Dünyayı güzellik kurtaracak..bir insanı sevmekle başlayacak herşey....diyor şair
bir ayrılış hikayesi (hayat tıpkı nazımın şiiri gibi yarım...hayat tıpkı nazımın hikayesi gibi hep biraz eksik)
Erkek kadına dedi ki: -Seni seviyorum, ama nasıl, avuçlarımda camdan bir şey gibi kalbimi sıkıp parmaklarımı kanatarak kırasıya çıldırasıya... Erkek kadına dedi ki: -Seni seviyorum, ama nasıl, kilometrelerle derin, kilometrelerle dümdüz, yüzde yüz, yüzde bin beş yüz, yüzde hudutsuz kere yüz...
Kadın erkeğe dedi ki: -Baktım.... ' bir zaman hatasıydı tüm yaşadıklarım' yada masum(?) bir ruyaaa
Dengeleme paltomun bir cebine ölümü, bir cebine hayatı koydum bir cebine sevinci, bir cebine acıyı bana gelişini senin, sonra benden kaçışını paltomun bir cebine kahramanlığı, bir cebine korkaklığı koydum. Bir yanına dostlarımı, bir yanına düşmanlarımı... Ne kadar çok şey var bu dünyada nefret edilecek ve sevilecek olan paltomun bir cebine aklımı, bir cebine yüreğimi koydum ancak böyle yürüyebildim.
Ahmet Erhan
Hangi kaçıs uğultusunu dindirebilir Icinizdeki mavi karlı ormanın Hangi çınar Dallarının kırıldığı yerden inlemez Sonunda dağalyani olmuşsa ömrünüzün O sağnaktan orda kalan Sargılar sarabilir mi yaralarınızı O liman yürekte değilse eger Artık nereye sığınır insan
Gecelerin çağrısını duydun mu hiç sen? Uykuların çığlık çığlık bölündü mü gece yarıları? Oysa ki ben dağ başı mahmurluğuyla sokuluyorum Taze yakılmış bir türkünün titreyen sesine... Hiçliğim çalınıyor duvara asılmış bağlama yalnızlığıyla radyolarda. Geceye bir es uzağım; Sen boğazımda düğümlenen kırık dökük bir ses kadar canımdaydın…
Şimdi gözlerime karanlığı basıyorum uyku nöbetlerinde; Ki görmesin kimseler sensizliğimi… “Sus zehirleri” tükürüyorum dilime; bilmesinler diye gelmeyişini.. Olmuyor sevdiceğim! Nafile hıçkırıklar düğümlüyorum kahrıma hâldaş yokluğuna.. Bilirim! Küllenmiş ateş olsa susmaz yüreğim…
Karanfillerim vardı; sana yazdığım şiirlerin satır aralarında saklı. Karanfiller ki her birinin yaprağında “mavisi uçuk gökkuşakları” beklerdi bizi. Bu yüzden kente düşen her yağmurda Benden önce gözlerim koşardı sokaklara. Ne vakit ıslansa göğün yüzü ölesiye beklerdim seni saçak altlarında Ölesiye karanfillere boyardım şehri… Gelseydin çocukça uçurtmalar salacaktık deniz soluklu martıların yurduna. Düşlerimiz yeşerecekti zemheriye inat, ayaza bulanmış bozkırların ortasında. Ben hep bekledim… Sen hiç gelmedin!
Yeni yeni anlıyorum; “Biz” diye bildiğim her şey günahkâr kelimelerle oynadığımız marazî bir oyunmuş meğer. Tanıdığım tüm güvercinler avuntulu yalanlarla kandırmaya soyunmuşlar beni. Öyle söylemişlerdi: Güneş en güzel Nemrut’ta açarmış gözlerini… Bilmiyorlar oysa! Ben isterik bir akşamüstü gözlerindeki bebeğin kundağına saklamıştım güneşi…Unuttun mu gelmeyenim? (Evet unuttun!)
Şimdi ütopik sürgünlüklerde en sancılı haliyle yokluğuna muhacir oluyor adımlarım. Adım adım karalara yollanıyorum kirpiklerinin ucundan. Kör düşüyorum Yusuf kuyularından Yakub’un göz pınarlarına. Oysa ne ben yırtılan gömleği oldum Yusuf’un Ne de sen sevdaya uzanan eli Züleyha’nın. Ve şimdi “Leyla” desem çöl kuraklığına gömülür avazım.
Oy benim sevda/sızım! Bak toprağa uzanmış gök,ayyuklarda yüzünü seyretmekte… Sevdası söyleniyor Nâzım’ın türkü türkü titreyen sesiyle Dinle! Bütün kaderimi kaldırıyorum bir yudum sevgin için Öksüz kaldı adına vurgun,gözlerine sevdalı bulutlar…Neredesin ey yâr? Gelsene! 05.02.07
'
Dünyayı güzellik kurtaracak..bir insanı sevmekle başlayacak herşey....diyor şair
bir ayrılış hikayesi (hayat tıpkı nazımın şiiri gibi yarım...hayat tıpkı nazımın hikayesi gibi hep biraz eksik)
Erkek kadına dedi ki:
-Seni seviyorum,
ama nasıl,
avuçlarımda camdan bir şey gibi kalbimi sıkıp
parmaklarımı kanatarak
kırasıya
çıldırasıya...
