Cay Keyfi Adlı Üyenin Nedir Yazıları - Antolo ...

  • adem oğlu

    20.12.2003 - 16:20

    Çiğ süt emmiş derler... Yaklaşmayın, yeri gelir keni varlığını bile inkar eder ademoğlu......

  • karl marks

    20.12.2003 - 16:17

    KARL MARX

    Filozof, iktisatçı ve Bilimsel Sosyalizm'in kuramcısı Karl Marx, 5 Mayıs 1818'de Almanya'nın Rhine Eyaleti'nin Trier kasabasında doğdu. Orta öğretimini Trier'de tamamladı. Bonn ve Berlin üniversitelerinde hukuk öğrenimi görürken tarih ve felsefeyle ilgilendi, Hegelci E. Gans'ın derslerini izledi. 1841'de 'Demokritos'un ve Epikuros'un Doğa Felsefelerinin Farklılıkları' adlı doktora tezinde, dinin maddecilik açısından eleştirisini yaptı. Sol Hegelcilere katılarak Bauer kardeşlerle dostluk kurarken, bir yandan da Feuerbach'ın etkisinde kalıp 1842'de, muhalefetteki radikal burjuvalar tarafından kurulan Rheinische Zeitung gazetesinin yazı işleri yöneticiliğini yaptı. Saint-Simon, Fourier, Proudhon gibi yazarları okuyarak Fransız sosyalizmini tanımaya çalıştı. 1843'te çocukluk arkadaşı Jenny von Westphalen ile evlendi. Rheinische Zeitung gazetesi 1843'te kapatıldıktan sonra Paris'e yerleşti. Fransız-Alman Yıllıkları'nı yayımladı (1844) . Derginin bu ilk ve tek sayısında, Yahudi Sorunu adlı yazısıyla siyasal savaşım konusundaki görüşlerini ilk kez açıkladı. Aynı yıl Engels'le dostluk kuran Marx okurken tuttuğu notlardan oluşan 1844 El Yazmaları'nda, ana temasını yabancılaşmanın oluşturduğu hümanist bir felsefe geliştirdi. Engels'le ortak ilk metninde (Kutsal Aile, 1845) tarih felsefesini maddeci görüş açısından eleştirdi. 1845'te Vorwarts gazetesi yazıkurulu üyeleriyle birlikte sürülünce Brüksele yerleşti. Birkaç ay sonra Engels'in de Brüksel'e gitmesiyle ortak eserlerinin ikincisini (Feuerbach Üzerine Savlar, 1845) ve üçüncüsünü (Alman İdeolojisi, 1845-1846) yayımladı. Kuramsal çalışmalarının yanısıra, sosyalist işçilerle ve Alman göçmenlerle ilişkilerini sıklaştırdı. Brüksel Alman İşçileri Derneği'ni kurdu ve Engels'le birlikte bir komünist yazışma ağı oluşturdu. Komünistler Birliği'nin isteği üzerine Komünist Manifesto'yu yazdıkları bu yıllar, ikisi için de geçmişteki felsefi bilinçleriyle hesaplaşma ve tarihsel maddeciliği geliştirme yılları oldu: Bu yüzden, geçmişten kopuşları hem siyasal hem de kuramsal nitelikteydi. 1848 Devrimi patlak verince, Belçika'dan sınır dışı edilen Marx, Köln'e yerleşerek, Neue Rheinische Zeitung gazetesini çıkarmaya başladı. Bu gazetede işçilere yönelik makaleler yayımladı (Ücretli Emek ve Sermaye, 1849) . Almanya'dan, hemen sonra da yeniden Fransa'dan sınırdışı edilince, 1849'da, ömrünün sonuna kadar kalacağı Londra'ya yerleşti. Yoksulluk içinde yaşadığı bu dönemde iktisat incelemelerine ağırlık verdi. Temel eseri olan Kapital'i hazırlamaya başladı. 1851-1861 yıllarında New York Daily Tribune gazetesinin Avrupa muhabirliğini yaptı. 1864'te Uluslararası İşçiler Derneği'nin kurucuları arasında yeraldı. 1. Enternasyonal'in açılış konuşmasını ve tüzüğünü yazdıktan sonra, Kapital'in birinci cildini Almanya'da yayımlattı (1867) . Kızını görmek için gittiği Paris'te Paris Komünü'ne tanık oldu. İngiltere'ye dönünce Fransa'da İç Savaş (1871) adlı eserinde bu devrim denemesini değerlendirdi. Kapital'in yazımını sürdürürken, bir yandan da işçi partililerinin programlarının oluşturulmasına etkili biçimde katıldı. Dühring'e karşı kalem tartışmasında Engels'i destekledi. Anti-Dühring'in (1878) bir bölümününün yazımında Engels'le çalıştıktan sonra hastalanarak çalışmalarını büyük ölçüde yavaşlatmak zorunda kaldı. 14 Mart 1883'te Londra'da öldü.


    1844 - 1844 Elyazmaları Ekonomi Politik ve Felsefe

    1845 - Kutsal Aile

    1846 - Alman İdeolojisi

    1847 - Felsefenin Sefaleti

    1848 - Komünist Manifesto

    1849 - Ücretli Emek ve Sermaye

    1850 - Fransa'da Sınıf Savaşımları

    1852 - Louis Bonaparte'ın 18 Brumaire'i

    1858 - Grundrisse

    1859 - Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı

    1860 - Bay Vogt

    1865 - Ücret Fiyat ve Kâr


    1867 - Kapital (1885 2.cilt, 1894 3.cilt)


    1871 - Fransa'da İç Savaş

    1875 - Gotha Programı'nın Eleştirisi

    1905 - Artı Değer Teorileri

    Kültürlü adamdır vesselamda.... Onun bulunduğu meclis iin şunu anlatırlar. O bir konuşma yaptığı zaman mutlaka alkışlamalısınız. Alkışlamayı ilk bırakan topuğundan mermi yemeğe hazırdır. Nitekim öyle de olduğu bilinir. Artık bireyler aynı anda bırakabilmek için anlaşmak zorunda kalırlar lakış konusunda........

  • sabahattin ali

    20.12.2003 - 16:05

    Kaleminden çok fikriyatıyla tanınan iki güçlü yazar vardır ülkemizde, biri Sabahattin Ali, diğeri ise Üstad Necip FAZIL....
    Türk edebiyatı bu iki insanın kıymetini bilmeli edebi açıdan...
    Bana her zaman Kuyucaklı Yusuf'u hatırlatır...
    SABAHATTİN ALİ
    25 Şubat 1907'de Gümülcine / İğridere'de doğdu. İlköğrenimini Üsküdar, Çanakkale ve Edremit'te yaptı (1921) . Balıkesir Muallim Mektebi'ni bitirdi (1927) ve aynı yıl Yozgat Cumhuriyet İlkolulu'na öğretmen oldu. Milli Eğitim Bakanlığı bursuyla 1928'de Almanya'ya gitti, 1930 yılı Martında yurda döndü, Aydın ve Konya'da öğretmenliğini sürdürdü. Nazım Hikmet'le tanışarak, onun çalıştığı Resimli Ay'da öykülerini yayımlamaya başladı.

