telefonda konuştuğu kişiye evlenme teklifi eder ve en garibi bu bayanı hiç görmemiş olması..daha sonra müstakbel eşi olacak hanım efendi de kabul eder ve muradlarına ererler.
kuzey amerikada bir ülke..amerika birleşik devletleri ile komşudur..iki ülkenin sınırı hiç bir coğrafi koşulla sınırlandırılmamıştır..ve iki ülke arasında coğrafi engel bulunmayan dünyanın en uzun sınırıdır..başkenti:OTTOWA'dır..resmi dili ingilizce-fransızca'dır..sanayi daha çok güney kısımda gelişmiştir.toronto,montreal gibi ünlü şehirleri vardır..1976'da olimpiyatlar montreal'de düzenlenmiştir..
osmanlı devletinin ilk padişahı..ertuğrul gazinin oğlu..mal hatun ile evlenmiştir..oğlu orhan gazidir..osmalı imparatorluğuna adını vermiştir..THE OTTOMAN EMPIRE
12 Nisan 1972 yılında Yalova'da doğan Ferah'ın müziğe olan ilgisi küçük yaşlarda başladı. Şebnem Ferah'ın ailesinde hemen hemen herkes müzikle iç içe yaşadığından ve evin her köşesi müzik enstrümanları ile dolu olduğundan sanatçının müzikle tanışması pek zor olmadı. İlkokul yıllarında mandolin kursu alan Ferah, okul orkestrasında da solistlik yaptı. Liseyi Bursa Gemlik'te 'Özel Namık Sözeri Lisesinde' yatılı bir öğrenci olarak okudu.
Sanatçının okul orkestralarında başlayan bu serüveni daha sonra küçük topluluklarla devam etti. Lise zamanlarında 'Pegasus' adlı grubuyla beraber çalışan ama kafasında bir kız grubu hayali olan Ferah, 80'lerin ortasında Bursa'da açılan bir stüdyo sayesinde, müzik hayallerini 1988 yılında kurduğu 'Volvox' grubuyla gerçekleştirdi. Müzik uğruna ODTÜ Ekonomi Bölümünü 2. sınıftan terk etti ve İstanbul'a gelince İstanbul Üniversitesi İngiliz Dili Ve Edebiyatı bölümüne kaydoldu.
1994 yılında 'Volvox' grubunun dağılması sonucu Şebnem Ferah bireysel çalışmalarına başladı. Sanatçı Onno Tunç ve Sezen Aksu'nun keşfi ile müzik dünyasında yer edinmeye başladı.
Daha sonra 15 Kasım 1996 Cumartesi günü 'KADIN' adlı ilk solo albümünü çıkardı. İlk videosunu 'Vazgeçtim Dünyadan' adlı parçasına çeken Ferah, gerek kaset satışları gerekse video klibiyle uzun süre listelerde bir numara olarak boy gösterdi. Daha sonraları 'Yağmurlar', 'Bu Aşk Fazla Sana' ve 'Fırtına' adlı şarkılarına klip çekti. İlk konserini 4 Nisan 1997'de İzmir Ege Üniversitesi'nde verdi. İzmir'deki konserin ardından Türkiye'nin çeşitli yerlerinde konserlerine devam etti ve bu konserlerin yanı sıra düzenli bar programları da yaptı.
Şebnem Ferah, ablası Aycan Ferah'ı yitirmesinin ardından 2.5 yıl gibi uzun bir süre ayrı kaldığı müzik dünyasına ikinci albümünün ilk klibi 'Bugün' ile yeniden merhaba dedi. Ancak 17 Ağustos depreminde babası Ali Ferah'ı da kaybeden sanatçı, acılarını unutmak için şarkılara daha sıkı sarıldı. Bunun sonucunda da üçüncü albümü ve dördüncü albümünü piyasaya sürdü.
Albümlerinin dışında da Şebnem Ferah'ı pek çok farklı çalışmaya imza attı. Kimi şarkıcıya geri vokalleriyle, kimisiyle düet yaparak onlara eşlik etti. Bunun yanı sıra birçok sanatçıyla beraber yardım konserleri vererek pek çok faaliyette bulundu.
Geri vokal yaptığı sanatçılar; Sezen Aksu, Sertab Erener, Levent Yüksel, Nilüfer, Demir Demirkan, Tüzmen, Yaşar Gaga, Ajda Pekkan, Özlem Tekin, Tarkan, Çelik, Teoman, Haluk Levent. Düet yaptığı sanatçılar; Müzeyyen Senar (Sarı Kurdelem Sarı) , Polad Bülbüloğlu (Gel Ey Seher) , Kargo (Kalamış Parkı) , Teoman (iki yabancı) .
Ayrıca Bülent Ortaçgil'e saygı albümünde bir Bülent Ortaçgil klasiği olan 'Değirmenler' şarkısını da yorumladı. Bu çalışmaların dışında 'Little Mermaid' (Küçük Denizkızı) adlı çizgi filmde seslendirme yaptı ve soundtrackinde bulunan 'O Dünyada' isimli şarkıyı seslendirdi. Toprak Sergen Ve Aydan Şener'in Oynadığı bir filmde ise, söz ve müziği Demir Demirkan'a ait olan 'Ay Işığında Saklıdır' adlı şarkıyı seslendirdi.
Şilili şair Neruda, toplumsal ve siyasal şiirleriyle Latin Amerika edebiyatının dünyada itibar kazanmasını sağladı. Canto General adlı epik şiir dizisiyle kendi kıtasının tarihini ve şimdiki zamanını yansıttı.
Latin Amerika'nın şiirsel sesi Neruda, Neftali Ricardo Reyes Basoalto adıyla 12 Temmuz 1904'de Güney Şili'de dünyaya geldi. Babası lokomotifçi, doğumundan hemen sonra ölen annesiyse öğretmendi. Neruda henüz 15 yaşındayken yurdunun taşra gazetesindeki edebiyat eklerini düzeltmekle görevlendirildi. Bu dönemde, Çekoslovakyalı şair Jan Neruda'ya olan hayranlığından dolayı Pablo Neruda takma adını aldı. 1924'te ilk şiirleriyle bir edebiyat yarışmasını kazanarak bir bursa layık görüldü. Santiago'da üç yıl Fransız edebiyatı öğrenimi gördükten sonra gazeteci olarak çalışmaya başladı.
1924: Veinle poemas de amor
Neruda'nın ilk şiir derlemesi Crespıısctılario adı altında 1923 yılında çıktı. Bir yıl sonra yayınlanan Veinte poemas de amour y una cancion desesperada (Yirmi Aşk Şiiri ve Umutsuz Bir Şarkı) Latin Amerika'nın en çok satış yapan şiir kitabı oldu. Neruda bir aşk öyküsünü fon alarak aynı anda bir şehvet objesi, sığınılabilecek bir liman ve kozmik bir güç olan kadına bir od yazdı.
1927-36: Diplomat
1927'de diplomatlık kariyerini seçen Neruda, altı yıl boyunca Güneydoğu Asya'da konsolosluk yaptı. Bu bölgedeki toplumsal sorunlar yüzünden ömrünün 'en çok acı veren dönemi' olarak nitelendirdiği bu zaman içinde Kesidencia en la tierra (Yeryüzünde Konaklama, 1935) adlı iki ciltlik yapıtını verdi.
Eski şiirlerinin melankolisi dünyadaki acıların doğrudan doğruya anlatımına yer verdi burada. Kendine özgü metriği ve dili de ana konusu olan yozlaşmaya uygundu. Neruda, katı mısra ve şiir biçimlerine yer vermeyip her şiiri kendine özgü bir ritimle yazmıştı. 1934'te İspanya'ya giden Neruda, burada sembolizm, sürrealizm ve füturizm etkisinde kalan 1927 Nesli adlı şair topluluğuna katıldı. İç Savaş patlayınca Neruda Franco'ya karşı çıktığı için diplomatik hizmetten çıkarıldı.
İç Savaşın üzüntüsü içinde 1937'de Espana en el corazon (İspanya Gönüllerde) adlı şiir kitabını yayınladı.
1950: Canto General
1939'da diplomatlık mesleğine geri dönen Neruda, başkonsolos olarak Meksika'ya gitti ve bu görevini 1943'e kadar sürdürdü. Altı yıl sonra Şili Komünist Partisi'ne girerek senatör oldu. Başkan Gonzalez Videla'yı eleştirmesi üzerine hükümeti tarafından 1948'de devlet düşmanı ilan edildi ve gıyabi bir tutuklama emriyle arandı. Rahip kılığında Arjantin'e kaçmayı başardı. İzleyen yıllarda Batı Avrupa'da, Sovyetler Birliği'nde ve Çin'de yaşamını sürdürdü. 1950'de Canto general (Evrensel Şarkı) adlı şiirler dizisi çıktı.
Suçlama ile duygudaşlığın egemen olduğu bu ilahi havalı yapıtıyla Neruda, Latin Amerika'yı mitleri ve tarihiyle, doğası ve politik/sosyal durumlarıyla bir bütün olarak yansıtmaya çalıştı. Tarihe Marksist bir görüş açısı getirerek Stalin'e olan hayranlığını da hiç saklamadı.
5O'li Yıllar: Bilinçli Bir Yalınlık
1952'de Şili'ye dönen Neruda başka bir ad altında Los versos del Capitan'ı (Kaptanın Dizeleri) adlı şiir kitabını yayınladı. Ancak on yıl sonra bu yapıtın yazarı olduğunu açıkladı. Bunun nedeni, 1955 yılında üçüncü evliliğini yaptığı Matilde Urrutia'ya aşkını şiirlerle ilan ederken bir önceki karısını incitmek istememesidir. Neruda yapıtlarında giderek daha önce kullandığı, anlaşılması güç mecazlardan (simgelerden) vazgeçti. Böylelikle insanın var oluşunun bir envanteri olan Odas elementares (Temel Odlar, 1954) , Nuevas odas elementares (Yeni Temel Odlar, 1956) ve Tercer libro de las odas (Üçüncü Odlar Kitabı, 1957) adlı yapıtlarındaki dizeler çoğunlukla bir ve iki heceli sözcüklerden oluşmaktadır.
Stalin terörünün boyutu açıklanınca Neruda'nın dünya görüşü sarsıldı. Estravaganzio (Acayiplikler, 1958) ve beş ciltlik Memorial de Isla Negra (Karaada Defteri, 1964) adlı otobiyografik yansıtmalarında kuşkularını dile getirdi.
1971: Nobel Edebiyat Ödülü
1969 yılında Komünist Parti tarafından başkan adayı gösterilen Neruda, Salvador Allende'nin ulusal cephesine katılmak üzere 1970'te adaylığını geri aldı. Arkasından Allende tarafından Fransa'ya büyükelçi olarak atandı. Bir yıl sonra Neruda, Nobel Edebiyat Ödülü'ne layık görüldü. 'Incitation al nbconcidio y alabanda de la revolution chilena' (Nixon'u Devirmeye Çağrı ve Şili Devrimine Övgü, 1973) adlı şiir kitabında ABD'nin solcu hükümetin dengesini bozmaya yönelik çalışmalarını eleştirdi. 1973'te kansere yakalanan Neruda, Allende'ye karşı düzenlenen askerî darbeden birkaç gün sonra, 23 Eylül 1973'de, 69 yaşında Santiago'da hayata gözlerini kapadı. 'Anıları Confieso que ho Livido' (Yaşadığımı İtiraf Ediyorum) adı altında ölümünden sonra yayınlandı.
Büyük Rus yazarı Lev Nikolayeviç Tolstoy (Leo Tolstoy) , 9 Eylül 1828’de Tula’da bulunan ailesine ait Yasyana Polyana Malikanesinde doğdu. İki yaşında annesini ve dokuz yaşında babasını kaybetti. Anne ve babasının olmaması sebebiyle eğitimini halaları üstlendi ve 1943 yılında Doğu dilleri okumak üzere Kazan Üniversitesi’ne gönderildi. Fakat uzun bir süre geçmeden buradaki eğitimini yarıda bıraktı ve Hukuk Fakültesi’ne geçti. Bu fakültedeki eğitimini de yarıda bıraktı ve 1847 yılında, doğduğu yer olan Yasyana Polyana’daki çiftliğine geri döndü. Aradan üç yıl geçtikten sonra, 1851’de Rus ordusuna yazıldı ve 1854-55 arası Kırım Savaşın’da topçu teğmeni olarak görev yaptı.
Bu dönemde otobiografik eserler olan Çocukluk, İlk Gençlik ve Gençlik’i ve ayrıca Tipi, İki Süvari Subayı ve Toprak Ağası’nın Sabahı’nı yazdı. Bu ilk başarılarından sonra kendini edebiyata adamaya karar veren Tolstoy, savaştan sonra St. Petersburg’a gitti, fakat burada birini radikal demokrat N. Çernişevski, diğerini muhafazakar liberal I. Turgenyev’in temsil ettiği iki edebi kampla anlaşamayarak 1857’de İsviçre, Almanya ve Fransa’yı kapsayan bir seyahate çıktı. Bu dönemde eğitim kurumlarıyla ilgilenmeye başladı ve Rusya’ya dönerek çiftliğindeki köylü çocukları için bir okul açtı. 1860’ta ikinci bir Avrupa seyahatine çıkarak buradaki eğitim kuramlarını ayrıntılı bir şekilde inceledi. Bu incelemelerin neticesinde, Batı’nın yapay ve maddeci uygarlığını, insanı bozan bir etken olarak görmeye başladı. Avrupa seyahatini bitirip Rusya’ya döndüğünde serflik kaldırılmıştı. Tolstoy, kendi bölgesinde eski serflerle toprak sahipleri arasındaki toprak ve borç anlaşmazlıklarını çözmek üzere yargıçlık görevini üstlendi.
