada bırakıp geldim. Oysa balık gibiydi Urzula Rayh Bir sarı çiğdem gibi severdim.
Bir siir,bir siir daha :-)) Degilmi ki o zamanki asklari özlemisiz?
Birlikte … Birlikte geçen günleri özlüyorum Hele sabah çıkıp gidişimizi Seninle dağlara çıkar dolaşırdık Birlikte söylerdik şarkılarımız Ben o dağların ruhundan öğrenmiştim Ta yürekten candan söylemeyi Hem dağlarda hem kırlarda hem sahralarda Ey aman medet aşkın elinden yani İkimiz tek bir gönül olmuşken Sonbahar gelip böyle ayırdı bizi Ancak birlikte olunca küflenmez aşk Ya bağır bir ses ver ya da uyu hadi.
Her yere yetişir Hiçbir şeye geç kalınmaz Çocuğum beni bağışla Ahmet Abi sen de bağışla.
Boynu bükük duruyorsam eğer içimden böyle geldiği için değil Ama hiç değil Ah güzel Ahmet Abim benim insan yasadığı yere benzer O yerin suyuna, o yerin toprağına benzer Suyunda yüzen balığa Toprağını iten çiçeğe Dağlarının, tepelerinin dumanlı eğimine Konyanın beyaz Antebin kırmızı düzlüğüne benzer Göğüne benzer ki gözyaşları mavidir Denizine benzer ki dalgalıdır bakışları Evlerine, sokaklarına, köşebaşlarına Öylesine benzer ki Ve avlularına (Bir kuyu halkasıyla sıkıştırılmıştır kalbi) Ve sözlerine (Yani bir cep aynası alım-satımına belki) Ve birgün birinin bir adres sormasına benzer Sorarken sorarken üzünçlü bir ev görüntüsüne Camcının cam kesmesine, dülgerin rende tutmasına Öyle bir cigara yakımına, birinin gazoz açmasına Minibüslerine, gecekondularına Hasretine, yalanına benzer Anisi işsizliktir Acısı bilincidir Bıçağı gözyaşlarıdır kurumakta olan Gülemiyorsun ya, gülmek Bir halk gülüyorsa gülmektir Ne kadar benziyoruz Türkiye`ye Ahmet Abi. Bir güzel kadeh tutuşun vardı eskiden Dirseğin iskemleye dayalı - Bir vakitler gökyüzüne dayalı, derdim ben - Cigara paketinde yazılar resimler Resimler: cezaevleri Resimler: özlem Resimler: eskidenberi Ve bir kaşın yukarı kalkık Sevmen acele Dostluğun cabuk Bakıyorum da şimdi O kadeh bir küfür gibi duruyor elinde. Ve zaman dediğimiz nedir ki Ahmet Abi Biz eskiden seninle istasyonları dolaşırdık bir bir O zamanlar Malatya kokardı istasyonlar Nazilli kokardı Ve yağmurdan ıslandıkça Edirne postası Kıl gibi ince İstanbul yağmurunun altında Esmer bir kadın sevmiş gibi olurdun sen Kadının ütülü patiskalardan bir teni Upuzun boynu Kirpikleri Ve sana Ahmet Abi uzaktan uzaktan domates peynir keserdi sanki Sofranı kurardı Elini bir suya koyar gibi kalbinden akana koyardı Cezaevlerine düşsen cigaranı getirirdi Çocuklar doğururdu Ve o çocukların dünyayı düzeltecek ellerini işlerdi bir dantel gibi O çocuklar büyüyecek O çocuklar büyüyecek O çocuklar... Bilmezlikten gelme Ahmet Abi Umudu dürt Umutsuzluğu yatıştır Diyeceğim şu ki Yok olan bir şeylere benzerdi o zaman trenler Oysa o kadar kullanışlı ki şimdi Hayalsiz yaşıyoruz nerdeyse Çocuklar, kadınlar, erkekler Trenler tıklım tıklım Trenler cepheye giden trenler gibi İşçiler Almanya yolcusu işçiler Kadınlar Kimi yolcu, kimi gurbet bekçisi Ellerinde bavullar, fileler Kolonyalar, su şişeleri, paketler Onlar ki, hepsi Bir tutsak ağaç gibi yanlış yerlere büyüyenler Ah güzel Ahmet Abim benim Gördün mü bak Dağılmış pazar yerlerine benziyor şimdi istasyonlar Ve dağılmış pazar yerlerine memleket Gelmiyor içimden hüzünlenmek bile Gelse de Öyle sürekli degil Bir caz müziği gibi gelip geçiyor hüzün O kadar çabuk O kadar kısa işte o kadar.
Ahmet Abi, güzelim, bir mendil niye kanar Diş değil, tırnak değil, bir mendil niye kanar Mendilimde kan sesleri.
