Mavi düş tarlamda açan beyaz çimenlerde gezinirken, siz sadece bakarsınız bana. Küçük bir can çarpar karşınızda ve hep şunu dersiniz kendinize ya da bizi gösterenlere;
- Merak etme O'nlar üşümez….
Bilemezsiniz pencerenizin önünden size bakarken üşüyen bir yanım olduğunu..
Dünyaya sahipmiş gibi gezinirken aslında yaslanacak bir dal ararım yorgun düşlerime. Bakmayın kalabalıklarda süzülüşüme, içinizde ki çocuk gibi kırılgan, ürkek ve yalnızım.
Kış kelebeğiyim, beyazlıklar arasında küçük hayat kırıntılarımı toplarken. Sessizce şarkımı söylerim.. Siz neşeden zannedersiniz, oysa ki açlığımı kusarım. Kaç kişi döker ki o bereket kırıntılarını bizi düşünerek beyaz örtüye. Elinizden düşen bir lokma ekmektir bazan yaşam ya da beğenmeyip bir kenara bıraktığınız can'simidimdir.
Tekbaşıma'lık sıksa da canımı, acıtsa da geceler uykusuzluğumu değiştiremeyeceğim kaderdir yalnızlık. Birkaç arkadaş vardır belki etrafımda gezinirken ama tutamazlar, uzanamazlar boş ellerime. En güzel tüylerini, renklerini, seslerini bağışlasalarda, önümde ki tablo hep aynı karartı ve aynı sükunet.
Sizden özgür göründüğümü biliyorum, sizin bilmediğinizse özgürlüğe tutsak olduğum. Çünkü başka şans tanımıyor hayat bana. Sadece uçuyorum ve yaşamak için rastlantıları birbirine bağlayıp, şans yumağımı sarıyorum. Hani ileride bir yuva kurarsam ucunu bulayım diye geçmişimin..
Ve sonra yükseklerde olmak zorunda olduğu için canpazarım uzaklarda bir dal buluyorum. Soğuk ve sert.. Yuvamı kuruyorum, yeni canlar getiriyorum sessiz dünyanıza…
Aslında onlarıda terkediyorum benim kaderime, size güzel şarkılar gibi geliyor sesleri, doğada bulunmam gerektiği için mi bilmem, pencerenizi, dallarınızı, maviliklerinizi süslemeye devam ediyorum.
İsyan etmeyin halinize… Siz istediğiniz zaman yürür, istediğinizde koşar, yüzer, uçar durursunuz. Bizse sadece uçarız, yoruluncada seker dururuz küçük ayaklarımızla. Mevsimsizce geçer kısa ömrümüz.
Yükseklerde başlayan hayatım, düşen bir bedende son bulur.
Ve karışır gider toprağa bir avuç bedenim, küçük ve yalnız serçe yüreğim
GÖÇMEN KUŞLAR
hançerlenmiş çatal yürek iki baş başbaşa vermişler konuşmuyorlar yetimce gözlerden savruluyor yaş yağıyor dışarda içli içli kar çatal yürek hançerlenmiş bir çift baş
bir kuş kör kafeste babasız kalır kavrulur bir serçe anasızlıktan ah gülmeyen gözler yollarda kalır dökülür yaşları vefasızlıktan bir kuş kör kafeste babasız kalır
yataklar küf gibi zindan kokuyor küsmeler küsmeler ve barışmalar bir dost yüreğimde sevgi dokuyor ayrılık gözyaşı son sarışmalar yataklar küf gibi zindan kokuyor
herkesle gülünür fakat çilelim ağlanmaz herkesle unutma bunu dostluk yemininin üstünde elim bölmez mi bölmez mi hasret uykunu? ve gülmek ki tokat tokat çilelim
kadehler dolusu baldıran zehri gördün, göz kırpmadan nasıl içilir bilirsin haldaşım bu zalim şehri burda dirilere kefen biçilir korkusuz içilir baldıran zehri
bak körpe ceylanlar nasıl vurulur zalim avcı gezer bizim bağlarda ceylanları vuran eller de kurur bir parça kırmızı kir kalır karda yavru ceylanlar bak nasıl vurulur
