'Çek silahını öldür beni Suçu sabit görüldü de Beni çok sevmişti de Namlu ucunu daya enseme Engel ol bir başkasını bu kadar sevmeme '
Hep “uzak ülkelerden birinde” diye başlayan masallarla büyüdüm... Kocaman devlerle savaşıyor,yıllarca uyuyordum... kral babamın hergün yenisini almak zorunda kaldığı, gümüş patenlerim vardı... ve kimsenin bilmediği sırları.... Cücelerden sadakati,kibrit satan kızdan, umudu parmaklarımın ucunda biriktirmeyi öğrendim.... ve asla vazgeçmemeyi... uzak ülkelere yelken açan prensesler bekledim... Gergefler işledim... büyülü göllerde yüzüp,meçhul ormanlarda kayboldum... Kocaman zindanlara kapatılıp,sırma saçlar uzattım.... kel bir oğlan çıkageldi birgün... Hiçbir şeyden korkmayan... kral babam kırk gün kırk gece sürecek düğün hayalleri kurarken, terkettim sarayı.... ya beklediğim prense ne olacaktı..? bunu yapamazdım... Kaçarken dipsiz bir kuyuya düşüverdim... içinde devasa kapılar ardında, atlastan yorganları,gümüş işlemeli yatakları,heryanı aydınlatan altın şamdanları olan kocaman odalar vardı... birde bütün bunların sahibi..orada ömrümün sonuna kadar kalabilirdim; Ama masal devam etmeliydi... Gözlerimi kapattım... açtığımda masmavi bir okyanus içinde muhteşem pullarla bezenmiş, uzunca bir kuyrukla yüzer buldum kendimi... yüzümü yalayan serin ıslaklık,derinlerde yerini gizemli bir karanlığa bırakıyordu.... karanlıkta yolumu aydınlatan inci bir kolyem vardı ve ona iliştirilmiş zümrüt yeşili tüy; bana tek bir dilek dileyebileceğimi hatırlattı.... Ve ben gökten düşen şu üç elmanın, hiçbir zaman düşmemesini dileyecektim ki.... Yasak suların korkunç muhafızları etrafımı sarmışlardı... meğer yasak sulardaymışım.. Kötü bir sürprizdi... korkmuştum ve zümrüt yeşili tek dilek tüyümün ellerimin arasından Kayıp gittiğini anladığımda herşey anlamını yitirmişti... aslında yitip giden; üstüne titreyerek,binbir özenle büyüttüğüm düşlerimdi.... ve şimdi bana ne yapacakları çok ta önemli değildi.... daha önce hiç görmediğim kadar büyük ve ürkütücü bir zindana götürdüler beni... burada sadece karanlık ve hiçlik vardı... Hiçbir şey olamamakla cezalandırılıyordu demek yasak sulara böyle izinsiz girenler..... Hoş izin alınsa verirler miydi, orası tam bir muamma..... Boşlukta öylece asılı duruyordum.. kimsecikler yoktu etrafta.. kimseden yardım dilenecek gücümde yoktu...kime yada neye bilmiyorum ama çok kızmıştım...kızgınlığım duvarlara çarpıp geri dönüyordu..! dönüş daha da arttırıyor ve öfkem içime sığmıyordu...kendi devinimlerimle yarattığım masal, müthiş bir kabusa bırakmıştı yerini... Şimdi yeni bir masal yazmalıydım.... sadece benim olan.... Gözlerimi kapattım..... Mavisi olmayan bir gökyüzünde, sesleri olmayan martıların çığlıklarında açtım gözlerimi... Denizi olmayan bir limandaydım... ne prensler, ne balkabağı, nede büyücüler yoktu....neredeydim... bu hangi coğrafya idi..! dehşete düşmüştüm..... Masal tadında kabuslar yaşıyordum ve bu kabuslar bitecek gibi değildi..... Sonra haritalara baktım, bu bilinmeyen coğrafyanın neresindeyim diye... yoktu...! Haritalarada kızdım, kıtaları olmayan ülkelere doğru uzun bir sefere çıktım...... ülkeleri olmayan şehirler,şehirleri olmayan yol boylarında kayıp bir mezar taşına benziyordum.... Bu yitik, bu kayıp kentlerde sonunu göremediğim yollar tükenmek bilmiyordu.... yorulmuştum.... vazgeçmemeyi öğrendiğim güne lanetler yağdırıyordum.... İçimi yağmalayan, işgal eden bu yetiyi bir cevher gibi işlemiştim....şimdi kurtulmak istemek pek anlamsızdı....
Uyumak istedim bir süre....yıldızları olmayan bir gecede, nasıl uyunabilirse... Öylece boşluğa bakıp, uyanık kalakaldım.........
Uyandığımda bir ressamla göz göze geldik... masal kaçkını bir ressam..! burada ne işi olduğunu sormadım... soramadım... incecik ipteki cambazlara benziyorduk... altımızda uçurumlar.... ikimizde nerede olduğumuzu bilmekten korkar gibiydik... Taştan heykeller kadar suskunduk...soğuk...hareketsiz...konuşsak herbir parçamız boşlukta savrulacaktı...suskunluk, O’nu bir buda heykeli kadar kutsallaştırıyordu.... Ve cevaplar, içimizi kemiren asalaklara dönüşüyor,kocaman girdaplar oluşturuyorlardı.... Derimizin altında birşeyler oluyordu...heryer talan,herşey paramparça olmuştu..... Hiçbir taş yerini bulamıyordu...insan ırkının yarattığı tüm gerçekler,aslında bir fiyaskoydu.. Zihinaltı oyunlar oynayan,tuzaklar kuran,ihanet eden hain, insanın ta kendisi miydi... Ve insan bir kere daha mı yenilmişti kendine.... Asıl gerçek buradaydı... Kendinle yaptığın savaşlardan,zafer çığlıkları atarak çıktığında, gerçekler artık saklanmıyordu senden.... picassonun Venüs’ e armağanı kadar çırılçıplak ve çekiciydi “gerçek”.... içsel kaygıların, düşsel yanılsamaların tam karşılığı değildi belki ama bütün bunların yansımasıydı gerçek......Ne yaman çelişkiydi bu.... Nereden geldiğini anlayamadığım, dokunsam kırılacakmış gibi tuhaf bir sesle irkildim.... Ben içimde biryerlerde boğuşurken, ressam sessizliği derin bir iç çekişiyle bozdu.... Çıkan tını kutsallaşan heykeli ilahlaştırmıştı adeta....hala gözgözeydik... Sessizlik dayanılmaz çığlıklar atıyor ve biz hala bütün cevapları susuyorduk... anlamsızlığında bir anlamı olduğunu öğrenmiştik... var olan bütün anlamsızlıkların, yadsınamayacak gerçeklikler olduğunu da..... Bu masal kaçkını kutsal ressam,ne düşündüğümü merak ediyor muydu.....gizlerin içinde kayboluşunu böyle amansızca sorguluyor muydu.... Gözlerimin içine öyle dikkat kesilmişti ki, gözlerim gözlerine her değdiğinde içimi kanatıyordu....mıh gibi yazılıyordu KAHVE gözleri gözlerime... Sancılar içinde Meryem’ dim adeta....! gözlerimin içine sokulan bu bakışlar inkar edilen İsa kadar yücelecek miydi içimde yoksa....? bayılacak gibiydim....
