Var Mısın? Adlı Üyenin Nedir Yazıları - Antol ...

  • şamil basayev

    17.07.2004 - 10:16

    Şamil Basayev kimdir, kısaca kendinizden bahseder misiniz?

    Ben 37 yaşımdayım, Abhazya'nın Gürcistan'a karşı verdiği bağımsızlık mücadelesine bilfiil katılmış bir kızla evliyim. Bir oğlum, üç de kızım var. Bu yeni savaş başlamadan kısa süre önce ikinci kez evlendim, fakat bundan çocuğum yok. Şirvânî isimli bir kardeşim olup, o da ünlü kumandanlardandır ve savaşta benim yanımda mücadele etmektedir. Moskova'da yüksek tahsil gördüm, sonra Sovyet ordusunda askerlik yaptım; daha sonra da Moskova'da ticaretle meşgul oldum. Abhazya'da bağımsızlık mücadelesi veren kardeşlerimize yardım etme şerefine nail oldum. Keza, Karabağ'da Ruslara karşı yapılan mücadeleye de katıldım.

    1991'de Sovyetlerin dağılması üzerine Çeçenistan'a döndüm ve birtakım askerî birlikler teşkil ettim, onlar Afganistan'da eğitildiler ve Tacikistan'daki mücahitlere destek vermek için oraya gönderildiler. Her zaman olduğu gibi Çeçenistan'da olaylar çabuk gelişti ve Başkan Cevher Dudayev Çeçenistan'ın bağımsızlığını ilân etti; böylece benim çalışmalarım da bizatihi Çeçenistan'a yöneldi ve ülkemde 'Özel Mücahit Birlikleri' teşkil ettim ve onları, Rus gizli örgütleri ile Rus ordusuna karşı mücadelede yönettim.

    Savaşın yoğunlaştığı (1994-96 Savaşı) sıralarda Vedeno cephesindeki birliklerimize kumanda ettim. Rus şehri Budennovsk'a yapılan ünlü ve başarılı eylemi idare ettim. Savaşın sonlarına doğru, Grozni'deki Rus işgal ordusuna karşı girişilen taarruzda görev alan 11.000 kişiden oluşan Çeçen Millî Ordusu'na kumanda ettim. Bu harekât Rusya'yı, mücahitlerin isteklerini kabule ve Çeçenistan'ı boşaltmaya mecbur etti.

  • şeyh bedrettin

    17.07.2004 - 10:11

    ahmet kayanın ve bir çok şarkıcının parçalarında geçer..

  • şeyh bedrettin

    17.07.2004 - 10:09

    Edirne yakınlarında, bugünkü Yunanistan topraklarında bulunan Simavna kasabasında doğmuştur. Babası Selçuklu Sultanı II. İzzeddin Keykavus'un torunu olduğu söylenen Abdülaziz'in oğlu İsrail, annesi ise Rum asıllı bir hristiyan iken müslüman olan Melek Hatun'dur. Babasının mesleği nedeniyle Simavna Kadısı Oğlu diye tanınmıştır. Edirne'nin Osmanlılar tarafından alınmasından sonra ailesi ile buraya yerleşmiştir. Şeyh Bedreddin ilk tahsiline babasının yanında başladı. Daha sonraları Şahidi adlı bir hocadan ders aldı. Mevlana Yusuf'tan sarf ve nahiv okudu. Koca Efendi diye de bilinen Bursa Kadısı Şeyh Mahmud ile oğlu Musa Çelebi'nin I. Bayezid'in refakatinde Edirne'ye gelmeleri üzerine, ileride astronomi ve matematik alanlarında büyük şöhret kazanacak olan Musa Çelebi ile birlikte Koca Efendi'den ders almaya başladı; bu arada Mevlana Yusuf'un yanında fıkıh öğrenimine de devam etti.

    6 ay sonra Musa Çelebi ve amcası Abdülmü'min'in oğlu Müeyyed ile birlikte 1 yıl süre ile Bursa Kaplıcaları Medresesi'nde yine Hoca Efendi'nin derslerini takip ettiler. Bu 3 öğrenci Bursa'dan Konya'ya gittiler ve orada Mevlana Feyzullah'tan mantık ve astronomi dersleri aldılar. 1 yıl sonra Musa Çelebi Semerkant'a giderek Uluğ Bey'in astronomi hocası olurken Bedreddin Simavi ve Müeyyed 1381'de Şam'a gittiler. Fakat Veba salgını nedeniyle Küdus'e dönerek Mescid-i Aksa'da İbnü'l Askalani'den hadis okudular. Daha sonraları Türk Beyi Ali Keşmiri'nin himayesinde Kahire'ye gittiler. Ali Keşmeri verdiği yemekte yapılan ilmi sohbet sırasında orada bulunan Şah el-Mantıki, Bedreddin Simavi'yi çok beğenmiş, bunun üzerine Bedreddin Simavi kendisinin en gözde öğrencisi olmuştur. 1383'te Hac için Mekke'ye giden Şah, Bedreddin Simavi'yi de yanına alır.

    Sultan Berkuk, Bedreddin'in başarısını öğrenmiş, bunun üzerine oğluna ders vermesi için kendisini saraya davet etmiştir. Bedreddin Üç yıl bu görevde kalmıştır. Sultan Berkuk, hocası olan Ahlatlı Şeyh Seyyid Hüseyin ile Bedreddin Simavi'nin tartışmalardaki başarılarından memnun kalmış ve Bedreddin'i cariyelerinden Cazibe ile, Ahlatlı Hüseyin'i de onun kardeşi Meryem ile evlendirmiştir. Bu evlilik onun ilmi ve fikri hayatında bir dönüm noktası olmuş, baldızı Meryem'le yaptığı tasavvufi sohbetler üzerine tasavvufun aleyhinde iken tavrını değiştirerek Ahlatlı Şeyh Hüseyin'e intisap etmiştir. Bir süre sonra hastalanan Bedreddin Simavi doğuya bir geziye çıktı.

    1402-1403 yıllarında Tebriz'e giderek Timur'un otağında İranlı alimlerle yaptığı tartışmalarda Timur'un ilgisini çekmiştir. Daha sonra Kahire'ye geçen Bedreddin Simavi, Şeyhinin gözetiminde çilesini doldurdu ve onun ölümü üzerine şeyhlik makamına geçmiştir. Diğer şeylerle arası açılınca Edirne'ye dönmeye karar verdi. Filistin, Şam ve Halep üzerinden Konya'ya geçmiştir. Daha sonra Tire'ye geçerek isyan hareketlerinin ileri gelenlerinden Börklüce Mustafa ile tanıştı. Daha sonraları İzmir'e geçti ve burada bir başka isyan hareketinin elebaşısı olan Torlak Kemal ile tanıştı.