hangi dost dikmişti şu tomurcuğu bağrımın içinde göğerip duran ey kara günlerin dertli çocuğu senin nabzın mıdır ranzamda vuran söyle kim dikmişti şu tomuruğu
ne açmaz gül imiş ah şu bahtımız ağarsa mı ola kıpkırmızı tan yad elde kuruldu payitahtımız hüzün sarayında bir garip sultan ne açmaz gül imiş ah şu bahtımız
artık güneşlerde kara doğuyor geçmiyor umudu vuran zamanlar hayat yıldırıyor hayat boğuyor bilmem kimin için çalıyor çanlar güneşler de artık kara doğuyor
bu yağmur bu yağmur niçin yağar ki görmez mi bir çift göz suluyor yeri vurulanlara su sunma be saki kavrulsun garibin yansın yüreği bu yağmur bu yağmur niçin yağar ki
her seher uzaktan bir horoz sesi ne çılgın yalıyor parmaklıkları esiyor Yusuf’un kutlu nefesi yıkıyor Züleyha kara duvarı ıraklardan yanık bir horoz sesi
gel yaralı serçem küsme bahtına vurma kayalara allı başını anka kuşu olsan geçmem tahtına bir sen kaybetmedin can yoldaşını yaralı serçem gel küsme bahtına
ey kara çayımın buğulu kiri kıvrıla kıvrıla nere gidersin ötelerden eğer sorarsa biri bırakmadılar da gelmedi dersin kara çayımın ey buğulu kiri
mahpus ranzam soğuk yüzüne senin sahte gülüşleri tercih ederim meftunu olmuşum demir kefenin sende yaşar, sende ölüp giderim mahpus ranzam soğuk yüzüne senin
gece yine kustu bütün kinini her saniye can çek, kıvran, sabah et efendi, demirbaş kabul et beni mevcut listesinin başına kaydet gece yine kustu bütün kinini
Derde sevdalıyım derde vurgunum bu sevda düşürür eline cânâ
hep sürüklenmekten inan yorgunum niye kattın gittin seline cânâ
perişan dağınık ve de bozgunum ne çare düşmüşüm diline cânâ
Eyyub’um Yusuf’um hadi Mecnun’um amma dayanamam yeline cânâ
yanmış vurulmuşum, meftun olmuşum saçlarının bir tek teline cânâ
yüklenme bu denli kurban olayım yetmez mi savurdun külüne cânâ
derde sevdalıyım derde vurgunum
yerine varmamış dileklerimi götürün melekler n’olur götürün soldurmayın açmış çiçeklerimi Mevla’dan dertlere derman getirin yerine varmamış dileklerimi…
bütün umutların bittiği yerde hayret ölüler de volta atarmış inanmazsan civan bak yarıver de gönül mezarımda kimler yatarmış göster can alıcı o melek yerde
doğduğum yerlerde vurgun mu oldu? sular mı yürüdü memleketime soldu, gün görmemiş menekşe soldu kaç hançer saplandı safiyetime doğduğum yerlerdevurgun mu oldu?
arasıra kuşum uç üzerimden vefasızım amma belki özlerim bir de sen oklama ta can yerimden gel, bugün de taşma ırmak gözlerim kuşum arasıra uç üzerimden göç eden kuşların gözleri kara dayan gülüm dayan bahar gelecek muhabbet ne büyük kapanmaz yara ölecek yaralı serçe ölecek dönecek mi söyle kuşlar bahara?
Bir güzel düş gibi bir hayal gibi sen de git can kuşum, de var sen de git dost mezarı içim bulunmaz dibi düşersem aklına el aç niyaz et belki bir su yürür…içim çöl gibi… . Mustafa İslamoğlu
SERÇE YÜREĞİM
Mavi düş tarlamda açan beyaz çimenlerde gezinirken, siz sadece bakarsınız bana. Küçük bir can çarpar karşınızda ve hep şunu dersiniz kendinize ya da bizi gösterenlere;
- Merak etme O'nlar üşümez….