Ayıcılar geçti, affedilmemiş insanlar geçti Şehirler taş yürekliydi şarkısı-beyaz İnsanların büyük rüyaları vardı İnsanlar bir ölümle öldüler ki Sevgiler arasında şaşırıp Bir unuttular ki deme gitsin
Ben olanca kuvvetimle halatlara asılıyorum nafile Ben ayrı düşmüşüm bir kere Ayrı düşmüşüm insanlardan Bu yıldız tutmaz mavilikte Ne deniz ne köpük kar eder bana Arada bir ağlamak için
Onu kocaman ellerimle sevdim Ölüm daha saçlarına gelmemişti saçları-beyaz Saçlarını kestim, şarapla ıslattım Saçlarını koynumda saklıyorum Arada bir ağlamak için Ve suların altında mavileyin
Küstah bir çalparaydı ayağını uzatmış Mesut hatırasına balıkların Ve kocaman küfürleriyle sarhoş Yatardı yavaşlamış tüyleriyle Gemicilerin öldürdüğü kuş Siraküzaya uğrayamadık
Torbadaki çakıllara baktım Sonra dalgalar geldi Sonra bir mavilik aldı her yerimizi Nasıl hatırlıyorsan dünyayı Öyle
yüreği güzel insan..eğitim gönüllüsü...sıcak yürekli dost..verdiğin destek için sana bütün eğitime muhtaç çocuklar adına sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum...herşey gönlünce olsun..sevgiler
Paris Yol boyu sensizlik var, Sevda duraklarında... Cam kenarında oturmuştu yalnızlık, Kendi suskun karanlığında... Ben gibi... Camda yansıyor gözleri, Sen gibi... İzliyorum şu an seni Bir film gibi... Başrolde sen,figuran ben... Kaybettiğim durakta, Arıyorum seni... Paris'te,Aşk şehrinde... Ne acı değil mi? Aşk şehrinde,kaybetmek aşkı... Ama biliyorum ki, Hala aynı şehirdeyiz... Belki karşılaşırız ne dersin? Aslında paris benim güzelim, Yüreğimdeki aşk sensin... Nefesimdeki heyecan, Dudağımdaki titreyiş, Yazı beklerken, Kıştan kalma soğuklarda, Üşüten sensin içimi... Parise kar yağıyor şimdi, Beyaza büründü Paris, Ben üşüyorum...
Hayır : hiçbir şey istemiyorum. Hiçbir şey istemiyorum dedim. Sonuçlarınızla gelmeyin bana! Tek sonuç ölmektir. Estetik getirmeyin bana! Ahlaktan söz edilmesin! Uzak tutun benden ne varsa metafizik adına! Eksiksi ...
31.12.2013 - 09:49
Doğum Gününüzü Can-ı Gönülden Kutlar sağlık,sıhhat, huzur ve mutluluk dolu nice nice yıllar dilerim.
Sevgi, Saygı ve Muhabbetle
14.03.2013 - 21:06
Sayın 'Delinin Günlüğü', 'Efsane' şiirime göstermiş olduğunuz ilgiye ve güzel yorumunuza sonsuz teşekkür ederim... Saygılarımla.
12.03.2013 - 15:48
Ben kimim? Yaramaz bir çocuk
Sessizliğiyle kendine gizlenen
Bugün bile simyacılar, iyi-kötü
Bir şeyler bulup çıkarmak isterken
Ben kimim, zamanın kıyısında direnen?
Uçaklar uzaklara kanat vururken
Ben kimim, kırılıp kalmış
Eski bir tekne gibi?
Ben kimim, çocuk düşlerinden
Anlaşılmaz ülkülere uzanmış?
Ben kimim bilemiyorum
Açlığıyla olmadık sevgilerin
Bir küçücük bakışta oyalanan
Ben kimim olur olmaz zamanlarda
Kendine ve herşeye ağlayan?
Afşar Timuçin
27.01.2013 - 00:12
YENİDEN DOĞUŞ
Tüm varlığım benim, karanlık bir ayettir
seni, kendinde tekrarlayarak
çiçeklenmenin ve yeşermenin sonsuz seherine götürecek.
Ben bu ayette seni ah çektim, ah
ben bu ayette seni
ağaca ve suya ve ateşe aşıladım!
Yaşam belki
uzun bir caddedir, her gün filesiyle bir kadının geçtiği,
yaşam belki
bir urgandır, bir adamın daldan kendini astığı,
yaşam belki okuldan dönen bir çocuktur,
yaşam belki, iki sevişme arası rehavetinde yakılan bir sigaradır,
ya da birinin şaşkınca yoldan geçişi,
şapkasını kaldırarak,
başka bir yoldan geçene anlamsız gülümsemeyle “günaydın” diyen.
Yaşam belki de o tıkalı andır,
benim bakışımın senin buğulu gözlerinde kendini paramparça yıktığı
ve bir duyumsama var bunda
benim ay ve karanlığın algısıyla birleştireceğim.
Yalnızlık boyutlarındaki bir odada,
aşk boyutlarındaki yüreğim,
kendi mutluluğunun sade bahanelerini seyreder,
saksıda çiçeklerin güzelim yok oluşunu
ve senin bahçemize diktiğin fidanı
ve bir pencere boyutlarında öten
kanarya ötüşlerini.
Ah..
Budur benim payıma düşen,
budur benim payıma düşen,
benim payıma düşen,
bir perde asılmasının benden aldığı gökyüzüdür,
benim payıma düşen, terk edilmiş merdivenlerden inmektir
ve ulaşmaktır bir şeylere çürüyüşte ve gurbette,
benim payıma düşen anılar bahçesinde hüzünlü bir gezintidir.
Ve 'ellerini
seviyorum' diyen
sesin hüznünde ölmektir.
Ellerimi bahçeye dikiyorum,
yeşereceğim, biliyorum, biliyorum, biliyorum
ve kırlangıçlar mürekkepli parmaklarımın çukurunda
yumurtlayacaklar.
Küpeler takacağım kulaklarıma
ikiz iki kirazdan
ve tırnaklarımı papatya çiçeği yapraklarıyla süsleyeceğim.