1862 yılında komşu çiftliğinin sahibinin kızı olan Sofya Andeyevna Bers’le evlendi ve bu evliliğinden on üç çocuğu oldu. Bu dönemde yazar, “Kazaklar”, “Sivastopol Hikayeleri” ve belkide en büyük romanı olan “Savaş ve Barış”ı yazdı. Napolyon Savaşları sırasında, 1865'de yazdığı 'Savaş ve Barış', yaşama sunulan bir destan olarak nitelendirilir. Bu romanda geniş bir zaman sürecinden bahsedilmesi, somut özelliklerin canlandırılmasında kaydedilen yüksek başarı düzeyi, sayıları beş yüzü aşan sayıda kişiyi içermesi, öykünün dallanıp budaklanarak ilerlemesi bu eseri başyapıtlardan biri haline getirmiştir. Eser geniş ve detaylı olması nedeniyle tarihi bir belgesel niteliği dahi taşır. Bu kadar çok sayıda karaktere rağmen, her bir karakter diğerlerinden çok farklı özellikler taşır. Tolstoy, “Savaş ve Barış” adlı eserinin yayımlanmasından sonra, yıldan yıla artacak bir bunalıma girdi. Bu bunalımın izleri, 1877 yılında yayımlanan, ikinci büyük romanı sayılabilecek “Anna Karenina” adlı romanında da görülür. Bu romanda yazar, aileleri mutsuzluğa götürebilecek etmenleri araştırıp, kendimizi sorgulamaya sevketmiştir.
Tolstoy, 1880’den sonra Hristiyanlıktaki ölümsüzlük düşüncesini, Ortodoks Klisesi’ni ve her türlü siyasal iktidarı yadsıyan, kendine özgü bir tür hristiyanlık anarşizmi geliştirmeye başladı. Düşüncelerini açıkladığı ‘‘Dogmatik Teolojinin Eleştirisi’’, ‘‘O Halde Ne Yapmalıyız? ’’ ve ‘‘Tanrı’nın Hükümdarlığı Kendi İçimizdedir’’ adlı makalelerin yayımlanmasından sonra 1901’de Kilise tarafından afaroz edildi. Bu dönemde yazdığı “İvan İlyiç’in Ölümü”, “Kreutzer Sonat”, “Hacı Murat” ve son büyük romanı sayılabilecek “Diriliş” gibi eserleri, aynı manevi arayışa, ahlâksızlıkla suçladığı sanatı ve dogmalar ve mucizeler üreten Kilise’yi yadsıyışına işaret eder.
1900’lerden itibaren bir yandan mülkiyet konusundaki radikal fikirleri nedeniyle ailesiyle arası açılırken, diğer yandan aydın Rus gençleri arasında giderek daha çok tanındı. Bu ikisi, derin bunalımını ve manevi yalnızlığını arttırdı. 7 Kasım 1910’da ailesini terk etmeye karar vererek yanına en küçük kızı ve doktoruyla yola çıktı. Ancak birkaç gün sonra Astapovo tren istasyonunda zatürreden ölmüş olarak bulundu.
ESERLERİNDEN BAZILARI
Kazaklar
Büyük Rus yazarı Lev Tolstoy'un ilk yapıtı olan Kazaklar, iki karşıt dünyanın çarpıcı bir üslupla karşılaştırılmasıdır. Bu iki farklı dünyadan biri çeşitli kültürlerin etkisi altında yaşayan ve 'kibarlar' tabakasını oluşturan aristokratların, diğeri ise, kendi geleneklerine sıkı sıkıya bağlı ve başka bir kültürle karşılaşmamış olan halkın dünyasıdır. Tolstoy, dağlarda yaşayan Terek Kazaklarını anlatırken bu insanların ülkeden kopuşlarının nedenlerini; içinde bulundukları koşulların onları nasıl savaşçı kıldığını gerçekçi bir üslupla sergiler.
Savaş ve Barış
Lev Tolstoy,1863-1868 yılları arasında sürekli ve yoğun bir çaba sonucunda ürettiği ünlü başyapıtı 'Savaş ve Barış'ın temel özelliğini şöyle belirtiyor.'Bu yapıt bir roman değildir, bir şiir de değildir, bir tarih kroniği hiç değildir. 'Savaş ve Barış', dile geldiği biçim içinde, yazarın dile getirmek istediği ve getirebildiği şeydir.(Arka Kapak)
Kroyçer Sonat
Kroyçer Sonat, bir tren yolculuğu öyküsüyle başlıyor, insanoğlunun ruhunun derinliklerinde uyuyan şiddete, kıskançlığa, zavallılığa uzanıyor. Trende başlayan bir söyleşi sırasında yolcular arasında bulunan, kitabın baş kahramanı Pozdnişev, nasıl olup da böyle çöktüğünü, bezginleştiğini anlatır. Gençliğinde sefih bir hayat sürmüş, sonradan kendinden iğrenmeye başlamıştır. Terzilerin, güzellik uzmanlarının yardımıyla erkeklerin hayvansal içgüdülerini alevlendirdikleri için toplumun ve kadınların suçlu olduğu kanısına varmıştır. İçinde uyanan pişmanlık Pozdnişev'i değişime itmiş, o da bu doğrultuda evlenmiş, çocuk sahibi olmuştur. Ancak, kadınlarla erkekler arasındaki onulmaz farklar, bir yandan da Pozdnişev'in kıskançlığı nedeniyle bir süre sonra karısıyla birbirinden nefret etmeye başlamışlardır. Karısının onu bir müzisyenle aldattığından kuşkulanmasıyla birlikte Pozdnişev'in ruhunun derinlerinde yatan şiddet açığa çıkmış, geri dönüşsüz zararlara yol açmıştır. Pozdnişev'in öyküsü, Lev Tolstoy'un yaşadığı dönemin ahlâk anlayışının ve bazı değerlerin değişmesiyle yaşanan sancıların bir panoraması niteliğindedir. Kadın-erkek ilişkilerinde erdemin gerekliliğine inanan Tolstoy, kendi görüşü doğrultusunda erdemsizliğin insanoğlunu ne gibi çıkmazlara sürüklediğine işaret etmeye çalışıyor. Tabii, Beethoven'ın ünlü Kroyçer Sonat'ını dinleyip dinlememek, size kalmış.(Arka Kapak)
Hacı Murat
1896-1904 yılları arasında yazılan Hacı Murat, büyük Rus yazarı Tolstoy' un olgunluk dönemi romanları arasında yer alıyor. Hacı Murat, on dokuzuncu yüzyıl Kafkas halkları arasında efsaneleşen, Şeyh Şamil' le davalıdır. Yurt edinme, hayata tutunma, bağımsızlık, tutsaklık, ihanet ve iktidar sarmalında biçimlenen bir davanın kahramanıdır. Zayıflıklarının ve gücünün farkında bir kahraman. Acımasız bir coğrafyanın geniş yürekli insanları arasındaki iktidar mücadelesinde taraf olmak zorunda kalmıştır; Rusları da sevmez, Şeyh Şamil' i de. Seçeneksiz kalmak, bütün duygulardan arınmanın başlangıcı ve sonucu belki de. Savaş bazı insanların kaderidir. Tıpkı inanmasa da taraf olmak zorunda kalmak gibi. Aslolansa direnmek. Her koşulda direnmek ve ayakta kalmak. Tolstoy, ölümüne direnen bir kahramanı yazarak sonsuza taşıyor. (Arka Kapak)
Anna Karenina
Anna Karenina, Rusların kendi ülkelerini ve dönemin aristokratlarını en doñru yanlarıyla yansıtan bir romandır. Lev Tolstoy'un 1876-77 yılları arasında kaleme aldığı Anna Karenina'nın ana teması her şeyden önce Rus ailesidir. Bu romanda Tolstoy, dürüst bir evliliğin açık mutluluğuyla evlilik dışı bir aşkın yol açtığı düş kırıklıklarını ve düşüşleri karşılaştırmaktadır. Anna Karenina, dönemin üst kademedeki bir memurunun karısıdır. Onu, hovarda Vronski ile kurduğu ilişkide hazin bir son beklemektedir. Bunun karşısında Kiti ve Levin'in arasındaki sağlam temellere dayalı aşk, Anna Karenina'nın kendini beğenmişliğini ve temsil ettiği aristokrasinin köksüzlüğünü ortaya koymaktadır. Rus halkının Napolyon ile yaptığı harbin anlatıldığı Savaş ve Barış'ın yazarı Tolstoy'un Anna Karenina'sı, yaratıcısının aile hayatındaki huzur getirmeyen zevklerinden usandığı ve inanç buhranının kıskacına düştüğü zamanların ürünüdür.
Diriliş
Diriliş, insanca şefkatin en güzel, belki de en doğru sözlü şiirlerinden biridir. Ben bu yapıtta Tolstoy'un ışıklı gözlerini, içe işleyen açık mavi gözlerinin bakışını, öbür yapıtlarında olduğundan çok daha açık olarak görüyorum. Bu bakış doğrudan doğruya ruha gider.- Romain Rolland-Diriliş'i vakit buldukça, bölüm bölüm değil, bir kerede, soluk almamacasına okudum. Burada ilgi çekmeyen tek şey, Nehludov'la Katya arasındaki ilişkilerdir. İlgi çekici yanlarsa prensler, generaller, köylüler, mahsuplar, gardiyanlardır.- Çehov-(Arka Kapak)
Çocukluk
Tolstoy, yaşadığı yüzyıla olduğu kadar günümüz dünya edebiyatına da mührünü vurmuş 'dahi' yazarlardan biri.. O'nun, hala klasikler arasında duran eserlerine baktığımızda, sürekli aynı karekteristik özellikleri taşıdığını görüyoruz; yani, kendi sosyal gerçeğinden dünya ölçeğine çıkan bir üslup ve konu bütünlüğü...'Çocukluk'da, böylesi bir eser. Geriye dönüşlerle başlayan otobiyografik kitap, yazıldığı dönemin trajik toplum hayatına, anne-baba sevgisine, eğitim sistemine, aşklarına dair duyuşları ele alıyor. İroniyle dramın, sevgiyle kaosun ortasında yaşayan genç birinin gözüyle ve özel bir anlatımla sunulan 'Çocukluk', Tolstoy kitapları arasında ayrıcalıklı bir yere sahip. Eseri okuyanlar, yalın ve yapmacıksız bir çocukluğun gizemli dehlizlerine de yolculuk yapma imkanı bulacaklar... (Arka Kapak)
Sanat Nedir?
'En iyi sanat eserlerinin, kitleler tarafından anlaşılmayan, ancak bu büyük eserleri anlamaya hazır seçkinlere ulaşabilen eserler olduğu söylenir. Fakat insanların çoğunluğu bu eserleri anlamıyorsa, onları anlamayı mümkün kılan gerekli bilgi bu insanlara öğretilmeli ve açıklanmalıdır. Ancak kolaylıkla anlaşılabilir ki; böyle bir bilgi yoktur. Bu eserler açıklanamaz. 'Çoğunluk bu iyi sanat eserlerini anlamıyor,' diyenler de hala bu eserleri açıklayamamakta ve sadece bize onları anlamak için tekrar tekrar okumamız, görmemiz ve duymamız gerektiğini söylemektedirler. Oysa bu bir açıklama değildir, sadece alıştırmaktır. İnsanlar kendilerini herhangi bir şeye, hatta en kötü şeylere bile alıştırabilirler. İnsanlar nasıl kendilerini kötü yiyeceklere, sert içkiye, tütüne ve afyona alıştırıyorlarsa, aynı şekilde kötü sanata da alıştırabilirler. Yapılan şey, kesinlikle budur.(Arka Kapak)
28 Mayıs 1925 gününün ilk saatlerinde Beşiktaş’ın Valideçeşme semtindeki Pembe Köşk’te Fahri-Nazlı Ecevit çiftinin dünyaya gelen erkek çocuğuna Bülent ismi verildi. Babası Kastamonulu, annesi ise İstanbulluydu. Ecevit soyadı, Kastamonu yöresindeki bir bucağın isminden esinlenilerek alınmıştı. Hem anne babası hem de dedeleri Osmanlı ve Cumhuriyet’in “seçkin” üyeleriydi. Baba Prof. Fahri Ecevit Cumhuriyet’in ilk yüksek öğretim kadrosundan, sonraları milletvekili; anne Nazlı Ecevit de sanatçı ve ressamdı. Dedesi ise Osmanlı ulemasından müderris Mustafa Efendi’ydi. Diğer dedesi ise Alay Kumandanı Mehmet Emin Bey’di. Babası Fahri Ecevit, Ankara Hukuk Fakültesi adli tıp profesörüydü. Fahri Ecevit 1943’ten beri CHP Kastamonu Milletvekili olarak Meclis’te görev yapıyordu. Ancak 1950 seçimlerinde yeniden seçilemedi. (13 Ocak 1999-Fuat Akyol/Zaman)
Ecevit Robert Kolej’in edebiyat kolundan mezundu. Annesi Nazlı Hanım, mimar ya da mühendis olmasını isterken babası, edebiyat kolundan mezuniyeti sebebiyle Ankara Hukuk Fakültesi’ne yazılmasını istedi. “Edebiyatçı olmak istiyorum.” diyen genç Bülent’in bu görüşü etkili olmadı. Ancak Hukuk Fakültesi’nde yalnızca üç ay dayanabildi. Israrın fayda sağlamayacağını gören anne ve baba Ecevitler onu serbest bıraktılar. Ecevit, Basın Yayın Genel Müdürlüğü’ne tercüman olarak girdi. Bu sırada Çetin Altan da Galatasaray Lisesi mezunu olması sebebiyle Fransızca mütercim olarak aynı büroda görev yapıyordu. Ertesi yıl Dil Tarih Coğrafya Fakültesi İngiliz Filolojisi bölümüne kayıt yaptırdı ve ikinci sınıftan başladı. Ancak Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi’ndeki öğrenimini de yarıda bıraktı. Bu sıralarda Doğu mistisizmine ve Hint felsefesine büyük ilgi duyuyordu, en büyük tutkusu da şiir yazmaktı. Doğu mistisizmi ile Batı rasyonalizmi arasında bir bocalama devresi yaşıyordu. Klasik Batı müziği dinleyen ve Türk halk müziğine hayranlık duyan Ecevit, Basın Yayın Genel Müdürlüğü tarafından Türkiye’nin Londra Büyükelçiliği Basın Ataşeliği’ne kâtip olarak gönderildi. (13 Ocak 1999-Fuat Akyol/Zaman)
1884 yılında İzmir'de doğdu. İlk ve orta öğrenimini Sivas' ta tamamladıktan sonra Mühendishane İdadisini (Askerî Lise) bitirdi.