    Şehzadeler mücadelesi sırasında Bayezid'in oğullarından Musa Çelebi'nin kardeşi Süleyman Çelebi ile yaptığı savaş sonunda Edirne'yi ele geçirmesi üzerine Şey Bedreddin kazaskerliğe tayin edildi ve aktif olarak siyasi hayata atıldı. Musa Çelebi'nin kardeşi Mehmed Çelebi karşısında yenik düşmesiyle 1413'te Şeh Bedreddin ailesi ile birlikte İznik'e sürgün edildi. Kendisine 1000 akçe maaş bağlandı fakat bu durumu kabulenmeyerek siyasi teşkilatlanmayı sağlamak üzere harekete geçti. Börklüce Mustafa'yı Aydın ve civarında propaganda faaliyetleri için görevlendirdi. Börklüce Aydın ve Karaburun'da binlerce sempatizan topladı. Ancak onun bu faaliyetleri nedeniyle kendisinin sorumlu tutulacağından kaygılanan ve bu gelişmelerin isyan hareketi başlatma imkanı hazırladığını düşünen Şeyh, göz hapsinde olmasına rağmen muhtemelenen 1416'da İznik'ten kaçmayı başarmış, Kastamonu'ya giderek İsfendiyar Bey'e sığınmıştır. Tatar iline ulaşmak niyetinde iken bu amacına ulaşamamıştır. Bunun üzerine Sinop Limanı'ndan bir gemiye binerek Rumeli'ye geçmiştir. Önce Zağra, oradan da Silistre, Dobruca ve Deliorman'a gitmiş ve buraya yerleşmiştir. Burada taraftarları oldukça hızlı bir şekilde artmıştır.

    Bu üç isyancının başarılarından endişelenen Sultan Mehmed, Şeyh'in üzerine büyük bir kuvvet göndermiştir. Börklüce Mustafa ve Torlak Kemal bozguna uğratılmış, şeyin adamları dağıtılarak, şey esir alınmıştır. Padişah'ın emriyle bir heyet kurularak şeyh yargılanmıştır. Bu heyet Şeyhin, malı ve ailesi korunmak şartıyla idamına karar vermiştir. Bu fetva üzerine Şeyh Bedreddin 1420'de Serez'de idam edilmiş ve burada defnedilmiştir. 1961'de kemikleri, Sultan Mahmud'un Divanyolu'ndaki türbesi haziresine defnedilmiştir.

  • kanto

    17.07.2004 - 10:08

    nurhan damcıoğlu

  • pamukkale

    17.07.2004 - 10:03

    denizlinin turistik merkezi..dünyanın birçok ülkesinden gezmek için gelenler olduğu halde bizim az ötemizde olduğu halde fırsat bulamadığımız kalkerli yapıya sahip travertenler

  • kadıköy

    17.07.2004 - 10:01

    eski adı kalkedon'dur

  • kabak tatlısı

    17.07.2004 - 10:01

    şu ana kadar tadını bilmediğim herkesin güzel diye anlattığı bir türlü yemeye cesaret edemediğim tatlı

  • ego

    17.07.2004 - 10:00

    tatmin edemediğimiz şey

  • emniyet kemeri

    17.07.2004 - 09:59

    türkiyede kullanılmayan küçümsenen,sadece çevirme noktalarına yaklaşıldığında apar topar takılan kemer..galiba bizim türkiyede emniyet kemerini pantolon kemerinden farksız görüyorlar da ondan takmıyorlar.eclemif ne güzel açıklamış..

  • ekmek teknesi

    17.07.2004 - 09:55

    Yapımı Sinegraf-Osman Sınav’a ait dizinin yönetmenliğini Osman Sınav ile Gürsel Ateş üstleniyor. “EKMEK TEKNESİ”nin senaristleri Hasan Kaçan, Bahadır Özdener, Raci Şaşmaz ve Mehmet Turgut, görüntü yönetmeni ise Yusuf Akkuş.
    Türkiye’de herhangi bir mahallede yaşanan neşeli hikayelerin anlatıldığı bir durum komedisi olan “EKMEK TEKNESİ”nde Savaş Dinçel, Fırıncı Nusrettin’i canlandırıyor. O’nun nemrut eşi Ayhan’ı Sermin Hürmeriç, dalevereci kayınbiraderini Peker Açıkalın oynuyor. Mehtap Bayrı, Esin Civangil, Ekin Türkmen, Melike Güner ve Arzu Oş, Nusrettin’in kızlarını canlandırıyor. Dizide diğer rolleri Hasan Kaçan, Kadir Çöpdemir, Eray Demirkol, Yaşar Uzel, Cem Kılıç, Semih Ürgün, Binnaz Ergin, Kerim Yağcı, Deniz Salman, Şemsettin Terlan, Mehmet Usta, Baykut Badem, Nilgün Karababa, Jeyan Tözüm, Özlem Çakar, Ahmet Yenilmez, Kamil Sesli, Açelya Akkoyun ve Binnur Şerbetçioğlu paylaşıyor.

  • einstein

    17.07.2004 - 09:52

    'ön yargıları parçalamak atomu parçalamaktan daha zordur '

  • einstein

    17.07.2004 - 09:52

    Görelilik kuramı, çağdaş fiziğin en önemli kuramlarından biridir ve 20.Yüzyıl başlarında Albert Einstein tarafından ortaya atılmıştır. Dilimizde, görelilikten başka bağıllık, görecelik ve izafiyet gibi karşılıkları da bulunmaktadır. Genel olarak tüm bu sözcükler 'evrende hiçbir şeyin kesin ve mutlak olmadığını; kişiye ve zamana göre değiştiğini' anlatmak için kullanılır. Görelilik kuramının özü de bu tanımda yatmaktadır.Işık ise Michelson-Morley deneyi sonuçlarına göre böyle davranmamaktadır. Işık kaynağı ile gözlemcinin hızı ne olursa olsun, ışığın hızında değişiklik gözlenmez. Bu, deneyi yapan bilim adamlarınca bile beklenmeyen bir durumdu. Çünkü sesin hava aracılığıyla yayılması gibi, ışığın da 'esir' adı verilen gizemli bir ortam aracılığıyla yayıldığı ve gözlemcinin hareketine bağımlı olduğu düşünülüyordu.Elbette ki Michelson-Morley deneyini merak ettiniz. Öyleyse bu deneyden biraz söz etmek yerinde olacaktır. Işığın da ses gibi dalgalar halinde yayıldığının anlaşıldığı yıllarda, bilim adamları ışığın boşlukta nasıl yayıldığını, boşluğun aslında boşluk olup olmadığını araştırıyorlardı. Amerikalı fizikçiler Albert Michelson ile Edward Morley, 1887'de ışığın yayılma hızını belirlemek üzere çok duyarlı bir deney düzeneği tasarladılar. Amaçları, ışığın hızının hareket yönüne bağımlılığını kanıtlamaktı. Oysa sonuçlar tamamen farklı çıktı. Işığın hızı, yerkürenin dönüş hızından ve yönünden etkilenmiyordu. Hem dönüş yönünde hem de aksi yönde aynı sonuç elde ediliyordu: 300.000 km/sn (Tamı tamına 186.282 mil/saniye veya 299.792 km/saniye) .'Bir ışık ışınına binmiş olsaydım, dünya bana nasıl görünürdü acaba? 'Albert babasına bu soruyu sorduğunda henüz 14 yaşındaydı. Yıllar sonra görelilik kuramını ortaya atacak, bilimde bir devrimin öncüsü olacaktı. Adı Albert, soyadı Einstein idi bu çocuğun...

