O 'hasta adam Türkiye'nin' dibe vuran ekonomisini ve buna bağlı olarak sosyal yaşamdan, özel hayata kadar tepeden tırnağa herşeyini yola koyması için, kendisini dünyanın jandarması sayan ABD tarafından görevlendirilmiş bir emir eri.
Bir kısım medyanın pompalaması sonucu sokaktaki Ayşe teyzelerin, Salih amcaların umud kaynağı haline getirilen Kemal Derviş'in yedi kısım tekmili birden hikayesi burada.
WEBMASTERGASTECİLER tarafından 'tarihe tanıklık görevini' yerine getirmek amacıyla hazırlanan Derviş'in yeri'nden vazgeçemeyeceksiniz.
Can Ataklı yönetiminde hazırlanan haberatak.com Kemal Derviş karikatürlerini kaynakda belirterek birinci sayfasından alıntılamış.
22 Haziran 1993 tarihinde yapılan Kopenhag Zirvesi'nde, Avrupa Konseyi, Avrupa Birliği'nin genişlemesinin Merkezi Doğu Avrupa Ülkelerini kapsayacağını kabul etmiş ve aynı zamanda adaylık için başvuruda bulunan ülkelerin tam üyeliğe kabul edilmeden önce karşılaması gereken kriterleri de belirtmiştir. Bu kriterler siyasi, ekonomik ve topluluk mevzuatının benimsenmesi olmak üzere üç grupta toplanmıştır.
SİYASİ KRİTER: Demokrasi, hukukun üstünlüğü, insan hakları ve azınlıklara saygı gösterilmesini ve korunmasını garanti eden kurumların varlığı,
EKONOMİK KRİTER: İşleyen bir pazar ekonomisinin varlığının yanısıra Birlik içindeki piyasa güçleri ve rekabet baskısına karşı koyma kapasitesine sahip olunması
TOPLULUK MEVZUATININ BENİMSENMESİ: Siyasi, ekonomik ve parasal birliğin amaçlarına uyma dahil olmak üzere üyelik yükümlülüklerini üstlenme kabiliyetine sahip olunması
POLİTİK KRİTERLER
AB’ye girmeye aday ülkeler;
- istikrarlı ve kurumsallaşmış bir demokrasinin var olması,
- hukuk devleti ve hukukun üstünlüğü,
- insan haklarına saygı,
- azınlıkların korunması
gibi dört ana kriter açısından değerlendirmeye alınacaktır. Genel olarak; ülkenin çok partili bir demokratik sistemle yönetiliyor olması, hukukun üstünlüğüne saygı, idam cezasının olmaması, azınlıklara ilişkin herhangi bir ayrımcılığın bulunmaması, ırk ayrımcılığının olmaması, kadınlara karşı her türlü ayrımcılığın yasaklanmış olması, Avrupa Konseyi İnsan Hakları Sözleşmesinin tüm maddeleri ile çekincesiz kabul edilmiş olması, Avrupa Konseyi Çocuk Hakları Sözleşmesinin kabul edilmiş olması gibi özellikler dikkate alınmaktadır. Ancak, bu ilkelerin varlığı tek başına yeterli olmamakta, aynı zamanda kesintisiz uygulanıyor olması gerekmektedir.
EKONOMİK KRİTERLER
Kopenhag Zirve sonuçlarına göre, ekonomi alanında işlevsel bir piyasa ekonomisinin varlığı kadar, AB içindeki piyasa güçleri ve rekabet baskısı ile başedebilme kapasitesi de aranmaktadır.
a. Etkin bir piyasa ekonomisi için;
- arz-talep dengesinin piyasa güçlerinin bağımsız bir şekilde karşılıklı etkileşimi ile kurulmuş olması,
- ticaret kadar fiyatların da liberal olması, piyasaya giriş (yeni firma açılması) ve çıkış (iflaslar) için engellerin bulunmaması,
- mülkiyet haklarını (fikri ve sınai mülkiyet) içeren düzenlemeleri kapsayan yasal bir sistemin olması ve bu yasalar ile düzenlemelerin icra edilebilmesi,
- fiyat istikrarını içeren bir ekonomik istikrara ulaşılmış olması ve sürdürülebilir dış dengenin varlığı,
- ekonomik politikaların gerekleri hakkında geniş bir fikir birliğinin olması,
- mali sektörün, tasarrufları üretim yatırımlarına yönlendirebilecek kadar iyi gelişmiş olması gerekmektedir.
b. AB içinde rekabet edebilme kapasitesinin sağlanması için;
- öngörülebilir ve istikrarlı bir ortamda karar alabilen ekonomik kurumların makro ekonomik istikrarının olması ve bununla beraber işlevsel bir piyasa ekonomisinin varlığı,
- alt yapı, eğitim ve araştırmayı içeren yeterli miktarda fiziki ve beşeri sermayenin olması,
- firmaların teknolojiye uyum sağlama kapasitesinin bulunması gerekmektedir.
Bu çerçevede rekabet edebilme derecesinin göstergeleri olarak, birliğe girişten önce birlik ile o ülke arasında belirli bir ticaret ortaklığının olması ve ülke ekonomisinde küçük firmaların oranı sayılmaktadır.
TOPLULUK MÜKTESEBATINA UYUM KRİTERİ
a. AB’nin siyasi birlik ile ekonomik ve parasal birlik hedeflerini kabul etmek:
Birliğin “ortak dış politika ve güvenlik” politikasına etkin bir katılım için aday ülkelerin buna hazır olması gerekmektedir. Ekonomik ve Parasal Birlik konusunda ise, merkez bankasının bağımsızlığı, ekonomik politikaların koordinasyonu, İstikrar ve Büyüme Paktına katılım, merkez bankasının kamu sektörü açıklarını finanse etmesinin yasaklanması gibi konularda üye ülkelerin aldıkları kararlara katılmak gerekmektedir.
b. AB’nin aldığı karalara ve uyguladığı yasalara uyum sağlamak:
- Gümrük Birliği, malların serbest dolaşımı, sermayenin serbest dolaşımı gibi ortaklık anlaşmaların da belirtilen şartlara uyum sağlaması,
- tek pazara geçişi gerektiren Topluluk müktesebatına uyum sağlanması,
- Topluluğun tarım, iletişim ve bilgi teknolojileri, çevre, ulaşım, enerji, taşımacılık, tüketici hakları, adalet ve içişleri, işgücü ve sosyal haklar, eğitim ve gençlik, vergilendirme, istatistik, bölgesel politikalar, genel dış ve güvenlik politikası gibi alanlardaki her türlü düzenlemesine uyum sağlanması.
22 Temmuz 2004
Hızlandırılmış tren faciası: 36 ölü
İstanbul-Ankara seferini yapan hızlandırılmış tren Sakarya’nın Pamukova İlçesi’nde raydan çıkarak devrildi. Kazada 36 kişinin öldüğünü 81 kişinin de yaralandığı açıklandı
Anne Frank'ın Evi:
Anne Frank, ailesi ve dört Yahudi'nin 1942-1944 yılları arasında Naziler'den saklandığı ev. Bu müze evde Anne Frank'ın tuttuğu günlüğün bir bölümü, tarihi fotoğraflar, ırkçılık ve yahudi düşmanlığı üzerine sergiler yer alıyor
ülkelerinin anayasalarında laiklik kavramı geçen iki ülke vardır..bunlardan biri fransa diğeri ise türkiyedir..eğer burası türkiye ise türban karşıtları izin verin de bari kızlar istediği gibi sokağa çıkma hakkına sahip olabilsinler..hiç bir ülke görmedim böyle.. sırf inançları için alay edilen insanlar var..herkes modern kıyafet yönetmeliğine göre istediği gibi kıyafeti giysin...erkekler biz de bırakalım sadece sözlüğe bilgi amaçlı şeyler yazalım.kippa takmak amerikada doğal bir şeyken türkiyede bir bez parçası rejimle ilişkilendirilebiliyor..
Deccal'in fitnesi, samimi iman edenler hariç, neredeyse tüm insanları içine alabilecek büyüklüktedir. Bugün dünya genelinde yaŞanan ahlaki dejenerasyon ve kaos ortamının etraflıca düŞünülmesi, bu fitnenin boyutunun daha iyi kavranmasını sağlayacaktır.
Peygamberimiz (sav) 'in Deccal'i tarif eden hadislerindeki tanımlar Kuran'da anlatılan suçlu-günahkar karakteri ile çok büyük benzerlik göstermektedir. Kuran'da kötü ahlak özellikleri olarak bildirilen yalancılık, adaletsizlik, acımasızlık, zalimlik, insanlar arasında bozgunculuk çıkarmak, şiddet ve karmaşanın yayılması için çaba göstermek, insanları din ahlakından uzaklaştırmak gibi inkarcıların gösterdikleri ahlak, Darwinizm'in beslediği ideolojilerin de en belirgin özelliklerindendir.