    Hey anavatandan ayrılmayanlar
    Bulanık dereler durulmuş mudur?
    Dinmiş mi olukla akan o kanlar?
    Büyük hedeflere varılmış mıdır?
    Asarlar mı hâlâ hakka tapanı?
    Mebus yaparlar mı her şaklabanı?
    Köylünün elinde var mı sabanı?
    Sıska öküzleri dirilmiş midir?
    Cümlesi belî der Enelhak dese,
    Hâlâ taparlar mı koca terese?
    İsmet girmedi mi hâlâ kodese?
    Kel Ali'nin boynu vurulmuş mudur?
    Koca teres kafayı bir çekince
    ....................
    İskendere bile dudak bükünce
    Hicabından yerler yarılmış mıdır?

    dizeleriyle Atatürk'e hakaret ettiği gerekçesiyle tutuklandı(1932) , bir yıla hüküm giydi, Konya ve Sinop Hapishanelerinde yattı, 1933'te memuriyet kaydı silindi. Cumhuriyet'in onuncu yıl dönümünde çıkarılan afla hapisten çıktı(29 Ekim 1933) . Yeniden memur olabilmesi için bağlılığını ispatlaması istendi ve bu amaçla 15 Ocak 1934 tarihli Varlık'ta (13. Sayı) 'Benim Aşkım' başlıklı,

    Sensin kalbim değildir, böyle göğsümde vuran,
    Sensin 'Ülkü' adıyla beynimde dimdik duran
    Sensin çeyrek asırlık günlerimi dolduran
    Seni çıkartsam ömrüm başlamadan bitiyor
    Hem bunları ne çıkar anlatsam bir düziye
    Hisler kambur oluyor dökülüyor yazıya
    Kısacası gönlümü verdim Ulu Gazi'ye
    Göğsümde şimdi yalnız onun aşkı yatıyor.

    dörtlüklerini de içeren Atatürk'e övgü şiiri yayımladı ve karşılığında MEB Talim Terbiye Dairesi Mümeyyizliği'ne atanarak işsizlikten kurtuldu (30 Eylül 1934) . 1937'deki askerliğini takiben, önce Ankara Musiki Muallim Mektebi Türkçe öğretmenliğine, ardından çevirmen, öğretmen ve dramaturg olarak çalışacağı Devlet Konservatuarı'na atandı (1938) . 1945'de Yeni Dünya gazetesinin, 1946'da Marko Paşa'nın neşrine katıldı. Marko Paşa'daki yazıları yüzünden çeşitli kovuşturmalara uğradı, bunlardan birinden yedi aya hüküm giydi. 1948'de Zincirli Hürriyet'teki bir yazısından dolayı yine hakkında kovuşturma açılınca nakliyeciliğe başlayan Sabahattin Ali, 1 Nisan 1948 tarihinde yurt dışına kaçma girişimi sırasında öldürüldü, cesedi öldürülüşünden iki buçuk ay sonra (16 Haziran 1948) bulundu.

    ESERLERİ
    Hikaye Kitapları: Değirmen, Kağnı, Ses, Yeni Dünya, Sırça Köşk
    Romanları:Kuyucaklı Yusuf, İçimizdeki Şeytan, Kürk Mantolu Madonna.
    Şiir:Dağlar ve Rüzgar
    Oyun:Esirler

  • deniz gezmiş

    20.12.2003 - 15:58

    Fikriyat açısındana farklı kulvarların insanları olsakta, takdir ettiğim insanlardan biridir. Lise 'ye giderken Darağacında Üç Fidan eserinde tanışmıştım O ve diğer arkadaşlarıyla.

    Deniz Gezmiş'in Hayatı(1947-1972)