  • einstein

    17.07.2004 - 09:50

    Einstein Ulm’da 14 Mart 1879 tarihinde, özgür düşünceli Alman Yahudisi bir ailenin çocuğu olarak doğmuştu. Babası, pek para kazanmayan bir mühendisti. Albert, çocukluğunu Münih’de geçirmiş ve evde zekasının işaretini erkence vermiş olmasına karşın okulda olağanüstü başarılar sağlayamamıştır. Ortaokulda Alman öğretim sistemini sevmemiş, karşılığında ona ters davranan öğretmenlerle çatışmaya düşmüştü. Bu erken deneyimlerden ötürü resmi Alman makamlarına karşı düşmanlık kazanmıştı. Olumsuz iş koşulları aileyi 1894’te Milan’a göçe sürükledi, öğrenimini tamamlaması için Münih’de bırakılmış olan Einstein da hasta olduğu bahanesiyle sonradan İtalya’daki ailesine katıldı. İtalya’yı daha çok seven Einstein, burada kaldığı kısa süre içinde Milan’dan Cenova’ya 160 km. tutan yolu gezi amacıyla yürüyerek aştı.

    Einstein sonra Zürih’deki Politeknik Okul’a giriş için başvurdu ama sadece yeterli bir lise diploması olmayışından değil, matematik ve fizikte üstün başarı sağlamasına karşın giriş sınavını da geçemediğinden başvurusu kabul edilmedi. Sınavı kazanabilmek amacıyla, Aarau’daki Cimnazyum’da öğrenim görmeye gitti. Orada çok mutluydu, İsviçre’ye aşık olmuştu; sonradan İsviçre vatandaşlığına geçti ve yaşamı boyunca bir daha ayrılmadı. Sonunda Politeknik Okul’a girdiğinde matematik profesörleri, ikisi de birinci sınıf bilginler olan H. Minkowski ve A. Huntwitz’di; ama ne onlardan pek bir şey öğrenebilmişti, ne de onlar Einstein’i fark etmişlerdi.

    Mezun olduğunde, geçimini sağlayabilecek bir iş bulmakta güçlük çekmişti. İlk başlarda yedek öğretmen olarak çalışıp, özel fizik dersleri vermişti. 1902’de Berne kantonundaki patent dairesinde alçak gönüllü bir iş buldu. Bu sıralarda Einstein Mileva Mariç’le evlendi. Biri ileride Berkeley’deki Kaliforniya Üniversitesi’nde hayli saygın bir mühendislik profesörü olacak, iki oğulları oldu.

    Patent ofisindeki iş Einstein için çok uygundu. Gönderilen buluşları incelediği ofisteki işleri arasında, saptırılmadan bağımsız düşünecek zaman bulabiliyordu. O zamanlar, kara cisimle ünlü W. Wien’in yönetimindeki Annalen der Physik’e gönderdiği fizik makaleleri yazmaya başladı. 1901’de bir, 1902’de iki ve 1903 ile 1904’te de birer tane sundu. Tümü de istatistiksel devinbilim ve ısıldinamik alanlarında derin araştırmalardı. Birkaç yıl önceki Plank’in durumuna benzer bir biçimde, aynı konular daha önceleri Gibbs tarafından da ele alınmıştı, ama Einstein bunu biliyordu.

    1905’te Einstein'in dehası eşsiz bir biçimde parladı, Mart’ta, Mayıs’da ve Haziran’da her biri tek başına onu ölümsüz kılmaya yetecek üç çalışma yayımladı. İlk çalışma ”Işığın oluşumu ve iletişimine ilişkin öz dili bir bakış noktası” ışık paketçiklerinin keşfini ve büyük bir uygulama olarak ışılelektrik etkisinin açıklanmasını içermektedir. İkincisi Isının kinetik kuramınca belirlenen durgunluktaki sıvılarda parçacıkların devinimleri üzerine Browncil devinim kuramı içermekte ve bir kez daha atomların gerçek varlığını gösterip Boltzmann sabitini yeni bir yoldan saptamaktadır. Üçüncüsü Devinen Cisimlerin elektromağnetiği üzerine özel görelilik kuramı içermekte, buradan da, herkesin Einstein’i tanımasına neden olan E=mc2 bağıntısı çıkarılmakta.

    Fizik dünyasının çoğu Einstein'ı kuşkuyla karşılamasına rağmen Einstein'ın en beklenmedik sonuçları bile kısa sürede doğrulandı. Einstein 1913'de Berlin'de çalışmaya başladı. Bu dönemde kütle çekimi kuramını iki yüzyıl önce Newton'un bıraktığı noktadan alarak 1916'da genel görelilik kuramı olarak ortaya koydu. Genel göreliliğin ortaya koyduğu uzay-zaman bükülmesi gibi bütün sonuçlar daha sonraki yıllarda yapılan deneylerle doğrulandı. Daha sonra kuram evrenin genişlemesinin bulunmasıyla da uyum sağladı.

    Einstein'ın 1917'de ortaya attığı ışınımın uyarılmayla yayımlanması fikri kırk yıl sonra lazerin bulunmasıyla sonuçlandı. 1920'lerde gelişen kuantum mekaniğinden rahatsız olan Einstein klasik belirlenimci görüş yerine olasılıkçı görüşü kabul etmedi. Kuantum mekaniğine karşı 'Tanrı zar atmaz' diyen Einstein ilk defa yanılmış oldu.

    Bütün dünya çapında büyük bir üne kavuşan Einstein Nazi iktidarıyla birlikte 1933'te Almanya'yı terk etti. Hayatının gerisini A.B.D'de geçirdi. Einstein hayatının son yıllarını kütle çekimi ile elektro-magnetik kuramı birleştirecek olan kuramı aramakla geçirdi, ama bunda başarısız oldu. Halen bu problem çözüm beklemektedir. Einstein 1955'te Princeton'da hayata gözlerini yumdu. Time dergisinin yaptığı ankette 20. yüzyılın en büyük kişisi seçildi.

