Var Mısın? Adlı Üyenin Nedir Yazıları - Antol ...

  • adli tıp

    22.07.2004 - 16:09

    Tarihçe

    Adli tıp ilmi M.Ö. 18. yüzyılda Hammurrabi Kanunlarında yer almasına rağmen, ülkemizde, ancak Osmanlı İmparatorluğu döneminde 2. Sultan Mahmut tarafından 1839 yılında Mekteb-i Tıbbiyye-i Şahane'nin eğitim proğramı içinde Tıbbi Kanuni (Adli Tıp) ismi altında yer almıştır. Bu dersin ilk hocası Avusturyalı Dr. C. A. Bernard olmuş ve ilk otopsi 1841 yılında bu hoca tarafından yapılmıştır.
    1857 yılında, Sultan Abdülmecit sivil halkın sağlık işlerinini ayırarak Mekteb-i Tıbbiyye-i Şahane nezaretine bağlı Umuru Tıbbiyye-i Mülkiye'ye vemiştir. Bu kuruluş içinde bir de Adli Komisyon bulunuyordu.
    1879 yılında, İstanbulda Polis Müdürlüğüne bağlı Zabıta Tababeti Adliye Şubesi kurulmuş ve başına da Adli Tıp hocası Ali Rüştü Paşa getirilmiştir.
    1908 yılında, Umuru Tıbbiyye-i Mülkiye ve Sıhhıyeyi Umumiye içinde ilk defa bir Morg İdaresi kurulmuş ve başına Ali Rüştü Paşa ek görevle getirilmiştir.
    1917 yılında, Adli Tıp örgütü Sağlık İşleri Genel Müdürlüğünden ayrılarak Adalet Bakanlığına bağlanmıştır ve 225 sayılı kanunla Adli Tıp Müessesi ve Meclisi kurularak bu tarihte Adli Tıp hocası olan Dr. Vasfi Bey Morg Müdürlüğüne getirilmiş ve bir süre sonra da Adli Tıp Müessesi Müdürlüğüne ek görevle atanmıştır.
    İş hacmi artan ve yetersiz kalan Adli Tıp Müessesesi 1926 yılında 813 sayılı Adli Tıp Müessesi Kanunu'nun kabulüyle Reislik haline getirilimiştir.
    Zaman içinde 813 sayılı yasa da ihtiyacı karşılamadığından 1953 yılında 6119 sayılı kanun kabul edilerek teşkilat daha da genişletilmiş ve bu sırada Grafoloji ve Balistik konularını araştıran Fizik Şubesi kurulmuştur.
    1973 yılında Prof. Dr. Şemsi Gök tarafından Adli Tıp Müessesesi ve Adli Tıp Enstitüsü binalarının inşaatına başlanmıştır.
    20 Nisan 1982 tarihinde kabul edilen ve 1 Mayıs 1982 tarihinde yürürlüğe giren 2659 sayılı Adli Tıp Kurumu Kanunu ile Kurum yapısında önemli gelişmeler olmuştur.
    25 Ekim 1982 tarihinde Kurumun halen hizmet verdiği binasının açılışı gerçekleştirilmiştir.

  • serüven

    22.07.2004 - 16:01

    macera

  • turkstar

    22.07.2004 - 16:00

    popstarın devamı sayılır..adları unutulmaya yüz tutacak yarışmacıları barındıran bi kere dahi izlemediğim yarışma...

  • yin yang

    22.07.2004 - 15:58

    Yin-yang


    YİN
    Karanlık, ölüm, gece, negatif, soğuk, kadın, pasif, yumuşak, kış vs.
    ---

    YANG
    Işık (aydınlık) , yaşam, gündüz, pozitif, sıcak, erkek, aktif, sert, yaz vs.


    Yin ve Yang nedir?
    yin ve yang kavramları kendilerine özgü bir gerçekliği veya nesneyi ifade etmezler.Bunlar kainatta sürekli olarak değişen ve birbirlerine alternatif,zıt olan ama varoluşları birbirine muhtaç olan oluşumların,hareketlerin, olayların izahıdır.Yin deyince karanlık,soğuk, ölüm gibi olumsuz bizim negatif diye tarif edeceğimiz kavramlar, yang deyince ise parlaklık, güneş sıcaklı yaşam gibi olumlu kavramlar(pozistif) kavramlar akla gelir.
    Dünyada bazı gerçeklerin her zaman için iki ayrı yüzü vardır.Herşey zıddıyla vardır.Var oluşunuda bu zıddının varlığına borçludur.Yin ve yang bu zıtlıkları ifade eder.taekwondonunda varlığı için muhakkak sizi zora sokacak bir rakibin varlığı gerekir.O sizin hatyatta karşınıza çıkacak zorlukları temsil eder.Ama varlığınız ve duruşunuzda onun size karşı eylemleridir.Dolayısıyla düşmanınz belki sizin varlığınızın teminatıdır.
    Yin ve yang statik değil süreklilik ve devamlılık arzeden ve aynı gücü paylaşmış zıtlıkların ifadesidir.Gece gündüz- yaz kış-yaşam ölüm gibi..Dolayısıyla bunları farklı iki terim gibi işlemekte hatadır.Aslında gece gündüz nasıl iki ayrı gerçek değil bir günün farklı iki yönü ise insanın nefsi arzuları ve meleki yönleride birbirine muhtaç ve birbirini tamamlayan iki yönüdür.Taekwondodada rakibiniz ve siz tüm zıtlıklara rağmen,taekwondo yapmanız birbirinize muhtaç olan aynı caimanın bir gerçeğisiniz.Sizin kendinizi geliştirmenize ve ilerlemenize sebeb rakibi yenmek için taşıdığınız hırs ve mücadele azmidir.Rakiple karşılaştığınız zaman korkar,heyecanlanır, kızar, yenilince hayal kırıklığına uğrar,yıkılır mahvolursunuz.Ancak 'bundan sonra rakip yok bir yıl müsabaka yapmayacaksınız' deseler o zamanda daha çok yıkılırsınız.Yani taekwondo gerek müsabaka olarak gerekse günlük hayatta sizin karşınıza çıkacak ve düzeninizi engelleyecek bir rakip üzerine kuruludur.Taekwondocu rakible hem mücadele eder hemde onu sever. Çünki taekwondo yapma gayesi odur.Tıpkı askerin en çok kendisine kurşun sıktığı düşmanını sevmesi gibi. Düşman olmazsa,niçin askerlik yaptığının bir anlamı olmaz.

    (Yin) Negatif Enerji
    (Yang) Pozitif Enerji Gündüz olmadan gece sıcak olmadan soğuk kış olmadan yaz olmaz.


    Yaşam/ Ölüm, Güneş/ Ay, Gece/Gündüz. Bütün bu oluşumlar tek başlarına var olamazlar. Biri olmadan diğeri olamaz. Pozitif ve negatif enerjilerin birbiri ile olan ilişkisi insanoğlunun varoluş kuralıdır.
    Herşey kendi zıddını taşır. Zıt enerjiler birarada olduğu zaman değişim ve potansiyel ortaya çıkar.
    Yin ve Yang enerjileri sürekli değişim içindedirler. Biri olmadan diğeri olamaz. Ne yin enerjisi ne yang enerjisi, evrende ve mekanda tek başlarına olamazlar. Potansiyel enerji üretebilmeleri için dengeli bir şekilde bir arada olmalıdırlar.

  • yörük ali efe

    22.07.2004 - 15:56

    Yörük Ali Efe
    Kurtuluş Savaşı kahramanlarından ve milis komutanlarından Yörük Ali Efe 27 Eylül 1951’de doğum eri olan Nazilli köyünün Kavaklı köyünde öldü.
    1896’da doğan Yörük Ali genç yaşında Nazilli yöresinde efelik yapmaya başladı. Yunanlıların 15 Mayıs 1919’da İzmir’i işgal etmelerinin ardından İçcbatı Andolu’ya ilerlemeleri üzerine, zeybekleriyle birlikte silahlı direnişi başlattı.
    26-30 temmuz 1919’da toplanan Balıkesir Kongresi’nde yunanlılara karşı ulusal seferberlik kararı alınınca, Yörük Ali Efe’nin Nazilli cephesindeki güçlerine katılımlar giderek artmaya başladı. Birliklerine “Milli Aydın Alayı” adı, kendisine de “Milis albayı” rütbesi verildi. Kasım 1920’de alayıyla birlikte düzenli ordu birliklerine katılan Yörük Ali Efe, Kurtuluş Savaşı’nda gösterdiği yararlıklarından dolayı İstiklal Madalyası ile ödüllendirildi.
    Adına türkü yakılan (Şu dalmadan geçtin mi? /efelerin içinde Yörük Ali’yi seçtin mi? / Heyt gidenin Efesi...) Yörük Ali Efe’nin, 1997’de Aydın belediyesi’nce yaptırılan heykeli, efelerin ıyıksız olamayacağı gerekçesiyle kaldırıldı ve 1998’de bıyıklı olarak yeniden dikildi.