    1965'ten sonra Türkiye'de gelişen gençlik hareketinin en önemli önderlerinden ve Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu(THKO) 'nun kurucu ve yöneticilerinden Deniz Gezmiş, 24 Şubat 1947'de Ankara'nın Ayaş ilçesinde doğdu. Öğretmen bir ailenin çocuğu olması sebebiyle ilk ve ortaöğrenimini çeşitli kentlerde, liseyi İstanbul'da okudu. 1966'da İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesine giren Gezmiş, henüz lise öğrencisiyken sol düşünceyle tanıştı ve kendini dönemin eylemleri içinde buldu. 1965'teTürkiye İşçi Partisi(TİP) 'nin Üsküdar ilçesine üye oldu. İlk kez 31 Ağustos 1966'da Ankara'dan İstanbul'a yürüyen Çorum Belediyesi temizlik işçilerinin Taksim Anıtı'na çelenk koymaları
    sırasında işçileri destekleyen ve Türk-İş yöneticilerini protesto eden gösteri sırasında gözaltına alındı. Ardından 19 Ocak 1967'de Türkiye Milli Talabe Federasyonu(TMTF) binasının yedd-i
    emine verilmesi sırasında çıkan olaylarda yakalandı ve bir gün sonra iki arkadaşıyla çıkarıldığı mahkeme tarafından serbest bırakıldı. 22 Kasım 1967'de öğrenci örgütlerinin düzenlediği
    Kıbrıs Mitingi sırasında Aşık İhsani ile birlikte ABD bayrağını yaktıkları gerekçesi ile gözaltına alınıp daha sonra serbest bırakılan Deniz Gezmiş, Hukuk Fakültesi'nde birlikte okuduğu
    arkadaşlarıyla birlikte 30 Ocak 1968'de Devrimci Hukuklular Örgütünü kurdu. 7 Mart 1968'de İÜ Fen Fakültesi konferans salonunda düzenlenen AIESEC genel kurul toplantısında konuşma yapan Devlet Bakanı Seyfi Öztürk'ü protesto ettiği için tutuklandı. 2 Mayıs'a kadar tutuklu kalan Gezmiş, 30 Mayıs'ta 6.Filo'yu protesto ettiği için yargılandı ve beraat etti. Öğrenci eylemleri içinde etkinliği
    giderek artan Deniz Gezmiş, 12 Haziran 1968'de İstanbul Üniversitesi'nin işgal edilmesinde önderlik etti. İşgal Konseyi adına İÜ Senatosu ile Baltalimanı'nda yapılan görüşmelere katılan öğrenci heyetinin içinde yer aldı;
    öğrenci haklarının elde edilip işgalin sona erdirilmesinde etkili oldu. İşgalden kısa bir süre sonra İstanbula gelen 6.Filo'yu protesto eylemlerinde yer alan Gezmiş, 30 Temmuz'da bu eylemlerden dolayı tutuklandı ve 20 Eylül'de serbest bırakıldı.
    TİP içinde yoğunlaşarak, ayrılıklara ve tartışmalara yolaçan ideolojik sorunlarda Milli Demokratik Devrim(MDD) görüşünü benimseyen Deniz Gezmiş, bu görüşün özellikle
    devrimci öğrenciler arasında yayılmasında etkili oldu. Ekim 1968'de eylemlerde birlikte olduğu Cihan Alptekin, Mustafa İlker Gürkan, Mustafa Lütfi Kıyıcı, Cevat Ercişli, M.Mehdi Beşpınar, Selahattin Okur, Saim Kurul ve
    Ömer Erim Süerkan'la birlikte Devrimci Öğrenci Birliği(DÖB) 'ni kurdu. 1 Kasım 1968'de TMGT, AÜTB, ODTÜÖB ve DÖB'ün başlattığı Samsun'dan Ankara'ya Mustafa Kemal Yürüyüşü'nü düzenledi. Ardından 28 Kasım 1968'de ABD büyükelçisi Kommer'in
    gelişi sırasında Yeşilköy Havaalanı'nda düzenlenen protesto gösterileri nedeniyle tutuklandı ve bir süre sonra serbest bırakıldı. İstanbul Üniversitesi'nde sağcı güçlerin 16 Mart'ta girişmiş olduğu hareketlere öğrenci kitlesiyle birlikte
    karşı koyan Gezmiş, bu eylemi gerekçe gösterilerek 19 Mart'ta yeniden tutuklanarak 3 Nisan'a kadar hapis yattı. Ardından 31 Mayıs 1969'da İÜ Hukuk Fakültesi öğrencilerinin, reform tasarısının gerçekleşmemesini protesto için giriştikleri
    işgale önderlik etti. Üniversitenin kapatılıp, polise teslim edilmesi nedeniyle çıkan çatışmalarda yaralandı. Hakkında gıyabi tutuklama kararı olmasına rağmen hastaneden kaçan Gezmiş, Haziran'ın sonunda Filistin'e gitti.
    Filistin'e gitmeden önce 23 Haziran 1969'da TMGT'nin topladığı 1. Devrimci Milliyetçi Gençlik Kurultayı'na kendisi gibi haklarında tutuklama kararı olan FKF Genel Başkanı Yusuf Küpeli ile birlikte bir mücadele programı gönderdi. Eylül'e
    kadar Filistin'de gerilla kamplarında kalan Deniz Gezmiş,1 Eylül 1969'da, 10 Haziran'da 'üniversiteyi işgal' ettiği gerekçesiyle Hukuk Fakültesi'nden ihraç edildi. Hakkında tutuklama kararının olduğu bu dönemde gazeticilere gizlendiği yerden
    demeçler verdi. 23 Eylül 1969'da Hukuk Fakültesi'nde olduğu sırada haber verilen polislerin de fakülteye gelmesi üzerine teslim olan Gezmiş, 25 Kasım'da serbest bırakıldı. Ancak Yıldız Devlet ve Mühendislik Akademisi'nde Battal Mehetoğlu'nun
    sağcılar tarafından öldürülmesinden sonra okulda yapılan aramada, ele geçirilen dürbünlü bir tüfeğin Gezmiş'e ait olduğu öne sürülerek hakkında yeniden tutuklama kararı alındı. 20 Aralık 1969'da yakalanan Gezmiş, kendisiyle birlikte tutuklanan
    Cihan Alptekin'le birlikte 18 Eylül 1970'e kadar tutuklu kaldı. Bundan sonra öğrenci eylemlerinden uzaklaşarak, mücadelesini değişik alanlarda sürdürmeyi planladı. Sinan Cemgil ve Hüseyin İnan'la birlikte THKO'yu kurdu.
    11 Ocak 1971'de THKO adına Ankara İş Bankası Emek Şubesi'nin soygununu gerçekleştirenler arasında yeraldı. 4 Mart 1971'de dört ABD'li erin Balgat'taki Tuslog Tesisleri'nden kaçırılması eyleminde
    de bulunan Gezmiş, erlerin serbest bırakılmasından sonra Sivas'ın Şarkışla ilçesinin Gemerek nahiyesinde Yusuf Aslan'la birlikte yakalandı. 16 Temmuz 1971'de başlayan THKO-1 Davası'nda TCK'nın 146. maddesini ihlal ettiği gerekçesiyle, 9 Ekim 1971'de
    idam cezasına çarptırıldı. 6 Mayıs 1972'de idam edildi.

  • kamu personeli seçme sınavı (kpss)

    20.12.2003 - 12:06

    18 milyonluk bir kitabı çağrıştırıyor.....
    Bizlerde buan müptelayız okul bitince memurluk sınavlarına girmek zorundasın....

  • manyak

    20.12.2003 - 11:53

    kendimden şüpheleniyorum ama bilimsel bir kanıt yok şu an....

  • kıskançlık

    20.12.2003 - 11:48

    4276 - Hz. Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: 'Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: 'Allah kıskançtır, mü'min de kıskançtır. Allah'ın kıskanması, mü'minin Allah'ın haram ettiği şeyi yapmasıdır.'

    Buhari, Nikah 107, Müslim, Tevbe 36, (2761): Tirmizi, Rada' 14, (1168) .

    4277 - İbnu Mes'ud radıyallahu anh anlatıyor: 'Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ı işittim, şöyle diyordu: 'Allah'dan daha kıskanç kimse yoktur. Bu sebeptendir ki fevahişin açığını da kapalısını da haram kıldı. Medihten Allah kadar hoşlanan bir kimse de yoktur. Bu sebeptendir ki nefsini medhetmiştir.'

    Buhari, Nikah 107, Tefsir, en'am 7, Tefsir, A'raf 1, Tevhid 15; Müslim, Tevbe 33, (2760): Tirmizi, Daavat 97, (3520) .

    4278 - Hz. Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: 'Sa'd İbnu Ubade radıyallahu anh dedi ki: 'Ey Allah'ın Resulü, ben zevcemle birlikte bir adam yakalasam, dört şahid getirinceye kadar ona mühlet mi tanıyacağım? '

    'Evet! ' buyurdu Aleyhissalatu vesselam. Sa'd:

    'Asla dedi, seni hakla gönderen Zât-ı Zülcelâl'e yemin olsun, şahid aramazdan önce kılıncımı indiririm.'

    Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm:

    'Şu efendinizin söylediğine bakın! Evet (biliyoruz ki) o kıskanç bir adamdır. Ama ben ondan da kıskancım, Allah da benden kıskanç.'

    Müslim, Li'an 16, (1498): Muvatta, Akdiye 17, (2, 737): Ebu Davud, Diyat 12, (4532) .

    4279 - Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor: 'Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm bir gece yanımdan çıkıp gitmişti. (Benim nöbetimde) hanımlarından birinin yanına gitmiş olabilir diye içime kıskançlık düştü. Geri gelince halimi anladı ve:

    'Kıskandın mı yoksa? ' dedi. Ben de:

    'Evet! Benim gibi biri senin gibi birini kıskanmaz da ne yapar? ' dedim. Aleyhissalatu vesselam:

    'Sana yine şeytanın gelmiş olmalı' dedi. Ben:

    'Benimle şeytan mı var? ' dedim.