  • uğur dershanesi

    17.07.2004 - 09:42

    kurucuları bahçeşehir üniversitesini kurmuştur

  • u.f.o

    17.07.2004 - 09:39

    çoğunlukla meteoroloji balonu zannedilerek geçiştirlmiş unknown flyin object zaten yazmışlar ben niye yazıyorum

  • u.f.o

    17.07.2004 - 09:38

    'UFO Crash at Roswell: The Genesis of a Modern Myth '(Roswell'deki UFO kazası:Çagdaş Bir Efsanenin Doğuşu) adlı kitapla bütünü ile açıklığa kavuşmaktadır.Kitabın yazarları,o tarihlerde New York University'den araştırıcılar olan ve bu bölgede amacı gizli araştırmaları yürüten takımın elemanları olan Benson Saler,Charles A.Ziegler ve Charles B.Moore'dur.Kitapta açıklandığına göre (Saler ve arkadaşları,1997) adı geçen universiteden bu araştırma timi,atmosferın üst tabakalarına balonlarla duyaç sistemleri göndererek,cok uzak mesafelerden (Sovyetlerce yürütülen) nükleer silah denemelerini kaydetme amaçlı çok gizli çalışmaları yürütüyorlardı. Araştırmacılar,4 Haziran 1947'de bir dizi deneme balonunu atmosfere bıraktılar.Balonların biri (4 nolu uçuş) kontrolden çıkarak,Roswell yakınlarında bir çiftlige düştü.Yıllar içinde,kısmen gerçek olaylar üzerine eksik bilgilerle yapılan söylentiler ve sansasyon meraklısı bazı gazetecilerin,bilinen kanıt ve şahitleri fırsat bilerek aşırı şişirmeleri,bu aslında 'olağan ve doğal' fakat güvenlik nedenleri ile gizli olayı,'kazaya uğrayan ufo ve uzay araçları'efsanesine dönüştürdü. Güvenlik kuruluşlarının (CIA,FBI,polis,askeri güvenlik) dikkatleri esas amaçtan saptırmak için ufolar lehinde yaptıkları 'pompalama'işlemleri de bu sonuca önemli katkılarda bulundu.

    Science dergisi(30 Ocak 1998 tarihli sayı) tarafından da 'çok aydınlatıcı ve uyarıcı bir kitap'olarak tanımlanan UFO Crash at Roswell 'in C.Moore tarafından yazılan bölümü,Roswell olayına nede olan balon uçuşunun bilimsel veri ve kayıtlara dayanaarak yeniden kurgulanmasını vermektedir.Bu balon uçuşunda görev alan Prof.Moore,deneyi takip eden yarım yüzyıllık kariyerinde başarılı bir atmosfer fizikçişi olarak isim yapmıştur.bu bölüm,karmaşık efsanenin ortaya çıkışının sağlam temellere dayalı,gerçek ve ilgi çekici hikayesini sunmaktadır.Bu şanssız (yoksa şanslımı demeli!) uçuşun verilere dayanarak oluşturulan uçuş yörüngesi ve sonunda oluşan çarpma kalıntılarının bazı resimleri kitapta sunuluyor.

    İkinci yazar C.Siegler ise,yerel populer basında cıkanlar dahil,olayın 6 farklı versiyonun inceden inceye çözümlemektedir.İlk versiyonda,olayın sadece tarihsel olarak dokümante edilebilen gerçeklerden oluşturulan şekli veriliyor.Mesela,çiftlik kahyasınca ufo veya yerötesi kökenli zannedilen 'gökten düşmüş' malzemeyi toplamak için Roswell yakınlarındaki çiftliğe giden askeri personelin ziyareti,malzemeyi dikkatle ve kaydederek toplaması ve ilgili fotoğraflar bu kategoridendir.Diğer versiyonlar bu dokümante edilebilen gerçeklere dayalı kategorinin çesitli noktalarda bozulmuş şekilleridir.Böylece,Ziegler'in analizi,diğer 2 yazarca verilen bilgilerin ışığında,olayın gerçek hikayesi yanında,bozulmalarla dolu versiyonların gelişimini,bulabildiği kadarı ile belgelendirmektedir.Versiyonların bir grubu ise,o zamanki ve günümüzdeki! ufo altkültürü'tarafından kabul edilen ve hararetle sahip çıkılan şekillerin orataya çıkısına ait dersler ve ipuçları içermektedir. Sonuçta gizli(güvenlik açısından) bazı yönleri olan olağan bir araştırma balonu deneyinin, gizlilikten sorumlu bazı birimlerinde esas amaçtan uzaklaştırma amaçlı olarak biliçnli çarpıtması ve 'ufo' ve 'uzaylılar' yönünde pompalaması ile günümüzün en çok yankı bulan ufo efsanesine dönüştüğü gösterilmektedir.

    Kitabın bir önemli analizi ise,efsanelerin ortaya çıkışı ve toplum gurupları açısından rolü üzerindedir.Bazen efsanedeki sahte bir element,hikayenin bütünü ile uyumlu ise,sahteliği ortaya çıkarılsa bile,hala efsanenin içinde ve onun bir parçası olmaya devam etmektedir.Bu gözlem,bir efsanenin bileşkeleri için bütünle uyumluluk ve inananlar açısından hizmet ettiği duygusal işlevler,onun kökeni ve gerçekliği ile ilgili bilgi ve belgelerden daha önemli olabilmektedir.! (bu gözlem sahteliği gösterilen 'Mars daki yüz' ve 'ameliyat edilen uzaylı'olaylarında tekrar doğrulanmaktadır.) .Roswel olayında daufolar ile ilgili argümanlar geçmişde çeşitli şekillerde çürütülmeye çalışılmış,ancak bu,çoğu zaman başarılı olamamıştır.Olayın gerçek yaratıcılarının bu kitapdaki ayrıntılı ve belgelere dayalı açıklamalarının da efsaneyi hemen sona erdirmesini beklememek gerekir.

    Dr.saler tarafından kaleme alınan bölüm ise oldukça tartışmalı ve anlaşılması özel ilgi ve bilgi gerektiren bir yapıdadır.Burada,Roswell efsanesi ile bir çok dinsel inançda var olabilen 'insanüstü varlıklar ile temas' efsaneleriarasındaki benzerlikler üzerinde durulmaktadır.Din sosyolojisindeki bazı'yeni yaklaşım' (new paradigma argümanlarının Roswell efsanenin ve genelde ufo efsanelerinin anlaşılmasında yardımcı olabileceği bazı eleştirmenlerce ileri sürülmektedir.(bainbridge 1998) Bu argümanlara göre 'din her insan topluluğunun kaçınılmaz bir özelliğidir; laikleşme hareketleri,eski dinsel inaçları sadece zayıfalatır ve yenileri için bir avantaj sağlar; bilimin din üzerine zaferi anlamına gelmez'Salere göre ise,batı toplumları,kültürel ilgileri bakımından 'gök lerden uzaya yöneliş'in geiş dönemini yaşamaktadır.Dolayısı ile ufo efsaneleri (cennetin kapısı,güneş tapınağı gibi intahar salgını yaratan hareketler veya,daha klasik ufo _temelli dinler olan Aetherius,Unarius veya Raelian hareketleri ile birlikde) geleneksel dinsel kavram ve ilgileri gökyüzünden uzaya aktarma işlevini getirmekte olabilirler.