Bir sokak var orada,
aynı karışık saçları, ince boyunları ve sıska bacaklarıyla
küçük bir kızın masum gülüşlerini düşünüyorlar
bir gece rüzgarın bizi alıp götürdüğü.
Bir sokak var benim yüreğimin
çocukluk mahallesinden çaldığı,
zaman çizgisinde bir oylumun yolculuğu
ve bir oylumla gebe bırakmak bir zamanın kuru çizgisini
bilinçli bir simgenin oylumu
aynanın konukluğundan dönen.
Ve böylecedir,
birisi ölür
ve birisi yaşar.
Hiçbir avcı,
çukura dökülen hor bir arkta inci avlamayacaktır.
Ben hüzünlü küçük bir periyi biliyorum
okyanusta yaşayan
ve yüreğini tahta bir kavalda
usul usul çalan
küçük hüzünlü bir peri
geceleri bir öpücükle ölen
ve sabahları bir öpücükle yeniden doğacak olan...
Furuğ Ferruhzad
22.09.2012 - 18:42
ZİYA İLE EYÜP
Saat 24.00
Konya yolu
Ziya
sürükler düşlerini el arabasında yol boyu
kim bilir ne düşünür
Nerden bileceksin
Yatılmaz ki düşüne düşenin
Ziya
zulada gizli sevda
sofrada ekmek
gurbetten gelen haber
herkes için Bir şey
Ziya
zayi olmuş yaşam
Ziya kendinden başka herkes
Karşı Metropolitan otel
adını bilir Ziya,
birde çöpünü
ambalaj türlü zibil
aliminyumu
peti
plastiği
hepsi janjanlı Gavurca etiketli
içindekinin tadını bilmez amma ziya
bilir ki boşu
zulada gizli sevdadır
sofrada ekmek
Boşu rızk
boşu Allah kerim
Aha ziya karşı metropolitan otel
yürü rızkına
ekmeğine yürü ziya
Sürükle el arabanı düşlerin gibi karşıya
karşı metropolitan otel
karşı saltanat
Senin devletinse ekmeğin
İki devlet arasındaki sınır
şimdi Konya yoludur
Nereye gitsek sınırlar
nereye gitsek kaçak
nereye gitsek kaçakçı
Kato'dan, kızılgedikten öte
kaçağa giderdik
Çaya cigaraya
Geldik Ankara'ya
Bu sefer adımızı koydular
KAÇAK ÇÖP AVCISI
Dinine yanam
vazgeçmiyormuş essahtan huylu huyundan
Ya bizde var bir arıza
Ya bu töresi batası dünya....
DALDI ZİYA!
Çocukken elma çalardım komşunun bahçesinden
Kuran kursunda anlatınca hoca
hırsızlığın cezası
Bilmem kaç bin yıl yanmak diye diri diri
gece karabasanlarla uyanır
öğrendiğim dualarla yarım yamalak
iki rekat namaz kılar
af diler ağlardım
Şimdi karşı saltanatın çöplerini çalarken
fetva veriyor gene birileri
onlar hırsız,
onlar tinerci
Koca puntolarla yazıyorlar
Onlar KAÇAK ÇÖP AVCILARI
Belki itikatım sarsıldı büyüdükçe
belki açlık pelte etti imanımı
Ama hırsızlıksa yaptığım
İnanmıyorum yanacağıma
Ve deliksiz uyuyorum geceleri
Korkmuyorum
Gözyaşlarımda kurudu çoktan
Gözlerimden aksa aksa
bu saatten sonra
bir tek isyan akar
Ben kaçak çöp avcısıyım
ve artık
AF DİLEMİYORUM hiç kimseden
Saat 24.00
Karanlık saklar
Üstünün başının, ellerinin kirini
Ayak kırar kokunu
İşte Konya yolu
Geç sınırı
Yürü karşıya Ziya
Senin devletinin sınırları
O saltanatın çerine çöpüne kadar
İLK ADIM
Ekmek kan pahası
Ekmek aslanın ağzında derler
Ziya'mın ekmeği
Aslanın ağzında değil
Bir kara şahin'in tekerlekleri arasında
Bir şahin ki
Avını gözetir
Daha ilk adımını attığında karşıya
Şimşek gibi çarpar
Bir şahin ki
Ziya'mın düşleri gibi
Çarptı mı durmaz kaçar.
Eyüp
Büyüyor eknomi
Kalkınıyor ülke
Yıllık büyüme hızı %8
Kaat 240a gidiyordu 3 yıl evvel
Bugün 80
Yıllık büyüme hızı %8
Yoksullaşma hızı %300
Keşanelerde göbekler
Yılda %8 büyürken
Barakalarda öfke büyüyor
Her yıl %300
Teknoloji gelişiyor,
büyüyor dünya
Kameralı cep telefonları
İnternet
Bacaklarındaki kılı
Kaymak gibi alan
Elektirikli ağdalar
Ve bilimum zırzavat
globalleşiyoruz
Küçük bir köy oldu amma
Eyüp yol parasına kıyıp ta
Ankara'ya
Geldi geleli bir Kızılay'a inemedi hala
Hiç mi merak etmiyorsun
Akşam haberlerini
Kim
Kiminle
Nerede
'Biz sadece arkadaşız birlikte masum bir akşam yemeği yedik'
Hangi medar-ı iftarımız sanatçı
Bugün neresinden frikik verecek
Ve hangi mert Anadolu delikanlısı kardeşimiz
'Halkım beni bilir reklam için yapıyorsam
şerefsizim' diyecek
Yaşamak güzel Eyüp
daha ne günler var önünde
Çıkacak mısın eyüp yola
Tutup çekecek misin ziya'yı kolundan
Canın pahası
Sana dokunmayan yılan bin yaşasın
Babana bile güvenmeyeceksin
Böyle emrediyor efendilerin
Allah aşkına Eyüp
Sen ne zaman söz dinleyeceksin
Var mı kitabında
Ortada bırakıp kaçmak arkadaşını
senin yüreğin
zaten hiç bomba süsü verilmiş pankart olmadı
hep patladı
zamanlı zamansız
kurtardı ziyayı
itin dölü gece
Belki Eyüp'ün gözlerini kör etmese...