Allah'ın Kuran'da suçlu-günahkarlar olarak tanımladığı kiŞiler, yeryüzünde anarşi ve terör çıkaranlar, bu yolda çeşitli tuzaklar kuranlar, kötülüğün taraftarlarıdır. Bu insanlar Allah'ın koyduğu sınırları tanımayan, din ahlakını yaŞamayan, suça ve günah iŞlemeye eğilimli insanlardır. 'Hiç Şüphesiz suçlular-günahkarlar, bir sapmışlık (dalalet) ve çılgınlık içindedirler.' (Kamer Suresi, 47) ayetinde bildirildiği üzere, bu ahlakı yaşayan insanların uydukları yol sapkındır. Kuran'da suçlu-günahkarların çeŞitli özellikleri anlatılmakta ve insanlar buna karşı şöyle uyarılmaktadırlar: 'Allah'a karşı yalan uydurup iftira düzenden ve O'nun ayetlerini yalanlayandan daha zalim kimdirŞ Şüphesiz O, suçlu-günahkarları kurtuluşa erdirmez.' (Yunus Suresi, 17)
Kuran'da toplumun huzur ve güvenliğini bozan, insanlar arasında kargaşa çıkaran ve yeryüzünde kötülüğü yaygınlaştırmak için tuzak kuranların da suçlu-günahkarlar oldukları belirtilmektedir. Darwinizm'i kendisine temel alan materyalist ideolojilerin, komünizm ve faşizm gibi akımların önde gelen özelliklerinden birisinin de toplum düzenini bozmak ve anarşi oluşturmak olduğu göz önünde bulundurulursa, bu sistemi yaşayan ve yayanların Kuran'da anlatılan suçlu-günahkar kişiliği taşıyan insanlar olduğu anlaşılacaktır. Bir ayette şöyle bildirilmektedir: 'Böylece Biz, her ülkenin önde gelenlerini -orada hileli-düzenler kursunlar diye- oranın suçlu-günahkarları kıldık. Oysa onlar, hileli-düzeni ancak kendilerine kurarlar da bunun şuuruna varmazlar.' (Enam Suresi, 123)
Deccal Karakteri Nefsin Üzerine Kuruludur
Suçlu-günahkarların en önemli özelliklerinden birisi kendilerine Kuran ahlakını değil, nefislerinin isteklerini -kişisel istek ve tutkularını- rehber edinmiş olmalarıdır. Oysa insanın nefsine uyması büyük bir beladır. İnsanın nefsine uymaya başlaması öncelikle kendi içinde bir karmaşa ve başıbozukluk yaşamasına neden olur. İnsanda vicdanına uymuş olmanın getirdiği rahatlığın ve huzurun yerini kendine güvensizlik, tedirginlik, endiŞe ve huzursuzluk alır. Kuran'da, '... Çünkü gerçekten nefis, -Rabbimin kendisini esirgediği dışında- var gücüyle kötülüğü emredendir...' (Yusuf Suresi, 53) ayetinde de buyurulduğu gibi, nefis sürekli kötülüğü emreder. İnsana her zaman kıskançlık, haset, öfke, kin, intikam, sevgisizlik, merhametsizlik, saygısızlık, sorumsuzluk gibi kötü ahlak özelliklerini yaşatmak ister. İman eden bir kişi ise, nefsinin değil, vicdanının sesini dinler, iradesini kullanır ve güzel bir ahlak gösterir. Allah Kuran'da insana, nefsinin kötülüklerinden sakınıp korunmayı emretmiştir ve insan vicdanına uyarak bu emri yerine getirir.
'Nefse ve ona 'bir düzen içinde biçim verene', sonra ona fücurunu (sınır tanımaz günah ve kötülüğünü) ve ondan sakınmayı ilham edene (andolsun) . Onu arındırıp-temizleyen gerçekten felah bulmuştur. Ve onu (isyanla, günahla, bozulmalarla) örtüp-saran da elbette yıkıma uğramıştır.' (Şems Suresi, 7-10)
Deccal Yeryüzünde Bozgunculuk Çıkarır
Deccal'in sisteminin insanlara en büyük zararı veren yönü, bu sistemin yeryüzünde bozgunculuk çıkarma, huzur ve düzen bırakmama üzerine kurulu olmasıdır. Deccal'in temel vasfı bozgunculuk çıkarabilmek için şiddet, terör ve anarşiyi körüklemesidir. Bozgunculuk çıkarmak çok geniş bir kavramdır. İnsanların huzurunu kaçıran, güvenlik ve barış ortamını bozan her unsur bozgunculuktur. İki ülke arasında hiçbir haklı gerekçe olmadan yaŞanan savaŞlar, bir toplum içerisinde suni nedenlerle meydana gelen iç çatışmalar, masum ve sivil insanları hedef alan terörist saldırılar ve günlük hayatta karşılaşılan bireysel şiddet olayları bozgunculuğun örnekleri arasında sayılabilir. Bu dönemde, gün geçtikçe sayısı artan ve yayılan savaşlar, çatışmalar ve şiddet olayları Deccal'in bozgunculuğunun boyutlarını göstermesi açısından dikkat çekicidir. Allah insanlara bozgunculuk çıkarmayı yasaklamış ve bozguncuları sevmediğini bildirmiştir.
'... Biz de onların arasına kıyamet gününe kadar sürecek düŞmanlık ve kin salıverdik. Onlar ne zaman savaş amacıyla bir ateş alevlendirdilerse Allah onu söndürmüştür. Yeryüzünde bozgunculuğa çalışırlar. Allah ise bozguncuları sevmez.' (Maide Suresi, 64)
Deccal'e Uyanların Ortak Özelliği: Şeytani Mantıkla Hareket Etme
Deccal sisteminde insanların kötüyü iyi görmelerine verilebilecek en çarpıcı örneklerden biri, şiddetin, çatışmaların ve kavgaların olağan karşılanmaya başlanmasıdır. İnsanlar, isteklerini elde etmenin en etkili yolunun şiddete başvurmaları olduğuna kendilerini ve çevrelerini inandırırlar. Masum insanları katleder, hiçbir suçu olmayan insanlara zarar verirken bunları kendilerince hak bir mücadele için yaptıklarını düşünürler. Terör örgütlerinin üyeleri ile ya da dünyanın çeşitli bölgelerinde savaş ve çatışmalara neden olan insanlardan biri ile görüşüldüğünde, hepsi şiddete başvurmakta sözde ne kadar haklı olduklarını anlatacaklardır. Oysa bu büyük bir yanılgı ve zalimliktir. Masum ve savunmasız insanlara karşı şiddete başvuran hiçbir mücadele haklı değildir.
Bu yanılgının temelinde ise söz konusu kişilerin şeytana ve onun bir uzantısı olan Deccal'e uyuyor olmaları, diğer bir deyişle Şeytanın mantığı ile hareket ediyor olmaları vardır. Oysa herşeyin Yaratıcısı olan Allah insanlara, Şeytanın yolunu izlememelerini emretmiştir. Allah bu emrini bir ayette şu şekilde bildirmektedir:
'Gerçek şu ki, Şeytan sizin düşmanınızdır, öyleyse siz de onu düşman edinin. O, kendi grubunu, ancak çılgınca yanan ateşin halkından olmaya çağırır.' (Fatır Suresi, 6)
Rabbimizin tüm bu emirlerine rağmen Şeytanın mantığı ile hareket eden bir kişinin aklı ve kalbi kapanır. Akılda ve kalpte meydana gelen bu kapanma inkar edenlerin ve din ahlakını yaşamayanların genel bir özelliğidir. Kuran'da, gözleri olduğu halde gerçekleri göremeyen, kulakları olduğu halde duymayan kişilere dikkat çekilir ve Allah'ın bu kişilerin kalplerini mühürlediği Şöyle bildirilir:
Şüphesiz, inkar edenleri uyarsan da, uyarmasan da, onlar için farketmez; inanmazlar. Allah, onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiŞtir; gözlerinin üzerinde perdeler vardır. Ve büyük azab onlaradır. (Bakara Suresi, 6-7)
Deccal'in kurduğu tuzaklar da Allah'ın kontrolündedir
Peygamberimiz (sav) hadislerinde Deccal'in tuzaklarının büyüklüğüne dikkat çekmiş ve bizi bu tuzaklara karşı uyarmıştır. Gerçekten de Deccaliyet'in fitnesi, samimi iman edenler hariç, neredeyse tüm insanları içine alabilecek büyüklüktedir. Bugün dünya genelinde yaşanan ahlaki dejenarasyon ve kaos ortamının etraflıca düşünülmesi, bu fitnenin boyutunun daha iyi kavranmasını sağlayacaktır. Hangi ülkeden, hangi milletten, hangi ırktan olursa olsun insanlar bu bozulmaya ve fitneye bizzat şahitlik etmektedirler.
Ancak bu noktada unutulmaması gereken çok önemli bir husus vardır. Kuran'da pek çok ayette iman etmeyenlerin kurdukları tüm tuzakların gerçek sahibinin Allah olduğu bildirilmiştir. Allah insanları denemek, salih olanları ortaya çıkarmak, onları eğitmek, inkarcıların da küfrünü göstermek ve daha pek çok hikmet gereğince, Şeytanın yeryüzündeki faaliyetlerini ve dolayısıyla Deccaliyet'i de kader içinde yaratmıştır. Ancak Deccaliyet mutlak mağlup olacak Şekilde yaratılmıştır. Dolayısıyla inkar edenlerin tuzakları, Allah'ın izni ile, hiçbir zaman baŞarıya ulaŞamayacak tuzaklardır. Bir ayette bu sır Şöyle haber verilir:
'Gerçek şu ki, onlar hileli-düzenler kurdular. Oysa onların düzenleri, dağları yerlerinden oynatacak da olsa, Allah katında onlara hazırlanmış düzen (kötü bir karşılık) vardır.' (İbrahim Suresi, 46)
Aynı son, Deccal'in kurduğu tuzaklar ve doğrudan Deccal'in fikir sistemi için de geçerlidir. Bu sistem de insanları Allah'ın yolundan alıkoyabilmek için kurulmuŞ özel bir tuzaktır. Kurulan tuzaklar ne kadar büyük, oluŞturulan plan ne kadar kapsamlı ve etkili olursa olsun hepsi Allah'ın kontrolü altındadır. Deccal de, onun kurduğu tuzaklar da yalnızca Allah'ın dilemesi ile vardır. 'Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz...' (İnsan Suresi, 30) ayetiyle de buyurulduğu gibi, Allah dilemedikçe hiç kimse, hiçbir güç, hiçbir şer odağı bir şey dileyemeyeceği gibi, ne bir tuzak kurmaya ne de bu tuzağı hayata geçirmeye güç yetirebilir.
Osmanlı Devletinin ilk vezir ve kâdılarından. Hanefî mezhebi fıkıh âlimi ve meşhûr velî. İsmi Halil bin Ali'dir. Bugün Eskişehir'e bağlı Sivrihisar'ın Cendere köyünde dünyâya geldi. Bu sebeple Cenderî ve Çandarlı diye nispet edildi. Doğum târihi bilinmemektedir. 1787 (H.789) târihinde Serez'de vefât etti.