Gözlerinin bu tonu dayanılacak kadar değildi.... parçalanmıştım..... Her şey akıyordu...zaman..ressamın gözleri...düşlerim...derim ve altındaki her şey...... Fiziğin koyduğu kurallar, geçerliliğini yitirmiş,hepsi akışkan rakamlara dönüşmüşlerdi.... Dali bu manzaraya şahit olsaydı, bütün tablolarını yakmak isterdi...! O’nun düşlerindekiakışkanlık şimdi benim masalım kadar gerçekti.... Dali benim için sapkın bir deliydi.... Delilikle deha aynı kefedeydi ve delirmek en iyisiydi....! kralın çıplaklığı bir çocuk saflığında dile gelivermişti...Evet..! ben bu gözlerde yok olmak istiyordum... Hani izin verse, oracıkta “hicret” edecektim....oysa müşrikler kadar acımasızdı..kendi putlarını yerle yeksan edecek bu ilahi “hicret” kanını dondurmuştu... Sanki içini acıtan bütün yaralarıymışım gibi bakıyordu gözlerime....Ansızın çekti gözlerini gözlerimden... gözbebekleri kanıyordu ve O gidiyordu.....! Bir enkaz soğukluğundaydım oysa aylardan temmuzdu ve kızılağaç sıcaktan kavruluyordu... Kımıldayamadım...! Ve şimdi ateşler içinde İbrahim’ dim....! ....sessizce yanan....çalı çırpıdan değildi yanışım... Öyle sarsak...öyle amansız....öyle levha soğukluğunda söylenen “güle güle” ler kadar tek başına kalmışlığıma idi.... belki tek bir damla yaş, söndürecekti bu ateşi fakat benim ağlamak için nedenlerim yoktu.....
Salvador Dali –İspanyol Ressam....Sürreal..yani akıl dışı Hayatım boyunca hep kıskandım O’nu şimdi en az O’nun kadar akıldışıyım.....
Yani ressam gidiyordu..... ve ben O’na doğru akıyordum.....öyle “ölmek” gibi gidiyordu.... Gidenlerden bir tek kendisi kalacakmış gibi “gidiyordu”...! Böyle nereye gidiyordu...? ? dizlerimin üstüne çöksem...sarılsam bacaklarına...bölme beni milyonlara ayaklarının altında desem...ateşli bir ateist gibi yok sayma,gözlerine yapmak istediğim hicreti desem....ben sana muhtacım desem...gitme desem....! ne desem bilmem ki....? Nuh’un kavmiydim... bu gidişe itaatsizlik ettiğim için; kendi denizlerinde helak edecekti beni....tüm kavmin günahı boynumda, boğulacaktım.... Sanki Kızıldenizi ehlileştiren,suda yarıklar açan Musa idi de, naçar Firavun gibi bu derin dehlizlerde saltanatıma son verecek.....ve secdem kabul görmeyecekti..... Öyle DİNSİZ....öyle KİTAPSIZ....öyle cehennemlik..... kavrulacaktım....! Bıçak sırtlarında kanıyordum....Ve O zehir zemberek gidiyordu..... Bütün telaşımla, siliniyordum ardından..... Allah kahretsin..! Bu akışkan,bu kabus dolu masalda sözüm geçmiyordu.... Kendi kendime yarattığım bu hiçlikte,kendi kendimi nasılda acıtıyordum... Kanter içinde biriktirdiğim bütün umutlarımı tüketecek kadar, savurganlaşmıştım.... Şimdi elimde avucumda nihilist felsefeler kalmıştı.... var olmanın tek yolu ilk önce inkar etmek ve kaybolabilmek miydi kendinde...başkalarında...yada mabetlerde..... Yada içinde kaybetmek,bütünleştirmek istemek miydi kendi kendini... başkalarını...mabetleri.... Kaybetmeyi becerebildiğimizde, Hallac Mansur gibi, darağacından, cansız bedenimize mi takılacaktı gözlerimiz...hakikaten inandıklarımızla bütün olmak istediğimiz için mi yerde yatıyor olacaktık.! .....Başımız bedenimizden ayrı....tüketilişimizden yüzyıllar sonra mı azize ilan edilecektik yoksa Jan Dark gibi... Bazılalarının sahtekar yüzüne savrulurken küllerimiz.....! Yada kaybolmayı becerebildiğimizde, ne kadar var olabilecektik....! maddeye sıfatlar ekleyip; etken yada edilgen cümleler kurabilecek miydik yeniden....? tutkulu sevişmelerden sonra dalabileceğimiz derin uykularımız olacak mıydı...yada.. sevişebilecek miydik gerçekten tutkuyla...'sen yatalımmı artık? ' dediğinde ben hınzırca 'BİRLİKTE Mİ? ' diyebilecekmiydim..? Kaybetmek yada kaybolmak....! hangisi üstündü bir diğerinden..... Lanet olası MASAL KAÇKINI EŞKİYA bozguna uğratmıştı beni...! Bildiğim ne varsa ahmakçaydı...sevimsizdi...yapışkandı...Allahın cezası birer yalandı...! Şimdi ölmek vaktiydi....! Ama nasıl...? ? Atomlarım bastırılamaz isyanlar çıkartmıştı...ve ben bu esaslı isyanlarla başa çıkamıyordum.. Hangi biyolojik silahlarla bastırılabilecekti ki bu başkaldırış.... hangi matematiksel hesaplarla yaptırımlar uygulanacaktı, yaşamsal sıvılarıma...? Atomlarım mı yoksa, sırrına eremediğim başkası mıydı anlayamıyordum ama biri, kendime rağmen....bu sicim gibi yağan gidişe rağmen, inatla kalmak istiyordu....! ölüm üstünde “bu defa zamansız geldim” yazan bir not bırakıp gitmişti bu et ve kemik yığınından..... Yunus haklı mıydı... kendi içimizde hiç tanımadığımız bir başka “ben” e yataklık mı ediyorduk...iki hipofez bezine sahip fakat aynı anatomiyi kullanan, yabancılar; yada bir kere olsun ortak bir noktada kesişemeyen doğrular mıydık...? “Doğru” muyduk gerçekten...? Gözlerimi kapayacaktım bu defa eşkiyaca.... Bu istikrarlı “ben” e biat edip,egemenliğini tanımak farz olmustu...ehlileştirilmiş bir köpek gibi ram olacaktım beni benden eden içimdeki bu EŞKİYAYA....! Bu Masaldan Çıkamıyorum....Kaçamıyorum...Kurtulamıyorum...