Ayırt edecekti o vurup kaçan jipi
Eyüp'ün Şahin gözleri
Demin sofrana ekmek diye götüreceğin gazete
Üstüne kefen oldu.
Birde kefenin cebi yok derler.
Günler geçiyor Eyüp
Şimdi
Hangi atık kağıt işçisi
Biz ne yapabiliriz ki diye
Başını önüne eğip, gözlerini kaçırsa
Başımız dimdik
senin gözlerinle, gözlerinin içine baka baka
seni anlatıyoruz ona Eyüp
bire bin katarak
Ve kızıyorsan bire bin kattığımız için
Bize mütevazılığı öğütlüyorsan
Buna hakkın yok
Sen niye mütevazı olmadın
Düştüğün isyan toprağında
Bire onbin verirken Bedrettin başağım.
Ali Mendillioglu
21.08.2012 - 19:17
bayramınızı erben ailesi olarak kutlarız nice bayramlar dileriz
09.08.2012 - 10:10
Sana;
Deniz
Bu saatler senin saatlerindir
(Bilirim)
Bir çift martı olmuştur, köpüklenir
Son duandır bu
Son çırpınışın
Ellerimin arasından kayıp gidişin
son;
Gerisi fenerlere emanet
Bir yanar
Bir söner
Aydın Gülcür
14.07.2012 - 19:21
Bu siiri okuyup anlayana kadar bir yil gecer :-))
13.07.2012 - 18:54
Uzun siir,birkac ay seni idare eder :-))
piramit tepesine evvela köleler çıkar
şaşı bir peygambere hiç bir mürit in…anırdır
bir körün peruk takması kadar feci
kıyamet de herkese kendi gibi kopacak
usta terziler mezurasız anlarlar
gidip gelen trenlerle akarak
en güzel gar lokantaları’nda içilir
-bir şey var.. bir şey hep var-
musalla taşı’na serçeler konar
hurma ağaçları sögüt gölgesi arar
pabuçlarım su çekiyor saçım sıfır numara
ben bu hayatın yalancısıyım
ayran içmedik lakin yine de ayrı düştük
ömrümden bir daha geç yoksa cüce kalırım
hayatmetre iki din açılıyor
tevatür boz duru ziyade kirli
tekerlek üzeri cam kenarı aşk
çıldırmak da uzun zaman alıyor
sesi insana benziyor diye
konuşan kuş sayılır ya papağan
hüzünlerin de patenti oluyor
renkler bile yan yana
gelmeye ürküyor
gökkuşağı geceleri çıkıyor
ya kalbim acıkır da çekerse seni
meyvanın ekşimesi: küsmesi mi
yoksa can çekişmesi mi
yaraları saya soya seviniyorlar
yara görününce yara’dır
göründü kara yara
-dağlar uçurumlarını dışarı asar-
sevin antepliler sevin
sevgililer günüdür
çocuklar her yeni yüzyıl’a pandik
-evler balkonlarını içeri kısar-
devlet televizyonu’nda oynayan
bbc dizileri gibi soğuk ve silinik
kirlendiysek bu ülke’yle kirlendik
hasılı: bu durmuş bu beklemiş
bu ekmiş bu biçmiş bu sevmiş
bu da ta orta asya’dan gelmiş
‘ya sev ya terket’ demiş
malazgirt ovası’nda
görünmez sarı levha:
“ayağınızı anadolu’ya silin
kılıcınızı bizans’a asın”
durmayı mezarlıkta
folklörü at üstünde
staj etmiş bir zilyet
yol üstündeler diye yol’dur
yoksa gerili ip kuru toprak
bir atı övdüğü kadar
sevmiş mi tebaasını
son hareketi yapamıyoruz
tarih patinaj talih sürmenaj
ankara ankara jüri ankara
biz buradan gidelim
canım bol sıkılıyor
gidelim biz buradan
sıkılıyor canım bol
buradan gidelim biz
bol sıkılıyor canım
çıkış yok yok çıkış
yok çıkış çıkış yok
canım sıkılıyor bol
gidelim buradan biz
sıkılıyor bol canım
buradan biz gidelim
bol canım sıkılıyor
biz gidelim buradan
herkes kod ruhu’yla “burada” ve “şimdi”
aşkta da türkan şoray kanunları geçerli
eskiden ambalajsız sarılıyorduk
yılkı insanları’yız alo burası hephiçyer
öpüşme öncesi gargara yapıyorlar
anla beni ve öldür sana bir şey olmasın
ya da bizi sorup sual eden olursa
kum saati içinde güneşleniyoruz işte
ve kar taneleri gibi yaşıyoruz şu sıra
birbirimize değmeden ayrı ayrı eriyerek
ileride bu olanlara gülüp geçeceğiz mesela
fakat şimdi bir hayatı doldurmak zorundayız
insan insanda bitiyor arkadaş başka sözüm yok
gitgide diğerimiz üşüyor
zartrilyon süren şu hayat çarşı’nda
ömrümüz kışla-camii-bakırköy avlularında
“yaşayacak halimiz mecalimiz yok
artık size emanetiz” yazıyor ilişikteki not’ta
dün dün’den biraz daha normaldi sanki
bugün’nün kafası bulanık zonk zonk zonkluyor
pek çok alamet belirdi
hakikatli sevgililer bir bir delirdi
kimse tertemiz değil
artık ter bile temiz değil çünkü
esmiş gürlemişiz yağamamışız
baki kalan bu kubbede
hoş bir bırt sesiymiş
bu şimdiki açık kalmış zaman’dan
