Var Mısın? Adlı Üyenin Nedir Yazıları - Antol ...

  • hacker

    17.07.2004 - 14:42

    türk dil kurumunda kırıcı olarak geçer..

  • harezmi

    17.07.2004 - 14:42

    trigonometrinin babası

  • hamburger

    17.07.2004 - 14:41

    fast-food çeşidi,..hamburger yeme yarışmaları da yapılır..sağlıksız beslenme çeşidlerinden biridir

  • haluk ulusoy

    17.07.2004 - 14:39

    galatasarayın şampiyonluk kutlamalarında en ön saflarda yer alan,futbolcularla halay çeken,galatasaraylı federasyon başkanı,işallah 2004-2005 yılında onu görmeyiz

  • cem yılmaz

    17.07.2004 - 13:15

    23 Nisan 1973'te İstanbul'da doğdu. Boğaziçi Üniversitesi Turizm ve Otelcilik bölümünde okurken Leman Dergisinde karikatür çalışmalarına başladı. İlk stand-up gösterisini Leman Kültür'de, 1995'in Ağustos ayında gerçekleştirdi. 1995 Aralık'tan itibaren de Beşiktaş Kültür Merkezi bünyesi altında gösterilerine devam etmektedir. 2001 yılı sonuna kadar toplam gösteri sayısı 1200'ün üzerinde olup, bunların hemen hepsi kapalı gişe oynayarak, kırılması güç bir rekorun da sahibi olmuştur. Türkiye'nin birçok ilinde sahnelediği gösterisini aynı zamanda Avrupa'nın önde gelen şehirlerinde ve de Amerika Birleşik Devletlerinde yine aynı başarı ile sahneye koymuştur.

    Leman Dergisi'nde yayınlanan çalışmalarını 'Karikatürler' isimli kitabında yayınladı. 1998 yılında Ömer Vargı'nın yönettiği 'Herşey Çok Güzel Olacak' isimli sinema filminde Mazhar Alanson ile başrolü paylaştı. Bu filmi Türkiye ve Avrupa'da yaklaşık 1,800,000 kişi izledi. Reklam dünyasında da adından söz ettiren sanatçı, 'Panasonic' reklamlarının radyo spotlarıyla iki yıl üst üste Kristal Elma ödülüne layık görüldü. Bu firmanın TV filmlerinin yanı sıra 'Mavi Jeans' reklamlarında da oynamıştır. 2000 yılının Ocak ayından sonra gösterileri Star TV tarafından yayınlanmakta olup bunları 'Gösteri' adlı kasette de Bay Müzik ile piyasaya sürmüştür. Askerlik görevini Temmuz 2001'de tamamlayan Cem Yılmaz, gösterilerine devam etmektedir. Özel bir şirket için hazırladığı reklamlar serisi ilgi görmüştür. Reklam ve gösteri çalışmalarına devam etmektedir.

    Cem Yılmaz'ın Bazı Espirileri


    * Mademki dünya bir hiç, gece de iç, gündüz de iç.
    * Bende şeytan tüyü yok, epilasyonla aldırdım.
    * Hırsızlık yapmayın, Hükümet rekabetten hoşlanmaz.
    * Nefes kesen bir roman yazdım. Tüm okurlarım öldü.
    * Hakan yarın ki maçta forma giyemeyecek... Çıplak oynayacak.
    * Her aşk bitki isimleri ile başlar, hayvan isimleri ile biter.
    * Oğlumun adını mafya koydum, artık ben de mafya babasıyım.
    * Yazılıdan sıfır aldım ama, önemli olan katılmaktı.
    * Eğer turist sezonundaysak, neden onları avlayamıyoruz?
    * 1959'da içilen kahvelerin hatırı doldu, duyurulur.
    * Şiddete karşı savaş açın, şiddet yanlılarını kurşunlayın.
    * Ölüm korkusu sürekli değil, mezarda biten geçici bir duygudur.
    * Adamın biri eczaneye sinek ilacı almaya gitmiş. Eczacı ona 'sineğinizin nesi var acaba' demiş.
    * Sık sık ameliyat olun, içiniz açılır.
    * Sizde bit şampuanı var mı? Kirlendi hayvancıklar.
    * Beşbinkere söyledim; abartmayı bırak.
    * Bu tüp bebek hatalı; hep gaz kaçırıyor.
    * Yes abicim. Türkçe eğitime benden de okey!
    * Bir fil elektrik direğinden daha yükseğe zıplayabilir mi? Elektrik direği zıplayamaz ki...
    * Selam! Ben Aydan Şener. Hadi yaa. Ben de dünyadan Neil Armstrong.
    * Çocuğun biri bir gün kafasını ıslatmadan yıkamaya başlamış. Annesi de 'oğlum hiç saç ıslatılmadan şampuanlanır mı? ' deyince çocuk: ama anne bu şampuanda kuru saçlar için yazıyor.
    * Temel Fransa'ya gitmiş. Tabelada Fransa yazıyormuş. O da ' Aaaa... burayı da mı Sabancı aldı' demiş.
    * Gençliğim acı veriyordu. Ameliyatla aldırdım.
    * Ey yükselen yeni nesil! İn ulan aşağı!
    * Son gülen sen olacaksın. Çünkü geç anlıyorsun
    * İnsanlık bugün de para karşısında değer kaybetti.
    * Karınızla aranızdaki ortak yan ne? Aynı günde evlendik.
    * Hayatım boyunca kararsız biri oldum ama artık emin değilim.
    * Karımı o kadar seviyorum ki eskimesin diye başkalarının karılarını kullanıyorum.
    * Size yapılmasını istemediğiniz şeyleri başkalarına yapın, çok zevkli.
    * Demokrasi, seks gibidir. İyisi de, kötüsü de 'iyi' dir.
    * AIDS virusu de, Ebola virusu de maymun patentli. Maymundan gelip gelmediğimiz belli değil ama, Maymundan gideceğimiz kesin.
    * Soğuk savaştan sıcak savaşa geçiverdik bir anda. Dünya çatlamasa bari.
    * Asansor bozuk. En yakın asansör karşı binadadır.
    * İçerken araba kullanmayın. Bir yere çarparsanız biranız dökülür.
    * Yarın yapabileceğin bir şeyi, Asla bügünden yapma.
    * Tanrım! Kendim için bir şey istemiyorum. Yalnızca anneme paralı ve güzel bir gelin nasip et!