Memet..! ! Memet..! ! bu talan edilmiş çoğrafya Senin benim yüreğimin attığı alan Karşı kıyı değil bizim MEMLEKET.! Bir hayın avuçla atılan tohum Sınır taşlarında kazınan leke Bir avuç vurguncunun gece nöbetleridir..
Urfa önlerinde kurşun sıkanlar Dağ koyaklarında vurulup vurulup alnından Yere düşenler.. Kızıldere'de Nurhak'larda can verenler Bir bahar sabahı dalından koparılıp Darağaçlarında boynu koparılanlar 'Ulusun zulme karşı direniş' hareketidir..
Yekinir yürürüz yerlerde izi kalır kanlarımızın De hele çekmekmi tetiği yoksa? Hak bu..! ! Kurban olduğum.. Takılırken dikenli telleri ayaklarımıza Akan körpe iliklerimizden kan bu..
Dağıtma saçlarını güneş telli çocuklarımızın Vurma umudumu dağlarda.. Dur hele..:! ! Yağmalama türküler çağırarak kurduğum düşlerimi Senin taahkatın kalmadıysa umudu çağır Munzur'da... Zilan'da ölen Bizim çocuklarımız.. Ört yüzlerini toprakla Kalmasın ortada ölümüz Kurban olduğum....! !
sana düşkünlüğümü azarla öl de çıkar sehpaya ipimi çekerim ben ölüm senden gelsin mitinge gider gibi giderim ben infiallerimi bu aşka adadım korkma yeryüzünü sarmış köklerim yeter ki şurada ol de yeniden doğarım ben silkinir yeniden gelirim hayata kaç EYLÜL olurum bilsen yeter ki seni sensiz severim deme 'ÖL' de eyvallah...
Yerin seni çektiği kadar ağırsın Kanatların çırpındığı kadar hafif.. Kalbinin attığı kadar canlısın Gözlerinin uzağı gördüğü kadar genç... Sevdiklerin kadar iyisin Nefret ettiklerin kadar kötü.. Ne renk olursa olsun kaşın gözün Karşındakinin gördüğüdür rengin.. Yaşadıklarını kar sayma: Yaşadığın kadar yakınsın sonuna;
Ne kadar yaşarsan yaşa, Sevdiğin kadardır ömrün.. Gülebildiğin kadar mutlusun Üzülme bil ki ağladığın kadar güleceksin Sakın bitti sanma her şeyi,
Sevdiğin kadar sevileceksin. Güneşin doğuşundadır doğanın sana verdiği değer Ve karşındakine değer verdiğin kadar insansın Bir gün yalan söyleyeceksen eğer Bırak karşındaki sana güvendiği kadar inansın. Ay ışığındadır sevgiliye duyulan hasret Ve sevgiline hasret kaldığın kadar ona yakınsın Unutma yagmurun yağdığı kadar ıslaksın Güneşin seni ısıttığı kadar sıcak. Kendini yalnız hissetiğin kadar yalnızsın Ve güçlü hissettiğin kadar güçlü. Kendini güzel hissettiğin kadar güzelsin..
İşte budur hayat! İşte budur yaşamak bunu hatırladığın kadar yaşarsın Bunu unuttuğunda aldığın her nefes kadar üşürsün Ve karşındakini unuttuğun kadar çabuk unutulursun Çiçek sulandığı kadar güzeldir Kuşlar ötebildiği kadar sevimli Bebek ağladığı kadar bebektir Ve herşeyi öğrendiğin kadar bilirsin bunu da öğren, Sevdiğin kadar sevilirsin...