eksik gedik bir çocukluk çıkar mı
hakkımızda konuşurlar da car car
ne telif öderler ne bir nescafe ısmarlarlar
sivas’ı unutmayalım -unutmayalım sivas’ı
erzincan ve dinar hatırlatır kendini
- bekleyeli çok oldu mu hayatım
- yook bir iki haiku kadar işte
ismim bond met üst bond gizli şair’im
damardan yaşarım altın vuruş sevişirim
varlığım lojistik destik’tir hayata
schindler’in listesine giremesem de daha
midas’ın kulakları estetikli kalbi teflonlu
midas’ın yarrock’ı at yarrock’ı
“burdan kaçınız” köşesi’ndeyiz dünyanın
dünya bu bekleme salonu cortlak yuvarlak
altımızdan ters ırmaklar mı geçiyor ne tıss
-nuh’un gemisi’ne de bre damsız girilmez-
karşının herifi’yim buralarda anti’yim
bahçe insanı’yım kaldırım şairi’yim
düsturum: “herkesi memnun edemezsin
kızamadığın birini hakikatli sevemezsin”
el kadar light hayat’la düşmüşüz de dara
insan amca insan teyze uymayın ben’a
-tashih büyüyü bozuyor yazı mı tura mı yara-
fakirler inanır zenginler satın alır tıss
zenginlik değil komşu fakirlik gerçeküstü
sevgim huylu sevgi metin üstündağ öldü
şarkılarla türkülerle kendimizden geçeriz
filmlerle öykülerle kendimize geliriz
böyle de bir yanımız var işte teneke tıngır
“her şey alnımıza yazılı” der din baba
“her şey olacağına varır” der bilim baba
ikisi de aynı kapıya mı erer hidayet
ya da aynı kapısızlığa mı teneke tıngır
sonsuzluk ülkesi kainat mahallesi
dünya caddesi hayat sokağı ömür apartmanı
otuz bir numarada oturuyorum
kimseye yoktur mahsurum
ve istanbul’un aç horozları aç martılar adına
burada ve şimdi meydana gelen
tüm iyilikleri ve kötülükleri üstleniyorum
neyi nereye yaşayacağımız unuta damıta
her şey birçok şey oldu kaossenfoni
lojmana benziyor gide kala şu ömür
kan kardeşi olmuşuz lösemili zamanla
dün gibi uyandığımız bugün nekahet dönemi
hiçistan’da düşünce suçu yok artık
hiçistan’da düşünen kimse yok artık çünkü
fraksiyon olarak gelişiyor her sevgi
aynı lafları etmekten ağzımız kokuyor
şiir açıklamıyor dünyayı ancak gargara yapıyor
sarışın mizah dergileri gibi eskiyoruz
meğer kavuştukça çoğalan bir ayrılık varmış
yalnızlık psikolojikmiş öpülünce geçermiş
çocuktunuz şimdikinden ortaya daha duble çocuk
yeni bir kıta keşfeden serüvenci hevesiyle
o orasını gösteriyordu sense yaralarını
o gün bugün bir giz gelişti aranızda 3. şahıs gibi
ilk göreni ilk dokunanı oldunuz birbirinizin
konuşsanız kan çıkardı kelimelerden sussanız yazık
öldüğünü duydunuz ağustostan önceki son hazirandı
bir dize geldi düğümlendi boğazınıza:
“bıçak saplanmadığı yeri de yaralar” gibi
evcilik doktorculuk oynuyordunuz hani
ama hep çıplak yatakta bitiyordu oyun sonları
ebeveynleriniz mızıkçılık yapıyordu
hep cızz oluyordu bir yanınız hep uf
o orasını öptürüyordu sense yaralarını
yüz çizgileri derin kuru birer ur ark
aramıza biz engeliz ten nasıl soluyor zinhar
bir tek biz mi fazla kaldık bu aşka
ses oktava sığmıyor hakikatle inleyince
herkesin açığı var kapanmıyor yaralar
tedavi sözlere rağmen kaos hükümdar
ölüm doğuruyor istemese de her kadın
ve cellat oluyor nihayet istemese de her erkek
bu devletin uluslararası bir mutfağı var
gene de halkın açlıktan nefesi kokar
macar topçu urban’a yeni top mu döktürsek
bir yeşilin içinde nasıl sarı ve mavi dursak
gözleri yüzlerinde iki hileli zar
bir öpüşmede tanrım ne çok insan dudağı var
bütün eserleri yaşına geldin mi
tam antolojilik oldun mu
ara sıra alıntı yapıyorlar mı senden
çın çın çınlatıyorlar mı kulaklarını
gitsen özlenir misin kalsan bırakırlar mı
uzaktan nasıl görünüyorsun acaba
karşılığın rengin dengin nedir sahi hayatta
aştın mı yoksa tekrar mı ediyorsun kendini
uzasan mı artık kıssan mı kessen mi sesini
yanlış mı kokluyorsun gülleri
annesi babası mı sanıyor herkes seni
siyasete mi girsen artık intihar mı etsen
diyeceğin her şeyi dedin mi dediğine değdi mi
bütün eserleri yaşına geldin mi
Metin Üstündağ
17.05.2012 - 13:23
Ne güzel seneler sonra gene seni bulmak, senle paylaşmak Deli Kız...