  • hallac-ı mansur

    22.07.2004 - 15:54

    Alevi-Bektasi düsüncesin’in felsefi kökenlerin’den ve kurucularin’dan biri’dir Hallac-i Mansur. Bunun en güzel örnegi de Alevi Cem ayinlerindeki en yüksek makam’in adi olan Dari Mansur Divani’dir. Dari Mansur mahkemeleridir. Görgü Cem’lerinin yapildigi makamin adi Dari Mansur divani iste bu büyük insandan kaynaklanir. Hallac-i Mansur Alevi düsüncesinin temel taslarindan’dir. Hallac-i Mansur 856 (M.S.) yilinda Beyza’nin Tur yöresinde dogmustur. Beyza kenti Basra bölgesine bagli ve Horasan’a yakin bir yerdir (Iran) . Esas adi Ab’i Mugis al- Husayn Bin Mansur ol Bayvaz’dir. Hallac-i Mansur kendisi Fars’liydi ve babasi Zerdüst dinine bagliydi. Hallac-i Mansur’un dogdugu yerde hepsi müslüman olmustu ama Zerdüst kökenliydiler. Araplar zamaninda Iran’i feth ettiklerinde ordaki toplumu silah zoruyla müslümanlastirdi’lar ve araplastirdi’lar. Ordaki yasayan insanlar hem dinin’den hemde kültür ve dillerinden uzaklastirildilar. Yörede sünnilik egemendi. Hallac’in yasadigi kentler’de özellikle hambeli mezephi bastaydi ve o insanlardan taraf benimseniyordu. Hallac-i Mansur kücüklügünden beri ailesiyle beraber bir cok sehirler’de yasar ve gittigi yerler’de egitim alirdi. 884 yilin’da Hallac Basraya gider ve bir kac ay sonra evlenir. Hallac-i Mansur hayatinda cok büyük seyahatlara cikmistir ve gittigi yerlerde cok bilgi edinmistir. Bir cok degisik din ve kültürlerle karsilasmistir ver onlardan etkinlenmistir. Hallac’in seyahatlari onu taa Hindistan ve Cin sinirlarina kadar götürmüstür. Gittigi yerlerde hem insanlar’dan bilgi edinmistir hemde kendi bilgisini onlara aktarmistir. Hallac-i Mansur hayatin’da tam üc defa hacca gitmistir ve Kudüs’e de ugramistir. Toplum dan taraf Hallac-i Mansur cok sevilmistir ve sayilmistir. Hallac insanlarin sorunlari icin son derece duyarliydi ve köle ayaklanmalarina sicak bakardi. Hambeli Mezephi’nin düzenledigi bir ayaklanmayi destekledigi ve degisik dinsel yorumlarda bulundugu icin tutuklanir ve 8 yil hapis yatar. Hapis’de düsüncelerin’den vaz gecmez ve sonunda yine yargilanir. Ifadelerin’de ve mahkemede her zaman kendi dini görüslerini dile getirmistir. Bugüne gelmis en ünlü sözcügü’de 'ENEL HAK' ‘dir ('Ben Tanriyim') . Bu sözcük onun bütün düsünce ve felsefe-sini kisa ve öz sekil’de dile getiriyor. Hallac’a karsi alinan mahkeme karari tam olarak aktariyoruz: 'Önce kamcilanmasina; sonra beden’in dilim dilim edilmesine, daha sonra daragacina asilarak teshir edilmesine ve sonra’da kellesin’in bedeninden ayrilarak yakilmasina karar verildi.' Hallac-i Mansur bu fetva ile 922 (M.S.) yilin Mart ayin’da Bagdat’da cezalandirilmistir. Ölüm anin’da 'ENEL HAK' sözcügünü yine dile getirmistir ve cezalandirilmasi yoksul halka silah zoruyla seyretildirildi.

    Hallac-i Mansur’un egitimi ve hocalari:

    ----------

    Hallac-i Mansur kücüklügünden beri dini egitimi almistir. En birinci hocalari sünni’diler ve cogu Hambeli mezhepine bagliydilar. Daha sonra kendisi Sufi’lerden egitilmistir ve sonunda kendisi`de tam ünlü bir Sufi bilgini olmustur. Hallac’in en ünlü hocasi’da o zamanin en büyük sufi’lerinden Cüneyd-i Bagdadi’ydi. Hallac-i Mansur sufiler’den taraf egitilmesine ragmen onlari asmis ve Sufiligi yeni boyutlara tasimistir. Sürdürdügü seyahatlarinda degisik dini ve kültür degerlerinle karsilasmistir ve bu onlari da kendi düsünce potasin’da kavurmustur. Hallac modern sufiligin sistematik temelini atmistir. Kendisi zamanin’da sufilik’de varolan sir ilkesini bozdugu icin ve sufiligi sünnilik’ten uzaklastirdigi icin sufilerden taraf dislanmistir. Yargilandigin’da sufiler ona yardim etmediler ve cezandirilmasini onlarda desteklediler.

    'ENEL HAK' ‘in aciklamasi: Bilindgi gibi 'Enel Hak' kelimesi arapca’dan gelme ve 'Ben Tanriyim' veya 'Ben Hakikatim' anlamina geliyor. Acaba Hallac-i Mansur bu sözyügü kullandigin’da neyi kastediyordu? 'Enel Hak' demek kendini asmak; Tanriyla, peygamberle, imamla özdes olma anlamina geliyor ve alevi-bektasi düsüncesinin özünü olusturur. Bu kapsamda, Tanri’ya ulastigina inanan ve bunu aciklamak icin’de 'Enel Hak' diyen Hallac-i Mansur, sünnilik tarafindan suclu bulunmus ve öldürülmüstür. Bir insan Tanri’nin bir görüntüsü’dür ve onun niteklerine sahiptir ve onun icin 'Ben Tanriyim' veya 'Enel Hak' diyebilir. Hallac-i daragacina gönderen düsünce o’nun yok etmekle bu isi bitirecegini sandi, ama yanildi. O’nun düsüncesi ve felsefesi daha hala bizde yasiyor ve yasayacaktir. Hallac’tan 500 yil sonra Nesimi ‘de 'Enel Hak' sözcügü kulandigi icin ayni siddetle karsilasti.

    Aslinda ne Hallac-i Mansur ne de Nesimi öldü, cünkü onlar Alevilerin Cem’lerde, gülbenk’lerde, dualar’da ve Dari Mansur’larda hala yasiyor.

    ----------

    Asa ile Musa ile kactim ciktim Tur dagina

    Ibrahim ile Kabe’de bünyar birakanda idim

    Mirac gecesi Ahmed’in arsta nalini döndürdüm

    Üveys ile urdum taci, Mansur’la urganda idim.

    YUNUS EMRE

    Daim ENELHAK söylersem

    haktan cü Mansur olmusam

    Kimdir bendi berdar eden,

    bu sehre meshur olmusam

    NESIMI

    ----------

    Kaynak: Louis Massignon: Hallac-i Mansur - Anadolu Aleviligi’nin Felsefi Kökleri; Derleyen: Prof. Dr. Niyazi Öktem. Hallac-i Mansur’le ilgili Alevi ozanlarin siirleri:

  • anıtkabir

    22.07.2004 - 15:35

    Türk milletinin kalbinin attığı yer olan Anıtkabir, bilinen siluetinin yanı sıra bilinmeyen bir çok gerçeği de 50 yıldır derinliklerinde saklıyor.
    Yapımı 9 yılda tamamlanan yaklaşık 150 bin ton ağırlığındaki Anıtkabir, heykellerinden süslemelerine, kulelerinden kabartmalarına kadar pek çok özel anlamlarla yüklü...

    A.A muhabirinin Anıtkabir Komutanlığı'ndan aldığı bilgiye göre, yapımına 9 Ekim 1944'de başlanan ve 1 Eylül 19'de tamamlanan Anıtkabir'in yerini ilk olarak Aydın Milletvekili Mithat Aydın önerdi.
    Ata'nın kabrinin yapımıyla ilgili komisyon Etnoğrafya Müzesi, TBMM'nin arkasındaki tepe (Kabatepe) , Ankara Kalesi, Altındağ ve Gazi Orman Çiftliği seçeneklerini eleyerek tam Çankaya'da karar kılacağı sırada, Aydın Milletvekili Mithat Aydın daha sonra 'Anıttepe' olarak adlandırılacak olan Rasattepe'yi önerdi. Komisyon üyelerinin de burayı gördükten sonra Aydın'a hak vermeleri üzerine Anıtkabir'in Rasattepe'ye yapılması kararlaştırıldı.
    Türk milletine gömüleceği yer konusunda bir vasiyette bulunmayan Atatürk'ün yıllar önce bir gezi sırasında Rasattepe'yi gezerken ağzından dökülen 'Bu tepe ne güzel bir anıt yeri...' sözleri de bugün için çok anlamlı...
    Anıtkabir için 1941'de açılan yarışmaya, İkinci Dünya Savaşı'nın en çetin günleri yaşanmasına rağmen Türkiye, Almanya, İtalya, Avusturya, İsviçre, Fransa ve Çekoslovakya'dan toplam 49 proje katıldı. Ancak en çok beğenilen üç proje arasında Prof. Emin Onat ile Doç. Orhan Arda'nın '25' numaralı projesi kabul edildi.