  • ernest hemingway

    17.07.2004 - 13:11

    Kısa öykünün ustası sayılan Amerikalı yazar Ernest Hemingway, izlenimlerini ve deneyimlerini kuru, kısa bir stille aktarmaya çalıştı. Yazarın yapıtlarının konusu başlıca aşk ve ölümle insanın hayattaki başarısızlığından ibarettir. Amerikan edebiyatındaki Redskin, Tough Boy gibi, tüm bir yaratıcılık anlayışını, sporcu, avcı, asker portreleriyle dile getirerek başarıyla temsil etti. Kuralları titizlikle belirlenmiş bu geniş düşsel evren, ne gerçekçi yazımın kesinliğini, ne de Amerikan edebiyatına insanlığın durumunu anlatma olanağı veren geniş boyutlu simgeselliği dışlar. Hemingway’in çok boyutlu bir ilgi alanı olması ve buna sıkı sıkıya bağlı kalması, yapıtlarının, geçek bir psikolojik çözümleme yerine ucuz kahramanlığa yer veren, yüzeysel bir nitelik taşıdığını düşündürür.

    Doktor bir babayla opera şarkıcısı bir annenin oğlu olarak 21 Temmuz 1899'da Şikago yakınlarında Oak Park'ta dünyaya gelen Hemingway, burada beş kardeşiyle birlikte büyüdü ve 1917'ye kadar okula devam etti. Tutkulu bir sporcu olan Hemingway, henüz öğrenci gazetesinde çalışırken gazeteci olmaya kararlıydı. 18 yaşında Kansas City Star gazetesinde başladığı eğitimini, I. Dünya Savaşı'nda Kızılhaç örgütüyle birlikte sağlık memuru olarak İtalya'ya gitmek üzere bıraktı. Ağır bir şekilde yaralanan Hemingway, iyileştikten sonra piyade birliğine gönüllü olarak katıldı. Savaşta yaralanınca ölüm korkusuyla tanıştı; bu konu bütün yapıtlarında öne çıkar.

    IN OUR TIMES

    Hemingway, 1920'de evlendiği Hadley Richardson ile birlikte Toronto Star Weekly gazetesi için dış ülke muhabiri olarak Avrupa yolculuğuna çıktı. Birlikte bir çocuk sahibi olduğu ilk eşinden 1924'te boşandı. İkinci evliliğini gazeteci Pauline Pfeiffer ile yaptı (iki çocuk) ve 1940'ta boşandı. 1921'de Türk-Yunan savaşında savaş muhabiri olarak bulundu. Bir yıl sonra da Mussolini'nin Roma'ya yürüyüşünü anlattı. Amerikalı yazar Gertrude Stein ile arkadaş olunca Hemingway edebiyata yönelmeye heveslendi. Bunun ilk semeresi In Our Times (Zamanımızda, 1924) adlı kısa öykülerden oluşan bir kitaptı. Hemingway burada izlenimlerini sade, açık bir dille aktarmaktadır. Yapıtlarının amacı, yüzeyin altındaki gerçeklere ulaşmaktı.

    A FARERVELL TO ARMS

    1926'da Hemingway'ın ilk romanı The Sun Also Rises (Güneş de Doğar) yayınlandı. Savaşta aldığı yaralar yüzünden çocuk yapma yeteneğini ve hayatın bir anlam taşıdığına ilişkin inancını yitiren bir Amerikalının öyküsünde 'Lost Generation' (Yitik Nesil) denilen neslin (20'li yıllarda Paris'te bulunan umutsuzluğa kapılmış Amerikalı edebiyatçılar) havası yansıtılmaktadır. Ulusal fanatizme karşı bir suçlama olarak algıladığı A Farewell to Arms (Silahlara Veda, 1929) adlı romanı çok büyük bir başarı kaydetti. Hemingway bu romanında yaralı bir askerin bir hemşireye duyduğu aşkı anlatır. Savaşın anlamsızlığını anlayan erkek, bir de hamile sevgilisinin ölümüne katlanmak zorunda kalır.