    'Şeytanı olmayan kimse yoktur' dedi.

    'Seninle de var mı? ' dedim

    'Evet, Ancak ona karşı Allah bana yardımcı oldu da müslüman oldu! ' buyurdu.'

    Müslim, Münafikün 70, (2815): Nesai, İşretü'n-Nisa 4, (7, 72) .

    4280 - Yine Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor: 'Safiyye radıyallahu anha gibi güzel yemek yapanı görmedim. (Bir defasında) Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm benim odamda iken, Safiyye ona yemek yapıp (göndermişti) . Çok şiddetli bir kıskançlık hissettim. Öyle ki beni bir titreme sardı. (Gidip) kabını kırdım, sonra da pişman oldum ve:

    'Ey Allah'ın Resûlü dedim, yaptığım bu hareketin keffâreti nedir? '

    'Tabağa aynıyla tabak, yemeğe misliyle yemek! ' buyurdular.'

    Ebu Davud, Büyü 91, (3568): Nesai, İşretu'n-Nisa 4, (7, 71) .

    Not: Gereksiz yer kıskançlık, dinimizcede hoş görülmemiştir. Yani su-i zana varan bir kıskançlık ise bu doğru değildir. Ama uygun olan kıskançlıkta ifade edilmiştir.

  • kokoreç

    20.12.2003 - 11:41

    bizim kokoreçimizden ne istediler! Erkekseler gelsinler bizim yanımızda söyelsinler yazılı kağıda yazıp gönderdiklerini....
    Bu arada hep yemek istemişimdir özellikle İstanbulda denk geldiğim zaman, ama! bizim uşaklar rahat bırakmıyor ki!
    Avrupa sempatizanı mı nesiniz siz

  • kara lahana

    20.12.2003 - 11:39

    C vitamini deposu........
    La :-) küçükten ne çok yedirirdi bizimkiler bana onu yaaaaaaaa

  • sabah namazı

    20.12.2003 - 11:37

    Uşakların beni kaldırırken nasıl kaldıracaklarını şaşırtıkları :-) namaz vakti ama en sevdiğim namaz.......

  • kıskançlık

    20.12.2003 - 11:33

    Kıskançlıkta kadınların verdiği tepkiler küsme, kırılma, ağlama şeklinde kenini göstermektedir.
    Erkeklerde sie dellendirmeyin lan beni :-) şeklinde tezahür etmektedir
    Peygamber EFendimizin bir sözü:
    -her ne kadar kıskançlık güvensilzik olarka görülsede, aile içi iç denge açısından anlam ifade eder. Neyse sözü söylemeyeyim. Yanlış anlaşılmalara sebeiyet verir... Çünkü hassas bir konudan bahsediyoruz.

  • kıskançlık

    20.12.2003 - 11:27

    Kıskançlığın türlü türlü çeşitleri vardır. Kardeş kıskançlığı, amel kıskançlığı, makam kıskançlığı, not kıskançlığı :) , para kıskançlığı vs... vs... bunların sayısını arttırmak mümkün ne yapmanız gerektiğine artık siz karar vermelisiniz. Aslıdna bu konuyu buraya ileten arkadaşımız bunu alt başlıklarına indirgese idi daha güzel olurdu.....
    Kıskanırım seni ben, kıskanırım kendimden bu nasıl aşk Allah2ım ölecğim derdinden türü bir kıskançlığa düştü iseniz vaysizin halinize derim....
    Kıskançlık bazen yaşam için kötü bir vaziyet olur... Çocuğunuz olur eşinizden kıskanırsınız. Onu sevmesine dayanamazsınız... Evlilere sesleniyorum :) Yalan deyin bakalım.... Ben karşılaştığım için bunları sizlerle paylaşıyorum... Birde dini çevre için mühim bir önem arz eden bir kıskançlık var tabii:Allah Resulü Hz.Muhammed, “ Kendinizi kıskançlıktan uzak tutunuz; çünkü ateşin odunu yakıp kül ettiği gibi, iyi davranışları yer bitirir.” demiştir.
    Bu uyarı; kıskançlık denen illetin ne kadar berbat bir şey olduğunu sanırım çok açık bir biçimde ortaya koyuyor.
    İnsan gibi yaşamasını benimsemeyip, kendiyle özdeşleşemeyen, en önemlisi de güzelleşme için çaba göstermeyenin, bu duygudan sıyrılması beklenebilir mi?
    Bu konuda sevgi önemli bir faktör; bazen artı bazen ise eksi yönden. Araya sevgi girmeyince, bir insanın neler yapabileceğine tanık olabileceğimiz gibi, sevenin sevdiğine yaptıkları da bir hayli şaşırtıcı! .. Sanırım bunları detaylandırmaya gerek yok, zaten örnekleri ortada....
    Olayları sarmalayan değerlerin temelinde, hiç şüphesiz kıskançlık duygusu yatıyor. İnsan ömrünün büyük bir kısmı, kendisine yapışıp kalan bu duyguyu def etme çabasıyla geçer. Kıskançlığın sebep olduğu hadiseler adeta bir düğüm haline gelir; uzun süre çözülemez. Kimliğimizi şekillendiren bu olgunun önemini özellikle vurgulamakta yarar var...
    Birçok ocakların sönmesine sebep olan bu olumsuz faktörün nerede, nasıl ve kimden zuhur edeceği pek belli olmaz. Bazen tertemiz yüzlü, masum görünüşlü insanların ortaya koyduğu davranış biçimleri o denli çirkin olur ki, bundan iğrenir, onu görmeye bile tahammül edemezsiniz. Dolayısıyla toplumsal ilişkilerde fiziki güzellikle beraber, insanın içinin- ruhunun- da güzel olması aranır.
    Dimağınızda canlılığını koruyan olumsuz olaylara bir bakın; göreceksiniz ki, aşağı yukarı hepsi aynı kaynağa, çekememezliğe yani kıskançlığa dayanıyor...
    Kıskançlık sadece eylemde değil, konuşmalarda bile hissedilen, farkına varılabilen bir olgu…
    Yaşadığımız her menfi olayın, hemen hemen tamamı yine bu duygu ile alâkalı...
    Basit bir olayda neler olduğunu, kimden söz edildiğini anlamayıp, aniden kendinizi bu duygunun tam ortasında buluvermeniz olası... Düşünmeden yapılan, insanı nerelere götüreceği meçhul olan olumsuz bu aksiyonun frenlenebilmesi ise bir hayli zor! .. Belki de en zor şey! ..
    Kıskançlıktan kıvranan bir yığın insan var. Bu duygu herkeste doğuştan mevcut. Durdurabilmek, en azından büyük boyutlara ulaşmasını önleyebilmek insanın elinde. İlacı ise, insanları beklentisiz, karşılıksız sevebilmek. Onlarla gönül bağı kurabilmek. Böylece, kıskançlık denen duygu pek derinlere uzanamaz! ..