Pahalı şarap kokan geceleri terk edeli Sigaradan sararmış bıyıklarım var Diğerleri duymasın diye sesini Ayağımda bitpazarından aldığım Kara lastik ayakkabılar Bu kaçıncı geçişim aynı sokaktan Değişmeyen tek şey Çılgın bir geceye çağıran yosmalar
Kimse ayak basmasın diye Duvar gediğine soktuğum Arapça yazılı mukaddes/kâğıtlar Ne garip sardığım tütün kâğıdındalar Yaksam, bir nefes çeksem Tutuşacak elifler, lamlar Günahtan daha günahkâr sığındığım Yalanlar/yalanlar/yalanlar
İsa, Musa ve Muhammed aşkına Bekâret hırsızı ucube şehirde Düşecek kuyu yok artık Doğacak Yusuf’lar adına Kan rengi şarap lekeli urbam Ardımda bıraktığım yalan Biliyorum ağlamıştır babam Neyin peşinde bu kadar insan Namus belasına daha ne kadar yatılacak Yatmazsam namussuz muyum ulan! Yine sövdüm, kahretsin Affet beni anam
Kırptığım sakallar batıyor koynuma Ellerimde yorgunluk emaresi Gözbebeklerimde büyüme Nabızım üç buçuk mu ne Teşhisim belliymiş, sorun doktoruma Oysa hafızam yerinde Yitirdiğim gecelerde unuttuğum çakmaklar Nerden de düştü aklıma Kimdi o kadınlar Neden ateşimi aldılar Hayret halen arayıp soruyorlar Bilmem ki bende ne unuttular
Odun ateşinden sıçradı cınga Düştü tenime, fırladım acınla Ateşe verildi ruhumu sakladığım orman Avuçlarımda isyan lekeleri Ele verdi dilimdeki pelteksi aksan Beni artık buralarda arama Görürsen gazetelerde Adım yazılmış büyük puntolarla Kirli sakallı eşkıya Parmaklarımda bazılarınca anlamsız işaret O sana Çav bella
benim asyadan avrupaya her ilmi her kıtada dostum ve düşmanlarım var dostlarki bir kere olsun kucaklaşmadık ama aynı ekmek ve aynı kavga için ölebiliriz düşmanlarımki kanıma susamışlar kanlarına susamışım benim bu dünyadaki en büyük kuvvetim tek OLMAYIŞIMDIR.. NAZIM HİKMET..
Canım, sevdiğim, yüreğim Bu duvarlar bizi ayırmaya yetmez bilesin Bu kapılar, bu demir parmaklıklar hava inan Bazen bir yumrukta yıkacak kadar güçlü Bazen bir serçe kadar güçsüzsem bir nedeni vardır hangi zorluğu yenmemiş insanoğlu Hele taşıyorsa içinde bu insanca sevgiyi
İşte bir sabah uyandığımda Çav Bella Elleri bağlanmış buldum yurdumu Her yanı işgal altında Sen ey partizan beni de götür Çav Bella Beni de götür dağlarınıza Dayanamam tutsaklığa
Eğer ölürsem ben partizanca Çav Bella Sen gömmelisin ellerinle beni Ellerinle toprağıma Güneş doğacak açacak çiçek Çav Bella Gelip geçenler diyecek merhaba Merhaba ey güzel çiçek
çünkü isyan bıçağıdır böğrüme saplanan sancı çünkü harcımı öfkeyle, imanla karıyorum ve kederin ve solgun yüzlü işçilerin üzerine dağbaşlarının hırçınlığı savruluyor benden. çünkü beni ateş ...
27.05.2009 - 04:57
BİR EŞKİYA MASALI
'Çek silahını öldür beni
Suçu sabit görüldü de
Beni çok sevmişti de
Namlu ucunu daya enseme
Engel ol bir başkasını bu kadar sevmeme '
Hep “uzak ülkelerden birinde” diye başlayan masallarla büyüdüm...
Kocaman devlerle savaşıyor,yıllarca uyuyordum... kral babamın hergün yenisini almak zorunda kaldığı, gümüş patenlerim vardı... ve kimsenin bilmediği sırları....
Cücelerden sadakati,kibrit satan kızdan, umudu parmaklarımın ucunda biriktirmeyi öğrendim.... ve asla vazgeçmemeyi... uzak ülkelere yelken açan prensesler bekledim...
Gergefler işledim... büyülü göllerde yüzüp,meçhul ormanlarda kayboldum...
Kocaman zindanlara kapatılıp,sırma saçlar uzattım.... kel bir oğlan çıkageldi birgün...
Hiçbir şeyden korkmayan... kral babam kırk gün kırk gece sürecek düğün hayalleri kurarken, terkettim sarayı.... ya beklediğim prense ne olacaktı..? bunu yapamazdım...
Kaçarken dipsiz bir kuyuya düşüverdim... içinde devasa kapılar ardında, atlastan yorganları,gümüş işlemeli yatakları,heryanı aydınlatan altın şamdanları olan kocaman odalar vardı... birde bütün bunların sahibi..orada ömrümün sonuna kadar kalabilirdim;
Ama masal devam etmeliydi...
Gözlerimi kapattım... açtığımda masmavi bir okyanus içinde muhteşem pullarla bezenmiş, uzunca bir kuyrukla yüzer buldum kendimi... yüzümü yalayan serin
ıslaklık,derinlerde yerini gizemli bir karanlığa bırakıyordu.... karanlıkta yolumu aydınlatan inci bir kolyem vardı ve ona iliştirilmiş zümrüt yeşili tüy; bana tek bir dilek dileyebileceğimi hatırlattı....
Ve ben gökten düşen şu üç elmanın, hiçbir zaman düşmemesini dileyecektim ki....
Yasak suların korkunç muhafızları etrafımı sarmışlardı... meğer yasak sulardaymışım..
Kötü bir sürprizdi... korkmuştum ve zümrüt yeşili tek dilek tüyümün ellerimin arasından
Kayıp gittiğini anladığımda herşey anlamını yitirmişti... aslında yitip giden; üstüne titreyerek,binbir özenle büyüttüğüm düşlerimdi.... ve şimdi bana ne yapacakları çok ta önemli değildi.... daha önce hiç görmediğim kadar büyük ve ürkütücü bir zindana götürdüler beni... burada sadece karanlık ve hiçlik vardı...
Hiçbir şey olamamakla cezalandırılıyordu demek yasak sulara böyle izinsiz girenler.....
Hoş izin alınsa verirler miydi, orası tam bir muamma.....
Boşlukta öylece asılı duruyordum.. kimsecikler yoktu etrafta.. kimseden yardım dilenecek gücümde yoktu...kime yada neye bilmiyorum ama çok kızmıştım...kızgınlığım duvarlara çarpıp geri dönüyordu..! dönüş daha da arttırıyor ve öfkem içime sığmıyordu...kendi devinimlerimle yarattığım masal, müthiş bir kabusa bırakmıştı yerini...
Şimdi yeni bir masal yazmalıydım.... sadece benim olan....
Gözlerimi kapattım.....
Mavisi olmayan bir gökyüzünde, sesleri olmayan martıların çığlıklarında açtım gözlerimi...