    POLİTİK KONULAR

    İspanya'ya yaptığı bir yolculuk esnasında Death in the Afternoon (Öğleden Sonra Ölüm, 1931) adlı romanı yazdı. Burada Hemingway için tutku haline gelmiş olan boğa güreşine ve bu güreşlerin ülkesine saygı gözler önüne serilir. Afrika turunu 1935'te The Green Hills of Africa'da (Afrika'nın Yeşil Tepeleri, 1935) anlattı. Bir yıl sonra İspanya İç Savaşında Cumhuriyetçilerden yana tavır aldı. Ayrıca savaşı anlatan belgesel bir filmin senaryosunu hazırladı: The Spanish Earth (İspanya Toprağı, 1938) . Hemingway, 1939'da Küba'ya taşındı. Bir yıl sonra gazeteci Martha Gallhorn ile evlendi (1944'te boşandılar) . Dördüncü evliliğini 1946'da Mary Welsh ile yaptı.

    Yine 1940 yılında For hom the Bell Tolls (Çanlar Kimin İçin Çalıyor) adlı başarılı romanı çıktı. 1943'te filme alınan bu romanda Amerikalı kolej doçenti Robert Jordan, İspanya İç Savaşında bir gerilla birliğiyle birlikte stratejik açıdan önemsiz bir köprüyü havaya uçurur. Birlikte savaştığı Maria'ya aşık olan Jordan, Franco'cu birliğin saldırısına uğrayıp yaralanır ve ölür. Aşkı ve ölümü anlatan bu yapıtta artık bireyin menfaatleri odak noktasını oluşturmaz. Hemingway toplum adına sorumluluk üstlenmeyi kabul eder. Bu düşüncesini 1942'de girdiği Amerikan deniz kuvvetlerinde uygulamaya koydu. İstila birliklerinin muhabiri olarak 1944'te Fransa çıkartmasına ve Paris'in kurtuluşuna katıldı.

    NOBEL ÖDÜLÜ

    Büyük bir başarı kaydedemeyen Across the River and into the Trees (Irmaktan Öteye ve Ağaçların İçine, 1950) adlı Venedik romanından sonra, 1952'de Hemingway'ın başyapıtı The Old Man and the Sea (İhtiyar Adam ve Deniz) yayınlandı. Bu kısa romanın kahramanı Kübalı balıkçı Santiago, 84 kez boşuna denize açıldıktan sonra kocaman bir kılıç balığı yakalar. Bu başarısının sevinci içinde yakaladığı balığı teknesine bağlayarak evine doğru yelken açar. Balığı yolda köpekbalıkları tarafından yenilip bitirildiği halde Santiago ertesi günü yine denize açılır. İnsan hayatına dair bu sade parabol insanın boşuna başarı peşinden koşusunu simgeler. İnsanın doğaya karşı savaşına öldürme gereksinimi egemendir. Birey tüm yenilgilere karşın yeniden yaşam savaşına döner. Hemingway 1953'te Pulitzer Ödülünü aldıktan sonra 1954'te Nobel Edebiyat Ödülüne layık görüldü. Arteriyosklerozlu tutkulu avcı Hemingway yedi yıl sonra, 2 Temmuz 1961'de, 61 yaşında, Ketchum/Idaho'da kendisini avcı tüfeğiyle vurarak yaşamına son verdi.

    ESERLERİ:

    Savaş sürekli bir esin kaynağıdır (Silahlara Veda [A Farewell to Arms], 1929; [The Fifth Column and the First Forty-nine Stories], 1938; Çanlar Kimin İçin Çalıyor [For Whom the Bell tolls], 1940; Irmağın Ötesi [Across the River and into the Trees], 1950) ve savaş konusu, av ve serüven öykülerinde (Afrika'nın Yeşil Tepeleri [The Green Hills of Africa], 1935; İhtiyar Adam ve Deniz [Old Man and the Sea], 1952) ele aldığı aşk, moral gücü ve yalnızlık konularıyla birleşir. Öykü türü ([Men without Women], 1927; Ya Hep Ya Hiç [To Have and Have not], 1937) , günlük yaşamın tekdüzeliğinde bunalım anlarını saptama olanağı verir. 20'li yılların sürgününü anlatan Güneş de Doğar [The Sun Also Raises], 1926 ve Paris Bir Şenliktir [A Moveable Feast], 1964 adlı yapıtlarında yazarın gizli ruhsal zayıflıklarıyla kırılganlığının düşsel evrenini ortaya koymak için seçilen yollar sergilenir. Boğa güreşlerine ilişkin olarak [Death in the Afternoon], 1932 yılına ait bir yapıtıdır.

  • fikret kızılok

    17.07.2004 - 13:06

    1946 yılında İstanbul’da dünyaya geldi. Öğrenim hayatına Galatasaray Lisesi’nin ilkokul kısmında başlar. Müzikle de ilk tanışması burada gerçekleşir. İlk enstrümanı kendisini yaş gününde armağan edilen kırmızı bir akordeondur. İlk müzik derslerini sınıf arkadaşlarından birinin klarnetçi olan babasından alır; ilk konserini de bir 23 Nisan’da Taksim Belediye Gazinosu’nda düzenlenen okul müsameresinde verir. Fikret Kızılok ve orkestrası adlı küçük grubun elemanları Kızılok’un sınıf arkadaşlarıdır ve çaldıkları halk türküleri ile alkış alırlar.