    İnsanın sahip olduğu şeylere karşı, az veya çok da olsa zaafının olduğu bir gerçek. Şayet bu durum onu boğuyorsa, bu hal tasavvuf lisanıyla; beşeriyet çukuruna düşme, dağıtma tanımına dahil olur... Oysa, insanın varoluş gayesi kesinlikle bu değildir.
    Evrensel kitap Kur’an-ı Kerim, insanın yaratılışında kıskançlığın varolduğunu belirtiyor. Yaşamın hassas anlarında ön plana çıkarak, bizleri acayip şekilde etkileyen bu duygunun getirileri ile sallanıp duruyoruz.
    Önem verilmesi gereken nokta şudur: Çok güçlü, olumsuz ve önlenmesi zor bir his olduğu için, bir yere kadar, hiç kimse bu hali yaşayanı basit görmemeli, kınamamalı, kişinin davranışlarını engin bir hoşgörüyle karşılamalı; ancak tehlikeli bir noktaya uzanırsa buna “DUR” demenin yolları da bulunmalıdır.

    Evet, belki bütün olumlu edinimler, insanın zamanla ve bin bir güçlükle kazandığı şeyler, bu duygu ile bir anda kaybolup gidebilir.
    Kıskançlık kötü bir şey! .. Zararları da yabana atılacak cinsten değil. Akıllı insanın yapacağı şey, ilk hamlede kendisini tarumar eden bu duygudan kendini kurtararak, aklın ışığında insanca yaşamaktır...
    Aksini kimse onaylamaz! ..

  • kıskançlık

    20.12.2003 - 11:22

    Az önce gelen kıskançlık eş kıskançlığı

  • kıskançlık

    20.12.2003 - 11:22

    Kıskançlık kimisine göre olması gereken bir duygu, kimine göreyse ilişki için yıpratıcı, tehdit edici bir hale gelebilir. Kıskançlık ruhumuzu teslim almadan önce, onu kontrol altına alabilmekse mümkün. İşte, Dr. Ayala Malach Pines'den kıskançlıkla baş edebilmenin ipuçları.

    Kızgınlık, öfke, hızlı kalp atışları, titreme, terleme, kendine acıma ve suçlama, saldırganlık, dışlanmışlık, öç alma. Kıskançlığın ruhumuzda ve bedenimizde yaratttığı hislerden sadece bir kısmı. Shakespeare'nin, Othello'da 'Ah efendim, sakının kıskançlıktan! Kıskançlık, beslendiği avla oynayan yeşil gözlü bir canavardır' diye tanımladığı kıskançlık duygusu, çoğumuzun yaşadığı bir durum. Bu yeşil gözlü canavarla baş edebilmek kolay olmasa da imkansız değil. Okuyan Us Yayınları'ndan çıkan Dr. Ayala Malach Pines'in 'Aşk ve Kıskançlık' kitabı bunun için iyi bir başlangıç olabilir. Dr.Pines kıskançlığı, 'Değerli bir ilişkiye veya onun niteliğine tehdit algılanması durumunda verilen karmaşık bir tepki' diye tanımlıyor. İşte Ayala Malach Pines'in kitabından, örneklediğimiz kıskançlık halleri.

    Kontrol kaybı

    'Kendimi çalıların arasına kıvrılıp oturmuş onun, ışıklı penceresinin perdesi arkasından görünen her hareketi izlerken buldum. Erkek arkadaşının orada olduğunu biliyordum ve bu bana dayanılmaz acı veriyordu. Soğuk bir kış gecesiydi ve yağmur çiseliyordu. Kendi kendime 'Aklı başında, uyumlu, sorumlu bir yetişkin olduğumu biliyorum. Bana ne oluyor? Aklımı mı oynatıyorum? ' diyordum. Yine de çalıların arasında saatlerce oturdum. Işıklar sönünceye kadar orada kaldım. Benden daha güçlü bir şey beni ışığa ve ona hipnotize ediyordu. Hiçbir zaman kendimi deliliğe bu kadar yakın hissetmedim.'
    Dr. Pines, kontrol kaybı sonucu oluşan delirme hissinin kıskançlığın önemli özelliklerinden biri olduğunu söylüyor. Pines'e göre kadın da, erkek de eşlerine incindiklerini belirtir, ancak bunu farklı yollar kullanarak yaparlar. Kadın ağlamak, küsmek, incinmiş görünmek gibi tepkiler verirken, erkekler ani bir hiddetle tepkilerini gösterirler.
    'Ben kıskancım' demeyin
    'Ben kıskancım' diyen kişiler, bunu karakter özellikleriyle açıklıyorlar. Kıskançlık doğuran duruma tepki olarak duygular, düşünceler ve fiziksel belirtiler gösterdiklerinde, 'Ben bu belirtileri yaşıyorum çünkü kıskancım' diyorlar. Yani, 'Ben böyleyim ve bunu değiştirebilecek bir şey yok' demek istiyorlar. Aynı duruma karşı aynı belirtileri yaşayan başka bir kişi; 'Kıskançlık belirtileri yaşıyorum, çünkü eşim yasak bir ilişki yaşıyor' diyerek olayı duruma göre değerlendiriyor. Karşılaştırma yapıldığında, kıskançlıklarını karakter özelliği olarak açıklayanlar değişime daha az açık görülüyor. Bu durumda kıskanç kişiye, 'Tüm yakın ilişkilerinde bu kadar kıskançlık duydun mu? ' ya da, 'Bu ilişkide hep böyle kıskanç mıydın? ' türü sorular soruluyor. Dr. Pines, yanıtın çoğunlukla 'Hayır' olduğunu vurguluyor:

    'Ancak eğer kişi sıradışı bir tane kıskançlık durumu hatırlarsa, bu o kişinin kıskanç olduğunu değil, bazı durumlarda diğerlerine göre daha kolay kıskançlık duyan bir kişi olduğunu gösterir.'
    Eski sevgiliye anlayış
    Dr. Pines, yakın ilişkilerde kıskançlığı azaltmanın yollarından da söz ediyor. Pines, çiftlerin kıskançlık yaratan olaylar üzerinde konuşmalarını ve birlikte kıskançlık uyandırmamak için yapmaları gereken şeyleri araştırmaları gerektiğini savunuyor. Ayrıca birbirlerine cinsellik içermeyen sevgi, şefkat ve ilgi göstermeyi ihmal etmemelerini, bunun ilişkideki güvenlik duygusunu artıracağını söylüyor. Peki ya, şiddete varabilecek kıskançlıkları fark ettiğimizde ne yapacağız? Dr. Pines bu durumda, bağımlı partnere 'Sevdiğim başkasını buldum, seni bırakıyorum' denmemesini tavsiye ediyor. 'Umutsuzca seven ve bağımlı partnere konuyu konuşma imkanı bile vermeden onu yüzüstü bırakmak şiddete davetiye çıkartmaktır. Şiddet, eski sevgiliye anlayışlı ve saygılı davranarak önlenebilir' diyor.
    Ayala Malach Pines, romantik kıskançlıkların olumlu sonuçlarından da söz ediyor. 'Örneğin duyguları yoğunlaştırır, ilişkilere heyecan katar, kişilerin ilişkilerini gözden geçirmelerine neden olur, yaşamı daha ilginç kılar.'