1903 yılında Kara Harp Okulu'ndan, 1906 yılında Harp Akademisi' nden mezun olarak, ordunun çeşitli kademelerinde görev yaptı.
1910-1913 yılları arasında Yemen İsyanı'nın bastırılması harekâtına katıldı. Bu ve bundan önceki görevlerinde hudut problemleri ve asilerle yapılan anlaşmalarda başarılı hizmetleri ve meslekî özellikleriyle dikkati çekti. Birinci Dünya Savaşı sırasında Kafkas Cephesi'nde Kolordu Komutanı olarak Atatürk'ün emrinde çalıştı ve öğrencilik yıllarından beri devam eden dostlukları ile devletin geleceği hakkında ortak fikirleri gelişti. Suriye Cephesi'nde savaştı; Millî Mücadele sırasında Atatürk'ün en yakın silâh arkadaşı olarak çalıştı. Edirne milletvekilliği ve bakanlık yaptı. Albay İsmet Bey, mebusluk ve bakanlık da uhdesinde kalarak Garp Cephesi Komutanlığı'na getirildi. 25 Ekim 1920'den sonra Batı Cephesi Komutanı olarak Çerkez Ethem isyanını bastırdı. Birinci ve İkinci İnönü Savaşlarını yönetti. Tuğgeneral rütbesine yükseldi.
Sakarya Meydan Savaşı ve Büyük Taarruz'dan sonra kazanılan zafer üzerine Mudanya Mütarekesi'nde Büyük Millet Meclisi'ni temsil etti. Lozan Barış Konferansı'na Dışişleri Bakanı ve Türk heyeti başkanı olarak katıldı. 24 Temmuz 1923'te Lozan Andlaşması'nı imzaladı.
Cumhuriyetin ilânından sonra 1923-1924 yıllarında ilk hükûmette Başbakan olarak görev aldı, 1924-1937 yılları arasında bu görevini sürdürdü.
İnönü, Atatürk İnkılâplarının gerçekleşmesinde ve Türkiye Cumhuriyeti'nin sağlam temeller üzerine oturtulmasında Atatürk'ün en yakın mesai arkadaşıydı.
Atatürk'ün ölümünden sonra, 1938 yılında, TBMM tarafından Türkiye'nin ikinci Cumhurbaşkanı olarak seçildi. İkinci Dünya Savaşı sırasında Türkiye'yi savaş felâketinin dışında tutmayı başardı. Savaştan sonra çok partili siyasî rejime geçilmesinde en büyük destek oldu. 1950 yılında, yapılan seçimleri kaybettikten sonra, 1960 yılına kadar Ana Muhalefet Partisi Başkanı olarak siyasî yaşamını sürdürdü. 27 Mayıs harekâtından sonra Kurucu Meclis üyeliğine seçildi ve 10 Kasım 1961 tarihinde Başbakanlığa atandı.
1965 yılında bu görevden ayrıldıktan sonra milletvekili olarak siyasî yaşamına devam etti, 1972'de Parti Genel Başkanlığı ve milletvekilliğinden istifa ederek; ölünceye kadar (25 Aralık 1973) Anayasa gereğince Cumhuriyet Senatosu tabiî üyeliği görevinde bulundu.
Turgut Özal Malatya'da doğdu. 1950 yılında İstanbul Teknik Üniversitesi'nden Elektrik Mühendisi olarak mezun oldu. 1952 yılında A.B.D'ne giderek ekonomi tahsili gördü. Türkiye'ye döndükten sonra Elektrik İşleri Etüd İdaresi Genel Müdür Yardımcısı oldu ve Türkiye'nin elektrifikasyonu ile ilgili projelerde çalıştı.
1961-62 yılları arasında askerlik hizmetini Milli Savunma Bakanlığı Bilimsel Danışma Kurulu üyesi olarak ifa etti ve Devlet Planlama Teşkilatı'nın kurulmasına katkıda bulundu. Bu sırada, Ortadoğu Teknik Üniversitesi'nde ders de verdi.
Bir süre Başbakanlık Teknik Uzmanlar Kurulu Üyesi olarak çalıştı ve 1967-71 yılları arasında da Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığı görevini yürüttü. Ekonomik Koordinasyon Kurulu, Para ve Kredi Kurulu, RCD Koordinasyon Kurulu ve AET Koordinasyon Kurulu başkanlıklarında bulundu.
1971-1973 tarihleri arasında Dünya Bankası'nda danışman olarak çalıştı. Türkiye'ye döndükten sonra çeşitli sınai kuruluşlarda çalıştı ve 1979 yılı sonlarına doğru Başbakanlık Müsteşarı olarak atandı. Aynı dönemde Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığı görevini de vekaleten yürüttü.
12 Eylül 1980 müdahalesinden sonra kurulan hükûmete ekonomik işlerden sorumlu Başbakan Yardımcısı olarak atandı. 1982 yılında bu görevinden istifa etti. 1983 yılında Anavatan Partisi'ni kurdu ve aynı yıl yapılan genel seçimlerde partisinin başarılı olması üzerine hükûmeti kurmakla görevlendirildi ve böylece Türkiye'nin 19. Başbakanı oldu. 1987 yılında yapılan seçimler sonrasında tekrar hükûmet kurdu ve başbakan olarak görev yaptı.
31 Ekim 1989'da TBMM tarafından Türkiye Cumhuriyeti'nin 8.Cumhurbaşkanı olarak seçildi ve 9 Kasım 1989 tarihinde bu görevine başladı.
17 Nisan 1993 tarihinde geçirdiği bir rahatsızlık sebebiyle görevi sırasında vefat etti
5 Nisan 1945 yılında Istanbul'da doğdu. Tiyatro sanatçıları Toto- Mehmet Karaca'nın tek çocuğu olarak kulislerde büyüdü. 5 yaşında annesi ve teyzesinin etkisiyle şarkı söylemeye başladı. Cem Karaca’nın sesini ilk keşfeden annesi Toto Karaca oldu.
Robert ve Kültür Koleji’nde öğrenim gördü. Müzik hayatına amatör olarak 'Dinamikler' ve 'Jaguarlar' adlı müzik gruplarında başladı, profesyonel olarak 1967 yılında Mehmet Soyarslan, Tümay Yalçınkaya, Timur Fildişi ve Ahmet Tuzcuoğlu ile birlikte 'Apaşlar' grubunu kurdu. Aynı yıl Apaşlar, Altın Mikrofon Yarışması’nda, sözlerin Erzurumlu Emrah'a ait olduğu ve Cem Karaca’nın müziklediği 'Emrah' adlı besteyle ikinciliği kazandı. Apaşlar, daha önceki tutkuları olan batı beat müziği ile yeni tutkuları doğu müziğini sentezleyip Anadolu- beat tarzında çalışmalara girişti. “Emrah”la elde edilen büyük başarı, Resimdeki Gözyaşları ve Bu Son Olsun gibi hit’lerle devam etti.
Cem Karaca, 1969 yılında Apaşlar’dan ayrılarak Seyhan Karabay'la birlikte “Cem Karaca- Kardaşlar” topluluğunu kurdu. Cem Karaca- Kardaşlar, yayınladıkları ilk 45'likleri “Dadaloğlu” ile listelerde iyi bir sıraya yerleşti. 1972'de bu gruptan ayrıldı ve Moğollar'a geçti. Namus Belası, Gel Gel, Obur Dünya gibi hit parçalarla büyük başarılara imza attı. Cahit Berkay'ın Moğollar'a uluslararası bir kimlik kazandırmak için Fransa'ya gitmesiyle, Cem Taner Öngür'le birlikte gruptan ayrılarak “Cem Karaca- Dervişan”ı kurdu. Progressive rock yapan bu grubun kilit isimleri ise Cem Karaca ve Uğur Dikmen'di.
Cem Karaca, toplama olmayan ilk LP’si “Yoksulluk Kader Olamaz”I Dervişan ile birlikte çıkardı. Dervişan'ın dağılmasından sonra ise Cem Karaca 70'lerdeki son grubu olan “Edirdahan”ı kurdu. “Cem Karaca- Edirhan”ın yaptığı “Safinaz” isimli Long Play (LP) , Barış Manço’nun 1975 yılında çıkardığı “2023” ile birlikte Türkiye'nin sayılı senfonik rock albümleri arasında yer aldı. 1979 yılında Almanya'ya gitti ve 12 Eylül 1980 sonrası Türk vatandaşlığından çıkartıldı. Yaklaşık 8,5 yıl Almanya'da yaşadıktan sonra 27 Haziran 1987 akşamı Türkiye'ye geri döndü ve yeniden Türk vatandaşlığına alındı. Bu dönemde eski arkadaşları tarafnından döneklikle suçlanan Karaca, bu suçlamalara kulak asmadan, yeni dünya görüşünü ortayan koyan eserler yapmaya başladı. Özellikle din konusunda değişen görüşleri çok tartışılmış, Fethullah Gülen'le çekilmiş fotoğrafından dolayı da eleştirilmişti.
Sanatçı Cem Karaca, solunum ve kalp yetmezliği nedeniyle 8 Şubat 2004 günü 59 yaşında hayatını kaybetti. Karaca, Üsküdar Seyit Ahmet Yesevi Camii’nde kılınan namazın ardından Karaca Ahmet Mezarlığı’nda toprağa verildi.
Ünlü Kırgız yazarı, çevirmen, gazeteci ve politikacı, 12 Aralık 1928'de Kırgızistan’ın Talas Eyaleti 'ne bağlı Şeker Köyü'nde doğdu. Bişkek'de Veteriner Fakültesi’nden mezun oldu. Yazarlığa 1952' de başlayan Aytmatov, 1959'da Kırgız Pravdası gazetesinde muhabir oldu. Daha sonra Povesti Gori Stepey (Dağlar ve Steplerden Masallar) adlı öykü kitabıyla büyük ün kazandı. Bu eseri, 1963'te Lenin Ödülü'ne lâyık görüldü ve bu ödül onu aynı zamanda en genç Lenin Ödüllü yazar da yaptı.
Eserlerini, Kırgızca ve Rusça olarak kaleme alan Aytmatov, eserlerinin çoğunda tema olarak aşk, dostluk, savaş döneminin acıları ve kahramanlıkları ile Kırgız gençliğinin gelenek ve göreneklerine bağlılığını seçti. Aytmatov, milletinin tarih boyunca kazandığı sosyal, kültürel, ahlaki, edebi, askeri yani bütün maddi ve manevi zenginliğini eserlerine yansıtmış, yaşadığı coğrafyanın insanının tarih içinde kazandığı değerleri, acılarını, kahramanlıklarını, tecrübelerini yazıya döküp ölümsüzleştirmiş, halkının içinde düştüğü zor durumları eserlerinde en güzel şekilde anlatmış, onların çözümlerine dair ipuçları göstermiş, eserlerinde kendi ifadesi ile ‘tipik insan’ı ortaya koymaya çalışmış bir yazardır.
Hikayelerinde milletinin temel mülkü olan milli hafızaya ait efsane, destan, masal, hikaye ve türküleri ve bunların meydana geldiği şartları, ardındaki hikayeleri, insanları kullanırken, Kırgız Türk kültürünü, psikolojisiyle, duyuş ve anlayış tarzıyla, maddi manevi zenginliğiyle o kültürü bina edenlerin evlatlarına yeniden hatırlatmaya çalıştı. Ayrıca hikayelerinde halkının değerlerini, dertlerini, varsa onun içindeki çürümeyi anlatan yazarın en önemli özelliği, özüne bağlılık, kendinden, halkından, coğrafyasından haberdar olma olarak kendini gösteriyor.
Eserleri Türkçe'nin yanı sıra 150'den fazla dile tercüme edilerek milyonlarca baskıya ulaşan Aytmatov, 1958'de Kırgız Yazarlar Birliği Prezidyumu üyeliğine, 1962'de de Kırgız Sinematografi İşçileri Birliği birinci sekreterliğine getirildi.
1966'da SSCB Yüksek Sovyet'i üyeliğine seçildikten sonra da 1967'de SSCB Yazarlar Birliği Yürütme Kurulu üyesi olan ünlü yazar, 1968'de Sovyet Devlet Edebiyat Ödülü’nü aldı. Son yıllarda politikaya da atılan Aytmatov, Kırgızistan Meclisi'nde Talas Bölgesi Milletvekilliğinin yanı sıra Kırgızistan 'ın Benelux Devletleri büyükelçiliğini de yapmaktadır. Uluslararası Cengiz Aytmatov Vakfı Onur Başkanlığı’nın yanı sıra “Diyalog Avrasya” dergisinin yayın kurulu üyeliğini de yapan Aytmatov, uluslararası diyalog çalışmalarıyla da tanınmaktadır.
gün olur asra bedel,toprak ana,elveda gülsarı,beyaz gemi,dişi kurdun rüyaları gibi eserleri bulunan büyük yazar..okunması gereken bir yazar.
das kapital adlı eserini yarım kaldıktan sonra friedrich engels tamamladı..marksizm 20. yy.da büyük kitleleri etkisi altına almıştır..artı değer teorisi ona aittir..artı değeri okumayanlar boşuna yaşamasınlar.
İyi ama, Marx'ın, artı-değer üzerine söylediklerinde yeni olan nedir? Rodbertus da dahil kendinden önce gelen bütün sosyalist iktisatçıların teorileri herhangi bir etki yaratmaksızın yokolup gittiği halde, nasıl oluyor da, Marx'ın artı-değer teorisi, bütün uygar ülkelerde gökten düşen bir yıldırım gibi bir etki yaratıyordu bunun cevabını onu okuyarak bulabilirsiniz..jack londonun demir ökçe adlı kitabında da artı değer teorisi geçmektedir..
İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Ahmet Piriştina, 8 Nisan 1952 yılında İzmir’de doğdu. Türkay Koleji mezunu olan Piriştina, 1994 seçimlerinin ardından İzmir Büyükşehir Belediyesi’nde DSP Grup Başkanı olarak meclis üyeliği yaptı. 1995 yılında DSP’den İzmir milletvekili seçildi.
Kamu İktisadi Teşekkülü Komisyonu’na daimi üyelik yaptı. TBMM Genel Kurul Salonu’nun yenilenmesi ile ilgili komisyonda başkanlık, Uğur Mumcu suikastının Araştırma Komitesi üyesi olarak görev yaptı. 1999 seçimlerinde DSP’den İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı seçilen Ahmet Piriştina, daha sonra CHP’ye geçmiş ve 5 yıllık görev süresinin dolmasının ardından yapılan 28 Mart 2004 yerel seçimlerinde yeniden belediye başkanı oldu. 15 Haziran 2004 günü geçirdiği kalp krizi nedeniyle hayata veda etti.
Fransızca bilen Piriştina, evli ve iki çocuk babasıydı.
1 Ocak 1952 yılında Şanlıurfa'da doğan sanatçıya, Adanalı bir sinemacının, inşaatta türkü söylerken sesini duymasıyla birlikte şöhret yolu açılmış oldu. Önce Adana'da ardından da Ankara'da çeşitli gazinolarda sahne aldı. Yetmişli yılların ortalarına doğru İstanbul'a geçerek orada sahne almaya başladı.
1977 yılında çıkardığı 'Ayağında Kundura' adlı kırkbeşlik plakla tüm Türkiye'ye sesini duyurdu. Ardından 'Sabuha', 'Dom Dom Kurşunu', 'Bir Mumdur' gibi türküleriyle hayranlarının gönlündeki yerini sağlamlaştırdı.
Seksenli yıllarda yurtdışında Avrupa ve Ortadoğu ülkelerindeki müzikseverler de onun sesini tanıyordu artık. Kasetleri bazı ülkelerde milyonlarca satarken yurtiçinde ve yurtdışında birçok ödülün de sahibi oldu. Yine o yıllarda çıkardığı 'Allah Allah', 'Kara Zindan', 'İnsanlar' ve 'Fosforlu Cevriyem' gibi albümlerinin satışı milyonları aştı.
Tatlıses, 1991 yılında müzik sektörünün kurumsallaşmasında ilk adımı atan Raks Müzik'le anlaştı ve ertesi yıl 'Ah Keşkem' adlı albümüyle hayranlarının karşısına çıktı. Uğur Bayar ve Mustafa Özhan ikilisinin müzik yönetmenliğini yaptığı albüm, söz ve müziği kendisine ait 'Ah Keşkem'le çıkış yaptı. 'İki Gözüm İki Çeşme' ve 'Yar Diline' gibi popüler parçaların yanı sıra kendisine ait eserleri yorumladı.
1993 yılında çıkardığı albüm ise 'Mega Aşk' adını taşıyordu. Mustafa Özden'in yönetmenliğini ve aranjörlüğünü yaptığı albümde Selami Şahin'e ait 'Seni Sevmediğim Yalan', 'Akşamdan Akşama', 'İçem Diyorum', 'Bu Nasıl Güzel'; Yusuf Hayaloğlu'na ait 'Dağlarda Kar Olsaydım'; Ali Gencebay'a ait 'Çakmak Çakmağa Geldik'; Arif Sağ'a ait 'Kötü Kader'; Hasan Kaplan'a ait 'Yürüyorum Dikenlerin Üstünde'; Mehmet Arslan'a ait 'Ben Ne İnsanlar Gördüm' ve kendisine ait 'Mega Aşk', 'Sen Sen', 'Derya' adlı onüç parça yorumladı.
Aradan bir yıl geçtikten sonra 'Haydi Söyle' adlı albümünü Arif Sağ, Burhan Bayar, Özkan Turgay ve Zafer Dalgıç’ın oluşturduğu kadro eşliğinde hazırladı. 'Haydi Söyle', 'Nankör Kedi', 'Saza Niye Gelmedin', 'Tombul Tombul' gibi parçalar büyük beğeni kazanırken, Tatlıses köklerini de unutmayarak 'Maraş Maraş' adlı derlemesini seslendirdiği Kazancı Bedih'i de müzikseverlere tanıtmış oldu.
İbrahim Tatlıses, adıyla birlikte anılan ve eski kırkbeşliklerde kalan ünlü parçalarını, 1995 yılında 'Klasikleri' adını taşıyan albümde biraraya getirdi. Günümüz teknolojisinden yararlanılarak alt yapısı hazırlanan albümde, eski parçalarını yeniden seslendirerek hem yeni kuşağın eski Tatlıses'i tanımalarını hem de hayranlarının piyasada kaydı olmayan bu şarkıları arşivlerine katmalarını sağladı.
'Ben De İsterem' adını taşıyan 1996 tarihli albümüyle yeni bir satış rekoruna imza attı. Sendur Güzelel'in yönetmenliğini, Osman İşmen'in aranjörlüğünü yaptığı çalışmada yer alan 'Fırat' türküsüyle uzun süre listelerde kaldı. 'Allahım Neydi Günahım', 'Yakamoz', 'Yol Ver Dağlar' gibi popüler parçaları kendisine has üslubuyla yorumlayarak 1996 ve 1997 yılında birçok ödülün sahibi oldu.
Hemen ertesi yıl 'At Gitsin' albümünü müzikseverlerin beğenisine sunan Tatlıses, bu albümde pop müziğin ünlü isimlerine ait parçaları da seslendirdi. Kayahan'ın 'Odalarda Işıksızım', Sezen Aksu'nun 'Erkekler' ve Yıldız Tilbe'nin 'Anam' adlı parçalarını yorumladı. 'Bi Tanem', 'Güneş Doğmuyor' ve 'Ağlıyorum Kahrımdan' adlı parçalarını seslendirdiği Cengiz İmren'i müzikseverlere tanıttı.
2001 yılına gelindiğinde 'Yetmez Mi' adlı albümünü piyasaya süren Tatlıses, son olarak 2003 yılının Haziran ayında “Tek Tek” adlı albümünü piyasaya sürdü. İmparator lakaplı sanatçı, seksenli ve doksanlı yıllar boyunca 'Kara Çadırın Kızı', 'Toprağın Oğlu', 'Ayrılık Kolay Değil', 'Fadile', 'Seni Yakacaklar', 'Yaşamak Bu Değil', 'Bu da Geçer', 'Ayşem', 'Sevdalandım', 'Mavi Mavi', Gülüm Benim', 'Aşıksın', 'Ben İnsan Değil miyim? ', 'Fosforlu', 'Allah Allah' gibi bir çok sinema filmi çevirdi. Ayrıca talk show programları hazırladı, kendi video kliplerinin yanı sıra çeşitli sanatçıların da video kliplerinin yönetmenliğini yaptı.
Tatlıses’in Şanlıurfa'da bulunan eşinden 1 erkek ve 2 kız, sinema sanatçısı Perihan Savaş'tan bir kız ve Derya Tuna'dan ise 1 erkek çocuğu vardır. İş dünyasında da adından söz ettiren sanatçının sahip olduğu şirketler grubu; radyo, film, prodüksiyon, turizm, havacılık, gıda ve yayıncılık dallarında faaliyetlerini sürdürmektedir.
10 kıtadan oluşan 1921 yılında meclisde kabul edilen..bütün milletvekillerinin ayakta alkışladığı ve mehmet akif ersoyun koşul olarak para ödülünü kabul etmeden yazdığı bağımsızlık şiirimizdir..(cristoph daum da okuyabiliyor artık)
cerrahpaşa ve maranda adlı parçaları bulunan konservatuar mezunu sanatçı..7 yakınını cerrahpaşa hastanesinde kaybettiği için cerrahpaşa adlı parçayı yazmış.karadenizin özgün sanatçılarından birisidir kendileri.
dünya üzerindeki insanların kendilerini zehirlemek için para verdikleri iğrenç bir madde..Sigaranın içinde ortalama 44 adet zehirli madde vardır. Bunlar kanserojen maddelerdir ve en tehlikelileri arsenik, benzin, kadmiyum, hidrojen siyanid, toluene, amonyak ve propilen glikoldur. Örneğin; siyanid kesinlikle öldürücü bir zehirdir.
Artık herkes sigaranın ne kadar ne kadar zararlı olduğunu biliyor. Tütünün kanserojen olduğunu duymayan, bilmeyen kalmadı. Ancak, sigaranın zararları bununla bitmiyor, her türlü kalp ve akciğer hastalığına yol açıyor, damar tıkanıklığı felce kadar götürebiliyor.
Sigara içtiğiniz anda, vücudunuz etkilenmeye başlar. Nabzınız yükselir, daha hızlı nefes alıp vermeye başlarsınız. Kan dolaşımınız yavaşlar. Sigara içinde yaklaşık 3.700 zehirli madde barındıran bir karışımdır. Bunların büyük bir bölümü kanserojendir. En zararları da karbon monoksit, hidrojen siyanid ve amonyaktır ve bu zehirli kimyasal maddeler, bir nefes sigarayla kan dolaşımınıza karışır. Bunun sonucunda, astım, ciğer yangısı, göğüs ağrıları başlar. Daha sık nezle, grip ve soğuk algınlığı geçirmeye başlarsınız.
Her on üç saniyede bir kişi, sigaraya bağlı bir hastalıktan hayatını kaybetmektedir. Her yıl dünyada 2.500.000 milyon kişi sigara yüzünden hayatını kaybetmektedir. Bu ölümlerin başlıca sebebi akciğer kanseridir, ikinci önemli sebep kalp hastalıkları ve diğer kanser türleridir.
İnsan vücudunda, hiçbir bölüm yoktur ki; sigarada bulunan kimyasal maddelerden etkilenmesin. Bu bölümde, vücudunuzda kısa bir tur yapacağız ve vücudunuzun ne halde olduğunu size göstereceğiz:
Baş ve Yüz
Bir sigara bağımlısı olarak, ağız kanserine yakalanma riskiniz çok yüksek. Ayrıca tütün duman diş eti hastalıklarına yol açar, diş çürümesine ve nefesinizin kötü kokmasına sebep olur. Bunların yanı sıra sigara bağımlılarında kronik baş ağrılarında rastlanır. Beyne giden oksijende azalma olur bu da beyin damarlarının daralmasında neden olur. Bu durum kişiyi felce kadar götürür.
Akciğer ve Bronşlar
Soluk borunuzdan ve bronşlarınızdan geçen duman göğsünüze iner. Sigara dumanındaki hidrojen siyanid, bronşlarınızın çeperini yakar ve kronik öksürük ortaya çıkar. Bronşlar zayıfladıkça, bu bölgede pek çok hastalık oluşur. Akciğer salgılarında azalma olur ve bu da kronik öksürüklere yol açar. Sigara içenler, içmeyenlere on kat daha fazla akciğer kanseri olma riski taşırlar.
Kalp
Sigaranın kalbe verdiği zararlar tek kelimeyle yıkıcıdır. Nikotin kan basıncını yükseltir ve kanın daha çabuk pıhtılaşmasına sebep olur. Sigarada bulunan karbon monoksitin kandaki oksijeni yok etmesiyle damarlarda kolesterol depolanır ve bu da kalp krizi riskini arttırır. Bunun yanı sıra, kan dolaşımı bozukluklarına bağlı olarak, felç, parmaklarda kangren ve iktidarsızlık, sigara içenlerde çok sıklıkla görülen hastalıklardır.
Organlar
Sigaranın sindirim sistemine pek çok kötü etkisi bulunmaktadır. Sigara tüketimine bağlı olarak, midede asit salgılanması artar, mide yanmaları ve ülser başlar. Sigara bağımlılarında pankreas kanseri çok sıklıkla ortaya çıkar, büyük ölçüde ölümle sonuçlanır. Sigaranın ihtiva ettiği kanserojen maddeler, idrarla dışarı atılır ancak bu maddelerin vücuttaki varlığı mesane kanserine yol açar. Sigara yüzünden oluşan yüksek kan basıncı ise böbreklere büyük zarar verir.
Sonuçlar
Sigaranın sağlık üzerindeki kötü etkileri araştırmalarla kanıtlanmıştır. Bu araştırmalar göre, sigara tiryakisi erkeklerin %40'ı henüz emeklilik yaşına gelmeden hayatını kaybetmektedir. Bu oran sigara kullanmayanlarda %18'dir. Sigara kullanan kadınlarda ise rahim kanseri riski çoğalmaktadır, hamile kadınların sigara içmesi ise sakat ve ölü doğumlarla sonuçlanmaktadır.
Tüm bunlara rağmen, sigarayı bıraktığınız anda vücut kendi kendini tamir etmeye başlar. On yıl içinde vücut hiç sigara içmemiş gibi olur. Ancak, sigarayı bırakmak için kanser ya da kalp hastası olmayı beklerseniz, vücudunuzun kendini tamir etmesi için pek fazla vakti olamayacaktır. Ne yazık ki, bu hastalıklar çoğunlukla öldürücüdür. Sigarayı bırakmanız için daha iyi bir sebep olamaz. Ne Dersiniz?
kalp ağrısı
14.07.2004 - 17:05halide edip adıvar'ın romanı.
kahtalı mıçı
14.07.2004 - 17:04telefonda konuştuğu kişiye evlenme teklifi eder ve en garibi bu bayanı hiç görmemiş olması..daha sonra müstakbel eşi olacak hanım efendi de kabul eder ve muradlarına ererler.
kanarya
14.07.2004 - 17:01fenerbahçe spor kulübünün resmi simgesi.sarı kanaryalar..
kanada
14.07.2004 - 16:59kuzey amerikada bir ülke..amerika birleşik devletleri ile komşudur..iki ülkenin sınırı hiç bir coğrafi koşulla sınırlandırılmamıştır..ve iki ülke arasında coğrafi engel bulunmayan dünyanın en uzun sınırıdır..başkenti:OTTOWA'dır..resmi dili ingilizce-fransızca'dır..sanayi daha çok güney kısımda gelişmiştir.toronto,montreal gibi ünlü şehirleri vardır..1976'da olimpiyatlar montreal'de düzenlenmiştir..
osman gazi
14.07.2004 - 16:51osmanlı devletinin ilk padişahı..ertuğrul gazinin oğlu..mal hatun ile evlenmiştir..oğlu orhan gazidir..osmalı imparatorluğuna adını vermiştir..THE OTTOMAN EMPIRE
şebnem ferah
14.07.2004 - 10:5512 Nisan 1972 yılında Yalova'da doğan Ferah'ın müziğe olan ilgisi küçük yaşlarda başladı. Şebnem Ferah'ın ailesinde hemen hemen herkes müzikle iç içe yaşadığından ve evin her köşesi müzik enstrümanları ile dolu olduğundan sanatçının müzikle tanışması pek zor olmadı. İlkokul yıllarında mandolin kursu alan Ferah, okul orkestrasında da solistlik yaptı. Liseyi Bursa Gemlik'te 'Özel Namık Sözeri Lisesinde' yatılı bir öğrenci olarak okudu.