    VATAN TOPRAĞINDA YATIYOR
    750 bin metrekarelik bir alan üzerinde aslanlı yol, tören meydanı, mozole ve on kuleden oluşan Anıtkabir, 907 metre yüksekte yer alıyor.
    Ata'nın kabri 40 tonluk yekpare mermerden yapılan sembolik lahtin yaklaşık 7 metre altındaki mezar odasında bulunuyor Türk milletinin kalbine gömdüğü Atatürk, Selçuklu-Osmanlı kümbet mimarisine göre yapılmış sekizgen şeklindeki mezar odasında 'vatan toprağında' yatıyor.
    Ölümünden 15 yıl sonra Etnoğrafya Müzesi'ndeki geçici istirahatgahından Anıtkabir'e nakledilen Ata'nın naaşı, tahnit işlemi çözülerek, Suriye'deki Caber Kalesi, Kore'deki Türk şehitliği, Selanik'teki doğduğu evin bahçesi, KKTC ve illerden getirilen toprakların harmanlandığı 'vatan toprağına' İslami usullere göre kefenlenerek ve yüzü kıbleye bakacak şekilde defnedildi.
    Ata'nın kabrinin yer aldığı mezar odasına, Genelkurmay Başkanı'nın izniyle girilebiliyor.

    ASLANLARIN SIRRI
    Türk milleti için kutsal değerlerle kuşatılan Anıtkabir'deki her mimari unsur ayrı bir mana taşıyor.
    Ata'nın kabrine ulaşan 262 metrelik Aslanlı yolun sağ ve solunda bulunan 24 aslan, '24 Oğuz boyunu' temsil ediyor. Türk kültüründe güç sembolü olduğu için seçilen aslan figürlerinin çift olması milletin 'birlik ve bütünlüğünü' vurgularken, aslanların kedi gibi yatar pozisyonda olması ise bu büyük gücün 'barışseverliğini' sembolize ediyor.
    Ziyaretçilerin de kabrin manevi atmosferine ayak uydurmaya yönlendirildiği Aslanlı yolda, taşlar Ata'nın huzuruna çıkanların 'başlarının öne eğik' olması için 5 santimlik çim boşluğu bırakılarak döşenmiş.
    Depreme karşı dayanıklı kılmak için tıpkı bir geminin su altındaki kısmı gibi toprağın içine yerleştirilen Anıtkabir'de mozolenin iç duvar ve zemini en nadide mermerlerle kaplanırken, tavanları renkli ve altın varaklı İtalyan mozaikleriyle süslenmiş.
    Milli değerleri temsil eden isimler verilen ve Selçuklu çadır mimarisinin özelliklerini yansıtan bir mimariyle yapılan 10 kule Anıtkabir'in siluetine ayrı bir değer katıyor.

    BAYRAK DİREĞİ ABD'DEN GELDİ
    Anıtkabir'in diğer unsurlarında olduğu gibi bayrak direği de çok özel...
    Anıtkabir'in 33,5 metre uzunluğundaki bayrak direğini 1946 yılında Nazmi Cemal adlı bir Türk vatandaşı ABD'den gönderdi. 4 metresi kaidenin altında gömülü bulunan direğin 29,5 metresi görülebiliyor.

    MÜZEDEKİ ESERLER
    Anıtkabir'deki Atatürk Müzesi de Ata'nın doldurulmuş köpeği Foks'tan tıraş takımlarına, bastonlarından aldığı çok özel hediyelere kadar özel hayatını yansıtan pek çok nadide parçaya evsahipliği yapıyor.
    Ata'nın anne ve babasının fotoğrafları, Türkiye Cumhuriyeti'nin verdiği eski yazı ve Latin harfleriyle basılmış iki nüfus cüzdanı, Göğsünde taşımayı en çok sevdiği madalyalardan biri olan 1917'de Sultan 5. Mehmet Reşat'ın verdiği altın imtiyaz madalyası, Sovyet Mareşali Voroshilov ve İran Şahı Pehlevi'nin hediye ettiği değerli taşlarla süslü kılıçlar ve ince bir zevkin ürünü olan saatleri dikkat çekici parçalar arasında...
    Atatürk'ün hem baston hem de tüfek olarak kullanılabilen özel silahı, manevi kızları Sabiha Gökçen ve Afet İnan'a hediye ettiği çok özel tabancaların da sergilendiği müzede, manevi kızı Rukiye Erkin'e hediye ettiği, ancak bir mercek yardımıyla okunabilen metal mahfazası içinde mini bir Kuran dikkati çekiyor.

    ETİYOPYA KRALI'NIN İLGİNÇ ÇELENGİ...
    Milletvekili mazbataları ve 1927 yılında yaklaşık 5 günde okuduğu Nutuk'un orijinal metninin de yer aldığı müzede, Etiyopya Kralı Haile Selasiye'nin 1967 yılında Anıtkabir ziyaretinde mozoleye bıraktığı iki büyük gül dalıyla sembolize edilen gümüş çelenk de en ilginç parçalardan birisi...
    Anıtkabir'deki Atatürk Müzesi'nde ayrıca okumaya büyük önem veren Atatürk'ün özel kitaplığında bulunan Türk ve İslam tarihi, dil, edebiyat, sosyal bilimler, bilim ve teknik konularındaki Türkçe, Osmanlıca, Fransızca, İngilizce, Almanca, Rusça, Arapça, Farsça, Slav dillerindeki toplam 3 bin 118 kitap da sergileniyor.

  • kabak tatlısı

    22.07.2004 - 15:28

    KABAK TATLISI
    ----------

    Malzemeler:
    1 kg. tatlı kabağı
    2 bardak toz şeker
    1/2 bardak ceviz içi

    ----------
    Hazırlanışı:
    Kabağı 7-8 cm. uzunlukta 1,5-2 cm. kalınlıkta dilimlere doğrayıp kabuklarını soyun. Yıkadıktan sonra kenarlı bir tepsiye yerleştirin. Kabağın yarısına gelecek kadar su koyun ve orta hararette bir ateşte yumuşayıncaya kadar pişirin. Tahmini 1/2 bardak su kalınca, toz şekeri serperek ilave edin.

    Buğusu ile şeker eridikten sonra tepsinin kapağını açın. Şeker hafif koyulaşınca ateşten alarak soğumaya bırakın. Servis tabağına koyduktan sonra üzerine ceviz içini serpip servis yapın.

  • alpay özalan

    22.07.2004 - 15:20

    29 Mayıs 1973'de İzmir doğdu. 2.ligde Soma Linyitspor'da oynadıktan sonra 1992'de Altay'a geçti ve o sezon sergilediği performans sonrasında Fatih Terim tarafından Ümit Milli Takım'a alındı. Ümit Milli Takım'ın değişmez oyuncusu olduktan sonra büyük takımların dikkatini çekti. 1993 transfer ayında Altay'dan koptuktan sonra, Süleyman Seba tarafından Beşiktaş'a transfer edildi.

    Daha henüz 20 yaşında Beşiktaş’a adım atarken ilk sezonunda Gordon Milne, sezon ortasında Milne'nin ayrılmasıyla Daum ile çalıştı. Milne ve Daum’lu 1993-94 sezonunda 11 maçta görev aldıktan sonra Daum'un değişmez oyuncularında birisi oldu. Daum döneminde lig şampiyonluğu, Türkiye Kupası, Cumhurbaşkanlığı Kupası şampiyonlukları yaşadı. Her transfer döneminde takımında en kilit isimlerden birisi olarak dikkat çekti.

    1993-1999 yılları arasında Beşiktaş'ta tam 6 yıl çok önemli başarılar yaşarken Siyah-Beyazlı taraftarın en çok sevdiği isimlerden birisi oldu. Ancak 1999 Haziran ayında yönetim ile anlaşamadı ve sonra satışa konuldu. O dönemde 2.6 trilyonluk rekor bonservis bedeli ile satışa çıkartıldığında Alpay’a ilk olarak Siirt Jet-Pa Kulübü Başkanı Fadıl Akgündüz talip oldu. 2 trilyon 600 milyarlık rekor transfer ücretini ödeyen Akgündüz, Özalan’ı 3.5 trilyona Siirt Jet - Pa renklerine bağladı. Bu transeferin hemen ardından Fenerbahçe'ye kiralandı.

    Fenerbahçe'de Rıdvan Dilmen, Zeman, Turhan Sofuoğlulu dönemde takımın değişmez oyuncusu oldu. Alpay, Fenerbahçe’den sonra İngiltere’nin Aston Villa takımına transfer oldu. Burada da başarılı futboluyla dikkatleri çekti. Milli Takımın da değişmez oyuncusu olan Alpay Özalan evli ve bir çocuk babası.

  • livaneli

    22.07.2004 - 15:16

    Gerçek adı Ömer Zülfü Livaneli’dir. 20 Haziran 1946 yılında Konya-Ilgın’da doğan Livaneli, müziği ile birçok ulusal ve uluslararası ödül aldı ve eserleri John Baez, Maria Farandouri gibi sanatçılar tarafından yorumlandı. Kültür, sanat ve politika alanında Türkiye’nin önemli isimlerinden birisi olan sanatçı, sanat yaşamı boyunca 300’e yakın besteye ve 30 film müziğine imzasını attı.