    Ortaokul ve lise yıllarında bu konserler sürer. Lise yıllarında akordiyonu bırakan Kızılok, eline gitarı alır. Fikret’in o dönemdeki en büyük destekçileri ise alt sınıflarda okuyan Barış Manço ile Timur Selçuk’tur. İşte bu dönemde grubun ismi değişir ve Veliahtlar adını alır. Lise yıllarından sonra da bu grupla çalışmayı sürdürür.

    Kadıköyde oturan Fikret Kızılok, aynı dönemde arkadaşı olan Cahit Oben ile birlikte yeni bir atılım içine girerler (1964) . Yeni bir grup kurarak profesyonel hayata geçmeye karar verirler. Yanlarına bas gitarcı Koray Oktay ve davulcu Erol Ulaştır’ı alırlar; böylece Cahit Oben 4 doğar. Kendilerini “daha ziyade Beatles tipi müzik yapan bir grup” olarak tanımlayan Cahit Oben 4, İlham Gencer’in işlettiği Çatı gece kulübünde programlar yapmaya başlar, bir yandan da mahalle konserlerini sürdürür. Bu arada kendi paralarıyla iki 45’lik plak doldururlar. Bunlardan ilkinde iki yabancı şarkıyı yorumlarlar: “I Wanna Be Your Man” ve “36 24 36”. İkinci plaklarında daha “kendilerine” dönerler. Plağın ilk yüzünde “Silifke’nin Yoğurdu” vardır; diğer yüzü ise bir bestedir: “Hereke”, aynı zamanda Kızılok’un plak olarak yayınlanan ilk bestesidir.

    Fikret Kızılok Cahit Oben 4’le çalışmalarını sürdürürken girdiği dişçilik yüksekokulundaki eğitimini sürdürür. Bir süre sadece okuluyla ilgilenir. Müzikten kopamayacağını anladığında ilk solo plağını doldurur. Dört şarkılık bir EP’dir bu: “Ay Osman - Colours / Sevgilim-Baby”. Bu plak o yıllarda fazla ses getirmez. Bunun üzerine Kızılok okulunu bitirmeye karar verir. Yine de zaman zaman arkadaşlarının kurduğu ‘Kaygısızlar’la birlikte çalışır, Barış Manço’ya eşlik eder.

    Dişçilik Yüksekokulu’nun son sınıfında okurken mahalleden arkadaşı Arda Uskan ile bir yolculuğa çıkar; müzik hayatını tümüyle etkileyecek bir yolculuktur bu. Bu düşünceyle gitarını eline alan Kızılok stüdyoya girer ve Aşık Veysel’in “Uzun İnce Bir Yoldayım” türküsünü yeni bir düzenlemeyle kayda alır. Bunu bir 45’lik olarak yayınlar. İkinci solo 45’liğidir bu; Fikret Kızılok’un hayatında da önemli bir dönüm noktası... Arka yüzünde sözlerini kendi yazdığı bir halk şarkısı, “Benim Aşkım Beni Geçti” yer alır. O güne dek sürdürdüğü suskunluğu ve bunu bozmasının nedenini de plak kapağında şöyle açıklar: “Piyasa, öylesine Türk benliğinden uzak melodilere kucak açmıştı ki, beni dinlemeyeceklerdi bile. Bugün ise durum büyük bir hızla değişiyor. Bu öz benliğimize dönüşte ben de üzerime düşen görevi yapmaya karar verdim...”

    “Yumma Gözün Kör Gibi! Yağmur Olsam”, Kızılok’un asıl çıkışını yaptığı plak olur. Her iki beste de Fikret Kızılok’undur. Plakta, gitar, tumba ve sazın yanında değişiklik olsun diye enstrüman olarak tahta ve taş kullanır Kızılok. Şarkılar çok beğenilir, plak çok satar ve sanatçı ilk altın plağını alır.

    Bu başarının ardından fazla ara vermeden bir 45’lik daha yapar Kızılok. Ancak bu kez kendisine ait bir şarkıyla ortaya çıkar: “Söyle Sazım”. Plak kapağında, “Türk geleneklerine uygun 17 perdeli ‘Hüseyni’ düzende üç değişik sazın batı anlayışında ve çoksesli olarak kullanıldığı” bir şarkı olarak tanımlanır bu.

    Plağın arka yüzünde Kızılok’un Karacaoğlan’dan bestelediği “Güzel Ne Güzel Olmuşsun” vardır. Her iki şarkıda da kendisine Nedim Demirelli eşlik eder. Plak, listelerde de kendisini gösterir ve haftalarca 1 numarada kalmış olan Barış Manço’nun “Dağlar Dağlar”ını devirerek liste başı olur.

    1970 yılını bu iki plakla kapatır Fikret Kızılok. Bu plaklar yıl sonunda Hey dergisi tarafından düzenlenen ‘Yılın Müzik Oskarları’ anketinde görülmemiş bir başarıya imza atar: “Söyle Sazım”, Yumma Gözün Kör Gibi” ve “Güzel Ne Güzel Olmuşsun”, Barış Manço’nun “Dağlar Dağlar”ının ardından sırasıyla ikinci, üçüncü ve dördüncü olur. Fikret Kızılok da aynı ankette ‘Yılın Erkek Şarkıcısı’ seçilir.