Sanatçının okul orkestralarında başlayan bu serüveni daha sonra küçük topluluklarla devam etti. Lise zamanlarında 'Pegasus' adlı grubuyla beraber çalışan ama kafasında bir kız grubu hayali olan Ferah, 80'lerin ortasında Bursa'da açılan bir stüdyo sayesinde, müzik hayallerini 1988 yılında kurduğu 'Volvox' grubuyla gerçekleştirdi. Müzik uğruna ODTÜ Ekonomi Bölümünü 2. sınıftan terk etti ve İstanbul'a gelince İstanbul Üniversitesi İngiliz Dili Ve Edebiyatı bölümüne kaydoldu.
1994 yılında 'Volvox' grubunun dağılması sonucu Şebnem Ferah bireysel çalışmalarına başladı. Sanatçı Onno Tunç ve Sezen Aksu'nun keşfi ile müzik dünyasında yer edinmeye başladı.
Daha sonra 15 Kasım 1996 Cumartesi günü 'KADIN' adlı ilk solo albümünü çıkardı. İlk videosunu 'Vazgeçtim Dünyadan' adlı parçasına çeken Ferah, gerek kaset satışları gerekse video klibiyle uzun süre listelerde bir numara olarak boy gösterdi. Daha sonraları 'Yağmurlar', 'Bu Aşk Fazla Sana' ve 'Fırtına' adlı şarkılarına klip çekti. İlk konserini 4 Nisan 1997'de İzmir Ege Üniversitesi'nde verdi. İzmir'deki konserin ardından Türkiye'nin çeşitli yerlerinde konserlerine devam etti ve bu konserlerin yanı sıra düzenli bar programları da yaptı.
Şebnem Ferah, ablası Aycan Ferah'ı yitirmesinin ardından 2.5 yıl gibi uzun bir süre ayrı kaldığı müzik dünyasına ikinci albümünün ilk klibi 'Bugün' ile yeniden merhaba dedi. Ancak 17 Ağustos depreminde babası Ali Ferah'ı da kaybeden sanatçı, acılarını unutmak için şarkılara daha sıkı sarıldı. Bunun sonucunda da üçüncü albümü ve dördüncü albümünü piyasaya sürdü.
Albümlerinin dışında da Şebnem Ferah'ı pek çok farklı çalışmaya imza attı. Kimi şarkıcıya geri vokalleriyle, kimisiyle düet yaparak onlara eşlik etti. Bunun yanı sıra birçok sanatçıyla beraber yardım konserleri vererek pek çok faaliyette bulundu.
Geri vokal yaptığı sanatçılar; Sezen Aksu, Sertab Erener, Levent Yüksel, Nilüfer, Demir Demirkan, Tüzmen, Yaşar Gaga, Ajda Pekkan, Özlem Tekin, Tarkan, Çelik, Teoman, Haluk Levent. Düet yaptığı sanatçılar; Müzeyyen Senar (Sarı Kurdelem Sarı) , Polad Bülbüloğlu (Gel Ey Seher) , Kargo (Kalamış Parkı) , Teoman (iki yabancı) .
Ayrıca Bülent Ortaçgil'e saygı albümünde bir Bülent Ortaçgil klasiği olan 'Değirmenler' şarkısını da yorumladı. Bu çalışmaların dışında 'Little Mermaid' (Küçük Denizkızı) adlı çizgi filmde seslendirme yaptı ve soundtrackinde bulunan 'O Dünyada' isimli şarkıyı seslendirdi. Toprak Sergen Ve Aydan Şener'in Oynadığı bir filmde ise, söz ve müziği Demir Demirkan'a ait olan 'Ay Işığında Saklıdır' adlı şarkıyı seslendirdi.
pablo neruda
14.07.2004 - 10:54Şilili şair Neruda, toplumsal ve siyasal şiirleriyle Latin Amerika edebiyatının dünyada itibar kazanmasını sağladı. Canto General adlı epik şiir dizisiyle kendi kıtasının tarihini ve şimdiki zamanını yansıttı.
Latin Amerika'nın şiirsel sesi Neruda, Neftali Ricardo Reyes Basoalto adıyla 12 Temmuz 1904'de Güney Şili'de dünyaya geldi. Babası lokomotifçi, doğumundan hemen sonra ölen annesiyse öğretmendi. Neruda henüz 15 yaşındayken yurdunun taşra gazetesindeki edebiyat eklerini düzeltmekle görevlendirildi. Bu dönemde, Çekoslovakyalı şair Jan Neruda'ya olan hayranlığından dolayı Pablo Neruda takma adını aldı. 1924'te ilk şiirleriyle bir edebiyat yarışmasını kazanarak bir bursa layık görüldü. Santiago'da üç yıl Fransız edebiyatı öğrenimi gördükten sonra gazeteci olarak çalışmaya başladı.
1924: Veinle poemas de amor
Neruda'nın ilk şiir derlemesi Crespıısctılario adı altında 1923 yılında çıktı. Bir yıl sonra yayınlanan Veinte poemas de amour y una cancion desesperada (Yirmi Aşk Şiiri ve Umutsuz Bir Şarkı) Latin Amerika'nın en çok satış yapan şiir kitabı oldu. Neruda bir aşk öyküsünü fon alarak aynı anda bir şehvet objesi, sığınılabilecek bir liman ve kozmik bir güç olan kadına bir od yazdı.
1927-36: Diplomat
1927'de diplomatlık kariyerini seçen Neruda, altı yıl boyunca Güneydoğu Asya'da konsolosluk yaptı. Bu bölgedeki toplumsal sorunlar yüzünden ömrünün 'en çok acı veren dönemi' olarak nitelendirdiği bu zaman içinde Kesidencia en la tierra (Yeryüzünde Konaklama, 1935) adlı iki ciltlik yapıtını verdi.
Eski şiirlerinin melankolisi dünyadaki acıların doğrudan doğruya anlatımına yer verdi burada. Kendine özgü metriği ve dili de ana konusu olan yozlaşmaya uygundu. Neruda, katı mısra ve şiir biçimlerine yer vermeyip her şiiri kendine özgü bir ritimle yazmıştı. 1934'te İspanya'ya giden Neruda, burada sembolizm, sürrealizm ve füturizm etkisinde kalan 1927 Nesli adlı şair topluluğuna katıldı. İç Savaş patlayınca Neruda Franco'ya karşı çıktığı için diplomatik hizmetten çıkarıldı.
İç Savaşın üzüntüsü içinde 1937'de Espana en el corazon (İspanya Gönüllerde) adlı şiir kitabını yayınladı.
1950: Canto General
1939'da diplomatlık mesleğine geri dönen Neruda, başkonsolos olarak Meksika'ya gitti ve bu görevini 1943'e kadar sürdürdü. Altı yıl sonra Şili Komünist Partisi'ne girerek senatör oldu. Başkan Gonzalez Videla'yı eleştirmesi üzerine hükümeti tarafından 1948'de devlet düşmanı ilan edildi ve gıyabi bir tutuklama emriyle arandı. Rahip kılığında Arjantin'e kaçmayı başardı. İzleyen yıllarda Batı Avrupa'da, Sovyetler Birliği'nde ve Çin'de yaşamını sürdürdü. 1950'de Canto general (Evrensel Şarkı) adlı şiirler dizisi çıktı.
Suçlama ile duygudaşlığın egemen olduğu bu ilahi havalı yapıtıyla Neruda, Latin Amerika'yı mitleri ve tarihiyle, doğası ve politik/sosyal durumlarıyla bir bütün olarak yansıtmaya çalıştı. Tarihe Marksist bir görüş açısı getirerek Stalin'e olan hayranlığını da hiç saklamadı.
5O'li Yıllar: Bilinçli Bir Yalınlık
1952'de Şili'ye dönen Neruda başka bir ad altında Los versos del Capitan'ı (Kaptanın Dizeleri) adlı şiir kitabını yayınladı. Ancak on yıl sonra bu yapıtın yazarı olduğunu açıkladı. Bunun nedeni, 1955 yılında üçüncü evliliğini yaptığı Matilde Urrutia'ya aşkını şiirlerle ilan ederken bir önceki karısını incitmek istememesidir. Neruda yapıtlarında giderek daha önce kullandığı, anlaşılması güç mecazlardan (simgelerden) vazgeçti. Böylelikle insanın var oluşunun bir envanteri olan Odas elementares (Temel Odlar, 1954) , Nuevas odas elementares (Yeni Temel Odlar, 1956) ve Tercer libro de las odas (Üçüncü Odlar Kitabı, 1957) adlı yapıtlarındaki dizeler çoğunlukla bir ve iki heceli sözcüklerden oluşmaktadır.
Stalin terörünün boyutu açıklanınca Neruda'nın dünya görüşü sarsıldı. Estravaganzio (Acayiplikler, 1958) ve beş ciltlik Memorial de Isla Negra (Karaada Defteri, 1964) adlı otobiyografik yansıtmalarında kuşkularını dile getirdi.
1971: Nobel Edebiyat Ödülü
1969 yılında Komünist Parti tarafından başkan adayı gösterilen Neruda, Salvador Allende'nin ulusal cephesine katılmak üzere 1970'te adaylığını geri aldı. Arkasından Allende tarafından Fransa'ya büyükelçi olarak atandı. Bir yıl sonra Neruda, Nobel Edebiyat Ödülü'ne layık görüldü. 'Incitation al nbconcidio y alabanda de la revolution chilena' (Nixon'u Devirmeye Çağrı ve Şili Devrimine Övgü, 1973) adlı şiir kitabında ABD'nin solcu hükümetin dengesini bozmaya yönelik çalışmalarını eleştirdi. 1973'te kansere yakalanan Neruda, Allende'ye karşı düzenlenen askerî darbeden birkaç gün sonra, 23 Eylül 1973'de, 69 yaşında Santiago'da hayata gözlerini kapadı. 'Anıları Confieso que ho Livido' (Yaşadığımı İtiraf Ediyorum) adı altında ölümünden sonra yayınlandı.
lev nikolaevich tolstoy
14.07.2004 - 10:52Büyük Rus yazarı Lev Nikolayeviç Tolstoy (Leo Tolstoy) , 9 Eylül 1828’de Tula’da bulunan ailesine ait Yasyana Polyana Malikanesinde doğdu. İki yaşında annesini ve dokuz yaşında babasını kaybetti. Anne ve babasının olmaması sebebiyle eğitimini halaları üstlendi ve 1943 yılında Doğu dilleri okumak üzere Kazan Üniversitesi’ne gönderildi. Fakat uzun bir süre geçmeden buradaki eğitimini yarıda bıraktı ve Hukuk Fakültesi’ne geçti. Bu fakültedeki eğitimini de yarıda bıraktı ve 1847 yılında, doğduğu yer olan Yasyana Polyana’daki çiftliğine geri döndü. Aradan üç yıl geçtikten sonra, 1851’de Rus ordusuna yazıldı ve 1854-55 arası Kırım Savaşın’da topçu teğmeni olarak görev yaptı.
Bu dönemde otobiografik eserler olan Çocukluk, İlk Gençlik ve Gençlik’i ve ayrıca Tipi, İki Süvari Subayı ve Toprak Ağası’nın Sabahı’nı yazdı. Bu ilk başarılarından sonra kendini edebiyata adamaya karar veren Tolstoy, savaştan sonra St. Petersburg’a gitti, fakat burada birini radikal demokrat N. Çernişevski, diğerini muhafazakar liberal I. Turgenyev’in temsil ettiği iki edebi kampla anlaşamayarak 1857’de İsviçre, Almanya ve Fransa’yı kapsayan bir seyahate çıktı. Bu dönemde eğitim kurumlarıyla ilgilenmeye başladı ve Rusya’ya dönerek çiftliğindeki köylü çocukları için bir okul açtı. 1860’ta ikinci bir Avrupa seyahatine çıkarak buradaki eğitim kuramlarını ayrıntılı bir şekilde inceledi. Bu incelemelerin neticesinde, Batı’nın yapay ve maddeci uygarlığını, insanı bozan bir etken olarak görmeye başladı. Avrupa seyahatini bitirip Rusya’ya döndüğünde serflik kaldırılmıştı. Tolstoy, kendi bölgesinde eski serflerle toprak sahipleri arasındaki toprak ve borç anlaşmazlıklarını çözmek üzere yargıçlık görevini üstlendi.
