Cay Keyfi Adlı Üyenin Nedir Yazıları - Antolo ...

  • vito

    07.01.2004 - 22:34

    Bosnakça bir kelime olup, bilgi işlem merkezi demektir. Bilgi saklanan yer anlamına da gelir.

  • abdürrahim karakoç

    05.01.2004 - 09:58

    Ayrılık Havası
    Ben nefret eyledim sizin gerçekten
    Yalani severim, yalani gayri
    Tiksindim bülbülden, gülden çiçekten
    Yilani severim, yilani gayri

    Yillarca bos yere canimi siktim
    Nihayet yol buldum çigirdan çiktim
    Beyden efendiden sayindan biktim
    Ulani severim ulani gayri

    Sapitmis bu diye beni yeriniz
    Hakkimda bin türlü hüküm veriniz
    Omuzumda yüktür dirileriniz
    Öleni severim öleni gayri
    .

  • aşk

    03.01.2004 - 16:00

    İnsan kadar eski olan bir kavram ayrıca...
    Manası insan kadar derin.
    Kendi benliğimizi anlamlandırabildiğimiz ölçüde manasına hükmedebiliriz.

  • aşk

    03.01.2004 - 15:18

    Kalb...

    Aşkın kendini mekan edindiği müstesna yer... Hem beşeri hem de ilahi aşkın mekanı. Bu aşkı elde etmek öyle kolay da değil hani. Adı üstünde kalp. Sürekli değişen bir diğer manası.
    Peygamberimizin bir hadisinde de geçtiği gibi, inkılab eden, sürekli devinen, bir kararda durmayan anlamına gelir. Yani dönek...
    Yerinde duramaz uçarı bir çocuk gibidir kalb. Alı görüp ala, şalı görüp şala
    heveslenir. Bazen arıdır, bal yapmak için çiçeğe konar.
    Bazen sinektir,
    aşırmak için başkalarının ürettiği bala konar.
    Kalb vardır, imana saray olur.
    Kalb vardır, imana zindan olur.
    Kalb vardır, gül saksısına benzer. İçinde gül yetiştirdiği için gül kokar.
    Kalb vardır, fosseptik çukura benzer. İçi çöplüğe döndüğü için zibil kokar.
    Kalb beden ülkesinin başkentidir. Dil dudak, göz kulak, el ayak hep oradan
    yönetilir. Bütün organlar bu başkentin taşrasıdır. Komuta mahalli kalbtir.
    Orada iman iktidardaysa, organlar üzerinde imanın sözü geçer. Şeytan
    iktidardaysa, organlar üzerinde şeytanın sözü geçer.
    Sevgili Nebi, muhataplarının dikkatini sürekli kalbe çeker. Kendi dikkati de
    sürekli kendi yüreğindedir. Bu nedenle öyle der: Kalbimde hafif bir oynama
    hissederim de, o gün yüz defa Rabbimden af dilenirim.

    Onun en sık tekrarladığı dualarından biridir:
    Ey kalpleri evirip çeviren Allah’ım! Kalbimi dinin üzre sabit kıl!

    Müşriklerin işkence altında putlarını övmeye zorladıkları Ammar, sonunda
    dayanamayarak istediklerini söylemiş, bundan dolayı yüreği yanık gözü yaşlı
    bir biçimde Rasûlullah’a gelmişti. Adeta yıkılmıştı. Yaptığının telafisi
    imkânsız bir hata olduğunu düşünüyor, “ölseydim” diyor, başka bir şey
    demiyordu.

    Hz. Peygamber, Kalbini nasıl buluyorsun? diye sordu. manla dopdolu cevabını alınca, Yine işkence ederlerse, sen de aynı taktiği yine kullan buyurarak teselli etti.

    Evet, işte böylesine merkezi bir işlevi olan kalb, gerçekte neydi?

    Kur’an’a göre bu kalb, kan pompası olan kalbten başka bir şeydi.

    Çünkü Kur’an şöyle buyuruyordu: Bu (vahiyde) bir kalbe sahip olan kimseler
    için alınacak öğütler vardır.

    Bizim bildiğimiz, herkesin kalbi yok muydu?

    Vardı ama, Kur’an göğsünde bir kan pompası taşıyan herkesi kalb sahibi saymıyordu. Ondan hayvanlarda da vardı. Üstelik hacimce daha da büyüktü.
    Daha fazla kan pompalıyordu. Fakat Kur’an onları muhatap bile almıyordu.
    Kur’an bir kalbe sahip olan kimse derken; arayan, merak eden, soran, kuşku duyan, iman eden, seven, özleyen, sızlayan, inleyen, yanan aktif bir yüreği kastediyordu. Böyle olmayan kalbi kalbten saymıyordu. Kalbleri var onunla akletmeyi bilmezler diyordu. Yani Kur’an kalb derken; akleden, fikreden, tefekkür eden, tezekkür eden, tedebbür eden, tefakkuh eden bir kalbi, daha doğrusu bir iç dünyayı kastediyordu Onun için de Aklını kullanmayanları Allah pisliğe mahkûm eder diyordu
    vahiy.
    İç dünyasını vahye inşa ettirenler, Allah’ın nuruyla bakarlar, o nurla
    görürler, o nurla yürürler, o nurla tutarlardı.
    İç dünyasını vahye inşa ettirmeyenlerin, yani kalbine sahip olamayanların,
    belli bir müddet sonra ellerine, dillerine, ayaklarına, gözlerine,
    kulaklarına da sahip olamayacakları aşikardı. En sonunda kendilerine sahip olamayacaklardı.
    Kendine sahip olamayanlar, kendini kaybetmeye mahkûmdular.
    Söyler misiniz; kişi kendini kaybettikten sonra, dünyayı kazansa ne olur?