Çandarlı Kara Halil, küçük yaştan îtibâren devrin ulemâsından dersler almaya başladı. Ancak onun Bilecik ve İznik kâdılıklarına tâyinine kadar geçen zaman hakkında mâlûmat, bilgi yok denecek kadar azdır. Yalnız onun Osmanlı Beyliğinin kuruluşunda mühim rolü olan ahî teşkîlatı içinde yer aldığı ve Osman Gâzi'nin kayınpederi ahî reislerinden Şeyh Edebâlî'nin akrabâsından olduğu bilinmektedir.
Çandarlı Kara Halil, İznik'te Orhan Gâzi tarafından açılan Orhâniye Medresesi talebeleri arasında idi. Orhan Gâzi, 1331 yılında İznik'i fethedince, orada bir medrese yapıp, bir imâret inşâ etti. İmârette ilk olarak bizzat kendisi aş dağıtıp, kandil yaktı. Zamânın büyük âlimlerini medresede ders vermeye dâvet etti. İlk önce Dâvûd-i Kayserî'yi baş müderris tâyin etti. Sonra Tâcüddîn Kürdî baş müderris oldu.Üçüncü olarak baş müderris olan Alâüddîn Esved Ali bin Ömer isminde, Kara Hoca diye bilinen bir mübârek zât idi. Çandarlı Kara Halil, bu medresede ilim öğrenip, zamânın din ve fen bilgilerine sâhib oldu.
Sultan Orhan Gâzi, âlimleri, evliyâyı görüp gözeten bir büyük bey idi. O mübârek kimse, bir gün Alâüddîn-i Esved hazretlerini ziyârete gitti. Bu sırada Alâüddîn-i Esved hazretleri nâfile namaz kılmakta idi. Orhan Gâzi, avluda bekledi. Bu sırada farz namaz vakti geldi. Orhan Gâzi ve orada bulunan Alâüddîn-i Esved'in talebeleri namaz için hazırlandılar. Namazın sünnetini kıldılar. İkâmet okununca, talebeler arasında bulunan Kara Halil imâmete geçti.Hazır olan cemâate namaz kıldırdı. Alâüddîn-i Esved de odasından çıkıp geldi. Bir müddet sohbet ettiler. Orhan Gâzi edeple dinledikten sonra başını kaldırıp; 'Seferde ve hazerde, ahâli arasında vâki olacak hâdiselerde hükmedip, hak ile bâtılı ayırmak, şer'î, dînî hükümleri beyân etmek için bir hoca efendi, âlim lâzımdır. Talebenizden birini benimle sefere gitmek için tâyin etseniz.' deyip, arzu ve isteğini arzetti. Alâüddîn-i Esved hazretleri Orhan Gâzi'nin bu arzusunu kabûl ettikten sonra, talebelerine baktı. Her birinin; 'Ne olur beni gönderme! ' diye yalvarır bir hâli vardı. Çünkü onlar, sultanla berâber olan ulemâyı, dünyâya düşkün biliyorlardı. Sultanın kötülüklerine ulemânın ilimlerini âlet etmelerinden korkuyorlardı. Ancak Sultan Orhan, öyle bir kimse değildi. Yanına ulemâyı emretmek için değil, Allahü teâlânın emirlerini onun ağzından dinlemek için, kendisini Allahü teâlânın yasaklarına kaymaktan sakındırması için istiyordu. Kendisine kul değil, başına sultan arıyordu. Devlet sultansız, sultan ulemâsız olmuyordu. Devletin bekâsı için sultana, sultanın yanlış yola sapmaması için ulemâya ihtiyaç vardı. Alâüddîn-i Esved namlı Kara Hocanın talebelerinden birinin de bu işi yapması lâzımdı. İş başa düşmüştü. Kara Hoca da en gözde talebesi Çandarlı Kara Halil'i, Sultan Orhan Gâziye verdi. Kara Halil de; 'Memur mâzurdur.' hükmünce, hocasının emrine tâbi olup, Orhan Gâzi ile birlikte gitti. Seferde ve hazerde, sultana müşâvirlik, anlaşmazlıklarda hâkimlik yaptı. Yanlış yola sapanları terbiye edip, dîn-i İslâmın emir ve yasaklarının tatbîkinin, Devlet-i aliyye-i Osmâniye içerisinde Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdiği şekilde icrâsına, yapılmasına gayret eyledi.
Bu arada sırasıyla Bilecik, İznik ve Bursa kâdılıklarında bulundu. Hocası Tâceddîn Kürdî'nin kızı ile evlendi. Orhan Gâzinin vefâtı ile Murâd-ı Hüdâvendigâr sultan olunca, Osmanlılarda ilk olarak kâdıaskerlik makâmını ihdâs edip, Kara Halil'i de ilk kazasker olarak tâyin etti. Kara Halil Efendi bundan sonra bütün bilgi ve tecrübesini, genç Osmanlı devletinin teşkilâtlanmasında seferber etti. O, Orhan Bey zamânında, ilk muntazam askerî teşkilâtın teşkilinde mühim vazîfeler görmüş, yaya ve müsellem adları ile müslüman Türk cengâverlerinden piyâde ve süvâri kuvvetlerini teşkilatlandırmıştı. Bu ocak, daha sonra, yine Kara Halil'in himmet ve gayreti ile Birinci Murâd zamânındaYeniçeri ocağının kurulmasına kadar Osmanlı Devletinin yegâne muntazam ordusu olarak kaldı.
Çandarlı Kara Halil Hayreddîn Paşa yine Molla Rüstem ile birlikte bir devlet hazînesi ve devletin mâlî teşkilâtını kurup, çeşitli düzenlemeler yaptı. Daha sonra HalilHayreddîn Paşa ünvânıyla vezîr oldu. Çandarlı'ya kadar, Osmanlılarda vezîrler, yalnız idârî ve mâlî işlere bakarlardı. Çandarlı'ya, bunlar yanında askerî kumandanlık da verildi. Devletin bütün idârî, mâlî ve askerî işlerini elinde topladı. 1385 yılında ordunun başında Rumeli'ye sefere çıktı. Karaferye, Serez ve Selânik'i aldı. Tesalya ve Manastır'a girdi. Arnavutluk içlerine kadar ilerledi. Ordusu ile berâber Vardar Yenicesi'nde fetih hareketlerine devâm etmekte iken hastalanıp, Serez'e nakledildi. 1387 (H.789) yılında orada vefât etti. Vefâtı sırasında yanında; Ali, İlyâs ve İbrâhim adlarında üç oğlu vardı. Oğlu Ali Paşa, babasının yerine vezir oldu. Yaklaşık yüz elli sene, Çandarlı soyundan gelen kimseler, Osmanlı Devletine en üst seviyede hizmet ettiler.
Çandarlı Halil Hayreddîn Paşa, ilim ve amelde eşsiz, verâ ve takvâda nâdirdi. Devlet idâresinde muktedir, kumandanlıkta üstündü. Tevâzu ve cömertlik sâhibi bir kimse olup, işlerini yalnız Allahü teâlânın rızâsı için yapardı. Dünyâya düşkün değildi. Dünyâ malına bağlılığı zarûret mikdârı idi. O, yalnız âhireti kazanmanın yollarını arar, dünyâ işleri ile çok az ilgilenirdi. Bütün fakir fukarânın yükü onun üzerinde idi. Yolda ağlayan bir çocuk, cenkte tökezleyen bir at ondan sorulurdu. Âhiret günü bunların hesâbını nasıl vereceğini düşünür, elinden geldiğince hatâ yapmamaya, kimsenin kalbini kırmamaya çalışırdı. Nitekim, kendisine sultânın emrine girmesi teklif edilince geri durmuş, ancak hocası emredince, itâat etmişti. Sultânın hizmetine de, Allahü teâlânın dînine hizmet edip, O'nun rızâsını kazanabilmek arzusuyla hocasının emriyle girmişti. Bütün ömrü boyunca bu niyetle hizmet ve gayret etti. Sultan Orhan ve Murâd Hanların takdirlerini kazandı ve duâlarını aldı.
Çandarlı Kara Halil Hayreddîn Paşa, Serez'de bir câmi ile İznik'te Yeşil Câmi, Gelibolu'da Eski Câmi, İznik'te Eski ve Yeniimâreti yaptırdı. Bunca hizmetleri arasında, ilm-i belâgatta Celâleddîn-i Kazvînî'nin Telhîs-ül-Miftâh adlı eserini şerhetti.
MÂDEMKİ ALLAHÜ TEÂLÂNIN EMRİDİR
Murâd Han döneminde yeniçeri ocağının kuruluşuna ilk adım olmak üzere târihlerde şu vak'a anlatılmaktadır: 'Sultan Murâd Gâzi, Edirne'de tahta geçüp oturdu. Bir gün Kara Rüstem derlerdi, Karaman vilâyetinden bir dânişmend geldi. Halil Hayreddîn Paşa ol vakitde kâdıasker idi. Kara Rüstem; Efendi! Bunca sultanlık malı niçün zâyi edersiniz, deyince, Kâdıasker; nice mal zâyi etmişiz, diye sordu. Kara Rüstem, bu gâziler ki gazâlarda esir çıkarırlar, cenâb-ı Hakk'ın emriyle beşde biri hünkârındır, dedi. Çandarlı Halil Hayreddîn bunu hemen Murâd Hana nakletti. Sultan: Mâdemki Allahü teâlânın emr-i şerîfidir şimden sonra alın, dedi... Bundan sonra Gâzi Evrenuz ve Lala Şâhin'e ısmarladılar ki akınlarda çıkan esirden beş başda birin pâdişâh için alalar. Bu usûl üzere hayli oğlanlar toplayıp Murâd Gâziye getürdüler. Halil Hayreddîn Paşa; bunları Türk'e verelüm hem müslüman olsunlar, dedi. Kabul edilip bunlar evvelen Türk köylüsünün yanına verildiler. Hem Türkçe öğrenip ve hem de müslüman oldular. Ondan sonra saray kapısına girüp, ak börk giydirip adını yeniçeri koydular.'