    1970 yılının getirdiği başarıların ardından bir süre plak yapmayan sanatçı bu dönemde bir Anadolu turnesine çıkar. Turne sırasında Siverek yolunda donma tehlikesi geçirir; bir kamyon şoförü tarafından kurtarılır. Bu olayın ardından bir plak yapar ve “Emmo” adlı bestesini bu kamyon şoförüne ithaf eder. Plağın arka yüzünde Ahmed Arif in şiiri üzerine bestelediği “Vurulmuşum” adlı şarkı vardır. Kızılok, 1972’de bu şarkıyla Bulgaristan’da yapılan Altın Orfe festivaline katılır.

    1973 yılında Grafson şirketiyle anlaşarak yeni bir dizi plak yayınlar. Bu plaklarda yer alan şarkılar, Kızılok’un yazdığı “Bir Ali Var” adlı oyunun bölümleridir: “Gün Ola Devran Döne”, “Anadolu’yum”, “Leylim Leylim (Kara Tren) ”, “Köroğlu Dağları”, “Tutamadım Ellerini” ve “Gözlerinden Bellidir”. Yazılan, ancak bugüne dek sahnelenmeyen bu oyunun şarkıları başka sanatçılar tarafından da seslendirilir: “Kime Sormalı”yı Dönüşüm eşliğinde Tansu, “Duyar mısın”ı ise o dönemde ününün doruğunda olan Timur Selçuk yorumlar. Bu arada “Köroğlu Dağları” şarkısının başında kullandığı gitar, Kızılok müziğinde bir yeniliktir.

    Aşık Veysel’in ölümü üzerine kendini tümüyle diş hekimliğine veren Kızılok 1975’te Tehlikeli Madde adını taşıyan yeni grubuyla uzunca bir Anadolu turnesine çıkana kadar ortalıkta gözükmez. Turnenin ardından İstanbul’da seri konserler verir. Tehlikeli Madde ile folk motiflerinin rock ile harmanlandığı şarkılar yapar. Giderek folk motiflerinin yerini daha alaturka sesler alır. “Haberin Var mı / Kör Pencere - Ay Battı”, bu dönemin en önemli plağı olarak dikkat çeker. “Kör Pencere”ye bağlı olarak plağa alınan “Ay Battı” ise, popüler müziğimizin enstrümantal şarkıları arasında özel bir yere sahiptir. Bu plaktan sonra yapılan “Anadolu’yum 75”, daha önce yayınlanan aynı adlı şarkıya bir göndermedir.

    Son 45’liği ise Mart 1976’da yayınlanır. Mahzuni Şerif’ten “Biz Yanarız” ve vazgeçemediği Veysel’den “Sen Bir Ceylan Olsan” adlı türküleri yorumlar sanatçı bu plağında. Plak eleştirilir. “Fikret Kızılok’un kendini yenileyeceği günleri bekliyoruz” gibi ifadeler kullanılır bu eleştirilerde. Kızılok, bütün bunlar üzerine ortadan kaybolur. Bir yıl sonra, 1977 ortalarında, 1971-’72 yıllarında yaptığı ancak o güne dek yayınlamadığı kimi kayıtları bir albüm olarak piyasaya sürer. “Not Defterimden” adını taşıyan bu albümde Kızılok’un deneysel çalışmaları vardır: Atonal bir altyapı üzerine Nazım Hikmet şiirini koyar ve kendi deyimiyle “şarkıcılığı değil, müzisyenliği” dener.

    Ancak dönemin ‘nazik’ siyasi ortamında bu çalışma fazla ortalarda gözükemez. Plak çıktıktan kısa bir süre sonra toplatılır. (Yeniden yayınlanması ise 1993’ü bulur.) Bu arada Varşova’da bu albümüyle iki ödül alır. Ancak, plağın toplatılması onu etkiler ve Fikret Kızılok, müziği bıraktığını açıklar. O güne dek 13 altın plak ve çeşitli ödüller alan sanatçı, bundan sonra derin bir sessizliğe gömülür. Buna gerekçe olarak da “hazırladığı yapıtların ticari olmadığı gerekçesiyle plakevleri tarafından geri çevrilmesini” gösterir ve bir daha profesyonel olarak müzik hayatına dönmeyeceğini bildirir.

    1980'lerde farklı bir türle döner müziğe Fikret Kızılok. Bülent Ortaçgil, Erkan Oğur, Mutlu Torun gibi farklı yönelimlerde, arayışlardaki isimlerle deneyselliğin ön planda olduğu bir tür 'atölye çalışması' yürütülür Çekirdek'te. Kızılok-Ortaçgil ikilisinin 'Pencere Önü Çiçeği' bu dönemin ürünüdür. Kızılok'un yerli folk-lirik tarzından Batılı müzikal-vodvil tavrına geçişinin de göstergesi.