    Sonuç:
    Ufocu gurupların son dönemlerde,gerçekliği ve uzaylıların ziyaretleri konusunda önemli kanıtlar olarak düşündükleri en güçlü örnek olayların,bundan önceki diğer çoğu olaylarda olguğu gibi,sıradan ve kolayca doğal veya insan etkinlikleri şeklinde açıklanabilir olaylar olduğu tekraer ortaya çıkmıştır.'UFO KAZASI' olarak algılanmak istenen olayında,o dönemde Amerikan güvenlik ve savunma kuruluşları için 'çok gizli' balon uçuşları yapan bir guruba ait bir balonunu kontrolden çıkması ile oluştuğu anlaşılamkda ve kanıtlanmaktadır..Olayın bu kadar şişirilmesinde federal güvenlik birimlerinin,esas amacı gizlemek için,ufo söylentilerini güçlendirecek tutum ve söylemler içine girmelerinin çok önemli rolu olduğu anlaşılmaktadır..Ancak işin sosyolojik ve psikolojik boyutları göz önüne alındığın da,bu tür kanıtlamalarda hükümet yanıltması olarak yorumlandığından,bu ve benzeri kanıtlamaların,ufo inancı sahiplerini düşüncelerinden kolayca vazgeçirmesi beklenmemektedir.

    Prof. Dr.Mehmet Emin Özel

    TUBİTAK-MAM,Uzay Teknolojileri Bölümü,Gebze

  • u.f.o

    17.07.2004 - 09:37

    abd nin roswell kentine düştüğü söyleniyo,,yetkililerce gizlenmektedir..ufo kalıntıları mevcuttur..abd olayı örtbas etmiştir..1947Haziranında,başka bir dünyadan gelen bir uçan daire,ABD New Mexico Eyaletinin Roswell kenti yakınlarında düşmüş ve aracın yeröteli tayfalarının minik vucutlarına elkoymuş,daha sonrada düşenin bir meteroloji balonu olduğu üzerine kurulu yanlış hikaye ile kamuoyunu bugune kadar kandırmaya çalışmıştır.'

  • usame bin ladin

    17.07.2004 - 09:31

    amerikaya belki de çoğu kişinin isteyip de yapamadığı bir şey yaptı..abd nin karizmasını çizdi..komplekse giren abd ırak ve afganistana askeri girişimde bulundu..

  • usame bin ladin

    17.07.2004 - 09:30

    1957'de 54 çocuklu bir babanın oğlu olarak doğan Usame bin Ladin'in kökü Güney Yemen'de Hadramut. Babası Muhammed 1930'da geldiği Suudi Arabistan'da hızla yükseldi ve zamanla Ortadoğu'nun en büyük müteahhitlerinden biri oldu. 1968'de kaza sonucu öldüğünde mirası 11 milyar dolardı. Oğulları hep Suud prensleriyle birlikte büyümüş ve okumuştu.

    Genç yaşta Müslüman Kardeşler teşkilatının fikirlerinden etkilenen Usame bin Ladin, 1979 Aralık ayında, arkadaşı, Suudi Gizli Servisi Şefi Prens Turki bin Faysal tarafından Pakistan Peşaver'e yollandı. Buradaki kamplarda, başta Arap ülkeleri olmak üzere dünyanın dört bir tarafındaki İslamcı gençler birer profesyonel savaşçıya çevriliyordu. Beş ülkenin birlikte üstlendiği bu projenin sorumluluğu Pakistan Gizli Servisi ISI'deydi, yürütücüsüyse Filistin asıllı Abdullah Azzam'dı.

    Azzam'a asistanlık yapan Usame bin Ladin, bizzat savaştı, hatta Celalabad yakınlarında yaralandı. 1986'da kendi kamplarını kurdu. Serveti, cömertliği, sade yaşantısı, karizması, savaştaki cesareti nedeniyle efsaneleşti. Kurumsallaşmasının temelini 1988'e doğru gönüllüler hakkında bilgileri içeren bir veritabanı kurarak attı. Bu bilgisayar kayıtlarından hareketle 'El Kayda' adlı bir yapılanma ortaya çıktı. Suud rejimi, cihadı her yere yaymak isteyen bu kişiden korkmaya başladı ve 1989'da pasaportuna el konuldu

    Haziran 1990'da Saddam Kuveyt'e girince Usame bin Ladin, Suudi sınırlarının korunması görevinin kendisi ve tabanına verilmesini istedi. Kral Fahd Amerikan askerlerini çağırınca çok öfkelendi; önce Pakistan'a, ardından Afganistan ve nihayet Sudan'a gitti. Artık Pakistan'da istenmeyen ve kendilerine yer arayan binlerce 'cihadcı'yı Sudan ve Yemen'e yerleştirdi, onlara birçok ülkede iş buldu

    ABD'ye karşı ilk cepheyi Somali'de açan ve 1994'te Suud vatandaşlığından çıkarılan Usame bin Ladin, uzun bir süredir, iktidarı almalarına epey yardımcı olduğu Taliban'ın himayesinde Afganistan'da yaşıyor. ABD'nin, yakalanması için 5 milyon dolar ödül koyduğu Usame bin Ladin, hiçbir eylemi açıkça üstlenmiş değil, ama hiçbirini kınamış da değil. Zaten Usame bin Ladin'in adı yapılandan çok, yapılacağı iddia edilen eylemlerle anılıyor.

    LADİN'İN ÜNLÜ FETVASI:

    'SİVİL YA DA ASKER AMERİKALILARI VURMAK HER MÜSLÜMAN'A FARZDIR'

    23 Şubat 1998'de Londra'da Arapça yayınlanan El Kudüs el Arabi gazetesinde Şeyh Usame bin Muhammed Bin Ladin, Mısır Cihad örgütü lideri Ayman el Zevahiri, Mısır İslami Cihad örgütü lideri Ebu Yasir Rifa'i Ahmed Taha, Pakistan Cemiyet-ül Ulema yöneticisi Şeyh Mir Hamza ve Bangladeş Cihad Hareketi lideri Fazlul Rahman'ın, 'Dünya İslam Cephesi' adı altında kaleme almış oldukları fetva yayınlandı. 'Haçlılara ve Yahudilere karşı cihad' çağrısı yapan fetvanın önemli bölümleri şöyle:

    'Yedi yıldır ABD, İslam'ın en mukaddes topraklarının bulunduğu Arap Yarımadası'nı işgal ediyor, zenginliklerini sömürüyor, yöneticileri elinde oynatıyor, halkını tehdit ediyor, komşuları terörize ediyor ve buradaki üslerini komşu Müslüman ülkelere saldırı amacıyla kullanıyor.

    Amerikalılar yalnızca ekonomik ve dini nedenlerle Müslümanlara savaş açmış değiller, aynı zamanda küçük Yahudi devletine hizmet ediyor ve Kudüs'ün işgali ile orada Müslümanların katlini de gizlemeye çalışıyorlar.