    Hani Aşk...

  • deccal

    03.01.2004 - 14:30

    Hahi, bunca zaman beklediniz. İtiraf etme zamanı geldi. O benim. Kendimden şüpheleniyorum. İpuçlarına ulaşmış olsamda kesin delillere sahip değilim.

  • fethullah gülen

    02.01.2004 - 22:47

    Mana Üstadı.........

  • alim

    02.01.2004 - 12:48

    Hangi alim?
    - Tasavvuf
    - Hadis
    - Kelam
    - Mana
    - Madde

  • topal osman ağa

    02.01.2004 - 12:44

    Kendisi topal olmakla birlikte, Giresunda devasa bir anıtı var. Ali Rıza Bey'i çok iyi tanır ve Atarük'ün korumasıdır. Bir ara delikanlılık yapıp Trabzonu haraca bağmalaya çalışmış geldiği zaman nasıl kıvıracağını şaşırıp geri dönmüştür. Bazılarınca katil diye telakki edilir.
    Bakınız; Ali Rıza Bey, Kazımkarabekir Paşa hatıraları

  • dinsiz

    02.01.2004 - 12:41

    Ben

  • ateizm

    02.01.2004 - 12:06

    Evrim teorisini algılamak hiçbir şeyi değiştirmez. Evrimin kullandığı çeşitlemlerde ve savunduğu değerlerde Allah'ın varlığına delildir...

  • yeni yıl

    31.12.2003 - 22:19

    Zihniyet çöküşünün açık bir göstergesi....

  • zülkarneyn peygamber

    31.12.2003 - 11:12

    İhtilaflı olsa da, genelle Peygamber olarak anılır.

  • türkistan

    30.12.2003 - 19:36

    Kutlu gün bir gün gelecektir elbet...
    Bekle Türkistan

  • sabır

    29.12.2003 - 21:53

    Bir derviş, Ebu'l-Hasan Harkanî'nin şöhretini duyup Talkan şehrinden yola çıkmıştı. Dağlar aştı, uzun yollar geçti, şeyhi görmek için özü doğru olarak, Allah'a yalvarıp yakararak nice yol aldı. Yolda çok cefa gördü, eziyet çekti. Nihayet yolu bitirip maksadına ulaştı. O mana sultanının evini sordu. Kapısına geldi, saygıyla kapı halkasını vurdu. Şeyhin karısı kapıdan başını çıkarıp, 'Ey kerem sahibi, ne istiyorsun? ' dedi. Derviş, 'Ziyaret için geldim' deyince, kadın kahkahayla gülüp dedi ki, 'Sakalına bak yahu! Hele şu yolculuğa, uğradığın derde bak! Yerinde yurdunda işin yok muydu da beyhude yere yollara düştün? Bir ahmağı görmek hevesine mi düştün, yoksa yurdundan mı usandın? Yahut şeytan sana bir boyunduruk vurdu, vesveseler mi verdi ki, bu yolculuğa çıktın? ' Daha birçok kötü sözler söyledi, hakaretler sıraladı Kadının saygısız gülmesinden, hikayeler düzmesinden derviş pek dertlendi. 'Yeter! ' diye bağırdı. 'Senin gibi bir şeytanın saçmaları mı beni bu kapının toprağından döndürecek? ' Artık derviş herkese şeyhi sormakta, her tarafta onu araştırmaktaydı. Birisi dedi ki, 'O kutup, odun getirmek üzere ormana gitti.' O zülfikâr düşünceli ve ateşli derviş, ormanın yolunu tuttu. Şeytan aklına, dolunayı bile örten vesvese vermekteydi. 'Bu din şeyhi neden böyle bir kadını evinde tutuyor, onunla düşüp kalkıyor? ' demekteydi. O bu düşüncedeyken, şeyh bir aslana binmiş, çıkageldi. Kükremiş aslan odunu çekmekteydi, o kutlu zat da odunların üstüne binmişti. Dervişi uzaktan gördü ve güldü. 'Sakın aldanma' dedi, 'Şeytanı dinleme! Ben sabredip bu kadının yükünü çekmeseydim, aslan benim yükümü çeker miydi hiç? '

  • deccal

    29.12.2003 - 20:47

    İbnu Mes'ud radıyallahu anh anlatıyor: 'Biz, Resülullah aleyhissalâtu vesselâm'ın yanında iken Beni Hâşim'den bir grub genç geldi. Resülullah aleyhissalâtu vesselâm onları görünce, gözleri yaşla doldu ve rengi değişti. Ben: '(Ey Allah'ın Resülü!) Şimdiye kadar, mübarek yüzünüzde hoşumuza gitmeyen bir manzara hiç görmemiştik, (şimdi ne oldu da bizi üzen bir ifade ile karşılaşıyoruz?) ' dedim. Şu cevabı verdiler:
    'Biz öyle bir Ehl-i Beytiz ki, Allah bizim için dünyaya mukabil ahireti tercih etmiştir. Benim Ehl-i Beytim benden sonra bela, kaçırılma ve sürgüne maruz kalacak. Nihayet, meşrık (doğu) tarafından beraberlerinde siyah bayraklar olan bir kavim gelecek. Bunlar hayır (saltanat) isteyecekler, fakat istekleri yerine getirilmeyecek. Bunun üzerine onlar savaşacak. Allah onlara yardım edecek. Bundan sonra istedikleri (hükümdarlık) kendilerine verilecek. Ne var ki, onlar bunu kabul etmeyip emirliği Ehl-i Beytim'den bir adama tevdi edecekler. Bu (Emîr) de, insanlar yeryüzünü daha önce zulüm ile doldurdukları gibi, yeryüzünü adaletle dolduracaktır. Artık sizden kim o güne yetişirse kar üstünde emeklemek suretiyle de olsa onlara varsın (katılsın) ' buyurdu.'