    Bugüne kadar üç uzun metrajlı film yönetti; 'Yer Demir Gök Bakır', 'Sis' ve 'Şahmeran'. Valencia Film Festivali'nde 'Altın Palmiye' ve 1989'da Montpelier Film Festivali'nde 'Altın Antigone' ödülüne layık görüldü. 'Sis', 'En iyi Avrupa Film Ödülü'ne aday gösterildi. Sanatçının filmleri Türkiye, ABD, Fransa, Almanya, İsviçre, ve Japonya'da gösterime girdi ve BBC, WDR, İspanya, Kanada ve Japon televizyonları gibi bir çok televizyon şirketine satıldı.

    Ekim 1986'da Cengiz Aytmatov'un daveti üzerine Federico Major, Yaşar Kemal, Arthur Miller ve diğer ünlü sanatçı ve düşünürlerin katıldığı Kırgızistan ve daha sonra Wengen, Granada ve Mexico City'de toplanan Issyk - Kul Forumu'nda yer aldı.

    Livaneli, Elia Kazan, Jack Lang, Vanessa Redgrave, Arthur Miller, Mikhail Gorbaçov gibi ünlü kişilerle birlikte dünya kültürünün ilerlemesi ve dünya sanatlarının gelişmesine katkıda bulunmak üzere çalışmalarda bulundu.

    1996 yılında Paris’te merkezi bulunan UNESCO (Birleşmiş Milletlerin Eğitim Kültür Bilim Kurulu) tarafından büyükelçilik verilen sanatçı Livaneli, orjinali ilk kez 1978’de çıkan 'Nazım Türküsü'adlı albümde Nazım Hikmet'in şiirlerinden bestelediği şarkıları bir araya getirdi.

    Arafta Bir Çocuk', 'Engereğin Gözündeki Kamaşma' ve 'Bir Kedi, Bir Adam, Bir Ölüm' kitaplarının yazarı olan Livaneli, halen Sabah Gazetesi'nde köşe yazarlığına devam etmektedir.

  • livaneli

    22.07.2004 - 15:15

    Avrupa'nın En İyi 10 Filminden biri Yer Demir Gök Bakır'dır.

    Fransız Sinema Eleştirmenleri
    Yönetmen Zülfü Livaneli
    Senaryo Zülfü Livaneli, Yaşar Kemal'in aynı adlı romanından
    Görüntü Yönetmeni Jürgen Jürges
    Sanat Yönetmeni Gürel Yontan
    Yapım Yönetmeni (Production Manager) Peter Schulze
    Yapımcılar Wim Wenders, Ülker Livaneli
    Müzik Zülfü Livaneli
    Yapım İnterfilm - Road Movies, 1987 - Cannes Film Festivali(Uncertain Regard) , Mayıs 1987
    Oyuncular Rutkay Azizi, Macide Tanir, Yavuzer Çetinkaya, Eray Özbal, Serap Aksoy, Tuncay Akca, Melih Çardak, Dilek Damlacik, Yasemin Alkaya, Gürel Yontan, Peter Schulze, Ingeborg Carstens, Ugur Esen, Hülya Güler, Rana Cabbar, Yudum Yontan
    Filmin Ödülleri 1987 - San Sebastian Film Festivali (İspanya)
    'Hristiyan Sinema Örgütü -OCID '
    1988 - Köln Foto Kinama Fuarı (B. Almanya)
    'Altın Kamera' (Jurgen Jurges)

    Katıldığı Festivaller 1987 - Cannes Film Festivali
    'Özgün Bir Bakış' bölümü,
    1987 - Moskova Film Festivali

    1987 - Londra Film Festivali

    1987 - Rio Film Festivali

    1987 - Kudüs Film Festivali

  • liberalizm

    22.07.2004 - 15:10

    terakkiperver cumhuriyet fırkası ve serbest cumhuriyet fırkası gerçek anlamda liberalizmi benimseyen ilk partiler arasındadır..serbest piyasa ekonomisini çıkar yol olarak gören türkiyede besim tibuk gibi kişiler de vardır..liberal demokrat partisi bu anlamda her seçimlerde % 1 bile aşamaz...

  • kadı

    22.07.2004 - 15:07

    avukat

  • bor

    22.07.2004 - 15:06

    A.B.D VE TÜRKİYE'DE BOR TEKNOLOJİLERİ

    ----------

    Dünyanın en büyük bor üreticisi ve tüketicisi olan A.B.D'de bor üretimi üç firma tarafından yapılmaktadır.

    ----------

    United States Borax and Chemical Corporation (U.S. Borax)

    Türkiye'de de faaliyet gösteren, ingiliz R.T.Z. (Rio Tinto Zinc) adlı çok uluslu şirketin bir kolu olup dünyanın en büyük bor üreticisidir. Boraks üretimi Kaliforniya'nın tinkalden çözme, koyulaştırma, (tiknerleme) ve yıkama işlemlerinden sonra vakum kristalizatörlerde soğutulma işlemi sonucu bor türevleri elde edilmektedir. Kristallendirilen bor türevlerinin kısmen veya tamamen kristal suyu uçurularak satış ürünü elde edilmektedir.

    U.S. Borax'in rezervlerinde bulunan kernit (razorit) minerali önceleri kalsine edilip, öğütüldükten sonra sınıflandırılarak % 65 ve % 46 B2O3 içeren ürünler olarak yeni bir proses ile borik asit olarak değerlendirilmektedir. Yıllık kapasitesi 200.000 ton borik asit olan bu tesis Boran bölgesinde isletmeye alındıktan sonra Millington'daki borik asit tesisleri kapatılmış, sadece özel ürünler ve yüksek saflıktaki ürünler Millnington'da üretilmeye devam edilmektedir.

    ----------

    Kerr-Mc Gee Chemical Corporation

    Kerr-Mc Gee firması Kaliforniya'daki Searles Lake göl sularından üç ayrı üretim yöntemi ile boraks üretmektedir. Trona'da bulunan ve tesiste gölün alt ve üst kısımları ayrı ayrı işleme tabi tutulmasına rağmen temel işlem ürünlerin sırayla fraksiyonel kristalizasyon yöntemi ile ayrıştırılması metoduna dayanır. Potas, boraks pentahidrat ve borik asit gölün üst kısımlarından evaporatif (buharlaştırma) yöntemi ile elde edilir. Gölün alt kısımlarından ise karbonasyon yöntemi ile boraks elde edilir. Zayıf göl sularından ise özütleme (solvent ekstraksiyon) yöntemiyle de borik asit ve potasyum sülfatlar elde edilmektedir. Sodyum klorür ve diğer artıklar göle geri gönderilir.

    ----------

    American Borate Company (A.B.C)
    Owens-Corning Fiberglas firmasının bir kuruluşu olan A.B.C. 1983 yılında kolemanit üretmek amacıyla Death Valley'de Billie madenin yeraltı işletmeciliği yöntemi ile çalıştırmaya başlamış ve çıkarılan % 18-20 B2O3 tenörlü kolemaniti Amargosa'daki flotasyon ve kalsinasyon tesisinde % 38-42 B2O3 tenörüne kadar zenginleştirmeye başlamıştı. Madende ayrıca üleksit ve probertit çıkarılmış olup basit bir eleme işleminden sonra satışı yapılmaktadır.

    Türkiye'den ithal edilen üleksitin daha ucuza gelmesi nedeniyle tekrar açılabilecekmiş gibi korumaya alınarak 1986 yılı sonlarına doğru üretimi durdurmuştur. Tenörün düşüklüğü, üretim maliyeti, zenginleştirme maliyeti ve ürünün A.B.D.'nin doğu kıyılarına nakliyat maliyetinin yüksekliği bu kararda önemli rol oynamıştır.

    ----------

    TÜRKİYE BOR TEKNOLOJİSİ

    ----------

    Dünya rezervinin %65'inin bulunduğu, aynı zamanda da dünyanın ikinci büyük üreticisi olan Türkiye'de, bor ETİBOR tarafından üretilir.

    ----------

    Etibor ürünleri, ham cevher, konsantre cevher ve son ürün (bor türevleri) olarak üç gruptur.

    ----------

    Hammadde ve Konsantre Ürün

    Türkiye'de üretilen bor hammaddesi ve konsantre ürün tamamen Etibor tarafından, Kırka ve Emet'te bulunan konsantratörlerde konsantre cevher elde edilmektedir. Emet'te bulunan konsantratörde kırma ve titreşimli eleme işlemleri sonrasında seperatörlerden geçirilen cevher; 25-100 mm iri cevher, 3-25 mm orta ürün ve 0-3 mm ince taneli ürün olarak klasifiye edilir. Kırka tesisinde de bor cevherleri, benzer şekilde zenginleştirilmeye tabi tutulmaktadır.Emet ocaklarından yılda 480.000 ton ham cevher üretilir. Emet'te ise 200.000 ton Hisarcık konsantre cevheri ve 56.000 ton Espey arsenikli cevheri olmak üzere iki farklı ürün elde edilir.

    ----------

    Konsantre Ürün ve Borik Asit

    Emet ve diğer bölgelerden üretilen cevherlerin bir kısmı, Bandırma Asit Borik tesisine gönderilerek burada bulunan iki üniteden oluşan tesiste; çözme, evaporatör ve tiknerleme vb yöntemlerle son ürünler üretilir.