'...Kimi yerlede kadınlar görüyorum ki, başına bir bez, ya da bir peştemal ya da benzer bir şeyler atarak yüzünü, gözünü gizler ve yanından geçen erkeklere karşı ya arkasını çevirir, ya da yere oturarak yumulur. Bu durumun anlamı, gösterdiği nedir?
Efendiler uygar bir ulus anası, ulus kızı bu şaşırtıcı biçime, bu vahşi duruma girer mi? Bu durum ulusu çok gülünç gösteren bir görünüştür. Hemen düzeltilmesi gerekir.'
Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri,
Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü Yay., C. II., s. 217.
Malum, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Leyla Şahin'in başörtüsü dolayısıyla üniversitede öğrenim hakkının elinden alınması üzerine açtığı davayı nihayet sonuçlanırdı. Leyla Şahin haksız bulundu. Ne Avrupa demokrasilerinden, ne onların kurumlarından ne de dünyadaki başka herhangi bir ulusal veya uluslararası kurum ve kuruluştan mucize çözümler beklemediğim için, ben hiç şaşırmadım. Daha önce bir sürü vesileyle ifade etmeye çalıştım; Avrupa demokrasilerinin, Müslümanların, dini inançlarına ilişkin toplumsal talepleriyle karşılaşması yeni bir olay. Mevcut tablo gösteriyor ki, Batı demokrasileri, bu sınavdan alnının akıyla çıkamıyor, bu gayet net ve açık. AİHM'nin kendini dayandırdığı ilke ve içtihadları ile bu karar arasındaki çelişki ve çifte standartlara işaret edenler sonuna kadar haklı. Ama kurumların kendilerine ilişkin iddialarına her zaman sadık kalmalarının, yani tutarlılıklarının garantisi yok. Demokrasiler de, demokratik kurumlar da, çoğulculuğu önemsese de, asgari ölçüde de olsa, belli mutabakatlara dayanmak zorundadır. Belli ki Batı demokrasilerinde Müslümanların toplumsal talepleri konusunda, ya henüz bir mutabakat oluşmuş değil ya da oluşan mutabakat İslam, Müslümanlar ve onların inançlarına ilişkin talepleri konusunda, oryantalist bir bakış ve dışlama zemininde oluşmuş.
Bu sadece Türkiye'den yapılan başvurular konusunda değil, Batı'da yaşayan Müslüman nüfusun talepleri konusunda da, sürekli test ediliyor. Bakın, geçtiğimiz günlerde, bu kez inanç özgürlüğünün en esnek olduğu ülke olan İngiltere'de, mahkeme, Shabina Begum adlı öğrencinin okulda başörtüsü takmasının yasaklanmasını onayladı. Bu, meselenin ne kadar çetrefil bir
yola girdiğinin en güzel örneklerinden biri, zira, İngiltere'de başörtüsü ile meclise girmek bile serbest. Ancak, İşçi Partisi'nden Lordlar Kamarası üyesi ve başörtüsü takan bir Müslüman olan Pola Manzila Uddin, siyasal ve toplumsal ortamın, Müslümanlar için giderek daha baskıcı bir hal aldığından şikâyet ediyor (The Guardian, 19 Haziran 2004) .
Türkiye'ye dönersek, en tuhafı ve çirkini, AİHM'nin kararından dolayı AKP hükümeti köşeye sıkıştı diye zil takıp oynamak. Bunda hiç kimse açısından sevinilecek bir şey yok, öncelikle bu, sorunu çözmeye değil, çıkmaz bir sokağa sokmaya yarayan bir karar. İkincisi, AB yolunda kararlı adımlarla ilerliyor diye bu kadar desteklenen bir hükümetin bu yolda başını duvara vurması neden bu kadar sevindirici olsun anlaşılır gibi değil. Güya, demokrasinin standarlarını AİHM belirliyor ve onun kararı olduktan sonra, başörtüsüne karşı olanlar, artık top vursa yıkılmayacak, başörtüsü konusundaki iddialar batıl oldu!
Hiç de değil, ne AİHM demokrasinin tartışılmaz standartlar enstitüsü, ne bir kararla toplumun bir kesimini ve taleplerini yok saymak mümkün ve meşru.
Bu karar, ne AKP'yi, ne başörtüsü ile toplumsal hayata katılma talebinde olanları köşeye falan sıkıştırmamalı, bu kararın köşeye sıkıştırdığı tek şey; Avrupa demokrasileri ve onların kendilerine ilişkin iddiaları. Politik, diplomatik olarak köşeye sıkışmak başka, ilkesel olarak köşeye sıkışmak, çifte standarda düşmek başka. Birincisi, konjonktürel ve pratik bir sorun, ikincisi ilkesel ve saygınlığa ilişkin bir sorun. Ve önemli olan ikincisinde dara düşmemek, köşeye sıkışmamak.
Gerilim filmlerinin ustası Alfred Hitchcock, 1899 yılında Londra'da doğdu. Genç yaşta papaz okuluna gitti. Daha sonra mekanik, akustik, navigasyon, eğitimi gördü ve Londra Üniversitesi'nin sanat kurslarına katıldı. 1920'de Paramount stüdyolarının Londra şubesinde çalışmaya başladı. Yönetmen yardımcılığı, sanat yönetmenliği ve senaryo yazarlığı yaptı.
1922 yılında ilk filmini yönetti. 10 yıl içinde 20'den fazla film yönetti. Kısa bir sürede İngiltere'nin en önemli yönetmenleri arasına girdi.
İlk sesli filmi olan 'Blackmail'i 1929 yılında çevirdi. 1930'da 'Murder'ı, 1934 yılında da renkli olarak çektiği 'The Man Who Knew Too Much' gibi filmlerle kendine özgü bir stil oluşturdu. Bu filmlerle uluslararası alanda da tanındı.
Sıradan insanların günlük hayatlarını sürdürürken karşılaştıkları olağanüstü olayları anlatan filmleriyle gerilim türünün en büyük ustası olduğunu 1950-60 yılları arasında çektiği filmlerle kanıtladı. Bu yıllar arasında 'The Stranger's on a Train' (1951) , 'Rear Window' (1954) , 'Vertigo' (1958) , 'Psycho' (1960) gibi filmler vardır.
Çektiği 60'dan fazla filmin yanı sıra televizyon programları da hazırlamıştır, Usta yönetmen 1980'de öldü
YILDIZELİ - 1954, Bedirhan, Ayferat - Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi, Gazi Üniversitesi Doktora - Arapça, Fransızca - Maliye Doçent Dr., Öğretim Üyesi - Gazi Üniversitesi Bolu İktisadî ve İdarî Bilimler Fakültesi Dekan Yardımcısı, Hacettepe Üniversitesi İktisadî ve İdarî Bilimler Fakültesi Maliye Bölümü Öğretim Üyesi - XIX, XX nci Dönem Sivas Milletvekili - Maliye Eski Bakanı - Evli, 3 Çocuk.
XXX
58. VE 59. HÜKÜMET DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDULLATİF ŞENER
Abdullatif Şener, 1954 yılında Yıldızeli'nde doğdu.
İlk ve orta öğrenimini Sivas'ta tamamlayan Şener, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'ni 1977 yılında bitirdi.
Bazı kamu kuruluşlarında memur ve denetim uzmanı olarak çalıştıktan sonra, Gazi Üniversitesi Bolu İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi'nde akademik çalışmalara başlayan Şener, aynı üniversitede Maliye Anabilim Dalı'nda doktorasını tamamladı, bulunduğu fakültede Dekan Yardımcısı olarak görev yaptı. Daha sonra Hacettepe Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi'ne geçen Şener, bu üniversitede görev yaparken doçent oldu.
1991 seçimlerinde Sivas milletvekili olarak Parlamentoya giren Şener, 1996-1997 yıllarında 54. Hükümette Maliye Bakanlığı yaptı.
19, 20 ve 21. Dönem Sivas milletvekili olarak TBMM'de bulunan Şener'in, yayınlanmış bir kitabı bulunuyor.
Şener, evli ve dört çocuk babası.
Abdullatif Şener, 3 Kasım 2002'de yapılan seçimlerde Sivas'tan parlamentoya girdi.
1946 Edirne doğumlu. Ankara İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi mezunu. MC hükümetinde SEKA Genel Müdürlüğü yaptı. Özel sektöre geçerek, Albaraka Türk Finans Kurumu'nda yönetim kurulu üyeliği yaptı.
kemal derviş
23.07.2004 - 13:51O 'hasta adam Türkiye'nin' dibe vuran ekonomisini ve buna bağlı olarak sosyal yaşamdan, özel hayata kadar tepeden tırnağa herşeyini yola koyması için, kendisini dünyanın jandarması sayan ABD tarafından görevlendirilmiş bir emir eri.
Bir kısım medyanın pompalaması sonucu sokaktaki Ayşe teyzelerin, Salih amcaların umud kaynağı haline getirilen Kemal Derviş'in yedi kısım tekmili birden hikayesi burada.
WEBMASTERGASTECİLER tarafından 'tarihe tanıklık görevini' yerine getirmek amacıyla hazırlanan Derviş'in yeri'nden vazgeçemeyeceksiniz.
Can Ataklı yönetiminde hazırlanan haberatak.com Kemal Derviş karikatürlerini kaynakda belirterek birinci sayfasından alıntılamış.
kemal derviş
23.07.2004 - 13:50O Amerikadan hasta adamı iyi etmeye gelen SAM amcanın torunu...
kemal derviş
23.07.2004 - 13:48Derviş: Ucuz popülizmle bir yere varılamaz
CHP İstanbul Milletvekili, 1970'lerde CHP'ye oy veren dar gelirli kentli kesimin önemli bir bölümünün AKP'ye kaydığını söyledi
ay başı
23.07.2004 - 13:45maaşın alındığı ve bittiği gün...
avrupa birliği
23.07.2004 - 13:43KOPENHAG KRİTERLERİ
22 Haziran 1993 tarihinde yapılan Kopenhag Zirvesi'nde, Avrupa Konseyi, Avrupa Birliği'nin genişlemesinin Merkezi Doğu Avrupa Ülkelerini kapsayacağını kabul etmiş ve aynı zamanda adaylık için başvuruda bulunan ülkelerin tam üyeliğe kabul edilmeden önce karşılaması gereken kriterleri de belirtmiştir. Bu kriterler siyasi, ekonomik ve topluluk mevzuatının benimsenmesi olmak üzere üç grupta toplanmıştır.