    Sevbân radıyallahu anh anlatıyor: 'Reslülullah aleyhissalatu vesselâm buyurdular ki: 'Sizin hazinenizin yanında üç kişi kavga edecek: Üçü de bir halifenin evladıdır. (Halifelik) bunların hiçbirine nasip olmayacaktır. Sonra meşrık (doğu) cihetinden siyah bayraklar (taşıyan bir ordu) zuhur edecek, hiçbir kavmin öldürmediği şekilde sizi öldürecek.'

    Ravi der ki: 'Sonra (Aleyhissalâtu vesselam) ezberde tutamadığım bir şey daha söyledi. Son olarak da: 'Onları görünce onlara derhal biat edin, kar üzerinde emekleyerek de olsa! ' buyurdular. Çünkü o, Allah'ın halifesidir, Mehdidir.'

    Hz. Ali anlatıyor: 'Resülullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: 'Mehdi bizden, ehl-i Beyt'imizdendir. Allah onu bir gecede ıslah eder (yani tevbesini kabul eder, hizmetini yapacak hale getirir. Doğruyu ilham eder ve muvaffak kılar) '.

    Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: 'Resülullah aleyhissalatu vesselâm buyurdular ki: 'Biz Abdulmuttalib'in oğullarıyız. Cennet ehlinin efendileriyiz: Ben, Hamza, Ali, Cafer, Hasan, Hüseyin ve Mehdi.'

    Abdullah İbnu'l Haris İbni Cez'iz-Zübeydi radıyallahu anh anlatıyor: 'Resülullah aleyhissalâtu vesselâm (bir gün) : 'Doğudan birtakım insanlar çıkacak ve Mehdi için zemin hazırlayacak' buyurdular. O Mehdi'nin hakimiyetini kastediyor.'

  • çile

    29.12.2003 - 20:34

    Bİr Necip Fazıl daha gelmez bu ülkeye.......

  • deccal

    29.12.2003 - 17:38

    Günümüz insanının düştüğü hata, kendi dinini Hristiyanlığın öğretileri ile karşılaştırıp yoruma tabi tutmak. Deccal haktır, hak olduğunu anlatan yol büyükleri vardır....
    İsa (A.s) niçin geldiği bellidir. Nasıl geleceği de.... Ve ne için geleceği de... Uzatmanın gereği de yok sanırım... Bazen sözlerinize dikkat edin.
    Sizlere Seyyid Abdülkadir Geylani ve İmam-ı Rabbaninin mübarek yolundan gelen ve o yolun büyüklerinden birinin sözü:
    - Mehdi geldiğinde bizler ona hazır olmalıyız....
    Benim dinim Hristiyanlıkla karşılaştırılıp bireylerde zihin bulanıklığı yaratılmasın. Veya yanlış bilgilenenler zihinlerini safileştirsinler....
    Bir örnek daha, İslami yönetimle demokrasiyi bir tutup bir dönem bu millete demokrasiyi güzel bir yönetim diye benimsettiler. Benim! komplekse giren yoldaşım çok sevindi buna.
    Şu naraları attı bir zaman:
    İslamiyet, en güzel demokrasidir.

  • armağan çağlayan

    29.12.2003 - 17:27

    Çöptan adam, bir ülkenin sanatının ayaklar altına alınmasının bir göstergesi...
    Bir kültürün bu kadar yozlaşmasının bir göstergesi.......
    Benim kültürüme ne kattı acep...........

  • rabıta

    28.12.2003 - 23:23

    Her akşam namazından sonra yapmak gerekli....... :) Bilenler bilir.

  • deccal

    28.12.2003 - 23:14

    Deccal, gelmeden önce insanlar israf eder...
    İsraf eden, Deccalin kucağına düşmüştür. (Hadis)
    Tüketim anlayışımızı kontrol edin...
    2- Deccal gelmeden önce insanlarda onun zihniyeti hakim olacaktır. Yani geldiği zaman insanlara zor gelebilecek hiçbirşey olmayacaktır...
    3- Deccal'in sahte cennet ve cehennemleri olacaktır.
    - Günümüzde özellikle hassasyetleri yüksek olan müslüman gençlerimiz karşı cinse kapılıp kendini cehenneme doğru sürüklemektir.O sürükleniş görünürde cennet gibi gelir insana fakt netice de işlediğin günahlarla cehenneme doğru yol almaktasın.
    4- O'nun gücü teşkilatlarının güçlü olmasından kaynaklanacaktır.
    5- O gelmeden önce İslami bilgileri bilen çok az insan olacaktır. O'nu güçlü kılanda insanların cahilliği olacaktır.
    6- Bütün dünyada onun zihniyeti hüküm sürecektir.
    Bediüzzaman' ın Deccal hakkındaki uzun açıklamalarından bir bölüm...

    Deccal haktır. Decaal'in hak olması benim o konuda gereksiz tartışmalara girmeme gerekli kılmaz.
    Selam ve Dua ile...

  • şeyh safiyettin erdebilli

    28.12.2003 - 20:49

    Safiyyüddîn Edebilî

    Evliyânın büyüklerinden. İsmi, İshak bin Cibrîl bin Ebû Bekr'dir. 1252 (H.650) senesinde Erdebil'de doğdu. Babasının, Hoca Kemâleddîn Arabşah'ın oğlu olduğu söylenir. Soyu hazret-i Ali'ye kadar çıkarılırsa da, hiçbir mesnedi yoktur. Lakabı Safiyyüddîn, nisbesi Erdebilî'dir.