    Amerikalıların işlediği tüm bu suç ve günahlar Allah'a, onun Peygamberine ve Müslümanlara karşı açık bir savaş ilanıdır. Ve İslam tarihi boyunca ulema, düşmanın Müslüman ülkeleri yok etmeye çalışması durumunda cihadın kişisel bir farz olduğunda birleşmişlerdir.

    Bundan hareketle ve Allah'ın emrine uygun olarak tüm Müslümanlar için geçerli olmak üzere şu fetvayı çıkartmış bulunuyoruz: El Aksa Camii ve Mekke'yi işgalden kurtarmak ve ordularını İslam topraklarından söküp atmak için, -ister sivil, ister asker olsunlar-Amerikalıları ve onların müttefiklerini, hangi ülkede mümkünse orada öldürmek, her Müslüman için farzdır.

    Biz Allah'ın rızasıyla, Allah'a inanan ve onun tarafından ödüllendirilmek isteyen her Müslümanı, ele geçirdikleri her yerde ve her zaman Amerikalıları öldürmeye ve paralarına el koymaya çağırıyoruz. Aynı zamanda Müslüman alimleri, liderleri, gençleri ve askerleri, ABD şeytanının ordularına ve şeytanın işbirlikçilerine saldırılar düzenlemeye; bunların arkalarındaki güçleri ortaya çıkarmaya ve onlara unutamayacakları bir ders vermeye çağırıyoruz.'

    USAME BİN LADİN'İN KRONOLOJİSİ

    Aralık 1992: Yemen'deki ABD'li askerleri hedef alan otel bombalama olayları.

    1993: Somali'de Batılı güçlere karşı Aidid'e destek verip Mogadişu'da 18 Amerikalı'nın öldürülmesi.

    Şubat 1993: New York'ta Dünya Ticaret Merkezi'nin bombalanması.

    Ocak 1995: Filipinler'de Papa'ya suikast girişimi.

    1995: Cezayirli Silahlı İslami Grubun (GIA) Fransa'ya karşı yürüttüğü savaş.

    Haziran 1995: Etiopya'nın başkenti Adis Ababa'da Mısır Devlet Başkanı Hüsnü Mübarek'e yönelik suikast girişimi.

    Kasım 1995: Suudi Arabistan'ın başkenti Riyad'da beş ABD'li askerin ölümüne yol açan kamyonla bombalama olayı.

    Kasım 1995: 17 kişinin öldüğü Pakistan'daki Mısır Büyükelçiliği'nin bombalanması

    Haziran 1996: Suudi Arabistan'ın Hobar kentinde 19 Amerikan askerinin ölümüne yol açan patlama.

    23 Ağustos 1996: 'Kafirleri kutsal topraklardan kovun' çağrısıyla ABD'ye cihad ilan etti

    Şubat 1998: Mısır, Bangladeş ve Pakistanlı birkaç küçük grupla birlikte 'Yahudilere ve Haçlılara' karşı Uluslararası İslami Cephe'yi kurdu. Kuruluş bildirgesinde 'Her Müslümana, dünyanın her köşesinde, sivil veya asker Amerikalı öldürmek farzdır' dendi.

    7 Ağustos 1998: Amerikan askerlerinin Kutsal Topraklar'a girişinin sekizinci yıldönümünde Kenya ve Tanzanya'daki ABD büyükelçilikleri havaya uçuruldu ve toplam 257 kişi öldü, 5 bin 500 kişi yaralandı.

    20 Ağustos 1998: ABD misilleme olarak Sudan'da bir fabrikayı ve Afganistan'daki eğitim kamplarını bombaladı. Usame bin Ladin'in yakalanması için 5 milyon dolar ödül kondu.

    12 Ekim 2000: Yemen'in Aden limanında USS Cole destroyerine yönelik intihar saldırısında 17 Amerikan denizcisi öldü.

    11 Eylül 2001 İkiz kulelerin bombalanması.

  • abidin dino

    17.07.2004 - 09:24

    1913 yılında doğan Abidin Dino, Robert Kolej'deki öğrenimini yarıda bırakıp, ağabeyi Arif Dino'nun desteğiyle resim, karikatür ve yazı alanında kendini geliştirmeye başladı. İlk desen ve yazıları 1931 yılında Artist dergisinde yayınlandı. D grubunun kurucuları arasında yer aldı. Önce SSCB, sonra da Paris'te ressam ve dekoratör olarak film çekim çalışmalarında bulundu.

    Türkiye'ye dönüşünde çeşitli dergilerde çizgi ve yazılarıyla halktan yana, gerçekçi bir sanat görüşünü savundu. Çizgi ve desenlerin ön plana çıktığı resimlerinde işçi ve köylü tiplerini özgün bir üslupla işledi. Başlangıçta Picasso'nun etkisinde kalan sanatçı, daha sonraları yapıtlarında özgün ve yerel bir senteze ulaşmıştır.

  • abidin dino

    17.07.2004 - 09:23

    Abidin bu hafta Paris'te Villejuif Hastanesi'nde öldü. Sesini yitirdikten, konuşamayacak hale geldikten üç gün sonra... Ona ait aklıma gelen imgelerin hepsi ister istemez yollar, kervansaraylar, yolculuklarla ilgili. Gezginlerin tetikte olma hali vardı onda... Stüdyosundaki küçük kitaplığının ya da geceleri kaldırdığı portatif şövalesinin önünde Abidin durmadan yolculuklara çıkardı. Gezegenlere dönüşen kadın resimleri yapardı... Sonra çiçek resimleri yapardı, onların boyunlarını, aşka giden Boğaziçi geçitlerini... Şimdi acaba Abidin gene yolculuğa mı çıktı...

    John Berger, Aralık, 1993

  • ağrı

    17.07.2004 - 09:22

    ishak paşa sarayı doğu beyazıttadır..

  • ağrı

    17.07.2004 - 09:22

    NUFUS:

    Ağrı nüfusu, hızlı artışı ile dikkati çeker. Nüfus miktarı Türkiye genelinde fazla bir yekun tutmasa bile, ailelerdeki fert sayısına ve doğurganlık oranına göre nüfus artışı her zaman ülke ortalamasının üzerinde olmuştur.

    Cumhuriyet öncesi nüfus için bakınız: 'Tarih' bölümü 'Salnamelerde Bayezil Sancağı' ile 'Ede­biyat ve Ağrı' bölümünde 'Bir Osmanlı Kaymakamının Kaleminden Ağrı'.

    Cumhuriyet döneminde yapılan ilk nüfus sayımı (1927) nda Ağrı'nın nüfusu 104 434'tür. Aynı yıl Türkiye nüfusunun toplamı 13.6 milyondur.