    Kırka'da bulunan Bor Türevleri Tesisinde de Borat Türevleri Ürünleri üretimi yapılmaktadır. Kırka Tesislerinde Tincal cevheri üretilir.

    Etibor'un mamul ürünleri Bandırma Asit Borik Tesislerinde üretilmekte ve dünya pazarına sunulmaktadır.

    Boraks Dekahidrat (Na2B4O7.10H2O)
    Boraks Pentahidrat (Na2B4O7.10H2O)
    Borik Asit (H3BO3)
    Sodyum Perborat (NaBO3.4H2O)

    ----------

  • bor

    22.07.2004 - 15:06

    TÜRKİYE BOR YATAKLARININ TARİHÇESİ

    ----------

    Türkiye bor yataklarının tarihçesi 1860'lı yıllara, Osmanlı imparatorluğunun son zamanlarına kadar uzanır. Sözkonusu tarihçe için bazı ön bilgiler verildikten sonra, değişik ülkelerin ilgi alanına girmesi nedeniyle, bu cevherin işletilmesi için padişaha ve dönemin yönetimine yapılan başvuruları açıklıkla ortaya koymaktadır. Osmanlı dönemi ve Cumhuriyet döneminde bor madenlerinin durumu bu makalede incelenmektedir. makaledeki bazı söylemlerin, makalenin yazıldığı 1967-68'li yılların dünya ekonomisine bakış açısından ele alındığında, sosyo-politik sorunları vurgulaması da, ayrıca başlı başına incelenmeye değer bir niteliktedir. Bu nedenle, o yılların politik koşulları açısından da makalenin değerlendirilmesinin dikkatlerden kaçırılmaması gereken bir noktadır. İlgi çekeceği bir makale.

    Bir diğer kaynak ise, Devlet Planlama Teşkilatı'nın 1977 yılında yayınlanan IV. Beş Yıllık Kalkınma Planı Özel İhtisas Komisyonu tarafından hazırlanmış olan Tarihçesidir. Bu da oldukça ilgi çekicidir.

    ----------

  • bor

    22.07.2004 - 15:04

    TÜRKİYE BOR YATAKLARI

    Türkiye bor yatakları Balıkesir, Bursa, Eskişehir, Kütahya illerinde yeralır. Bu yataklardan Eskişehir-Kırka bor yatağı bugüne kadar bilinen dünyanın en büyük yatağıdır.

    BALIKESİR-BİGADİÇ
    BALIKESİR-SUSURLUK
    BURSA-KESTELEK
    KÜTAHYA-EMET
    ESKİŞEHİR-KIRKA

  • bor

    22.07.2004 - 15:03

    BOR CEVHERLERİNİN ENDÜSTRİDEKİ KULLANIMI

    Üretilen bor minerallerinin % 10'a yakın bir bölümü doğrudan mineral olarak tüketilirken, geriye kalan %90 oranındaki kısmı bor cevherlerinden üretilen borat ürünleri elde etmek için kullanılmaktadır.

    Dünyada bor tüketimi yüksek olmasına karşın tüketim alanları ülkelere göre çarpıçı şekilde sektörel bazda değişim göstermektedir.

    A.B.D'de ana tüketim sektörü izolasyon ve cam sanayi iken avrupa ülkelerinde ise sabun ve deterjan sektörü, Japonya'da fiberglas ve tekstil sektörüdür.

    Bor cevherlerinin tüketim alanlarındaki kullanım şekilleri için ilgili sektöre bakınız.

    Cam ve Seramik Sanayi

    Yanmayı Önleyici Maddeler

    Sabun ve Deterjan Sanayi

    Metalürji

    Tarım

    Nükleer Sanayi

    Diğer Sanayi Sektörleri

  • haçlı seferleri

    22.07.2004 - 14:55

    HAÇLI SEFERLERI

    ----------

    Islâm düsmani papalarin Kudüs'ü müslümanlari hakimiyetinden kurtarmak ve müslümanlari Anadolu ve Avrupa'dan atmak gayesiyle baslattiklari seferlere verilen âd.

    Islâmiyetin hristiyanligin aksine büyük bir süratle yayIlmasi, müslümanlarin Suriye, Filistin ve Anadolu'ya hakim olarak Iznik'in baskent oldugu yeni bir devleti kurmalari, hristiyan aleminin dini lideri papayi ve hristiyanligin hâmîsi olarak kabul edilen Bizans Imparatorunu ciddi bir sekilde endiselendiriyordu. Bu yüzden hem Islâmiyetin yayilisini durdurmak hem de sosyal ve ekonomik sIkinti içinde olan Avrupa'yi bu durumdan kurtarmak için Bati Avrupa'da Vatikan kilisesinin önderliginde yogun bir faaliyet baslatildi. Papa II. Urbanus Hz. Isa'nin dogum yeri olan Kudüs'ün ve kutsal saydiklari makamlarin müslümanlar tarafindan kirletildigini, Kudüs'e giden hristiyan haci adaylarina zulüm ve iskence yapildigini öne sürerek böyle mukaddes bir beldenin müslümanlarin baskisindan kurtarIlmasi için bütün hristiyanlarin canla basla seferber olmalari gerektigini söyleyerek halki sefere katIlmalari için tahrik ediyordu. Halbuki uzun süredir bu kutsal topraklar hristiyan haci adaylari tarafindan ziyaret ediliyor, bu konuda onlara engel olunmak söyle dursun yardim bile ediliyordu. Filistin'de kendilerine ayrIlmis hastaneleri, kilise ve manastirlari hatta kütüphaneleri bile vardi. Öte yandan Bati Avrupa'da halkin içine düsmüs oldugu ekonomik kriz ve sIkintidan da ancak dogunun baharat yollarinin ele geçirIlmesiyle kurtulabilecegi söylenerek halk bu sefere katIlmaya tesvik ediliyordu. Bütün bu gayelerin gerçeklesmesi de ancak hristiyan aleminin yek vücut halinde hareket etmesiyle mümkün olabilirdi.

    Birinci Haçli Seferi:

    Papa II. Urbanus 18-28 Kasim 1095 tarihleri arasinda bütün Bati Avrupa'nin ileri gelen din adamlarinin katildigi bir toplantida bu büyük harekâta süratle hazirlanmalari gerektigini hatirlattiktan sonra Ilk büyük haçli kafilesinin harekete geçmesini temin etmistir. Ertesi yil yani 1096'da Pierre L'Ermitte adli bir kesisin idaresinde heyecanli fakat disiplinsiz bir haçli kitlesi düzensiz bir vaziyette Belgrat, Nis, Sofya, Filibe ve Edirne yoluyla Istanbul'a gelmis ve 6 Agustos 1096'da Bizans Imparatoru Alexios Kommenos tarafindan Anadolu yakasina geçirIlmistir. Savas disiplininden uzak bu haçli kitlesi Eylül 1096'da Anadolu Selçuklu Sultani I. Kiliç Arslan tarafindan bozguna ugratIlmistir.

    Bu haçli sürülerinin Kiliç Arslan tarafindan imha edIlmesi üzerine Avrupa'da prensler, dükler ve zirhli askerlerden olusturulan ordularla yeni bir hareket baslatIlmistir. Birincinin aksine tam bir disiplin içinde bulunan bu ordular savas kabiliyeti yüksek sövalyelerden olusuyordu. Meshur kontlarin idaresinde dört kol halinde harekete geçen yeni haçli kuvvetleri 1097'de yine Imparator Alexios tarafindan Anadolu'ya geçirildi. Mayis 1097'de Iznik'i kusatan Haçlilar müstahkem surlarla çevrili sehri sIkistirmaya basladilar. Anadolu Selçuklu Sultani Kiliç Arslan bu sirada Malatya'da bulunuyordu. Üstün haçli kuvvetleri karsisinda basarili olamayacaklarini anlayan müslüman askerler sehri Bizans kumandani Butumites'e teslim etmek üzere müzakerelere basladiklari sirada Kiliç Arslan gelince teslimden vazgeçerek haçlilarla kanli bir mücadeleye girdiler. Selçuklu sultani I. Kiliç Arslan ordusunu Iznik hIsari önündeki ovada savasa soktu. Çok çetin geçen bu çarpismalar sirasinda her Iki tarafin da agir kayiplari oldu. Sonunda Kiliç Arslan Iznik'i kendi mukadderatina birakarak haçlilari daglik bölgelerde ve geçitlerde sIkistirmak gayesi ile geri çekildi. Haçlilar siddetli hücumlar sonunda Iznik'i ele geçirerek Bizans'a teslim ettiler.

    (19 Haziran 1097) . Kiliç Arslan böylece yalniz baskentin degil oradaki asker ve hazinelerini de kaybederken haçli kuvvetleri de Eskisehir istikametinde ileri harekâta devam ettiler. 30 Haziran 1097'de Eskisehir ovasinda Haçlilari tekrar sIkistiran Kiliç Arslan arkadan yetisen zirhli birlikler karsisinda geri çekIlmek zorunda kaldi. Anadolu içlerine çekilirken de muhtelif yörelerdeki Türk birliklerini kendisine katIlmaya çagirdi. Bu arada Danismend Gazi ve Kayseri bölgesi emiri Hasan ile ittifak yapti.