SİYASİ KRİTER: Demokrasi, hukukun üstünlüğü, insan hakları ve azınlıklara saygı gösterilmesini ve korunmasını garanti eden kurumların varlığı,
EKONOMİK KRİTER: İşleyen bir pazar ekonomisinin varlığının yanısıra Birlik içindeki piyasa güçleri ve rekabet baskısına karşı koyma kapasitesine sahip olunması
TOPLULUK MEVZUATININ BENİMSENMESİ: Siyasi, ekonomik ve parasal birliğin amaçlarına uyma dahil olmak üzere üyelik yükümlülüklerini üstlenme kabiliyetine sahip olunması
POLİTİK KRİTERLER
AB’ye girmeye aday ülkeler;
- istikrarlı ve kurumsallaşmış bir demokrasinin var olması,
- hukuk devleti ve hukukun üstünlüğü,
- insan haklarına saygı,
- azınlıkların korunması
gibi dört ana kriter açısından değerlendirmeye alınacaktır. Genel olarak; ülkenin çok partili bir demokratik sistemle yönetiliyor olması, hukukun üstünlüğüne saygı, idam cezasının olmaması, azınlıklara ilişkin herhangi bir ayrımcılığın bulunmaması, ırk ayrımcılığının olmaması, kadınlara karşı her türlü ayrımcılığın yasaklanmış olması, Avrupa Konseyi İnsan Hakları Sözleşmesinin tüm maddeleri ile çekincesiz kabul edilmiş olması, Avrupa Konseyi Çocuk Hakları Sözleşmesinin kabul edilmiş olması gibi özellikler dikkate alınmaktadır. Ancak, bu ilkelerin varlığı tek başına yeterli olmamakta, aynı zamanda kesintisiz uygulanıyor olması gerekmektedir.
EKONOMİK KRİTERLER
Kopenhag Zirve sonuçlarına göre, ekonomi alanında işlevsel bir piyasa ekonomisinin varlığı kadar, AB içindeki piyasa güçleri ve rekabet baskısı ile başedebilme kapasitesi de aranmaktadır.
a. Etkin bir piyasa ekonomisi için;
- arz-talep dengesinin piyasa güçlerinin bağımsız bir şekilde karşılıklı etkileşimi ile kurulmuş olması,
- ticaret kadar fiyatların da liberal olması, piyasaya giriş (yeni firma açılması) ve çıkış (iflaslar) için engellerin bulunmaması,
- mülkiyet haklarını (fikri ve sınai mülkiyet) içeren düzenlemeleri kapsayan yasal bir sistemin olması ve bu yasalar ile düzenlemelerin icra edilebilmesi,
- fiyat istikrarını içeren bir ekonomik istikrara ulaşılmış olması ve sürdürülebilir dış dengenin varlığı,
- ekonomik politikaların gerekleri hakkında geniş bir fikir birliğinin olması,
- mali sektörün, tasarrufları üretim yatırımlarına yönlendirebilecek kadar iyi gelişmiş olması gerekmektedir.
b. AB içinde rekabet edebilme kapasitesinin sağlanması için;
- öngörülebilir ve istikrarlı bir ortamda karar alabilen ekonomik kurumların makro ekonomik istikrarının olması ve bununla beraber işlevsel bir piyasa ekonomisinin varlığı,
- alt yapı, eğitim ve araştırmayı içeren yeterli miktarda fiziki ve beşeri sermayenin olması,
- firmaların teknolojiye uyum sağlama kapasitesinin bulunması gerekmektedir.
Bu çerçevede rekabet edebilme derecesinin göstergeleri olarak, birliğe girişten önce birlik ile o ülke arasında belirli bir ticaret ortaklığının olması ve ülke ekonomisinde küçük firmaların oranı sayılmaktadır.
TOPLULUK MÜKTESEBATINA UYUM KRİTERİ
a. AB’nin siyasi birlik ile ekonomik ve parasal birlik hedeflerini kabul etmek:
Birliğin “ortak dış politika ve güvenlik” politikasına etkin bir katılım için aday ülkelerin buna hazır olması gerekmektedir. Ekonomik ve Parasal Birlik konusunda ise, merkez bankasının bağımsızlığı, ekonomik politikaların koordinasyonu, İstikrar ve Büyüme Paktına katılım, merkez bankasının kamu sektörü açıklarını finanse etmesinin yasaklanması gibi konularda üye ülkelerin aldıkları kararlara katılmak gerekmektedir.
b. AB’nin aldığı karalara ve uyguladığı yasalara uyum sağlamak:
- Gümrük Birliği, malların serbest dolaşımı, sermayenin serbest dolaşımı gibi ortaklık anlaşmaların da belirtilen şartlara uyum sağlaması,
- tek pazara geçişi gerektiren Topluluk müktesebatına uyum sağlanması,
- Topluluğun tarım, iletişim ve bilgi teknolojileri, çevre, ulaşım, enerji, taşımacılık, tüketici hakları, adalet ve içişleri, işgücü ve sosyal haklar, eğitim ve gençlik, vergilendirme, istatistik, bölgesel politikalar, genel dış ve güvenlik politikası gibi alanlardaki her türlü düzenlemesine uyum sağlanması.
necip fazıl kısakürek
23.07.2004 - 12:39- Yegane beğendiğim genç şair Necip Fazıl'a -
-----Abdülhak Hamid
-------1935
necip fazıl kısakürek
23.07.2004 - 12:39- Hakkında her sıfatın aciz kaldığı şair Necip Fazıl'a -
26.9.1938
Hasan Âli YÜCEL
ötenazi
23.07.2004 - 11:30Ya istiklal ya ötenazi
enteresan tarihler
23.07.2004 - 11:0122 Temmuz 2004
Hızlandırılmış tren faciası: 36 ölü
İstanbul-Ankara seferini yapan hızlandırılmış tren Sakarya’nın Pamukova İlçesi’nde raydan çıkarak devrildi. Kazada 36 kişinin öldüğünü 81 kişinin de yaralandığı açıklandı
tarihin en büyük yalanları
23.07.2004 - 10:56hızlandırılmış tren
anne frank
23.07.2004 - 10:42Anne Frank'ın Evi:
Anne Frank, ailesi ve dört Yahudi'nin 1942-1944 yılları arasında Naziler'den saklandığı ev. Bu müze evde Anne Frank'ın tuttuğu günlüğün bir bölümü, tarihi fotoğraflar, ırkçılık ve yahudi düşmanlığı üzerine sergiler yer alıyor
türban
22.07.2004 - 18:55ülkelerinin anayasalarında laiklik kavramı geçen iki ülke vardır..bunlardan biri fransa diğeri ise türkiyedir..eğer burası türkiye ise türban karşıtları izin verin de bari kızlar istediği gibi sokağa çıkma hakkına sahip olabilsinler..hiç bir ülke görmedim böyle.. sırf inançları için alay edilen insanlar var..herkes modern kıyafet yönetmeliğine göre istediği gibi kıyafeti giysin...erkekler biz de bırakalım sadece sözlüğe bilgi amaçlı şeyler yazalım.kippa takmak amerikada doğal bir şeyken türkiyede bir bez parçası rejimle ilişkilendirilebiliyor..
Fem Dersaneleri
22.07.2004 - 18:50çemberlitaş fem en ünlü femdir..
deccal
22.07.2004 - 17:12Deccal'in Karakterini Teşhis Edebilmek
Deccal'in fitnesi, samimi iman edenler hariç, neredeyse tüm insanları içine alabilecek büyüklüktedir. Bugün dünya genelinde yaŞanan ahlaki dejenerasyon ve kaos ortamının etraflıca düŞünülmesi, bu fitnenin boyutunun daha iyi kavranmasını sağlayacaktır.
Peygamberimiz (sav) 'in Deccal'i tarif eden hadislerindeki tanımlar Kuran'da anlatılan suçlu-günahkar karakteri ile çok büyük benzerlik göstermektedir. Kuran'da kötü ahlak özellikleri olarak bildirilen yalancılık, adaletsizlik, acımasızlık, zalimlik, insanlar arasında bozgunculuk çıkarmak, şiddet ve karmaşanın yayılması için çaba göstermek, insanları din ahlakından uzaklaştırmak gibi inkarcıların gösterdikleri ahlak, Darwinizm'in beslediği ideolojilerin de en belirgin özelliklerindendir.