12.01.2012 - 02:09
Bu güne iyi bak!
Çünkü o, hayattır,
Bu kısa yolda varlığın bütün çeşitleri ve
deneyimleri yatar;
Büyümenin sevinci,
Eylemin şanı,
Güzelliğin nuru.
Dün bir anı olsa da,
Yarın sadece bir hayaldir;
Ama bugün iyi yaşamak
Her geçen günü mutlu bir anı yapar,
Ve her yarını umudun görüntüsü
Bu yüzden bu güne iyi bak!
Kadim Sanskrit
15.05.2010 - 10:28
Ölümüne Muamma
Demek suskun
Demek küskün
Demek sürgün artık sözlerin
Yani veda
Yani heba
Yani şimdi silinecek izlerin
Yine hicran
Yine mihman
Yine aynı yerden, ağu gibi damlayan
Say ki sıyırdı kurşunun,
De ki kahpeydi zaman
Biraz vurgun
Biraz kırgın
Gelgitlerden çok yoruldu yüreğim
Ne ben galip,
Ne sen mutlu
Altı üstü bir sevdaydı dileğim...
Demek hıyanet
Demek melanet
Gitmez gayrı gözlerimden bu cinnet
Belki ben bilemedim değerini
Ki kaç gurbet vardı içimde
Sana kaç hasret...
Yine yalan
Yine talan
Bir bıçak ki hiç durmadan kanırtan
Say ki devrilmedin ömrüme şiir şiir
Ve hiç saklamadı varoşlarında bizi bu şehir
Demek firar
Demek karar,
Demek ölümüne muamma
Ki hiç inanmadı yüreğin,
Seni kabir kabir sustuğuma
Oysa anlatmak vardı bizi
Memleketimin gül yüzlü çocuklarına
Şimdi matem
Şimdi zindan
Şimdi gece, başı sonu olmayan
Birkaç mısra
Birkaç isyan
Hepsi bu bizden kalan...
Şafak Yolcu
16.04.2010 - 19:13
deli 'her unsuru yapmaya muktedir olup, hiçbir öğeyi yapmaya değer bulmayandır' demiş üstat, ne hoş söylemiş...birkaç dakika tanıdım aslında...lakin mutluluk, yalnızlık ve aşkı algılayıp anlamış olması; aklını kontrol etmekten vazgeçmesi, normları umursamayışı, sağlıksız bir topluma verdiği sağlıklı tepkisi de mükemmel...
ne demiş halil cibran ' görüntü kuşanılan libastır ancak'
11.04.2010 - 14:40
saçını tarıyorsun, saçların uzun
omzuna onlarla taşınmış Nil nehri Afrika'dan
yolunu şaşırmamış, tıngır mıngır taşınmış
görenler var
görenler var koca nehri omuzunda uyurken
ben bile gördüm daha ne
ama ben her yerini gördüm az buz değil
eh olsun artık o kadarcık fark
cumartesi çarşını pazarını, dolmuş durağını
pazar günü yumuşak G'ni
pazartesi çantanın bulutlandığını gördüm
deli oldum
bana koştuğun tren istasyonları hiç eksik olmazdı
çantandan
güzelliğinden emin herkes gibi içinde ayna yoktu
eskiydi meskiydi ama her an bir dilim şiir bulunurdu
kıyı köşesinde
içim sıkılırsa kalkar o şiire yanaşırdım, okurdu beni
kuyrukluyıldız mevsimine girdi miydi sevdamız
yanına varılmazdı beyazlığından
ama sen esmersin ekşi sarışın ekşi kumral
bir de saçların sevişirken Nil
saçını tarıyorsun, saçların uzun
omzuna onlarla taşınmış Nil nehri Afrika'dan
aklını oynatmamış, bile bile taşınmış
duyanlar var
duyanlar var koca nehri omuzunda ağlarken
ben bile ağladım omuzunda kime ne
ağlamanın da bir zamanı vardır sevgilim
örneğin haritalarda ağlanmaz Nil'e yağmur inerken
benimkisi, gülüşüm ıslak olmasın diyedir
ağlamadan sayılmaz
kedi mırıltısı desek daha doğru
sahi, salı günü kedilerin olsun mu
çarşambayı enayilere verelim, perşembeyi sevişmelere
haftanın yedi günü yedi perşembe demek senin hesabına göre
gülersin di mi
gül bakalım gül
ben ne zaman şiir yazacağım peki
ne zaman şarkı söyleyeceksin pencerelerde
üzüm lekeleri neyle çıkacak, çiçekler kuruyor susuzluktan
çamaşır derdi olmayacak, ya insanlar, ya gün ışığı
ya salyangozlar
yat kalkla yürür mü sanıyorsun bu hikaye
ama sen şiirsin ekşi roman ekşi öykü
bir de saçların sevişirken Nil
Akgün Akova
31.03.2010 - 10:57
Dar Zaman
Daha katı günler yolda,yakın
Dönekliğe ayarlanmış zamanlar
Görünür gitgide çevren çizgisinde.