    1990 Genel Nüfus Sayımı’na göre Ağrı, nüfus büyüklüğü bakımından 43. sıradadır. Nüfusu 500 000'den az iller grubunda yer alan Ağrı, ülke nüfusunun binde (0.773) ünü barındırmaktadır. Il'in nüfus yoğunluğu, ülke ortalamasının yaklaşık yarısı (% 55) düzeyindedir. Bununla birlikle nüfus artış hızı %2,5 ile oldukça yüksektir. Doğum oranı ve artış hızı Türkiye ortalamasının üstünde olmasına rağmen, nüfus yerleşmesi açısından tenha sayılır. Çünkü sürekli bir göç olmakladır. Göç, köyden ilçeye, ilçe veya köylerden büyük şehirlere olmak üzere iki biçimde görülür. Köyden ayrılan aileler ilk aşamada yakın ilçeye yerleşmekte, ancak şehirde aradığım bulamadığı için, ikinci aşamada büyük ve her yönü ile gelişmiş şehirlere olmakladır.

    Ağrı'da iç ve dış göç çok olur. Her yıl pek çok aile, başla İstanbul, İzmir, Bursa, Adapazarı, Adana, Kayseri olmak üzere, büyük şehirlere göç etmekledir. En az göç Karadeniz ve Güney Doğu Anadolu Bölgesi'ne olmuştur. Bir yılda il dışına göçen insan sayışı yaklaşık 20.000'dır.

    Ağrı'da çalışan nüfusun % 80'i tarım ve hay­vancılıkla uğraşır. Bu, ekonomik yapının bir sonu­cudur. Köylü olup da tarım ve hayvancılık yapmayan yoktur. Şehirde oturan bir kısım aileler, hatta bazı memurlar bile hayvan besler, tarım işleri ile uğraşır.

    Köyler genellikle toplu köy tipidir. Her köy mutlaka bir su, kaynak veya dere kenarına kurul­muştur. Böyle olduğu için köylere alt yapı hizmetle­ri götürmek kolaylaşmıştır. Ancak çok yerde olduğu gibi Ağrı'da da şehir daha çekicidir. Bazı varlıklı aile­ler hem şehirde, hem de köyde otururlar. Köyde arzu ettiği üretimi sağlayamayan köylüler; ya büyük şehirlere, ya da ilçe merkezlerine göçmekledirler. Bu göçün, yani köyden şehire, Doğu'dan Batı'ya göçün başlıca sebepleri:

    • Aşırı ve dengesiz nüfus artışı sonucunda or­taya çıkan işsizlik,

    • İklimin elverişsizliği, toprağın az verimli oluşu,

    • Askerlik görevini Anadolu'nun değişik yerlerinde yapmış, büyük şehirlerde okumuş, gezmiş veya çalışmış olanların köyünü terk etmesi,

    • Tarlada, tarım işlerinde ve hayvancılıkta çalışmama isteği,

    • Geçimsizlik ve sosyal huzursuzluk...

    1940 Yılından bu yana beşer yıllık arayla yapılan sayıma göre Ağrının nüfus toplamı şöyledir.

    Ağrı, nüfusu hızla artan illerden biridir. Her nüfus sayımında Türkiye ortalamasından daha fazla bir nüfus artış hızına sahip olmuştur.

    1950-1985 arasında nüfus artışında hızlılık görülürken, 1990 sayımında aynı artış olmamıştır. Bu sayımdaki illere göre yıllık nüfus artışı yıllık nüfus artışı 1,11’dir. Bunun sebebi başka illere göçtür. İlde en şiddetli şehirleşme 1950’den sonra olmuştur. Ancak merkez ilçe hariç, yeterli sanayileşme gerçekleşmemiştir. 1960-1965’de görülen düşüşteki temel etken ülke genelindeki gerilemedir. Diğer yıllarda meydana gelen artış veya gerileme; göçlere bağlı olmaktadır.

    Nüfusun gelişmesi ilçelere göre incelendiğinde gelişme hızlarını belirleyen önemli etmenlerin, askeri özellikler, ekonomik durumlar ve coğrafi konum olduğu görülmektedir. Diyadin, Doğubeyazıt ve Patnos ilçelerinde artış olurken; Eleşkirt, Hamur, Taşlıçay ve Tutak ilçelerinde gerileme olmuştur.

    Nüfusun Yaş Gruplarına Göre Dağılımı

    Ağrı nüfusunun yaş yapısı ülke genelinden biraz farklıdır. 1985 Genel Nüfus Sayımı sonuçlarına göre 0-20 yaş arasındaki insan sayısı il nüfusunun % 62'sini oluşturur. Bu, Ağrı'daki nüfus yapısının genç olduğunu göstermektedir. Her ailede çocuk sayısı çoktur. Bunların ürelime katkıları yoktur, hepsi tüketicidir. Nüfusun böylesine dengesiz artışı ve genç neslin çoğunlukta oluşu;

    • Erken evlilik,

    • Çok çocuk sahibi olma isteği,

    • Doğumu önleme yollarının iyi bilinememe­si,

    • Gelenek ve ihmalkarlıktır.

    Çalışma çağına gelen nüfus sürekli çoğaldığından, işsizlik yoğun şekilde kendini hisset­tirir. Çalışan, yani üretimde etkin rol alan kişilerin sayısı azdır. Böyle olduğu içindir ki, il ve ilçe merkezlerinde çok sayıda görülen kahve, başlıca vakit geçirme yerleri olmuştur. Gizli ve açık işsizlik gün geçtikçe artmaktadır.

    (20-24) yaş grubu, toplam nüfusun onda biri (42 020) dir. Bu nüfusun 25 836'sı erkek, 16 184'ü kadın­dır. Buradaki erkek fazlalığı, İl'de askerî birliklerin oluşundan ileri gelmektedir. Yirmi beş yaştan yukarı çıkıldıkça, erkek nüfus azalmakta, kadın nüfus artış göstermektedir. Yine 25 yaştan itibaren nüfus sayısı genç yaştakilere oranla giderek azalır. Bunda diğer illere yönelik göç (çalışmaya gitme vb.) olgusunun ve göçe özellikle erkek nüfusun gitmesinin payı büyüktür.

    Yerleşme Düzeni ve Nüfus

    Ağrı'da nüfus, şehir ve köy olmak üzere iki yerleşim biriminde yaşar.

    Ağrı'da Merkez ilçe dahil, 8 ilçe, (7 bucak) , 562 köy ve 370 köy altı yerleşim birimi ile toplam 940 yerleşim ünitesi vardır. Bu kadar dağınık yerde 437 093 insan yaşar.

    Nüfus; iklim bakımından daha elverişli olan yerlere, dere boylarına, akarsu kenarlarına, verimli topraklara ve çoğunlukla ovalık alanlara toplanmıştır. Yani Ağrı'da halk, yerleşmeğe elverişli havzalara ve yerleşme ünitelerine, ekonomik ve iklim şartlarına göre dengeli bir şekilde dağılmıştır. Engebeli ve dağlık alanlarda kilometre kareye düşen insan sayısı ortalama 5-10 kişi arasında, hatta yüksek yerlerde daha azdır. Göçerler sonbahardan itibaren yüksek dağlardan ve yaylalardan tamamen çekilir. Kış boyunca buralar ıssızlaşır. ilkbahar sonundan itiba­ren yaylaya çıkan nüfus, sonbaharda ovalık ve kapalı yerlere iner.