  • magna carta

    20.12.2003 - 11:12

    1215 :) Hafıza geri geldi

  • magna carta

    20.12.2003 - 11:10

    İlk demokratik sözlerşme olarak geçmiştir tarihe. Yanlış hatırlamıyorsam 1240 civarı olmalı idi bbu belge. Her ne kadar bir demopkratik sözleşme gibi gözüksede güçlenen bir takım insanların güçlü hallerinde elde ettikleri haklardır. Yoksa kimse isteyerek o dönemde birilerin hak vermiş değildir. Açınız ve bakınız dünyada demokratikleşme hareketleri.....İngiltere

  • prof. dr. mehmet kaplan

    20.12.2003 - 11:08

    Hocalarımın hocası ve yanına yaklaşmakta güçlük çektikleri şahsiyet. Ders anlatırken bir ince ses dahi duymayı istemeyen şahıs...Edebiyatımınızın mümtaz şahsiyetlerinden biridir kendileri... Edebiyat tarihimize toparladığı için Orhan Akay hocamızla ondan Allah razı olsun...
    Ama yazmış olduğunuz Dil ve Kültür, edebiyat tahllileri birçoğumuzun başını yaktı. Allah ziden razı olsun yine de....
    Prof. Dr. Mehmet Kaplan 5 Mart 1331'de (18 Mart 1915)
    Bugün Eskişehir'e bağlı, Sivrihisar'da doğdu. Babası Halil İbrahim Bey, annesi Fatma Hanımdır. Mehmet Kaplan Sivrihisar ilkokulunu bitirir (1928) .
    Aileyi Eskişehir'e yerkeşince Eskişehir Lisesi'ne devam eder. 1935 yılında liseyi bitiren Mehmet Kaplan, hocalarının etkisiyle Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü'ne girmek üzere İstanbul'a gelir.
    Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü'ne kaydını yaptırır, yardımcı disiplin olarak felsefe, psikoloji ve sosyoloji derslerine devam eder.

    Reşit Rahmeti Arat'ın temin ettiği bir bursla 1936 yılında Almanya'ya gider. Almanca öğrenir, bir yandan da lise yıllarında başladığı Fransızcasını ilerletmek için tercümeler yapar.
    Mehmet Kaplan, Almanya'dan döndükten sonra, Eşrefoğlu Rumî-Hayatı ve Eserleri adlı bir travay hazırlar. 1939 yılında Emir Sultan isimli lisans teziyle mezun olur. Fuat Köprülü tarafından asistan namzedi olarak Fakülteye alınır (1939) , ancak Köprülü siyasete atılarak Fakülteden ayrılınca, yerine tayin edilen Ahmet Hamdi Tanpınar'ın asistanı olur.

    1939 yılında Namık Kemal hakkındaki doktora tezine başlar. 14 Ekim 1942 yılında, Namık Kemal, Hayatı ve Eserleri adlı teziyle Türkiye'de Ali Nihat Tarlan'dan sonra ikinci 'edebiyat doktoru' unvanını alır. Aynı yılın Şubat'ında edebiyat öğretmeni Behice Moyuncur Hanımla evlenir. 28 Mart 1944 tarihinde Tevfik Fikret ve Şiiri adlı teziyle doçent olur. 1944-1946 yılları arasında Büyük Çekmece ve Konya Askerî Ortaokulu'nda vatanî görevini yapar. 1949 yılında Fakülte kontenjanından bir yıllığına Fransa'ya gider. Sorbonne Üniversitesinde ders, seminer ve konferansları takip eder, ilmî çalışmalar yapar. 1950 yılının Temmuz ve Ağustos aylarında Londra'ya geçer.
    1958 yılında eğitim ve öğretime başlayan Atatürk Üniversitesi'nin kurucu hocaları arasında gönüllü olarak yer alan Mehmet Kaplan, Edebiyat Fakültesi dekanlığı ve Rektör vekilliği yapar.
    Mehmet Kaplan, 24 Ocak 1962 tarihinde Prof. Ahmet Hamdi Tanpınar'ın vefatı üzerine Yeni Türk Edebiyatı Kürsüsü başkanlığına getirilmiştir.

    1 Ocak 1984 tarihinde yaş haddinden emekli olan Mehmet Kaplan, vefatına kadar (23 Ocak 1986 Perşembe) Marmara Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümünde lisans, yüksek lisans ve doktora dersleri vermeğe devam etmiştir

  • çikolata

    20.12.2003 - 10:58

    Yemede yanında yat :)
    Çikolatayı çok seven insanların karakteristik özellikleri:
    Genellikle kararsızdırlar, nadir karar alırlar :) Bu yazdığım bir hakikat.Nedenini bilmiyorum bilimsel bir araştırma..
    Herhalde çikolatayı elimize aldığımızda yesem mi yemesem mi tereddütüne girdiğimiz için olmalı... Yediğiniz zaman çikolatasız kalacaksınız.

  • orhan veli

    20.12.2003 - 10:52

    Orhan Veli Kanik 13 Nisan 1914'de,Istanbul'da dogdu.Galatasaray'da basladigi ögrenimini kisa bir süre sonra babasinin atandigi Ankara'da surdurdu.Lise siralarinda Oktay Rifat ve Melih Cevdet'le tanisip arkadas oldu.Liseyi bitirince Istanbul'a gelerek Edebiyat Fakültesi Felsefe Bolumune girdiysede bir sure sonra ogrenimini yarim birakti.1936 'da Ankara'ya dondu ve askere gidene kadar PTT Genel Mudurlugu'nde memurluk yapti.Yedek subayligini tamamlayinca,iki yıl kadar,gene Ankara'da,Milli Egitim Bakanligi Tercume Buro'sunda çalisti.1947'de,bu kurumda 'antidemokratik bir hava'esmeye basladigini söyleyerek istifa etti.1 Ocak 1949'da yayimlamaya basladigi,on bes gunde bir cikan,iki sayfalik 'Yaprak' dergisini 15 Haziran 1950'ye kadar yirmi sekiz sayi surdurdu.Dergiyi cikaramayacagini anlayinca Ankara'dan ayrilip Istanbul'a gitti.Gene o yil kasim ayı icinde,bir haftaligina geldigi Ankara'da bir gece,yolda,tamirat icin kazilmis bir cukura düserek yaralandi.Istanbul'a dondukten bir iki gün sonra bir arkadasinin evindeyken birdenbire fenalasarak kaldirildigi Cerrahpasa Hastanesi'nde,14 Kasım 1950'de,beyin kanamasindan oldu.
    Orhan Veli Kanık'ın edebiyatımızdaki yeri getirmiş olduğu Garip akımıdır.Bu yüzdenedebiyat çevresinde yoğun eleştirilere sebebiyet vermiştir. O güne kadar olan ahenk kavramını Orhan Veli silmiştir. Ona göre şiirde o an aklınıza ne geliyorsa bazen birşey ifade etmese de yazılmalıdır. Ayağındaki nasırdan bahsettiği şiir buna örnek verilebilir.
    Orhan Veli Cumhuriyet dönemi edebiyatçılarımızdan,
    Klasikleşen şiirlerinin dışında en çok ilgili çeken;

    Açlıktan bahsediyorsun
    Demek ki sen komünistsin
    Demek büütn binaları yakan sensin.
    İstanbul' dakileri sen,
    Ankara'dakileri sen...
    Sen ne domuzsun, sen!
    Selam ve Dua İle

  • oportünizm

    20.12.2003 - 10:42

    İlk çıkışı anlamlı olsda daha sonra bireylerin çarpıtması ile anlamını kaybetmiş bir kavram...
    Hedefime ulaşmak içinherşey mübahtır anlayışına sahip şu an.