    Safiyyüddîn Erdebilî, küçük yaşta babasını kaybetti.Çocuk yaşta din bilgilerini öğrenmişti. Sâlih amel işlemekte devamlı, Allahü teâlânın emir ve yasaklarına riâyette çok gayretli idi. Gördüğü güzel bir rüyâ üzerine Şîrâz taraflarına gitti. Necîbüddîn Sühreverdî hazretlerinin talebesi Necîbüddîn Bergaş'tan ilim ve feyz almayı arzu etti. Ancak o mübârek zât, o sırada 1279 (H.678) yılında vefât etmişti. Necîbüddîn Bergaş'ın yerinde Rükneddîn Beydâvî veEmîr Abdullah gibi büyükler vardı. Onların hizmetine girip, bir mikdâr orada kaldı. Emîr Abdullah'ın işâreti üzerine,Zâhid İbrâhim Geylânî'den istifâde etmek için Geylân taraflarına gitti. Zâhid İbrâhim Geylânî'yi kimse tanımıyordu. Safiyyüddîn Erdebilî, onu bulabilmek için dört yıl çöllerde, ıssız yerlerde dolaştı. Çok sıkıntı ve riyâzetler çekti.

    Safiyyüddîn Erdebilî'nin akrabâlarından birisi Geylân taraflarına ticâret için gitmişti. Geylân taraflarında Heylekıran denilen yere uğradı. Şeyh Zâhid Geylânî o sırada oradaki oğlunun yanında bulunuyordu. Akrabâsı elindeki malları sattıktan sonra Şeyh Zâhid Geylânî'nin sohbetine gitti. Orada elbiseleri temiz, yüzü nûrânî, zikr ve ibâdet ile uğraşan talebeleri görünce, çok hoşuna gitti. Şeyh Zâhid Geylânî'nin huzûrunda tövbe ederek ona talebe oldu. Bir müddet sonra memleketine dönünce, ondaki değişikliği farkeden Safiyyüddîn Erdebilî; 'Bu hal nedir? ' diye sordu. O da; 'Şeyh Zâhid Geylânî'ye talebe oldum.' dedi. Bu sözleri işiten Safiyyüddîn Erdebilî birden değişti. Ona; 'Sen, Şeyh Zâhid'i gördün mü? ' diye sordu. 'Evet.' dedi. Emir Abdullah'tan onunla ilgili duyduğu vasıfları anlatınca, akrabâsı hepsine; 'Evet öyle.' cevâbını verdi. Bunun üzerine Safiyyüddîn Erdebilî büyük bir şevkle, istekle hemen yola çıktı.

    Safiyyüddîn Erdebilî huzûra vardığında, Şeyh Zâhid Geylânî; 'Ey Erdebilî! Niçin gelmişsin? ' diye sorunca, Safiyyüddîn Erdebilî; 'Tövbe etmek, talebe olmak için' dedi. Şeyh Zâhid Geylânî; 'Hoş geldin.' diyerek talebeliğe kabûl etti ve oradaki talebelerine dönerek; 'Bu genç daha önce bahsettiğim kişidir. Dört senedir Erdebil'de bizi bulmak için dolaşmaktaydı.' dedi. Sonra Şeyh Zâhid Erdebilî talebelerinden birine onu husûsî halvethâneye götürüp yer yapmasını emretti. Safiyyüddîn Erdebilî orada husûsî vazîfelerle meşgûl olmaya başladı. Bu sırada çok şeylere kavuştu. Fakat kavuştuğu haller konusunda rahmânî mi şeytânî mi diye tereddütlü idi. Bu durumu münâsib bir şekilde Şeyh Zâhid Geylânî'ye arzetti.Şeyh Zâhid Geylânî bu müşkillerini tek tek açıkladı. Safiyyüddîn Erdebilî, bu açıklamalardan kavuştuğu hallerin iyi ve doğru olduğunu anladı.

    Safiyyüddîn Erdebilî, tasavvufta yüksek derecelere kavuştuktan sonra, hocası ona insanlara doğru yolu anlatmak ve onları Allahü teâlânın rızâsına kavuşturmak için izin verdi. O sırada Meraga denilen yerden bir cemâat geldi.Şeyh Zâhid Geylânî'yi, insanlara doğru yolu anlatması için memleketlerine dâvet ettiler. Zâhid Geylânî onlara; 'Bu iş için yerime Safiyyüddîn Erdebilî'yi gönderiyorum.' dedi. Bunun üzerine Safiyyüddîn Erdebilî; 'Efendim! Bendeniz bu işi nasıl yapabilirim? Ben nerede, insanları terbiye etmek nerede? ' deyince, hocası; 'Safiyyüddîn! Emr-i İlâhî böyledir. Sen oraya gitmelisin.' dedi.Safiyyüddîn Erdebilî; 'Bendeniz bir şey bilmiyorum. Orada âlim kimseler vardır. Biz onlarla nasıl konuşabiliriz? ' deyince, Zâhid Geylânî; 'Merak etme, meydan senindir. Bizim burada bulunmamız gerek. Fakat senin durumun böyle değil. Oraya varınca insanların dâvetlerini kabûl et. Onlara nasîhat et. Allahü teâlâ bu mertebeyi, rütbeyi sana vermiştir.' buyurdu.