Çekip bağlarsın yakında ayakkabılarını,
Köpekleri avlularına geri kovarsın
Balıkların içi
Çoktan buza kesmiştir.Çünki yelde.
Yoksulca yanar ışığı kandillerin
Sisi tarar bakışların.
Dönekliğe ayarlanmış zamanlar
Görünür gitgide çevren çizgisinde
Ingeborg Bachmann
28.03.2010 - 00:19
Gözlerin gözlerime değince
Su katılıyor rakıya
Denizler açılıyor önümde.
Üç çeşit deniz var bildiğim:
Birincisi süt liman deniz.
İlkgünün özenle okşadığı,
Gökyüzüyle kaynaşan deniz.
İkincisi dalgalı oynak,
Bir kedi gibi önce sokularak
Sonra tozu dumana katan deniz.
Balıklara beşik sallayan deniz.
Üçüncüsü volkansı dağlar...
Tüfek namlusundan menevişli,
Baştan başa gövdesi köpek dişli,Kaynakwh: Kaynakwh:
Kendi kendine savaşan deniz.
Anadolu dağları gibi kıraç,
Kış ortasında kurtlar gibi aç
Karanlığa uluyan deniz.
Senin gözlerin de öyle uzak,
Üç türlü denizde balkıyarak
Bütün yaşamımı alıp gitti.
Türküler yitirdim dağlarda.
Çiğdemleri rüzgar okşar ya,
Sarkar ya söğütler ırmağa
Rakıya su katılır gibi
Gözlerin başlar yansımaya
Gözlerin gözlerime değince su katılıyor rakıya,
Ülkeler de kadınlara benziyor,
Başlıyor yansımaya.
İşte güvercin kemikli kız!
Koca Fransa, Akdeniz...
Ve Almanya ki lahana, tütün,
Sokakları kan kokarken bir gün
Gençliğimi orada bırakıp geldim.
Oysa balık gibiydi Urzula Rayh
Bir sarı çiğdem gibi severdim.
Cahit Külebi
10.12.2009 - 15:09
Bir siir,bir siir daha :-)) Degilmi ki o zamanki asklari özlemisiz?
Birlikte …
Birlikte geçen günleri özlüyorum
Hele sabah çıkıp gidişimizi
Seninle dağlara çıkar dolaşırdık
Birlikte söylerdik şarkılarımız
Ben o dağların ruhundan öğrenmiştim
Ta yürekten candan söylemeyi
Hem dağlarda hem kırlarda hem sahralarda
Ey aman medet aşkın elinden yani
İkimiz tek bir gönül olmuşken
Sonbahar gelip böyle ayırdı bizi
Ancak birlikte olunca küflenmez aşk
Ya bağır bir ses ver ya da uyu hadi.
Boraboz(süryani papaz)
M.Ö 3-4 yüzyil
07.12.2009 - 15:26
Bir Edip Cansever siiri;
Mendilimde Kan Sesleri
Her yere yetişir
Hiçbir şeye geç kalınmaz
Çocuğum beni bağışla
Ahmet Abi sen de bağışla.
Boynu bükük duruyorsam eğer
içimden böyle geldiği için değil
Ama hiç değil
Ah güzel Ahmet Abim benim
insan yasadığı yere benzer
O yerin suyuna, o yerin toprağına benzer
Suyunda yüzen balığa
Toprağını iten çiçeğe
Dağlarının, tepelerinin dumanlı eğimine
Konyanın beyaz
Antebin kırmızı düzlüğüne benzer
Göğüne benzer ki gözyaşları mavidir
Denizine benzer ki dalgalıdır bakışları
Evlerine, sokaklarına, köşebaşlarına
Öylesine benzer ki
Ve avlularına
(Bir kuyu halkasıyla sıkıştırılmıştır kalbi)
Ve sözlerine
(Yani bir cep aynası alım-satımına belki)
Ve birgün birinin bir adres sormasına benzer
Sorarken sorarken üzünçlü bir ev görüntüsüne
Camcının cam kesmesine, dülgerin rende tutmasına
Öyle bir cigara yakımına, birinin gazoz açmasına
Minibüslerine, gecekondularına
Hasretine, yalanına benzer
Anisi işsizliktir
Acısı bilincidir
Bıçağı gözyaşlarıdır kurumakta olan
Gülemiyorsun ya, gülmek
Bir halk gülüyorsa gülmektir
Ne kadar benziyoruz Türkiye`ye Ahmet Abi.
Bir güzel kadeh tutuşun vardı eskiden
Dirseğin iskemleye dayalı
- Bir vakitler gökyüzüne dayalı, derdim ben -
Cigara paketinde yazılar resimler
Resimler: cezaevleri
Resimler: özlem
Resimler: eskidenberi
Ve bir kaşın yukarı kalkık
Sevmen acele
Dostluğun cabuk
Bakıyorum da şimdi
O kadeh bir küfür gibi duruyor elinde.