Bilemezsiniz pencerenizin önünden size bakarken üşüyen bir yanım olduğunu..
Dünyaya sahipmiş gibi gezinirken aslında yaslanacak bir dal ararım yorgun düşlerime. Bakmayın kalabalıklarda süzülüşüme, içinizde ki çocuk gibi kırılgan, ürkek ve yalnızım.
Kış kelebeğiyim, beyazlıklar arasında küçük hayat kırıntılarımı toplarken. Sessizce şarkımı söylerim.. Siz neşeden zannedersiniz, oysa ki açlığımı kusarım. Kaç kişi döker ki o bereket kırıntılarını bizi düşünerek beyaz örtüye. Elinizden düşen bir lokma ekmektir bazan yaşam ya da beğenmeyip bir kenara bıraktığınız can'simidimdir.
Tekbaşıma'lık sıksa da canımı, acıtsa da geceler uykusuzluğumu değiştiremeyeceğim kaderdir yalnızlık. Birkaç arkadaş vardır belki etrafımda gezinirken ama tutamazlar, uzanamazlar boş ellerime. En güzel tüylerini, renklerini, seslerini bağışlasalarda, önümde ki tablo hep aynı karartı ve aynı sükunet.
Sizden özgür göründüğümü biliyorum, sizin bilmediğinizse özgürlüğe tutsak olduğum. Çünkü başka şans tanımıyor hayat bana. Sadece uçuyorum ve yaşamak için rastlantıları birbirine bağlayıp, şans yumağımı sarıyorum. Hani ileride bir yuva kurarsam ucunu bulayım diye geçmişimin..
Ve sonra yükseklerde olmak zorunda olduğu için canpazarım uzaklarda bir dal buluyorum. Soğuk ve sert.. Yuvamı kuruyorum, yeni canlar getiriyorum sessiz dünyanıza…
Aslında onlarıda terkediyorum benim kaderime, size güzel şarkılar gibi geliyor sesleri, doğada bulunmam gerektiği için mi bilmem, pencerenizi, dallarınızı, maviliklerinizi süslemeye devam ediyorum.
İsyan etmeyin halinize… Siz istediğiniz zaman yürür, istediğinizde koşar, yüzer, uçar durursunuz. Bizse sadece uçarız, yoruluncada seker dururuz küçük ayaklarımızla.
Mevsimsizce geçer kısa ömrümüz.
Yükseklerde başlayan hayatım, düşen bir bedende son bulur.
Ve karışır gider toprağa bir avuç bedenim, küçük ve yalnız serçe yüreğim
GÖÇMEN KUŞLAR
hançerlenmiş çatal yürek iki baş
başbaşa vermişler konuşmuyorlar
yetimce gözlerden savruluyor yaş
yağıyor dışarda içli içli kar
çatal yürek hançerlenmiş bir çift baş
bir kuş kör kafeste babasız kalır
kavrulur bir serçe anasızlıktan
ah gülmeyen gözler yollarda kalır
dökülür yaşları vefasızlıktan
bir kuş kör kafeste babasız kalır
yataklar küf gibi zindan kokuyor
küsmeler küsmeler ve barışmalar
bir dost yüreğimde sevgi dokuyor
ayrılık gözyaşı son sarışmalar
yataklar küf gibi zindan kokuyor
herkesle gülünür fakat çilelim
ağlanmaz herkesle unutma bunu
dostluk yemininin üstünde elim
bölmez mi bölmez mi hasret uykunu?