    Safiyyüddîn Erdebilî hocasının emri üzerine yola çıktı. Bu arada memleketi olan Erdebil'e uğradı. Orada kendisine şöyle dediler: 'Yolunuz üzerinde bulunan Birnik'te Mevlânâ Şemsüddîn isimli birisi var. Bozukluğu çok meşhurdur. Bu sebeple kimse onun inat ve bozuk hallerinden dolayı o tarafa gitmek istemez. Tasavvuf ehline de dil uzatır. En münâsibi Birnik köyüne uğramamanızdır. Çünkü o kimse görülecek ve konuşulacak birisi değildir.' Bunun üzerine Safiyyüddîn Erdebilî; 'Eğer ilk konakta yolu açamazsam, gideceğim diğer yerlerde nasıl açarım.' diyerek Birnik köyüne doğru yola çıktı. Oraya varınca mescide gitti. Bu sırada Mevlânâ Şemseddîn de mescide geldi. Fakat selâm vermedi. Mihraba geçip iki rekat namaz kıldı. Sonra Safiyyüddîn Erdebilî'ye döndü. Bâzı suâller sordu ve verilen cevapları dinledi. Aldığı cevaplar çok hoşuna gitti ve ona tesir etti.Safiyyüddîn Erdebilî'ye karşı edep, tevâzu ve hürmet gösterdi. Ona tasavvuf yolunun hallerini anlattı. Mevlânâ Şemsüddîn bunları duyunca, önceki sözlerinden tövbe etti. Kalbindeki nifak ve muhâlefet gidip, tasavvuf yoluna ve bu yolun büyüklerine sevgi besledi. Tasavvuf yolunda ilerleyerek yüksek haller ve kerâmetler sâhibi oldu.

    Safiyyüddîn Erdebilî, insanlara doğru yolu anlatarak yoluna devâm etti. Gittiği yerlerde insanların bir kısmını dalâlet ve cehâlet bataklığına düşmüş, nefislerinin arzu ve isteklerine dalmış, bir kısmının bâzı büyüklerin talebeleri olduklarını söyledikleri halde onların gösterdikleri doğru yoldan ayrıldıklarını, dalâlet bataklığında şaşırıp kaldıklarını, şaşkın şaşkın dolaştıklarını, erkek ve kadınların tasavvuf yolunda olduklarını iddiâ ettikleri halde karışık oturup, aradan mahremiyet ve hürmet perdesini kaldırdıklarını, dalâlet ve bid'ati dervişlik ve sünnet zannettiklerini, erkek ve kadınların birbirlerine söyledikleri kasîdeleri dinleyerek raksa geldiklerini, birbirlerine secde ettiklerini, zâhir ve bâtınlarının bozuk olduğunu gördü. Bu durum karşısında onları bâzan tatlı sözlerle, yerine göre sertlik göstererek güzel söz ve davranışları ile terbiye etmeye başladı. Onlara doğru yolu gösterdi. Çok kimse onun vâsıtasıyla bozuk hallerinden vazgeçip tövbe etti.

    Safiyyüddîn Erdebilî hocasının verdiği görevi tamamlayıp dönünce, hocasının ona olan sevgi ve îtimâdı daha da arttı. Bu sırada bâzı hasedçiler, Zâhid Geylânî'ye; 'Safiyyüddîn şeyhlik yapıyor. Tövbe ve zikir veriyor.' diye şikâyette bulundular. Zâhid Geylânî ona; 'Senin hakkında böyle böyle söylüyorlar, ne dersin? ' diye sordu. 'Evet doğrudur efendim. Fakat sizin bana verdiğiniz izin ile bunları yapıyorum.' cevâbını verdi. Zâhid Geylânî bunun üzerine; 'Evet size, biz izin verdik. Sizinle bizim aramızda bir fark yoktur. Bu mertebe size Allahü teâlânın ihsânıdır.' buyurdu.

    Zâhid İbrâhim Geylânî vefât edince, halîfesi olan Safiyyüddîn Erdebilî, memleketi olan Erdebil'e yerleşti. Pekçok talebe yetiştirdi. Âzerbaycan, Kafkasya ve Anadolu'da meşhûr oldu. İlhanlı hükümdârlarından Olcaytu Hüdâbende ve Ebû Saîd Bahadır Han, İlhanlı beylerinden Emir Çoban, vezir ve târihçi Reşîdüddîn talebeleri arasındaydı. Safiyyüddîn Erdebilî devamlı insanlara nasîhat ederdi. Yumuşak bir sesle konuşurdu. Uzun konuşması kimseyi rahatsız etmezdi. Onun sohbetleri ile binlerce ölü kalb hayat bulmuştur. Fakirler ve kimsesizleri gözetirdi.

    Duâsı makbul bir zâttı. Hastalar onun duâsı ile şifâ bulurdu. Safiyyüddîn Erdebilî, İlhan Olcaytu Hüdâbende tarafından yeni kurulan Sultâniyye şehrine dâvet edildi. Fakat o, yaşlı olduğunu söyleyip özür diledi. Oğlu Sadrüddîn'i yerine bırakıp hacca gitti. Hac dönüşü 1334 (H.735) senesinde Erdebil'de vefât etti. Erdebil'deki türbesine defnedildi.

    Safiyyüddîn Erdebilî ömrü boyuncaAllahü teâlânın dînine hizmet etmek, Selef-i sâlihînin doğru yolunu insanlara öğretmek için çalıştı. Talebeleri doğuya ve batıya dağılarak, onun feyzli yolunu yaydılar. Talebelerinden oğlu Sadreddîn ve torunu Alâeddîn Ali meşhurdur. Ebû Hâmid Aksarâyî yâni Somuncu Baba, Alâeddîn Ali'den aldığı feyz ve bereketi, Anadolu'da yaydı. Somuncu Baba'nın talebelerinden Nu'mân (yâni HacıBayrâm-ı Velî) , Safiyyüddîn Erdebilî yolunun Anadolu'daki en önemli temsilcisidir.