Denizi olmayan bir limandaydım... ne prensler, ne balkabağı, nede büyücüler yoktu....neredeydim... bu hangi coğrafya idi..! dehşete düşmüştüm.....
Masal tadında kabuslar yaşıyordum ve bu kabuslar bitecek gibi değildi.....
Sonra haritalara baktım, bu bilinmeyen coğrafyanın neresindeyim diye... yoktu...!
Haritalarada kızdım, kıtaları olmayan ülkelere doğru uzun bir sefere çıktım...... ülkeleri olmayan şehirler,şehirleri olmayan yol boylarında kayıp bir mezar taşına benziyordum....
Bu yitik, bu kayıp kentlerde sonunu göremediğim yollar tükenmek bilmiyordu.... yorulmuştum.... vazgeçmemeyi öğrendiğim güne lanetler yağdırıyordum....
İçimi yağmalayan, işgal eden bu yetiyi bir cevher gibi işlemiştim....şimdi kurtulmak istemek pek anlamsızdı....
Uyumak istedim bir süre....yıldızları olmayan bir gecede, nasıl uyunabilirse...
Öylece boşluğa bakıp, uyanık kalakaldım.........
Uyandığımda bir ressamla göz göze geldik... masal kaçkını bir ressam..! burada ne işi olduğunu sormadım... soramadım... incecik ipteki cambazlara benziyorduk...
altımızda uçurumlar.... ikimizde nerede olduğumuzu bilmekten korkar gibiydik...
Taştan heykeller kadar suskunduk...soğuk...hareketsiz...konuşsak herbir parçamız boşlukta savrulacaktı...suskunluk, O’nu bir buda heykeli kadar kutsallaştırıyordu....
Ve cevaplar, içimizi kemiren asalaklara dönüşüyor,kocaman girdaplar oluşturuyorlardı....
Derimizin altında birşeyler oluyordu...heryer talan,herşey paramparça olmuştu.....
Hiçbir taş yerini bulamıyordu...insan ırkının yarattığı tüm gerçekler,aslında bir fiyaskoydu..
Zihinaltı oyunlar oynayan,tuzaklar kuran,ihanet eden hain, insanın ta kendisi miydi...
Ve insan bir kere daha mı yenilmişti kendine....
Asıl gerçek buradaydı...
Kendinle yaptığın savaşlardan,zafer çığlıkları atarak çıktığında, gerçekler artık saklanmıyordu senden.... picassonun Venüs’ e armağanı kadar çırılçıplak ve çekiciydi “gerçek”.... içsel kaygıların, düşsel yanılsamaların tam karşılığı değildi belki ama bütün bunların yansımasıydı gerçek......Ne yaman çelişkiydi bu....
Nereden geldiğini anlayamadığım, dokunsam kırılacakmış gibi tuhaf bir sesle irkildim....
Ben içimde biryerlerde boğuşurken, ressam sessizliği derin bir iç çekişiyle bozdu....
Çıkan tını kutsallaşan heykeli ilahlaştırmıştı adeta....hala gözgözeydik...
Sessizlik dayanılmaz çığlıklar atıyor ve biz hala bütün cevapları susuyorduk... anlamsızlığında bir anlamı olduğunu öğrenmiştik... var olan bütün anlamsızlıkların, yadsınamayacak gerçeklikler olduğunu da.....
Bu masal kaçkını kutsal ressam,ne düşündüğümü merak ediyor muydu.....gizlerin içinde kayboluşunu böyle amansızca sorguluyor muydu....
Gözlerimin içine öyle dikkat kesilmişti ki, gözlerim gözlerine her değdiğinde içimi kanatıyordu....mıh gibi yazılıyordu KAHVE gözleri gözlerime...
Sancılar içinde Meryem’ dim adeta....! gözlerimin içine sokulan bu bakışlar inkar edilen İsa kadar yücelecek miydi içimde yoksa....? bayılacak gibiydim....
Gözlerinin bu tonu dayanılacak kadar değildi.... parçalanmıştım.....
Her şey akıyordu...zaman..ressamın gözleri...düşlerim...derim ve altındaki her şey......
Fiziğin koyduğu kurallar, geçerliliğini yitirmiş,hepsi akışkan rakamlara dönüşmüşlerdi....
Dali bu manzaraya şahit olsaydı, bütün tablolarını yakmak isterdi...!
O’nun düşlerindekiakışkanlık şimdi benim masalım kadar gerçekti.... Dali benim için sapkın bir deliydi....
Delilikle deha aynı kefedeydi ve delirmek en iyisiydi....! kralın çıplaklığı bir çocuk saflığında dile gelivermişti...Evet..! ben bu gözlerde yok olmak istiyordum...
Hani izin verse, oracıkta “hicret” edecektim....oysa müşrikler kadar acımasızdı..kendi putlarını yerle yeksan edecek bu ilahi “hicret” kanını dondurmuştu...
Sanki içini acıtan bütün yaralarıymışım gibi bakıyordu gözlerime....Ansızın çekti gözlerini gözlerimden... gözbebekleri kanıyordu ve O gidiyordu.....!
Bir enkaz soğukluğundaydım oysa aylardan temmuzdu ve kızılağaç sıcaktan kavruluyordu...
Kımıldayamadım...!
Ve şimdi ateşler içinde İbrahim’ dim....!
....sessizce yanan....çalı çırpıdan değildi yanışım...
Öyle sarsak...öyle amansız....öyle levha soğukluğunda söylenen “güle güle” ler kadar tek başına kalmışlığıma idi.... belki tek bir damla yaş, söndürecekti bu ateşi fakat benim ağlamak için nedenlerim yoktu.....
Salvador Dali –İspanyol Ressam....Sürreal..yani akıl dışı
Hayatım boyunca hep kıskandım O’nu şimdi en az O’nun kadar akıldışıyım.....
Yani ressam gidiyordu..... ve ben O’na doğru akıyordum.....öyle “ölmek” gibi gidiyordu....
Gidenlerden bir tek kendisi kalacakmış gibi “gidiyordu”...!