    Sonra yine 10 yıllık kesinti. Kızılok'un geniş kitlelerle-piyasayla buluşması ise sözünü ettiğim vodvil tavrının da doruğu, 1995'te yayımlanan 'Demirbaş' albümü. Kültürel, entelektüel, siyasal yergi, dönemin aşınmış 'pop'una karşı alternatif gibidir.

    Veda albümü 'Mustafa Kemal-Devrimcinin Güncesi'nde (1998) destansı, lirik bir müzik yaptı. Ama söyleyiş, resitatif-düzdü.

    Kızılok 22 Eylül 2001 günü uzun süre çektiği rahatsızlığın neticesi olarak kaldırıldığı hastanede öldü.

  • tansu çiller

    17.07.2004 - 13:05

    soyadını kocasına veren eski kadın başbakan

  • şurup

    17.07.2004 - 13:04

    bir çok şurup çeşidi vardır..bu şurupların tadı ben çocukken çok iğrenç olurdu..ben ama bütün gücümü toplayıp bir dikişte içerdim..

  • şeyhülislam

    17.07.2004 - 13:03

    osmanlı ulema sınıfının en tepesindeki kişi. osmanlı protokolünde sadrazam'a eşittir.

  • t.b.m.m

    17.07.2004 - 11:18

    EGEMENLİK KAYITSIZ ŞARTSIZ MİLLETİNDİR

  • biz evleniyoruz

    17.07.2004 - 11:17

    ilk olarak biz evleniyoruz evinden şebnem-atilla çifti çıkmıştır..başlarda herkes tanju ile evlenmesini beklerken bir anda şebnem çark etmiş ve atilla ile(bazıları para için evlendiğini düşünüyo) dünya evine girmiştir..şimdi çocukları olacak..

  • marjinal

    17.07.2004 - 11:15

    aykırı anlamına da gelir

  • akçaabat

    17.07.2004 - 11:08

    akçaabat köftesi güzelmiş işallah tadına bakarım bir gün..

  • volkan konak

    17.07.2004 - 11:06

    Volkan Konak'ın 'Cerrahpaşa' şarkısı, İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Hastanesi'nin adının karalandığı gerekçesiyle TRT sansür koydu


    gül ektim
    feriğim
    herkesin bir derdi var
    gurbetçilerin türküsü
    trablus
    zigana dağları
    dido
    penceresi önünde
    hastahane önünde
    ela ela leose
    vasiyet

  • volkan konak

    17.07.2004 - 11:01

    efendim haftalık dergisine konuşan volkan konakın iddiası bu;

    'solcu olmayan, hümanist olmayan nasıl üretir' altbaşlığıyla beraber böyle bir çıkış sergilemiş volkan konak

  • volkan konak

    17.07.2004 - 10:59

    son iki senede ailesinden 7 kişiyi kanserden kaybetmiş olduğunu söyleyen sanatçı. babasını cerrahpaşa hastanesinde kaybettiğinde cerrahpaşa adlı bir şarkı yaparak, çernobil faciasını gündeme getirmeye çalışmış. ayrıca doğu karadeniz yöresinden bir çok kişinin aynı hastalıktan hastanelerde olduğunu da belirtmiştir.

  • volkan konak

    17.07.2004 - 10:58

    bestelerini mağarada yapıyor kendisi..dünyadan uzaklaşmak adına..iyi fikir aslında

  • volkan konak

    17.07.2004 - 10:57

    orhan gencebayın öğrencisidir.

  • enteresan diyaloglar

    17.07.2004 - 10:33

    Almanlar Caponlara kıl oluyomuş. Kendilerinin çok daha üstün olduklarını düşündüklerinden, “Naapsak da şu Caponlara dersini versek” diye kara kara düşünüyolarmış. Bizdeki TÜSİAD gibi Almanların da bi işveren derneği varmış. Bunlar toplanıp toplanıp bu konu üzerine kafa yoruyolarmış. İşte yine bu toplantıların birinde bi işadamı heyecanla ayağa fırlayıp, “Arkadaşlar Caponlardan daha iyi olduğumuzu kanıtlamazsak Alman malları dünyada hiç satılmıycak. Çok çok acil bişeyler yapmalıyız artık” demiş. Almanların hepsi adama hak vermiş, başlarını sallamışlar onaylamak için, hatta toplantıda hazır bulunan Başbakan da Alman işadamlarına her türlü imkanı sağlayacağına söz vermiş.
    Lafı uzatmayım canım abim, Almanlar o hırsla Caponlara ağızlarının payını verecek bi fikir bulmuşlar ve hemmen de uygulamaya koymuşlar taabi: Alman otomobil devlerinin en yetenekli mühendisleri müthiş teknolojik bi labaratuvarda toplanmış. Mersedes, Bemve, Vosvos... Bütün firmaların en iyileriymiş hepsi. Alman devletinin para yardımıyla aralıksız iki sene çalışmış bunlar. Sonunda da; sen de 5 santim, ben diyeyim 2 buçuk santim, yani yarım karış ya var ya yok, kibrit kutusu kadar bi araba yapmışlar. Mersedes spor arabanın aynısıymış bu. Ama büyüğünün büttüün özelliklerini aynen taşıyomuş küçük araba. Cam sileceğinden, bujisine tamamen aynıymış. Koy benzini, gez dolaş... O kadar müthişmiş yani.