1862 yılında komşu çiftliğinin sahibinin kızı olan Sofya Andeyevna Bers’le evlendi ve bu evliliğinden on üç çocuğu oldu. Bu dönemde yazar, “Kazaklar”, “Sivastopol Hikayeleri” ve belkide en büyük romanı olan “Savaş ve Barış”ı yazdı. Napolyon Savaşları sırasında, 1865'de yazdığı 'Savaş ve Barış', yaşama sunulan bir destan olarak nitelendirilir. Bu romanda geniş bir zaman sürecinden bahsedilmesi, somut özelliklerin canlandırılmasında kaydedilen yüksek başarı düzeyi, sayıları beş yüzü aşan sayıda kişiyi içermesi, öykünün dallanıp budaklanarak ilerlemesi bu eseri başyapıtlardan biri haline getirmiştir. Eser geniş ve detaylı olması nedeniyle tarihi bir belgesel niteliği dahi taşır. Bu kadar çok sayıda karaktere rağmen, her bir karakter diğerlerinden çok farklı özellikler taşır. Tolstoy, “Savaş ve Barış” adlı eserinin yayımlanmasından sonra, yıldan yıla artacak bir bunalıma girdi. Bu bunalımın izleri, 1877 yılında yayımlanan, ikinci büyük romanı sayılabilecek “Anna Karenina” adlı romanında da görülür. Bu romanda yazar, aileleri mutsuzluğa götürebilecek etmenleri araştırıp, kendimizi sorgulamaya sevketmiştir.
Tolstoy, 1880’den sonra Hristiyanlıktaki ölümsüzlük düşüncesini, Ortodoks Klisesi’ni ve her türlü siyasal iktidarı yadsıyan, kendine özgü bir tür hristiyanlık anarşizmi geliştirmeye başladı. Düşüncelerini açıkladığı ‘‘Dogmatik Teolojinin Eleştirisi’’, ‘‘O Halde Ne Yapmalıyız? ’’ ve ‘‘Tanrı’nın Hükümdarlığı Kendi İçimizdedir’’ adlı makalelerin yayımlanmasından sonra 1901’de Kilise tarafından afaroz edildi. Bu dönemde yazdığı “İvan İlyiç’in Ölümü”, “Kreutzer Sonat”, “Hacı Murat” ve son büyük romanı sayılabilecek “Diriliş” gibi eserleri, aynı manevi arayışa, ahlâksızlıkla suçladığı sanatı ve dogmalar ve mucizeler üreten Kilise’yi yadsıyışına işaret eder.
1900’lerden itibaren bir yandan mülkiyet konusundaki radikal fikirleri nedeniyle ailesiyle arası açılırken, diğer yandan aydın Rus gençleri arasında giderek daha çok tanındı. Bu ikisi, derin bunalımını ve manevi yalnızlığını arttırdı. 7 Kasım 1910’da ailesini terk etmeye karar vererek yanına en küçük kızı ve doktoruyla yola çıktı. Ancak birkaç gün sonra Astapovo tren istasyonunda zatürreden ölmüş olarak bulundu.
ESERLERİNDEN BAZILARI
Kazaklar
Büyük Rus yazarı Lev Tolstoy'un ilk yapıtı olan Kazaklar, iki karşıt dünyanın çarpıcı bir üslupla karşılaştırılmasıdır. Bu iki farklı dünyadan biri çeşitli kültürlerin etkisi altında yaşayan ve 'kibarlar' tabakasını oluşturan aristokratların, diğeri ise, kendi geleneklerine sıkı sıkıya bağlı ve başka bir kültürle karşılaşmamış olan halkın dünyasıdır. Tolstoy, dağlarda yaşayan Terek Kazaklarını anlatırken bu insanların ülkeden kopuşlarının nedenlerini; içinde bulundukları koşulların onları nasıl savaşçı kıldığını gerçekçi bir üslupla sergiler.
Savaş ve Barış
Lev Tolstoy,1863-1868 yılları arasında sürekli ve yoğun bir çaba sonucunda ürettiği ünlü başyapıtı 'Savaş ve Barış'ın temel özelliğini şöyle belirtiyor.'Bu yapıt bir roman değildir, bir şiir de değildir, bir tarih kroniği hiç değildir. 'Savaş ve Barış', dile geldiği biçim içinde, yazarın dile getirmek istediği ve getirebildiği şeydir.(Arka Kapak)
Kroyçer Sonat
Kroyçer Sonat, bir tren yolculuğu öyküsüyle başlıyor, insanoğlunun ruhunun derinliklerinde uyuyan şiddete, kıskançlığa, zavallılığa uzanıyor. Trende başlayan bir söyleşi sırasında yolcular arasında bulunan, kitabın baş kahramanı Pozdnişev, nasıl olup da böyle çöktüğünü, bezginleştiğini anlatır. Gençliğinde sefih bir hayat sürmüş, sonradan kendinden iğrenmeye başlamıştır. Terzilerin, güzellik uzmanlarının yardımıyla erkeklerin hayvansal içgüdülerini alevlendirdikleri için toplumun ve kadınların suçlu olduğu kanısına varmıştır. İçinde uyanan pişmanlık Pozdnişev'i değişime itmiş, o da bu doğrultuda evlenmiş, çocuk sahibi olmuştur. Ancak, kadınlarla erkekler arasındaki onulmaz farklar, bir yandan da Pozdnişev'in kıskançlığı nedeniyle bir süre sonra karısıyla birbirinden nefret etmeye başlamışlardır. Karısının onu bir müzisyenle aldattığından kuşkulanmasıyla birlikte Pozdnişev'in ruhunun derinlerinde yatan şiddet açığa çıkmış, geri dönüşsüz zararlara yol açmıştır. Pozdnişev'in öyküsü, Lev Tolstoy'un yaşadığı dönemin ahlâk anlayışının ve bazı değerlerin değişmesiyle yaşanan sancıların bir panoraması niteliğindedir. Kadın-erkek ilişkilerinde erdemin gerekliliğine inanan Tolstoy, kendi görüşü doğrultusunda erdemsizliğin insanoğlunu ne gibi çıkmazlara sürüklediğine işaret etmeye çalışıyor. Tabii, Beethoven'ın ünlü Kroyçer Sonat'ını dinleyip dinlememek, size kalmış.(Arka Kapak)
Hacı Murat
1896-1904 yılları arasında yazılan Hacı Murat, büyük Rus yazarı Tolstoy' un olgunluk dönemi romanları arasında yer alıyor. Hacı Murat, on dokuzuncu yüzyıl Kafkas halkları arasında efsaneleşen, Şeyh Şamil' le davalıdır. Yurt edinme, hayata tutunma, bağımsızlık, tutsaklık, ihanet ve iktidar sarmalında biçimlenen bir davanın kahramanıdır. Zayıflıklarının ve gücünün farkında bir kahraman. Acımasız bir coğrafyanın geniş yürekli insanları arasındaki iktidar mücadelesinde taraf olmak zorunda kalmıştır; Rusları da sevmez, Şeyh Şamil' i de. Seçeneksiz kalmak, bütün duygulardan arınmanın başlangıcı ve sonucu belki de. Savaş bazı insanların kaderidir. Tıpkı inanmasa da taraf olmak zorunda kalmak gibi. Aslolansa direnmek. Her koşulda direnmek ve ayakta kalmak. Tolstoy, ölümüne direnen bir kahramanı yazarak sonsuza taşıyor. (Arka Kapak)
Anna Karenina
Anna Karenina, Rusların kendi ülkelerini ve dönemin aristokratlarını en doñru yanlarıyla yansıtan bir romandır. Lev Tolstoy'un 1876-77 yılları arasında kaleme aldığı Anna Karenina'nın ana teması her şeyden önce Rus ailesidir. Bu romanda Tolstoy, dürüst bir evliliğin açık mutluluğuyla evlilik dışı bir aşkın yol açtığı düş kırıklıklarını ve düşüşleri karşılaştırmaktadır. Anna Karenina, dönemin üst kademedeki bir memurunun karısıdır. Onu, hovarda Vronski ile kurduğu ilişkide hazin bir son beklemektedir. Bunun karşısında Kiti ve Levin'in arasındaki sağlam temellere dayalı aşk, Anna Karenina'nın kendini beğenmişliğini ve temsil ettiği aristokrasinin köksüzlüğünü ortaya koymaktadır. Rus halkının Napolyon ile yaptığı harbin anlatıldığı Savaş ve Barış'ın yazarı Tolstoy'un Anna Karenina'sı, yaratıcısının aile hayatındaki huzur getirmeyen zevklerinden usandığı ve inanç buhranının kıskacına düştüğü zamanların ürünüdür.
Diriliş
Diriliş, insanca şefkatin en güzel, belki de en doğru sözlü şiirlerinden biridir. Ben bu yapıtta Tolstoy'un ışıklı gözlerini, içe işleyen açık mavi gözlerinin bakışını, öbür yapıtlarında olduğundan çok daha açık olarak görüyorum. Bu bakış doğrudan doğruya ruha gider.- Romain Rolland-Diriliş'i vakit buldukça, bölüm bölüm değil, bir kerede, soluk almamacasına okudum. Burada ilgi çekmeyen tek şey, Nehludov'la Katya arasındaki ilişkilerdir. İlgi çekici yanlarsa prensler, generaller, köylüler, mahsuplar, gardiyanlardır.- Çehov-(Arka Kapak)
Çocukluk
Tolstoy, yaşadığı yüzyıla olduğu kadar günümüz dünya edebiyatına da mührünü vurmuş 'dahi' yazarlardan biri.. O'nun, hala klasikler arasında duran eserlerine baktığımızda, sürekli aynı karekteristik özellikleri taşıdığını görüyoruz; yani, kendi sosyal gerçeğinden dünya ölçeğine çıkan bir üslup ve konu bütünlüğü...'Çocukluk'da, böylesi bir eser. Geriye dönüşlerle başlayan otobiyografik kitap, yazıldığı dönemin trajik toplum hayatına, anne-baba sevgisine, eğitim sistemine, aşklarına dair duyuşları ele alıyor. İroniyle dramın, sevgiyle kaosun ortasında yaşayan genç birinin gözüyle ve özel bir anlatımla sunulan 'Çocukluk', Tolstoy kitapları arasında ayrıcalıklı bir yere sahip. Eseri okuyanlar, yalın ve yapmacıksız bir çocukluğun gizemli dehlizlerine de yolculuk yapma imkanı bulacaklar... (Arka Kapak)
Sanat Nedir?
'En iyi sanat eserlerinin, kitleler tarafından anlaşılmayan, ancak bu büyük eserleri anlamaya hazır seçkinlere ulaşabilen eserler olduğu söylenir. Fakat insanların çoğunluğu bu eserleri anlamıyorsa, onları anlamayı mümkün kılan gerekli bilgi bu insanlara öğretilmeli ve açıklanmalıdır. Ancak kolaylıkla anlaşılabilir ki; böyle bir bilgi yoktur. Bu eserler açıklanamaz. 'Çoğunluk bu iyi sanat eserlerini anlamıyor,' diyenler de hala bu eserleri açıklayamamakta ve sadece bize onları anlamak için tekrar tekrar okumamız, görmemiz ve duymamız gerektiğini söylemektedirler. Oysa bu bir açıklama değildir, sadece alıştırmaktır. İnsanlar kendilerini herhangi bir şeye, hatta en kötü şeylere bile alıştırabilirler. İnsanlar nasıl kendilerini kötü yiyeceklere, sert içkiye, tütüne ve afyona alıştırıyorlarsa, aynı şekilde kötü sanata da alıştırabilirler. Yapılan şey, kesinlikle budur.(Arka Kapak)
Bülent Ecevit
14.07.2004 - 10:5028 Mayıs 1925 gününün ilk saatlerinde Beşiktaş’ın Valideçeşme semtindeki Pembe Köşk’te Fahri-Nazlı Ecevit çiftinin dünyaya gelen erkek çocuğuna Bülent ismi verildi. Babası Kastamonulu, annesi ise İstanbulluydu. Ecevit soyadı, Kastamonu yöresindeki bir bucağın isminden esinlenilerek alınmıştı. Hem anne babası hem de dedeleri Osmanlı ve Cumhuriyet’in “seçkin” üyeleriydi. Baba Prof. Fahri Ecevit Cumhuriyet’in ilk yüksek öğretim kadrosundan, sonraları milletvekili; anne Nazlı Ecevit de sanatçı ve ressamdı. Dedesi ise Osmanlı ulemasından müderris Mustafa Efendi’ydi. Diğer dedesi ise Alay Kumandanı Mehmet Emin Bey’di. Babası Fahri Ecevit, Ankara Hukuk Fakültesi adli tıp profesörüydü. Fahri Ecevit 1943’ten beri CHP Kastamonu Milletvekili olarak Meclis’te görev yapıyordu. Ancak 1950 seçimlerinde yeniden seçilemedi. (13 Ocak 1999-Fuat Akyol/Zaman)
Bülent Ecevit
14.07.2004 - 10:49Ecevit Robert Kolej’in edebiyat kolundan mezundu. Annesi Nazlı Hanım, mimar ya da mühendis olmasını isterken babası, edebiyat kolundan mezuniyeti sebebiyle Ankara Hukuk Fakültesi’ne yazılmasını istedi. “Edebiyatçı olmak istiyorum.” diyen genç Bülent’in bu görüşü etkili olmadı. Ancak Hukuk Fakültesi’nde yalnızca üç ay dayanabildi. Israrın fayda sağlamayacağını gören anne ve baba Ecevitler onu serbest bıraktılar. Ecevit, Basın Yayın Genel Müdürlüğü’ne tercüman olarak girdi. Bu sırada Çetin Altan da Galatasaray Lisesi mezunu olması sebebiyle Fransızca mütercim olarak aynı büroda görev yapıyordu. Ertesi yıl Dil Tarih Coğrafya Fakültesi İngiliz Filolojisi bölümüne kayıt yaptırdı ve ikinci sınıftan başladı. Ancak Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi’ndeki öğrenimini de yarıda bıraktı. Bu sıralarda Doğu mistisizmine ve Hint felsefesine büyük ilgi duyuyordu, en büyük tutkusu da şiir yazmaktı. Doğu mistisizmi ile Batı rasyonalizmi arasında bir bocalama devresi yaşıyordu. Klasik Batı müziği dinleyen ve Türk halk müziğine hayranlık duyan Ecevit, Basın Yayın Genel Müdürlüğü tarafından Türkiye’nin Londra Büyükelçiliği Basın Ataşeliği’ne kâtip olarak gönderildi. (13 Ocak 1999-Fuat Akyol/Zaman)
Bülent Ecevit
14.07.2004 - 10:48türkiyede hala müthiş bir potansiyeli olan ama şimdilerde bunu kaybeden yılların eskitemediği siyasetçi..robert koleji mezunudur..
ismet inönü
14.07.2004 - 10:411884 yılında İzmir'de doğdu. İlk ve orta öğrenimini Sivas' ta tamamladıktan sonra Mühendishane İdadisini (Askerî Lise) bitirdi.