Böyle nereye gidiyordu...? ? dizlerimin üstüne çöksem...sarılsam bacaklarına...bölme beni milyonlara ayaklarının altında desem...ateşli bir ateist gibi yok sayma,gözlerine yapmak istediğim hicreti desem....ben sana muhtacım desem...gitme desem....!
ne desem bilmem ki....?
Nuh’un kavmiydim... bu gidişe itaatsizlik ettiğim için; kendi denizlerinde helak edecekti beni....tüm kavmin günahı boynumda, boğulacaktım....
Sanki Kızıldenizi ehlileştiren,suda yarıklar açan Musa idi de, naçar Firavun gibi bu derin dehlizlerde saltanatıma son verecek.....ve secdem kabul görmeyecekti.....
Öyle DİNSİZ....öyle KİTAPSIZ....öyle cehennemlik..... kavrulacaktım....!
Bıçak sırtlarında kanıyordum....Ve O zehir zemberek gidiyordu.....
Bütün telaşımla, siliniyordum ardından.....
Allah kahretsin..! Bu akışkan,bu kabus dolu masalda sözüm geçmiyordu....
Kendi kendime yarattığım bu hiçlikte,kendi kendimi nasılda acıtıyordum...
Kanter içinde biriktirdiğim bütün umutlarımı tüketecek kadar, savurganlaşmıştım....
Şimdi elimde avucumda nihilist felsefeler kalmıştı.... var olmanın tek yolu ilk önce inkar etmek ve kaybolabilmek miydi kendinde...başkalarında...yada mabetlerde.....
Yada içinde kaybetmek,bütünleştirmek istemek miydi kendi kendini... başkalarını...mabetleri....
Kaybetmeyi becerebildiğimizde, Hallac Mansur gibi, darağacından, cansız bedenimize mi takılacaktı gözlerimiz...hakikaten inandıklarımızla bütün olmak istediğimiz için mi yerde yatıyor olacaktık.! .....Başımız bedenimizden ayrı....tüketilişimizden yüzyıllar sonra mı azize ilan edilecektik yoksa Jan Dark gibi... Bazılalarının sahtekar yüzüne savrulurken küllerimiz.....!
Yada kaybolmayı becerebildiğimizde, ne kadar var olabilecektik....!
maddeye sıfatlar ekleyip; etken yada edilgen cümleler kurabilecek miydik yeniden....? tutkulu sevişmelerden sonra dalabileceğimiz derin uykularımız olacak mıydı...yada.. sevişebilecek miydik gerçekten tutkuyla...'sen yatalımmı artık? ' dediğinde ben hınzırca 'BİRLİKTE Mİ? ' diyebilecekmiydim..?
Kaybetmek yada kaybolmak....! hangisi üstündü bir diğerinden.....
Lanet olası MASAL KAÇKINI EŞKİYA bozguna uğratmıştı beni...! Bildiğim ne varsa ahmakçaydı...sevimsizdi...yapışkandı...Allahın cezası birer yalandı...!
Şimdi ölmek vaktiydi....! Ama nasıl...? ?
Atomlarım bastırılamaz isyanlar çıkartmıştı...ve ben bu esaslı isyanlarla başa çıkamıyordum..
Hangi biyolojik silahlarla bastırılabilecekti ki bu başkaldırış.... hangi matematiksel hesaplarla yaptırımlar uygulanacaktı, yaşamsal sıvılarıma...? Atomlarım mı yoksa, sırrına eremediğim başkası mıydı anlayamıyordum ama biri, kendime rağmen....bu sicim gibi yağan gidişe rağmen, inatla kalmak istiyordu....! ölüm üstünde “bu defa zamansız geldim” yazan bir not bırakıp gitmişti bu et ve kemik yığınından..... Yunus haklı mıydı... kendi içimizde hiç tanımadığımız bir başka “ben” e yataklık mı ediyorduk...iki hipofez bezine sahip fakat aynı anatomiyi kullanan, yabancılar; yada bir kere olsun ortak bir noktada kesişemeyen doğrular mıydık...? “Doğru” muyduk gerçekten...?
Gözlerimi kapayacaktım bu defa eşkiyaca....
Bu istikrarlı “ben” e biat edip,egemenliğini tanımak farz olmustu...ehlileştirilmiş bir köpek gibi ram olacaktım beni benden eden içimdeki bu EŞKİYAYA....!
Bu Masaldan Çıkamıyorum....Kaçamıyorum...Kurtulamıyorum...
12.02.2009 - 08:38
Sürgündeki Mavi Düşlerime
Memet..! ! Memet..! ! bu talan edilmiş çoğrafya
Senin benim yüreğimin attığı alan
Karşı kıyı değil bizim MEMLEKET.!
Bir hayın avuçla atılan tohum
Sınır taşlarında kazınan leke
Bir avuç vurguncunun gece nöbetleridir..
Urfa önlerinde kurşun sıkanlar
Dağ koyaklarında vurulup vurulup alnından
Yere düşenler..
Kızıldere'de Nurhak'larda can verenler
Bir bahar sabahı dalından koparılıp
Darağaçlarında boynu koparılanlar
'Ulusun zulme karşı direniş' hareketidir..
Yekinir yürürüz yerlerde izi kalır kanlarımızın
De hele çekmekmi tetiği yoksa?
Hak bu..! ! Kurban olduğum..
Takılırken dikenli telleri ayaklarımıza
Akan körpe iliklerimizden kan bu..
Dağıtma saçlarını güneş telli çocuklarımızın
Vurma umudumu dağlarda..
Dur hele..:! !
Yağmalama türküler çağırarak kurduğum düşlerimi
Senin taahkatın kalmadıysa umudu çağır
Munzur'da... Zilan'da ölen
Bizim çocuklarımız..
Ört yüzlerini toprakla
Kalmasın ortada ölümüz
Kurban olduğum....! !
SEVGİLİ MEHMET AKTÜRK'E ARMAĞANDIR..
Elif Eylül AYBAŞOĞLU
(03.12.2006)
11.02.2009 - 08:43
Eyvallah...
sana düşkünlüğümü azarla
öl de çıkar sehpaya ipimi çekerim ben
ölüm senden gelsin
mitinge gider gibi giderim ben
infiallerimi bu aşka adadım
korkma yeryüzünü sarmış köklerim
yeter ki şurada ol de
yeniden doğarım ben
silkinir yeniden gelirim hayata
kaç EYLÜL olurum bilsen
yeter ki seni sensiz severim deme
'ÖL' de eyvallah...