ve gülmek ki tokat tokat çilelim
kadehler dolusu baldıran zehri
gördün, göz kırpmadan nasıl içilir
bilirsin haldaşım bu zalim şehri
burda dirilere kefen biçilir
korkusuz içilir baldıran zehri
bak körpe ceylanlar nasıl vurulur
zalim avcı gezer bizim bağlarda
ceylanları vuran eller de kurur
bir parça kırmızı kir kalır karda
yavru ceylanlar bak nasıl vurulur
hangi dost dikmişti şu tomurcuğu
bağrımın içinde göğerip duran
ey kara günlerin dertli çocuğu
senin nabzın mıdır ranzamda vuran
söyle kim dikmişti şu tomuruğu
ne açmaz gül imiş ah şu bahtımız
ağarsa mı ola kıpkırmızı tan
yad elde kuruldu payitahtımız
hüzün sarayında bir garip sultan
ne açmaz gül imiş ah şu bahtımız
artık güneşlerde kara doğuyor
geçmiyor umudu vuran zamanlar
hayat yıldırıyor hayat boğuyor
bilmem kimin için çalıyor çanlar
güneşler de artık kara doğuyor
bu yağmur bu yağmur niçin yağar ki
görmez mi bir çift göz suluyor yeri
vurulanlara su sunma be saki
kavrulsun garibin yansın yüreği
bu yağmur bu yağmur niçin yağar ki
her seher uzaktan bir horoz sesi
ne çılgın yalıyor parmaklıkları
esiyor Yusuf’un kutlu nefesi
yıkıyor Züleyha kara duvarı
ıraklardan yanık bir horoz sesi
gel yaralı serçem küsme bahtına
vurma kayalara allı başını
anka kuşu olsan geçmem tahtına
bir sen kaybetmedin can yoldaşını
yaralı serçem gel küsme bahtına
ey kara çayımın buğulu kiri
kıvrıla kıvrıla nere gidersin
ötelerden eğer sorarsa biri
bırakmadılar da gelmedi dersin
kara çayımın ey buğulu kiri
mahpus ranzam soğuk yüzüne senin
sahte gülüşleri tercih ederim
meftunu olmuşum demir kefenin
sende yaşar, sende ölüp giderim
mahpus ranzam soğuk yüzüne senin
gece yine kustu bütün kinini
her saniye can çek, kıvran, sabah et
efendi, demirbaş kabul et beni
mevcut listesinin başına kaydet
gece yine kustu bütün kinini
Derde sevdalıyım derde vurgunum
bu sevda düşürür eline cânâ
hep sürüklenmekten inan yorgunum
niye kattın gittin seline cânâ
perişan dağınık ve de bozgunum
ne çare düşmüşüm diline cânâ
Eyyub’um Yusuf’um hadi Mecnun’um
amma dayanamam yeline cânâ
yanmış vurulmuşum, meftun olmuşum
saçlarının bir tek teline cânâ
yüklenme bu denli kurban olayım
yetmez mi savurdun külüne cânâ
derde sevdalıyım derde vurgunum
yerine varmamış dileklerimi
götürün melekler n’olur götürün
soldurmayın açmış çiçeklerimi
Mevla’dan dertlere derman getirin
yerine varmamış dileklerimi…
bütün umutların bittiği yerde
hayret ölüler de volta atarmış
inanmazsan civan bak yarıver de
gönül mezarımda kimler yatarmış
göster can alıcı o melek yerde
doğduğum yerlerde vurgun mu oldu?
sular mı yürüdü memleketime
soldu, gün görmemiş menekşe soldu
kaç hançer saplandı safiyetime
doğduğum yerlerdevurgun mu oldu?
arasıra kuşum uç üzerimden
vefasızım amma belki özlerim
bir de sen oklama ta can yerimden
gel, bugün de taşma ırmak gözlerim
kuşum arasıra uç üzerimden
göç eden kuşların gözleri kara
dayan gülüm dayan bahar gelecek
muhabbet ne büyük kapanmaz yara
ölecek yaralı serçe ölecek
dönecek mi söyle kuşlar bahara?
Bir güzel düş gibi bir hayal gibi
sen de git can kuşum, de var sen de git
dost mezarı içim bulunmaz dibi
düşersem aklına el aç niyaz et
belki bir su yürür…içim çöl gibi…
.
Mustafa İslamoğlu