    Talebelerinden Mevlânâ Behâüddîn gençliğinde ilim tahsîl ederken, tasavvuf ehline karşı olanlarla arkadaşlık ettiği için onların tesiriyle, tasavvuf ehline karşı îtikâdı, inancı iyi değildi. Onların sünnet-i seniyye üzerine bulunduklarına inanmazdı. Bir ara rüyâsında şöyle gördü: Bir bahçedeki havuzun etrâfında tasavvuf ehli toplanmıştı. Bu esnâda birden 'Resûlullah efendimiz geliyor.' diye bir ses işitildi. Herkes Peygamber efendimizi karşılamaya hazırlandı. Mevlânâ Behâüddîn bir fırsatını bulup Peygamber efendimize yaklaşıp; 'Yâ Resûlallah! Senelerdir içimde bir tereddüdüm var. Bu gördüğünüz çeşit çeşit insandan hangisi hak üzeredir. Her birisi bir sûret ve kılık, kıyâfette gelmiş. Biz onların hangisinin hak üzere olduğunu ayıramıyoruz.' dedi. Peygamber efendimiz, orada bulunan bütün toplulukları gözden geçirdi. Bu sırada Safiyyüddîn Erdebilî ve talebelerinden bâzılarını gördü.Mübârek yüzünü Mevlânâ Behâüddîn'e çevirip; 'İşte bunlar hak üzere, sünnet ve şerîat üzeredir.' buyurdu. Peygamber efendimizden bunları duyunca, tasavvuf ehli hakkındaki îtikâdı düzeldi. Ertesi gün hemen tövbe edip Safiyyüddîn Erdebilî'nin talebelerinin ileri gelenlerinden oldu.

    Talebelerinden Muhammed Darûrî, hocasını ziyâret edip, evine dönüyordu. Bir yerde yolunu şaşırdı. Yolunu bulmak için dolanıp durdu. Çok yoruldu ve yürüyecek tâkâtı kalmadı. Bu sırada hocasından yardım istedi. O anda hocası Safiyyüddîn Erdebilî'yi karşısında gördü. Ona; 'Korkma, otur.' dedi. Oturdu. Namaz vakti gelince, abdest almak için su aradı. Fakat bulamadı. Yorulup tâkâtsız bir hâldeyken yine hocasını gördü. 'Yâ Muhammed! Aşağı tarafında bir çeşme var. Kalk, oradan abdest al! ' buyurdu. Denilen yerdeki çeşmeden abdest alıp, namazını kıldı. Namazdan sonra yanına iki süvârî geldi ve onu alıp istediği yere götürdü.

    Safiyyüddîn Erdebilî buyururdu ki:

    Haramı terk etmek vâcibdir. Şüphelileri terk etmek sünnettir. Buna takvâ denir. Zühd, helâlin azıyla kanâat etmektir. Verâ, mübahları ihtiyaç mikdârı kullanmaktır. Bu zâhire âit zühddür. Bir de mânevî zühd vardır. O ise dünyâ sevgisini terk etmek, gönlü dünyâ sevgisinden temizlemek ve âhiret ile meşgûl olmaktır.

    Her şeyi yiyen, her şeyi konuşur. Her şeyi konuşan her şeyi yapar. Her şeyi yapanCehennem'e gider.

    Bir kimsenin başına musîbet gelirse, şükretmesi gerekir. Sabır ile şükür, insanın kemâlinin alâmetidir. Îmân iki parçadır. Yarısı sabır, yarısı şükürdür.

    O SANA DUÂ ETSİN

    Talebelerinden İzzeddîn isminde birisinin küçüklüğünde gözü sakatlanmıştı. Hiçbir tedâvî ve ilaç fayda vermedi. Âmâ oldu ve gözlerinin göreceğinden ümidini kesti.Akrabâları bu duruma üzülüyorlardı. Nihâyet Cumâ gecesi bir rüyâ gördü. Rüyâsında, her taraf aydınlıktı. Kalabalık bir topluluk vardı. Bu sırada gâyet heybetli bir zât gördü. Onun kim olduğunu sordu. Birisi; 'Resûlullah efendimizdir.' dedi. Gidip mübârek ayaklarına kapandı ve öptü. Sonra; 'Bana yardım eyleyin yâ Resûlallah! Bana duâ buyrun, gözlerim görsün.' diye yalvardı. Bunun üzerine Peygamber efendimiz; 'Üzülme. Gözünün iyileşmesi için Safiyyüddîn Erdebilî'nin yanına git. O sana duâ etsin. Onun duâsı ile şifâ bulursun' buyurdu. Peygamber efendimizden bu müjdeyi alınca, çok sevinip, sevinçle uyandı. Akrabâlarına bu haberi müjdeledi. Hepsi sevinerek onu Safiyyüddîn Erdebilî'nin huzûruna götürdüler. Onun muhabbet nazarı gözüne gelince derhal, gözleri açıldı. Görmeye başladı. Gözlerinde hastalıktan hiç eser kalmadı.Safiyyüddîn Erdebilî'nin talebeleri arasına girdi.

    SEBEBİ NEDİR?