Elif Eylül Aybaşoğlu
21.01.2009 - 00:40
Karlı kayın ormanında
yürüyorum geceleyin.
Efkârlıyım, efkârlıyım,
elini ver, nerde elin?
Ayışığı renginde kar,
keçe çizmelerim ağır.
İçimde çalınan ıslık
beni nereye çağırır?
Memleket mi, yıldızlar mı,
gençliğim mi daha uzak?
Kayınların arasında
bir pencere, sarı sıcak.
Ben ordan geçerken biri:
'Amca, dese, gir içeri.'
Girip yerden selâmlasam
hane içindekileri.
Eski takvim hesabıyle
bu sabah başadı bahar.
Geri geldi Memed'ime
yolladığım oyuncaklar.
Kurulmamış zembereği
küskün duruyor kamyonet,
yüzdüremedi leğende
beyaz kotrasını Memet.
Kar tertemiz, kar kabarık,
yürüyorum yumuşacık.
Dün gece on bir buçukta
ölmüş Berut, tanışırdık.
Bende boz bir halısı var
bir de kitabı, imzalı.
Elden ele geçer kitap,
daha yüz yıl yaşar halı.
Yedi tepeli şehrimde
bıraktım gonca gülümü.
Ne ölümden korkmak ayıp,
ne de düşünmek ölümü.
En acayip gücümüzdür,
kahramanlıktır yaşamak:
Öleceğimizi bilip,
öleceğimizi mutlak.
Memleket mi, daha uzak,
gençliğim mi, yıldızlar mı?
Bayramoğlu, Bayramoğlu,
ölümden öte köy var mı?
Geceleyin, karlı kayın
ormanında yürüyorum.
Karanlıkta etrafımı
gündüz gibi görüyorum.
Şimdi şurdan saptım mıydı,
şose, tirenyolu, ova.
Yirmi beş kilometreden
NAZIM HİKMET
06.12.2006 - 22:57
hey onbeşli onbeşli
tokat yolları taşlı.. :)
toprağım seni tanımak güsel kib :))
07.06.2006 - 22:31
yine bana hüsran
bana yine hasret var..
yine bana sensiz günler düştü..
isyana tebessüm... isyana BOŞLUK hatta^^......
:) :)
03.05.2006 - 22:12
iyi ki varsın bana iyiyi,güzeli, doğruyu gösteren bi tane arkadaşım sen herşeyin en iyisini hakediyosun....
12.04.2006 - 20:47
HERŞEY SENDE GİZLİ
Yerin seni çektiği kadar ağırsın
Kanatların çırpındığı kadar hafif..
Kalbinin attığı kadar canlısın
Gözlerinin uzağı gördüğü kadar genç...
Sevdiklerin kadar iyisin
Nefret ettiklerin kadar kötü..
Ne renk olursa olsun kaşın gözün
Karşındakinin gördüğüdür rengin..
Yaşadıklarını kar sayma:
Yaşadığın kadar yakınsın sonuna;
Ne kadar yaşarsan yaşa,
Sevdiğin kadardır ömrün..
Gülebildiğin kadar mutlusun
Üzülme bil ki ağladığın kadar güleceksin
Sakın bitti sanma her şeyi,
Sevdiğin kadar sevileceksin.
Güneşin doğuşundadır doğanın sana verdiği değer
Ve karşındakine değer verdiğin kadar insansın
Bir gün yalan söyleyeceksen eğer
Bırak karşındaki sana güvendiği kadar inansın.
Ay ışığındadır sevgiliye duyulan hasret
Ve sevgiline hasret kaldığın kadar ona yakınsın
Unutma yagmurun yağdığı kadar ıslaksın
Güneşin seni ısıttığı kadar sıcak.
Kendini yalnız hissetiğin kadar yalnızsın
Ve güçlü hissettiğin kadar güçlü.
Kendini güzel hissettiğin kadar güzelsin..
İşte budur hayat!
İşte budur yaşamak bunu hatırladığın kadar yaşarsın
Bunu unuttuğunda aldığın her nefes kadar üşürsün
Ve karşındakini unuttuğun kadar çabuk unutulursun
Çiçek sulandığı kadar güzeldir
Kuşlar ötebildiği kadar sevimli
Bebek ağladığı kadar bebektir
Ve herşeyi öğrendiğin kadar bilirsin bunu da öğren,
Sevdiğin kadar sevilirsin...
CAN YÜCEL
08.02.2006 - 07:56
İşte bir sabah uyandığımda
Çav Bella Çav Bella Çav Bella Çav Çav Çav
Elleri bağlanmış buldum yurdumun
Her yanı işgal altında
Sen ey partizan beni de götür
Çav Bella Çav Bella Çav Bella Çav Çav Çav
Beni de götür dağlarınıza
Dayanamam tutsaklığa
Eğer ölürsem ben partizanca
Çav Bella Çav Bella Çav Bella Çav Çav Çav
Sen gömmelisin ellerinle beni
Ellerinle toprağıma
Güneş açacak çiçek
Çav Bella Çav Bella Çav Bella Çav Çav Çav
Gelip geçenler diyecek merhaba
Merhaba ey kızıl çiçek
O kızıl çiçek partizanındır
Çav Bella Çav Bella Çav Bella Çav Çav Çav
Yiğit yoldaşlardan armağandır bize
Simgesidir özgürlüğün
08.02.2006 - 07:55
Çav Bella
Pahalı şarap kokan geceleri terk edeli
Sigaradan sararmış bıyıklarım var
Diğerleri duymasın diye sesini
Ayağımda bitpazarından aldığım
Kara lastik ayakkabılar
Bu kaçıncı geçişim aynı sokaktan
Değişmeyen tek şey
Çılgın bir geceye çağıran yosmalar
Kimse ayak basmasın diye
Duvar gediğine soktuğum
Arapça yazılı mukaddes/kâğıtlar
Ne garip sardığım tütün kâğıdındalar
Yaksam, bir nefes çeksem
Tutuşacak elifler, lamlar
Günahtan daha günahkâr sığındığım
Yalanlar/yalanlar/yalanlar
İsa, Musa ve Muhammed aşkına
Bekâret hırsızı ucube şehirde
Düşecek kuyu yok artık
Doğacak Yusuf’lar adına
Kan rengi şarap lekeli urbam
Ardımda bıraktığım yalan
Biliyorum ağlamıştır babam
Neyin peşinde bu kadar insan
Namus belasına daha ne kadar yatılacak
Yatmazsam namussuz muyum ulan!