    Haçlilar Eskisehir ovasinda birkaç gün dinlendikten sonra Bizanslilarin tavsiyesine uyarak Konya'ya dogru yola çiktilar. Türk birlikler zaman zaman yaptiklari baskinlarla Haçlilara agir kayiplar verdirdiler. Hâçlilar Agustos ortalarinda Konya'ya varip Meram'da bir süre dinlendikten sonra Eregli'ye hareket ettiler. Kiliç Arslan bu sirada tekrar haçlilarin karsisina çikti fakat savasa girmeye cesaret edemedi. Haçlilar Eregli de Iki kola ayrildilar. Bir kismi Kilikya istikametinde yola devam ederken büyük bir bölümü de Kayseri'ye yöneldi. Emir Hasan yol boyunca Haçlilarla kahramanca savastiysa da müslümanlarin Kayseri'yi bosaltmalarina engel olamadi. Haçlilar Kayseri'yi geçip Göksün ve Maras yoluyla Antakya'ya dogru ilerlediler.

    Ana Haçli ordusu Konya Eregli'sine vardigi sirada Kilikya'ya giden Baudouin de Boulogne, Maras'ta birlesik haçli ordusuna katIlmis ve daha sonra Antakya istikametinde ilerleyen ordudan tekrar ayrilarak Urfa bölgesine gitmistir. Telbâsir'de bulundugu sirada kendisine yapilan davet üzerine Urfa'ya hareket etmis ve 10 Mart 1098'de Urfa Haçli Kontlugu'nu kurmustur. Antakya'ya varan haçli kuvvetleri ise burçlardan birini korumakla görevli Ermeni asilli Firûz ile anlasarak 3 Haziran 1098'de sehri isgal etmisler ve burada Antakya prensligini, kurmuslardir.

    Haçlilarin Suriye bölgesine inmeleri ve müslümanlarin mallarina ve canlarina kastetmeleri sebebiyle beliren hosnutsuzluk üzerine halife Mustazhir Sultan Berkyaruk'a bir elçi gönderdi ve ordularinin gücü kuvveti artmadan haçlilara karsi cihad için gerekli hazirliklarda bulunmasini Istedi. Berkyaruk da askerlerine 'Amîdu'd Devle ile birlikte cihada çikmalarini emretti (491/1097-1098) . Hille Arap emîri Sadaka da ayni maksatla harekete geçti ve öncü birliklerini Enbar'a gönderdi. Fakat haçlilarin çok büyük bir orduya sahip oldugu duyulunca müslümanlarin cesareti kirildi. Bu durum Franklarin Suriye'de iyice yerlesmeleri ve daha ileri bir harekâta devam ederek Kudüs'ü isgal etmeleriyle neticelenecektir.

    Kudüs, Tâcu'd-Devle Tutus'un hâkimiyetinde idi. Bilâhere Artuk oglu Sokman'a ikta' etmisti. Haçlilarin Antak ya'yi isgalini ve bütün müslümanlari kiliçtan geçirmelerini firsat bilen Fâtimîler Efdal b. Bedru'l-Cemâlî'nin komutasinda gönderdikleri ordu ile Kudüs'ü muhasara ettiler ve manciniklarla tas yagmuruna tuttular. Sehri kirk gün koruyan Artukoglu 0l-Gazi ve Sokman sonunda Kudüs'ü onlara teslim etmek zorunda kaldilar.

    Haçlilar Antakya'dan sonra asil hedefleri olan ve Fâtimî emîri 0ftihâru'd devle tarafindan idare edilen Kudüs'e yöneldiler. Aç ve per Isan bir halde olan bu kutsal sehri günlerce muhasara ettiler. Nihayet 15 Temmuz 1099 tarihinde ele geçirdiler. Bir kisim müslümanlar Mihrab-i Davud'a siginip 3 gün mücadele verdiler, fakat daha sonra eman ile teslim olmak zorunda kaldilar. Franklar Mescid-i Aksâ'da yetmis bin müslümani kiliçtan geçirdiler. Altin ve gümüs kandillere, sayisiz denecek kadar degerli esyaya sahip oldular. Böylece hedeflerine ulasan haçlilar Kudüs'te Lâtin Devleti'nin Ilk kralligini kurdular.

    Bu müslüman katliami karsisinda Kadi Ebu Sa'd el-Herevî baskanliginda Suriye'den gelen heyet müslümanlarin acikli vaziyetlerini gözler önüne serip yardim diledi. Halife gözleri yasartan ve gönülleri ürperten bu durum karsisinda Kadi Ebu Muhammed ed-Damagânî, Ebu Bekr es-Sasî, Ebu'l-Kasim ez-Zencânî, Ebu'l-Vefâ b. Ukayl, Ebû Sa'd el-Hulvânî, Ebu'l-Hüseyn b. Semmâk'i emirleri ve mü'minleri cihada tesvik etsinler diye gönderdi ise de çogu yaslilik ve hastaligim bahane etti. Bunlardan Ebu'l-Vefâ, Ebû Sa'd el-Hulvânî ve Ebu'l-Hüseyn Hulvân'a geldiklerinde Sultan Berkyaruk'un veziri Mecdu'l-Mülk'ün katledildigini duyup geri döndüler. Böylece bu hayirli tesebbüsten de hiç bir sey elde edilemedi. Sultan Berkyaruk ve digerleri taht kavgalarindan firsat bulup da bu konularla ilgilenemediler.

    Hz. Ömer'in Kudüs'ü fethettigi zaman hristiyan halka can ve mal emniyeti, din ve vicdan hürriyeti tanidigini ve onlara nasil Islâmî ve Insanî bir muamelede bulundugunu bilenlerin onun bu âlicenap hareketiyle hristiyanlarin Kudüs'ü isgal ettikleri zaman sergiledikleri vahsice davranislari birbirleriyle mukayese ederek Hz. Ömer'in bu asilce davranisi karsisinda saygi ile egIlmeleri gerekir. Ama bu gibi olaylar Islâm'in ve müslümanlarin merhametli davranislari ile Islâm düsmanlarinin gaddarca tavirlarinin karsilastirmak arasinda son derece önemlidir.

    Ikinci Haçli Seferi:

    Atabeg 0m adeddin Zengi'nin 1144'te Urfa'yi fethi bütün Avrupa'da çok büyük yanki uyandirdi. Islâm dünyasinin bagrina bir kama gibi saplanan Urfa Haçli Kontlugu'nun yIkilmasi ve Urfa'nin tekrar Islâm topraklarina katIlmasi müslümanlari büyük bir sevince bogarken hristiyanlari da ayni sekilde üzüntüye sevketti. Urfa'yi üs olarak kullanip el-Cezire ve Suriye'deki müslüman halka zulüm ve iskence eden hristiyanlar Aziz Bernard'in tesvikleri ve Papa III. Eugenius'un 1145 tarihli fermaniyla yeni bir haçli seferi için hazirliklara basladilar. Papanin çagrisi üzerine Fransa krali VII. Louis ile Alman Imparatoru III. Konrad bu sefere katIlmaya karar verdiler ve 1147'de ayri ayri hareket ettiler. Konrad Dorylaion yakinlarinda Anadolu Selçuklu sultani I. Mesud'a maglup olarak sIkinti içinde yoluna devam etti. Kral Louis de Antakya üzerinden Kudüs'e hareketle burada Konrad ile bulustu. Iki haçli lideri Sam'a sardirmaya karar verip 50.000 kisilik büyük bir orduyla harekete geçtiler. Sam âtabegi Emir Üner, Musul atabegi Nureddin Zengi'den yardim Istedi. Bir müddet Sam'i kusatan haçlilar hiç bir basari elde edemeden geri döndüler. Böylece Ikinci haçli seferi hedefine ulasamadan sona erdi (1148) .

    Üçüncü Haçli Seferi:

    Büyük Islâm mücahidi Salâhaddîn-i Eyyûbî'nin Misir'da hâkimiyeti ele geçirerek Fâtimi devletine son vermesi haçlilar için de agir bir darbe olmustu. Salahaddin 1187'de Hittin'de kral Guy de Lussignan'i maglup etmis ve Gerçek Haç'i ele geçirmisti. Haçlilar Islâm dünyasina geldikleri tarihten beri böyle agir bir darbeye maruz kalmamislardi. Salâhaddin-i Eyyubî bu savasta Kudüs haçli kralligina bagli kuvvetlerin büyük bir kismini imha etmis oldugu için ciddi bir mukavemetle karsilasmadan Taberiyye, Nâsira, Nablus, Akkâ, Hayfa, Sayda, Cübeyl ve Beyrut'u, 4 Eylül 1187'de de Askalan'i zaptetti. 20 Eylül 1187'de Kudüs'ü muhasara etmeye basladi ve 2 Ekim 1187 Cuma günü (27 Receb 583) Mirac gecesinde fethetti. Bu zafer Islâm âlemini hakli olarak büyük bir sevince bogdu. Salahaddin-i Eyyubî de tipki Hz. Ömer gibi esir alinan hristiyan ahaliye sefkat ve merhametle muamele etti. Sehirdeki haçlilar fidye ödeyerek kurtuldular. Fakirlerden hiçbir fidye alinmadan diledikleri yere gönderildi. Kadinlara, çocuklara ve hristiyan din adamlarina her türlü kolaylik gösterildi. Iste Seksen sekiz yil önce Kudüs'e giren haçli zalimlerinin davranisi ile Selahaddini Eyyûbî'nin davranislari arasindaki fark Iki ümmet arasindaki farktir.