1903 yılında Kara Harp Okulu'ndan, 1906 yılında Harp Akademisi' nden mezun olarak, ordunun çeşitli kademelerinde görev yaptı.
1910-1913 yılları arasında Yemen İsyanı'nın bastırılması harekâtına katıldı. Bu ve bundan önceki görevlerinde hudut problemleri ve asilerle yapılan anlaşmalarda başarılı hizmetleri ve meslekî özellikleriyle dikkati çekti. Birinci Dünya Savaşı sırasında Kafkas Cephesi'nde Kolordu Komutanı olarak Atatürk'ün emrinde çalıştı ve öğrencilik yıllarından beri devam eden dostlukları ile devletin geleceği hakkında ortak fikirleri gelişti. Suriye Cephesi'nde savaştı; Millî Mücadele sırasında Atatürk'ün en yakın silâh arkadaşı olarak çalıştı. Edirne milletvekilliği ve bakanlık yaptı. Albay İsmet Bey, mebusluk ve bakanlık da uhdesinde kalarak Garp Cephesi Komutanlığı'na getirildi. 25 Ekim 1920'den sonra Batı Cephesi Komutanı olarak Çerkez Ethem isyanını bastırdı. Birinci ve İkinci İnönü Savaşlarını yönetti. Tuğgeneral rütbesine yükseldi.
Sakarya Meydan Savaşı ve Büyük Taarruz'dan sonra kazanılan zafer üzerine Mudanya Mütarekesi'nde Büyük Millet Meclisi'ni temsil etti. Lozan Barış Konferansı'na Dışişleri Bakanı ve Türk heyeti başkanı olarak katıldı. 24 Temmuz 1923'te Lozan Andlaşması'nı imzaladı.
Cumhuriyetin ilânından sonra 1923-1924 yıllarında ilk hükûmette Başbakan olarak görev aldı, 1924-1937 yılları arasında bu görevini sürdürdü.
İnönü, Atatürk İnkılâplarının gerçekleşmesinde ve Türkiye Cumhuriyeti'nin sağlam temeller üzerine oturtulmasında Atatürk'ün en yakın mesai arkadaşıydı.
Atatürk'ün ölümünden sonra, 1938 yılında, TBMM tarafından Türkiye'nin ikinci Cumhurbaşkanı olarak seçildi. İkinci Dünya Savaşı sırasında Türkiye'yi savaş felâketinin dışında tutmayı başardı. Savaştan sonra çok partili siyasî rejime geçilmesinde en büyük destek oldu. 1950 yılında, yapılan seçimleri kaybettikten sonra, 1960 yılına kadar Ana Muhalefet Partisi Başkanı olarak siyasî yaşamını sürdürdü. 27 Mayıs harekâtından sonra Kurucu Meclis üyeliğine seçildi ve 10 Kasım 1961 tarihinde Başbakanlığa atandı.
1965 yılında bu görevden ayrıldıktan sonra milletvekili olarak siyasî yaşamına devam etti, 1972'de Parti Genel Başkanlığı ve milletvekilliğinden istifa ederek; ölünceye kadar (25 Aralık 1973) Anayasa gereğince Cumhuriyet Senatosu tabiî üyeliği görevinde bulundu.
turgut özal
14.07.2004 - 10:38Turgut Özal Malatya'da doğdu. 1950 yılında İstanbul Teknik Üniversitesi'nden Elektrik Mühendisi olarak mezun oldu. 1952 yılında A.B.D'ne giderek ekonomi tahsili gördü. Türkiye'ye döndükten sonra Elektrik İşleri Etüd İdaresi Genel Müdür Yardımcısı oldu ve Türkiye'nin elektrifikasyonu ile ilgili projelerde çalıştı.
1961-62 yılları arasında askerlik hizmetini Milli Savunma Bakanlığı Bilimsel Danışma Kurulu üyesi olarak ifa etti ve Devlet Planlama Teşkilatı'nın kurulmasına katkıda bulundu. Bu sırada, Ortadoğu Teknik Üniversitesi'nde ders de verdi.
Bir süre Başbakanlık Teknik Uzmanlar Kurulu Üyesi olarak çalıştı ve 1967-71 yılları arasında da Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığı görevini yürüttü. Ekonomik Koordinasyon Kurulu, Para ve Kredi Kurulu, RCD Koordinasyon Kurulu ve AET Koordinasyon Kurulu başkanlıklarında bulundu.
1971-1973 tarihleri arasında Dünya Bankası'nda danışman olarak çalıştı. Türkiye'ye döndükten sonra çeşitli sınai kuruluşlarda çalıştı ve 1979 yılı sonlarına doğru Başbakanlık Müsteşarı olarak atandı. Aynı dönemde Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığı görevini de vekaleten yürüttü.
12 Eylül 1980 müdahalesinden sonra kurulan hükûmete ekonomik işlerden sorumlu Başbakan Yardımcısı olarak atandı. 1982 yılında bu görevinden istifa etti. 1983 yılında Anavatan Partisi'ni kurdu ve aynı yıl yapılan genel seçimlerde partisinin başarılı olması üzerine hükûmeti kurmakla görevlendirildi ve böylece Türkiye'nin 19. Başbakanı oldu. 1987 yılında yapılan seçimler sonrasında tekrar hükûmet kurdu ve başbakan olarak görev yaptı.
31 Ekim 1989'da TBMM tarafından Türkiye Cumhuriyeti'nin 8.Cumhurbaşkanı olarak seçildi ve 9 Kasım 1989 tarihinde bu görevine başladı.
17 Nisan 1993 tarihinde geçirdiği bir rahatsızlık sebebiyle görevi sırasında vefat etti
cem karaca
14.07.2004 - 10:365 Nisan 1945 yılında Istanbul'da doğdu. Tiyatro sanatçıları Toto- Mehmet Karaca'nın tek çocuğu olarak kulislerde büyüdü. 5 yaşında annesi ve teyzesinin etkisiyle şarkı söylemeye başladı. Cem Karaca’nın sesini ilk keşfeden annesi Toto Karaca oldu.
Robert ve Kültür Koleji’nde öğrenim gördü. Müzik hayatına amatör olarak 'Dinamikler' ve 'Jaguarlar' adlı müzik gruplarında başladı, profesyonel olarak 1967 yılında Mehmet Soyarslan, Tümay Yalçınkaya, Timur Fildişi ve Ahmet Tuzcuoğlu ile birlikte 'Apaşlar' grubunu kurdu. Aynı yıl Apaşlar, Altın Mikrofon Yarışması’nda, sözlerin Erzurumlu Emrah'a ait olduğu ve Cem Karaca’nın müziklediği 'Emrah' adlı besteyle ikinciliği kazandı. Apaşlar, daha önceki tutkuları olan batı beat müziği ile yeni tutkuları doğu müziğini sentezleyip Anadolu- beat tarzında çalışmalara girişti. “Emrah”la elde edilen büyük başarı, Resimdeki Gözyaşları ve Bu Son Olsun gibi hit’lerle devam etti.
Cem Karaca, 1969 yılında Apaşlar’dan ayrılarak Seyhan Karabay'la birlikte “Cem Karaca- Kardaşlar” topluluğunu kurdu. Cem Karaca- Kardaşlar, yayınladıkları ilk 45'likleri “Dadaloğlu” ile listelerde iyi bir sıraya yerleşti. 1972'de bu gruptan ayrıldı ve Moğollar'a geçti. Namus Belası, Gel Gel, Obur Dünya gibi hit parçalarla büyük başarılara imza attı. Cahit Berkay'ın Moğollar'a uluslararası bir kimlik kazandırmak için Fransa'ya gitmesiyle, Cem Taner Öngür'le birlikte gruptan ayrılarak “Cem Karaca- Dervişan”ı kurdu. Progressive rock yapan bu grubun kilit isimleri ise Cem Karaca ve Uğur Dikmen'di.
Cem Karaca, toplama olmayan ilk LP’si “Yoksulluk Kader Olamaz”I Dervişan ile birlikte çıkardı. Dervişan'ın dağılmasından sonra ise Cem Karaca 70'lerdeki son grubu olan “Edirdahan”ı kurdu. “Cem Karaca- Edirhan”ın yaptığı “Safinaz” isimli Long Play (LP) , Barış Manço’nun 1975 yılında çıkardığı “2023” ile birlikte Türkiye'nin sayılı senfonik rock albümleri arasında yer aldı. 1979 yılında Almanya'ya gitti ve 12 Eylül 1980 sonrası Türk vatandaşlığından çıkartıldı. Yaklaşık 8,5 yıl Almanya'da yaşadıktan sonra 27 Haziran 1987 akşamı Türkiye'ye geri döndü ve yeniden Türk vatandaşlığına alındı. Bu dönemde eski arkadaşları tarafnından döneklikle suçlanan Karaca, bu suçlamalara kulak asmadan, yeni dünya görüşünü ortayan koyan eserler yapmaya başladı. Özellikle din konusunda değişen görüşleri çok tartışılmış, Fethullah Gülen'le çekilmiş fotoğrafından dolayı da eleştirilmişti.
Sanatçı Cem Karaca, solunum ve kalp yetmezliği nedeniyle 8 Şubat 2004 günü 59 yaşında hayatını kaybetti. Karaca, Üsküdar Seyit Ahmet Yesevi Camii’nde kılınan namazın ardından Karaca Ahmet Mezarlığı’nda toprağa verildi.
cengiz aytmatov
14.07.2004 - 10:35Ünlü Kırgız yazarı, çevirmen, gazeteci ve politikacı, 12 Aralık 1928'de Kırgızistan’ın Talas Eyaleti 'ne bağlı Şeker Köyü'nde doğdu. Bişkek'de Veteriner Fakültesi’nden mezun oldu. Yazarlığa 1952' de başlayan Aytmatov, 1959'da Kırgız Pravdası gazetesinde muhabir oldu. Daha sonra Povesti Gori Stepey (Dağlar ve Steplerden Masallar) adlı öykü kitabıyla büyük ün kazandı. Bu eseri, 1963'te Lenin Ödülü'ne lâyık görüldü ve bu ödül onu aynı zamanda en genç Lenin Ödüllü yazar da yaptı.
Eserlerini, Kırgızca ve Rusça olarak kaleme alan Aytmatov, eserlerinin çoğunda tema olarak aşk, dostluk, savaş döneminin acıları ve kahramanlıkları ile Kırgız gençliğinin gelenek ve göreneklerine bağlılığını seçti. Aytmatov, milletinin tarih boyunca kazandığı sosyal, kültürel, ahlaki, edebi, askeri yani bütün maddi ve manevi zenginliğini eserlerine yansıtmış, yaşadığı coğrafyanın insanının tarih içinde kazandığı değerleri, acılarını, kahramanlıklarını, tecrübelerini yazıya döküp ölümsüzleştirmiş, halkının içinde düştüğü zor durumları eserlerinde en güzel şekilde anlatmış, onların çözümlerine dair ipuçları göstermiş, eserlerinde kendi ifadesi ile ‘tipik insan’ı ortaya koymaya çalışmış bir yazardır.
Hikayelerinde milletinin temel mülkü olan milli hafızaya ait efsane, destan, masal, hikaye ve türküleri ve bunların meydana geldiği şartları, ardındaki hikayeleri, insanları kullanırken, Kırgız Türk kültürünü, psikolojisiyle, duyuş ve anlayış tarzıyla, maddi manevi zenginliğiyle o kültürü bina edenlerin evlatlarına yeniden hatırlatmaya çalıştı. Ayrıca hikayelerinde halkının değerlerini, dertlerini, varsa onun içindeki çürümeyi anlatan yazarın en önemli özelliği, özüne bağlılık, kendinden, halkından, coğrafyasından haberdar olma olarak kendini gösteriyor.
Eserleri Türkçe'nin yanı sıra 150'den fazla dile tercüme edilerek milyonlarca baskıya ulaşan Aytmatov, 1958'de Kırgız Yazarlar Birliği Prezidyumu üyeliğine, 1962'de de Kırgız Sinematografi İşçileri Birliği birinci sekreterliğine getirildi.
1966'da SSCB Yüksek Sovyet'i üyeliğine seçildikten sonra da 1967'de SSCB Yazarlar Birliği Yürütme Kurulu üyesi olan ünlü yazar, 1968'de Sovyet Devlet Edebiyat Ödülü’nü aldı. Son yıllarda politikaya da atılan Aytmatov, Kırgızistan Meclisi'nde Talas Bölgesi Milletvekilliğinin yanı sıra Kırgızistan 'ın Benelux Devletleri büyükelçiliğini de yapmaktadır. Uluslararası Cengiz Aytmatov Vakfı Onur Başkanlığı’nın yanı sıra “Diyalog Avrasya” dergisinin yayın kurulu üyeliğini de yapan Aytmatov, uluslararası diyalog çalışmalarıyla da tanınmaktadır.
gün olur asra bedel,toprak ana,elveda gülsarı,beyaz gemi,dişi kurdun rüyaları gibi eserleri bulunan büyük yazar..okunması gereken bir yazar.
karl marx
14.07.2004 - 10:30das kapital adlı eserini yarım kaldıktan sonra friedrich engels tamamladı..marksizm 20. yy.da büyük kitleleri etkisi altına almıştır..artı değer teorisi ona aittir..artı değeri okumayanlar boşuna yaşamasınlar.