    Şeyh Sâdüddîn, Basra'da deniz kenarında bulunuyordu. Bir geminin sâhile yaklaştığını gördü. Bu sırada tâcir olduğu hâlinden belli birinin başında kıymetli bir sandığı dışarı çıkardığını gördü. O sandığa gâyet îtinâ gösteriyordu. Onda kıymetli bir şey bulunduğunu tahmin etti. Bu sebeple onu tâcirden satın almak istedi. Tâcire; 'O sandıkta ne var ki, öyle başında dikkatle taşıyorsun.' diye sordu. 'Bunda Şeyh Safiyyüddîn'e âit bir hediye var.' deyince, hediye getirmesinin sebebini sordu. Tâcir şöyle anlattı: Bu gemi ile giderken, deniz birden kabardı. Gemi battı, batacaktı. Bu sırada Safiyyüddîn Erdebilî'den cân u gönülden yardım istedim. AnsızınSafiyyüddîn hazretlerini karşımda gördüm. Mübârek eli ile gemiyi çekip, selâmetle sâhile ulaştırdı. Bunun için ben bu sandığı ve içindekileri ona hediye etmeyi adadım. İşte sandığa bu kadar kıymet vermemin sebebi budur.' dedi.

  • deccal

    28.12.2003 - 20:43

    İsmini duyduğunuz kimselerden yeryüzüne dört kişi mâlik oldu. İkisi mümin ikisi kâfir idi.Mümin olan ikisi Zülkarneyn il Süleymân (aleyhisselâm) idi. Kâfir olan ikisi de Nemrûd ile Buhtunnasar idi. Beşinci olarak yeryüzüne benim evlâdımdan biri yâni Mehdi mâlik olacaktır.
    (Bakınız Zükarneyn PEygamber)

  • karagöz ve hacivat

    28.12.2003 - 20:42

    Çin kaynaklarından gelip bizlerde 500 yıllık bir geleneğe sahip olan bir oyun
    Bursa kaynaklı olduğu doğru değildir....
    Halk tiyatromuzda önemli bir yere sahiptir.
    -Yar bana bir eğlenceeeeeeeeeee

  • zülkarneyn peygamber

    28.12.2003 - 20:39

    Velî veyâ peygamberdir.

    Peygamber veyâ veli. Kur'ân-ı kerimde kıssası, doğuya ve batıya seferleri zükr edilmiştir. Asıl ismi İskender'dir. Doğuya ve batıya gittiği için İskender-i Zülkarneyn diye anılmıştır. Nûh aleyhisselâmın oğlu Yâfes'in soyundandır. Peygamber olup olmadığı açıkca bildirilmedi. Yemen'de yaşamış olan münzir iskender ile Aristo'nun talebesi olan Makedonyalı İskender'den daha önce yaşadı. Sâlih bir zât olan Zülkarneyn aleyhisselâmı Allahü teâlâ yeryüzündeki insanlara emir ve yasaklarını tebliğ ile vazifelendirdi. Zülkarneyn aleyhisselâm Allahü teâlâ niyâzda bulunup; kendisine kuvvet vermesini, insanlar arasında hangi ilim ve adâletle hükmesini gerektiğinin bildirilmesini istedi. Allahü teâlâ şöyle buyurdu: 'Sana verdiğim vazifeyi yapabikmen için kuvvet ihsân ederim. Göüsini açarım. Herşeye gücün yetecek hâle gelirsin. Anlayışını açar, konuşmanı genişletirim, kulağını açarım, tâ uzaktakileri işitirsin. basiretini genişletirim, çok uzakları görür, herşey nüfûz edersin. Her şeyi sağlam yaparsın. İstediğin herşeyi ihsân ederim. Sana heybet veririm hiç kimse sana kötü gözle bakamaz. Ben sana yardım ederim. Hiç bir şey sana zarar vermez. seni kuvvetlendiririm. hiş bir şeye yenilmezsin. Kalbine kuvvet veririm hiçbir şeyden korkmazsın. Aydınlık ve karanlığı emrine verir, onları senin askerin yaparım. Aydınlık senin önünde yol gösterir, karanlık arkandan seni muhâfaza eder.' Allahü teâlâ hazret-i Zülkarneyn'in emrine bulutları ve başka vâsıtaları verdi. Ona ilim ve kudret, insanlar üzerine tasarruf hâkimiyeti verdi. Ayrıca beyaz ve siyah olmak üzere iki sancak ihsân etti. Zifiri karanlık olan gecede beyaz sancağı açınca, ortalık aydınlığa gark olurdu. Gündüz harp ederken düşman askerinin karanlıkta kalmasını arzu ederse siyah sancağını açar, düşman tarafı zifiri karanlık, kendi tarafı aydınlık olur, böylece düşmana kısa zamanda gâlip gelirdi. Her sefere çıkışında önü aydınlık, arkası karanlık olurdu. Çok geçmeden memleketi genişledi. Devleti güçlendi. Allahü teâlânın emir ve yasaklarını bütün dünyâya yaymağı azmetti. Teyzesinin oğlu Hızır aleyhisselâmı kendisine vezir, ordusuna kumandan tâyin etti. Allahü teâlânın emriyle müminlerden meydana gelen ordusu ilk önce batıya yürüdü. Vardığı yerlerde kâfirleri hak dine dâvet etti. İnsanlara iyilik ve ihsânlarda bulundu. İnanmayanlarla harp etti. Batıda meskûn (yerleşilmiş) yerlerin sonuna vardı. Artık karalar bitmiş denizler başlamıştı. Oraya vardığı sırada orada bir kavim buldu. Bu kavim kÂfir olup vahşi hayvan derisinden elbise giyerler, denizin dışarı attığı balık cinsinden şeyleri yiyerek geçinirlerdi. Zülkarneyn aleyhisselâm bu kavmi, güzel muâmelede bulunarak hak dine dâvet etti. Kavimden bir kısmı imânla şereflendi bir kısmı ise imân etmekten yüz çevirdi. zülkarneyn aleyhisselâm inanmayanların üzerine yürüdü ve onları karanlıkta bıraktı.Onlar karanlıkta ne yapacaklarını bilemediler. Sonunda pişman olup tövbe ettiler ve Allahü teâlânın varlığına, birliğine inandılar. Zülkarneyn aleyhisselâm müminlerden kurduğu ordusu ile uğradığı her yerdeki bütün insanları hak dine dâvet etti. Allahü teâlâya imân ve ibâdete çağırdı. İmân etmeyenler cezâlarını gördüler. Yaya olarak Mekke-i mükerremeye gitti ve haccetti.İbrâhim aleyhisselâmla görüşüp hayır duâsını aldı. Nasihatlerine kavuştu. Daha sonra doğuya yöneldi. Güneşin ilk ışıklarının vurduğu en uçtaki kara parçasına vardı.Zülkarneyn aleyhisselâm orada, yer altındaki manzenlerde yaşayan kavmi hak dine dâvet etti. Daha sonra kuzeye bir sefer yaptı. İki dağ arasına vardı. O iki dağın yakınında oturan kalabalık bir kavimle karşılaştı. O kavmi de hak dine dâvet etti. Kavmin pâdişâhı Zülkarneyn aleyhisselâmı iyilikle karşıladı ve hediyeler takdim etti. Bütün kavmiyle birlikte hak dini kabul etti. Zülkarneyn aleyhisselâmın iltifatlarına kavuştu. Ye'cüc ve Me'cüc adlı kavimlerin zararından şikâyette bulundu. Zülkarneyn aleyhisselâm o kavimle birlikte Ye'cüc ve Me'cüc'ün zararından korunmak için sed yaptılar.