Ve zaman dediğimiz nedir ki Ahmet Abi
Biz eskiden seninle
istasyonları dolaşırdık bir bir
O zamanlar Malatya kokardı istasyonlar
Nazilli kokardı
Ve yağmurdan ıslandıkça Edirne postası
Kıl gibi ince İstanbul yağmurunun altında
Esmer bir kadın sevmiş gibi olurdun sen
Kadının ütülü patiskalardan bir teni
Upuzun boynu
Kirpikleri
Ve sana Ahmet Abi
uzaktan uzaktan domates peynir keserdi sanki
Sofranı kurardı
Elini bir suya koyar gibi kalbinden akana koyardı
Cezaevlerine düşsen cigaranı getirirdi
Çocuklar doğururdu
Ve o çocukların dünyayı düzeltecek ellerini işlerdi bir dantel gibi
O çocuklar büyüyecek
O çocuklar büyüyecek
O çocuklar...
Bilmezlikten gelme Ahmet Abi
Umudu dürt
Umutsuzluğu yatıştır
Diyeceğim şu ki
Yok olan bir şeylere benzerdi o zaman trenler
Oysa o kadar kullanışlı ki şimdi
Hayalsiz yaşıyoruz nerdeyse
Çocuklar, kadınlar, erkekler
Trenler tıklım tıklım
Trenler cepheye giden trenler gibi
İşçiler
Almanya yolcusu işçiler
Kadınlar
Kimi yolcu, kimi gurbet bekçisi
Ellerinde bavullar, fileler
Kolonyalar, su şişeleri, paketler
Onlar ki, hepsi
Bir tutsak ağaç gibi yanlış yerlere büyüyenler
Ah güzel Ahmet Abim benim
Gördün mü bak
Dağılmış pazar yerlerine benziyor şimdi istasyonlar
Ve dağılmış pazar yerlerine memleket
Gelmiyor içimden hüzünlenmek bile
Gelse de
Öyle sürekli degil
Bir caz müziği gibi gelip geçiyor hüzün
O kadar çabuk
O kadar kısa
işte o kadar.
Ahmet Abi, güzelim, bir mendil niye kanar
Diş değil, tırnak değil, bir mendil niye kanar
Mendilimde kan sesleri.
06.11.2009 - 10:35
Ayıcılar geçti, affedilmemiş insanlar geçti
Şehirler taş yürekliydi şarkısı-beyaz
İnsanların büyük rüyaları vardı
İnsanlar bir ölümle öldüler ki
Sevgiler arasında şaşırıp
Bir unuttular ki deme gitsin
Ben olanca kuvvetimle halatlara asılıyorum nafile
Ben ayrı düşmüşüm bir kere
Ayrı düşmüşüm insanlardan
Bu yıldız tutmaz mavilikte
Ne deniz ne köpük kar eder bana
Arada bir ağlamak için
Onu kocaman ellerimle sevdim
Ölüm daha saçlarına gelmemişti saçları-beyaz
Saçlarını kestim, şarapla ıslattım
Saçlarını koynumda saklıyorum
Arada bir ağlamak için
Ve suların altında mavileyin
Küstah bir çalparaydı ayağını uzatmış
Mesut hatırasına balıkların
Ve kocaman küfürleriyle sarhoş
Yatardı yavaşlamış tüyleriyle
Gemicilerin öldürdüğü kuş
Siraküzaya uğrayamadık
Torbadaki çakıllara baktım
Sonra dalgalar geldi
Sonra bir mavilik aldı her yerimizi
Nasıl hatırlıyorsan dünyayı
Öyle
Cemal Süreya
02.11.2009 - 12:13
Din,dil,irk,renk kavramlarini asmis,insan gibi bir insan.Ciddi olduguna bakmayin ara sira yaptigi 'geyik sohbetlerinin'de keyfi bir baska.
14.09.2009 - 12:50
yüreği güzel insan..eğitim gönüllüsü...sıcak yürekli dost..verdiğin destek için sana bütün eğitime muhtaç çocuklar adına sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum...herşey gönlünce olsun..sevgiler
06.02.2009 - 20:35
Paris
Yol boyu sensizlik var,
Sevda duraklarında...
Cam kenarında oturmuştu yalnızlık,
Kendi suskun karanlığında...
Ben gibi...
Camda yansıyor gözleri,
Sen gibi...
İzliyorum şu an seni
Bir film gibi...
Başrolde sen,figuran ben...
Kaybettiğim durakta,
Arıyorum seni...
Paris'te,Aşk şehrinde...
Ne acı değil mi?
Aşk şehrinde,kaybetmek aşkı...
Ama biliyorum ki,
Hala aynı şehirdeyiz...
Belki karşılaşırız ne dersin?
Aslında paris benim güzelim,
Yüreğimdeki aşk sensin...
Nefesimdeki heyecan,
Dudağımdaki titreyiş,
Yazı beklerken,
Kıştan kalma soğuklarda,
Üşüten sensin içimi...
Parise kar yağıyor şimdi,
Beyaza büründü Paris,
Ben üşüyorum...
Gökhan Aynacı
27.06.2007 - 18:48
Toprağın ve ateşin tenine yürümek,gözgöze gelmediğimiz yürekleri özlemek,dost gülüşler etrafında hayatı binlerce kez maviye boyamak adına selam var...
06.08.2004 - 03:10
Çok sevimli bir arkadaş, tatlı bir insan...
Azıcık deli.. bende bu yüzden seviyorum zaten,
deliliğin en güzel yanı bu deli deliyi çekiyor:p
Ciddi olacak ama hayatının hep dilediğin gibi
ve mutlu geçmesini dilerim.
Toplam 30 mesaj bulundu