Erkek kadına dedi ki:
-Seni seviyorum,
ama nasıl,
kilometrelerle derin, kilometrelerle dümdüz,
yüzde yüz, yüzde bin beş yüz,
yüzde hudutsuz kere yüz...
Kadın erkeğe dedi ki:
-Baktım....
'
bir zaman hatasıydı tüm yaşadıklarım'
yada masum(?) bir ruyaaa
Dengeleme
paltomun bir cebine ölümü, bir cebine hayatı koydum
bir cebine sevinci, bir cebine acıyı
bana gelişini senin, sonra benden kaçışını
paltomun bir cebine kahramanlığı, bir cebine korkaklığı koydum.
Bir yanına dostlarımı, bir yanına düşmanlarımı...
Ne kadar çok şey var bu dünyada
nefret edilecek ve sevilecek olan
paltomun bir cebine aklımı, bir cebine yüreğimi koydum
ancak böyle yürüyebildim.
Ahmet Erhan
Hangi kaçıs uğultusunu dindirebilir
Icinizdeki mavi karlı ormanın
Hangi çınar
Dallarının kırıldığı yerden inlemez
Sonunda dağalyani olmuşsa ömrünüzün
O sağnaktan orda kalan
Sargılar sarabilir mi yaralarınızı
O liman yürekte değilse eger
Artık nereye sığınır insan
Gecelerin çağrısını duydun mu hiç sen?
Uykuların çığlık çığlık bölündü mü gece yarıları?
Oysa ki ben dağ başı mahmurluğuyla sokuluyorum
Taze yakılmış bir türkünün titreyen sesine...
Hiçliğim çalınıyor duvara asılmış bağlama yalnızlığıyla radyolarda.
Geceye bir es uzağım;
Sen boğazımda düğümlenen kırık dökük bir ses kadar canımdaydın…
Şimdi gözlerime karanlığı basıyorum uyku nöbetlerinde;
Ki görmesin kimseler sensizliğimi…
“Sus zehirleri” tükürüyorum dilime; bilmesinler diye gelmeyişini..
Olmuyor sevdiceğim!
Nafile hıçkırıklar düğümlüyorum kahrıma hâldaş yokluğuna..
Bilirim! Küllenmiş ateş olsa susmaz yüreğim…
Karanfillerim vardı; sana yazdığım şiirlerin satır aralarında saklı.
Karanfiller ki her birinin yaprağında “mavisi uçuk gökkuşakları” beklerdi bizi.
Bu yüzden kente düşen her yağmurda
Benden önce gözlerim koşardı sokaklara.
Ne vakit ıslansa göğün yüzü ölesiye beklerdim seni saçak altlarında
Ölesiye karanfillere boyardım şehri…
Gelseydin çocukça uçurtmalar salacaktık deniz soluklu martıların yurduna. Düşlerimiz yeşerecekti zemheriye inat, ayaza bulanmış bozkırların ortasında. Ben hep bekledim… Sen hiç gelmedin!
Yeni yeni anlıyorum;
“Biz” diye bildiğim her şey günahkâr kelimelerle oynadığımız marazî bir oyunmuş meğer.
Tanıdığım tüm güvercinler avuntulu yalanlarla kandırmaya soyunmuşlar beni. Öyle söylemişlerdi: Güneş en güzel Nemrut’ta açarmış gözlerini…
Bilmiyorlar oysa!
Ben isterik bir akşamüstü gözlerindeki bebeğin kundağına saklamıştım güneşi…Unuttun mu gelmeyenim? (Evet unuttun!)
Şimdi ütopik sürgünlüklerde en sancılı haliyle yokluğuna muhacir oluyor adımlarım.
Adım adım karalara yollanıyorum kirpiklerinin ucundan.
Kör düşüyorum Yusuf kuyularından Yakub’un göz pınarlarına.
Oysa ne ben yırtılan gömleği oldum Yusuf’un
Ne de sen sevdaya uzanan eli Züleyha’nın.
Ve şimdi “Leyla” desem çöl kuraklığına gömülür avazım.
Oy benim sevda/sızım!
Bak toprağa uzanmış gök,ayyuklarda yüzünü seyretmekte…
Sevdası söyleniyor Nâzım’ın türkü türkü titreyen sesiyle
Dinle! Bütün kaderimi kaldırıyorum bir yudum sevgin için
Öksüz kaldı adına vurgun,gözlerine sevdalı bulutlar…Neredesin ey yâr? Gelsene!
05.02.07