    Zülkarneyn aleyhisselâm bir seferi esnâsında hiçbir dünyâ malı ve serveti olmayan, rızıklarını sebzeden temin eden bir kavme rastladı. Ayrıca bu kavimde herkes kendi mezarını kazar, hergün mezarını temizler ve ibâdetlerini burada yaparlardı. Zülkarneyn aleyhisselâm o kavmin hükümdarıyla da görüştü. Hükümdar kendilerinin dünyâya önem vermediklerini, âhiretini hatırlamak için de ibâdetlerini mezarlarda yaptıklarını anlattı. Zülkarneyn aleyhisselâm Allahü teâlânın yardımıyla, doğu, batı ve kuzeydeki bütün ülkeleri feth edip, Allahü teâlânın emir ve yasaklarını yayma vazifesini tamamladıktan sonra, askerine izin verdi. Kendisi Medine ileŞam arasında Dûmet-ül-Cendel denilen yerde insanlardan ayrıldı. Yanlız Allahü teâlâya ibâdet ve tâatle meşgul oldu. Vefât etmeden önce yakınlarına 'Ben vefât edince usûlüne uygun yıkayıp kefenleyin. Sonra tabuta koyun. Yanlız kollarım dışarda sarkık kalsın. Hazinelerimi de katırlara yükleyin' diye vâsiyette bulundu. Söyledikleri aynen yapıldı. Az bir zaman sonra da vefât etti.Mekke'ye veya Mekke civârındaki Tehâme Dağlarında bir yere defn edildi. İskender-i Zülkarneyn böyle vâsiyet etmekle 'Arkamdan gelen ordular ile doğu ve batıya hâkim oldum. Hizmetçilerim emrimden çıkmadı. Dünyâyı baştan başa tuttum. Sayısız hazinelerim vardı. Fakat bütün bu dünyâ nimetleri kalıcı değildir. Gördüğünüz gibi mezâra eller boş gidiliyor. Dünyâ malı dünyâda kalıyor. Sizler âhirette de faydalı olacak işler yapın.' demek istedi. Zülkarneyn aleyhisselâm beyaz-kırmızı benizli, orta boylu idi. Güzel ahlâk sâhibi, Hakka teslimiyeti tam, halkına karşı mütevâzi, alçak gönüllü ve adâler sâhibi idi.Gazâ ve cihâda çıkmakta, beldeleri tâmirdeçok gayretli idi. Dünyâ malına rağbet etmez, elinin emeği, alnının teri ile geçinirdi. Bunun için zenbil örer kendine, çoluk çocuğuna bu paradan harcar, artanını fakirlere sadaka verirdi. Ye'cüc ve Me'cüc kavminin zararlarına mâni olmak için sed yapmıştı. Sedi rivâyetlere göre Asya'nın doğusundaki mümin Türklerin ricâsı üzerine inşâ etmişti. İki dağ arasına taş ve demirden yapılmış olan bu sed bugünkü Çin seddinden başkadır. Kur'ân-ı kerimin Kehf sûresi:83-98. âyet-i kerimelerinde Zülkarneyn aleyhisselâmla ilgili haberler verilmektedir. Peygamber efendimiz, sallallahü aleyhi ve sellem de buyurdu ki:

    İsmini duyduğunuz kimselerden yeryüzüne dört kişi mâlik oldu. İkisi mümin ikisi kâfir idi.Mümin olan ikisi Zülkarneyn il Süleymân (aleyhisselâm) idi. Kâfir olan ikisi de Nemrûd ile Buhtunnasar idi. Beşinci olarak yeryüzüne benim evlâdımdan biri yâni Mehdi mâlik olacaktır.

Toplam 303 mesaj bulundu