Yine sövdüm, kahretsin
Affet beni anam
Kırptığım sakallar batıyor koynuma
Ellerimde yorgunluk emaresi
Gözbebeklerimde büyüme
Nabızım üç buçuk mu ne
Teşhisim belliymiş, sorun doktoruma
Oysa hafızam yerinde
Yitirdiğim gecelerde unuttuğum çakmaklar
Nerden de düştü aklıma
Kimdi o kadınlar
Neden ateşimi aldılar
Hayret halen arayıp soruyorlar
Bilmem ki bende ne unuttular
Odun ateşinden sıçradı cınga
Düştü tenime, fırladım acınla
Ateşe verildi ruhumu sakladığım orman
Avuçlarımda isyan lekeleri
Ele verdi dilimdeki pelteksi aksan
Beni artık buralarda arama
Görürsen gazetelerde
Adım yazılmış büyük puntolarla
Kirli sakallı eşkıya
Parmaklarımda bazılarınca anlamsız işaret
O sana
Çav bella
Ali Gençay
06.02.2006 - 21:58
Başındaki Yazmayı Da
Sarıya Mı Boyadın
Neden Sararıp Soldun Da
Sevdaya Mı Uğradın
Tokat’tan Mı Geliyon Da
Yar Sen Almus’lu Musun
Ben Sana Varacağım Da
Söyle Namuslu Musun
İçliğimin Yakası Da
Sıra Sıra Nakış Yar
Gurban Olam Boyuna Da
O Ne Biçim Bakış Yar
Yola Yolladım Seni De
Yollar Yollasın Seni
Hızır Elinden Tutsun Da
Bana Yollasın Seni
25.01.2006 - 21:57
benim asyadan avrupaya her ilmi her kıtada dostum ve düşmanlarım var
dostlarki bir kere olsun kucaklaşmadık ama aynı ekmek ve aynı kavga için ölebiliriz düşmanlarımki kanıma susamışlar kanlarına susamışım
benim bu dünyadaki en büyük kuvvetim tek OLMAYIŞIMDIR..
NAZIM HİKMET..
28.12.2005 - 15:54
ARALIK OCAK ŞUBAT
Bir kardan adam yapar seni
kutuptaki arkadaşım,
biraz güç de olsa havaya kaldırır
ve göğe fırlatmayı becerir.
Güney kutbundan atılan adam
burada kar olarak düşer,
onun beynini gezen üzgünlük
benim burnumun ucuna düşer...
Ülkü TAMER
27.12.2005 - 01:02
rüyalar görmek isterim seninle
şu anı da kaçırmadan
uzaklara gitmek isterim
seni bırakmadan
sende olmak isterim
kendimi unutmadan
bırakmak isterim seni
izini kaybetmeden
´biz´i öğrenmek isterim seninle
´ben´i ve ´sen´i yitirmeden
veririm kendimi, alırım seni
teslim olmadan, teslim almadan
açmak isterim içimi sana
hiç bir şey saklamadan
seni görmek isterim
resmine gerek kalmadan
isterim seni ve kendimi
tanımak, yaşamak ve sevmek
isterim seninle birlikte
öğrenmek, yaşamak ve sevmek
20.12.2005 - 16:05
CANIM
Canım, sevdiğim, yüreğim
Bu duvarlar bizi ayırmaya yetmez bilesin
Bu kapılar, bu demir parmaklıklar hava inan
Bazen bir yumrukta yıkacak kadar güçlü
Bazen bir serçe kadar güçsüzsem bir nedeni vardır
hangi zorluğu yenmemiş insanoğlu
Hele taşıyorsa içinde bu insanca sevgiyi
09.12.2005 - 09:54
Ben, bir insan,
ben, Türk şairi komünist Nâzım Hikmet ben,
tepeden tırnağa iman,
tepeden tırnağa kavga, hasret ve ümitten ibaret ben...
(n. hikmet)
05.12.2005 - 19:45
Ötme bülbül ötme şen değil bağrım
Dost, senin derdinden ben yana yana
Tükendi fitilim eridi yağım
Dost, senin derdinden ben yana yana
Haydar, Haydar, Haydar ben yana yana
Ali, Ali, Ali ben yana yana
Deryadan ayrılmış sellere döndüm
Ateşi kararmış küllere döndüm
Vakitsiz açılan güllere döndüm
Dost senin derdinden ben yana yana
Haydar, Haydar, Haydar ben yana yana
Ali, Ali, Ali ben yana yana
Haberin alırım peyikler ile
Yaramı sararsın şehitler ile
Kırk yıl dağda gezdim geyikler ile
Dost senin derdinden ben yana yana
Haydar, Haydar, Haydar ben yana yana
Ali, Ali, Ali ben yana yana
Pir Sultan Abdal'ım doldum eksildim
Yemeden içmeden sudan kesildim
Halkımı sevdiğim için asıldım
Dost senin derdinden ben yana yana
Haydar, Haydar, Haydar ben yana yana
Ali, Ali, Ali ben yana yana
11.11.2005 - 21:24
Çav Bella
İşte bir sabah uyandığımda
Çav Bella
Elleri bağlanmış buldum yurdumu
Her yanı işgal altında
Sen ey partizan beni de götür
Çav Bella
Beni de götür dağlarınıza
Dayanamam tutsaklığa
Eğer ölürsem ben partizanca
Çav Bella
Sen gömmelisin ellerinle beni
Ellerinle toprağıma
Güneş doğacak açacak çiçek
Çav Bella
Gelip geçenler diyecek merhaba
Merhaba ey güzel çiçek
Toplam 18 mesaj bulundu