    Bunların hemen dötü kalkmış. Alman Başbakan, “Şunu Caponlara gönderip havamızı atalım. Görsünler bakalım Almanlar nası bi milletmiş” demiş. Araba hemen kargoyla Caponya’ya yollanmış. Almanlar da bu arada olayı dünyaya duyurup, prestij kazanmak için minik arabayla ilgili bi broşür basmaya karar vermiş.

    Aradan bi hafta ya geçmiş ya geçmemiş, daha broşürü bile hazırlanmadan araba geri gelmiş Caponya’dan. Kutunun içinde de bi mektup varmış:

    “Sevgili Almanlar. Sizi tebrik ederiz. Çok güzel bi araba yapmışsınız. Fakat üzülerek gördük ki bu sevimli arabaya teyp ve cd çalar takmayı unutmuşsunuz. Biz sizin için bi tane taktık, umarız beğenirsiniz! ”

    Almanlar accayip şaşırmış taabi. “Ulan biz iki sene uğraştık. Bunlar üç günde böyle bi’şeyi nasıl yaparlar? ” diyerek burun kıvırmışlar, hiç biri inanmamış mektupta yazılanlara. İçlerinden biri laf olsun diye arabanın kapısını açmış tırnağının ucuyla. Eline bi büyüteç almış ve görmüş ki hakkaten arabaya bi teyp takılı. Daha dikkatli bakmış, üzerinde de “Pioneer 1200 CWS RT Özel Yapım” yazıyomuş.

    Bi toplu iğnenin ucuyla play tuşuna basmış. İşte o anda yeri göğü inleten bi sesle Capon milli marşı yükselmiş teypten. Almanlar bu durum karşısında şaşkınlık+hayranlık dolu duygularla hazırola geçmiş ve marşı derin bi saygı ile dinlemişler. Hepsinin gözleri dolmuş. Bi daha da Caponlarla sidik yarıştırmama kararı almışlar.

    Yaa abicim, işte Capon mucizesi budur. Dikkat et, hiç bi Alman şirketi Caponların girdiği ihaleye girmez. Dilleri yanmış bi kere, o kadar da aptal mı sanıyosun Almanları...

  • enteresan diyaloglar

    17.07.2004 - 10:29

    Hani bi zamanlar Kanal 6’da canlı yayınlanan, çocuklar için Hugo diye bi yarışma programı vardı. Programa telefonla katılan çocuklar bi bilgisayar oyununu oynuyo, oyunun kahramanı Hugo’yu telefonun tuşlarıyla yönetiyolardı. Yarışmayı da Tolga Garipoğlu adında bi genç sunuyodu.
    Bi gün Hugo’ya katılan çocuklardan biri oyunu becerememiş. Telefonu kapatıp yeni bi yarışmacı almadan önce sunucu klasik bi’kaç avutma cümlesi söyler ya, bizim Tolga da, “Olsun canım zaten önemli olan katılmak di’mi? Eminim Hugo’da şimdi çok üzgün ama napalım” derken telefon hattının ucundaki başaramamanın utancını ve de hıncını taşıyan çocuk ağzının içinde homurdanmış: “Hugo’nun.... koyiim”

    Homurdanmış ama küfür bayağı bayağı anlaşılmış. Canlı yayın, Tolga panik olmuş taabi, “Aa çok ayıp. Bak şimdi Tolga abin de sana çok kızdı” demiş. Bunun üzerine çocuk final cümlesini patlatmış: “Tolga abinin de.... koyim! ”

  • sadettin teksoy

    17.07.2004 - 10:23

    Horoz yumurtasının içinden değerli taş çıkacağını Saadettin Teksoy bir programında konu etmişti. Kadının biri bu olayı radyodan duymuş ve yumurtayı 15 yıl saklamış. Bu yumurtayı Teksoy'un yanında kırmıştı. Yumurtanın içinden gerçekten sert kırmızı bir madde çıkmıştı. Teksoy, laboratuvar analizleri sonucunda böyle bir maddeye ilk defa rastlanıldığının ortaya çıktığını söylemişti.

  • şükrü saraçoğlu

    17.07.2004 - 10:20

    eski maraton da bitince 65.000 kapasiteye ulaşacak evim kadar rahat futbol mabedi..stad tamamlanınca kenan evren anadolu lisesi yıkılacak ve otopark yapılacak..daha sonra dünyanın en güzel stadı olacak..

  • şükrü saraçoğlu

    17.07.2004 - 10:19

    1950 yılında Cumhurbaşkanı seçilen Celal Bayar, kendisini ziyarete gelen Fenerbahçe yöneticilerine, Fenerbahçe Stadı'nın inşaatına başlanması konusunda: 'Rahat olun, sizi bu müşgülden kurtarmayı vazife sayarız.' dedi. Bu cümle, Fenerbahçe'de yaklaşık kırk yıllık bir geçmişin ürün vermesi demekti. Ancak Fenerbahçeliler bu cümleleri takiben, otuz yılın sonrasında, 1980'lerin ilk yarısında, istedikleri stada kavuştular. Yine de ihtilafa düşülen bir nokta kalmıştı...