  • orhun yazıtları

    20.12.2003 - 10:40

    Orhun abideleri, Türk tarihinin eşsiz parçaları, Türk tarihinin çağlar öncesine dayandığını gösten abide.,Türk devlet, sosyal yaşam, kültür yardımlaşma örnekleri...
    Türk devletine karşılaşacağı tehlikeler hakkında kılavuz... Türk edebiyatının temel taşı. Keskin bir uslup ve mükemmel işlenmiş bir dil....Türk askeri ve devlat yapısı hakkında size tarihi bilge niteliği taşıyacak eser.
    Bu milletin yüzyıllar önce de büyük bir kültüre sahip olduğunu gösteren yegane örnek.

  • yunus emre

    19.12.2003 - 19:24

    Anadolu Selçuklu devletinin zamanla zayıflaması, özellikle Kösedağ savaşında Moğollar’a yenilmesi Anadolu’daki Moğol felaketinin başlangıcı olmuştur. 1260 yılından sonra zayıflayan otorite kuramayan Anadolu Selçuklu Devleti’nin yerine Moğol egemenliği hüküm sürmeye başlamış, ancak Moğollar da her tarafta askeri üstünlük sağlayamamış, gönderilen Moğol güçleri merkezlerini tanımayarak isyan etmiş ve bağımsızlıklarını ilan etme gibi girişimlerde bulunmuşlardır. Bunun nedeni olarak o devir her iki yerde; gerek Anadolu gerekse Orta Asya’da karışıklar ve belirsizlikler hakim durumdaydı. Çünkü Yunus Emre’nin yaşadığı zaman olan (12.asrın sonları ve 13 asrın başları) Anadolu’da; Selçukluların dağılması ve beyliklerin otaya çıkmasıyla ortada tam bir kargaşalık vardı. Kısmen Anadolu’ya Moğollar hakimdi. Bu durum Karamanoğulları’nın bağımsızlık ilan etmesine sebep olmuştur. Ve Karamanoğulları Beyliği 1256 yılında bir Kolonizatör Türkmen dervişi olan Nure Sofi’nin oğlu olan Kerimüddin KARAMAN önderliğinde kurulmuştur. Diğer taraftan Orta Asya’da da yine Moğollar her tarafı yıkıp döküyorlardı. Özellikle bu devirlerde Anadolu’da bir iç isyanın çıkmamasında ve Moğolların onca istilalarına ve baskınlarına rağmen ayakta durmalarında başta Yunus Emre olmak üzere Anadolu’da bulunan birçok Türk dervişinin Alp-Erenlerinin ve Türkiye mutasavvıfların tesiri büyüktür. Bu bakımdan tekke ve dergahta bulunan dervişler ve onların erlerine büyük görevler düşüyordu. Çünkü Anadolu'da devlet otoritesi iyice zayıflamış ve Moğollar gibi dış güçlere karşı her zaman hazırlıklı ve moralli olmak gerekiyordu. Bunu da Yunus Emre gibi dervişler ve Erenler sağlıyordu. Orta Asya’da durum bundan farklı değildi. Hoca Ahmet Yesevi bir taraftan Ortaasyada durumu düzeltmeye çalışırken diğer taraftan yetiştirdiği yüzlerce Türkiye Mutasavvıflarını Anadolu'ya gönderiyor ve Anadolu'nun Müslümanlaşmasını sağlıyordu. 12. asırda başlayan bu İslamlaştırma hareketi gerek Selçuklu gerekse Osmanlı devletinin Anadolu’da yerleşmesi bakımından büyük kolaylık sağlamış bir çok yöre kılıçsız ve kalkansız birden İslam’ı kabul etmişlerdir. Bu konuda en büyük görevi tartışılmaz bir şekilde bir çok ilim adamımızın da belirttiği gibi kolonizatör Türkiye dervişleri üstlenmişlerdir. Anadolu’nun Müslümanlaşmasında daha Türkler Malazgirt savaşından önce Anadolu’ya ayak basmamışken ve Anadolu bir Rum diyarı iken Orta Asya’da bulunan Hoca Ahmet Yesevinin telkinleriyle burulara gelen ve burada aileleriyle yerleşen geldikleri yöreleri Müslümanlaştıran Alp-Erenler yani Türk dervişleridir.
    Yunus Emre geldiği dönemde, her zaman olduğu gibi gereken yoldand evam etmiştir. Yolu tasavvuf yoludur. Fenafillah makamına erip Allah'la naz makamına çıkan nadide insanlardan biridir.
    Yunus asla hümanist değildir. Hümanizmde sadece insanın çıkarlarına dayanan bir insan sevgiis vardır. Fakat Yunus'daki Sevgi ilahi kaynaklıdır. Ben gelmedim dava için benim işim sevi için der Yunus.....

    Bütün tasavvuf ehlinde olduğu gibi, Yunus Emre’de de Allah sevgisi en üst düzeydedir. Ve şiirlerinin başlıca temasıdır. Hemen hemen bütün şiirlerinde Allah sevgisi işler, aşık olanın sevgilisine duyduğu hislerin daha fazlasını duyarak şiirlerinde bunu dile getirir:

    “Aşkın aldı benden beni, bana seni gerek seni,

    Ben yanarım dünü günü bana seni gerek seni..

    Yunustur benim adım, gün geldikçe artar oldum

    İki cihanda maksudum bana seni gerek seni”

    diyerek Allah’a karşı olan sevgisini iki cihanda bile tek istediğinin Allah sevgisi olduğunu belirtir. Yunus Emre’de Allah sevgisi diğer şairlere benzemez. O söylemek istediği duyguların sade bir Türkçe ile söyler. Aşağı yukarı aynı zamanda yaşamış mevlana; aynı duyguları eserlerle çevresine telkin ederken o sade bir anlatımla insanlara anlatmış duygularını. Allah aşkını her şeyin üstünde tutar. Hatta kendinin yerine içinde sadece Allah aşkının olmasını ister.:

    “İlahi bir aşk ver bana, kandalığımı (nerede olduğumu) bilmeyeyim

    Yavu kılayım (kaybolayım) ben beni isteyüben bulmayayım”

    Diyerek, Allah aşkını tamamen benliğini sarmasını ister. Bu bakımdan adeta Allah sevgisini kendi benliğiyle bütünleşip insanlıktan sıyrılmak ister. Ve bu bütünleşmeyi

    “Aşktır bu derdin dermanı, aşk yolunda verem canı,

    Yunus Emre eydür bunu, bir dem aşksız olmayayım”

    diyerek ebedi sürmesini ister. Bunun da gerçekleştiğini yani Allah sevgisi ile bütünleştiğini söyler bize Yunus Emre.