Allah'ın Kuran'da suçlu-günahkarlar olarak tanımladığı kiŞiler, yeryüzünde anarşi ve terör çıkaranlar, bu yolda çeşitli tuzaklar kuranlar, kötülüğün taraftarlarıdır. Bu insanlar Allah'ın koyduğu sınırları tanımayan, din ahlakını yaŞamayan, suça ve günah iŞlemeye eğilimli insanlardır. 'Hiç Şüphesiz suçlular-günahkarlar, bir sapmışlık (dalalet) ve çılgınlık içindedirler.' (Kamer Suresi, 47) ayetinde bildirildiği üzere, bu ahlakı yaşayan insanların uydukları yol sapkındır. Kuran'da suçlu-günahkarların çeŞitli özellikleri anlatılmakta ve insanlar buna karşı şöyle uyarılmaktadırlar: 'Allah'a karşı yalan uydurup iftira düzenden ve O'nun ayetlerini yalanlayandan daha zalim kimdirŞ Şüphesiz O, suçlu-günahkarları kurtuluşa erdirmez.' (Yunus Suresi, 17)
Kuran'da toplumun huzur ve güvenliğini bozan, insanlar arasında kargaşa çıkaran ve yeryüzünde kötülüğü yaygınlaştırmak için tuzak kuranların da suçlu-günahkarlar oldukları belirtilmektedir. Darwinizm'i kendisine temel alan materyalist ideolojilerin, komünizm ve faşizm gibi akımların önde gelen özelliklerinden birisinin de toplum düzenini bozmak ve anarşi oluşturmak olduğu göz önünde bulundurulursa, bu sistemi yaşayan ve yayanların Kuran'da anlatılan suçlu-günahkar kişiliği taşıyan insanlar olduğu anlaşılacaktır. Bir ayette şöyle bildirilmektedir: 'Böylece Biz, her ülkenin önde gelenlerini -orada hileli-düzenler kursunlar diye- oranın suçlu-günahkarları kıldık. Oysa onlar, hileli-düzeni ancak kendilerine kurarlar da bunun şuuruna varmazlar.' (Enam Suresi, 123)
Deccal Karakteri Nefsin Üzerine Kuruludur
Suçlu-günahkarların en önemli özelliklerinden birisi kendilerine Kuran ahlakını değil, nefislerinin isteklerini -kişisel istek ve tutkularını- rehber edinmiş olmalarıdır. Oysa insanın nefsine uyması büyük bir beladır. İnsanın nefsine uymaya başlaması öncelikle kendi içinde bir karmaşa ve başıbozukluk yaşamasına neden olur. İnsanda vicdanına uymuş olmanın getirdiği rahatlığın ve huzurun yerini kendine güvensizlik, tedirginlik, endiŞe ve huzursuzluk alır. Kuran'da, '... Çünkü gerçekten nefis, -Rabbimin kendisini esirgediği dışında- var gücüyle kötülüğü emredendir...' (Yusuf Suresi, 53) ayetinde de buyurulduğu gibi, nefis sürekli kötülüğü emreder. İnsana her zaman kıskançlık, haset, öfke, kin, intikam, sevgisizlik, merhametsizlik, saygısızlık, sorumsuzluk gibi kötü ahlak özelliklerini yaşatmak ister. İman eden bir kişi ise, nefsinin değil, vicdanının sesini dinler, iradesini kullanır ve güzel bir ahlak gösterir. Allah Kuran'da insana, nefsinin kötülüklerinden sakınıp korunmayı emretmiştir ve insan vicdanına uyarak bu emri yerine getirir.
'Nefse ve ona 'bir düzen içinde biçim verene', sonra ona fücurunu (sınır tanımaz günah ve kötülüğünü) ve ondan sakınmayı ilham edene (andolsun) . Onu arındırıp-temizleyen gerçekten felah bulmuştur. Ve onu (isyanla, günahla, bozulmalarla) örtüp-saran da elbette yıkıma uğramıştır.' (Şems Suresi, 7-10)
Deccal Yeryüzünde Bozgunculuk Çıkarır
Deccal'in sisteminin insanlara en büyük zararı veren yönü, bu sistemin yeryüzünde bozgunculuk çıkarma, huzur ve düzen bırakmama üzerine kurulu olmasıdır. Deccal'in temel vasfı bozgunculuk çıkarabilmek için şiddet, terör ve anarşiyi körüklemesidir. Bozgunculuk çıkarmak çok geniş bir kavramdır. İnsanların huzurunu kaçıran, güvenlik ve barış ortamını bozan her unsur bozgunculuktur. İki ülke arasında hiçbir haklı gerekçe olmadan yaŞanan savaŞlar, bir toplum içerisinde suni nedenlerle meydana gelen iç çatışmalar, masum ve sivil insanları hedef alan terörist saldırılar ve günlük hayatta karşılaşılan bireysel şiddet olayları bozgunculuğun örnekleri arasında sayılabilir. Bu dönemde, gün geçtikçe sayısı artan ve yayılan savaşlar, çatışmalar ve şiddet olayları Deccal'in bozgunculuğunun boyutlarını göstermesi açısından dikkat çekicidir. Allah insanlara bozgunculuk çıkarmayı yasaklamış ve bozguncuları sevmediğini bildirmiştir.
'... Biz de onların arasına kıyamet gününe kadar sürecek düŞmanlık ve kin salıverdik. Onlar ne zaman savaş amacıyla bir ateş alevlendirdilerse Allah onu söndürmüştür. Yeryüzünde bozgunculuğa çalışırlar. Allah ise bozguncuları sevmez.' (Maide Suresi, 64)
Deccal'e Uyanların Ortak Özelliği: Şeytani Mantıkla Hareket Etme
Deccal sisteminde insanların kötüyü iyi görmelerine verilebilecek en çarpıcı örneklerden biri, şiddetin, çatışmaların ve kavgaların olağan karşılanmaya başlanmasıdır. İnsanlar, isteklerini elde etmenin en etkili yolunun şiddete başvurmaları olduğuna kendilerini ve çevrelerini inandırırlar. Masum insanları katleder, hiçbir suçu olmayan insanlara zarar verirken bunları kendilerince hak bir mücadele için yaptıklarını düşünürler. Terör örgütlerinin üyeleri ile ya da dünyanın çeşitli bölgelerinde savaş ve çatışmalara neden olan insanlardan biri ile görüşüldüğünde, hepsi şiddete başvurmakta sözde ne kadar haklı olduklarını anlatacaklardır. Oysa bu büyük bir yanılgı ve zalimliktir. Masum ve savunmasız insanlara karşı şiddete başvuran hiçbir mücadele haklı değildir.
Bu yanılgının temelinde ise söz konusu kişilerin şeytana ve onun bir uzantısı olan Deccal'e uyuyor olmaları, diğer bir deyişle Şeytanın mantığı ile hareket ediyor olmaları vardır. Oysa herşeyin Yaratıcısı olan Allah insanlara, Şeytanın yolunu izlememelerini emretmiştir. Allah bu emrini bir ayette şu şekilde bildirmektedir:
'Gerçek şu ki, Şeytan sizin düşmanınızdır, öyleyse siz de onu düşman edinin. O, kendi grubunu, ancak çılgınca yanan ateşin halkından olmaya çağırır.' (Fatır Suresi, 6)
Rabbimizin tüm bu emirlerine rağmen Şeytanın mantığı ile hareket eden bir kişinin aklı ve kalbi kapanır. Akılda ve kalpte meydana gelen bu kapanma inkar edenlerin ve din ahlakını yaşamayanların genel bir özelliğidir. Kuran'da, gözleri olduğu halde gerçekleri göremeyen, kulakları olduğu halde duymayan kişilere dikkat çekilir ve Allah'ın bu kişilerin kalplerini mühürlediği Şöyle bildirilir:
Şüphesiz, inkar edenleri uyarsan da, uyarmasan da, onlar için farketmez; inanmazlar. Allah, onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiŞtir; gözlerinin üzerinde perdeler vardır. Ve büyük azab onlaradır. (Bakara Suresi, 6-7)
Deccal'in kurduğu tuzaklar da Allah'ın kontrolündedir
Peygamberimiz (sav) hadislerinde Deccal'in tuzaklarının büyüklüğüne dikkat çekmiş ve bizi bu tuzaklara karşı uyarmıştır. Gerçekten de Deccaliyet'in fitnesi, samimi iman edenler hariç, neredeyse tüm insanları içine alabilecek büyüklüktedir. Bugün dünya genelinde yaşanan ahlaki dejenarasyon ve kaos ortamının etraflıca düşünülmesi, bu fitnenin boyutunun daha iyi kavranmasını sağlayacaktır. Hangi ülkeden, hangi milletten, hangi ırktan olursa olsun insanlar bu bozulmaya ve fitneye bizzat şahitlik etmektedirler.
Ancak bu noktada unutulmaması gereken çok önemli bir husus vardır. Kuran'da pek çok ayette iman etmeyenlerin kurdukları tüm tuzakların gerçek sahibinin Allah olduğu bildirilmiştir. Allah insanları denemek, salih olanları ortaya çıkarmak, onları eğitmek, inkarcıların da küfrünü göstermek ve daha pek çok hikmet gereğince, Şeytanın yeryüzündeki faaliyetlerini ve dolayısıyla Deccaliyet'i de kader içinde yaratmıştır. Ancak Deccaliyet mutlak mağlup olacak Şekilde yaratılmıştır. Dolayısıyla inkar edenlerin tuzakları, Allah'ın izni ile, hiçbir zaman baŞarıya ulaŞamayacak tuzaklardır. Bir ayette bu sır Şöyle haber verilir:
'Gerçek şu ki, onlar hileli-düzenler kurdular. Oysa onların düzenleri, dağları yerlerinden oynatacak da olsa, Allah katında onlara hazırlanmış düzen (kötü bir karşılık) vardır.' (İbrahim Suresi, 46)
Aynı son, Deccal'in kurduğu tuzaklar ve doğrudan Deccal'in fikir sistemi için de geçerlidir. Bu sistem de insanları Allah'ın yolundan alıkoyabilmek için kurulmuŞ özel bir tuzaktır. Kurulan tuzaklar ne kadar büyük, oluŞturulan plan ne kadar kapsamlı ve etkili olursa olsun hepsi Allah'ın kontrolü altındadır. Deccal de, onun kurduğu tuzaklar da yalnızca Allah'ın dilemesi ile vardır. 'Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz...' (İnsan Suresi, 30) ayetiyle de buyurulduğu gibi, Allah dilemedikçe hiç kimse, hiçbir güç, hiçbir şer odağı bir şey dileyemeyeceği gibi, ne bir tuzak kurmaya ne de bu tuzağı hayata geçirmeye güç yetirebilir.
çandarlı kara halil hayreddîn paşa
22.07.2004 - 17:07ÇANDARLI KARA HALİL HAYREDDÎN PAŞA
Osmanlı Devletinin ilk vezir ve kâdılarından. Hanefî mezhebi fıkıh âlimi ve meşhûr velî. İsmi Halil bin Ali'dir. Bugün Eskişehir'e bağlı Sivrihisar'ın Cendere köyünde dünyâya geldi. Bu sebeple Cenderî ve Çandarlı diye nispet edildi. Doğum târihi bilinmemektedir. 1787 (H.789) târihinde Serez'de vefât etti.