    Kadıköy'de ilk stad yapılması düşüncesi aslında 1908'lerde doğmuştu. Meşrutiyetin ilanıyla birlikte ülkeye gelen özgürlük havası, dernek ve toplum kurulmasına izin verince, İttihat ve Terakki'nin ileri gelenleri, futbolun gelişmesi amacıyla stad kurma düşüncesini ortaya attılar. Zamanın 'Şehreminisi' (belediye başkanı) Dr. Cemil Topuzlu'nun öncülük ettiği bu düşünce sonucunda, Yoğurtcu Çayırı'na stad yapılması kararına varıldı.

    Yirmi sene Union Club malı olarak kalan arazi, İttihat ve Terakki iktidarı döneminde İttihat Spor'un malı haline dönüştü. Kadıköy'de faaliyet gösteren İttihat Spor başkanı Aydınoğlu Reşit Bey stad arazisinin satılmasına karşı çıkıyor ve bir engel teşkil ediyordu.

    O günlerde Maliye Bakanlığı'na Şükrü Saraçoğlu getirilmişti. Fenerbahçeliliği ile tanınan Saraçoğlu, hiçbir maçı kaçırmayan, imkanlarını Fenerbahçe'nin lehine kullanarak, içindeki Fenerbahçe sevgisini her fırsatta gözler önüne seren gerçek bir 'taraftar'dı.

    Aydınoğlu Reşit Bey'in satışa karşı çıkmasının ardından, gelişmeleri takip etmekte olan Saraçoğlu meclisten tek maddelik bir yasa çıkartılmasına ön-ayak oldu. Yasaya göre spor tesisleri ve semt sahalarının nasıl kullanılacağı belirlenmişti. Yasa ile birlikte, aynı semtte faaliyet gösteren takımlardan, üye sayısı fazla olan takıma imtiyaz sağlanıyordu. Böylece, İttihat Spor'un üye sayısı düşük olduğundan arazinin kullanım hakkı Fenerbahçe'ye devrediliyordu.

    Ancak arazi halen Milli Emlak Dairesi'nin malıydı. Saraçoğlu, bu durum karşısında yine devreye girerek sorunu çözdü; araziyi 'bir lira karşılığında' Fenerbahçe'ye sattırdı. Böylece CHP'nin tek partili döneminde Şükrü Saraçoğlu'nun üstün gayret ve yardımlarıyla stad Fenerbahçe mülkiyetine geçmiş oldu.

    19 Eylül 1982'deki Fenerbahçe - Altay maçıyla açılan ve uzun seneler Fenerbahçe Stadı olarak anılan stad, Aziz Yıldırım başkanlığındaki yönetim tarafından, Fenerbahçe'nin menfaati için gösterdiği gayret ve yaptığı yardımlardan dolayı, kendisine bir vefa borcu ödemek amacıyla, eski başkan Şükrü Saraçoğlu'nun ismi verilerek Fenerbahçe Şükrü Saraçoğlu Stadı adını aldı.

    2000 senesi itibariyle yapımına başlanan açık tribün inşaatları sonrasında stat kapasitesi arttırıldı. Her iki açık tribün, 12.000 seyirci kapasitesine çıkartıldı. 2000-2001 sezonunun açılış maçı İstanbulspor ile oynanırken, tamamlanan Migros Tribün'ün hizmete açılmasıyla kapasite 30.000 civarına çıkarılmış ve sezon içinde de diğer açık tribünün inşaatına başlanmıştı. 6 Mayıs 2001'de oynanan Fenerbahçe-Galatasaray maçıyla hizmete giren Telsim Tribün, seyirci kapasitesini de 42.000'e çıkarmıştı.

    Maraton Tribün'ün yıkılmasıyla uzun süre alışılagelmiş tribün atmosferinden yoksun maçlar oynayan Fenerbahçe, bundan önemli derecede etkilendi. Gecenin geç saatlerine kadar çalışılarak hızla bitirilen inşaat, 16 Şubat 2002 tarihinde oynanan Fenerbahçe-Galatasaray maçıyla açılmış ve günler önce tükenen biletlerle 55.000 civarında taraftar maçı izlemişti.

    Mermer zemini, baştan aşağı cam duvarları ve aydınlık hali ile dikkat çeken tribünün içinde de iki kata açılan, 5 bin taraftarı yedirip içirecek kapasitede cafe, pub ve lokantakar yer alıyor. Soyunma, basın ve hakem odaları, yönetim ve toplantı salonları, yüksek konforda 60 lüks loca, yeni açılan Fenerium ve yine bu tribün altında yer alacak olan Fenerbahçe müzesi de, taraftarlara keyif ve konforu sunan bir ortama ev sahipliği yapıyor.

    İnşaat sonrası, tüm tribünlerin üzeri özel çelik konstrüksiyonlarla tutturularak geçmiş senelerde sıkıntı yaratan ve seyircinin görüş açısını azaltan sütunlar tamamen kaldırıldı.

    Kalan tek tribün olan eski Numaralı Tribün de yakın gelecekte şu anki Maraton Tribün'ün benzeri şekilde tamamlanarak hizmete sokulacak ve stadımız 2000'lerin Fenerbahçesi için modern hale getirilecek.

Toplam 816 mesaj bulundu