İyi ama, Marx'ın, artı-değer üzerine söylediklerinde yeni olan nedir? Rodbertus da dahil kendinden önce gelen bütün sosyalist iktisatçıların teorileri herhangi bir etki yaratmaksızın yokolup gittiği halde, nasıl oluyor da, Marx'ın artı-değer teorisi, bütün uygar ülkelerde gökten düşen bir yıldırım gibi bir etki yaratıyordu bunun cevabını onu okuyarak bulabilirsiniz..jack londonun demir ökçe adlı kitabında da artı değer teorisi geçmektedir..
ahmet piriştina
14.07.2004 - 10:20İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Ahmet Piriştina, 8 Nisan 1952 yılında İzmir’de doğdu. Türkay Koleji mezunu olan Piriştina, 1994 seçimlerinin ardından İzmir Büyükşehir Belediyesi’nde DSP Grup Başkanı olarak meclis üyeliği yaptı. 1995 yılında DSP’den İzmir milletvekili seçildi.
Kamu İktisadi Teşekkülü Komisyonu’na daimi üyelik yaptı. TBMM Genel Kurul Salonu’nun yenilenmesi ile ilgili komisyonda başkanlık, Uğur Mumcu suikastının Araştırma Komitesi üyesi olarak görev yaptı. 1999 seçimlerinde DSP’den İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı seçilen Ahmet Piriştina, daha sonra CHP’ye geçmiş ve 5 yıllık görev süresinin dolmasının ardından yapılan 28 Mart 2004 yerel seçimlerinde yeniden belediye başkanı oldu. 15 Haziran 2004 günü geçirdiği kalp krizi nedeniyle hayata veda etti.
Fransızca bilen Piriştina, evli ve iki çocuk babasıydı.
Allah rahmet eylesin..
ibrahim tatlıses
14.07.2004 - 10:131 Ocak 1952 yılında Şanlıurfa'da doğan sanatçıya, Adanalı bir sinemacının, inşaatta türkü söylerken sesini duymasıyla birlikte şöhret yolu açılmış oldu. Önce Adana'da ardından da Ankara'da çeşitli gazinolarda sahne aldı. Yetmişli yılların ortalarına doğru İstanbul'a geçerek orada sahne almaya başladı.
1977 yılında çıkardığı 'Ayağında Kundura' adlı kırkbeşlik plakla tüm Türkiye'ye sesini duyurdu. Ardından 'Sabuha', 'Dom Dom Kurşunu', 'Bir Mumdur' gibi türküleriyle hayranlarının gönlündeki yerini sağlamlaştırdı.
Seksenli yıllarda yurtdışında Avrupa ve Ortadoğu ülkelerindeki müzikseverler de onun sesini tanıyordu artık. Kasetleri bazı ülkelerde milyonlarca satarken yurtiçinde ve yurtdışında birçok ödülün de sahibi oldu. Yine o yıllarda çıkardığı 'Allah Allah', 'Kara Zindan', 'İnsanlar' ve 'Fosforlu Cevriyem' gibi albümlerinin satışı milyonları aştı.
Tatlıses, 1991 yılında müzik sektörünün kurumsallaşmasında ilk adımı atan Raks Müzik'le anlaştı ve ertesi yıl 'Ah Keşkem' adlı albümüyle hayranlarının karşısına çıktı. Uğur Bayar ve Mustafa Özhan ikilisinin müzik yönetmenliğini yaptığı albüm, söz ve müziği kendisine ait 'Ah Keşkem'le çıkış yaptı. 'İki Gözüm İki Çeşme' ve 'Yar Diline' gibi popüler parçaların yanı sıra kendisine ait eserleri yorumladı.
1993 yılında çıkardığı albüm ise 'Mega Aşk' adını taşıyordu. Mustafa Özden'in yönetmenliğini ve aranjörlüğünü yaptığı albümde Selami Şahin'e ait 'Seni Sevmediğim Yalan', 'Akşamdan Akşama', 'İçem Diyorum', 'Bu Nasıl Güzel'; Yusuf Hayaloğlu'na ait 'Dağlarda Kar Olsaydım'; Ali Gencebay'a ait 'Çakmak Çakmağa Geldik'; Arif Sağ'a ait 'Kötü Kader'; Hasan Kaplan'a ait 'Yürüyorum Dikenlerin Üstünde'; Mehmet Arslan'a ait 'Ben Ne İnsanlar Gördüm' ve kendisine ait 'Mega Aşk', 'Sen Sen', 'Derya' adlı onüç parça yorumladı.
Aradan bir yıl geçtikten sonra 'Haydi Söyle' adlı albümünü Arif Sağ, Burhan Bayar, Özkan Turgay ve Zafer Dalgıç’ın oluşturduğu kadro eşliğinde hazırladı. 'Haydi Söyle', 'Nankör Kedi', 'Saza Niye Gelmedin', 'Tombul Tombul' gibi parçalar büyük beğeni kazanırken, Tatlıses köklerini de unutmayarak 'Maraş Maraş' adlı derlemesini seslendirdiği Kazancı Bedih'i de müzikseverlere tanıtmış oldu.
İbrahim Tatlıses, adıyla birlikte anılan ve eski kırkbeşliklerde kalan ünlü parçalarını, 1995 yılında 'Klasikleri' adını taşıyan albümde biraraya getirdi. Günümüz teknolojisinden yararlanılarak alt yapısı hazırlanan albümde, eski parçalarını yeniden seslendirerek hem yeni kuşağın eski Tatlıses'i tanımalarını hem de hayranlarının piyasada kaydı olmayan bu şarkıları arşivlerine katmalarını sağladı.
'Ben De İsterem' adını taşıyan 1996 tarihli albümüyle yeni bir satış rekoruna imza attı. Sendur Güzelel'in yönetmenliğini, Osman İşmen'in aranjörlüğünü yaptığı çalışmada yer alan 'Fırat' türküsüyle uzun süre listelerde kaldı. 'Allahım Neydi Günahım', 'Yakamoz', 'Yol Ver Dağlar' gibi popüler parçaları kendisine has üslubuyla yorumlayarak 1996 ve 1997 yılında birçok ödülün sahibi oldu.
Hemen ertesi yıl 'At Gitsin' albümünü müzikseverlerin beğenisine sunan Tatlıses, bu albümde pop müziğin ünlü isimlerine ait parçaları da seslendirdi. Kayahan'ın 'Odalarda Işıksızım', Sezen Aksu'nun 'Erkekler' ve Yıldız Tilbe'nin 'Anam' adlı parçalarını yorumladı. 'Bi Tanem', 'Güneş Doğmuyor' ve 'Ağlıyorum Kahrımdan' adlı parçalarını seslendirdiği Cengiz İmren'i müzikseverlere tanıttı.
2001 yılına gelindiğinde 'Yetmez Mi' adlı albümünü piyasaya süren Tatlıses, son olarak 2003 yılının Haziran ayında “Tek Tek” adlı albümünü piyasaya sürdü. İmparator lakaplı sanatçı, seksenli ve doksanlı yıllar boyunca 'Kara Çadırın Kızı', 'Toprağın Oğlu', 'Ayrılık Kolay Değil', 'Fadile', 'Seni Yakacaklar', 'Yaşamak Bu Değil', 'Bu da Geçer', 'Ayşem', 'Sevdalandım', 'Mavi Mavi', Gülüm Benim', 'Aşıksın', 'Ben İnsan Değil miyim? ', 'Fosforlu', 'Allah Allah' gibi bir çok sinema filmi çevirdi. Ayrıca talk show programları hazırladı, kendi video kliplerinin yanı sıra çeşitli sanatçıların da video kliplerinin yönetmenliğini yaptı.
Tatlıses’in Şanlıurfa'da bulunan eşinden 1 erkek ve 2 kız, sinema sanatçısı Perihan Savaş'tan bir kız ve Derya Tuna'dan ise 1 erkek çocuğu vardır. İş dünyasında da adından söz ettiren sanatçının sahip olduğu şirketler grubu; radyo, film, prodüksiyon, turizm, havacılık, gıda ve yayıncılık dallarında faaliyetlerini sürdürmektedir.
rus kadını
13.07.2004 - 18:47bkz. hürrem sultan
istiklal marşı
13.07.2004 - 18:4210 kıtadan oluşan 1921 yılında meclisde kabul edilen..bütün milletvekillerinin ayakta alkışladığı ve mehmet akif ersoyun koşul olarak para ödülünü kabul etmeden yazdığı bağımsızlık şiirimizdir..(cristoph daum da okuyabiliyor artık)
zübeyde hanım
13.07.2004 - 18:23mustafa kemalin annesidir..mezarı izmir'dedir.
volkan konak
13.07.2004 - 18:20cerrahpaşa ve maranda adlı parçaları bulunan konservatuar mezunu sanatçı..7 yakınını cerrahpaşa hastanesinde kaybettiği için cerrahpaşa adlı parçayı yazmış.karadenizin özgün sanatçılarından birisidir kendileri.
izmit
13.07.2004 - 16:19gebze karşıtı bir merkezi ilçe..çingeneleri ile meşhurdur.
sigara
13.07.2004 - 11:10dünya üzerindeki insanların kendilerini zehirlemek için para verdikleri iğrenç bir madde..Sigaranın içinde ortalama 44 adet zehirli madde vardır. Bunlar kanserojen maddelerdir ve en tehlikelileri arsenik, benzin, kadmiyum, hidrojen siyanid, toluene, amonyak ve propilen glikoldur. Örneğin; siyanid kesinlikle öldürücü bir zehirdir.
Artık herkes sigaranın ne kadar ne kadar zararlı olduğunu biliyor. Tütünün kanserojen olduğunu duymayan, bilmeyen kalmadı. Ancak, sigaranın zararları bununla bitmiyor, her türlü kalp ve akciğer hastalığına yol açıyor, damar tıkanıklığı felce kadar götürebiliyor.
Sigara içtiğiniz anda, vücudunuz etkilenmeye başlar. Nabzınız yükselir, daha hızlı nefes alıp vermeye başlarsınız. Kan dolaşımınız yavaşlar. Sigara içinde yaklaşık 3.700 zehirli madde barındıran bir karışımdır. Bunların büyük bir bölümü kanserojendir. En zararları da karbon monoksit, hidrojen siyanid ve amonyaktır ve bu zehirli kimyasal maddeler, bir nefes sigarayla kan dolaşımınıza karışır. Bunun sonucunda, astım, ciğer yangısı, göğüs ağrıları başlar. Daha sık nezle, grip ve soğuk algınlığı geçirmeye başlarsınız.
Her on üç saniyede bir kişi, sigaraya bağlı bir hastalıktan hayatını kaybetmektedir. Her yıl dünyada 2.500.000 milyon kişi sigara yüzünden hayatını kaybetmektedir. Bu ölümlerin başlıca sebebi akciğer kanseridir, ikinci önemli sebep kalp hastalıkları ve diğer kanser türleridir.
İnsan vücudunda, hiçbir bölüm yoktur ki; sigarada bulunan kimyasal maddelerden etkilenmesin. Bu bölümde, vücudunuzda kısa bir tur yapacağız ve vücudunuzun ne halde olduğunu size göstereceğiz:
Baş ve Yüz
Bir sigara bağımlısı olarak, ağız kanserine yakalanma riskiniz çok yüksek. Ayrıca tütün duman diş eti hastalıklarına yol açar, diş çürümesine ve nefesinizin kötü kokmasına sebep olur. Bunların yanı sıra sigara bağımlılarında kronik baş ağrılarında rastlanır. Beyne giden oksijende azalma olur bu da beyin damarlarının daralmasında neden olur. Bu durum kişiyi felce kadar götürür.
Akciğer ve Bronşlar
Soluk borunuzdan ve bronşlarınızdan geçen duman göğsünüze iner. Sigara dumanındaki hidrojen siyanid, bronşlarınızın çeperini yakar ve kronik öksürük ortaya çıkar. Bronşlar zayıfladıkça, bu bölgede pek çok hastalık oluşur. Akciğer salgılarında azalma olur ve bu da kronik öksürüklere yol açar. Sigara içenler, içmeyenlere on kat daha fazla akciğer kanseri olma riski taşırlar.
Kalp
Sigaranın kalbe verdiği zararlar tek kelimeyle yıkıcıdır. Nikotin kan basıncını yükseltir ve kanın daha çabuk pıhtılaşmasına sebep olur. Sigarada bulunan karbon monoksitin kandaki oksijeni yok etmesiyle damarlarda kolesterol depolanır ve bu da kalp krizi riskini arttırır. Bunun yanı sıra, kan dolaşımı bozukluklarına bağlı olarak, felç, parmaklarda kangren ve iktidarsızlık, sigara içenlerde çok sıklıkla görülen hastalıklardır.
Organlar
Sigaranın sindirim sistemine pek çok kötü etkisi bulunmaktadır. Sigara tüketimine bağlı olarak, midede asit salgılanması artar, mide yanmaları ve ülser başlar. Sigara bağımlılarında pankreas kanseri çok sıklıkla ortaya çıkar, büyük ölçüde ölümle sonuçlanır. Sigaranın ihtiva ettiği kanserojen maddeler, idrarla dışarı atılır ancak bu maddelerin vücuttaki varlığı mesane kanserine yol açar. Sigara yüzünden oluşan yüksek kan basıncı ise böbreklere büyük zarar verir.
Sonuçlar
Sigaranın sağlık üzerindeki kötü etkileri araştırmalarla kanıtlanmıştır. Bu araştırmalar göre, sigara tiryakisi erkeklerin %40'ı henüz emeklilik yaşına gelmeden hayatını kaybetmektedir. Bu oran sigara kullanmayanlarda %18'dir. Sigara kullanan kadınlarda ise rahim kanseri riski çoğalmaktadır, hamile kadınların sigara içmesi ise sakat ve ölü doğumlarla sonuçlanmaktadır.
Tüm bunlara rağmen, sigarayı bıraktığınız anda vücut kendi kendini tamir etmeye başlar. On yıl içinde vücut hiç sigara içmemiş gibi olur. Ancak, sigarayı bırakmak için kanser ya da kalp hastası olmayı beklerseniz, vücudunuzun kendini tamir etmesi için pek fazla vakti olamayacaktır. Ne yazık ki, bu hastalıklar çoğunlukla öldürücüdür. Sigarayı bırakmanız için daha iyi bir sebep olamaz. Ne Dersiniz?
Toplam 816 mesaj bulundu