    Köylerin yerleşme merkezlerinin konumu şöyledir:

    190'ı ovada, 70'i vadide, 157'si dağ eteğinde, 95'i yamaçta, 50'si sırttadır.

    Ağrı'da orman bulunmadığından, bu yerleşme yerleri tamamen orman dışındadır. Köy allı yerleşim üniteleri bunlara dahil edilmemiştir. Onlar genelde dağ değinde ve yamaçtadır.

    Toplam 562 köy vardır. Bunların (1990 sayımına göre) 22'sinin nüfusu 100 den az, 121'nin nüfusu 100-250 arasında, 202'sinin nüfusu 251-500 arasında 214 köyün nüfusu 501-2000 arasındadır. (Muhtarlık olmayan yerler dahil edilmemiştir) Doğubayazıt'ın Gürbulak, Patnos'un Dedeli ve Doğansu köylerinin nüfusu, 2000'dcn fazladır.

    Ağrı'da köy ve şehir nüfuslarının gelişmeleri arasında, şehir nüfusu lehine önemli bir farklılık gözlenmektedir.

    Türkiye'de kentleşmenin hız. kazandığı 1950 yılından itibaren, aynı durum Ağrı'da da görülmüştür. 1950 yılında köyde yaşayan insan (134 246) , şehirde yaşayan (21 209) insanın 6,5 katı iken, 1985 yılında bu oran 1,9 kalma inmiştir. Yani köy nüfusu 35 yılda yaklaşık iki misli anarken, şehir nüfusu 6,7 kat artmıştır. Bu oranlar, Ağrı'da Türkiye ortalamasının hayli üstünde bir kentleşme olduğunu göstermekledir. Bu, köy nüfusunun az arılığı anlamına gelmez. Aslında.köyde yaşayan nüfus, ülke genelinden çok daha hızlı anmakladır. Köyden şehire, Doğu'dan Batı'ya göçler olmasa, köylerde yaşayan nüfus on kalma yakın bir artış gösterecekti.

    ildeki bu hızlı kentleşmenin önemli sebepleri;

    köy nüfusunun kaba bir doğum sonucu hızla artması, köydeki ekilebilir toprağın zamanla azalması, topraksızlaşma, yeni yeni ailelerin ortaya çıkması, makinalaşma, köydeki hayal şartlarının şehire ve Batı'ya göre biraz daha zor olmasıdır.

    Ağrı'da şehir nüfusunun köy nüfusundan fazla olduğu ilçe, sadece Merkez ilçe (Ağrı) 'dir. Diğer ilçelerin tümünde köy nüfusu şehir nüfusundan öndedir. Bununla beraber, Doğubayazıt ve Patnos ilçelerinin şehir nüfusu kalabalıktır ki, bunda ilçe merkezlerinin büyüklüğü yanında buralardaki askerî birliklerin de etkisi vardır.

  • ağrı

    17.07.2004 - 09:20

    Ağrı'nın Kurtuluşu M.Ö. 18. Yüzyıl öncesine dayanmaktadır. M.Ö.15. yüzyılda Hurri Mitani krallığının kuzey ucunu işgal etmiş olan ve bu topraklarda asıl hakimiyeti Urartular kurmuştur. Kimerlerle başlayıp, Pers ve Makedonyalılardan sonra M.Ö. 1. yüzyılda Part ve Şahlar, Moğollar, İlhanlılar, Kara koyunlular ve Safaviler 16. Yüzyıla kadar Ağrı ve çevresinde hakimiyet kurmuşlardır. 1514 yılında Yavuz Sultan Selim'in Şah İsmail'i Çaldıran meydan muharebesinde yenmesiyle bölge Osmanlıların eline geçmiştir.
    1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşında Ruslar tarafından işgal edilmiş, aynı yıl yapılan Berlin Antlaşmasıyla işgal sona erdirilmiştir.

    1.Cihan Harbi'nin ikinci senesinde düşman birlikleri topraklarımıza girerek hunharca katliamlar yapmışlardır. Esaret ve işgale alışmamış cesur ve imanlı halkımız 15 Nisan 1918 'de kurtuluş meşalesini Ağrı Dağı'nın doruklarından ateşleyerek, özgürlüğünü kazanmıştır.
    Osmanlı dönemlerinde yıllarca sancaktarlık olan Beyazıt, Cumhuriyetle birlikte Vilayet olmuştur. 1927 yılında coğrafi, ekonomik, nüfus ve ulaşım gibi sebeplerle önce Şorbulak, Karakilise ve karaköse isimleri ile anılan İl, 1938 yılında İl sınırları içinde yer alan ve Türkiye'nin en yüksek dağı olan Ağrı Dağı'ndan esinlenerek AĞRI olmuştur....
    15 Nisan 1918 yılından beri her yıl 15 Nisan günü İl'in düşman işgalinden kurtuluşunun şenlikleri yapılır...

    “AĞRI” ADININ VERİLİŞİ

    Osmanlı-Rus savaşlarında, Ruslar tarafından bölgeye yerleştirilen Ermeniler birçok yerde kilise ve manastır yapmışlardı. Ağrı’da şimdiki Bahçelievler Polis Karakolu’nun yerinde yapılan kilise, siyah taşlardan örülü bir yapı idi. Toprağa ve bu kiliseye izafeten şehre “Karakilise” adı verilmişti. “Karakilise” adında yerleşim yeri başka illerde de vardı. Bunlar birbiriyle karıştığı için, Kars Karakilisesi, Pasinler Karakilisesi ve Eleşkirt Karakilisesi gibi adlar veriliyordu.

    Kars, Pasinler ve Eleşkirt “Karakilise”si adları halk ve askerlerce karıştırıldığından; Doğu Cephesi Komutanı Kâzım Karabekir Paşa, Eleşkirt Karakilisesi’nin Kösedağ’ın doğu tarafında bulunması ve kilise ile herhangi bir ilgisinin bulunmaması yüzünden değişmesini istemişti. Çünkü Nisan 1918’de Ermeniler Ağrı’yı terk etmiş, küçük kiliseler kullanılmaz olmuştu. Harita şubesine Karakilise’nin “Karaköse” olarak tashih edilmesi ve izin için de Harbiye Nezareti (Savunma Bakanlığı) ’na yazılar yazıldı. Bu istek üzerine Kasım 1919’da Karakilise adlı “Karaköse” olarak değiştirildi.

    1938’de sınırları içinde bulunan ve Türkiye’nin en yüksek dağı olan Ağrı Dağı’ndan ötürü “Karaköse” adlı “Ağrı” olarak değiştirildi.

Toplam 816 mesaj bulundu