    Kudüs'ün fethi ve Haçli hakimiyetindeki bir çok sehrin müslümanlarin eline geçmesi Avrupa'da tepkiyle karsilandi ve Papa VII. Gregorius'un çagrisiyla Kudüs'ü kurtarmak amaciyla yeni bir sefer için hazirliklara baslandi. Çagriya Ilk katilan Sicilya krali Guglielmo 1189'da baslatilan sefere katilamadan öldü. Papaligin tahrIkiyle Alman Imparatoru Friedrich Barbarossa, Fransa krali Phlippe Auguste ve Ingiltere krali Arslan Yürekli Richard ile Italyan sehir devletleri de gemileriyle bu sefere katildilar. Haçlilar bu seferde sahip olduklari muazzam donanma sayesinde Selahaddin'e karsi uzun süre mukavemet edebildiler. Kral Philippe ile Richard 1191'de Akkâ önlerinde bulusup sehri muhasara ettiler. Haçlilar karsisinda tutunamayan Akka emiri teslim oldu (1191) . Bu arada kral Richard ile anlayasamayan Philippe ülkesine döndü. 1192'de Yafa ile Sur arasindaki sahil seridi Franklara birakilarak 3 yil 8 aylik bir anlasma imzalandi. Üçüncü Haçli seferinde haçlilarin yegane kazanci Kibris'i elegeçirmeleriydi. Haçlilar daha sonra burayi önemli bir üs olarak kullandilar.

    Dördüncü Haçli Seferi

    Dördüncü haçli seferinin amacindan saptirildigini gören Papa bu düsüncenin bütün Hristiyan alemine yayIlmasindan korkarak yeni bir sefer için kollari sivadi. Halk arasinda haçli seferlerine katIlma arzusu bütün siddetiyle devam ediyordu. 1212 yilinda binlerce çocuk ayni düsüncelerle sefere katIlmisti. Bunun üzerine Papa III. Innocentius 1215 tarihinde yeni bir sefer için çagrida bulundu. Kutsal Roma Germen Imparatoru II. Friedrich de bu sefere katIlmaya söz vermisti ancak daha sonra ülkesinde kalmasi uygun bulundu. Papa'nin bu seferi gerçeklestirebIlmesi için önemli miktarda paraya ihtiyaci vardi. Venedik ve Cenova'ya müracaat ederek yardim Istedi. Onlar ancak Misir'a bir sefer düzenlenirse para yardiminda bulunacaklarini söylediler. Maksat dini olmaktan çok ticârî bir hüviyet kazanmisti. Uzak Dogu'ya giden ticaret yolunun Misir ve Kizil Deniz'den geçmesi sebebiyle bu yöreye hâkim olmak istiyorlardi. 1218'de Kudüs kralliginin yasal varisi Jean de Brienne önderliginde yola çiktilar. 1219'de Dimyat'i isgal ettiler. Bir Fransiz birligi de Anadolu istikametinde yola koyuldu. Eyyûbiler endiseye kapilarak Kudüs'ü teslim etmeye razi olduklarin bildirdi ve baris talebinde bulundular. Fakat papalik elçisi buna yanasmadi ve 1221 Temmuzunda Kahire'ye dogru hareket etti, fakat Nil'i geçemedi. Eyyubî hükümdari el-Melikü'l-Kâmil haçlilari Dimyat'tan uzaklastirmayi basardi. Neticede haçlilar daha kötü sartlarda bir anlasmayla razi oldular (1221) . Bu sefer papaligin önderliginde düzenlenen son haçli seferi oldu.

    Altinci Haçli Seferi:

    Bu haçli seferi karakter bakimindan digerlerinden farkliydi. Papa, III. Honorius Kutsal Roma Germen Imparatoru II. Friedrich'i Kudüs'ü elegeçirerek orada krallik tacini giymeye tesvik etti. 1227 yilinda sefere çIkilmak üzereyken salgin bir hastalik yüzünden bundan vazgeçildi ve geri dönüldü. Yeni Papa IX. Gregorius Imparatorun hastaligi bahane ederek geri dönmesinden hoslanmadi ve onu aforoz etti. Bunun üzerine II. Friedrich papaliktan ayri olarak kendi basina Misir'a hareket etti. Eyyûbi hükümdari dahili mücadeleler yüzünden haçlilarla ciddi olarak mücadele edemedi. II. Friedrich ile anlasarak Kudüs, Nâsira ve Beytüllahm'i haçlilara teslim etti (1229) . el-Melikü'l-Kâmil'in bu davranisi Islâm alemini üzüntüye bogdu. Salâhaddin-i Eyyûbi'nin binlerce sehit vererek fethettigi bu mukaddes beldeyi onlara teslim etmesi ihanet olarak kabul edildi. Nihayet el-Melikü's-Salih devrinde sehir yeniden müslümanlar eline geçti (1246) .

    Yedinci Haçli Seferi:

    Fransa krali IX. Louis yeni bir sefer arzusundaydi. Papa IV. Innocentius da onu destekledi ve 1245'te hristiyan lara yeni bir çagrida bulundu. Kral Louis Fransiz ve 0ngilizlerden olusan bir orduyla yola çikti (1248) . Eylül ayinda Kibris'i alip Misir'a dogru yola çikti. 1249'da Dimyat'i zaptettiler. Robert de Artois adli haçli kumandani Mansûra'ya bir sefer düzenlediyse de yenilip geri çekildi. Daha sonra bizzat Kral Louis Kahire üzeri ne yürüdü fakat Islâm ordusuna yenilerek Turansah'a esir düstüyse de serbest birakildi.

    Sekizinci Haçli Seferi:

    Mogollari Aynicâlut'ta agir bir bozguna ugrattiktan sonra Kutuz'u öldürerek tahta geçen Baybars Haçlilara karsi yogun bir kampanya baslatti. 1265'te Kaysâriyye, Hayfa ve Arsuf'u, ertesi yil Galilea'yi, 1268'de Antakya'yi ele geçirdi ve 1271'de Haspitalier sövalyelerinin karargâhini zaptetti. Bu gelismeler Avrupa'da büyük yanki uyandirdi. IX. Louis yeni bir sefer için hazirliga basladi ve 1270'de Tunus'u isgal etmek gayesiyle harekete geçti. Onun yolda ölümü üzerine Prens Edward kumandasindaki haçlilar basari saglayamadilar. 1289'da Trablussam, 1291'de de haçlilarin son kalesi Akkâ düstü. Papa IV. Nicholaus ve halefleri dogudaki hristiyanlara yardimci olmak amaciyla tesebbüse geçtilerse de sonuç alamadilar. Fransa ile Ingiltere aralarindaki çekismeler yüzünden bu hareketi yeterince destekleyemediler. Üstelik Avrupa ekonomik açidan da giderek zayif düsmüstü. Haçli seferleri daha sonraki asirlarda devam etmekle beraber bunlarin gayesi artik kutsal topraklari elegeçirmek degil Avrupa'daki Osmanli ilerleyisini durdurmakti.

    Osmanlilarin Balkanlara girip Bulgaristan'i ve Sirbistan'in bir kismini ele geçirmesi üzerine bütün Avrupa Hristiyan dünyasi hazirladigi birlesik ordularla Osmanlilar üzerine saldiriya geçtiler. Kurulan Balkan ittifakiyla Bulgarlar, Sirplar, Macarlar, Arnavutlar ve Ulahlar Kosova'da müslümanlara saldirdilarsa da büyük kayiplar vererek geri çekildiler. Fakat birkaç yil sonra Balkan ittifâkina katilan milletlere ek olarak Fransiz, Italy an ve 0ngilizlerin de yer aldigi büyük bir Haçli ordusu daha harekete geçip Balkanlarda müslümanlara saldirdi. Nigbolu'da meydana gelen s avasta Haçlilar büyük bir bozguna ugratildilar.

    Günümüze kadar devam eden Batililarin saldirilari I. Dünya savasinda Osmanliyi yikarak daha sonralari Kuzey Afrika ve Ortadogu'yu istila edip birçok küçük devletçikler kurarak emperyalist bir ruhla sömürmeye baslamislardir. Bütün bunlar yetmiyormus gibi Islâm dünyasinin merkezinde mukaddes Kudüs çevresinde Yahudi devletini kurmakla veya bu devletin kurulmasi için en büyük yardimi saglamakla haçli zihniyetlerini bir kez daha ortaya koydular. Filistin, Kesmir ve Afganistan'in isgali Kibris konusundaki tutumlari haçli zihniyetinin bir devami olarak yasanirligini sürdürmektedir

  • ray charles

    22.07.2004 - 13:35

    Caz efsanesi Ray Charles hayata veda etti. Grammy ödüllü sanatçının sözcüsü Jerry Digney, Charles'ın karaciğer hastalığından kaynaklanan komplikasyonlar nedeniyle öldüğünü açıkladı.