Çandarlı Kara Halil, küçük yaştan îtibâren devrin ulemâsından dersler almaya başladı. Ancak onun Bilecik ve İznik kâdılıklarına tâyinine kadar geçen zaman hakkında mâlûmat, bilgi yok denecek kadar azdır. Yalnız onun Osmanlı Beyliğinin kuruluşunda mühim rolü olan ahî teşkîlatı içinde yer aldığı ve Osman Gâzi'nin kayınpederi ahî reislerinden Şeyh Edebâlî'nin akrabâsından olduğu bilinmektedir.
Çandarlı Kara Halil, İznik'te Orhan Gâzi tarafından açılan Orhâniye Medresesi talebeleri arasında idi. Orhan Gâzi, 1331 yılında İznik'i fethedince, orada bir medrese yapıp, bir imâret inşâ etti. İmârette ilk olarak bizzat kendisi aş dağıtıp, kandil yaktı. Zamânın büyük âlimlerini medresede ders vermeye dâvet etti. İlk önce Dâvûd-i Kayserî'yi baş müderris tâyin etti. Sonra Tâcüddîn Kürdî baş müderris oldu.Üçüncü olarak baş müderris olan Alâüddîn Esved Ali bin Ömer isminde, Kara Hoca diye bilinen bir mübârek zât idi. Çandarlı Kara Halil, bu medresede ilim öğrenip, zamânın din ve fen bilgilerine sâhib oldu.
Sultan Orhan Gâzi, âlimleri, evliyâyı görüp gözeten bir büyük bey idi. O mübârek kimse, bir gün Alâüddîn-i Esved hazretlerini ziyârete gitti. Bu sırada Alâüddîn-i Esved hazretleri nâfile namaz kılmakta idi. Orhan Gâzi, avluda bekledi. Bu sırada farz namaz vakti geldi. Orhan Gâzi ve orada bulunan Alâüddîn-i Esved'in talebeleri namaz için hazırlandılar. Namazın sünnetini kıldılar. İkâmet okununca, talebeler arasında bulunan Kara Halil imâmete geçti.Hazır olan cemâate namaz kıldırdı. Alâüddîn-i Esved de odasından çıkıp geldi. Bir müddet sohbet ettiler. Orhan Gâzi edeple dinledikten sonra başını kaldırıp; 'Seferde ve hazerde, ahâli arasında vâki olacak hâdiselerde hükmedip, hak ile bâtılı ayırmak, şer'î, dînî hükümleri beyân etmek için bir hoca efendi, âlim lâzımdır. Talebenizden birini benimle sefere gitmek için tâyin etseniz.' deyip, arzu ve isteğini arzetti. Alâüddîn-i Esved hazretleri Orhan Gâzi'nin bu arzusunu kabûl ettikten sonra, talebelerine baktı. Her birinin; 'Ne olur beni gönderme! ' diye yalvarır bir hâli vardı. Çünkü onlar, sultanla berâber olan ulemâyı, dünyâya düşkün biliyorlardı. Sultanın kötülüklerine ulemânın ilimlerini âlet etmelerinden korkuyorlardı. Ancak Sultan Orhan, öyle bir kimse değildi. Yanına ulemâyı emretmek için değil, Allahü teâlânın emirlerini onun ağzından dinlemek için, kendisini Allahü teâlânın yasaklarına kaymaktan sakındırması için istiyordu. Kendisine kul değil, başına sultan arıyordu. Devlet sultansız, sultan ulemâsız olmuyordu. Devletin bekâsı için sultana, sultanın yanlış yola sapmaması için ulemâya ihtiyaç vardı. Alâüddîn-i Esved namlı Kara Hocanın talebelerinden birinin de bu işi yapması lâzımdı. İş başa düşmüştü. Kara Hoca da en gözde talebesi Çandarlı Kara Halil'i, Sultan Orhan Gâziye verdi. Kara Halil de; 'Memur mâzurdur.' hükmünce, hocasının emrine tâbi olup, Orhan Gâzi ile birlikte gitti. Seferde ve hazerde, sultana müşâvirlik, anlaşmazlıklarda hâkimlik yaptı. Yanlış yola sapanları terbiye edip, dîn-i İslâmın emir ve yasaklarının tatbîkinin, Devlet-i aliyye-i Osmâniye içerisinde Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdiği şekilde icrâsına, yapılmasına gayret eyledi.
Bu arada sırasıyla Bilecik, İznik ve Bursa kâdılıklarında bulundu. Hocası Tâceddîn Kürdî'nin kızı ile evlendi. Orhan Gâzinin vefâtı ile Murâd-ı Hüdâvendigâr sultan olunca, Osmanlılarda ilk olarak kâdıaskerlik makâmını ihdâs edip, Kara Halil'i de ilk kazasker olarak tâyin etti. Kara Halil Efendi bundan sonra bütün bilgi ve tecrübesini, genç Osmanlı devletinin teşkilâtlanmasında seferber etti. O, Orhan Bey zamânında, ilk muntazam askerî teşkilâtın teşkilinde mühim vazîfeler görmüş, yaya ve müsellem adları ile müslüman Türk cengâverlerinden piyâde ve süvâri kuvvetlerini teşkilatlandırmıştı. Bu ocak, daha sonra, yine Kara Halil'in himmet ve gayreti ile Birinci Murâd zamânındaYeniçeri ocağının kurulmasına kadar Osmanlı Devletinin yegâne muntazam ordusu olarak kaldı.
Çandarlı Kara Halil Hayreddîn Paşa yine Molla Rüstem ile birlikte bir devlet hazînesi ve devletin mâlî teşkilâtını kurup, çeşitli düzenlemeler yaptı. Daha sonra HalilHayreddîn Paşa ünvânıyla vezîr oldu. Çandarlı'ya kadar, Osmanlılarda vezîrler, yalnız idârî ve mâlî işlere bakarlardı. Çandarlı'ya, bunlar yanında askerî kumandanlık da verildi. Devletin bütün idârî, mâlî ve askerî işlerini elinde topladı. 1385 yılında ordunun başında Rumeli'ye sefere çıktı. Karaferye, Serez ve Selânik'i aldı. Tesalya ve Manastır'a girdi. Arnavutluk içlerine kadar ilerledi. Ordusu ile berâber Vardar Yenicesi'nde fetih hareketlerine devâm etmekte iken hastalanıp, Serez'e nakledildi. 1387 (H.789) yılında orada vefât etti. Vefâtı sırasında yanında; Ali, İlyâs ve İbrâhim adlarında üç oğlu vardı. Oğlu Ali Paşa, babasının yerine vezir oldu. Yaklaşık yüz elli sene, Çandarlı soyundan gelen kimseler, Osmanlı Devletine en üst seviyede hizmet ettiler.
Çandarlı Halil Hayreddîn Paşa, ilim ve amelde eşsiz, verâ ve takvâda nâdirdi. Devlet idâresinde muktedir, kumandanlıkta üstündü. Tevâzu ve cömertlik sâhibi bir kimse olup, işlerini yalnız Allahü teâlânın rızâsı için yapardı. Dünyâya düşkün değildi. Dünyâ malına bağlılığı zarûret mikdârı idi. O, yalnız âhireti kazanmanın yollarını arar, dünyâ işleri ile çok az ilgilenirdi. Bütün fakir fukarânın yükü onun üzerinde idi. Yolda ağlayan bir çocuk, cenkte tökezleyen bir at ondan sorulurdu. Âhiret günü bunların hesâbını nasıl vereceğini düşünür, elinden geldiğince hatâ yapmamaya, kimsenin kalbini kırmamaya çalışırdı. Nitekim, kendisine sultânın emrine girmesi teklif edilince geri durmuş, ancak hocası emredince, itâat etmişti. Sultânın hizmetine de, Allahü teâlânın dînine hizmet edip, O'nun rızâsını kazanabilmek arzusuyla hocasının emriyle girmişti. Bütün ömrü boyunca bu niyetle hizmet ve gayret etti. Sultan Orhan ve Murâd Hanların takdirlerini kazandı ve duâlarını aldı.
Çandarlı Kara Halil Hayreddîn Paşa, Serez'de bir câmi ile İznik'te Yeşil Câmi, Gelibolu'da Eski Câmi, İznik'te Eski ve Yeniimâreti yaptırdı. Bunca hizmetleri arasında, ilm-i belâgatta Celâleddîn-i Kazvînî'nin Telhîs-ül-Miftâh adlı eserini şerhetti.
MÂDEMKİ ALLAHÜ TEÂLÂNIN EMRİDİR
Murâd Han döneminde yeniçeri ocağının kuruluşuna ilk adım olmak üzere târihlerde şu vak'a anlatılmaktadır: 'Sultan Murâd Gâzi, Edirne'de tahta geçüp oturdu. Bir gün Kara Rüstem derlerdi, Karaman vilâyetinden bir dânişmend geldi. Halil Hayreddîn Paşa ol vakitde kâdıasker idi. Kara Rüstem; Efendi! Bunca sultanlık malı niçün zâyi edersiniz, deyince, Kâdıasker; nice mal zâyi etmişiz, diye sordu. Kara Rüstem, bu gâziler ki gazâlarda esir çıkarırlar, cenâb-ı Hakk'ın emriyle beşde biri hünkârındır, dedi. Çandarlı Halil Hayreddîn bunu hemen Murâd Hana nakletti. Sultan: Mâdemki Allahü teâlânın emr-i şerîfidir şimden sonra alın, dedi... Bundan sonra Gâzi Evrenuz ve Lala Şâhin'e ısmarladılar ki akınlarda çıkan esirden beş başda birin pâdişâh için alalar. Bu usûl üzere hayli oğlanlar toplayıp Murâd Gâziye getürdüler. Halil Hayreddîn Paşa; bunları Türk'e verelüm hem müslüman olsunlar, dedi. Kabul edilip bunlar evvelen Türk köylüsünün yanına verildiler. Hem Türkçe öğrenip ve hem de müslüman oldular. Ondan sonra saray kapısına girüp, ak börk giydirip adını yeniçeri koydular.'
berlin duvarı
22.07.2004 - 17:01sıra utanç duvarına geldi...
berlin duvarı
22.07.2004 - 17:009 Kasım 1989 günü tarihi bir gündür...
dehap
22.07.2004 - 16:49DEHAP 2. Olağanüstü Kongresi'nde Alman parlamenter Carsten Huebne 'Yıllardır mücadelenize destek veriyoruz' dedi. Kongrede 'Biji Serok Apo', 'Pişman değiliz, Apocuyuz biz' sloganları atıldı.