    'Beni bende demen bende değilim,

    Bir ben vardı bende benden içeri”

    derken öte yandan;

    “Yürür isem gönlümde söyler isem dilimde,

    Çalab (Allah) kendi nurunu gözüme tuş eyledi”

    diyerek bu isteğini gerçekleştiğini belirtiyor. Allah sevgisine ve Allah’a ulaşmada hiç bir engel tanımaz ve Allah katında kıymetinin çok olduğuna inandığı Hz. Muhammed’den tutunda Gözü yaşlı Yakub (a.s) ’a kadar herkesle birlikte Allah’ı ve Allah sevgisini çağırır. Burada Yunusun büyüklüğü bir daha ortaya çıkıyor. Öyle ki insanların dini önemli değildir. Ve bütün dinlerin semavi dinlerin ortak noktası Yüce Allah’tır. İşte yine Yunus Emre bütün dinlerle çağırıyor Allah’ı, aşkını ve sevgisini. Şu dizeler sanırım bunu çok güzel ifade ediyor:

    “Gökyüzünde İsa ile, tur dağında Musa ile,

    Elindeki asa ile çağırayım Mevlam seni..

    Derdi ökküş Eyyub ile, gözü yaşlı Yakup ile

    Ol Muhammed mahbub ile çağırayım Mevlam seni”..


    Yunus Emre her şeyden önce gönül insanıdır. Sevgi aşığıdır. Onun tek istediği sevgiye balı olan her şeydir. İnsanın ilk önce gönlüne önem verir. Bir gönül yıkmayı büyük günah sayar. Yukarıda da belirttiğimiz gibi Yunus Emre genel felsefesi insan ve aşk özellikle ilahi aşk üzerinedir. Günümüzde herkes bir demokrasi havarisi kesiliyor. Özgürlükler deniliyor, temel hak ve hukuk deniliyor. Yunus Emre bunu asır öncesinden halletmiştir. Çünkü “Yaratılanı sev yaratandan ötürü” diyerek bütün insanlığı bütün mahlukatı bütünü mevcudatı kısaca yaratılmış olan her şeyi sevmemiz gerektiğini söylüyor. İnsanların kimlikleri ve milliyetleri önemli değildir, hatta ve hatta dinleri de önemli değildir Yunus Emre için. Önemli olan yaratılmış olması ve onu da bir yaratanının bulunması yani Yüce Allah tarafından yaratılmış olmasıdır. İnsan değer verilmiş yaratılmıştır. İnsan ne kadar kötü olsa da ne kadar istemediğimiz düşmanımız olsa da Hakkın hatırı için Yaratanının hatırı için sevmek zorundayız, ve biz de bir yaratılmış olduğum z için sevilmek zorundayız. Zaten yine Yunus Emre “Sevelim sevilelim bu dünya kimseye kalamaz” diyerek insanın dünyada ki amacının ne olması gerektiğin açıklıyor. Sevmek Yüce Allah tarafından bize verilmesi en büyük nimettir. Yüce Allah’ı sevmekle kalmayıp ona aşık olmamız gerektiğini de söylüyor. Zaten şiirlerinde ana tema bu yöndedir. Aşksız insanın odundan farkı olmayacağın da söylüyor.

    Yunus Emre’de insanı dili dini önemli değildir demiştik. Yunus Emre için bütün insanlar birdir. Aynı gözle insan gözüyle bakılmasını ister. Bu bakımdan insanlar eşittir ona göre.

    'Yetmiş iki millete bir göz ile bakamayan,

    Şer’in evliyasıyla hakikatte asidir”

    der. Yine burada Kur'anı Kerim’in kardeşlik formülünü uyguladığını şu dizeleriyle öğreniyoruz

    “Hakkı gerçek sevenlere, cümle alem kardeş gelir”..

    Kur'anı Kerim de “inanalar kardeştir” (Hucurat 10) diyordu. Yunus Emre ana hedefini ve dünyada ki amacını şöyle açıklar:

    “Ben gelmedim dava için,

    Benim işim sevi (sevgi) için”.

    İçinde bulunduğumuz şu hoşgörü ve barış ortamına çok muhtaç olduğumuz bu ortamda bu satırlar sanırım insanımızı kendisine gelir. Ortadan kin ve nefret duyguları kalkar da özlediğimiz aydınlık yarınlara bir an önce kavuşuruz.

    Yunus Emre, bir büyük alimin deyimiyle, tasavvuf yolunda hangi makama çıktı isem, önümde Anadolu Ereninin ayak izlerini gördüm.
    Yunus Emre bulunduğı çağın Gavsı olarak nitelendirilir. Yaşar Nuri Hocamın kabul etmediği tarikattan sayılır kendileri

    Geldi geçti ömrüm benim
    Þ ol yel esip geçmiþ gibi
    Hele bana þ öyle geldi
    Þ ol göz yumup açmý þ gibi

    İşbu söze Hak tanıktır
    Bu can gövdeye konuktur
    Bir gün ola çıka gide
    Kafesten kuş uçmuş gibi

    Miskin âdem oğlanını
    Benzetmişler ekinciye
    Kimi biter kimi yiter
    Yere tohum saçmış gibi

    Bir hastaya vardın ise
    Bir içim su verdin ise
    Yarın orda karşı gele
    Hak şarabın içmiş gibi

  • yecüc-mecüc

    19.12.2003 - 19:05

    Kur'anda kıyamet alametlerinden biri olarak gösterilen ve büyük bir fitneye neden olacağı bilinen kavim. Bazı abartma kaynaklarında kulklarının yere kadar uzandığı ve onu örtü olarak kullandıkları yazılır. Özellikle Türk düşmanlığına sakhip bazı kişilerce bu kavim türkler olarak ifade edilmiştir. Kavmin özellikleri anlatırken kavmin her türlü hayvanı yediği ifade edilir. Fakat tarihsel gerçeklerin belirttiği gibi Türkler bugüne kadar her önüne gelen hayvanı yeme girişimini göstermemişlerdir.
    Bu yorumlara uyan, bir kavim var. Kimseyi zan altında bırakmak istemiyorum :)

  • saddam hüseyin

    18.12.2003 - 21:54

    Bir insanın yaşam hikayesinin herkes tarafından bilinmesi buna denilir.
    Saddam Hüseyin bir yaşamın kısa ve öz anlatımı.......
    Var iken yok olmak.....
    Severim keratayı :)

Toplam 303 mesaj bulundu