    73 yaşında hayata veda eden efsanevi soul şarkıcısı ve piyanisti Ray Charles, 53 yıllık müzikal kariyeri boyunca müziğin sınırları olmadığını göstermeye çalıştı. Beverly Hills'teki evinde, karaciğer rahatsızlığına yenik düşen Charles, hayatını müziğin sınırları olmadığını kanıtlamaya adamış, müzikle ilgili basit tanımlamalara karşı çıkmıştı. Country müzik, caz, blues, R&B türlerinde gösterdiği başarıyla 12 Grammy müzik ödülüne layık görülen Charles, bu ödüllerin 9'unu 1960-1966 yılları arasında almıştı. 7 yaşında görme yetisini kaybeden, 15 yaşında öksüz kalan Charles'in 'dokunaklı' sesinin, zor geçen çocukluk günlerinin izlerini taşıdığı yorumları yapılırdı. Hayranlarının karşısına son kez, 30 Nisan'da Clint Eastwood ile çıkan Charles, 53 yıllık sahne hayatında sadece Ağustos 2003'te kalçasındaki şiddetli ağrılar nedeniyle konserlerini iptal etmiş, üzüntüsünü, 'Konserlerimi iptal etmek kalbimi kırıyor' sözleriyle ifade etmişti. Geçirdiği başarılı kalça ameliyatından sonra yeniden sahnelere dönen Charles, Aralık 2003'te 'kendini son derece iyi hissettiğini, turnelere yeniden başlayacağını, çünkü yolların kendisinin ikinci evi olduğunu' açıklamıştı. Charles, 'Makin' Whoopee' ve 'America the Beautiful' adlı şarkılarıyla hayranlarının gönlünde taht kurmuştu.

  • radyasyon

    22.07.2004 - 13:30

    Radyasyon Nedir?

    Teknolojideki çok hızlı gelişmeler sonucu üretilen çeşitli elektronik cihazların (TV, radyo, bilgisayar ve röntgen, tomografi vb. tıbbi cihazlar) yaygınlaşması ile meydana gelen radyasyonun elektromanyetik kirliliğe yol açtığı anlaşılmıştır.

    Radyasyon, elektromanyetik dalgalar veya parçacıklar biçimindeki enerji emisyonu (yayımı) ya da aktarımıdır. Bilindiği gibi maddenin temel yapısını atomlar meydana getirir. Atom ise, proton ve nötronlardan oluşan bir çekirdek ile bunun çevresinde dönmekte olan elektronlardan oluşmaktadır.

    Herhangi bir maddenin atom çekirdeğindeki nötronların sayısı, proton sayısına göre oldukça fazla ise; bu tür maddeler kararsız bir yapı göstermekte ve çekirdeğindeki nötronlar alfa, beta, gama gibi çeşitli ışınlar yaymak suretiyle parçalanmaktadırlar. Çevresine bu şekilde ışın saçarak parçalanan maddelere 'radyoaktif madde', çevreye yayılan alfa, beta ve gama gibi ışınlara ise 'radyasyon' adı verilmektedir..

    Radyasyonun Zararları

    X ışınları, ultraviyole ışınlar, görülebilen ışınlar, kızıl ötesi ışınlar, mikro dalgalar, radyo dalgaları ve manyetik alanlar, elektromanyetik spektrumun parçalarıdır. Elektromanyetik parçaları, frekans ve dalga boyları ile tanımlanır. Ultraviyole ve X ışınları çok yüksek frekanslarda olduğundan, elektromanyetik parçalar kimyasal bağları kırabilecek enerjiye sahiptir. Bu bağların kırılması iyonlaşma diye tanımlanır.

    İyonlaşabilen elektromanyetik radyasyonları, hücrenin genetik materyali olan DNA'yı parçalayabilecek kadar enerji taşımaktadır. DNA'nın zarar görmesi ise hücreleri öldürmektedir. Bunun sonucunda doku zarar görür. DNA'da çok az bir zedelenme, kansere yol açabilecek kalıcı değişikliklere sebep olur.

    Maden işletme yataklarında, doğal su kaynakları içerisinde ve toprakta; gerek insan faaliyetleri sonucu, gerekse doğal olarak bulunan radyoaktif maddeler besin zincirine (bitkilere) girerek, oradan da hayvan ve insanlara geçmek suretiyle ölümle sonuçlanan çeşitli hastalıklara sebep olmaktadır.

    Radyoaktif kirleticiler özellikle insan, hayvan ve bitki sağlığına olumsuz etkiler yaparak çevreyi ve ekolojik dengeyi bozmaktadır. Ayrıca radyasyon, canlılarda genetik değişikliklere de yol açmaktadır. Radyasyonun etkisi; cins, yaş ve organa göre değişmektedir. Çocuklar ve büyüme çağındaki gençler ile özellikle göz en fazla etkilenen organ olup; görme zayıflığı, katarakt ve göz uyumunun yavaşlamasına sebep olmaktadır. Deri ise, radyasyona karşı daha dayanıklıdır.

    Radyasyonun zararları genellikle zamanla ortaya çıkan bir etki olup, ani etki ancak atom bombalarının yol açtığı ölümler ve yüksek radyasyondaki yanmalar şeklinde kendini göstermektedir.

    Geçmişte yapılan nükleer silah denemelerinden dolayı radyoaktif maddelerle yüklenmiş toz bulutları, atmosferin yüksek tabakalarına ve stratosfere yerleşerek, radyoaktif yağışlar halinde yavaş yavaş yeryüzüne inmekte ve çevrenin, özellikle yüzeysel suların kirlenmesine sebep olmaktadır. 1960'lı yıllarda en yüksek seviyeye çıkmış olan radyoaktif yağışlarda, nükleer silah denemelerinin havada yapılmasının yasaklanması sonucu, 1970'li yıllardan sonra azalma görülmüştür.

    Çevre sorunları sınır tanımaksızın artmakta ve çeşitli kirleticiler kilometrelerce uzaklara taşınarak etki gösterebilmektedir. Örneğin; Çernobil kazası nedeni ile yayılan radyoaktif atıkların, toprak ürünlerinde yol açtığı kirlilik bilinmektedir. Çernobil reaktöründe oluşan kazada, doğrudan etki sonucu 30'dan fazla insan hayatını kaybetmiş, yüzlerce kişi yaralanmış, sakatlanmış ve hastalanmıştır. Binlerce insan ise belirtileri sonradan çıkacak olan genetik etkilerle, nesilden nesile geçebilecek kalıcı izler taşımaktadır. Çernobil'deki kaza sebebiyle atmosfere karışan radyoaktif maddelerin, atmosferik hareketlerle: uzaklara taşınmasıyla, düştükleri yerlerde radyasyona sebep olmuştur. Bu olaydan en çok ülkemizin Çernobil'e yakın olan Karadeniz Bölgesi'nin etkilendiği tespit edilmiştir.

  • hakan şükür

    22.07.2004 - 13:29

    29 Haziran— 17. Dünya Kupası’nın 3.lük maçında, ev sahibi ülkelerden Güney Kore karşısında Türkiye’yi 1-0 öne geçiren Hakan Şükür, bu golle tarihe geçti. Karşılaşmanın henüz 11. saniyesinde (A) Milli Takım’ın ilk golünü atan kaptan Hakan Şükür, böylece kupa tarihinin en çabuk atılan golünü kaydetmiş oldu. Kupa tarihinde bundan önce en çabuk gol, 1962’de Şili’deki kupada yapılan Çekoslovakya-Meksika maçında, Çek futbolcu Vaclav Masek tarafından 15. saniyede atılmıştı.

  • hakan şükür

    22.07.2004 - 13:26

    www.hakan-sukur.com

  • hakan şükür

    22.07.2004 - 13:24

    Herkesin hayatynda Hakan gibi biri olması gerek.
    O, benim en güvendiğim, en sevdiğim. O benim herşeyim.'
    Beyda ŞÜKÜR
    'Sana inanıyorum, seni seviyorum ve seni Avrupa'da görmek istiyorum.'
    Gökhan ŞÜKÜR

    'Hakan Şükür, zeki çevik ve ahlaklı bir sporcudur.'
    Adnan POLAT

    'Hakan Şükür, Avrupa ve Dünya çapynda tanıdığım en önemli futbolculardan bir tanesi. Türk futbolunda Hakan Şükür gibi isimler var oldukça bu ülkenin sesi çok daha iyi duyulur. O büyük bir nimettir. Ancak son zamanlarda bu gerçe? in o da farkyna vardy. Şimdi GS'daki misyonunu doldurduktan sonra, o her zaman GS'li kalacak ama Avrupa'da da çok büyük kulüplerde futbol oynayacak.'
    Georghe HAGI

    'Ben onu hiç bir zaman GS'li bir futbolcu olarak görmedim. Hakan, tekni? i ve sporcu ki? ili? i ile her zaman örnek bir Türk sporcusudur.'
    Mehmet Ali ERBYL

    'Bence Türk Futbol tarihimizin en iyi, en vasyfly, en komple ve en zeki futbolcusu Hakan? ükür'dür.'
    Ali? EN

    'Herkes her? ey olabilir ama senin kadar iyi bir insan olamaz.'
    Levent KAVUZLU

  • Fem Dersaneleri

    22.07.2004 - 13:12

    2004 öss türkiye birincisinin okuduğu dershane..

Toplam 816 mesaj bulundu