9 Haziran 2003
Ama artık şartlar değişti bu parti daha ılımlı bir hava estirmeye gayret gösteriyor...
türban
22.07.2004 - 16:29Atatürk ve Türban
----------
'...Kimi yerlede kadınlar görüyorum ki, başına bir bez, ya da bir peştemal ya da benzer bir şeyler atarak yüzünü, gözünü gizler ve yanından geçen erkeklere karşı ya arkasını çevirir, ya da yere oturarak yumulur. Bu durumun anlamı, gösterdiği nedir?
Efendiler uygar bir ulus anası, ulus kızı bu şaşırtıcı biçime, bu vahşi duruma girer mi? Bu durum ulusu çok gülünç gösteren bir görünüştür. Hemen düzeltilmesi gerekir.'
Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri,
Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü Yay., C. II., s. 217.
türban
22.07.2004 - 16:26Nuray Mert
Malum, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Leyla Şahin'in başörtüsü dolayısıyla üniversitede öğrenim hakkının elinden alınması üzerine açtığı davayı nihayet sonuçlanırdı. Leyla Şahin haksız bulundu. Ne Avrupa demokrasilerinden, ne onların kurumlarından ne de dünyadaki başka herhangi bir ulusal veya uluslararası kurum ve kuruluştan mucize çözümler beklemediğim için, ben hiç şaşırmadım. Daha önce bir sürü vesileyle ifade etmeye çalıştım; Avrupa demokrasilerinin, Müslümanların, dini inançlarına ilişkin toplumsal talepleriyle karşılaşması yeni bir olay. Mevcut tablo gösteriyor ki, Batı demokrasileri, bu sınavdan alnının akıyla çıkamıyor, bu gayet net ve açık. AİHM'nin kendini dayandırdığı ilke ve içtihadları ile bu karar arasındaki çelişki ve çifte standartlara işaret edenler sonuna kadar haklı. Ama kurumların kendilerine ilişkin iddialarına her zaman sadık kalmalarının, yani tutarlılıklarının garantisi yok. Demokrasiler de, demokratik kurumlar da, çoğulculuğu önemsese de, asgari ölçüde de olsa, belli mutabakatlara dayanmak zorundadır. Belli ki Batı demokrasilerinde Müslümanların toplumsal talepleri konusunda, ya henüz bir mutabakat oluşmuş değil ya da oluşan mutabakat İslam, Müslümanlar ve onların inançlarına ilişkin talepleri konusunda, oryantalist bir bakış ve dışlama zemininde oluşmuş.
Bu sadece Türkiye'den yapılan başvurular konusunda değil, Batı'da yaşayan Müslüman nüfusun talepleri konusunda da, sürekli test ediliyor. Bakın, geçtiğimiz günlerde, bu kez inanç özgürlüğünün en esnek olduğu ülke olan İngiltere'de, mahkeme, Shabina Begum adlı öğrencinin okulda başörtüsü takmasının yasaklanmasını onayladı. Bu, meselenin ne kadar çetrefil bir
yola girdiğinin en güzel örneklerinden biri, zira, İngiltere'de başörtüsü ile meclise girmek bile serbest. Ancak, İşçi Partisi'nden Lordlar Kamarası üyesi ve başörtüsü takan bir Müslüman olan Pola Manzila Uddin, siyasal ve toplumsal ortamın, Müslümanlar için giderek daha baskıcı bir hal aldığından şikâyet ediyor (The Guardian, 19 Haziran 2004) .
Türkiye'ye dönersek, en tuhafı ve çirkini, AİHM'nin kararından dolayı AKP hükümeti köşeye sıkıştı diye zil takıp oynamak. Bunda hiç kimse açısından sevinilecek bir şey yok, öncelikle bu, sorunu çözmeye değil, çıkmaz bir sokağa sokmaya yarayan bir karar. İkincisi, AB yolunda kararlı adımlarla ilerliyor diye bu kadar desteklenen bir hükümetin bu yolda başını duvara vurması neden bu kadar sevindirici olsun anlaşılır gibi değil. Güya, demokrasinin standarlarını AİHM belirliyor ve onun kararı olduktan sonra, başörtüsüne karşı olanlar, artık top vursa yıkılmayacak, başörtüsü konusundaki iddialar batıl oldu!
Hiç de değil, ne AİHM demokrasinin tartışılmaz standartlar enstitüsü, ne bir kararla toplumun bir kesimini ve taleplerini yok saymak mümkün ve meşru.
Bu karar, ne AKP'yi, ne başörtüsü ile toplumsal hayata katılma talebinde olanları köşeye falan sıkıştırmamalı, bu kararın köşeye sıkıştırdığı tek şey; Avrupa demokrasileri ve onların kendilerine ilişkin iddiaları. Politik, diplomatik olarak köşeye sıkışmak başka, ilkesel olarak köşeye sıkışmak, çifte standarda düşmek başka. Birincisi, konjonktürel ve pratik bir sorun, ikincisi ilkesel ve saygınlığa ilişkin bir sorun. Ve önemli olan ikincisinde dara düşmemek, köşeye sıkışmamak.
türban
22.07.2004 - 16:24Kemal Derviş'in, 'ben başörtüsündense türbanı tercih ederim' sözü partisinde rahatsızlık yarattı..kemal derviş işte...
alfred hitchcock
22.07.2004 - 16:15Alfred Hitchcock
Gerilim filmlerinin ustası Alfred Hitchcock, 1899 yılında Londra'da doğdu. Genç yaşta papaz okuluna gitti. Daha sonra mekanik, akustik, navigasyon, eğitimi gördü ve Londra Üniversitesi'nin sanat kurslarına katıldı. 1920'de Paramount stüdyolarının Londra şubesinde çalışmaya başladı. Yönetmen yardımcılığı, sanat yönetmenliği ve senaryo yazarlığı yaptı.
1922 yılında ilk filmini yönetti. 10 yıl içinde 20'den fazla film yönetti. Kısa bir sürede İngiltere'nin en önemli yönetmenleri arasına girdi.
İlk sesli filmi olan 'Blackmail'i 1929 yılında çevirdi. 1930'da 'Murder'ı, 1934 yılında da renkli olarak çektiği 'The Man Who Knew Too Much' gibi filmlerle kendine özgü bir stil oluşturdu. Bu filmlerle uluslararası alanda da tanındı.
Sıradan insanların günlük hayatlarını sürdürürken karşılaştıkları olağanüstü olayları anlatan filmleriyle gerilim türünün en büyük ustası olduğunu 1950-60 yılları arasında çektiği filmlerle kanıtladı. Bu yıllar arasında 'The Stranger's on a Train' (1951) , 'Rear Window' (1954) , 'Vertigo' (1958) , 'Psycho' (1960) gibi filmler vardır.
Çektiği 60'dan fazla filmin yanı sıra televizyon programları da hazırlamıştır, Usta yönetmen 1980'de öldü
abdüllatif şener
22.07.2004 - 16:13Abdüllatif Şener
Sivas Milletvekili-AKP
YILDIZELİ - 1954, Bedirhan, Ayferat - Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi, Gazi Üniversitesi Doktora - Arapça, Fransızca - Maliye Doçent Dr., Öğretim Üyesi - Gazi Üniversitesi Bolu İktisadî ve İdarî Bilimler Fakültesi Dekan Yardımcısı, Hacettepe Üniversitesi İktisadî ve İdarî Bilimler Fakültesi Maliye Bölümü Öğretim Üyesi - XIX, XX nci Dönem Sivas Milletvekili - Maliye Eski Bakanı - Evli, 3 Çocuk.
XXX
58. VE 59. HÜKÜMET DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDULLATİF ŞENER
Abdullatif Şener, 1954 yılında Yıldızeli'nde doğdu.
İlk ve orta öğrenimini Sivas'ta tamamlayan Şener, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'ni 1977 yılında bitirdi.
Bazı kamu kuruluşlarında memur ve denetim uzmanı olarak çalıştıktan sonra, Gazi Üniversitesi Bolu İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi'nde akademik çalışmalara başlayan Şener, aynı üniversitede Maliye Anabilim Dalı'nda doktorasını tamamladı, bulunduğu fakültede Dekan Yardımcısı olarak görev yaptı. Daha sonra Hacettepe Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi'ne geçen Şener, bu üniversitede görev yaparken doçent oldu.
1991 seçimlerinde Sivas milletvekili olarak Parlamentoya giren Şener, 1996-1997 yıllarında 54. Hükümette Maliye Bakanlığı yaptı.
19, 20 ve 21. Dönem Sivas milletvekili olarak TBMM'de bulunan Şener'in, yayınlanmış bir kitabı bulunuyor.
Şener, evli ve dört çocuk babası.
Abdullatif Şener, 3 Kasım 2002'de yapılan seçimlerde Sivas'tan parlamentoya girdi.
kemal unakıtan
22.07.2004 - 16:11Kemal Unakıtan
58. VE 59. HÜKÜMET MALİYE BAKANI
1946 Edirne doğumlu. Ankara İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi mezunu. MC hükümetinde SEKA Genel Müdürlüğü yaptı. Özel sektöre geçerek, Albaraka Türk Finans Kurumu'nda yönetim kurulu üyeliği yaptı.
Toplam 816 mesaj bulundu